Hadid" sûresi,
Medine döneminde nazil olmuştur, 29 ayettir. "Hadid" kelimesinin
Türkçe karşılığı; "demir"dir. Yani maden olarak topraktan çıkarıp,
hayatımızın her alanında kullandığımız madde.
Yani bizim hayatımızı,
özellikle teknik tarafımızı tamamlayan, Allah (c.c.)'ın, tabiatta bolca
yarattığına dikkat çektiği Demir. Böyle bir madeni ilk işleyenlerin ve bütün
insanlığa hizmet eden bu teknolojinin temelinde de yine Peygamberlerin
olduğunu anlıyoruz.
Sosyal hayatımızın,
hukuki hayatımızın, siyasal hayatımızın, ekonomik hayatımızın, teknolojik
hayatımızın kısaca hepsinin Önünde, insanlığa yol gösteren aslında
Peygamberlerdir.
Hz. Adem'le başlayan
bu hareket sevgili peygamberimize kadar devam etmiştir. Şu anda insanlığın,
hangi güzel hasleti uygulanmakta ise, bu daha önceden bir peygamberin dilinden
bize bildirilmiş veya bize yapılıvermiş şeylerdir.
Davud (a.s.)'m demire
bir mum gibi şekil verdiğini, harb sanayiinde kullanılan kılıçlar yaptığını, o
günün şartlan içerisinde kendisini korumak için sırtına geçirdiği demirden
zırh, -ki, bu günün ifadesiyle çelik yelek deniliyor- kalkan ve diğer harb
aletlerini yaptığını biliyoruz. Bununla da kalmamış, demire şekil vermenin
öncülüğünü de yapmıştır.[1]
Demire şekil vermenin
öncülüğünü yapmak demek, bütün teknolojinin öncülüğünü yapmış insan demektir.
Nasılki, tahtadan tekeri bulan insan, bu gün teker üzerinde yürüyen bütün
araçların öncülüğünü yapmış insan demekse. Çünkü asıl buluş, -teker üzerinde
eşyanın naklini düşünmüş olmak ve onu uygulama alanına geçirmek demektir.
İşte Davud (a.s.)da,
Allah'ın bir Peygamberi olarak demir'e şekil vermeye başlamış, ondan sonra
insanoğlu bunu her alanda geliştirmeye gayret etmiştir.
Allah (c.c.)'da, bize
bir sure indiriyor ve bu "Hadid Sûresi" diye isimlendiriliyor. Bu
sûrenin sonuna doğru 25. ayet-i kerimede Allah (c.c.) bize; kitabı indirdiğini,
bir ölçü verdiğini ve birde demiri indirdiğini, demirde büyük bir gücün ve
insanlara bir menfaatin olduğunu, bize haber veriyor. Öyle olunca biz
günümüzde;
Kur'an'ı çok iyi
bileceğiz, Kur'an'ın gösterdiği doğrultudaki teraziden şaşmıyacağız, Yani
dilimiz dengeli, elimiz dengeli, bütün hareketlerimiz dengeli olmalı.
Peki, bu dengeyi neye
göre sağlamalıyız? Kur'an'a göre sağlamalıyız. Yoksa başkalarının dengesine
uymaya kalkarsak, rahatsız olduğumuz olaylar ard arda gelir, arkası kesilmez.
Bunu da dengesiz insanların çözmesi mümkün değildir. Mutlak surette dengeli insanlar
çö-zer. Dengeli insanlar da; Allah'ın (c.c.) koyduğu dengeye kendisini uyduran
insanlardır.
Çünkü tabiata dengeyi
koyan, gökyüzüne dengeyi koyan Allah (c.c.)dır. Rahman suresin de Allah (c.c.)
bunu bize ifade ediyor.
Gökyüzünün dengesini
kuran O, yeryüzünün dengesini kuran O, insanlar arası ilişkilerin dengesini
kuran da Allah (c.c.) dır.[2]
1- Göklerde
ve yerde her ne varsa Allah'ı teşbih etmektedir. O,
Aziz'dirflakim'dir.
Göklerde ve yerde
olanların hepsi Allah'ı (c.c.) teşbih ettiler. Bazı ayetlerde de
"Yüsebbihu" Yani şimdiki ve gelecek zamanı bildiren bir durumu
bildirir.
Buda şunu gösterir.
Geçmiş zamanda da, şimdiki zamanda da, gelecekte de göklerde ve yerde her ne
var ise Allah'ı teşbih ettiler, teşbih ediyorlar, ileri de teşbih de edecekler.
Teşbih etmek demek;
Allah (c.c), bütün sıfatlarıyla ve esmaül-hüs-nasıyla eksiksizdir, kusursuzdur
ve mükemmeldir. İşte bütün yaratılmışlar bunu ifade etmektedirler. Biz de
bunu; "Sübhanallah, sübhanallah, sübhanallah'! diyerek namazlarımızın
arkasında, 33 defa efendimizin sünnetine uyarak söylüyoruz,
Ayrıca namazımızda
rükû ve secde de, "sübhane rabbiyelazim, sübhane rabbbiyel-ala"
derken; yüceler yücesi Allah kusursuzdur, en mükemmel sıfatlar ve isimler O'na
aittir diyoruz.
Fevkalade güzel
eserleri yapan sanatkâr insan, kendi kusurunu biliyor ve;, "keşke şunu
şöyle yapsaydım daha iyi olurdu" diyor. Ama o sanatkâr insan (Allah)ın
yarattığına bakıyor, onda kusur bulamıyor.
İşte Allah (c.c.)
böylesine güzel böylesine eksiksiz, böylesine kusursuzdur. Bunu da yerde ve
gökte yaratılmışların hepsi ikrar eder. Bunu onlar halleriyle ikrar ediyorlar.
Mesela bir ayçiçeği, hâl diliyle diyor ki; "beni yaratan Allah'tır,
kusursuz yapan da Allah'tır, siz insanlar yaratılmışların en değerlisi ve
akıllısı olmanıza rağmen, bir çiçeği yaratamıyorsunuz. Naylondan
yapıyorsunuz."
Ayetin hemen arkasında
"ve hüve'l-azizül-hakim" bölümü geliyor. Bunlar Allah (c.c.)'m
esmaü'l-hüsna'sındandır.
Dikkat ederseniz
KVan-ı Kerim de bu iki isim hemen ard arda gelir. Haşr suresinin, son ayetinin
sonu da aynı şekilde biter. Aziz; herşeye gücü yeten, herşeye galip gelen Allah
(c.c.) anlamındadır.
Hakim de; hükmeden,
hükmünde hikmet, sahibi olan Allah (c.c.) anlamındadır.Demekki, hükmedenin
hükmetme gücüne sahip olması gerekir. İşte onunda "Aziz" olması
lazımdır. Aziz olmayanın hükmetme hakkı yoktur. Bu gün insanlar, insanlar
üzerinde hükmetmeye kalkışıyorlar, zorbalık yapıyorlar. Aklıyla hükmetmiyor
bazusuyla hükmediyor.
Dikkat ederseniz;
dünyada şu anda diğer ülkeleri esareti altında tutanlar, aklıyla mantığıyla
değil, askeri gücüyle bu işi yapıyor. Ülkendeki şu kadar ton petrolü bana
göndereceksin, şu kadar kauçuğu, şu kadar buğdayı pamuğu göndereceksin.
Göndermez isen gelir alırım diyor. Yani gücüyle hükmetme tarafına gidiyor, aklıyla
değil.
Çünkü insanoğlunun
aklı, bütün insanların aklını kuşatacak şekilde yaratılmamıştır. Onun için
kılıç zoruyla, silah zoruyla bu işi yapıyor. Hükmetme hakkına sahip değildir.
Onlar, bütün bunları gasbetmişlerdir.
Onun için Allah'a(c.c)
iman etmiş olan bizler, hükmedenin Allah (c.c.) olduğunu ve O'nun Aziz
olduğunu, yerde ve gökte her ne var ise Allah'ı teşbih ettiğini, kesinlikle
bilip iman ettikten sonra, bizde o teşbih edenler arasına katılırsak, önce
ruhen hürriyetimizi elde ederiz.[3]
2- Göklerin
ve yerin mülkü O'na aittir. O diriltir ve O öldürür. O herşeye gücü yetendir.
3- O
ilk'dir, O son'dur, O açık'tır, O gizli'dir, O her şeyi bilen'dir
Allah(c.c.)'m
esmaül-hüsnasmdan beş tanesi bu ayette bir araya gelmektedir. Ard arda ne güzel
ayetler. Bu ayetleri okurken Rabbimin esmasını zikrediyorsunuz.
Bakınız, okuduğumuz bu
üç ayet-i kerimede kaç tane esmaül-hüsna vardır?; "Allah, Aziz, Hakim,
Muhyi, Mümit, Kadir, Evvel, Ahir, Zahir, Batın ve Alim" On bir tane
esmaül-hüsna zikrediyoruz.
Gün boyunca, ay boyunca,
yıl boyunca Kur'an-ı Kerim okuyanlarımız, Allah'ın esmaü'l-hüsnasını
zikrediyorlar. İsm-i azam'ı ben bilmiyorum demeyiniz. Kur'an-ı Kerim'i
okuyanlar "ism-i azamı" da, "esmaü'l-hüsnayı" da
zikrediyorlar.
Biz dilimizi, Rabbimin
güzel isimleriyle süslemeye devam edelim. Biz gönlümüze Ö'nun sevgisinden
başkasını koymayalım. Ama Allah'ı(c.c) "Rab" olarak, Peygamberimizi
Allah'ın elçisi ve Resulü olarak seviyoruz.
Yani bizi yaratan,
yaşatan ve yöneten olarak Allah (c.c.)'tan başkasının sevgisini kalbimize
yerleştirirsek, o zaman bir gönüle iki tane put dikmiş oluruz ki, bu olmaz.
Karanlıkla aydınlığı aynı odada toplamaya çalışırız ki, bu da olmaz.
Yüreğimize ilah olarak
Allah sevgisinden başka sevgi yerleştirmek; hem müslümamm, hem de filan çeşit
bir gavurum demektir. Buda kalbimizin yarısının kanser olmasından daha
tehlikeli bir olaydır.
Çünkü yüreğinde zerre
kadar şirk izi olan kişinin cennete gitmesi mümkün değildir. Onun için
hayatımızda en fazla önem vereceğimiz şey, bünyemizdeki bu iman dolu kalbimize
zerre kadar şirkten bir iz bırakmamaya dikkat edeceğiz.[4]
4- O,
gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva edendir. Yeryüzüne
giren herşeyi ve ondan çıkan herşeyi bilir. Gökyüzünden inen herşeyi, gökyüzüne
çıkan her şeyi de (bilir). Her nerede olursanız olun, O sîzinle beraberdir.
Allah yaptıklarınızı görür.
"Hüve"
zamiri de Allah'ı işaret eder. "La ilahe illahu" Bununla birlikte bu
üç ayette Allah'ın 12 ismi geçmektedir. O evveldir. Yani herşeyin evveli Allah.
Herşeyin sonu da Allah. Bir gün gelir yeryüzünün » gökyüzünün tamamı yok olur.
Allah (c.c); "Her şey fani Allah bakidir." buyurmuştur.[5]
Adamın biri çok güzel
bir saray yapmış, şair de onu görünce; "Çok güzel bir saray yapmışsın ama
duvarlarında "herşey fanidir" yazıyor"
- demiş. Tabi böyle
bir yazı yok duvarda ama, şunu hepimiz biliyoruz. "Doğanlar ölmek için
gelirler, yapılanlar yıkılmak içindir. Hangi şey vardır ki, yapılmış ama
yıkılmamış. Hangi insan vardır ki, doğmuş ama ölmemiş."
Onun için
"Evvel"de Allah, "Ahir" de Allah. Her şey yok olur. Allah
(c.c.) bakidir.
Zahir Allah, Her şeyde
görünen Allah. Yani O'nun esması bütün eşya üzerinde tecelli etmektedir.
O Haliktır, yani
yaratandır. O Bari'dir. Yani birbirinden fark edilecek şekilde yaratandır.
Bakınız, 6 milyar insanın biri diğerine benzememektedir.
El-Musav'viru; yani
bunlara şekil veren Allah'dır. El-Musavviru'nun aslına döndüren anlamı
da-vardır. Hz. Adem'in gözleri, elleri, parmaklan, ayakları bu günkü insanların
azalarının bulunduğu yerdedir.
Halbuki aradan binlerce
yıl geçmiştir. Bunca yılların geçmesine rağmen aynı şeylerin devam etmesi,
bütün bunların yaratıcısının Allah (c.c.) olduğunu gösterir.
Arının binlerce yıldan
beri aynı şekilde bal yapması, bunun bu kıvamda bal yapacak şekilde
yaratıcısının bir tek Allah olduğunu gösterir.
Herşeyde Allah'ın
ilmini, gücünü, sanatını ve güzelliğini görmekteyiz biz. Bütün bunlar
görünmesine rağmen, O'nu göremiyoruz.
O Batındır, Yani en
gizlinin en gizlisidir. Bize bizden daha yakın ama O'nu göremiyoruz. Zaten
göremememiz normal olandır. Çünkü gözümüzün bir görme sınırı var.
Doktorlarımız; şu
kadar büyüklükten yukarısını, şu kadar küçüklükten aşağısını
göremeyeceğiz" diyorlar. Işığın belli miktarından aşağısını ve yukarısını
göremiyoruz. Görüş alanımıza giren sınırlıdır. Allah ise sınırsız. Öyle olunca
görünmemesi normaldir.
O Allah (c.c.)
Batındır, görülmez. Yani bu gözlerle görülmez O herşeyi bilmektedir.
O gökleri ve yeri 6
günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva etti. Arşın, Kür'sinin, yeryüzünün,
gökyüzünün bütün yönetimi O'nun gücü altındadır. Yönetim de O'na aittir.
Malikiyet, mülkiyet, melikiyet Allah (c.c.)'a aittir.
"O yeryüzüne
neyin girdiğini bilir. O yeryüzünden neyin çıktığını da bilir." Öyle güzel
ifadelerki. Yeryüzüne neyin girdiğini bilir. Aklınıza ne gelebiliyorsa, onların
tamamını ve de aklınıza gelmeyenlerin tamamını o bilir.
Tefsircilerimiz burada
değişik şeyler söylemişler. Mesela bir tef-sircimiz "yeryüzüne neyin
girdiğini bilir" ayeti ile ilgili; "Yeryüzüne kaç tane damlanın
indiğini bilir." demiştir. Bir başka tefsirci de
"Yeryüzüne kaç
danenin girdiğini bilir" der. Buna afyon danesi, buğday danesi, hardal
danesi, elma çekirdeği, ayva çekirdeği dahildir. Yeryüzüne kaçtane insanın
girdiğini bilir. Hepsininki doğrudur. Yeryüzünde ne kadar canlının ölüp toprağa
döndüğünü bilir.
Amerikayı
ilahlaştırmiş insanlar var. Amerika'nın gönlüne, ve arzusuna dokunacak tek
kelimeye dahi tahammül edemeyip feryad eden insanlar var yeryüzünde.
Bunlardan Türkiye'de
de var. Birisi onların aleyhine bir söz söylese hemen ayağa kalkarlar, feryadü
figan ederler, "ilahıma bir şey söyledin ha" olmaz böyle bir şey
derler.
Amerika'nın gücünü
kendisi için üahlaştırmış. "Efendim, gökyüzünden uydularıyla seni
görmekte ve güdümlü mermileriyle seni vurabilir, beni de vurabilir. Öyleyse ona
itaat edelim, ne derse tutalım, ne verirse yutalım" diyorlar.
Biz de diyoruz ki;
"O Allah(cc) herşeye kadirdir" Bu insanlar, bu günün teknolojisiyle
bile dünyadaki insanların tam sayısını bilemiyorlar. 6 milyar küsur insan var
diyorlar.
Ama Allah (c.c.)
yeryüzündeki bütün otların ve ağaçların meyvelerini, meyvelerin içindeki
çekirdeklerini bilir. Bunlardan yeryüzüne düşeni, düşüpte kaç tanesinin tekrar
dirileceğini, kaç tanesinin kuşlara yem olacağını, kaç kuşun diğer kuşlara yem
olacağını, hepsini bir silsile içerisinde bilir.
Böylesine harika
sanatlarını bilen Allah'a iman etmekteyiz. Yolda giderken, yağmur taneleri
düşerken biraz kendimize gelelim.
Sevgili
Peygamberimiz(s.a.v.); "yağmur taneleri üzerimize düşerken Rabbe dua
edilirse, o dua makbuldür" diyor. Yağmurda yürürken dua ediniz, yağmur
tanelerini düşününüz. Hz. Adem'den beri bu sular devri daim olarak inmekte ve
çıkmaktadır.
İçtiğimiz o pırıl
pırıl suların aktığı çoban çeşmesi diye isimlendirdiğimiz ve şiirlere de konu
olan o billur sular, Allah (c.c.) tarafından bize hayat vermek üzere gelir.
îşte Muhyi olan Allah (c.c.) bunları yapmaktadır.
O, gökyüzüne nelerin
çıktığını ve gökyüzünden nelerin indiğini bilir.
"Nerede olursanız
olun, O sizinle beraberdir." Bayıldığım ayetlerden birisidir bu. O,
sizinle beraberdir. Nerede olursanız olun.
Şuanda cezaevinde
karakolda, kışlada, tarlada, evde, dairelerinde, işyerlerinde, işinin başında
ve yolda olanlar, biliniz ki Rabbim sizinle "beraberdir.
Çocuğunuz yanınızda
değil, ihtiyarsınız ve yatağınızda yatıyorsunuz, kimsesiz gibisiniz ama
kimsesiz değilsiniz. Allah (c.c.) sizinle beraberdir. O sizin kalbinizi
attırıyor, kanınızı hareket ettiriyor. O, size düşünme melekesini her an
veriyor.
Derinizin ihtiyacı
olan kanı, her salisede verirken aynı anda beyninizin ve diğer azalarınızın da
ihtiyacı olan kanı onlara vermektedir. Melekler sizinle beraberdir, Allah
sizinle beraberdir.
Öyle ise yapayalnız
bile olsak, edebimizi, terbiyemizi bozmayacağız. Rabbimizi zikredeceğiz,
O'ndan, O'nun rızasına uygun düşmeyecek şeyleri yapmaktan kaçınmak için yardım
isteyeceğiz.
"Bir devletin en
üst makamındaki yetkilisi bana deseki, "Mahmut Hoca, şu kartı al, bu
numaralar benim özel tele fonlar imdir. Konuşurken rahat konuş, başına bir iş
gelirse telefonla bildirirsin" ama binleri de gelse; "sen nasıl
bunları konuşuyorsun" diye beni götürüp gitse, telefonda ettirtmeseler, O
yetkilinin bana yardım etmesi mümkün değildir.
Onun için atalarımız
çok güzel söylemişler "insana dayanma ölür, ağaca dayanma kurur." Biz
Allah'a dayanacak, Allah'a tevekkül edeceğiz. Çünkü her an bizimle beraber
olan Allah'dır. O, her yerde bizden haberdardır.
Çölün ortasında bir
kuyu, kuyunun içerisinde kardeşlen tarafından oraya atılan bir Yusuf (a.s.)'tan
haberdardır. Kervancıları da konaklamak için bu kuyunun başına getirir,
onlarda o kuyudan bir su içme ihtiyacını uyandırır. Yusuf (A.S)'ı oradan
böylece kurtarır. Yusuf hapishaneye düşer, oradan da bir vesile ile kurtarır.
Nasıl kurtarır? Mutlaka insanla kurtarır.
Yani Rabbimin bize
olan yardımında mutlaka tabiatta yarattıklarını aracı olarak kullanıyor.
Hakikat ehli burada perdeye bakmaz, perdenin gerisindeki Allah'a iman eder.
İmansızla, inanan arasındaki çizgi perde meselesidir, onun için.imansızlar;
"bizim kalplerimiz perdelendi, bizim kalplerimizde perde var"
diyorlar.[6]
Allah (c.c);
"Onların gözünde perde var" diyor. (Bakara 8) Gözlerinde perde var.
Yani perdeye takılıp kalan insanlar bunlar. Bu sebeble biz perdeye takılıp
kalmayacağız. Perdeleri yaratan Allah (c.c.)dır.
Dervişin birisi şöyle
dermiş; "birisi diğerine vursada sevsede, vuran da seven de
Allah'tır." Bir adam da bilinçli olarak bir tokat vurur. Derviş şöyle
dönmüş bir bakmış, adam; "hayrola niye dönüp baktın" Sen
demiyonnuydun vuranda Allah, seven de Allah diye" demiş. Dervişde;
"Doğru ama, Allah(cc) hangi keratanın eliyle bana vurdu, onun için
baktım" demiş.
Yeryüzündeki nimetler
veya azablann hepsi mutlaka Rabbimin umumi iradesinin içerisinde cerayan
etmektedir. Diğerleri vasıtalar ve sebeblerdir.
Onun için biz, yaptıklarımızın
İslami olup olmamasından sorumluyuz. Kur'an-ı Kerim'e ve sahih sünnet'e
uygunluğundan sorumluyuz. Biz bu uyumumuzu sağladıktan sonra başımıza gelen
belalar, bir rahmet ve bir imtihandır ve biz bu imtihana sabretmemiz gerekir,
başımıza gelen güzelliklere ve nimetlere de Allah'ın bir lutfu,' bir keremi
olarak kabul edeceğiz. Her yerde Allah (c.c.)'ın bizimle olduğunu bileceğiz.
O Allah
yaptıklarınızın hepsini görmektedir. Rabbimin esmaül-hüs-nasından birisini daha
burada zikrettik "El-Basir"[7]
5- Göklerin
ve yerin mülkü O'na aittir. Bütün işler AHah'a döndürülür.
Yaptığınız,
duyduğunuz, gördüğünüz herşey Rabbime dönecektir. Herşey kayda geçmektedir.
Herşey... Yaptığınız zerre kadar bir hayrın karşılığı görülecek. Zerre kadar
bir şerrin de karşılığı görülecektir. Onun için kayda geçmeyen sözümüz, özümüz,
hareketimiz yoktur. Hareketlerimizi ona göre ayarlamamız gerekir.[8]
6- Geceyi
gündüze sokar, gündüzü geceye sokar. O göğüslerin özünü hakkıyla bilendir.
Allah (c.c.)'m iki
türlü ayeti vardır.
1- Kur'an
ayetleri,
2- Tabiat
ayetleri, Her an gördüğümüz, duyduğumuz, tuttuğumuz, tattığımız, her şey bize
Allah'ın ayetlerindendir.
Mesela gecenin
gitmesi, gündüzün gelmesi, gündüzün gelip gecenin gitmesi. Bu ne zamandan beri
oluyor? Yaratılalıdan bu yana. Bir saat ileri gitmez, bir saat geri kalmaz.
Rabbim akreb gibi güneşi, yelkovan gibi ayı gökyüzüne koyuvermiş ve bunlar
bütün dünya insanın takvimi oluvermiş.
Bu öyle bir takvim ki,
bütün rasathaneler ona dönük, günlerini, aylarını ona göre ayarlarlar. Yalnız
ilim adamları değil, okuma yazmasını bilmeyen dağdaki çoban da aynı takvimden
yararlanıyor. İşte Rabbimin ayetleri böyle olur.
Kur'an-ı Kerim'e filozof
adam bakıyor, daha başka bir mana alıyor, şair bakıyor, onun da ruhuna binlerce
güzel ilhamlar sunuyor. Bir devlet yöneticisi bakıyor, onun ufkunu dünya kadar
genişletiveriyor. Bir çoban okuyor, o da kendi dünyası kadar ondan alıyor.
Böylesine güzel bir
kitab, böylesine güzel bir tabiat kitabı ve bu tabiat kitabının ayetleri. Biz
ikisinin de Rabbim tarafından indirildiğine yaratıldığına, yani Kur'an'ın
indirildiğine, tabiatın yaratıldığına inanırız.
O gönüllerden geçeni
de bilir.[9]
7- Allah'a
ve Rasülü'ne iman ediniz, sizi halef (öncekilerin bıraktığı mala yönetici)
kıldığı şeylerden infak edin. Sizden iman edip, in-fak edenler için büyük ecir
vardır.
Allah'a iman edin,
Rasülü'ne iman edin. İnfakta bulunun. Neden in-fakta bulunacaksınız? Hani
Allah(c.c) sizi " Mustahiafin" yapmıştı ya. Ellerinizdeki mallara şu
anda siz sahipsiniz. Ama daha önce başkaları sahipti. Mesela babanızın idi.
Babanızın mülküne siz geldiniz veya bir başkasının idi satın aldınız. Yahutta
miras kaldı. Ama sizden öncekine de miras kalmıştı veya satın almıştı.
Bu mal sizde de
durmayacak ve sizden sonrakilere geçecek. Öyleyse, size şimdilik emaneten
verilen bu maldan, Allah yolunda siz de infak edin, yardım edin, sadaka olarak
verin, zekat olarak verin, yakınlarınıza nafaka olarak verin.
Annenize, babanıza,
dedenize, çocuklarınıza, akrabalarmza, yakınlarınıza, komşularınıza, tanıdık,
tanımadık herkese verin. Rabbim burada genel bir ifade kullanmış, kime
verileceğini belirtmemiş. Kısaca insan ve hayvan hepsine verin.
Buhari'de geçen bir
hadisi şerifte Peygamberimiz; "Çölde susuz kalmış bir köpeğe, kuyudan
ayakkabısı ile su çıkarıp içiren günahkar bir kadının (Beni israilden)
affedildiğini" haber vermektedir.[10] Yani
susuz bir köpeği sulamanın insana ne kadar fayda vereceğini sevgili
Peygamberimiz bize bildirmektedir.
Sizden iman edenler ve
Allah'ın kendisine lütfettiği nimetlerden dağıtanlar için büyük mükafat vardır
diyor Allah (c.c.).[11]
8- Peygamber
sizi Rabbinize iman etmeniz için çağırdığı halde, size ne oluyor da Allah'a
iman etmiyorsunuz? Halbuki, o sizden söz almıştı. Eğer iman ediyorsanız
(çağrıya uyun).
"Nasıl oluyor da,
Allah'a iman etmiyorsunuz siz?" Ne güzel ifade değil mi? Yahu sizi yaratan
Allah, konuşturan Allah, görmenizi sağlayan Allah, anlayasınız, farkına
varasınız diye gökyüzünden yağmur yağdıran Allah. Bunu insanlık yapamıyor
susuzluktan kavruluyor şehirler, vilayetler, ülkeler, insanlar bir damla
yağmur düşüremiyor.
Ama Allah (c.c.)
milyonlarca damlayı birini diğerine değdirmeden düşürüyor. Öylesine düşürüyor
ki; altındaki insanlara bu rahmet gibi geliyor. Yani tepesine vurup düşürmüyor.
Alimler diyorlar ki;
"bu yağmurun özgül ağırlığı ile mesafesinin uzaklığına göre bir insana
vurduğunda zarar vermesi gerekir." Fakat bu zarar vermiyor. Bu da Rabbimin
rahmetinin bir eseridir. Bütün bunları gördüğünüz halde, niye iman
etmiyorsunuz? Yağmur gökyüzünden düşüyor, ölü arazileri diriltiyor, yemyeşil
çayırlara ve çimenlere dönüştürüveriyor. Bütün bunları görüyorsunuz. Hala niye
iman etmiyorsunuz?
Bütün bunları gördüğü
halde bazılarının anlayışı olmayabilir, gözleri kulakları, ve kalpleri perdeli
olabilir. Bunu da Rabbim; "Rabbinize iman etmeniz için Peygamberde sizi
çağırıyor" diye buyuruyor. Bazı insanlar gördüklerinden ibret almazlar.
Peygamberler önlerine çıkıp derler ki; "şuna bak ve ibret al, kendinden
ibret al, seni yaratan, terbiye eden, besleyip büyüten Allah (c.c.)'
Eğer iman ediyorsanız
bilinki; Allah sizden söz de almıştı. Daha önce A'raf suresi 172'de geçmişti.
Allah Hz. Adem'in sırtından bütün gelecek insanları aldı ve onlara "Ben
sizin Rabbiniz değilmiyim?" dedi. İşte buna, bir işaret vardır burada. Allah
sizden söz almasına rağmen, Allah sizi besleyip büyütmesine rağmen, Kur'an
ayetleri indirmesine rağmen, Peygamberi ile uyarmasına rağmen, tabiatta
gördüğünüz, duyduğunuz, tattığınız herşey size Allah'ı göstermesine rağmen!,
hala siz ne diye iman etmiyorsunuz? buyuruyor. Ne güzel ayetler değil mi?
İşte bu ayetleri biz,
hem okuyacağız hem manasını anlıyacağız, hem de Rabbimizin güzel isimleriyle
Kur'an okuyarak, Rabbimizi zikretmeye devam edeceğiz. İmanımıza yönelen her
türlü şüpheleri reddedeceğiz, şirki reddedeceğiz.[12]
9- Sizi
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetler indiren O'dur.
Şüphesiz Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
Kulu üzerine (kul dan
maksat Hz. Peygamber efendimizdir) apaçık ayetlerini indiren O'dur.
Peygamberine apaçık ayetler indiren Allah'dır(c.c),
Peki Peygamberine bu
apaçık ayetleri indiren Allah, bunları niçin indiriyor? Ayetin devamında bunu
ifade etmiştir; "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için." Yani
bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, bu Kur'an-ı Kerim indirilmiş.
Kitab'a iman edenler,
Kitab'a gönül vermiş olanlar, okumasını bilenler, okumasını bilemediğinden
dolayı acı duyanlar, Kur'an'm okunması için azda olsa çokda olsa yardımda
bulunanlar, Kur'an'ın hakimiyeti için gayret gösterenler..!!! Bu Kur'an,
insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için Allah Rasülü'nün üzerine
indirilmiş, o da ashabına bildirmiş, ashab-ı da bizlere kadar Allah Rasülünden
aldığı şekilde nakletmiştir.
İşte bu Kur'an-ı
Kerim'le biz, karanlıklardan aydınlığa çıkarız. Küfrün karanlığından, İslam'ın
aydınlığına çıkarız. Sefaletten mutluluğa geçeriz. Her türlü acıdan elemden ve
kederden mutlu rahat bir dünyayı ve ahirette de Cenneti, bu Kur'an-ı Kerim'le
elde ederiz.
Şu anda bütün
insanlarımızın istisnasız herkesin bir sıkıntısı var. Halinden şikayet etmeyen
insan yok. Maddi durumu yerinde olan insanların sıkıntısı, maddi durumu
yerinde olmayanların sıkıntısından fazla. Hatta fakirin mide derdi var ama,
zenginin can derdi var. Arada böyle bir dert farkı var.
Dertsiz insan yok.
Parasını biriktirmiş, kasasının içerisine doldurmuş, sırtını kasasına dayamış
adam, malını beklerken canının gideceğinden endişe ediyor. Adım attığı her
yerde beynine namludan çıkan bir kurşunun isabet edivereceği endişesini
taşıyor. Fakirlere dağıtamadığı milyarları ve tirilyonları kendini korumak
için sarfetme yoluna gidiveriyor.
Siyasilerimizin
durumuda ma'lum. Her gün televizyondan duyuyorsunuz. Binlerce endişe. Kime
dokunsanız binlerce inilti çıkıyor. İşte bu bin çeşit iniltinin durması için
Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerimini indirivermiştir.
Çünkü Allah (c.c),
sizin için şefkatli ve merhametlidir diyor. Rabbimizin Esmaü'l-Hüsna'sından
"Rauf ve Rahim "i de burada görü-veriyoruz. Bu surede Allah'ın
esmaü'l-Hüsna'sından bir çoğunu gördük. Aziz, Hakim, Muhyi, Mümit, Kadir,
Elevvel, Elahir,Ezzahir, Elbatın, Elalim, Elbasir, Rauf, Rahim Allah
yarattıklarına karşı şefkatli ve merhametlidir. Bununla Allah kendisini bize
bildiriveriyor.
Kendisini böyle
tanıtan Rabbim bize bunu niye bildiriyor? Siz de O Allah'ın kullarısınız.
Öyleyse siz de insanlara karşı şefkatli ve merhametli olmanız gerekir. Mademki
biz, Rauf ve Rahim olan Allah'a iman etmişiz öyleyse biz de Allah'ın
yarattıklarına karşı, o sıfatlarla dopdolu olmamız gerekiyor, o sıfatların
bizim hayatımızın her tarafını kuşatması gerekiyor.
Yani iman etmemiş
insanlara, İslam'a karşı bayrak açmış insanlara, İslam'a geçit vermeyeceğiz
diye sokaklarda dolaşan insanlara biz; Rauf ve Rahim olan Allah (c.c.) onlara
yaptığı muamelenin benzerini yapacağız, şefkatli ve merhametli olacağız.[13]
10- Göklerin
ve yerin mirası Allah'a ait olduğu halde size ne oluyor da Allah yolunda
infakda bulunmuyorsunuz? Sizin içinizden (Mekke'nin) fethinden önce infak eden
ve savaşan (başkalarıyla) denk değildir. Onlar derece bakımından (Mekke'nin)
fethinden sonra infak edip savaşanlardan daha büyüktürler. Allah hepsine güzeli
(cenneti) va'detti. Allah yaptıklarınızdan haberdardır. "Ne oluyor
size?" diyor Allah (c.c). Ne oluyor size de, Allah yolunda infakta
bulunmuyorsunuz. Allah'ın dininin hakimiyeti için, İslam'ın hakimiyeti için,
Kur'an'm hakimiyeti için, size ne oluyor da mallarınızı dağıtmıyorsunuz?
Allah (c.c),
"Kafirler Allah yolundan alıkoymak için mallarını infak ederler"
diyor. (Enfal 36) Yani Allah'a baş kaldırmış insanların rejimlerinin devamı
konusunda kafirler mallarını dağıtıyorlar, infakta bulunuyorlar. Kafirler
tağut yolunda harp edip, gayret gösteriyorlar: Peki "Size ne oluyor da,
Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz?" Allah yolunda infakta
kullandığınız mallan da veren Allah(c.c.)'dır
Dünyaya geldiğimizde
hiçbir şeyimiz yoktu. Allah (c.c.) bize kan verdi, can verdi, din verdi mal
verdi, sonrada bu malların daha değerli bir şekle dönüşmesi için, Rabbim
mü'minlerle alış veriş yaptı. '"Canlarınızı ve mallarınızı Allah yolunda
harcayın, Allah da karşılığında size cenneti versin" diyor Rabbim.[14]
Nasıl olsa insan bu
dünyadan ahirete intikal edecek, inanan da gidecek, inanmayan da gidecek. İşte
inanan kendisini Allah yolunda harcar. Kafir de tağutun yolunda harcar. İkisi
de kendilerine takdir edilen zamanda ölecek. Ama birisi Allah yolunda giderken
ölüyor, birisi ise tağut yolunda giderken ölüyor. İkiside malını harcıyor.
Mü'min Allah'ın dininin hakimiyeti için harcıyor, kafir de kendisi gibi bir
insana kul olmuş, onun prensiblerinin hakimiyeti için malını harcıyor. Aradaki
fark burada.
Mü'min Allah'a kul
olmaya karar vermiş, kafir de kula kul olmaya karar vermiş. Biz Allah'a kul
olmaktan bir anlığına ayrılmamaya dikkat edeceğiz. Çünkü hiçbir insan bizim bir
tek hücremizi yaratabilecek güçte değil. O ilah diye kabul edilen insanlarda
öldüler. Yolunda, pren-sibleri uğrunda para harcanan insanlarda öldüler.
İnsanlar Allah'a kul oldukları takdirde izzet ve şeref kazanırlar, dünyada,
devleti ahirette cenneti kazanırlar.
Onun için Allah (c.c),
ne oluyor da siz Allah yolunda infakta bulunmuyorsunuz?" diyor. Bitip
tükenmesinden mi korkuyorsunuz? Korkmayın! Göklerin ve yerin mirası Allah
(c.c.)'a aittir. Herkes ölür, Allah kalır. Mülk O'nun elindedir.
Al-i İmran suresinde "Ey
Allah'ım! Mülkün sahibi sensin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğine mülkü
verirsin" diye bu ayet-i kerimeyi okuyoruz.[15] Mülk
O'na ait olduğuna göre, "ver" diyen de O olduğuna göre vermekten
endişe etmeyin.
Çünkü "kim Allah
yolunda Allah rısazı için verecek olursa, Allah (c.c.) hemen onun yerine
yenisini verir" diyor Rabbim.[16]
Vererek zarara giren yok, vererek malını bitiren yok. Görüntüde biter gibidir
ama. Allah (c.c.) bir başka yerden onu takviye eder. Ticaretinin açılmasına
sebeb oluyor.
Tanıdığım birisi şöyle
anlatmıştı; "Bu şehre göçmen olarak geldim. Hiçbir şeyim yoktu. Bir
müslüman bana; "şu köşeye dur, şunu sat" dedi. (Balıkesir'de)
"Sarı Hoca" lakablı birisi de dedi ki; "Oğlum akşama kadar
sattığının üçte birini sadaka olarak ver" Hocaya inandım verdim. Ben
verdikçe Allah (c.c.) her geçen gün malımı artırdı." Hala vermeye devam
eden bu insanın malı, hala artmaya da devam ediyor.
Bunun çok örnekleri
vardır. Onun için Rabbim bu gerçeği bize çok güzel bir uslubla veriyor;
"Göklerin ve yerin mirası Allah'a aittir" "Size ne oluyor da
Allah yolunda vermiyorsunuz?" Mülk O'na ait, biz O'na-aitiz, O da diyor
ki, "Ver" Biz de ekşiteceğinden korkuyoruz. Rabbimin mülkü eksilmez,
Rabbim dilerse verir. Verdiğimizin çok fazlasını verdiğimizle birlikte verir.
Diyelim ki; verdiniz,
verdiğininizin karşılığı arkasından gelmedi. Fakat dağlar kadar sevab
verildiğini, biliniz. Yani verdiniz karşılığında maddi olarak bir şey
gelmeyebilir. Ayetteki "Fehuve yuhlifu" den bazen aynı cinsten
verdiğinizin cinsinden maddi bir şeyin gelmediği de olabilir. Ama ahirette
verilmek üzere bol sevaplar verilir. Veya Allah (c.c.) bu dünyada bol saadet
verir.
Genel olarak verilenin
cinsinden veriliyor ama bazende mutluluk veriyor. Allah (c.c.) o insana
çocuğuyla, ailesiyle, annesiyle, babasıyla, çevresiyle çok mutlu bir hayatı
lütfediyor. Yani Allah'ın vermesinin yollarını biz aklımızla bulacak güçte
değiliz. Çünkü bin türlü verişi vardır. Sıhhat veriyor, afiyet veriyor, saadet
veriyor, mutluluk veriyor. Yani Allah'ın çeşitli veriş şekilleri vardır. Biz
buna kafayı takmayacağız. Biz rabbimin bize emrettiğini yerine getirecek,
yasaklarından kaçınacağız.
Rabbim burada bir
örnek veriyor bize. Diyor ki; "fetih'ten önce (Mekke'nin fethi) Allah
yolunda malını veren ve Allah yolunda savaşanla, fetihten sonra Allah yolunda
veren ve savaşan eşit değildir, denk değildir."
Misal olarak Mekke'yi
verelim, Mekke'nin fethine kadar Mekke'den Medine'ye hicret vardır. Mekke'den
Medine'ye Mü'minler hicret ediyorlar. Hicrette insanlar çok şeylerinden geçiyorlar.
Maldan, mülkden candan ve yardan geçme durumu var. Sırf Allah'ın rızasını kazanmak
için bunlardan geçme durumu var. Bunlardan geçiliyor ve Medine'ye hicret
ediliyor.
Medine'nin yerlileri
olan müslümanlar mallarını ikiye bölüyorlar ve gelen kardeşlerine
bağışlıyorlar. İki odalı evimin biri iki dönüm tarlamın bir dönümü senin
diyerek Mekke'den gelen kardeşlerine yardımda bulunuyorlar.
Müşrikler gelmişler
bizimle harbetmek istiyorlar, haydin dinimizi koruyalım denildiğinde 313 kişi
kılmanı çekip yürüyüveriyorlar. Sonra Uhud, Hendek harbleri aynı şekilde
oluyor. Bu Mekke fethinden önce Allah yolunda.yardım eden, harbedenler var, bir
de Mekke fethedildikten sonra Allah yolunda malını infak eden ve Allah yolunda
harbedenler var. Rabbim burasını ayırd ediyor. "Mekke'nin fethinden önce
cihad edenle, Mekke'nin fethinden sonra cihada katılanlar denk değildir."
Denk değildir derken;
Mekke'nin fethinden sonra ergenlik çağma gelmiş ve islam'a hizmete cihada
katılmış olanlar sevablarını tam olarak alırlar. Fakat daha önce endişede,
tereddütte, ya müslümanlar başarılı olamazlarsaü" gibi bir gevşekliğin
içerisinde davaya tam katılamayanlar denk değildir.
Mekke fethedildikten
sonra müslüman olanların sayısı yüzbini aşıyor. Efendimiz Mekke'den Medine'ye
hicret ettiğinde, geçen bir senelik zaman zarfında, müslüman olanın sayısı (
İmam Buhari'nin (cihad 181) ifadesiyle Peygamberimiz Medine'ye varınca bir
nüfus sayımı yaptırmış) altıyüz elli civarındadır.
Mekke'nin fethi için
haydi, denildiğinde eli silah tutan on bin kişi olmuştur. Onüç senede elde
edilen bu. Yani 21 senede müslüman olanın sayısı hammlanyla beraber otuzbin.
Ama Mekke'nin fethinden iki sene sonra yüzbin insan müslüman oluyor.
Ayet bize ince bir
çizgiyi bildiriyor. Zor günlerde yardım edenle, bol günlerde yardım eden eşit
değildir. İslami hizmetlerde ön saflarda olan kardeşlerim biraz daha dikkat
etsinler. Zor günlerinizde beraber olduğunuz insanları hayat boyu
seveceksiniz, sayacaksınız.
Bazen biz şöyle bir
yanlış yapıyoruz. Yirmi sene beraber çalıştığımız ve beraber gayret
gösterdiğimiz, beraber hizmet ettiğimiz insanları, yirmi sene sonra karşı
taraftan bir tanesi kendilerine doğru yö-nelse yirmi senelik dostunu bırakıp
yeni gelenle sırdaş oluveriyor. Bu doğru değildir. Yanlış bir taktiktir. Allah
.(c.c.) bu konuda kesin bir ayet-i kerime indirmiştir; "Zor günlerde Allah
yolunda infak edip cihad edenle, bol günlerde cihad eden aynı değildir.!1
"Kabul edilemez" demiyor, "aynı değildir" diyor.
Allah hepsine cennet
vadetmiştir, güzellikler vadetmiştir." Yani fetihten önce cihad edene de
cennet va'dediliyor, Fetihten sonra cihad edenede cennet ve güzellikler
va'dediliyor; Ama fetihten önce zor, günlerde cihad edenler derece bakımından
diğerlerinden daha büyüktürler diyor Allah (c.c).
Bildiğimiz bir olay şu
şekildedir. Peygamberimiz (s.a.v.)'e Mekke'nin O, önde gelen Müstekbirleri,
kendilerini büyük kabul eden, o küçükleri diyorlar ki; "Vallahi biz
protokol gereği senin yanına gelmek istiyoruz. Biz seninle aynı soydanız, aynı
makam ve mevkideyiz. Seninle oturup seni dinlemek isteriz ama, biz senin yanma
geldiğimizde senin sağ ve sol tarafında Bilal gibi, Suheyb-i Rumi gibi
insanlar var. Bunlar bizim oturduğumuz evlere giremezler. Bunlar bizim
hayvan'larımızdan sonra gelir. Biz bunlarla aynı yerde protokol gereği bulunanlayız.
Onları yanından kov"
Bu konuda
Peygamberimiz ayet-i kerimeyle uyarılıyor. "Sakın ha!, sakın ha!!
Gece-gündüz Allah'ın rızasını arayan bu insanları yanından kovma."
Peygamberimiz (S.A.V.), vefatına kadar Bilal-i Habeşiyi can dostu kabul
etmiştir. Kıyamete kadar gelecek insanların efendisi olan sevgili
Peygamberimizle beraber, aynı sofrada Bilal yemek yiyor. İnsan ayırımı yapmayan
tek sistem varsa, o da İslam Dini'dir. Şu anda Amerikan devlet başkanının
sofrasında sekreteri yemek yiyemiyor. Ama Peygamberimiz (s.a.V.) öyle değil.
Hepimizin bildiği bir
olay var. Hz. Ömer (r.a.) Kudüs'ü fethetmiş. Hani son günlerde gündemde olan,
yüreğimizde bir yangın olan ve yü-r-eğimizi dağlayan, Kudüs'ün fethi
gerçekleştirilmiş. Oranın anahtarlarını teslim almak üzere, Kudüs'e doğru
giderken, hizmetçisi ile deveye yani makam arabasına, nöbetleşe binerler.
İsteseydi birlerce deve hizmetine verilirdi. Ama o kendi devesine bir
hizmetçisini bindirip yularını kendisi çekiyor, bir kendisi biniyor yularını
hizmetçisi çekiyor.
Bunu basit bir olay
olarak görmeyin. Hz. Ömer (r.a.) o zaman -şu andaki ayrıma göre- 20 kadar
devleti yönetiyordu. Bunu bu hale getiren nedir? O yeraltı dünyasının babası
aynı zamanda Mekke parlementosunun üyesi olan o Ömer'i, adil Ömer haline
getiren, İslam'ın adaletidir.
Allah, her ne
yapıyorsanız haberdardır. Ne yaparsanız yapın Rabbimin haberdar olduğunu iyi
bilin. Rabbim bize haber veriyor. Yani yaptığınız her şey kayda geçiyor diyor
Allah (c.c.) Sözleriniz, bakışlarınız, duyuşlarınız, düşünceleriniz,
adımlarınız her haliniz kayda geçiyor.[17]
11- Allah'a
karşı hasenle borç verecek olan kimdir? ki Allah onun için o malı kat kat
artıracaktır ve onun için çok değerli ecir vardır. "Güzel borç" ne
demek? Allah'a borç olur mu?
Allah (c.c.) burada,
biz müslümanlara dağıtmayı öğretiyor, toplamayı değil. Tabi dağıtmak için
toplamak gerekir. Fakat toplarken helal ve temiz yoldan toplayacak, vermek için
toplayacak, Allah rızası için borç para vermek için toplayacaktır.
Yani Kur'an'ın ifadesiyle
"karz-ı hasen" müessesesini çalıştıracaktır. Karz-ı hasen: güzel bir
şekilde borç verme demektir. Allah(cc), Bir müslümanın derdine çare olması
için, borç para vermemizi; "Allah'a borç para vermek" olarak
değerlendiriyor. Paranıza o kadar değer veriyor. Sevabının da kat kat
verileceğini düşünün.
Bazı insanlarımız var
ki, ben biliyorum, onlar; "hocam şu kadar paramla altın aldım borç para
isteyene altınlarımı veriyorum. Ben bunu sırf borç para vermek üzere
ayırmışım" diyorlar.
Karaman oğlu Mehmet
beyin de böyle bir uygulaması vardır. Bakmış ki, Karaman'da Rumlar ticaretle
meşguller. Kendi aralarında da bir yardımlaşma birliği oluşturmuşlar. Dışarıdan
gelen bir malı önce Rumlar satın alıyorlar, sonra çok yüksek fiatla
Karamanlılara satıyorlar.
Derhal bir vakıf
kuruyor. Para vakfı bol miktarda parayı o vakfa veriyor ve Karamanlı esnafa
diyor ki, buradan borç para alabilirsiniz. Malınızı sattıktan sonra ödersiniz.
Kurulan bu vakıf yalnız bu işle ilgilenmiş. Günümüzde bir çok işle meşgul ve
bir çok hizmeti yürüten vakıflarımız var. Bir de çok büyük çapta bir vakıf
kurulsa ve bu tür hizmetleri takip etseler, gerçekten kuralına uygun ve
paraları da batırma-yacak şekilde sıkı tutarak bu borç verme sistemini devam
ettirseler bu mü'minlerin yaralarından birine merhem olurlar, şifa olurlar.
Biz vücudumuzun her
tarafının temiz ve sıhhatli olmasına dikkat et-teğimiz gibi insanların sosyal,
siyasal, hukuki, ve adab-ı muaşeret kurallarını ilgilendiren bütün
yaşantısında meydana gelen eksiklikleri ve yaralanmaları dini ve İslami emir ve
yasakların uygulanmasıyla tedavi etme tarafına mutlaka gideceğiz.
Allah'ın tarif ettiği
şekilde İslami bir hayatı yaşayacak olursak bu dünyada, gönlümüz islam'ın
nuruyla dopdolu olursa, evimiz İslam'ın aydınlığı ile aydınlanırsa,
mahallelerimiz, şehirlerimiz topyekün insanların hayatı, en yüksek yöneticiden
dağdaki çobana kadar herkes İslam'ın aydınlığında bir hayat sürecek olursa, bu
dünya aydınlık olur. Bu dünyası aydınlık olan insanın, ahireti de aydınlık
olur.[18]
12- O gün mü'nıin
erkekle mü'min kadınların nurlarını önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün.
Bu gün sizin müjdeniz; altından ırmaklar akan cennetlerde ebedi olarak
kalmaktır. İşte büyük başarı budur.
Mü'min erkeklerle
mü'min kadınların, o gün önlerinden ve yanlarından, nurlarının koştuğunu
görürsün. Yüzlerinin aydınlığı önlerinde ve yan taraflarında, pırıl pırıl bir
şekilde akar durur. Aydın bir yüz Biz buna "yüzü ak" tabirini
kullanıyoruz. Anadolu insanı bunu "Allah'ın huzuruna ak ve pak bir alınla
çıkmak" olarak ifade etmiş. İnsanın alnı ak, yüzü pak olması için, insanın
yüzünü, Allah'ın dışında başkalarının önünde eğmemesi gerekiyor. Bu baş yalnız
ve yalnız Rabbe itaat etmelidir . O'nun dışındakilere ibadet ve itaat ederse
kararır, karanlık bir yüzle Rabbimin huzuruna varılır.
Mü'minlerin yüzleri
pırıl pırıl ve melekler onları cennetle müjdeliyorlar. Buyurun cennete, ebedi
olarak cennette kalacaksınız deniliyor. Büyük başarı işte budur. Büyük başarı
cenneti elde etmektir.
Çok başarılı adam
denildiğinde günümüzde ne anlaşılıyor? İki sene içerisinde köşe dönmüş adam
anlaşılıyor.
Asıl başarı dünyasında
mutlu, ahiretin de mutlu ve cenneti kazanmış, rabbin rızasını kazanmış
insanların başarısıdır.[19]
13- O gün
münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere: "Bize bakın da
nurunuzdan bir parça ışık alalım." derler. Onlara: "Geri dönün de bir
nur arayın" denilir. Derken aralarına kapısı olan bir sur çekilir. Onun
içinde rahmet, dışında azap vardır.
Münafık erkeklerle,
münafık kadınlar. Yani inanmadıkları halde inanmış gibi görünenler. Gözünüzün
öncüne kimler geliyor? Gerçekte İslamiyete ve Allah'ın hakimiyetine inanmamış,
Allah'ın koyduğu kuralların, insanların koyabileceği kuralardan üstün olduğunu
kabul etmemiş, ama müslümanlardan çıkarı olduğundan dolayı müslüman görünme
mecburiyetinde kalmış insanlar. İşte münafık bunlar.
Günümüzde,
"İslam'a geçit yok," "hala mı Kur'an'dan bahsediyorsunuz?"
diye yürüyüş yapıyorlar, açık oturumlar terip ediyorlar v& kapanış
konuşmasının en son cümlesi olarak da; "en büyük müslüman biziz"
diyorlar.
İslam'a geçit yok,
Kur'an'a geçit yok, "Allah'ın bizim hayatımıza müdahelesine izin
vermeyiz" diye konuşmalar devam ettikten sonra, sonrada da; ticari, siyasi
ve birçok çıkarları için kandırma amacıyla "en büyük müslüman biziz"
diyorlar.
İşte bu insanların
halini Allah bize anlatıyor. Ahirette mü'minleri gördüklerinde; "Yahu bize
doğru dönün de, sizin nurunuzdan bizde yararlanalım" diyorlar.
Sevgili
Peygamberimiz(s.a.v.); "zulüm ahirette büyük bir karanlıktır."
buyuruyor.[20] İşte bu kat kat
karanlıklar içerisinde cehenneme doğru gidecek bu insanlar.
Bu dünyada biz onlara
bu ayet-i kerimeyi okuyup diyoruz ki; "ahirette mü'minlerin aydınlığından
yararlanmak istiyorsanız, bu dünyada mü'minleri aydınlatan Kur'an'ın
aydınlığına sizde geliniz.
Yoksa ahirette
mü'minler onlara; "haydin geriye dönün, nurunuzu geriden arayın, dünyaya
gidin oradan alın gelin" diyecekler. Bu da mümkün değil.
Şu anda biz,
inanmadığı halde, mü'minlere inanmış gibi görünen ve de inanmamış kafirlerin
hepsine diyoruz ki; "gelin bu dünyada İslam'ın aydınlığına girin. Sizi
yaratan Rabbim ahirette cehennem diye bir şeyin varlığından haber veriyor.
Yanmamak için
gönlünüzü İslam'ın nuru ile dolduracak olursanız, O İslam'ın nurunu, cehennemin
narı yakamaz. Nur ile Nar bir arada olmaz. Aydınlıkla karanlık birleşrnediği
gibi. Gönlünde iman nuru olan insanla, cehennemin ateşi bir araya gelmez. Öyleyse
gelin gönlünüze İslam'ın nurunu alınız." diyoruz
"Aralarına bir
sur çekilir." Cehennemle cennetin arasına, mü'min-lerle kafirlerin arasına
bir sur çekilir. Ve o cennete giden bir kapı vardır, kapının iç tarafı rahmet
dış tarafında azab vardır. Mü'minler iç tarafına Cennete giriveriyor.
Bir ilim adamımıza,
hücre hapsi cezası verildiğinde sevinmiş. "Hücrede nafile ibadetleri de
yapabilirim" demiş. Hakim cezayı sürgüne çevirince, yine sevinmiş.
"Fakirlik nedeniyle göremediği yerleri göreceği" diye sevinmiş.
İdamına karar verildiğinde; "şehid olacağım" diye sevinmiş.
"Hapsimiz halvet, sürgünümüz seyahat, Kat'limiz şe-hadet" demiş. Bu
ilim adamı bir gün yine hapse atıldığında hapishanenin kapısından içeri
girerken bu ayeti okumuş. Günümüz şairlerinden biride:
"Tel örgüler
demir kapı
Dört duvar arasıdır
yarim
Sakın acımayın bana
Sizler dışarda köle
Bense içerde
hürüm" diyor.[21]
14-
(Münafıklar) Onlara bağırırlar : "Biz (dünyada) sizinle beraber
değilmiydik?" (Müminler) : "Evet. Ancak siz kendinizi ateşe attınız,
(bizim felaketimizi) beklediniz, (İslam'dan) şüphe ettiniz, kuruntular sizi
aldattı. Nihayet Allah'ın emri geldi. O çok aldatan sizi Allah ile
aldattı." dediler.
Cehennemlikler
cennetliklere bağırarak; "bizde sizinle beraber değilmiydik?!! Yani dünyada
aynı mahallede, aynı köyde, beraberdik" diyecekler. Mü'minlerde,
"evet siz bizimle beraberdiniz.
Dünyada aynı
mahallede, aynı köyde, aynı şehirde, aynı alanlarda beraber yaşıyorduk. Ama siz
kendinizi fitneye soktunuz, kendinizi ateşe attınız, ahiret hakkında şüphe
ettiniz, Allah hakkında şüpheye düştünüz. Sizi hayalleriniz ve idealleriniz
kandırdı.
Yani dünyada Allah'ın
emir ve yasaklarının, akaid esaslarının dışında, kendinize bir takım idealler
benimsediniz, o ideallarin peşinde koştunuz, o ideallerinizde sizi kandırdı,
yanlış yollara şevketti. Takı Allah'ın emri gelinceye kadar bu halde devam
ettiniz. Yani eceliniz geldi. Sizi aldatan, Allah'a karşı sizi aldattı. Yahut
sizi Allah'la aldattı.
"Garur"
aldatan kişidir. Günümüzde bir kısım insanlar; "Allah yarattığını
yakmaz" ifadesini kullanırlar. Allah(cc), kimleri yakıp kimleri
yakmayacağını kendisi bildirdikten sonra, bu va'dinden dönmiyeceğini, kendisi
söylüyor. Yeryüzünde hiçbir insanın Allah hakkında, neyi nasıl yapacağı
konusunda hüküm vermesi, haşa Allah'a akıl vermesi yakışmaz.
Biz yaratılmışız,
canımıza kanımıza sahip değiliz. Bizim hayatımızı her an devam ettiren
Allah(c.c.)'dür. Biz her nefeste O'na muhtacız.
Öyleyse biz;
"Allah (c.c.) neyi emretmişse o doğrudur, neyi yasak-lamışsa o yanlıştır."
diyeceğiz. Rabbim yarattığı insanın nankörlüğü sebebiyle onu yakacağını da
kendisi bildiriyor. Bu sebeble bizim O'nun sözüne karşı bir söz üretmemiz doğru
olmaz.[22]
15- Bu gün
sizden (münafıklardan) fidye alınmaz. Kafirlerden de (alınmaz). Sizin sığınağınız
ateşdir. Size layık olan odur. O ne kötü bir dönüş yeredir.
O gün sizin
hiçbirinizden fidye kabul edilmez. Yani yaptığınız kötülüklerin affı için,
cehennemden cennete geçmek için hiçbir fidye kabul edilmeyecektir.
Dünyalar kadar
malınız, altınınız, inciniz, yakutunuz, mercanınız olsa, Allah katında bir
sineğin kanadı kadar değeri olmaz. Allah katında değerli olan, bizim imanımız
vede amel-i salih'imizdir.
Allah (c.c);
"Sizin yeriniz sizin sığınağınız ateştir" diyor. O ne kötü bir dönüş
yeridir.
"O sizin
mevlanızdır" diyor.[23]
16- İman
edenlerin Allah'ı zikretmesi ve Hak'tan ineni (okuması) için gönüllerinin
(aşkla) ürperme zamanı daha gelmedi mi? Daha önce kendilerine kitap verilenler
gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri kaskatı oldu.
Onlardan bir çoğu fasık-dir.
İman edenlerin
kalplerinin Allah için yumuşuma, "haşyet" halinde bulunma zamanı
gelmedi mi? "Haşyet " hali ne demek? Birçok değerli alimlerimizden
bazıları "haşyet" kelimesini türkçeye; "korku", "ürperme'1
olarak çevirmişler. Biz bu kelimeyi olduğu gibi de Türkçemizde kullanıyoruz.
Haşyetullah ise Türce
karşılığı şudur. Çok sevdiğiniz birine karşı hata etmemek, kusur etmemek ve
sevgisine hafif bir leke kondurmamak için titremektir.
Mesela annenin
yavrusuna karşı titremesi, şefkatinden, rahmetinden kaynaklanıyor; Haşyet ise;
alttakinin üsttekine karşı, yani kulun Rabbine karşı, O'nun sevgisini
yitirmemek için tetikte bulunma halidir.
Allah(c.c) bir
ayetinde, "Onlar, Allah'ın adı anıldığında kalpleri titrer" buyurmuştur.[24]
Allah'tan nazil olan nedir? Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim karşısında
mü'min bir ürperti halinde bulunmalıdır.
Günümüzde yaşayan
edebiyatçılarımızın birinin bir makalesinde okumuştum. Diyor ki, "Bir
roman okumak için bile kalkıp elbiselerimi giyiniyorum, saçımı tarıyorum ondan
sonra okumaya oturuyorum. Bu bir roman dahi olsa bunu ben kitaba değer vermek
için yapıyorum"
Bütün bunları bir
kitaba değer vermek için yazmıştı ve ben hakikaten o makaleden etkilenmiştim.
Kainatı yaratan ve yöneten Allah'ın (c.c.) kitabını okumak üzere kalkan da bir
haşyet üzere bulunmalıdır.
Günürmızcle "ben
yatarak okurum" diyen insanlarımız var. Bu yeni bir akım o tür okuyanları
da görüyoruz. Allah (c.c.)'ın kitabı da ona kendini açmıyor. O tür insanlardan
bir şey üretildiğini de görmedik.
Ankara'da Ortadoğu
Teknik Üniversitesinin bahçesinde, banketin üzerine uzanıp Kur'an-ı Kerim meali
okuyan bir delikanlıyı, solcu diye tabir edilen bir delikanlı uyarmış.
"Öyle Kur'an okunmaz kalk ve otur" demiş. Durumumuz bu. Biz Hakk'tan
nazil olan Kitab'a karşı da bir haşyet halinde olursak, iirperirsek, o bize
güzelliklerini açar.
Allah rahmet eylesin
Merhum Seyyid Kutup bunu şöyle ifade etmişti; "Kur'an bir gelin
gibidir." Siz onun yanma varırken, gelinliğinin bürümceğini açarken bir
haşyet duymazmısınız? Bir şefkat duymazmı-sımz? bir ürperti hissetmezmisiniz?
Dünyanın en değerli bir varlığı ile karşı karşıya geliyorsunuz, heyecan duymaz
mısınız? O heyecanı duyarsanız, o da anlar ve güzelliklerini bir gülücükle
açar. Kur'an-ı Kerim'de Rabb kelamıdır. Öyleyse biz ona karşı hep haşyet
halinde olalım.
Daha önce kendilerine
kitap verilenler gibi olmayınız diyor Allah (c.c). Yani Yahudiler ve
Hrıstiyanlar gibi olmayınız.
Onların üzerinde uzun
zaman geçti, kalpleri katılaştı. İncil'den bir şey okunduğunda, romandan bir
şey okunuyormuş gibi hissettiler.
Tevrat'tan bir şey
okunduğunda Aristo'dan bir şey okunuyormuş gibi geliverdi.
Hatta ve hatta öyle
yahudi ve hınstiyan düşünür ve bilginleri var ki; Aristo veya Eflatun'u
Tevrat'tan ve incil'den üstün görmektedirler. Bu nedir? Rabbimizin kelamına
karşı kalbin katılaşmasıdır. Bu olay olmuş ve bunu Rabbim haber veriyor.
Bizimde aynı duruma düşmememiz için Rabbim bizi uyarıyor.
"Onlar
sırtlarında kitap taşıyan Merkeb gibidirler" diyor Rabbim.[25] Yani
Tevrat'ın bütün bilgisini beyninde tayışor ama ona faydası yok.
İşte bizden de
Kur'an'ı o hale getirmememiz isteniyor. Yani onların durumunda olmayınız, bilgi
edinmek için kitabı sırtınıza almayınız. Yeri geldiğinde kullanmak için, hayata
dönüştürmek için, amel-i salih dediğimiz aksiyon haline getirmek için, Allah'ın
ayetini okuyacağız. Yoksa sırtında yüz tane silahı olan eşeği kurtlar yerde, o
silahların ona faydası dokunmaz. Hatta silahların ağırlığı eşeğin kaçıp
kurtulmasını engeller.
Onların bir çoğu
fasıktır,yani Allah'a olan itaâttan dışarı çıkmıştır.[26]
17- İyi
bilinki öldükten sonra yer yüzünü dirilten şüphesiz Allah'dır. Biz ayetleri
size açıkladık, umulurki aklınızı kullanırsınız.
Bu ayet bize nasıl bir
mesaj vermektedir?
Rabbim bize burada şu
mesejı vermektedir. Kafir bir insandan hayatta ümidinizi kesmeyeceksiniz. Can
boğazdan çıkıncaya kadar, hiçbir insandan ümit kesilmeyecektir. Bir gün bu
adamın iman edebileceğini hesab edeceğiz.
Onun için Allah (c.c),
kafirlerle ve düşmanlarınızla konuşurken bile, onları rencide edecek(şahıs
olarak), rahatsız edecek kelimelerden kaçınmamızı, şu ayetiyle belirtmektedir;
"Olaki Allah, düşman olduğunuz insanları size dost yapıverir, aranıza
muhabbet ve sevgi verir." "kötülükle iyilik denk değildir." buyruluyov.[27]
O insanlarla bir araya
geldiğimizde eski sözlerimizden rahatsız olmamak için şahsiyetleri rencide
etmeyeceğiz. Ama içinde taşıdığı "küfür" rencide edilir,
"inkar" rencide edilir o ayrı. Niye? Çünkü o mü'min olurken, o
küfründen sıyırılarak geliyor.
Bakınız! bahar
mevsiminde yeryüzü kara toprak, kırmızı toprak olarak görünüyor ama; toprağa
cemre düşünce, toprağın bağrı ısınınca, seher yelleri ılgıt ılgıt esmeye
başlayınca, Nisan yağmurları da yağınca toprağın bağrındaki bütün çekirdekler
çiçeğe dönüşü veri yor.
İşte mü'minler, tekbir
sesleriyle de (ki insanın uyanmasına sebebtir) davetiye çıkararak, gönüllerdeki
iman çekirdeğini çatlatıp hareket haline gelmesine çalışacağız.
O zaman ölü yürekler
diriliverir. Bu sebeble hayatta kimseden ümit kesmiyeceğiz, ölünceye kadar
insanlara islam'ı anlatmaya devam edece siz.[28]
18- Şüphesiz
sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar ve Allah'a karşı basenle borç
verenlere kat kat verilecek ve onlar için çok değerli ecir vardır.
Şüphesiz Allah yolunda
sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir şekilde borç
verenlerin, verdikleri kat kat artırılır ve onlar için çok değerli mükafat
vardır.
Karz-ı Hasen ve sadaka
konusu, Kur'an-ı Kerim de çokça işlenir. Bakara suresinde sadaka ile ilgili ard
arda 5 sayfada 260-283 arası ayetler sıralanmıştır. Bu çok önemlidir. Mü'minler
imanla gönül birliği meydana getirirken, yardımlaşmayla da, keseler arasında
birlik meydana getiriyorlar.
Çevremizdeki insanlara
yardımcı olacağız. Toplumda zaten bir iman zaafiyeti var; eğitimsizlik vede
ekonomik zorluklar olduğunda, hırsızlığından fuhşuna kadar bir çok
yolsuzluklar hemen arkasından türeyive-riyor. Pislikler böyle bir ortamda
gelişiveriyor.
Bu sebeble biz bir
taraftan Allah'ın zikrini, Rabbiri ayetlerini insanların gönüllerine rahmet
damlaları halinde sunarken, diğer taraftan midelerini boş bırakmamalıyız.
Çünkü mide ile kalp yanyanaclır.
Hergün okuduğumuz
Kureyş suresinde Allah (c.c); "onları açlıktan doyuran, korkudan emin
kılan şu Kabe'nin Rabbine ibadet etsinler" buyurur.
Gönül; kelime-i
tevhid'le, amel-i salihle beslenir mide de helal rızıkla beslenecek olursa o
insan dengeli olur.
Gönlü imanla ve amel-i
salihle besleyip mideye birşey vermeyecek olursanız basbas bağırır, feryadı
ayyuka çıkar, insanı rezilü rüsvay eder.
Rabbim; "sadaka
veren erkekler, sadaka veren kadınlar" diyerek buna özellikle dikkat
çekmiş. Yani sadakayı erkekler de, kadınlarda gücü oranında vereceklerdir.
Herkes Rabbim katında gücü oranında sorumludur.
Borç para verme
müessesesi eskiden çok güzel işlerrniş. Fakat paranın değer kaybetmesi
müslümanlar arasında borç para verme işlemini biraz aksatmıştır. Verenler
vardır. Günümüzde değeri kaybolmaması için borcu al tun üzerinden verebiliriz.
Borç para veren
insanların artırılmasında fayda var. Yani sırf sevaba girmek için sadaka
olarak ayırdığı bir parayı buna sevketse daha fazla sevaba girebilir.
Çünkü karz-ı hasende,
birde karşıdaki insanı çalıştırma vardır. Parayı almak üzere veriyorsunuz, o da
çalışıp ödemek durumuna girecektir. O ihtiyacını karşıladığında bir başkasına
da yardım edivereceksiniz.
Bu karz-ı hasen
müessesini Rabbim, Mekke'nin ilk dönemlerinden itibaren emretmiştir. Bunu
Medine'de nazil olan ayetlerde de tekrar etmiştir. Bu, çok önemli sosyal
dayanışma kurumlarından birisidir. İslam'ın bu kuralı keşke devlet eliyle
yaptırılmış olsaydı. Bu konuda Üniversite'deki bazı öğretim üyeleri de yazılar
yazmışlardır.[29]
19- Allah'a
ve peygamberlerine iman edenler, Rableri katında siddık ve şehidlerin ta
kendisidirler. Onların mükafatı ve nur'u vardır. Ayetlerimizi inkar eden ve
yalanlayanlara gelince onlar da cehennem yaranının ta kendisidirler.
Allah'a iman eden,
Peygamberlerine iman edenler. İşte onlar sıddıklardır. Kelimeler ne güzel ard
arda gelmişler. Bir önceki ayette "Mussaddik" kelimesi geçmişti,
burada ise "sıddik" kelimesi geçmektedir. İkiside s-d-k kökünden
gelmektedir.
S.D.K. harfleri bir
ayette; "doğrulamak" anlamına gelen kelimenin kökü, diğer ayette ise;
"sadaka vermek" anlamına gelmektedir. Evlilik esnasında kadına
verilen mihire de "Sadak" denir. Erkek kadına güvenini sunar. Sadaka
vermek de; kişinin inancım doğrulama hareketidir.
Yani Rabbimin
lütfedip, kişinin alın teri ile kazandığı, çok sevdiği malını mü'min kardeşini
daha çok sevdiğinden dolayı ona vermesidir. Buna da biz "sadaka"
diyoruz. Kardeşini daha çok sevdiğini tasdik etmiş Rabbimin emrine itaat
ettiğini doğrulamış oluyor. Sadaka, fiili olarak, imanını, inancım dostuluğunu
ve kardeşliğini tasdik etme işlemidir.
Sıddık; kalb ile iman,
dil ile tasdik edendir. Allah'a ve O'nun Peygamberine imam gönülden kabul eden
kişidir.
"Şehidler Rabbin
yanındadırlar" Sıddikler ve şehidler rabbin yanındadır diye de mana
verilebilir.
Şehidler;
mü'minliğini, imanını, doğruluğunu ve samimiyetini kanı ile yazan insanlardır.
"Şüheda"; şehid kelimesinin çoğulu olduğu gibi "şahid"
kelimesinin de çoğuludur. Şüheda, aynı zamanda yeryüzünde Allah'ın varlığına ve
birliğine şahitlik yapanlardır. Kelime-.i şehadet getirenlerde; şahidlerdir.
İşte bu şahitliği,
camilerde, meydanlarda, Üniversitelerde, kışlalarda karakollarda, tarlalarda,
fabrikalarda, meclislerde ve bulunduğu her yerde ilan edenler, şahidlerdir. Bu
şahitliğini, şehid kanıyla imzalayanlar da Rableri kalındadır.
Onların mükafatları
onlara aittir. Onlar için mükafat vardır ve onlar için -nur vardır. 12. ayette
geçtiği üzere onların nuru ahirette parlayacaktır.
Ayetlerimizi
yalanlayıp inkar edenlere gelince, onlar cehennem hal-kındandır.
Bütün insanlar şunu
bilsin ki, bu can bu dünyada kazandığı Üe ahirette değerlendirilecek.
Yaptıklarımızın karşılığını mutlaka göreceğiz. "Zerre kadar hayır işleyen
karşılığını görecek" diyor Allah (c.c.)
Öyleyse yalvarıyorum
size!, "canlarınızı cehennem'den koruyunuz." Bunu ben demiyorum Allah
diyor.; "Kûu-enfüseküm" "canlarınızı koruyun, ehlinizi
koruyun" yani eşinizi de koruyunuz. Kadınsa kocasını, erkekse hanımını
korusun. Çocuklarınızı, ananızı, babanızı kardeşlerinizi koruyunuz.
Bunlar bu dünyada
kendilerini bir yerden atacak olsalar yüreğiniz dayanmaz, kendilerini yakmaya
kalksalar Önce siz kurtarmak için atılırsınız. Öyleyse imansız olarak -Allah
korusun- bu dünyadan gidecek olurlarsa, ebediyyen cehennemde yanacakları yerden
onları kurtarmak için, niçin gayret göstermiyelim.
Dine, İslam'a karşı
yürüyüş yapanları, Kur'an'a karşı yürüyüş yapanları görünce gözüm yaşarıyor.
Yahu bu insanlar ateşe doğru nasıl yürürler diyorum.Bu dünyada
cezalandınlıp-cezalandınlmamaları hiç önemli değil. Bu insanlar eninde sonunda
ölecekler ve bir gün yaptıklarından hesap verecekler. Yahutta hesap
veremeyecekler. Güzelim tenleri, canlan, bakan gözleri, saçları yanmaması
gerekiyor.
Peygamberimiz nasıl
korunacağımızı, Kur'an'a göre kendi şahsında göstermiştir. Nasıl yaşanılacağım
göstermiştir. Kur'an ve Peygamberin hayatı da en ince teferruatına kadar bizim
için gelmiştir.[30]
20- İyi
bilinki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, aranızda öğünme, mal ve evlatta
çoğalma yarışıdır. Bitkisi çiftçinin hoşuna gittiği yağmur gibidir. (O bitki)
olgunlaşır, sen onu sapsarı görürsün. Sonra çerçöp olur. Ahirette şiddetli
azap vardır, Allah'dan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı aldanma metâ'ından
başka bir şey değildir.
îyi bilin ki şu dünya
hayatı bir oyundur, bir oyuncaktır bir süstür.1 "Süs"; hani bir
eşyanın üzerini süslersiniz, zaman içerisinde o süs yok olur gider. Bu dünyada
bir süstür ve geçicidir. Bir oyundur, oyunun da bir sonu vardır.
Deniz kenarında
çocuklar kumdan evler ve kaleler yaparlar, ikindiden sonra evlerine gelirken
kendi elleriyle evlerini ve kalelerini yıkarlar. Bu dünyada da herkes bunu
yapmıyor mu? 70- 80 sene kazanıyor, kazanıyor ve bir gün ölüm döşeğinde iken
elinin ucuyla itiveriyo^. Böylece kendi kalesini yıkıp bu dünyadan öbür dünyaya
inlikal ediveriyor.
Bunu söylerken, mal
kazanmiyalım demiyorum. Mal kazanacaksınız. Daha çok sadaka vereyim, daha çok
zekat vereyim, helalinden kazanayım, helalinden yedireyim, helalinden
dağıtayım, helalinden borç paralar vereyim diye kazanacaksınız.
Her gün medyadan
duyduklarımız, bizi her geçen gün, biraz daha kederli ve hüzünlü bir hayatın
içerisine atıveriyor.
Kurtuluş nedir? Tek
çare; Bunların yaydıkları haberlere kulaklarımızı tıkayalım, işimizi yapmaya
devanı edelim, Allah kelamına kulak verelim.
Rabbim diyor ki;
"îyi bilin, çok iyi anlayın ve çok iyi kavrayın, farkına çok iyi varın ki,
bu dünya hayatı; bir oyundan, bir oyuncaktan, bir süsten, insanlar arasında
birbirine üstünlük taslamaktan, mal ve ev-lad çokluğu yarışı yapmaktan başka
bir şey değildir."
Dünya ile ilgili kısa
ve özet bilgi bize verilmiş oluyor. Böylece bir oyun içerisindeyiz. Peki bu
kötüleniyor mu? Hayır Bu dünya hayatı bir oyun ve oyuncaktan ibarettir diyor.
Hepimiz oyun oynadık.
Herkes bu oyunun
içerisinde Hz. Musa, Fravun, Hz. Peygamber efendimiz, Ebu Cehil, şu andaki
mü'minler ve kafirler bu oyunun içerisinde. Ama biz iyi rolü üstlenmeye gayret
edeceğiz. Bu dünya sahnesinde oyunumuzu Rabbimin kuralına göre oynayacağız.
Kur'an-i Kerim, bu
dünya sahnesinde alacağımız rolün kurallarını öğreten bir kitaptır. Bu dünyada
dağlar bir dekor, yıldızlar bir dekor, denizler bir dekor, insanlar, hayvanlar,
böcekler birer oyuncaktır.. Bu dünyadaki rolünü Kur'an-ı Kerim'e göre oynarsa
ahirette daha büyük bir yere nakledilecektir.
Bu dünyada kötü rolü
seçenler, yani adam Öldürme, hırsızlık yapma, soygunculuk yapma, yalan söyleme,
iftira etme, Allah'a karşı gelme, puta tapma gibi rolü seçenlerde vardır. Bu
rolleri tercih etme iradesini Allah kullarına bırakmıştır.
Mal ve evladın çokluğu
ile birbirinize karşı övünme olduğunu, Rabbim bize haber veriyor.
Edebiyatımızda
"Darb-ı mesel"diye bir tabir vardır. Bu tabir edebiyatımıza Kur'an-ı
Kerim'den geçmiştir. Mesela yasin sure'sinin ikinci sayfasının başında
"vadriblehüm meselen" ibaresi geçmektedir.
Allah (c.c.) de bize
bir emir verir, bir yasak koyar, bir olay anlatır. Bunların bizim aklımızda
kalması için bizim gözümüzle gördüğümüz, elimizle tuttuğumuz yani
bildiklerimizden bir misal verir. Rabbim bize hep peygamberlerin hayatını örnek
verir. Anlatılmak istenen şey kişinin zihnine daha iyi yerleşsin diye.
Dünya, bereketli
yağmur gibidir. O yağmur yağınca çiftçinin hoşuna gider. "Küffar"
kelimesi çiftçi için kullanır. Ayrıca "küffar" "Kafir" kelimesinin
de çoğuludur. Allah'ı inkar edene de "Kafir" çiftçiye de
"Kafir" deniliyor. Niye? Çiftçide buğdayın danesini toprağın içine
gömdüğünden dolayı bu ismi alıyor.
Kafir dediğimiz
insanlarda; Allah'ı(c.c) gizleme, insanlara göstermeme, inkara ve yok sayma
tarafına gittiğinden dolayı kendilerine kafir denilmiştir.
Bereketli yağmurların
yağması, çiftçinin hoşuna gider. O bereketli yamurların bitirdiği nebat
çiftçinin hoşuna gider. Onlar dalgalanarak büyürler, kök salıp yukarıya doğru
fışkırırlar. Sonra onların sararmış ve çer çöp haline geldiğini görürsün. Biz
bunu göreceğiz. Bir bahar mevsiminde esen rüzgarlarla beraber toprağın bağrı
da ısınınca, kara toprak yemyeşil halıya dönüşüvermiş. Ama bu böyle devam
etmiyor. Yaz mevsimininde bir dekoru var ki sapsarı. Ekinler, yapraklar
sararmış. Derken güz mevsiminde hazan yapraklan dökülmeye başlıyor.
Allah (c.c.) ayetinde,
"sonra kırılmış çer-çöp haline gelivermiş" diyor. Daha önce zevkle
seyrettiğiniz o yemyeşil saha bir de bakmışsınız ki ayaklarınızın altında çer
çöp haline gelivermiş.
İnsanda öyle değil mi?
Baharımız dediğimiz çocukluk ve gençlik yıllarımızı yaşıyoruz. Sonra
rengimizde bir solma başlıyor, saçlarımızda bir ağarma başlıyor, belimizde
bükülme, başlıyor, direncimizde yok olma başlıyor, yukarıya doğru yükselen
boyumuz toprağa doğru eğilmeye başlıyor, geri dönmeye başlıyoruz, derken bir
gün toprağa geri dönüveriyoruz. Bu sahnede bizde bir rol üstleniyoruz. Biz bu
rolümüzü ahirete göre oynamalıyız.
Ahirette şiddetli bir
azab vardır. Ama ahirette Allah'tan bir mağfiret ve Allah'ın hoşnutluğu da
vardır. Yani ahirette yalnız azab yok. Ahirette Allah'ın rahmeti vardır,
mağfireti vardır, rızası vardır.
Dünya hayatı ise ancak
insanı aldatan bir meta'drr. İnsanların bu dünyada ebedi kalacağının hissini
veriyor. Herkes ölümün var olduğunu bilir. Çünkü ataları ölmüştür. Ama sanki
ölineyecekmiş gibi yaşar.
Bunu açıklamamız biraz
zorlaşıyor. Öleceğimizi biliyoruz, fakat yaşantımıza baktığımızda hiç
ölmeyecek gibi dünyaya bağlanıveriyoruz. Her an ahirete doğru gittiğimiz
aklımızdan çıkarmıyarak ticaretimizi, siyasetimizi, ibadetimizi, itaatimizi
dahi Allah'ın kuralına göre yapalım.
Zira her attığımız
adımdan, her tuttuğumuzdan, verdiğimiz ve aldığımızdan, doğduğumuz ve
sevdiğimizden, söylediğimiz ve söylemediğimizden hesaba çekileceğiz.[31]
21-
Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği gök ile yer genişliği gibi olan, Allah'a
ve peygamberlerine iman edenlere hazırlanan, cennete doğru yarış yapınız. Bu,
Allah'ın dilediğine verdiği bir lütufdur. Allah büyük lütuf sahibidir.
Rabbim bizi yarışa
sokuyor. "Allah'ın mağfiretine ve cennetine doğru koşunuz" diyor.
Allah'ın affına koşunuz derken, yarış yapınız anlamındadır. Cennete doğru
koşunuz.
"Yani hocam dükkanda,
dairede, kışlada üniversite de tarlada işimiz var bizim. Bu işlerimizi
bırakalım mı?" Hayır. Sabah namazınızı kılıyorsunuz, evinizden sağ
ayağınızla besmele çekerek çıkıyorsunuz, dükkanınıza doğru koşuyorsunuz ki, bu
cennete doğru koşmaktır.
Allah'ın dinin dünyada
bütün insanların gönlüne girmesi ve bu insanların ahirette yanmaması için,
gayret göstermek amacLyla, kışlalarınıza doğru koşuyorsunuz. Bu da, Allah
yolunda cennete doğru koşmak demektir.
Tarlanıza doğru,
helalinden azıklar üretip, insanların midesini helal rızıklarla doyurayım,
haramları yemesinler diye koşuyorsunuz. Buda cennete doğru koşmaktır.
O cennetin genişliği
gökler ve yer kadardır. Bazılarının hatırına şu gelebilir. "Hz. Adem'den
kıyamete kadar gelecek olan insanlardan cennetlik olanlar cennetin neresine
sığacaklar?" Rabbim diyor ki, "genişliği gökler ve yer
kadardır."
Gökler deyince, gökler
hakkında bildiklerinizi hatırlayın. Mesela filan yıldızın ışığı, dünyaya ışık
yılı ile 5 milyon yılda gelivermiş. Saniyede 300.000 km hızla gelecek ve 5
milyon yılda dünyaya ulaşacak. Bu gün bildiğimiz rakamlar bunu ifadeye
yetmiyor. İşte bu kadar mesafede olanlara gökyüzü diyoruz biz.
Allah bu cenneti kime
hazırlamış. Allah'a iman eden, ve de Peygamberlerine iman eden insanlar için
hazırlamış. Dikkat edin, "Peygamberlerine" iman edenler diyor. Yani
Hz. Adem'den, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e kadar gelen bütün peygamberlere iman
edenler diyor.
Son günlerde dünyanın
düşünürleri bir şeyi tartışıyorlar. Diyorlar ki, dünya tek çarşı haline
geliyor, tek köy haline geliyor. Hani köyün üst tarafında bir düğün olsa,
aşağıdakiler anında duyar. Köyün üst tarafında kavga olsa alt taraftakiler
yine duyar. Köyün bir tarafında bir cenaze olsa diğer taraftakiler anında
duyar.
Dünya da böyle bir
hale geldi. Hindistan'da yangın çıkmış ve kaç adam ölmüşse anında duyuyoruz.
Californiya'da rüzgar saatte 200km. esmiş ve evlerin çatılarını uçuruvermiş,
anında duyuyoruz. Dünya bu kadar küçüldü. Gitmek isteyince en fazla 24 saatte
varıyoruz. İleride bu daha da azalacak.
Telefonla
"alo" diyerek hemen anında görüşüp konuşabiliyorsunuz. Böylesine
küçülen bir dünyada neler olacak? Bunu biraz daha basitleştirirsek, yani
dünyayı bir apartmana benzetirsek, apartmanda bir budist, bir kominist, bir
yahudi, bir hırıstiyan, bir müslüman, bir ağaca tapan Afrikalı'olduğunu
farzedin. Bu apartmanın yönetimi nasıl olacak diye dünyanın siyasileri kafa
yorarlar. Bazılarının da buna aklı eriyor da, söylemeye dili varmıyor.
Gördükleri tek çıkar
yolun; "İslam'ın mesaj'ı" olduğuna akılları eriyor ama, dilleri bunu
söylemeye varmıyor. Akılları bu işe nasıl varıyor?
Hrıstiyanlar Hz.
İsa'dan, Hz. Adem'e kadar olan bütün peygamber-, lere, Yahudiler Hz. Musa'dan,
Hz. Adem'e kadar olan bütün Peygamberlere iman ediyorlar. Ayrıldıkları nokta
Yahudiler Hz. İsa'yı ve incili kabul etmemeye direniyor. Bunun gibi
Hrıstiyanlar da Hz. Muhammed'i ve Kur'an-ı kabul etmeme konusunda direniyorlar.
Fakat mü'minler öyle
değil. Mü'minler diyor ki; "Biz o tertemiz Meryem'den doğan İsa Mesih'e
iman ederiz. Allah'ın gönderdiği İncil'e iman etmişiz. "Kelimullah"
diye sevdiğimiz, Hz. Musa'ya ve Tevrat'a iman etmişiz ediyoruz."
Rabbim de bize diyor
ki, "İbrahim'in dinine, milletine davet et"[32]
İbrahim'in dininde birleşmek için davet etmemizi istiyor. Çünkü İbrahim'i
(a.s.) Yahudiler de, Hrıstiyanlar da sever ve bütün dünya insanı da ibrahim
(a.s.) tanırlar. Dünya insanın ibrahim (a.s.)'a bir muhabbeti vardır.
Birleştirici kelimeler bizim, yani müslümanların elinde. O kelimeler de
Allah'ın Kitabı'ndadır.
Bu, tarihte yaşanmış.
Biz Viyana'ya kadar olan bölgede Hrıstiyanlan İsam'm adaleti içerisinde
barındırmışız. Yahudileri bu güne kadar himaye etmişiz. Çünkü iman denen şeyin,
gönül işi olduğunu Rabbim bize bildiriyor. İnsanın basma tabancayı dayayıp da
dine döndürülmesin! yasaklıyor dinimiz.
Zira iman; dil ile
ikrar, kalp ile tasdiktir. Asıl olan kalp ile tasdiktir. Kalp ile tasdik ise
bir gönül işidir. Onun için insanı ilişkilerde, hukuki ilişkilerde, siyasi ve
sosyal ilişkilerde bütün dünya insanına Örnek olabilecek, model olabilecek olan
mü slü m anlardır.
Bunu müslümanlar
Bosna'da gösterdi. Bosna'da bütün dünya siyasileri, askerleri ve gazetecileri
bunu gördü.
Bunu bir Alman
gazeteciden dinlemiştim. "Bosna'da Sırpların elindeki müslüman esirlere
sırplar hayvanca muamele ediyorlar, ama müslümanların elindeki esirlere
müslümanlar insanca muamele ediyor-lar."diyordu.
Yani evini yakmış,
çocuğunu öldürmüş sırbı esir ettikten sonra güzel bir yere almış yemeğini
veriyor, yatağını veriyor orada esir tutuyor.
Biri niye esirine
düşmanca muamele ediyor da, diğeri iyi muamele ediyor? Cevap, birisi müslüman,
birisi hnstiyan da ondan. Batılı insanlar bunu biliyor ama bunu açıkça
söylemiyor. Ancak bu insanlar geri zekalı değil, işin inceliğinin farkındalar.
Peki Boşnaklar niye esirlerine iyi davranırlar? Onlar kültür olarak Kur'an'dan
bir ayeti hayatlarına yerleştirmişler. "Mü'minler fakirlere, yetimlere ve
esirlere yiyeceklerinin en güzelini yedirirler." (İnsan 8) Artığını,
kokmuşunu değil. Kendisinin yiyeceğinden yedirirler. .
Allah ve Peygamberlere
iman edenlere hazırlanmıştır o cennet. Bu Allah'ın lütfü keremidir, O cenneti
dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.
Bu yolda ayağımıza
diken batar veya eli silahlı biri karşımıza çıkar sa ne olur? İbrahim (a.s.)
gibi yakmaya kalkarlarsa ne olur? Yusuf (a.s.) gibi hapse atarlarsa ne olur?[33]
22-
Yeryüzünde ve nefislerinizde bir musibet gelmişse, biz onları yaratmadan önce
bir kitapda (yazılmış) dır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır.
Bu, yeryüzünde ve
sizin iç dünyanızda size isabet eden ve başınıza gelen herhangi bir musibet,
Allah'ın sizi daha yaratmadan önce kitabında yazdığıdır.
"Yazılanlar gelir
bu garib başa" diye başlayan eski bir türkümüz var. Aslında yanık
türkülerimiz dahi bir Kur'an ayetinin yanık bir şekilde türkçeleştirilmiş
halidir. Ayette; "Deki; bize ancak yazılanlar gelir. O bizim
mevlamızdır" buyrulur.
O bize neyi vermişse
biz ona razıyız. Geçmişte biri; "Narında hoş, nurunda hoş" demiş. Ama
çok değerli bir zatta, "nurunda hoş, nurunda hoş" demiş, Yani narını
verme ya Rabbi. Gerçi bela ve musibetler de gelse biz sabretmeye çalışırız ama
senin nurun daha hoş ya rabbi diyerek, bize imtihanı kaybettirecek bela ve
musibetler verme, niyazında bulunuyoruz.
Biz başımıza gelenlerin
Allah'tan geldiğini bileceğiz ve yolumuzda yürüyeceğiz Bütün bunları yapmak
Allah'a gayet kolaydır.[34]
23- (Her
şeyi yazdı) Ki, kaybettiğinize yerinmeyesiniz, size verdiklerine de
sevinmeyesiniz. Allah kendini beğenen, çok öğünen kimseleri sevmez. Yunus'un
bu ayeti şiir haline getirdiği bir beyiti vardır.
-Ne varlığa sevinirim.
-Ne yokluğa yerinirim.
-Aşkın ile avunurum.
-Bana seni gerek seni.
Verende O. alan da O.
Biz helalinden kazanmak, helalinden bilgi edinmek, helal yollarda yürümek,
temiz bir hayatı yaşamak için Allah'ın koyduğu kurallara uymaya çalışacağız.
Allah kibirlileri ve
etrafına hava atanları sevmez.[35]
24- Onlar
cimrilik yaparlar ve insanlara da cimriliği emrederler. Kim (Allah'ın
emirlerine) sırt dönerse şüphesiz Allah zengindir, öğülmüştür.
Cimriliği emretmenin
yolu çok çeşitlidir. Biri çıkıpta size televizyon ekranından cimri olunuz,
yoksullara yardım etmeyiniz demiyor. Ama alınan kararla Türkiye genelinde
insanlar birbirlerine yardım etmeyi bı-rakıveriyorlar.
Kim Allah'ın dininden
yüz çevirir ve dönerse şüphesiz Allah kimseye muhtaç değildir. Allah zaten
kendi zatıyla övülmüştür. Allah ganidir. Yani kimsenin ibadetine, itaatına
muhtaç değildir. Bütün bunlara muhtaç olan biziz.[36]
25- Yemin
olsunki, insanlar adaletle ayakta dursunlar diye, Peygamberlerimizi apaçık
delillerle gönderdik ve yanlarında kitap ve (adalet) terazisini indirdik.
Demiri de indirdik. Onda (demirde) şiddetli bir sertlik ve insanlar için
faydalar vardır. Allah'a ve peygamberlerine gıyaben (görmediği halde) kimin
yardım edeceğini belli etmek için (bunları indirdi). Şüphesiz Allah güçlüdür,
galiptir.
Apaçık delillerle
peygamberler gönderdik, onlarla beraber kitap gönderdik,. Peki kitabı ve
peygamberleri niye göndermiş?!! İnsanlar adaletle ayakta kalsınlar, adaleti
ayakta tutsunlar diye.
Yeryüzü adalet
terazisiyle ayakta duruyor. İlim adamları dünyanın görüntüsünü milimetrik
hesaplarla inceleyip bize bildiriyorlar. Gök yüzündeki yıldızların
yörüngelerini hesab edip bize bildiriyorlar.
Bu yıldızlar
birbirlerine çarpmadan, dünya kurulalıdan beri yörüngelerinde devam ediyorlar.
Bütün bunlar adaletle yerinde duruyor.
Allah (cc) bunu Rahman
suresinde bize bildiriyor. Gök yüzü bir terazi, ölçü üzerine, yeryüzü de bir
ölçüye göre yaratılmış. Peki insanlar başıboşmu bırakılacak? Hayır. Bu
yeryüzünde annenizie-babamzla, eşinizle, çocuğunuz, komşularınızla ve
akrabalarınızla, ve bütün insanlarla, neyi nasıl yapacağınızı öğretmek üzere,
Allah kitabını indirmiş.
Adalete uygun hareket
etmeyenler olurmu? olur. Bu her toplumda ortaya çıkar. Onların da terbiye
edilmesi için Allah "demir'i indirdiğini" ifade ediyor.
Demir! Demir'e
dikkatimizi çekiyor. Kur'an'a dikkatimizi çektikten sonra demire dikkatimizi
çekiyor. Demir kılmçtır, tüfenktir, uçaktır, gemidir, trendir, uydudur.
Yani demir, insan
oğlunun güç ve otoritesini temsil eden şeydir. Yani hem Kur'an-ı hayatımıza çok
iyi tatbik edeceğiz, hem de demiri çok iyi kullanmasını bileceğiz.
"O demirde
insanlar için bir çok faydalar vardır diyor" Allah (c.c.) Faydalarını
saymıyor. Fakat bir çok faydalar vardır diyor. Şu anda keşfedilen faydalan
olduğu gibi, daha sonraki teknolojinin demirden neler yapacağını göreceğiz.
Bütün bunları Allah
bize niye veriyor? Allah kulları, arasından kendi dinine ve peygamberlerine
yardım edenleri ortaya çıkarmak için. Bunu kendi biliyor. Bizim bilmemiz için
bunu yapıyor.[37]
26- Yemin
olsunki biz Nuh'u ve İbrahim'i Peygamber olarak gönderdik. Peygamberliği ve
kitabı onların zürriyeti içinde kıldık. Onlardan bir kısmı hidayeti buldu, bir
kısmı da yoldan çıktı.
Biz daha önce Nuh'u ve
İbrahim'i peygamber olarak göndermiştik. Onların nesillerinden Peygamberler
çıkarmıştık. Yani Nuh (A.S.)'m neslinden , İbrahim (A.S.)'ın neslinden
Peygamberler çıkarmıştık.
Onlara kitap
vermiştik. O gelen nesillerden ise bir kısmı Allah'a iman edip hidayete
ulaştılar, doğruyolu buldular. Bir kısmı ise Allah'a itaatten dışarıya
çıktılar;
Yani Rabbim bize
Peygamberimizi göndermiş. Ona iman edenler var, iman etmeyenler var. Bu olay
yeni mi? Hayır Nuh (A.S.) gönderildi halde O'na iman edenler olduğu gibi,
etmeyenler de oldu. İbrahim (A.S.)'a ve O'nun neslinden olan İsmail, İshak,
Yakup, Yusuf (AS.) gibi peygamberlere de iman edenler oldu, iman etmeyenler de
oldu.[38]
27- Sonra
onların izleri üzerinde, ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Arkalarından
Meryem oğlu İsa'yı gönderdik. O'na İncil'i verdik. O'na uyanların kalplerine
şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince; biz onu onlara
yazmadık. Allah'ın rızasını aramak için yaptılar. Fakat buna da hakkıyla riayet
edemediler. Onlardan iman edenlerin mükafatını verdik. Onların bir çoğu ise
fasıktır.
Sevgili
peygamberimizin bu konuda çok şiddetli hadisleri var.
"Sünnetimizde
olmayanları yapanların yaptıkları reddedilmiştir" diyor Peygamberimiz.
"Allah'ın
kitabında, Rasülü'nün sünnetinde olmayan şeyleri, Allah böyle diyor, Peygamber
buyuruyor" gibi sözler söyleyip uydurmak, cehennemde yer hazırlamak
demektir.
Allah'ın ve
Peygamberinin emretmediklerini yapın diye emredenler de bu bid'atı işlemiş
oluyorlar.
Değerli müfessirlerimizden
Ebu'1-Ala el-Mevdudi, Batılıların kitaplarında mevcut olan, onların
büyüklerini anlatan bazı olaylar anlatıyor! Eserinde kaynağını da vermiş.
Bir tanesini şöyle
anlatıyor. "80 sene yaşadı bu papaz, sırtına bir damla su değdirmedi. Yani
"bu dünya nimetleri geçicidir, ben ise cenneti istiyorum" diye
sırtına bir damla su değdirmedi" Buna benzer bir çok hikaye anlatıyor.
Hasan-ı Basri
zamanında da müslümanlardan bir tanesine yemesi için paluze arzedilmiş,
"Ben yemem efendim" demiş. Hasan-ı Basri hazretleri; "Neden
yemiyorsun?" demiş. "Efendim nefsimin isteklerini kendime yasakladım
da ondan" demiş. Hasan-ı Basri de; "Öyleyse bundan sonra su içme,
çünkü su paluzeden daha tatlıdır. İnsan vücudu onu daha çok ister" diyerek
cevap vermiş.
Allah ve Rasülü'nün
haram kıldıklarının dışında, her şey bize helal kılınmıştır. Buradaki ince
nokta şudur. Helal olan şeylerden bazılarını yemeyebilirsiniz.
Mesela birisi domatesi
yemez. Bu günah değil, ama "yenmez, ben nefsime haram kıldım" demek,
bir bid'atı ortaya çıkarmaktır. Bazı insanlar et yemez, yemeyebilir. Bu günah
da değildir. Ama "et yenmez" demek günahtır.[39]
28- Ey iman
edenler! Allah'tan sakının ve Peygamberine iman edinki, size rahmetinden iki
kat versin, kendisiyle yürüyebileceğiniz bir nuru sizin için kılsın ve sizi
afvetsin. Allah afvedicidir, merhamet edicidir.
29- Ehl-i
Kitap, Allah'ın lütfundan hiçbir şeye güçlerinin yetmeyeceğini, lütfün Allah'ın
elinde olduğunu ve onu dilediğine vereceğini bilmezlik etmesinler. Allah büyük
lütuf sahibidir.
Ey iman edenler! Allah'tan
sakınınız, peygamberine iman ediniz ki, Allah size rahmetinden mükafatınızı iki
kat versin ve size bir nur halketsin ki, Onunla yürüyesiniz
Nurumuz Kur'an-ı
Kerim'dir. Bütün bunlar şunun içindir Kafirler bilsinler ki; Allah'ın lutfu
kereminin üzerine kafirlerin hiçbirinin gücü yetmez. Lütuf Allah'ın elindedir.
Allah dilediğine verir, Allah büyük lütuf sahibidir.[40]
[1] Sebe 10-11
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/361-363.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/363-364.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/364-365.
[5] Rahman 27
[6] Bakara 88
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/366-370
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/371.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/371-372.
[10] Müslim selam 154
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/372-373.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/373-374.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/374-376.
[14] Tevbe 111
[15] Ali imran 26
[16] Sebe 39
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/376-382.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/382-383.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/383-384.
[20] Müslim Birr 56
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/384-386.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/386-387.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/387-388.
[24] Enfal 2
[25] Cuma 5
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/388-390.
[27] Fussilet 34
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/390-391.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/391-393.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/393-395.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/395-398.
[32] Bakara 135
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/399-402.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/402-403.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/403.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/403-404.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/404-405.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/405-406.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/406-407.