Kur-an-i-Kerim
بِسْمِ اللهِ اَلْحَمْدُ للهِ وَحْدَهُ، وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنْ لاَنَبِيَّ بَعْدَهُ

<● > Allah'ın Adıyla Başlıyorum <● >
Allah’a hamd olsun. O Tektir. Salât ve selâm, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed’in üzerine olsun

<● > Eraykitap Web Sitesine Hoş Geldiniz ! <● >

<● > En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir <● >

İman'ın Dört Esasi




Âdem (a.s)'min Peygamberliği

Allahü Teâlâ, Âdem'i yeryüzünde halifesi yapacağını meleklerine istişâre eder gibi tebliğ etmiş,
Âdem'i yarattıktan sonra ona eşyanın isimlerini öğretmiş, eşyanın bilgisini edinme ve beyan etme kabiliyetini vermiştir.

Meleklerin devamlı olarak tesbih ve takdis vazifesiyle meşgul olmaları ve nefislerinin olmaması sebebiyle yeryüzünde halifelik ve imtihan keyfiyetlerine Âdem ve evlatlarının lâyık olacaklarını Âdem ile meleklerini bir imtihandan geçirerek göstermiştir.


Hz. Âdem ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamber*dir.
Hz. Âdem yeryüzüne indirildikten sonra, Cenâb-ı Allah insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva'dan türetmiştir.

Allahü Teâlâ bu hakikati Nisâ sûresinin birinci ayetinde şu şekilde dile getiriyor:
"Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Adem'den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva'yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının... " (Nisâ Suresi - 1)


Bir hadîs-i şerîflerinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
"Allah'u Teâlâ Âdem'i (a.s.) yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı.
Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte;
(tabiat bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler." (Tirmizî, Tefsir, 3). Bu hadisi Tirmizî sahih bir senetle rivayet etmiştir.


Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine maruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl,
hayır ve şerri birbirinden ayırt edecek vicdan ,firaset vermiştir. Cenâb-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için,

hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır, fazilet, şer ve rezalet yollarını gösterecek, hak ile batılı öğretecek,
hayır ve kemâl yollarına irşat edecek peygamberler göndermiştir. Cenâb-ı Hakk peygamberler göndermekle,

insanın tabiatına ve halîfeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının
hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olup iyilik ve sevap terazileri ağır gelenler Cennet'e girecektir.

Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zat,
Allahü Teâlâ'nın doğrudan doğruya vasıtasız konuştuğu ataları Hz. Âdem'di.


Hz. Âdem'in peygamberliği kendisine emir ve nehiy olunduğuna dalâlet eden Kur'an ayetleri ile sabittir.
Çünkü onun zamanında başka bir peygamber yoktu. Bu duruma göre kendisine gelen o emir ve nehiyler,

vahiy vasıtasıyla olup başka bir vasıta ile değildir. Kur'an'da geçen Hz. Âdem'in iki oğlunun Allah'a kurban takdim etmeleri,
ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (Mâide Suresi - 27) Hz. Âdem'e vahiy ile bildirilmiştir.

Kur'an'da Hz. Âdem'in peygamberliği ayetler ile sabittir.
Hz. Âdem'in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır.
Ebu Ümame (ö. 81/700) rivayet ediyor
"Ebu Zerr (ö. 32/652) Peygamberimize 'Ya Nebiyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?' diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.):

"Âdem'dir." dedi. Ebu Zerr, "Ya Rasûlullah o, Nebî oldu mu?" diye sorunca Hz. Peygamber (s.a.s.),
"Evet o mükemmel bir Nebî (Allah'ın kendisiyle vasıtasız konuştuğu peygamber) idi." dedi." (Ahmed b. Hanbel, V, 265)

Diğer bir hadîste de Kıyamet gününde, diğer Nebiler gibi Hz. Âdem'in de bir peygamber olarak,
Hz. Resulullah'ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir. (Tirmizî, II, 202)
Hz. Âdem'in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.
(Teftâzânî, Şerhu'l-Akâid, s. 62; Devvânî, Celâl, s. 71; Aliyyü'lKârî, Şerhu'l-Fıkhı'l-Ekber, 101)


Hz. Âdem'in evlatları onun irşâdı* ile Allah'a iman etmiş, zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden ahkâmı ondan öğrenmişlerdir.
Ebû İdris el-Havlânî'nin, Ebû Zerr'den rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) Hz. Âdem'e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir.
(Abdurrahman Hubneke'l-Meydânî, el-Akidetü'lİslamiyye ve Usûsuhâ, II, 260)


İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek batıl itikatlara saplanmaları
sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur.
Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı anlaşılır.
Hz. Âdem'den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır.

Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir.
Şu ayet bu hakikati ifade eder: "İnsanlar (ilk önce) bir ümmetti (onlar ihtilâf ettiler).
Allah da müjde verici ve azabının habercileri olarak peygamberler gönderdi..." (el-Bakara Suresi - 213)


Yukarıda gördüğümüz gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Âdem'i bizzat doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwinist olan tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli canlı olması

ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir.
Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu nazariyenin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde ve delîl olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde,
en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini isbat edecek fosil ve deliller pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları gibi.



Tekâmül nazariyesi bilim ve akıl nazarında muhaldir. Şöyle ki:
Madde ve enerjide "emtropi" vardır: Gözlenen bütün tabii sistemlerde düzensizliğe doğru, yani dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır.

Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde olmak üzere geçerlidir.
Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde
kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir
makine sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur. Aklı başında olan bir âlim bu kanuna karşı gelecek cesareti gösteremez.


Madde âtıldır (eylemsizdir) kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet prensibi).
Allah'tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve nizâmı yoktur (ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh).

Akıllı ve şuurlu birisi tarafından plânlı düzenli bir makine sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi dağıtır, yakar ve yıkar.
Meselâ nükleer bir santralde kontrol altına alınamayan bir atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider.

Öyle ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsızdır.
Deney ve gözlem ve akıl bunu kabul etmez. En basit bir canlının organizmasının (cesedinin) yanında,

mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir elektronik beyin, çocuk oyuncağı gibi kalır.
Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz.

Çünkü âtıldır ve şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plân işidir. Akılsız ve cansız madde
kendiliğinden bir makine veya bir elektronik beyini yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir?
İnsanın yaptığı en mükemmel bir elektronik beyin, insan tarafından tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekamül ettirmek şöyle dursun madde yığınları arasında dağılıp gider.



Bir eser müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eserde yapıcısında bulunmayan vasıflar bulunamaz.
Netice sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa, parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur;

insanî ruh ve bunun özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur: vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur.
Bir maddenin, pek çok mükemmel makine sistemi olan bir canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç

bulunmayan canı, hele akıl, irade ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar muhal ve imkânsızdır. Can enerji değildir.
Can, canlının duymasını ve gayeli hareket etmesini sağlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini

devam ettirme vazifesini üstlenen manevî bir cevherdir. Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu şartlar gereklidir:


1- Sistemin gelişigüzel değil, enerji ve besinleri dönüştürecek mükemmel mekanizması ve makine sistemi olmalıdır.
2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lâzımsa, bunun da kullanılabileceği bir enerji kaynağı yani besinler bulunmalıdır. Canlıların besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.
3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır.
Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru tabii bir kaymaları vardır.

Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin şoförü veya
elektronik beyinin kontrolcüsü ölmüşse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar.

Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinalarının kontrolcü ve idarecisi candır.
Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekâsına rağmen insan dahi ona canı veremez.


4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı ve âlim bir yaratıcısı olmalıdır.
O da Allah'tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların organizmalarını,
o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makine sistemlerini, oksijen, hidrojen (yani su),
fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara canı veren Allah'tır. İnsanla hayvan arasında mahiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl, irade ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur.
Bunların kaynağı da Allah'ın insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur.

Buna göre tekâmül nazariyesi (Darwinizm)* muhaldir (imkânsızdır).
Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekâmül ederek meydana gelişini "Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar azgın kimseler midir?" (Tûr Suresi - 32) (Şias Muhittin BAĞÇECİ)



Allah'ım (c.c) Yalınız Sana Kulluk eder ve Yalnız Senden Yardım isterim

EBUBEKİR YASİN

Kur'an ve Sunnetin aydınlığında buluşmak ümidi ile…





سُبْحاَنَكَ اَللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
سُبْحَانَكَ اَللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا أَنْتَ وَحْدَكَ لَاشَرِيكَ لَكَ اَسْتَغْفِرُكَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ



En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir

Kur'an'ın gölgesi altında yaşamak bir nimettir. Sadece onu tadanın alabileceği bir nimet. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran bir nimet. Allah'a hamdolsun ki, bana ömrümün bir bölümünü Kur'an'ın gölgesi altında yaşama imkanını bağışladı. Bu dönemde hayatımın bugüne kadar ki bölümünde hiç tatmamış olduğum bir nimetin hazzını duydum. İnsan ömrünü yücelten, onurlu kılan ve arındıran nimetin hazzını.. Kur'an-ın Gölgesinden Mesajlar Şehid Seyyit Kutup

Rabb olarak Allah'tan, Din olarak İsalam'dan, Resul ve Nebi olarakta Muhammed'ten(a.s) Razı oldum; ve kayıtsız ve şartsız teslim oldum Sen Şahitsin Rabbin EBUBEKİR YASİN Kuran ve Sunnetin aydınlığında buluşmak ümidi ile…




Eraykitap ilmin kısa yolu © 2009 - 2025 Tüm hakları saklıdır. // Designed by Eraykitap.com //