Iskatı salat ile alakalı ayet ve hadis bildiğimiz kadarıyla yok.Bu ıskatı salat sözü: İmamı Muhammed eş Şebani (ölümü hicri 189) ez Ziyadat adlı eserinde ki şu sözü vardır.
“Ölenin kılmadığı namazların fidyesi verilirse inşaallah kafi gelir” sözüdür (Şias-3/49)
SORU: "- Benim sualim, ölülerin arkasından yapılan ıskat-ı salat ve devir merasimi ile ilgilidir. Bundan dört ay önce uzaktan akrabam olan birisi vefat etti. Merhum'un kazaya kalan oruç ve namaz borcu vardı. Varisleri ıskat-ı salat ve devir merasimini yapmadılar. (..) Bazı Müslümanlar; ıskat-ı salat ve devirin, güzel bir örf olduğunu, kazaya kalan oruç ve namaz borcunun ödenmesi gerektiğini söylediler. Bazı hocaefendiler ise, ıskat-ı salat ve devirin bid'at olduğunu iddia ediyorlar. (..) Iskat-ı salatın ve devir muamelesinin aslı nedir? Bu merasimi sahih bir örf olarak değerlendirebilir miyiz? Yapılmasında fayda var mıdır?"
CEVAP: İslam fıkhına aykırı olmayan ve selim akıl sahibi olan kimselerin müstahsen bulduğu davranışlara örf denilmiştir. Örf ve adette esas olan şer'an ve aklen müstahsen olmasıdır. (1) Buna sahih örf denilir. İslam fıkhına uygun olmayan örf ve adetler fasid hükmündedir. Bunların delil olarak kabul edilmesi mümkün değildir. (2) Bu tesbitten sonra, meseleye geçebiliriz. Hanefi fukahasından Alauddin El Haskafi: "-Bir kimse, üzerinde kazaya kalmış namazlar olduğu halde ölür de, keffaret verilmesini vasiyet ederse, fıtra'da olduğu gibi her namaz için bir azabtan yarım sa' verilir. Vitir namazı ile orucun hükmü de böyledir. Keffaret malının ancak üçtü birinden verilir" demiştir. İbn-i Abidin, bu metni şerhederken: "- Sonra bilmelisin ki, ölen kimse oruç fidyesini vasiyet ederse, kat'i surette caiz olduğuna hükmedilir. Çünkü nassan delili vardır. Vasiyet etmez ise, mirasçıları kendiliğinden verdiği takdirde; İmam-ı Muhammed "Ez Ziyadat" nam eserinde "İnşa-Allah kafi gelir" demiş, kafi gelmeyi Allah (cc)'ın dilemesine bağlamıştır. Zira bu hususta nass yoktur. Keza namaz fidyesini vasiyyet ederse, yine Allah (cc)'ın dilemesine bağlamıştır. Çünkü ulemamız namazı, itiyaden oruç'a kıyas etmiştir. Oruç hakkındaki nassın acz ile ta'lil edilmiş olması ihtimali vardır. Böyle olunca illet namaza da şamildir. Acz ile ta'lil edilmemiş ise verilen fidye, başlı-başına hayır olur. Ve günahları gidermeye yarar. Binaenaleyh kendisinde bir şüphe var demektir" (3) şeklinde izah etmiştir. Feteva-ı Hindiyye'de: "- Bir kimse eğer vasiyet etmez ise, bu durumda bazı varislerin teberruları caiz olur. Bu varisler, her vakit namaz için, yarım sa' buğdayı niyet ederek verirler" (4) hükmü kayıtlıdır.
Vefat eden kimsenin kaza namazları mevcut, ancak hiçbir malı yoksa ne yapılacaktır? İşte halk arasında "Devir" denilen olay, bu sualin içerisinde gizlidir. Denilmiştir ki; bir kimseden ödünç alınır ve bir fakire: "-Filana vekaleten bu meblağı o'nun şu kadar namazının fidyesi olarak sana veriyorum" denir. Bu fakir kimse aldıktan sonra: "-Bunu aldım ve kabul ettim. Geri bağışlıyorum" der ve bu alıp-verme işlemi, ıskat bitinceye kadar tekrarlanır. Sonunda da bu miktar fakire sadaka olarak bırakılır. (5) Ancak ıskat-ı salat ve devir hususunda, kat'i nass bulunmadığı için; üzerinde kaza namazı bulunan kimsenin vasiyet etmesi esas alınmıştır.
Geçirilmiş namazların, oruç fidyesine kıyas edilmesi usule uygun değildir. Bu sebeble bazı alimler; Iskat-ı salat ve deviri, "miskinlere ve fakirlere faydası olan" bir örf şeklinde değerlendirmişlerdir. Nitekim İbn-i Abidin , "namaz bahsinin" girişinde; oruç ibadetindeki fidyenin nass ile sabit olduğunu, aynı durumun namazda bulunmadığını izah ettikten sonra: "Onun için İmam-ı Muhammed "Ona yeter İnşa-Allah" demiştir. Bunu kıyas yolu ile söylemiş olsa, İnşa-Allah deyip, Allahu Teala (cc)'nın dilemesine havale etmezdi. Nitekim kıyasla sabit olan hükümlerde usul budur" (6) diyerek, konuya açıklık getirmiştir.
Dikkat edilirse, Pir-i fani'nin (ihtiyar olan kimsenin) oruç için fidye vermesi, acz sebebi ile tutamamasının bir bedelidir. Eğer acizlik kat'i bir illet ise, ancak acz sebebiyle kazaya kalan namazların fidyesi sözkonusu olabilir. Kasden namazı terkeden kimselerin durumu çok farklıdır. Zira kasden terk fiilinde; namazın farziyetine inanıp-inanmadığı da meçhuldür. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Bir mü'min; meşru herhangi bir özür veya acz sebebiyle namazını kazaya bırakmış ise, mutlaka vasiyet etmelidir. Zira vasiyet ettiği fidye; namazın bedeli olmasa dahi, fakirler için bir sadaka-i cariye olur. Şunu da hemen belirtelim ki; kasden namazı terkeden ve ölümünden sonra "Iskat-ı Salat" ile bundan kurtulacaklarını zannedenler yanılmaktadırlar. Zira ulema acz sebebi ile kazaya bırakılan namazların dahi fidye ile ödenemeyeceğini belirtmiş ve "İnşa-Allah" demek suretiyle, sadece hayrı esas almışlardır. Meselenin özü budur. Birbirimize dua edelim.
(1) Ömer Nasuhi Bilmen- Hukuk-ı İslamiyye Kamusu- İst: 1976 C: 1 Sh: 197
(2) Ali Haydar Efendi- Düreru'l Hükkam Şerhu Mecelleti'l Ahkam- İst: 1130 C: 1 Sh: 92.
(3) İbn-i Abidin-Reddü'l Muhtar Ale'd Dürri'l Muhtar- İst: 1983 C:3 Sh: 147.
(4) Şeyh Nizamüddin ve Heyet- Feteva-ı Hindiyye- Beyrut: 1400 C: 1 Sh: 125.
(5) Bedrüddin-i Ayni- Umdetü'l Kari- İst: 1308 C: 5 Sh: 233.
(6) İbn-i Abidin- A.g.e. C: 2 Sh: 15
Yayına hazırlayan Ebubekir yasin