<● > Allah'ın Adıyla Başlıyorum <● >
Allah’a hamd olsun. O Tektir. Salât ve selâm, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed’in üzerine olsun
<● > Eraykitap Web Sitesine Hoş Geldiniz ! <● >
<● > En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir <● >
İman'ın Dört Esasi
Uluhiyyet Tevhidi / Allah’tan başka ilah yoktur emrine iman
Uluhiyyet tevhidi,Yüce Allah’a kalp ve azalar ile O’nun belirlediği ibadet şekilleri ile ibadet etmek,buna ibadet tevhidi de denir.
Uluhiyyet tevhidi,Allah tan başka mu’bud edinmemek,(İbadete layık,yalınız Allah olduğuna inanmak)
Uluhiyyet Tevhidi,Allah’ın bir ilah olduğuna,O’ndan başka ilah olmadığına iman etmek,kalbin korkarak ve ümit ederek(Beynel havfi ver raca) Allah’a bağlanmasıdır.
Uluhiyyet tevhidi,demek “la ilahe illallah.”Allah’tan başka ilah yoktur,inancıdır.
“Yeryüzünde dirlik-düzen sağlandıktan sonra bozgunculuk çıkarmayınız. Allah'a korku ve umut içinde dua ediniz. Hiç kuşkusuz Allah'ın rahmeti iyi işler yapanlara yakındır.”(Araf-56)
İLAH
“Kendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık.
Lügat ta, örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk anlamında kullanılmakla beraber genelde ibadet edilen, tapınılan nesnelerin ortak adı olmuştur. Ancak İslâmiyet'in saf tevhid akîdesi, tapılacak, ibadet edilecek; kainatın ve eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olarak sadece Allah'ı kabul etmektir. Bu yüzden, Allah'ı lafzı sadece İslâm'ın kabul ettiği tanrı inancının alemi (özel ismi)'dir.
Nitekim Arapçıda Allah isminin çoğulunun veya bir başka şey için kullanıldığının hiç bir örneği yoktur. Allah'ın zatı bütün esmâ ve sıfata mukaddem olduğu gibi Allah ismi de öyledir. O ulûhiyyet vasfından değil, uluhiyyet ve ma'bûdiyet vasfı ondan alınmıştır. Allah mabut olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabut’tur. Onun ulûhiyyeti ibadet ve ubudiyete müstahak olması zatındandır. İnsanlık, puta tapar, güneşe tapar, ateşe tapar. kahramanlara, tâğutlara veya bazı sevdiği şeylere tapar. Taptığı zaman onlar ilâh ve mabut olurlar. Sonra bunlardan vazgeçer, o zaman onlar İlâhiyat ve mabûtiyet vasıflarını yitirirler. Halbuki insanlar Allah'ı mabut ilâh tanısın tanımasın, O zatında mabuttur. O'na her varlık ibadet, ubudiyet ve tazim borçludur (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 29-30).
İslâmiyet'in Allah âkidesiyle diğer dinlerdeki "ilâh" fikri arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Diğer dinlerdeki ilah fikrine, İslâmiyet'in reddettiği yollardan ulaşılır. Sonra bu dinlerin mensubu olan insanlar, ilâhları kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinirler. Diğer dinlerdeki ilâh fikri, insanların korkularının isteklerinin ihtiyaçlarının ürünüdür. Bu ilâhlar insanların isteklerinin ihtiyaçlarının ürünüdür. Bu ilâhlar insanların ihtiyaçlarına göre şekillenirler. Sonra bu ilâhların hüküm vaaz etmek gibi özellikleri de yoktur. insanların ihtiyaçları karşılandığından, bu ilâhların fonksiyonları da tükenecektir. Oysa İslâm, kişi ilâhı kendi ihtiyaçları doğrultusunda edinemez. Zîra İslâm, mutlak bir yaratıcının ve hüküm koyucunun ve ibadet edilecek bir tek ilâhın var olduğu, onun da hiç bir ortağı bulunmadığı esası üzerine oturtulmuştur. İslâm insanları bu ilâha (yani Allah'a) iman ve ibadet etmeye çağırır. Diğer dinlerde ilâhlar, insanlarla birlikte vardır. İnsan yok olduğunda bu ilâhlar da yok olurlar. Oysa Allah (c.c) insanı yaratandır. İnsan yaratılmadan önce de vardı ve zatı ile kâimdir. İnsan kendisinin ihtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona yardım elini uzatan, onu koruyup gözeten, sıkıntı ve korkulu anlarında onu emniyete ulaştıran bir varlığa ibadet için yönelmektedir.
Tabii olarak kişinin inancına göre ihtiyaçlarını gideren, dualara icabet eden bir varlık, kendinden daha yüce ve üstün olmalıdır. Yani ilâh edinilen şey müteal olmalı, insanın ulaşamayacağı özellikler taşımalıdır. Hiç şüphesiz ibadet düşüncesi, mabudun şahsı ve kudreti gayp perdeleri arkasında olmadıkça kişinin hatırasında canlanamaz. Mabudun ihtiyaçları yerine getirmeye yeten güç ve kuvveti gizlilik perdelerinin altında olmalıdır. Bundan dolayı mabud için isim olarak öyle bir kelime seçilmelidir ki, hicaplarına ve derin hayret manası ile birlikte yücelik üstünlük ve şereflilik manalarını da ihtiva edebilsin.
İlâh kelimesinin mabuda bağlanmasının sebepleri şöyle sıralanabilir: İhtiyaçları gideren, işlenen âmelin karşılığını veren, sükunet bahşeden, yücelik hükmü altına alıp koruyan, ihtiyaçları gideren, musibet anında koruyandır. Aynı zamanda gözlerden öylesine gizli olmalı ki, insanların idrak edemediği sırlardan daha da esrarlı olsun ve insan ondan korktuğu kadar, iştiyak ve sevgide duyabilsin.
Kur'an-ı Kerimde ilâh kelimesi iki manada kullanılmıştır. Birincisi- hak olsun batıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların kendisine tapındığı şey anlamında mabud. İkincisi; gerçekten ibadete lâyık olan varlık anlamında hak mabud.
İlah Edinmek
Yeryüzünde ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem'le başlayan tevhîd inancı gönderilen her peygamberle birlikte devam ede gelmiş ve İslam peygamber'i (s.a.s) ile kemâle ermiştir.
Bütün peygamberler, kendinden önceki peygamberleri tasdik edici özellikte tevhid yolunda mücadelelerini sürdürmüşler, gönderildikleri kavimleri Allah (c.c)'dan başka ilâh edinmemeleri hususunda uyararak, onları Allah'a kulluk etmeye çağırmışlardır. Ancak peygamberler bu mücadeleleri sırasında kendilerinin yanında yer alan pek az mümin bulabilmişlerdir. Hatta bazıları öldürülmüşler, yaşadıkları yerden uzaklaştırılmışlar ve içinde bulundukları toplumun, sürekli hakaret ve alaylarına maruz kalmışlardır.
Peygamberlerin uyarılarını dikkate almayan insanlar, kendi inançlarında ısrar etmişler, Allah’tan (c.c) başka ilâhlar edinerek, onlara tapınmaya devam etmişlerdir. Nitekim Allah'u Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de bu kavimler hakkında şöyle buyurmaktadır: "Onlar, kendileri için bir izzet ve kuvvet kaynağı olsunlar diye, Allah'tan başka sahte ilâhlar edindiler" (Meryem, 19/81). "Onlar, Allah'ı bırakıp, güya kendileri yardım(a mahzar) edilecekler ümidi ile mabudlar edindiler" (Yâsin, 36/74).
Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere cahiliye devri insanları kendileri için ilâh olabileceğine inandıkları nesnelerin şiddet ve sıkıntı anlarında koruyucu olduklarını, onların etrafında toplandıklarında yeminlerinden vazgeçmekten doğabilecek sorumluluktan bir takım korkulardan kendilerini emin kılabileceklerini zannediyorlardı.
"Allah'ı bırakıp taptıkları yalancı ilâhlar, rabbinin azap emri geldiği zaman onlara hiçbir fayda sağlamadı, ziyanlarını arttırmaktan başka bir işe yaramadı " (Hûd, 11/101).
"Halbuki Allah'ı bırakıp da çağırdıkları şeyler hiçbir şeyi yaratamazlar. Onların kendileri yaratılıp duruyorlar. Onlar diriler değil ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine de şuurları yoktur. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır (en-Nahl, 16/20-22).
"Allah ile birlikte başka bir ilâh edinip tapma. Ondan başka hiç bir ilâh yok" (el-Kasas, 28/88).
"Allah'tan başkasına tapanlar dahi gerçekte Allah'a eş tuttukları ortaklara tabi olmuyorlar. Onlar kuru zandan başkasına uymuyorlar, onlar ancak yalandan başkasını söylemiyorlar" (Yûnus10/66).
Bu ayetlerden şu neticeleri çıkarmak mümkündür:
a) Cahiliye devri insanları kendilerine sıkıntılı anlarında dua edip yardıma çağırdıkları ilâhlar ediniyorlardı.
b) ilâhlar sadece cinler, melekler ve putlardan ibaret değildi. Daha önce şahıslar da tapınılan ilâhlar arasında idi. Nitekim "onlar diriler değil, ölülerdir. Ne zaman dirileceklerine şuurları da yoktur" ayeti, bunu ispatlamaktadır.
c) Müşriklere göre ilâh edindikleri putlara, onların dua ve yakarışlarını işiten ve onlara yardıma gücü yeten varlıklardı.
Meselâ bir adam acıkmışsa, karısından yemek ister. Yada hastalanmış olsa doktor çağırır. Onun bu davranışları bir dua değil, sebep ve netice kanununun tabii bir göstergesidir. Adam, karısını veya doktoru ilâh edinmemektedir. Ancak bu adam açlık ve hastalığa katlanamaz duruma geldiğin de karısından doktorundan yardım isteyeceği yerde, başka bir şahıstan veya puttan medet umsa, ona bu ihtiyaçlarım gidermesi için dua etmiş ve onu kendisine ilâh edinmiş olur. Günümüzde de pek sık rastlanabildiği gibi kilometrelerce uzaklıktaki bir mezarda yatan bir ölüye dua etse, ihtiyaçlarını karşılaması hususunda ondan bir medet umsa veya aynı duyguları bir puta karşı beslese bunların, ihtiyaçları hakkında kendisine yardım edeceğine, hastalık, sıhhat ve açlığa, tabiat kanunları dışındaki bir mânevî güçle ihtiyaçlarını vermek için gereken sebepler üzerinde hükmünü geçirme kudretine sahip olduğuna inanırsa, bu ölüyü, diriyi veya putu kendisine ilâh edinmiş olur.
Nitekim günümüzde bu misali andıracak şekilde canlı olaylar yaşanmaktadır. Meselâ yeni evlenen çiftlerin kendilerine mutluluk getireceğine inanarak, çeşitli şahısların mezarlarına ziyaretler düzenleyip, çeşitli adaklar adadıkları işitilmektedir. Bu olaylar günümüzde Allah'tan başka ilâhlar edinip O'na şirk koşmanın en açık örneklerinden biridir.
Aslında insanın ilâh edindiği nesnelere dua etmesine, ondan yardım dilemesine sebep olan düşünce, şüphesiz ki onun tabiat kanunları üzerinde hükmünü geçirmeye ve tabiat kanunlarının nüfuzu dışında bir kuvvete sahip olduğunu kabul etmeye götüren düşüncedir.
Allah’u Teâlâ (c.c) kendisinden başka ilâh edinenlerin durumlarını şöyle açıklamaktadır: "Andolsun ki, biz kendi çevrenizde bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, belki onlar küfürden imana dönerler diye tekrar tekrar açıkladık. O vakit Allah'ı bırakıp da güya O'na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir" (el-Ahkâf, 46/27, 28).
İnsanların gerçek yaratıcıyı bırakıp, kendi elleriyle yaptıkları putları ilâh edinmelerinin başlangıcı Kur'an-ı Kerim'de şöyle belirtilir: "Nûh şöyle dedi: "Rabbim! Kavmim bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye. Onlar büyük tuzaklar kurdular. "Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ved, Suvâ', Yagûs, Yeûk ve Nesr gibi putlarınızdan vazgeçmeyin" dediler" (Nûh, 71/21-23).
Buhârî'nin İbn Abbas'dan naklettiğine göre, Nûh peygamberin kavminde bulunan bu putlar daha sonra Arabistan'a intikal etti. Bu putlardan "Ved" Dûmetü'l-Cendel'de Kelb kabîlesinin; "Suvâ"' Huzeyl kabîlesinin; "Yagûs" Sebe'in; "Yeûk" Hemedan'ın; "Nesr" ise Himyer'in putu haline geldi. Bunlar Nûh (a.s)'ın kavminden salih kimselerin adına dikilmiş heykellerden ibaretti. Şeytan, bunların sûretlerinin toplantı yerlerine dikilmesini iğva yoluyla telkin etmişti. Ancak sahipleri ölünceye kadar bunlara tapınmadılar. Daha sonra gelen nesiller bu putlara tapınmaya başladılar (Buhârî, Tefsiri Sûre "İnnâ erselnâ", 6/199). Muhammed b. Kays'dan rivayete göre "Yeûk" ve "Nesr" Âdem ve Nûh aleyhisselâm arasında yasamış sâlih kimseler olup, çok tâbileri vardı. Bunlar ölünce kavimleri, ibadetlerinde bunları hatırlayarak daha şevkle ibadet yapmak istediler. Bunun için heykellerini diktiler. Bu şahıslar ölünce de şeytanın iğvâsı yoluyla kavimleri, kendilerine ibadet etmeye başladılar (İbn Kesır, Tefsîru'l Kur'âni'l-azim, İstanbul 1985, VIII, 261 -263).
Tevhid inancından bu şekilde ilk sapmalar yolunda, eski çağlarda bu inançtan habersiz diğer kavimlerin de bazı ilâhlar edindikleri görülmektedir. Meselâ; eski Mısır'ın mitolojik dinlerine göre, zaman ilâhı Keb ile gök tanrıçası Nut'un evlenmesinden meydana gelen Osiris, kıskançlık yüzünden Seth tarafından öldürülerek oniki parçaya bölünmüştü. Eski Çin dini olan Sinizm'e göre tanrı Çang-Ti'nin soyundan gelen Çin hükümdarları, göğün oğludur. Hind dinlerindeki ilâhlar, her türlü beşeri eksikliklerden uzak olamazlar. Gök gürültüsü, yağmur, fırtına gibi olayların ilâhı olan İndra, çok zâlim ve gaddar bir ilâhtı. Keza Sümerlerin ilâhı olan Madruk, uluhiyyeti diğer tanrılarla savaşarak tıpkı insanlar arasındaki krallar gibi elde etmişti. İran dini Mecûsîlikte ise iyilik tanrısı olan Hürmüz ile kötülük tanrısı Ehrimen devamlı savaşırlardı. Hangisi galip gelirse ona bağlı olarak yeryüzünde iyilik veya kötülük galip gelmektedir. Bugünkü Avrupalıların ataları olan Keltlerin dininde, insanlar vahşice ilâhlara kurban edilirdi. Azteklerin harp tanrısı olarak kabul ettikleri Çiçli-Puçli, insan yüreği yemekten hoşlanan zâlim ve savaşçı bir ilâhtı. Bunların yanında eski Yunan'ın mitolojik Olimpos tanrılarını da unutmamak gerekir. Ayrıca orta Asya Türklerinin çeşitli nesneleri, özellikle kendilerini kurtardığına inandıkları bir kurdu nasıl ilâhlaştırdıkları bilinmektedir.
Yahudilerin millî ilâhi olan Yahova, kendi kavmi olan İsrail oğullarının dışında kalan kavimlere karşı son derece zâlim ve gaddardır.
İslâm'ın dışındaki dinlerin ilâh telâkkisi, İslâmiyet'ten tamamen farklıdır. Bu sebeple diğer dinlerdeki ilâhlara ancak ilâh, tanrı, Rab, Huda, Çalab gibi isimler verilebilir. Allah ismi ise aslâ verilemez. Meselâ; Batı dillerinde ilâh karşılığı kullanılan (Fransızca "Dieu", İngilizce "God", Almanca "Gott", İtalyanca "Dio") kelimeler, temelde Yunanca Theos ve Lâtince Deivo kelimelerine dayanmaktadır. Bu kelimeler de Yunan mitolojisinin insan şeklindeki tanrı anlayışına dayanmaktadır.
Genellikle beşeri zaaf ve eksikliklerle bilinen bu Yunan menşe'li ulûhiyyet inancı önce Roma'ya, oradan da Hıristiyanlığa geçmiştir. Ve bundan sonra Hıristiyan mabetlerine Hz. İsa'nın ve Meryem'in heykelleri konulmaya başlanmıştır.
Bugünkü Batı dünyası, Yunan ve Roma politeizmini, isminin dışında her şeyi ile almıştır. Dolayısıyla onların ulûhiyyet fikri, bir türlü saf tevhide ve tevhid deki her şeyden arındırılmış Allah anlayışına yaklaşamamaktadır.
İslâmiyet'teki Allah inancı, O'nun sadece müslümanların değil, tüm alemlerin ilâhı olduğu gerçeğine dayanır. Ayetlerde de zikrolunduğu gibi, bütün varlıklar, isteyerek veya istemeyerek, bilerek veya bilmeyerek O'na boyun eğer ve ibadet ederler.
O'nun zâtı, her türlü tavsif ve temsilden münezzehtir. İnsan kendi idrak ve duyu vasıflarıyla Allah'ın zâtını neye benzetirse, Allah ondan münezzehtir. Dolayısıyla şirke yer yoktur. İslâmiyet'in ilk ve en önemli şartı, Allah'ı her türlü şirk unsurlarından tenzih etmektir.
Yüce Allah yeryüzündeki bütün insanları kendisine kulluğa çağırarak şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olasınız" (el-Bakara, 2/21). Şâmil İA.
İLÂH
“Resûl-i Ekrem (sav): "İnsanlar Lâ ilâhe illâllah deyinceye kadar (onlarla) cihada memur oldum. Şimdi her kim `Allah’tan başka ilâh yoktur' (Lâ İlâhe İllâllah) derse, canını ve malını benden korumuş olur. Ancak hakkı ile olursa (yani kalben tasdik ederek söylerse) ne alâ!. Aksî durumda da hesabı Allahû Teâla (cc)'ya kalmıştır."ı buyurduğu bilinmektedir. İmam-ı Muhammed (rh.a) bu hadis-i şerifi zikrettikten sonra: "Netice olarak bir kimse malûm olan şirk itikadının hilâfı olan tevhidi ikrar ettiği zaman, İslâm'a girişine hükmolunur. Çünkü gerçek itikadını (kalbî durumunu) tespit etme imkânımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğuna hükmederiz. demiştir. Bir kimsenin, lâ İlâhe illâllah demesi; dünyevî ve ûhrevî, bir çok hükmü beraberinde getirir. Dolayısıyla mükellefin bu ikrarı ile "neleri reddettiğini" iyi bilmesi gerekir. Bu sebeple İlâh kavramı oldukça önemlidir.
İlâh kelimesi E-Le-He veya E-Li-He fiilinden gelir. Lûgatta; kulluk etmek, tutkun ve düşkün olmak, şaşırıp kalmak, ısınmak, yönelmek ve alışmak gibi mânâlara gelir. Râğıb el Isfahanî: "Allah ismi celâlinin aslı ilâhtır. Başındaki hemze hazf edilip, önüne elif lâm getirilerek şânı yüce Rabbimizin ismi olmuştur. Bununla beraber ilâh kelimesini insanlar, ibadet ettikleri her şeyin ismi yapmışlardır. Güneşe ilâhe adını vermişlerdir. Çünkü onu (güneşi) mabûd edinmişlerdi." diyerek meseleyi izaha gayret etmiştir. Yani, bu kelime ilk defa hakiki mabûdun özel ismi olarak ortaya konulmuştur. Allahû Teâla (cc)'nın zâtı; bütün isim, fül ve sıfatlardan önce gelir.
Cahiliyye döneminde; gerek hiçbir kitabı olmayan Mekke müşrikleri, gerek yahudiler ve hıristiyanlar, Allahû Teâla (cc)'ya inandıkları iddiasındadırlar. Ancak Allahû Teâla (cc)'ya, kız veya oğul nispet ederek küfre düşmüşlerdir. Zira doğma ve doğurma, bu âlemdeki bazı canlıların vasıflarıdır. Doğan ve doğuran bütün canlılar ölümlüdür. Kur'ân-ı Kerim'de bütün bu iddialar çürütülmüştür Nitekim: "Allah hiçbir evlât edinmemiştir. O'na ortak hiçbir ilâh da yoktur. (Öyle olsaydı) Bu takdirde elbette her ilâh kendi yarattığını (sürükler) götürür ve elbette kimi kiminin üstüne çıkıp (galebe edip) yükselirdi. Allahû Teâla (cc) onların bütün vasf (u isnad) ettiklerinden münezzehtir."5 hükmü beyan buyurulmuştur.
Şurası muhakkaktır ki, Allahû Teâla (cc), yarattığı şeylerden hiçbirine benzemez. Bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Şimdi konunun daha iyi kavranabilmesi için, Mekke'ye putperestliğin nasıl girdiğini izah edelim: Arabistan ve özellikle Mekke'ye putperestlik, Huzaa kabilesinin (Benî Hârise kolunun) lideri olan Amr b. Luhay tarafından sokulmuştur Amr b. Luhay tutulduğu bir hastalığın tedavisi için Suriye'nin Belka adı verilen bölgesine gitmiş ve orada bulunan sıcak su kaplıcalarında tedavi olmuştur.
Bu sırada, orada mûkim olan kimselerin, putlara taptığını görür. Neden böyle yaptıklarını sorduğunda:
"Bunlar ibadet ettiğimiz ilâhlardır. Onlardan yağmur isteriz, yağdırırlar. Yardım isteriz imdadımıza koşarlar." cevabını almıştır.
Bunun üzerine, kendisine bir adet put verilmesini rica etmiş ve oradan aldığı "Hübel" isimli putu Mekke' ye getirmiştir.
Daha Sonra insanları bu puta ibadet etmeye çağırmıştır İmam Fahrüddin-i Razi, hadiseyi bu şekilde naklederken; Amr b. Luhay'ın o dönemde Mekke'nin yöneticisi olduğunu hassaten belirtmektedir. Ayrıca "tarihçilere göre bu olay Kral Sabur Zü'1 Ektaf zamanının başlarına tesadüf eder diyerek, Hübel'in Mekke'ye (yaklaşık olarak) miladî 310 senesinde geldiğine işaret etmektedir.
Mekke müşriklerinin; hem Allahû Teâla (cc)'ya, hem ilâhlara (putlara) inandıkları kat'i nasslarla sabittir.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de
"Gözünü aç!. Hâlis din Allah'ındır. O'nu bırakıp da kendilerine bir takım dostlar (putlar, ilâhlar) edinenler (derler ki): `Biz bunlara ancak bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Şüphe yok ki Allah onlar arasında ihtilâf ede geldikleri şeyler hakkında hükmünü verecektir..." Buyurulmuştur. Dikkat edilirse müşrikler; putlarda ilâhi bir gücün olduğunu ve kendilerini Allah'a yaklaştıracağını esas almaktadırlar. Adiy b. Hatem; Fals putu sahasına getirilen ve putun mülkiyetine geçtiğine inanılan bir devenin tekrar geri alındığına şahit olmuştur. Deveyi gsri olan Mâlik b. Kulsum'un put tarafından çarpılacağına, başına bir felâket geleceğine inanmıştır. Aradan epey zaman geçer. Mâlik'e hiç bir felâket gelmediğini görünce, putlara olan inancı sarsılır. Önce hıristiyan olur.
Daha sonra Resûl-i Ekrem (sav)'in tebliğini kabul ederek müslüman olur."1o Müşrikler puta taş olarak değil, içinde var olduğuna inandıkları ilâhî güçten istifade için tapıyorlardı. Dolayısıyla Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) demek, onlara ağır gelmiştir. Çünkü manevî güç sahibi olduğuna inandıkları putlarını, en az Allahû Teâla'yı (cc) sevdikleri kadar seviyorlardı. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de "Bazı insanlar, Allah’tan başka O'na şerikler (ortaklar) koşarlar ve Allah'ı sever gibi onları severler" hükmü beyan buyurulmuş ve müşriklerin durumu haber verilmiştir. Bu âyette geçen nidd kelimesi, çekişen eş (ortak) mânâsınadır.
Fahrüddin-i Razi; "müşriklerin hem Allah'ı hem putlarını eşit derecede sevdiklerini" delileriyle izah etmiştir. Günümüzde hem müslüman olduğunu söyleyen, hem beşerî bir ideolojiye inanan insanların psikolojisi, Mekke müşriklerinin tavrından farklı değildir. Kelime-i tevhidi ikrar ve tasdik eden bir kimse; Allahû Teâla (cc)'nın kitabında ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sünnetinde yer alan bir hükmün Mutlak hakikat olduğunu tasdik etmek mecburiyetindedir. Aksi takdirde; Kelime-i tevhidin mânâsını bilmeden tekrar eden, bir papağanın durumuna düşer. Bu nokta iyi düşünülmelidir.(Kelimeler ve Kavramlar -İlah maddesi Y.Kerimoğlu)
İlah ne demek olduğu yukarıda açıklandı. Ve şimdi ilahın manasını tek tek yazalım
1)-Kanun ve Hüküm koyan
2)-Duaları kabul eden ve karşılık veren
3)-İbadet (kulluk) edilen tek Ma’bud
4)-İbadete ve duaya layık tek merci
5)-sevilen ve saygı duyulan tek ilah
6)-İbadetin türünü,zamanını ve şeklini belirleyen
7)-Sükunet bahşeden
8)-Azabı ve mükafatı olan ve devamlı olarak yapan
9)-Yoktan yaratan
10)-Hayata devam gücü veren tek zat
11)-Hiç bir şeye ihtiyacı olmayan
12)-Her şeyin muhtaç olduğu zat-ı Samed
13)-Egemenliğin,hakimiyetin ve her şeyin hükümranı olan
14)-Gizli ve açık,sinelerdeki fısıldamaları bile bilen(Mülk-
15)-Yorgunluk ve uyku tutmayan tek ilah ( Ayet el kursi)
16)-Yardımcıya ve ortağa hiç mi hiç ihtiyacı olmayan
17)-Yüceliği ve hükmü altına alıp koruyan
18)-Amellerin karşılığını veren (iyi veya kötü)
19)-Kederli ve üzüntülü olanlara (isteyene) sakinlik ve ferahlık veren
Yukarıda çok sık gecen Ma’bud kelimesini biraz açmak lazım geliyor:
“Ma’bud öyle bir kelime ki hicaplanma,derin şaşkınlık anlamı ile birlikte yücelik,üstünlük ve şereflilik manalarını ihtiva eder.İnsanın aşkla ve şevkle yöneleceği zat ihtiyacını,sıkıntısını ve ıstıraplı anında sinirlerine sükunet bahşetmeye gücü yetsin.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki:İlah kelimesinin ma’bud hakkında kullanılmasına sebep olan faktörler şunlardır.
“İhtiyaçları gidermesi (Mesele,yağmur duasına, anında yağmur yağdırdığına milyonlarca insan şahittir) amellerin karşılığını vermesi,sükunet bahşetmesi,yüceliği ve hükmü altın alıp koruması,bu kuvvetli varlığın hakimiyeti,kulun ihtiyaçlarını karşılar,musibet anında onu korur.Aynı zamanda gözlerden o derece gizli olmalı ki insanların idrak edemediği sırlarından daha esrarlı olsun ve insan O’ndan korktuğu kadar da iştiyak ve sevgi de duysun” (Dört Terim Mevdudi-Beyan y.)
Kur’an-ı Kerimde o kadar çok bu konu işlenir ki buraya yazmamız adeta imkansızdır.Ne var ki birkaç ayet delil olarak yinede yazalım…
“Ey insanlar, Allah'ın size yönelik nimetlerini hatırlayınız. Size gökten ve yeryüzünden rızık sağlayan Allah'tan başka bir yaratıcı var mı? O'ndan başka ilâh yoktur. Nasıl oluyor da bu gerçeği göz ardı ediyorsunuz?”(Fatır-3) Buradan da yaratan,rızık veren,göklerin ve yerlerin tek ilahı ve hakimi
“Gökteki ilah da, yerdeki ilah da O'dur. O, hakimdir, alimdir.”(Zuhruf-84) Göklerde ilah ve yerde de ilah (yani kanun ve hüküm koyan…)
“Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerde olanı bilir.Yaratan bilmez olur mu? O, latiftir, haberdardır."(Mülk 13-14) Burada yaratan,gizli ve açık olanı,sinelerden geceni bilen…
“Yaratan, yaratamayan gibi olur mu? Hiç (tevhidi)düşünmüyor musunuz?”(Nahl-17)
Buraya yazdığım ve yazamadığım yüzlerce ayetlerden anladığımız;işte Allah’tan başkasının ilahlığını ret etmekte ve onların birer yaratık ve kul olduklarını söylüyor,eğer onların ilah olduğunu ısrar eden varsa da onun uydurama ve düzmece olduğunu tüm dünyaya ilan ediyor ve meydan okuyor.Tek ilah Allah olduğunun ısbatı saadetinde getirdiği otorite ve egemenlik tasavvuru budur.Gerçekte Allah tan başka ilah olmadığına göre başkasını ilah kabul ederek yapılan veya yaptığımız her iş veya amel temelden geçersizdir.Hiç şüphesiz gönüller evvela Allah’a halis olarak bağlandıktan sonra,dil ile de O’na kulluğunu ilan etmelidir.Allah’ın şeriatını kabul ederek diğer batıl şeraitleri ve hükümleri kökten reddederek Allah’a ibadetini ve kulluğunu açığa vurmalıdır.
İslam beş ana temel üzere kuruludur.Bunu herkes bilmektedir.İşte Kelime-i Tevhid birinci ve en önemli rüknüdür.Namaz,oruç,zekat ve hacc’tan önce gelir ve her zaman da bu önceliğini koruyacaktır.Çünkü bu ibadetlerin kabulü tevhidi bir imana sahip olmasına bağlıdır.Yüce Allah c.c. Kur’an-ı n Kerim’inde şöyle buyuruyor:
“Ey müminler, Allah'a, peygamberine, peygamberine indirmiş olduğu kitaba ve daha önce indirilmiş kitaba inanmaya devam ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkär ederse koyu bir sapıklığa düşmüş olur.”(Nisa-136)
“Yüzlerinizi Doğu ya da Batı tarafına çevirmeniz iyilik demek değildir. Asıl iyilik Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan; akrabalara, yetimlere, yoksullara, yarı yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunanlara (kölelere, tutsaklara) mallarını sevmelerine rağmen yardım edenlerin; namazı kılanların, zekâtı verenlerin, antlaşma yaptıklarında yapmış oldukları antlaşmaları yerine getirenlerin; zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerin tutumudur. İşte doğrular (sözlerinin erleri) onlardır, takva sahipleri de onlardır.”(Bakara-177)
Tevhid Erbabının Baz Vasıfları
La ilahe illallah akidesine iman eden fertler veya topluluklar ahlakını.kültürünü,medeniyetini, eğitimini,din anlayışını,ibadet ve taatını,yasa ve kanunlarını,örf ve adetlerini,gelenek ve göreneklerini,siyaset ve politikalarını,ekonomi ve ticaretini,evlenme ve boşanma,miras taksimini,savaş ve barışını,aile düzenini,devlet düzenini v.s.kısaca hayatının her alanını bu dini mubini İslam üzere kurar ve pratik hayata uygulamaya geçirir.Hayatı Allah’ın kitabına ve Resulünün sünnetine göre düzenler ve düzenletir.Bu tevhide iman eden insan Allah’tan başkasına hakimiyet hakkı vermez.Çünkü bu dini İslam,bir devlet nizamıdır, bir hüküm ve şeriat sistemidir,ki daha önce onu ibadet ve ahlak,akide ve hareket metodu olarak hem vicdanlarının derinliğinde hem de pratik hayatlarında ikame etmişlerdir.(örnek asrı saadet ve sahabe hayatı)Bu tevhide iman eden,Cahiliyye ve tüm kurum ve kuruluşlarına karşı tevhidi savunan,müminlere vaad olunan cennetlere bundan dolayı varis olurlar veya olmaya çalışırlar.
Allah’ın dini İslam’da haram kılınan hususları,haram olarak kabul ve iman ederler,haram işlediği zaman onu suç telakki eder ve algılar,ceza gerektiğine inanır ve kedini hazırlar tevbeyle birlikte.Kendisine ceza varise içi ve dışı yine huzur bulur.Çünkü şeriatın kestiği parmak acımaz” bilincindedir.Bu tevhide iman eden,aslında ahlak çöküntüsü olmaz,yani içki,kumar,zina,haksız yere adam öldürme,yetim malı yeme,faiz alıp verme,soygun,vurgun,yalan,talan,Allah’a ve Resulüne,müminlere hainlik etmez,meydanlara heykeller ve özel yerlere büst dikip te o taş ve demir parçasına saygı duruşu durmaz ve insanlardan saygı duymasını istemez.Çünkü Rabbi (terbiye edeni) ona şöyle emir ve ferman buyurmuştur:
“ Ey müminler, içki, kumar,put diye dikilen taşlarına fal okları şeytan pis işlerindendir, bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara son veriyorsunuz değil mi? Allah'a ve peygambere itaat ediniz, onlara karşı gelmekten sakının. Eğer bu direktife sırt çevirirseniz, biliniz ki, Peygamberimizin görevi sadece açıkça tebliğdir. İman edip iyi ameller işleyenler, Allah'tan korkup iman ettikleri, arkasından yine Allah'tan korkup müminliklerini devam ettirdikleri ve sonra yine Allah'tan korkup iyilik yaptıkları takdirde vaktiyle tattıkları haram yiyecek ve içeceklerden dolayı sorumlu tutulmazlar. Hiç kuşkusuz Allah, iyilik yapanları sever.”(Maide 90-93)
Tevhid inancına sahip olan müslümanın ufku dar olmaz.Bu inanç en doğru izzeti nefsi insana hissettirir.Kendisi gibi insan olanın önünde asla eğilmez.Allah’a boynunu eğer.Kimsenin önünde el pençe divan durmaz.Yalınız Allah’ın huzurunda el pençe divan durur.Hiç bir kimseden korkmaz,yalınız Yüce Allah’ın azametinden korkar.
Tevhid erbabına güven,tevazu,alçak gönüllü,mazluma yardım,zalime baş kaldırıyı öğretir,iman sahibini çok cesur yapar.İman sahibine kanaat hasıl olur,insanın kalbindeki kin,temah ve hırs,kıskançlık duyguları temizlerin yerini iman nuru alır,huzur ve ferahlık alır.Tevhid erbabı bilir ki kainatın nizamını yalınız Yüce Allah’ın( c.c.) elinde,tasarrufunda.O’nda başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.Ve O’da hiç kimseye asla haksızlık yapmaz.Şimdi böyle bir Allah’a,imanımız saf,temiz ve Ari olmalı ki bizim imanımızı kabul etsin.Rabbimiz azze ve celle şöyle buyuruyor:
“De kiL (Ey Habibim):Rabbim bütün fuhşuyatın açığını ve gizlisini,her türlü günahı,(İslam devletinde Halifeye,Emir il Mü’minin ve gerçek ilim sahibi alimlere v.s.) haksız isyanı ve Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği her hangi bir şey i O’na ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allah a isnat etmenizi (siz Müminlere) haram kılmıştır.”(Araf-33)
“Allah’ın hakkında hiçbir delil indirmediği her hangi bir şey i O’na ortak koşmanızı” bu ayete karşılık verilirse şöyle diye biliriz:Eğer benim içimde putlaştırdığım ve kutsadığım makam,mevki,ilke ve inkılap,ideoloji,sporcu,kulüp,şef,önder,lider,loca,seks manyakları,parti,ırkçılık,kadın,erkek,
çocuk,sanatkar,meydanlara dikili heykeller ve büstler,putperestlerin hayat nizamları,Allah’ın kanunu beğenmeyen zalim tağut ları,Allah’ın kanunu varken kanun yapan tağut ları,B.M. İslam’i olmayan hükümlerini ve beyannamelerini tamamına LA diyip ret ve inkar ediyorum ediyorum.kalbim ve düşüncemi,ruhumu ve bedenimi,dilimi ve elimi,tüm benliğim ile İllallah deyip Rabbimin emrine teslim ediyorum ve emrine veriyorum v.d…La ilahe illallah demek lat,menat,uzza,Hübel,isfa,buda putlarını,kominizim, faşizm,Kemalizm,laik ve demokratik sistemi,
firavun,nemrut,Hitler,m.kemal vs. gibi her gün isimleri değişen kafir,zalim,tağutların yasalarını yer yüzünden kaldırmak,mazlum,mustazaf ve sömürülen toplumları,kulları kullara,kul yapan tüm ideolojileri yok edip,kulları yalınız alemlerin Rabbi ve tek ilahı Allah’a kul yapmaktır.
“İman edenler ve bu imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya, güven işte onlar içindir, doğru yolda olanlar onlardır.”(Enam-82)
İbn-i Cerir, Abdullah b. İdris'e dayandırarak şöyle rivayet eder: "İman edenler ve imanlarına bir zulüm karıştırmayanlar..." ayeti nazil olunca, bu durum Peygamberin arkadaşlarına ağır geldi. `Hangimiz kendisine haksızlık etmez ki' dediler. Bunun üzerine Allah'ın elçisi, `Durum sizin sandığınız gibi değildir. Lokman'ın oğluna söyledikleri kastedilmektedir burada' buyurdu. "Allah'a ortak koşma, çünkü şirk büyük bir zulümdür." (Lokman Suresi: 13)
Yine İbn-i Cerir, İbn-i Müseyyeb'den şöyle rivayet eder: Ömer b. Hattab (Allah ondan razı olsun) "İman edenler ve imanlarına bir zulüm karıştırmayanlar..." ayetini okuduğunda büyük bir korkuya kapıldı. Ardından Ubey b. Ka'b'a gidip, ey Eba Munzir, Allah'ın kitabından bir ayet okudum ki, buna göre kurtuluş imkânsızdır. Ubey b. Ka'b:
Hangi ayettir bu? diye sordu. Bunun üzerine Ömer (Allah ondan razı olsun) ayeti okudu ve hangimiz kendisine zulüm etmez diye ekledi. Ubey b. Ka'b, `Allah seni affetsin, yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu işitmedin mi: "Şirk büyük bir zulümdür." İmanlarına şirk karıştırmayanlar" demek isteniyor' dedi.
Yine İbn-i Cerir, Ebul Eş'ar'dan, o da babasından şöyle rivayet eder: Zeyd b. Sevhan Selman'a sordu: `Ey Ebu Abdullah, Allah'ın kitabından bir ayet beni çok etkiledi': "iman edenler ve imanlarına zulüm karıştırmayanlar..." Bunun üzerine Selman (Allah ondan razı olsun) `Burada kastedilen Allah'a ortak koşmaktır' dedi. Zeyd, `Bunu senden duymamış olsaydım hiçbir zaman sevinmeyecektim. Sanki sahip olduğum her şeyi kaybedip yeniden bulmuş gibi oldum' dedi.
Şu üç rivayet bu seçkin topluluğun Kur'an'ı nasıl algıladıklarını, ruhlarının üzerïnde ne kadar ciddi bir etki bıraktığını göstermektedir. Bunun doğrudan doğruya uygulamaya dönük emirler ve uyulması gereken prensipler olduğunu ve uyulması zorunlu olan hükümler olduğunu bildikleri zaman, nasıl karşıladıklarını göstermektedir. Aynı zamanda sınırlı güçleri ile yerine getirilmesi istenen yükümlülükler arasında büyük bir fark olduğunu sandıkları zaman, nasıl da dehşete kapıldıklarını gözler önüne sermektedir.”(Fi Zilalil Kur’an-Enam 82.ayetin tefsiri)
Son olarak;“Tevhidin aslı;Allah’ın Kitabına ve Resulünün sünnetine ittiba edip (tabi olmak),heva ve bidatten kaçınmaktır.(Mebsut-1/2)
Allah'ım (c.c) Yalınız Sana Kulluk eder ve Yalnız Senden Yardım isterim
EBUBEKİR YASİN Kur'an ve Sunnetin aydınlığında buluşmak ümidi ile…
En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir
Kur'an'ın gölgesi altında yaşamak bir nimettir. Sadece onu tadanın alabileceği bir nimet. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran bir nimet.
Allah'a hamdolsun ki, bana ömrümün bir bölümünü Kur'an'ın gölgesi altında yaşama imkanını bağışladı. Bu dönemde hayatımın bugüne kadar ki bölümünde hiç tatmamış olduğum bir nimetin hazzını duydum. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran nimetin hazzını.. Kur'an-ın Gölgesinden Mesajlar Şehid Seyyit Kutup
Rabb olarak Allah'tan, Din olarak İsalam'dan, Resul ve Nebi olarakta Muhammed'ten(a.s) Razı oldum;
ve kayıtsız ve şartsız teslim oldum Sen Şahitsin Rabbin EBUBEKİR YASİN Kuran ve Sunnetin aydınlığında buluşmak ümidi ile…