Mekke döneminin
ortalarında nazil olmuş bir sûredir. 96 ayettir.
Kur'an-ı Kerim'in
kendine has bir üslubu var. Mekke döneminde nazil olan ayet-i kerimelerin
ağırlığı, imani konulardır. Allah inancı, ahiret inancı, peygamber inancı veya
peygamberler inancı, Meleklere, Kitaplara iman konusunda ayetler nazil oluyor,
yardımlaşma ile ilgili ayet-i kerimeler nazil oluyor.
Mekke'îi müşrikler bizim
ilkokulda öğrendiğimiz gibi geri zekalı insanlar değil. Yalnız Mekke'nin
değil, bütün dünya insanına Allah (c.c.) fıtratta bir akıl vermiş, o aklı onlar
kendi çıkarları doğrultusunda, bir kısmı çok iyi bir şekilde, bir kısmıda çok
kötü bir şekilde kullanıyor.
Allah'a iman etmenin
karşılığında, kendilerinden neler götüreceğini az çok tahmin ediyorlar. Yani
kendi çıkarlarının zedeleneceğini biliyorlar.
Ebu Cehil, göklerin ve
yerin Allah tarafından yaratıldığını biliyordu. Bu konu Kur'an-ı Kerim'in bir
çok yerinde tekrarlanır. "Onlara sorsan; gökleri yeri kim yarattı? desen
"Elbette Allah yarattı" derler.[1]
Yani Ebu Cehil ve onun
çevresindekiler, sevgili peygemberimize karşı mücadele veren bu imansızlar
grubu, göklerin ve yerin Allah tarafından yaratıldığını biliyorlardı.
Ama onların kabul
etmedikleri şey; "Göklere ve yere Allah hakim ama, bizim hayatımıza
Allah'ı hakim kılmayacağız." Bunun mücadelesini veriyorlardı. İşte
"Vakıa" suresinde de buna değiniliyor.
Allah (c.c) devam eden
ayetlerde; "ana rahmine düşen çocuğu siz mi büyütüyorsunuz biz mi
büyütüyoruz?" "toprağa attığınız bir daneyi siz mi bitiriyorsunuz,
biz mi bitiriyoruz?" "Gök yüzünden yağan yağmurları, siz mi
indiriyorsunuz, biz mi indiriyoruz? sorusunu soruyor.
Yani bütün bunları ki,
ana rahmine atılmış meninin orada büyümesi, dünyaya gelmesi, sonra büyüyüp
delikanlı olması, sonra kamburlaşıp tekrar toprağa doğru geriye gitmesini
sağlayan kim? Bütün bunlarda hiç kusuru olmayan Rabbim, sizin yönetiminiz
konusunda mı kusur edecek?
Siz fiziki hayatınızı
Allah'a teslim ediyorsunuz da, sosyal hayatınızı niye teslim etmiyorsunuz?
Kanımızın dolaşması, kalbimizin atması, beynimizin çalışması, tırnağımızın
büyümesi, saçımızın dökülmesi veya beyazlaşması veyahutta uzaması gibi
bedenimizin yönetimi bizim elimizde değil.
Bütün bunlar Rabbimin
koyduğu kurallar içerisinde büyüyor, gelişiyor ve yetişiyorlar. Buna müdahale
etmiyoruz. Rabbimize şöyle bir şey demiyoruz; "benim saçıma, kanıma,
kalbime karışma." Öyleyse sosyal, siyasal, hukuki hayatımızın her türlü
insani ilişkilerimizin, aynen tabiattaki kanunlar gibi, düzenli bir şekilde
çalışması için indirmiş olduğu Kitabı Kur'anu'l Hakim'e niye karşı olalım?
Karşı olmamamız için
ve bir gün bunlardan hesap vereceğimizi hatırlatmak üzere Allah (c.c);[2]
1- Olacak
(kıyamet) olduğu zaman,
2- Onun
oluşunu yalanlayacak olmaz.
3- (O)
Alçaltan ve yükseltendir.
4- Yer
sarsıldıkça sarsıldığında,
5- Dağlar
parçalandıkça parçalandığında,
6- Dağılmış
toz naline geldiğinde,
7- Siz üç
sınıf olduğunuzda,
Diyerek Allah (c.c) ayetlerini
bize indirmiş. Ve dehşetli bir günün mutlaka meydana geleceğini ve onun meydana
gelmesinin yalan olmadığını ve o dehşetli kıyamet gününün, bir kısım insanları
alçaltacağını bir kısım insanları da yükselteceğini ifade ediyor.
Bu dünyada malına mülküne,
unvanına, rütbesine, arabasına, uçağına, elindeki sahip olduğu imkanlarına
güvenerek, kendini yükseklerde görerek Allah'a(c.c) başkaldıranlar, o gün
aşağılara iniyor.
Fakat bu dünyada,
dünyevi imkanlardan mahrum olduğu için altta kabul edilen, aşağı kabul edilen,
ama izzeti nefsini aziz olan Allah'a imanla yücelten insanların da o gün
yükseltileceğini Allah (c.c) bize haber veriyor.
Bu dünyada mali durumu
yerinde olduğu halde, Allah'a iman eden insanlar da bir kısım insanlar
tarafından aşağılanıyor. Diyorlarki; "adam'ın hem dünya işlerine aklı
eriyor, hem de Allah'a iman ediyor." bazıları da; "Adamın
uluslararası ticarete aklı eriyor, güzel para kazanıyor ama hala peygambere
iman ediyor, Kur'an'a iman ediyor. Bu anlaşılir bir şey değil" diyerek hayretler
içerisinde kalarak, bu inançlı insanları aşağılamak istiyorlar.
Allah(c.c) ise, bu
dünyada aşağılarda görünen mustez'âfların yukarılarda görüleceğini, bu dünyada
Allah'a isyan ederek kendini yükseklerde zannedenlerin ise o gün
alçaltılacaklarını haber veriyor.
Burada, şöyle bir
yanlış anlaşılma olmasın: Bu dünyada kafirler hep yükseklerde yaşayacaklar,
yükseklerde olacaklar anlamı çıkmasın. Çünkü Kur'an-ı Kerim'in genel havasına
baktığımızda, bir çok ayetinde Allah (c.c.) bize şu mesajı veriyor;
"Dünyada da izzeti siz (mü'minler) kazanabilirsiniz" Zaten mü'min
Allah'a iman etmekle izzeti kazanır. Maddi olarak da dünyanın nimetlerinin
dağılımını Allah mü'minlerine veriyor.
Sevgili Peygamberimize
bu nasib olmuştur. 13 yıl gibi çok kısa bir Mekke hayatı ve 8 senelik Medine
hayatı (Mekke'nin fethine kadar) neticesinde insanlar, Arap yarımadasında
sevgili peygamberimi-zin(s.a.v.) adaleti içerisinde mutlu bir hayatı
yaşamışlar. Daha sonra kısa bir süre içerisinde, Hz. Ömer zamanında
Azarbaycan'dan Mısır'a kadar, sonra Osmanlı devrinde Yemen'den Viyana'ya kadar
insanlar islam'ın adaleti içerisinde yaşamışlardır.
Bu konuda güzel bir
olay anlatılır; "Hz. Ömer zamanında Kudüs fethedilmiş ve Kudüs'ün
anahtarları Papaz tarafından Hz. Ömer'e teslim edilmek istenmiş. Hz. Ömer'de
almaya gelir. Tabi Hz. Ömer'in Kudüse gelişi dünya siyaset adamlarına bir mesaj
niteliğindedir."
Bir sohbet esnasında
papazın biri Hz Ömer'e şöyle söyler; "Ya Ömer senin dünyaya meyletmeyen
biri olduğunu duymuştuk, zahid bir insan olduğunu duymuştuk.!" !
Hz, Ömer'de;
"Öyle olmaya çalışıyoruz" demiş. Papaz "Peki ama, Öyleyse
buralarda ne işin var. Mekke ve Medine yetmedimi de Kudüs'e kadar
geldiniz" der. Hz. Ömer cevaben; "Biz zahid olmaya çalışıyoruz, ama
zahidlik dünyayı kazanmamak anlamında değildir. Dünya Allah'ın mülküdür.
Allah dünyadaki bu
mülkünün kendi kuralları içerisinde yönetilmesini istemektedir. Ve ben
yeryüzünde, bir hurma danesinin dahi insanların boğazından haksız yere
geçmesini önlemekle emrolundum. Bu nimetler bu insanlar ve hayvanlar için
yaratılmıştır. (Ayette insanlar ve hayvanlar için yaratılan nebat diye
bahseder.) Herkes hakkı olanı yiyecek. Kimse haksız yere boğazından birşey
geçirmeyecek. Ben bunu sağlamakla görevliyim. Kendim yemek için gelmedim.
Kendime almak için de gelmedim. Kendime toplamak için de gelmedim." diyor.
"Ama Kudüs'te ve
dünyanın öbür tarafında, Allah'ın mülkünden olan bütün bu yiyecekler, içecekler
ve giyecekler, Allah'ın kullarına adalet içerisinde dağıtılacaktır. Biz buraya
bunun için geldik" der."
Böyle bir inançla
yürüyecek olursak, dünya insanına bizde bu gayemizi Hz. Ömer'in dili gibi
açık, net, tavizsiz, dolaysız, riyasız ve gösterişsiz bir şekilde anlatacak
olursak, karşıdaki insan ister papaz olsun, ister Haham olsun, ister Budist
Rahibi olsun, ister Amerikan devlet başkanı olsun etkilenecektir.
Çünkü bütün bunlar,
insan yüreği taşımaktadır. İnsan yüreği ise, her toprağın bir daneye gebe
kalabildiği gibi, samimi kelimelere, karşı hamile kalabilir ve oradan çok güzel
fikirler, çok güzel inanç fışkırabilir. Bu da İslam'ın inancı olabilir. Yani
dünya insanı bir bekleyişin içerisindedir.
Yani bir ses
beklemektedir. O ses de bizim sesimiz olacaktır. Bizim sesimiz derken şahsımıza
ait bir ses değil, bütün kainatı yaradan Allah'ın(c.c) kelam'ı Habisidir.
Bazıları, "Biz ilahi kelam istemiyoruz" desede, Kur'an-i Kerim
onlara da rahmet olacaktır.
Yağmur yağarken kuşlar
bir oyana bir bu yana koşarlar. Bazıları sevincinden koşar, bazıları ıslanmamak
için koşar. .Ama o yağmur bütün kuşlara, bütün çiçeklere, bütün böceklere,
bütün bitkilere, bütün ağaçlara ve bütün denizlere bir rahmettir.
İşte Kur'an'ın
ayetleri de rahmet ayetleri gibidir. Bir çok çiçeklerin açmasına rahmet
ayetlerinin vesile olduğu gibi, Ona yüreklerini ve gönüllerini açanlara rahmet
olur ve bu rahmet ayetleri ondan kaçanları da yumuşatır.
Hz. Ömer'in İslama
gelişinde olduğu gibi; O Ömer ki, sevgili Peygamberimizi öldürmek ve Kur'an'zn
kaynağını kurutmak üzere geliyor. Ama "Taha Ma enzelna aleykel- Kur'an'e
liteşka" ayetleri yağmur damlaları gibi yüreğine inince, Mekke'nin o en
katı kalpli insanı; "ben Kur'an'a geçit vermem, Muhammed'e fırsat
vermem" diyen adamın yüreğini yumuşatıveriyor.
Bu günlerde Kur'an-ı
Kerim'i çokça okuyalım. Hatta Kur'an'a karşı kulaklarım kapatanların yanında
biraz daha çok okuyalım. Çünkü insanlar yürek taşımaktadır. Allahfc.cJ için,
Peygamberimiz; "Allahümme ya mukaîiihel-Kulub" "Ey kalpleri
evirip çeviren Allah'ım" veya Buharide geçen bir başka rivayette "La
ve mukallibel-Kulub" "Hayır Kalbleri evirip çeviren Allah'a yemin
olsunki" buyurarak; kalplerin Allah'ın elinde olduğunu bize göstermiştir.[3]
Kalp taşıyan, yürek
taşıyan insanların, her an Kur'an'a gönül vereceği ümidini taşıyacağız ve
insanlara şunu hatırlatacağız: "Bakınız! Kıyametin kopması yakın veya uzun
olabilir ama kendi kıyametimiz kopacak, bu kesin çünkü ölüm her an gelebilir.
Annen gitti, baban gitti, deden gitti, Nereye gitti? bittiği yere gitti. Kabrin
öbür tarafına gittiler. Gidipte gelen yok, haber veren de yok.
Ama insanları, bu
dünyaya getiren, götürei) Allah (c.c.) diyor ki; "Kabrin öbür tarafında da
hayat var." Bir gün insanlar toplanacak, bu dünyanın kıyameti de kopacak.
"Yeryüzü
sarsıldığında, dağlar toz toprak oluverdiğinde ve toz olup havada
savruluverdiğinde." Hani rüzgar eserde, yerdeki tozu havaya götürür ya,
işte dağların o hale geldiği bir an olacaktır.
Deniz kenarlarında
dağlara doğru saraylar, villalar yapanların! Bir gece ayağının altındaki
toprağın kayıverdiğini, hayal etmesi bile uykusunu kaçırır. İşte Allah (c.c.)
bunu hatırlatıveriyor bize. Birgün bütün dünya kayıverecek, güneş
dökülüverecek, yıldızlar kuruyup dökülüve-recek, param parça oluverecek.
Ne zaman gelecek? Onu
bilmeyiz. Onu sevgili Peygamberimiz, -Rabbimiz ona bildirmediği için
bildirmemiş. Hiçbir insanın da bunu bildirme imkanı yoktur. Bir insan çıkıpta,
"kıyamet falan gün kopacak" diyorsa, yalan söylüyordur. Ama yaklaştı
diyebilir. Bunu herkes söyleyebilir. Çünkü Kur'an bunu söylüyor. ," O gün
insanlar üç guruba ayrılacak.[4]
8- (Birinci
sınıf) Sağın adamları. Bu sağın adamları ne (mutlu).
9- (İkinci
sınıf) Solun adamları. Solun adamlarına ne yazık.
10- (İman ve
amelde) öne geçenler (Üçüncü sınıf)
"Ashabul-Meymene":
tabiri "Sağduyulu insanlar" diye terceme edilebilir. Bazı meallerde
"sağcılar" diye terceme edilmiş. Aslında bu kelime iyilik ve
güzellik taraftan manasına geliyor. İyilik ve güzellik tarafında olanlar da,
Hz. Peygamber'e tabi olanlar ve Kur'an-ı Kerim'e uyanlardır.
"Ashabıı'l-Meş'eme":
tabiri ise, hep uğursuzluk, kötülük, iyi olmayan şeyleri yapanlar, düşünenler
anlamına gelmektedir.
Son dönemde siyaseten
insanlara "sağcı" ve "solcu" diye isim verildi. Sağcı ve
solcu kelimesiyle, Kur'an'daki bu ifadelerin alakası yoktur. Çünkü dünya
siyasetinde "sağcılar" Amerikayı tutanlar, "solcu-lar"da
Rusya'yı tutanlar olarak yer etmişti.
Hatta bir zamanlar
(şimdi söylenmiyor) Lübnan'da çatışmalar olurken; "sağcı Hrıstiyanlar ile
solcu Müslümanlar çarpışıyor" diye haberler verilirdi. Yani oradaki
müslümanlar güya Rusya taraftarıymış, Hrıstiyanlar da Amerikan taraftarıymış.
Kur'an-ı Kerim'in
sağcılar ve solcular diye kullandığı tabir, inananları ve inanmayanları ifade
etmek içindir. Yani Kur'an-ı Kerim dünya insanını ikiye ayırıyor; inananlar ve
inanmayanlar
İnananları, İslam'a
inananlar olarak kabul ediyoruz. İnanmayanları ise; Ehl-i Kitap olanlar ve de
Ehl-i Kitap olmayanlar diye ayırıyoruz.
Önde gidenler; Her
türlü hizmetin önünde bulunanlar. Maldan cömertlik yapılacaksa en öndeler,
candan cömertlik yapılacaksa en Öndeler. Vakitten cömertlik Yapılacaksa en
öndeler. İslam'a girmede en öndeler. İslam'a hizmette en öndeler.[5]
11- İşte
bunlar (Allah'a) yaklaştırılanlar.
12- Naim
cennetlerindedirler.
13- Çoğu
öncekilerden,
14- Birazı
da sonrakilerden.
İşte bunlar Allah'ın
yakınlarıdır. Allah'a yaklaştırılmış insanlardır. Yani Allah (c.c.) onları
kendisine yakın kabul etmiştir. Türkçe'de bunu ifade eden tabirler kullanırız.
Filanın yakınları, Cumhurbaşkanının yakınları, Başbakanın yakınları diyoruz.
Bunu söylerken ne demek istiyoruz? Yani onlar, oranın yakını oldukları için
birçok işlerini halletmiş demektir.
Biz asıl kimin yakını
olalım? Bu dünyada yakını olduğumuz insanlara, Rabbim birgün bir hastalık
veriyor, O hastalığa da çare bulunamıyor. Onun kendisine faydası yokki sana
faydası olsun Gerçi bazı faydalarının olduğu muhakkak. Fakat neticede ya o
ölüyor, ya da biz ölüyoruz, böylece iş bitiyor.
Dünya da yakın olmanın
insana verdiği haz ve lezzet sınırlıdır. Adam kırkma kadar, evim olsun, işim
olsun, eşim olsun, aşım olsun diye çalışıyor. Biriktirmek için fazla yiyemiyor.
Tam herşeyi artırmış olarak yeme içme çağma geldiğinde de hastalıklar başlıyor.
Doktora gittiğinde doktor; "tatlı yemiyeceksin, yağlı yemiyeceksin, tuzlu
yemi-yeceksin" diyor. "İyi bir ev yapmışsın ama balkonunda oturmayacaksın,
üşütürsün !" diyor.
Bu dünyada, "ben
dünyamdan razıyım" diyenler iç dünyalarında bunu onaylamıyorlar. Binlerce
sıkıntı onların beraberinde. Onun için sıkıntısız yaşayan yok. Sıkıntısız bir
hayat ahirette var.
Bu dünyada imanları
yüreklerine yerleşmiş ve hücrelerinde imanları çiçek açmış insanlar, biraz
olsun bu dünyanın sıkıntılarını atmış olanlardır. Bu özelliğe sahip olan
insanlar, ellerinden kaçana üzülmezler, ellerine geçene sevinmezler. Yunus
Emre'nin dediği gibi; Yarabbi!
-Ne varlığa sevinirim
-Ne yokluğa yerinirim
-Aşkın ile övünürüm,
-Bana seni gerek seni;
Diyenler mukarrabinden
olabilecek insanlardır. Onlar Öncüdürler. (Yumıs'un bu şiiri, Hadid suresinin
23 ncü ayetinin türkce tercemesi gibidir.)
Şu anda Türkiye'de ve
Dünya'da İslâmî hizmetler yapan çok çeşitli insanlarımız var. Öncülük
yapıyorlar. Allah onların hepsinden razı olsun. İtalyan parlementosunda, Alman
parlementosunda insanları tanıyıp, onlara islam'ı anlatan insanlarımız var.
Avrupa'da bir ay
müddetle kaldığımda görmüştüm. Starzburk'taki Avrupa parlementosundaki üyelerle
ilişki kuran tüccarlarımız var bizim. Ekonomik olarak üstünlük sağladığından,
karşı tarafta buna boyun eğmek zorunda kalıyor. Bunlar öncü kuvvetlerimiz
bizim. Kur'an'da övülen öncülerdir bunlar. İnşallah bunlar mukarrabun'dan
olurlar.
Onları sevdiğimiz
için, Rabbim bize de; haydi onlarla birlikte gidin, siz bunları seviyordunuz
der İnşallah. Battal Gaziyi seviyoruz. Neden? Çünkü o, bütün kafir
ülkelerindeki insanlar iman etsinler, onlarda yanmasmlar diye itfaiye erinden
daha fazla koşturan insandı. Biz Halid b. Velid'i seviyoruz Cebel'i Tarık'ı
geçen Tarık b. Ziyad'i seviyoruz.
Avrupa insanı kafir
olarak ölmesin ve bu insanlar müslüman olsun, ahirette yanmasın diye denizi
aşıp, Avrupaya ulaşan öncüler bunlar. Bunları sevdiğimizden dolayı inşallah
Rabbim bize; "siz onları seviyordunuz, haydi sevdiklenizle beraber
olun" deyiverir.
Allah (c.c), hesapları
şöyle kolayca görülür ve sevdiği insanların yanma giderler, döndürülürler
diyor. Sevdiklerimiz hep İslam'a hizmet edenler olsun.
Bu günlerde buna biraz
daha fazla ihtiyacımız var. Şöyle bir ara işinizi bırakın. Durun ve dinleyin.
Bu günlerde müslümanlar birbirlerine . biraz daha kenetlenmelidirler, dua
etmelidirler.
Yönünü kıbleye dönmüş,
Kur'an-ı bağrına basmış, yani kalbinin en derin yerine yerleştirmiş ve hatalı
da olsa İslam'a gönül vermiş insanların hepsini sevmek mecburiyetindeyiz.
Çünkü biz, dünya
siyesetinde şunu gördük. Müslümana, müslü-mandan başka yardım eden yoktur. Hem
Türkiye içinde, hem Türkiye dışında hangi grubtan olursa olsun, hangi yönde
hizmet verirse versin, islam'a hizmet veren insanların tenkid edilecek tarafını
değil, tasvip edilecek taraflarını tanıyacağız ve de tanıtacağız. İyi
taraflarının güçlenmesi için yardımda bulunacağız.
Bu günlerde biz buna
biraz daha muhtacız ve bunu yapmaya da mecburuz. Biz, birimizin yapamadığı
hizmeti diğerimizin yaptığına inanacağız. "Niye herkes benim gibi hizmet
etmiyor?" demiyeceğiz. Ben yapmak istediğim hizmeti yapıyorum, gücümün
yettiğini yapıyorum. Öbür kardeşimde benim yapamadığımı yapıyor, diye
düşüneceğiz.
Bir binanın
tamamlanışı gibi. Kapısını yapan ayrı, penceresini yapan ayrı, duvar yapan
ayrı. Bütün bunlar bir binanın oluşması için çalışıyorlar. İslam binasınında
topyekün insanlığa huzur vermesi için herkes bir gayretin içerisine girmiş. Bu
konuda da yarış yapılıyor diye kabul edeceğiz.
Hadid sûresinin
tefsirinde de geçmişti. "Allah'ın rahmetine ve cennetine doğru yarış
ediniz." diyordu.[6] Biz
yarışta yarışacağız. Bunu yaparsak Allah'ın yakınlarından oluruz. Cennetine
gireriz. Sonra gelenlerden birazı, eskilerden bir çokları bu yarışa
katılmışlardır.
Bu yarış Hz. Adem'le
başlamıştır. Yani dünyadaki yarış, bir kadın ve bir erkekle başlamıştır.
Allah (c.c.)
"Rabbimizin rahmetine ve Cennetine doğru koşunuz" talimatını Hz. Adem
ile Hz. Havva validemize vermiş ve bu emir kıyamete kadar devam edecektir. O
iki muhterem insana verilen bu emir, çocuklarının da katılımıyla devam ediyor.
Allah'ın rızasını kazanalım diye çocuklarımızla birlikte koşacağız. İş
yerlerinde koşturacağız. Nasıl? Haramlara el uzatmadan, helallerden rızkımızı
kazanarak.
Komşularımızla
ilişkilerimizi, İslam'a göre düzenleyerek koşturacağız. Bir hayat boyu
koşacağız ama bu koşma Allah'ın c.c. koyduğu kurallar içerisinde olacaktır.
Her yarışın bir kuralı
olduğu gibi, bu İslami koşununda bir kuralı vardır ki, bu kural zaman
içerisinde Tevrat'la, Zebur'la İncil'le belirlenmiş, şimdi de bu yarışın
kuralı Kur'an-ı Kerim'le belirlenmiştir. Bu kurala göre koşacağız. Onlar bu
yarıştan mükâfatlarını alırlar ve kıyamet gününde;[7]
15- Sağlam
işlenmiş tahtlar üzerinde,
16- Karşılıklı,
tahtlar üzerinde yaslanmış olarak.
Onların altlarına çok
güzel işlenmiş ipekli sergiler seriliyor, onların üzerinde, onlar yaslanmışlar,
dostlarıyla karşı karşıya gelmişler sohbet etmektedirler.
Annenizle, babanızla
en sevdiklerinizle, imanla gitmek şartıyla, ahirette birlikte olacaksınız. Bu
dünyada yarışı tamamladınız Yani İslami kurallar içerisinde yediniz, içtiniz,
giydiniz, koştunuz ve komşuluk yaptınız. Bütün bunlarda Rabbimin kurallarına
riayet ettiniz. Dünyada devlete, ahirette cennete ulaşmak için koştunuz.
Böylece Rabbimin
huzuruna varacak olursanız, cennette dünyanın en hassas işlemecilerinin
işleyemiyeceği derecede güzel, dünyada hiçbir ipek böceğinin dokuyamayacağı kadar
güzel, ipekli kumaşlardan dokunmuş koltuklar üzerinde, en sevdiğiniz
dostlarınızla karşı karşıya sohbet ediyorsunuz.
Dünyanın en kaliteli
sarayının en kaliteli koltukları, cennet koltuklarının yanında kirli bez
gibidir. Metaul-Hayatı'd-Dünya'daki "meta" işte bunu ifade
etmektedir. Böylesine gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği güzellikte
koltuklar üzerinde dostlarınızla berabersiniz.[8]
17-
Çevrelerinde ebedileştirilmiş çocuklar dolaşır.
Ölümsüz cennet
çocukları etrafınızda dolaşıp durmaktadır.[9]
18-
Kaynaklardan (doldurulmuş) bardaklar, ibrikler ve kâselerle
(dolaşırlar)
O cennetin kaynak
sularından ibriklere, testilere ve bardaklara koymuşlar, dolaşıp
durmaktadırlar. Böylece hizmet ediyorlar.[10]
19- Onların
başları da ağrıtılmaz, akıllan da giderilmez
O içilen içkiler, baş
ağrısı yapmazlar, sarhoşlukta vermezler[11]
20-
Seçtikleri meyve ile,
21-
Hoşlandıkları kuş etiyle (dolaşırlar),
22- Güzel
gözlü (eşler vardır)
23- Saklı
inci gibidirler.
24-
Yaptıklarına karşılık olarak.
İstedikleri meyveler ve
canlarının çektiği kuş etleri, Dünyada hangi kuşun etini seviyorsunuz, ondan
daha güzeli. İstediğiniz meyveler. Her an iştahınız var, her an yediğiniz, bir
önceki yediğinizden daha tatlı ve zevkli. Böyle anlar yaşanıp gidiyor. Ve güzel
gözlü eşler.
Yani erkekler için
güzel gözlü kadınlar, kadınlar içinde güzel gözlü erkekler. Güzel gözlü
denilerek, güzel gözlere dikkat çekiliyor.
Bu dünyada da öyledir.
Hani "göz gördü, gönül sevdi" diyoruz ya, Göz görüyor, gönül öyle
seviyor. Yani iç dünyamızın kapısı birinci derecede gözler oluyor. Gözler
insanı ele veriyor. Gözler insanları birbirine bağlıyor. Onun için de Allah
(c.c.) ,cennetteki eşlerin (kadınlar için erkekler, erkekler için kadınlar)
gözlerinden söz ediyor.
"O güzel gözlü
eşler, gizlenmiş inciler gibidirler." Denizden çıkan, sedef içindeki
inciler gibi. Sedefin içinde iken daha güzeldirler. Sedefinin içinde durdukça
parlaklığı bir daha artıyor. Biz, güneşi görünce daha fazla parlaklığının
artacağını zannediyoruz. Fakat böyle değil.
İşte sedefin içerisindeki
inciler gibi eşler. Kadına göre erkek, erkeğe göre kadın. Bazılarının,
"efendim Kur'an~ı Kerim de eşler hep erkekler için bahsediliyor"
dediklerini duyarsınız. Öyle değil. Erkekler için kadınlar, kadınlar için
erkekler olduğu Kur'an-ı Kerim'de bahsedilmektedir.
Bu dünyada iken İslami
bir hayat yaşamış eşler, yine ahirette de beraberliklerini devam
ettireceklerdir. "Ama hocam! eşimin dırdırından dünyada iken bıkmıştım,
birde ahirette katlanmak niye?" diyenlere cevabımız şöyle olacaktır.
"Cennetin en
güzel hurisi, eşinizin yanında, güzellikte bir derece daha aşağıda
olacaktır." Yani bu dünyada iken kendilerini Allah'ın haramlarından
sakmdırabilenler, cennette en güzel yaratıklar olacaklardır. O dırdırlarımız,
o hoş olmayan sözlerimiz, o bir birimizi üzen davranışlarımız, kevser havzunda
yıkandıktan sonra, pırıl pırıl bir hale gelecektir. Orada her an, sanki yeni
görmüşcesine birbirimize yakın ve sevgi dolu olacağız.[12]
25- Orada
boş ve günah bir söz işitmezler.
Orada boş sözler yok
hoş sözler vardır. Orada günaha sokacak sözlerde kullanılmaz, Yani dırdır yok,
insanların stresi, sıkılacağı bir şey yok. Kötü sözler, kötü davranışlar yok.
Yola tükürmek yok, insanların aklının içerisine başkalarının kusmuğunun akması
yok.
Dünyadaki ...izmler ve
sistemlerin geliştirdiği pislikler varya, işte onların akması cennette yok.
Dünyada, o pislikler beyinlerimize aktığından dolayı birbirimize kurşun
sıkıyoruz. Cennette bunlar da yoktur. Böylesine pisliklerin yaklaşamadığı bir
aleme gideceğiz.[13]
26- Ancak
"Selâm, selâm" sözü (işitirler)
Yalnız orada bir söz
vardır. O da "SelânV'dır. Buradaki "selam"
1-Mü'minlerin
birbirine verdiği "selam"
2- Bir de
Allah'ın cennetliklere verdiği selam; "Selamün k'avlen mirrabbirahim"[14]
3- Bir de
Meleklerin mü'minlere verdikleri selam "Selamün aleyküm, tıbiüm fedhuluhe
halidin"[15]
27- Sağın
adamları, bu sağın adamları ne (mutlu)
28- Dikensiz
kirazlar içinde,
29- Dizilmiş
hurma ağaçları (arasında),
30- Uzamış
gölgeler (altında),
31- Çağlayan
sular (kenarında),
32- Bir çok
meyve (arasında),
Gölgelikler altında,
yaprakları dizilmiş ağaçların uzun gölgeleri altında, doğal su fıskiyelerinin
kenarında ve bir çok meyvelerin arasında, hiçbir zaman vermemezlik yapmayan
ağaçlar. Dünyadaki meyva ağaçlarının, bir meyva verme zamanı vardır. Mesela
yazın meyva verenler var, güzün meyva verenler var. Oysa kışın meyva verenler
azdır.[16]
33-
Tükenmeyen, yasaklanmayan,
34- Yüksek
döşekler üzerindedirler.
Hiç bir zaman
kesintiye uğramadan ve "alamazsın" diye hiçbir şekilde engellenmeden
veren meyveler vardır cennette, Canınızın isteği herşey var. Müminler öyle bir
yere alınacaklar Ama ne zaman?
Birisi Hz. Ali (R.A)'a
sormuş. "Ya ahiret yoksa" demiş. Hz. Ali (R.A.) hiç şüphesi
olmamasına rağmen, adamın sualine cevap olarak, Hz. Ali (r.a..); "Ya
varsa" demiş. "Eğer senin dediğin gibi ahiret yoksa, ben ne
kaybederim"der. Kıldığım namazı spora say. Yaptığım Haccı seyahate,
tuttuğum orucu perhize sayıver. Bütün bunların neticesinde ahirete imanımdan
dolayı ben ne kaybederim" diye cevap verir. Sonra da "Peki ya
varsa" der.
Bu cevap Hz. Ali'nin
(R.A.) şüphesini gösteremiyor, Aksine adamın sorusuna cevap veriyor, "ya
gerçekten ahiret varsa, senin durumun ne olur?" der ve adam iman eder.
Günümüzde bazı
insanlar, biz ancak gördüklerimize inanırız diyorlar.Ahirete inanmayan bir
profesöre; "Allah'a inanırmısınız sayın profesör? denildiğinde,
"Labaratuarda inceleyemediğime göre inanmam" diye cevap vermiş. Bunu
duyduğumda ben de; "Labaratuarda incelenebilecek durumda olan
"Allah"a inanmam" demiştim. Yani Labaratuvarın içine
sığdırılabilecek kadar küçük bir şey ise, ben de O'na inanmam.
Aklımıza inanıyoruz.
Ama aklı bugüne kadar gören yok. Akıl bir görünse onun hakkından gelinecek ve
icabına bakılacak. Profösör geri zekalı çocuğunun kafasına 2 kg akıl koyacak
ve akıllı hale getirecek. Ama elle tutulup gözle görülen, labaratuvarda
incelenen bir şey olmadığı için geri zekalı çocuğuna bu aklı veremiyor
profösör.[17]
35- Biz
onları yeniden yarattık.
36- Onları
bakireler kıldık.
37- Eşlerine
düşkün ve yaşıt kıldık.
38- Sağın
adamları için.
39-
(Bunların) Çoğu öncekiler için,
40- Bir çoğu
da sonrakilerindir.
O, dünyada iken
Allah'a iman eden, bir şeyler yapan, o "ashab-ı yemin" denilen
insanları yeniden orada inşa edeceğiz ve onların hepsini bakire kılacağız ve
yaşıt yapacağız. Yani eşler yaşıt olarak, Önceden geçen bir grub ve sonradan
gelen bir grub olarak.
Yani Hz. Adem'den kıyamete
kadar gelecek olan insanlardan "ashab-ı yemin" dediğimiz insanlar
sağduyulu insanlardır. "Sağduyulu" tabirini bütün dünya
kullanmaktadır. Sağduyulu demek; daha iyi düşünen demek, Hz. Allah'ın
indirdiği, nakil ile akim uyum sağladığı şeylerdir. Aklın nakle uyum sağladığı
şeylerdir.[18]
41- Solun
adamları. Solun adamlarına ne kadar yazık!
42- (Onlar)
İçlerine işleyen ateş ve kaynar su içindedirler
43- Kara
dumandan bir gölgededirler.
44- Serin de
değil, faydalı da değil.
45- Çünkü
onlar bundan önce (dünyada) şımarıktılar.
46- Büyük
günah üzerinde ısrarlı idiler.
47-
"Biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman diriltilecek miyiz?"
diyorlardı.
48- Önceki
atalarımız da mı? (diriltilecek)
"Ashabüş-şimal!"
sol tarafta olanlar. Tabi siyasi anlamda "solu" kastetmiyoruz. İman
etmiyen insanlar ise, kavurucu zehirli duman, yakıcı ateşin ve alevden
bulutların içerisindedirler.
Yani çok fazla insanı
kavuran bir ateş bulutunun içerisindedirler. Orası, soğuk da değil, serin de
değil. Niçin bu hale gelmişler? Bu dünyada iken, Rabbimin verdiği nimetlerle
azmışlar. Verilen makamlar, mevkiler, rütbeler ve paralarla azmışlar. Herşeyin
kendilerinden olduğunu bilmişler ve Allah'a (c.c.) isyan etmiş bu
"Mutrafin" denilen insanlar.
Verilen imkanlarla
azmışlar. Halbuki, imkanları veren de Allah (c.c). Yani imkanları ellerinde
tutan şu insanlar bilsinler ki, bazılarındaki güç de, mal da Rabbim tarafından
verilmiştir. Malı kazanacak olan akıl da Allah (c.c.) tarafından verilmiştir.
Türkiye'nin
zenginlerinden bir bayan televizyonda şöyle konuşuyordu; "Benim Allah'a
hiçbir minnet borcum yok Kadere de inanmam. Herşeyi ben kendim yaptım ve
yarattım. Herşeyi ben aklımla ve gücümle elde ettim. Herşeyi ben
planladım" diyor.
Yani Allah'ın planına
inanmam demek istiyor. Hanım efendi!? Aynanın karşısına geç ve kendine bir bak.
Bir zamanlar güzelmişsin ama şimdi 55'ine gelmişsin, saçların beyazlaşmış.
İstermiydin? O simsiyah saçların, o şelale gibi akan zülüflerin bembeyaz olsun.
Çenenin altı sarkmaya başlamış. O ceylan gibi boynun böyle sarkmasını
istermiydin? Buna "Hayır" diyecektir. Çünkü bunu istemez. Hatta bunun
gerdirilmesi için doktorlara para bile yatıracaktır.
O'nun hakimiyeti sen
istesen de var sen istemesen de var. Senin aklını yönlendiren Allah (c.c),
kalbini hareket ettiren Allah (c.c), O malı kazandıracak planı yapacak olan
aklı veren Allah (c.c.)'dür. Allah'a teslim olmaktan başka yapacak bir şeyimiz
yok.
Büyük günahlarda ısrar
edenler, biz öldükten, toprak olup yok olduktan sonra mı dirileceğiz?
diyorlar. Bizden yıllar önce ölmüş atalarımız da mı diriltilecek? Yani olmaz
böyle şey. Binlerce yıl önce ölmüş insanların toprağı bile bulunamazken, bunlar
nereden diriltilecek? diyorlar.
Bu dünyada iman etmek
fayda verir. Yarın mahşer gününde, "Yarabbi! iman ettik, doğruymuş. Bizi
tekrar gönder dünyaya. Yeniden iman edelim, dediklerinde son pişmanlık fayda
vermiyecektir. Aklımızı başımıza alalım ve Allah'ın huzurunda toplanacağımıza
inanalım.[19]
49- Deki;
"Şüphesiz öncekiler de sonrakiler de,
50- Belli
günün buluşma vaktinde mutlaka bir araya gelecekler.
Öncekiler ve sonrakilerin
tamamı o ma'lum günde belirli bir zamanda hepsi bir araya getirilecektir diyor
Allah (c.c). Hz. Adem'den en son dünyaya gelecek insana kadar herkes, hiçbiri
zayi edilmeden toplanacaklardır.
timin gelişmesi de,
İslam inancının doğruluğunu ortaya koymaya hizmet etmektedir. Teknoloji ve
ilmin gelişmesinden biz memnunuz. Bütün bunlar Allah'ın varlığının ve
birliğinin ve kayıtsız şartsız hakimiyetinin tabiatta sürdüğünü gösteriyor.
İnsanlık bir de sosyal hayatında da gerçekten mutluluğu istiyorlarsa-ki
istiyorlar İslam'a teslim olarak hem bu dünyalarını izzet içerisinde devlete
kavuştururlar hem de ahirette cennete kavuştururlar.
Bu surede; daha z;yade
Kıyamet sahneleri, insan oğlunun bu dünyadaki hayatını, idame ettirmeye yarayan
Allah (c.c.)'un nimetleri, bu nimetlerin yok oluşu, yaradılışı, gözler önününe
seriliyor. Yağmurların yağışı, ekinlerin bitişi, hasad haline gelişi, sonra
tekrar toprağı dönüşü bizim gözümüzün önüne getiriliyor ki; insanoğlununda
birgün, otların yok olduğu gibi bu dünyadan yok olup gideceği ve bir gün hesap
vermek üzere, bir yerde toplanacağı, daha net bir şekilde anlaşılmış olsun.
Bütün bunların imansız
kesim tarafından inkar edenlerin olduğu ve bunların, Kur'an'm ifadesiyle
"Ashabu'ş:Şimal" oldukları, yani "sol insanlar" -derken
siyasi anlamda "sol"luk kastedilmiyor- olduklarını daha önceki
dersimizde söylemiştik.
Bazı meallerde
"Ashabu'ş-Şimal" "solcular"
"Ashabu"l-Yemin"de "sağcılar olarak mealleri di rilmiş tir.
Bu terceme yanlış değil ama, bizim dilimizde ve kültürümüzde "solcular ve
sağcılar" kelimesi yerleşirken, Kur'an'm ifade ettiği anlamda
yerleşmemiştir. Bu kelimeler daha ziyade Amerikan tarafını tutanlara
"Sağcı", Rus tarafını tutanlara "solcu" diye kullanılmış ve
bizim dilimize de o şekilde yerleşmiştir. Kur1 an 'in kasteddiği ise bu
anlamlarda değildir.
Kur'an'm ifadesine
göre İmansız olanlara "solcu", imam olanlara (İslama iman eden,
Peygamberimize, ve Kur'an'a iman eden, geçmişte, Hz. İsa'ya, İncile,
Hz.Musa'ya, Tevrat'a iman, Hz. Nuh (A.S.)'a iman eden, Hz Adem (A.S.)'a iman
eden, kısaca bütün Peygamberlere iman edenlere) "Ashabu'l-Yemin
"sağcılar " denilmiştir.
Bizim, terimlerimize
ve ıstılahlarımıza sahip olmamız gerekir. Başkalarının verdiği terimlerle,
ıstılahlarla konuşacak olursak kavram kargaşası denilen şey meydana gelir. Bizi
kendimize başkaları tarafından isim verdirtmemeye dikkat edeceğiz.
Bazen bize dünya
siyasetinde başkaları isim veriyor, ad takıyorlar. Mesela Fundamantalist
Müslüman, Radikal Müslüman, Radikal İslamcı, demokrat müslüman, laik müslüman
gibi... Bazı arkadaşlara baktığımda bu isimleri benimsey i verdiklerini
görüyorum. Benimsememeye dikkat edeceğiz.
Allah-u Teâla Kur'an-ı
Kerim'inde;
"İnsanları
Allah'a davet eden, iyi ameller yapan ve Müslümanım diyenden daha güzel sözlü
kim vardır."diyor.[20]
"Ben Müslümanım" diyenden daha güzel sözlüsü yok. Bizim bu ifadenin
önüne veya sonuna bir isim getirmeye ihtiyacınız yoktur. "Müslim",
Müslimin" Türkçemize Müslüman olarak geçmiş-bizi ifade etmeye yeterli bir
kelimedir. Kur'an'i bir kelimedir.
Öyleyse başkalarının
verdiği veya ilave ettiği, kelime veya sözcükleri kabul etmemeye dikkat
edeceğiz. Kabul edersek ne olur? demeyin. O ismi koyan adam, nasıl bir netice
vereceğini bilerek o adı koymaktadır.
Ashabu'ş-Şimarin, yani
imansız kesimin, ahirette çok yakıcı, çok zehirli bir alevin, zehirli bir
dumanın içerisinde kalacağını, Allah şu kelimelerle anlatmaktadır.
"Zehirli duman ve Kaynar suların içerisinde" "Çok sıcak bir
karanlığın içerisinde"
İnsan karanlığı
sevmez, Mesela bir akşam oturduğunuz bir yerde elektrik kesiliveriyor. Evinizin
her tarafını bilmenize rağmen içinize bir kasvet basıveriyor. Yanınızdaki,
eşiniz, çocuklarınız anneniz, babanız olmasına rağmen okumakta olduğunuz
kitabı, yemekte olduğunuz yemeği veya yüzüne bakmakta olduğunuz bir yakınınızı
göremez hale gelmenin insana verdiği bir kasvet vardır.
Halbuki, bildiğiniz,
gördüğünüz, tanıdığınız bir yerde, kapkaranlık bir odada ve de hararetin
binlerce dereceye çıktığı bir yerde olmamak için, bu dünyada Ashabü'ş-Şimal,
yani imansızlar grubu diye isimlendirilen "sol" tarafta olmamaya
dikkat edeceğiz. Tekrar ediyorum, burada "sol tarafta" derken,
siyasi anlamda değil, "imansız" anlamında "Sol tarafta
olmayalım. Kısaca imansız olmayalım. Yani Kur'an'ın bir tek ayetini bile inkar
etmemeye çok dikkat edeceğiz. Orası "soğukda değil, ılıkda değil."
"Halbuki onlar
daha önce çok lüks bir hayat yaşıyorlardı" Çok lüks bir hayattan, çok
şımarık bir yaşantının olduğu bir hayattan. Öyle bir hayata geçiş daha zordur.
Yani bu dünyada çok
şımarık bir hayat yaşayanlar ve gönüllerinin istediğine göre yaşayanlar ve
imansızlığın zevkini çıkardığını zannedenler, bu haldeyken, cehennemde kapalı
kapılar ardında, karanlık odalarda, zehirli dumanların kapkaranlık odaların
harareti içerisinde kalmaları kadar korkunç bir şey yoktur.
Onun için Allah (c.c.)
bu ayetlerini indiriyor. Gideceğiniz yer burası diyor. Öyleyse bu dünyada iken
can bedenden çıkmadan, aklınızı başınıza alınız, diyor Allah ( c.c).
"Onlar büyük
günahlarda ısrar ediyorlardı"
Büyük günahların en
başında inançsızlık geliyor, yanlış inanç geliyor veya Allah'a ortak koşmak
geliyor. "Şirk en büyük zulümdür" buyuruyor.[21]
Allah (c.c.) "Şirk" bildiğiniz şirket kelimesindendir. Yani
"şirk" ile "şirket" aynı kelimedendir. Şirket bir
müessesede en az iki kişinin hisseleri oranında, yönetimde söz sahibi
olmalarıdır. Şirk ise insanların, tabiatın yönetiminde Allah (c.c.) 'in yanında
bir başkasınada yetki verme işidir, veya bir başkasının yetkisini kabul etme
işidir.
Biz tevhid'e
inanıyoruz. Tabiatı yönetende Allah, insanları yönetme hakkına sahip olanda
Allah (c.c.)'dür diyoruz. Bazıları, "ben Allah'a inanırım ama Allah'ın
koyduğu kurallar insanları yönetmeye yeterli değil" diyor. Bu kadar geri
zekalı bir söz olmaz.
Bakınız, Allah (c.c.)
saçımızın büyümesinden, tırnağımızın büyümesine kadar, kanımızın akışından,
kalbimizin atışına kadar, çiçeklerin açışından, denizlerin dalgalanışına kadar,
baharın gelişinden, karların yağışına kadar, her şeyi bir düzen içerisinde,
çağımızın şartlarına uygun şekilde yaratıyor.
Oraya itirazımız yok.
Acaba bütün bunları düzenli kılan .Allah (c.c.) bizim, 21. Asra girerken ihtiyaçlarımızı
mı bilemiyecek? İhtiyaçlarımızı bildiğini vücudumuzda görüyoruz. Nasıl ki,
kanımızın, kalbimizin hareket etmesine, Amerikan'ın müdahele etmesini
istemiyorsak, onlardan uzmanlar getirtipte; "Allah bizim kanımızı atar
damarlarla, toplar damarlarla şöyle şöyle gönderip topluyor, siz bunu tersine
dönderin, yani toplar damarlarla gönderin, atar damarlarla toplayın" diye
vücudumuzu onlara teslim etmiyoruz.
Bir hücremizi bile
teslim etmeyiz. Bunu yapmazken niye hayatımızı yönlendirmede, "gelin, siz globalleşiyorsunuz,
bir köy haline dönüşüyorsunuz, sizin koyduğunuz bütün kuralları bizde almak
istiyoruz. Hırsızımızın soyguncumuzun sayısını, Aidsli hastamızın sayısını
eş-kiya sayısını çoğaltmak istiyoruz gibicesine bir teklifte bulunuyoruz. Bu
büyük bir günahtır. Bu dünyada iken azabı çekilen bir günahtır. Allah (c.c.)
onlar için şöyle diyor.
"Onlar büyük
günahlar üzerinde ısrar ediyorlar" Yani şirk üzerinde, içkinin üzerinde,
zinanın üzerinde, yalanın üzerinde, haksızlığın üzerinde ısrar ediyorlar. Haramı
kabul etme tarafına gidiyorlar.
Bakınız, bütün dünyada
şu kural kanun olarak kabul edilmiştir. Vergisini verdiğiniz hiçbir malın
hesabı sorulmayacak, "Nereden bulursan bul." diyor. Halbuki, dinim
öyle demiyor. "Malı helal ve temiz olarak yiyiniz" diyor. Başta helal
kelimesini kullanıyor, sonra temiz kelimesini kullanıyor. "Halalen,
tayyiben" kelimelerini kullanıyor.
Kazandığınız rızıklar
önce helal olacak. Kimsenin alın teri yediğiniz mala haksız olarak
karışmayacak, giydiğiniz elbisenin üzerinde, haksız yere akıtılmış bir damla
kan, bir damla göz yaşı veya hakkı ödenmemiş bir damla alınteri olmamaya
dikkat edeceğiz.
"Biz toprak
olduktan sonra ve kemik haline döndükten sonramı dirileceğiz diyorlar. Bizden
önceki atalarımız da mı dirilecek diyorlar" Onlara söyle;
"Evet önce
gidenler de, sonra gelenlerde " Bütün bunların hepsi; "Vakti belirli
olan, o günde toplanacaklardır."
Rabbim tarafından
vakti biliniyor. Ama insanlar tarafından vakti bilinmeyen o kıyamet gününde
bütün insanlar, Hz. Adem'den en son yeryüzüne gelen insana kadar, dağda
kaybolan, ateşte yanan, denizde boğulan, dünyanın neresinde olursa olsun,
gökyüzünde yok olan insana kadar herkes Allah (c.c.)'ın huzurunda
toplanacaklardır.[22]
51- Siz ey
sapık yalancılar yalanlayanlar.
Ey sapıklar! Ey
Allah'ın dinini yalanlayanlar!!.[23]
52- Elbette
zakkum ağacından yiyeceksiniz
Zakkum, Türkiye'de de
Dünya'da da bilinen bir ağaçtır. Daha ziyade Akdeniz sahillerinde çokça
yetişen bir ağaç. Yaz ve kış yaprağını dökmeyen bir ağaç. Yaprağı ve çiçeği çok
acı olan bir ağaçtır. Ondan daha acı bir ağaç yeryüzünde var mıdır? mutlaka
vardır. Niye zakkum ağacını zikrediyor? Kur'an uluslar arası, evrensel bir
kitaptır, yani bütün insanlığa gönderilmiş bir kitaptır. Zikredilen nesne bütün
insanlar tarafından bilinen birşey olmalıdır.
Zakkum ağacını, bir
Amerikalı, bir Afrikalı, bir Japon, bir İstanbullu, bir Alman bilir. Yani
dünyanın her tarafında zehirli bitki vardır da bu Afrika'nın bilmem hangi
köyünde olduğu Herkes tarafından bilinmemektedir.
Onun için herkesin
bildiği birşeyden misal veriliyor.
Onun için Allah (c.c.)
"zakkum" kelimesini kullanmış ama şu bildiğimiz zakkum ağacı
değildir. Allah (c.c.) ahireti tarif ederken bu dünyada bildiğimiz şeylerle
tarif ediveriyor. Nasıl ki bu dünyada Zakkumu yiyemiyorsunuz. Halbuki
bildiğimiz topraktan bitiyor. Ahiretteki zakkum ise, cehennemde bitiyor,
cehennem ateşinden gıdasını alıyor, yakılan insanların irinlerinden sulandığına
göre, onun acısı hayal bile edilemez.[24]
Nasılki, cennet
nimetlerini; gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği diyerek tarif
ediyor sevgili Peygamberimiz, cehennemdeki yiyecekler de gözlerin görmediği,
gönüllerin kötülüğünü hayal edemediği acılarla dolu olacaktır.
Onun için biz,
ağzımızı, midemizi, vücudumuzu seviyorsak, ahiret için çok çalışmalıyız. Bu
tenimizi cehennemde yanmaktan acı şeyler yemekten korumalıyız.[25]
53-
Karınları (nizi) onunla dolduracaksınız.
54- Üzerine
kaynar su içeceksiniz.
En acı yiyeceklerle
karınlarını doyuranlar, üzerine de kaynar sular içerler diyor Allah (c.c.).
Kaynar su elimize ve
ayağımıza dökülse hemen yakıveriyor. Deriyi kavlatıveriyor. Bazen tehlikeli
boyutlara ulaşıveriyor. Dünyadaki hararetin derecesinin sınırı vardır.
Cehennem suyunun kaynadığı, bizim dünyadaki derecelerimizi çatlatacak
derecededir. Buna yürekler dayanmaz. Buna mideler dayanmaz.
Her amel işleyişimizde
dikkat edelim. Haram bir lokma boğazımızdan girerken, bir gün onun yerine
kaynar suların girib onunla azab edileceğini düşünelim. Işıklı salonlarda
yetimlerin hakları yenirken, bunları hatırlarsak boğazımızdan geçmeyiverir.
İşte bazı insanların;
"canım İslam'dan bahsetmeyin, şimdi yeri değil, buralarda olmaz, Onu
camide konuşun" dediklerini duyarsınız. Beş yıldızlı otellerin
salonlarından birinde, siz bu ayetlerden bahsetseniz herkes rahatsız olur.
Zaten köşe dönerek yapılmış bir otelde, köşe dönenlerin toplandığı biryerde,
siz bu ayetleri okuyacak olursanız, adamlar fena halde rahatsız olurlar.
İşlerinden biri nazikçe "hocam bunları Sultanahmet camiinde,
Süleymaniye'de okusanız, olmaz mı?" deyiverir.
Onun için diyorlarki;
"Camilerde namaz kıldınız da biz karıştık mı? siz camiye gittinizde biz
sizi yoldan mı çevirdik" Yani caminin içerisinde okuyun, bizim
bulunduğumuz yerlerde okumayın rahatsız oluyoruz diyorlar.
Gerçekten rahatsız
olurlar. Neden rahatsız olurlar? Adamlar yaptıkları işin yanlış olduğunu
biliyorlar. Onun için; "müslümanların dedikleri doğruysa, bizim halimiz
perişan" diyorlar. Bunu da biliyorlar.
Peki neden dönmüyorlar
ve niye dinlemiyorlar? Bazı şeyleri hatırlamak ve bilmek veya bildiğini
hatırlamak insana acı verir, üzüntü verir, keder verir. Onun için Allah'ın
ayetleri ile, Allah'ın ayetlerini söyleyecek insanlarla bir araya gelmemeye
çok dikkat ediyorlar.
Onlar o kaynar suları
öylesine içerlerki;[26]
55- Susuz
devenin içmesi gibi içeceksiniz.
Çok su içme
hastalığına uğrayan deveye "Him" der araplar. Veya "Him"
kelimesi bu anlama gelmektedir. Öyle bir hastalığa tutuluyorki, suyu içiyor
içiyor, karnı rahatlama derecesine geliyor ama, ciğeri yine yanıyor ve yine su
istiyor. Cehennemlik insanın halide ona benzetiliyor. Bir tarafta boğazı su
içmek istiyor ama içtiği sular bağırsaklarını perişan ediyor ve döküyor.
Böylece azabın devamlılığı sağlanıyor.
Şirk vadilerinde
harama doymayanlar cehennem vadilerinde kaynar sulara doymayacaklar.[27]
56- İşte
ceza gününde onların ağırlamşı budur.
İşte kıyamet gününde,
ceza gününde onlara verilecek olan ikram budur, diyor Allah (c.c). İşte ikram!
buyrun!, Mü'minlere cennette ikramlar yapılırken kafirlerede cehennemde bir
ikram yapılıyor ama, bu ikram dünya derecelerini çatlatacak derecede kaynar
suların onlara içirildiği zakkumların yedirildiği şeklinde bir ikram olacaktır.[28]
57- Sizi biz
yarattık. Tasdik etmeniz gerekmez miydi?
"Yahu sizi biz
yarattık" diyor Rabbim. Niye tasdik etmiyorsunuz?
58-
Akıttığınız meniyi gördünüz mü?
Ana rahimlerine
yerleştirdiğiniz menileri gördünüzmü?[29]
59- Onu siz
mi yarattınız yoksa biz mi yarattık?
Âllah(c.c); Onları siz
mi yaratıyorsunuz, yoksa bizmi yaratıyoruz diyor.[30]
60- Aranızda
ölümü biz takdir ettik. Bizim önümüze geçilmez.
Rahimlere
yerleştirilen meniyi gördünüz mü? Onu siz mi yaratıyorsunuz biz mi
yaratıyoruz? diyor Allah (c.c.)
Bu günlerde,
Türkiye'de bir haber nedeniyle bir taraftan dinime sataşma ihtiyacı hisseden,
Mehmet Akifin tabiriyle;
-Şarka bakmaz, Garbı
bilmez görgüden yok payesi
-Bir utanmaz, yüz
kızarmaz büsbütün sermayesi.
dizelerinde ifadesini
bulan, kaba, yobaz, imansız softa tipinde bazı insanlar, imansızlığını ortaya
koyarak herşeyden yararlanma tarafına gidiyorlar. Son günlerdeki, bir koyun
kopyalama meselesinde de hemen, "bakınız insanlarda birşey yarattı,
Allah'ın bu işte müdahalesi yok" diyen ataistler kendilerine bir malzeme
çıkarma tarafına gidiyorlar.
Halbuki seri üretim
diye birşey yok. Ben bu işi Çapa Tıp Fakültesinde ehline sordum. Dediler ki;
"hocam dışta döllenme meydana getiriliyor, koyunun menisinden (meni
olması lâzım) alman bir şeyle meydana getirilen bu döllenme, yine koyunun ana
rahmine koyuluyor. Yani 6 ay koyunun ana rahminde büyüyecek. Burada bizim yine
müdahalemiz yok.
Bir arkadaş; hocam
şöyle anlatayım dedi. "Nasıl ki tüp bebek dediğimiz olayda babanın spermi
ile annenin yumurtası dışarda döllendikten sonra ana rahmine yerleştiriliyor,
koyunda da yalnız koyundan alınan ve kendi arasında döllenme meydana getirilen
madde koyunun ana rahmine konuluyor. "Orada 6 ay yine bizim müdahalemizin
dışında gelişmesini devam ettiriyor, doğumu da kendi müddeti içerisinde meydana
geliyor"
Allah (c.c.) da;
"O ana rahmine yerleşen meniyi siz mi yaratıyorsunuz, yoksa bizmi
yaratıyoruz?" diyor.Allah'ın koyduğu kanunlar içerisinde insanoğlu iş
yapıyor. Doktorlar, bu işi yapan kişiler. O, rabbimin tabiata koyduğu kuralları
keşfediyor, o kurallar ye kanunlar içerisinde işini devam ettiriyor. İlim adamı
fiziki tarafını keşfediyor. Koyunun ruhunu görebilmiş değil.
"Aranızda ölümü
biz takdir ettik, ölümü de takdir eden biziz, Ona bir zaman biçen, nerede,
nasıl öleceğini belirleyen biziz. Bizim önümüze de kimse geçemez" diyor
Allah (c.c).
Olurmu hocam? Çekerim
tabancayı, canlı bir adamı vururum, Allah'ın ecelinin önüne geçmiş olurum
diyor. Peki nerden biliyorsun sen, onun ecelinin o saatte olmadığını, senin de
buna kötü bir alet olacağını. Sen bilmiyorsun ki bu işi. O zaman şunu sorabilir.
Peki o zaman onu ecelinde öldürmüşsem benim günahım nedir? Senin günahın,
"haksız yere adam Öldürmeyiniz" emrine muhalefettendir. Yoksa,
Öldüren de, dirilten de Allah (c.c.)'dır. Ölmenin yasasını koyanda, dirilmenin
yasasını koyanda, Öldürmeyiniz yasasını koyanda yine Allah (c.c.)'dır. Biz
yasalara göre yaşıyoruz. Allah (c.c.)'ın teşrii yasasına bazıları muhalefet
edip Kur'an-ı Kerirn'c karşı çıkıveriyorlar.[31]
61- (Ölümü
takdir ettik ki) benzerlerinizi getirelim ve (ahirette) bilmediğiniz şekilde yeniden
yaratalım.
Sizin bir benzerinizi
yaratmaya ve yeniden bilmediğiniz bir şekilde sizi inşa etmeye biz kadiriz.
Bizim önümüze de kimse geçemez diyor Allah(c.c).
Ahirette biz sizi
yeniden yaratacağız, ama o yaratmanuz bu dünyadakinin aynısı değil. Yani gözlerinizin
bakışında, dünyadaki şartlar ayrı, ahiretteki şartlar ayrı olacak. Duyuşumuz,
görüşümüz, görüntümüz, farklı olacak. Buhari'de geçen bir hadiste
Peygamberimiz, kafirin bedeninin büyüklüğünü anlatarak, Cehennemde, azabı daha
çok tatması için, kafirin bedeninin büyütüleceğini haber veriyor. Yani bizim
bilmediğimiz bir şekilde yaratılacağımızı haber veriyor.[32]
62- Yemin
olsun ki, birinci yaratılışı bildiniz. Bundan öğüt almanız gerekmez mi?
İlk yaratılışı sizde
biliyorsunuz. Bu dünyadaki yaratılışı bizde biliyoruz. Ana rahmine meni
düşüyor, 9 ay ana rahminde kalıyor, dünyaya geliyor. Eli ayağı olmasına rağmen
hiçbir şeye gücü yetmeyen bir çocuk, derken apalıyor, emekliyor, ayağa
kalkıyor, delikanlı oluyor, derken tekrar toprağa doğru eğiliyor. Biz bunu
görüyoruz. Bunu yapan Allah (c.c.), ahirette sizi ana rahmi mesabesinde olan.
kabirden niye diriltenlesin ki.?!![33]
63-
Ektiğinizi gördünüz mü?
64- Onu siz
mi bitiriyorsunuz yoksa biz mi bitiriyoruz?
Siz ektiğiniz
mahsûlleri görüyorsunuz. Görüyorsunuz değil mi? Mesela Konya'h toprağa daneleri
saçıyor ama ne kadar saçtığını bilmez. Afyon'da Afyonun o incecik küçücük
danelerini çiftçiler toprağa saçıyor. Ne kadar saçtığını bilmez, Makina ile
saçarken de bilmez. Ama Allah (c.c.) bilir.
Onları siz mi yetiştiriyorsunuz
biz mi yetiştiriyoruz?"
Biz nasıl yetiştirelim
ki, toprağa kaçtane düştüğünü bilmiyoruz, nereden olduğunu bilmiyoruz, ne
kadar suya ihtiyacı olduğunu bilmiyoruz, güneşten ne kadar alması gerektiğini
bilmiyoruz. Biz yalnız Rabbimin koyduğu kanun gereği, zamanında suluyoruz,
ilacını gübresini veriyoruz ve gerisini Allah'a havale .ediyoruz.
Neticede, çekirdekler
çiçeğe dönüşmeye başladımı, onların gelişmesini de kimse engelleyemez.
Asfaltı, taşı, kayayı delen ve yukarıya çıkan yemyeşil yapraklar görürsünüz.
Elinizle şöyle bir dokunun, yumuşacık bir yeşil yaprak. Hayretler içerisinde
kalırsınız. Bu asfaltı bu yemyeşil yaprak nasıl delmiş? diye.
Son günlerde Dünyadaki
bir kısım müslümanlara ümitsizlik çökmüş durumda Bu ümitsizliğin sebebi de şudur.
Efendim dünyanın her tarafında, Amerika'sı, Rus'u, Japon'u Çin'i ve bu
ülkelerin çeşitli uzmanları, dünyayı tek devlet yapalım ve bu devlette bizim
sözümüz geçsin diyorlar ve pürüz olarakta yalnız müslümanları görüyorlar ve bu
müslü-manları yok etmek için plan ve programlar yapmaya çalıştıklarını görüyorsunuz."
diyorlar. Sakın ümitsizliğe düşmeyin. Bunlar yeni bir şey değil. Sevgili
Peygamberimiz Mekke'de iken, Fetih sûresinin son ayetlerinde Rabbim, o toplumun
yetişmesini, topraktan çıkan nebatat-'in yetişmesine benzetiyor.
Sahabenin gelişmesini
böyle tarif etmiş Rabbim. Şu anda mü'minle-rin gelişmesi de, böyle bir
gelişmedir. Kâfirler ne kadar irinlenirse kin-lensinler, ne kadar parmaklarım
ısınrlarsa ısırsınlar, baharın gelmesiyle toprağın yeşermesini
engelleyemezler.
Şöyle düşünün...
Amerika'nın, Japon'un, İngiliz'in Fransız'ın; askeri uzmanları, siyasi
uzmanları bir araya gelseler, Türkiye'de baharın gelmesini engelleyebilirler
mi? Engelleyemezler. Asit yağmuru yağdırsa-lar, bunu da en çok 10 dağın
tepesine yağdırıp yeşilliğini kurutabilirler. Ama top yekûn Türkiye'nin baştan
başa tepesine ateş yağdıranı azlar. Ulu dağ'ın dan, Suphan Dağı'na kadar
dağların tepesine kadar asit yağdıramazlar,
Bu, İslam ümmetinin
bağrına düşen bir çekirdek gibi, gönüllerine yerleşen "kelime-i
tevhid'in" amel çiçekleri halinde görülmesini de engellemeleri mümkün
değildir. Onlar ne kadar plan kurarlarsa kursunlar. Bu onların görevi. Ateşin
görevi yakmak, akrebin görevi sokmaktır. Ateş niye yakıyor diye kızılmaz, tedbir
alınır.
Eken de, biçen de
Allah (c.c.) dür. Bizim gönüllerimize de bu imanı rabbim ekmişse, bunu kimse
engelleyemez.[34]
65- Dilemiş
olsaydık kuru bir ot yapardık da siz de üzülürdünüz.
O tabiatta
yetiştirdiğiniz mahsûlleri dilediğimizde çerçöp haline ge-tiriveririz. Sizde
şaşkın bir halde kaliverirsiniz diyor. Allah (c.c.)
Ben çiftçi bir ailenin
çocuğuyum. Ekinlerimiz güzel olurdu, içine girdiğimizde boyumuza yetişirdi.
Tabi o günlerde çocuğuz. Ama bir gün bir haber gelirdi; "Dolu yağmış,
ekinlerin belini yarıdan büküvermiş.
Ekin yeşil
derilmiş." Babamız iman sahibi bir insandı. "Hasbünallah ve ni'mel
vekil" derdi. "Allah(cc) "bizi aç bırakacak değil ya!, bir başka
yönden verir" derdi.
Ama bir başka gün
gelip baktığında şöyle dedi. "Bu giine kadar görülmeyeni gördük. Ekini
yarısından bölen Allah (c.c), kökünden yeniden sürgün verdi ve geçen
senekinden daha iyi ekin aldık." denirdi.
Yani bir yerden verir,
bir yerden alırdı. Yeter ki biz verdiğinde de şükredelim, aldığında da
şükredelim. Her halükârda Allah'a (c.c.) şükredelim.[35]
66- Biz
borçlandık (derdiniz)
67- Hayır
biz mahrum kaldık (derdiniz)
Şimdi bazı insanlar,
genelde imansız kesim; "Yahu Allah vermişti ama, şimdi alıverdi. Bu kadar
borcun içerisinde mahrum kaldık" diye feryadı figan ediyorlar.[36]
68- İçmekte
olduğunuz suyu gördünüz mü?
69- Onu
buluttan siz mi indirdiniz, yoksa biz mi indirdik?
70- Dilemiş
olsaydık onu tuzlu su yapardık.
Niye şükretmezsiniz?
Şükretmeniz gerekmez mi? diyor Allah (c.c.) Allah (c.c); -insanoğlunun yeni
bulduğu- su arıtma sistemini, ta dünyayı yarattığında tabiat kanunlarına
koymuş. Güneş, denizlerin, göllerin, ırmakların üzerine doğuyor. Orada toplanan
sular hava imbiğinden geçiyor, buhar haline geliyor. Hava içerisinde, güneş
ışınlarıyla o buharın bütün mikroplarını tertemiz hale getiriyor.
Ya denizin suyunu,
tuzuyla beraber bulutlara çıkarmış olsaydı!!. Onu da uçacak hale getirseydi!!.
Bu defa gökyüzünden tuzlu su yağacağından, olacakları düşünün!!!,
Yani Allah (c.c.)
"hasib" sıfatıyla milyonlarca hesab içerisinde, her-şeyi en ince
teferruatına kadar bir plana dayandırmış. Sularımızı indirirken de binlerce
hikmetiyle indiriyor, yukarıya çıkarırken de binlerce hikmetiyle çıkarıyor.[37]
71- Yakmakta
olduğunuz ateşi gördünüz'mü?
72- Ateşin
ağacını siz mi yaptınız, yoksa biz mi yaptık?
Yakmakta olduğunuz
petrolü, kömürü, odunu siz' mi yaptınız? Yaratan siz misiniz? Hayır. Biz
tüketenleriz. Yani odunu tüketiyoruz, kömürü tüketiyoruz, petrolü tüketiyoruz.
Hava gazını da biz yaratmadık. O da Allah (c.c.) tarafından yaratılmış, yer
altına depo edilmiş. Bir gün gelir kullarım bunu çıkarırlar ve bununla
ısınırlar demiş. Bu gün biz Rabbimizin doğaya koyduğunu buluyoruz ve onu
insanların istifadesine sunuyoruz. Yani biz yaratmıyoruz.[38]
73- Onu biz,
bir ibret ve çöldekilere fayda kıldık.
Biz onları bir uyarı
kıldık, hatırlatma kıldık. Yani yaktığımız o ağaçlan, kömürleri, kendisiyle
ısındığımız, ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yakacaklarımızı, elektriğimizi,
gökyüzünden yağan yağmurları, yeryüzünden çıkan bütün bu yiyecek ve giyecek
maddelerini Allah bizim için birer hatırlatma olarak nitelendiriyor.
Yeryüzünden çıkan
maddelerden giyeceklerimizin hammedesini ipe dönüştürdük ve Allah'ın tabiata
koyduğu boyalarla boyadık, güneşin yedi renginden aldık. Desenini de; bir
gülün, bir hercai çiçeğinin desenlerinde etkilenerek hazııladık. Yani
ressamlarımızın, desinatörle-rimizin malzemesi, ilham kaynağı Allah (c.c.)'ın
yarattığı tabiattır.
İnsanoğluna uçma
fikrini, Allah (c.c.) bir kuşla veriyor. Ondan sonra insanoğlu kuşun sağından
bakıyor, solundan bakıyor, içinden bakıyor, dışından bakıyor, ve projesini
hazırlıyor. Burada önemli olan "uçma"
fikridir.
Allah (c.c), Zor
durumda olanlara, İhtiyaç sahiplerine bir "met'â" olarak yarattı,
'"Mukvin" "Kava" kökünden gelmektedir. Kava kelimesi Arabuı
dilinde "Çöl" manasına geliyor. Bu dünya, Cennete göre aslında bir
çöldür. Bu dünya çölünde Allah (c.c.) bize bir meta1 olarak, yeşillikler
vermiş, sular vermiş, yiyecek maddeler içecek maddeleri vermiş, soğuktan
korunacak, sıcakta serinleyecek maddeler vermiştir. Biz bu dünya çölünde ne
yapacağız?[39]
74- O halde,
büyük Rabbini adıyla teşbih et.
Büyük Rabbinin ismiyle
teşbih et veya Rabbinin büyük ismiyle, ism-i azamıyla teşbih et. İkisi de
anlaşılabilir. "Teşbih et" derken; Allah'ın(c.c) "eksik sıfatlardan
münezzeh olduğunu, kemal sıfatlarla muttasıl'olduğunu" (bu eski bir
Osmanlı deyimidir) zikret.
İşte namazımızda
tekbirin arkasından "süblıanallah, subhane rabbi-yel azim," derken bu
ayetin emrini yerine getiriyoruz. Rûkû'a varıp diyoruz ki; "Yarabbi!
Bizim gibi insanların kusurlarından sen uzaksın."
Bakınız, bizim
gözümüzün bir sınırı var, aklımızın bir sının var, hayatımızın bir sınırı var.
Biz kendimize bile sahip değiliz. Karnımız ağrıyor da durduramıyoruz.
Hastanelerdeki onlarca hastanın ağrılarını dindirmek zorlaşıyor. Milyonlarca
isnanm sıhhati devam ediyor ve bunu da herşeye kadir olan Allah (c.c.) devam
ettiriyor.
"Yarabbü! bizde
bütün bu noksanlıklar var ama, sen de bunun hiçbiri yoktur. Biz yarının ne
getireceğini bilmiyoruz, fakat yarını getirecek olan ve yarının iyiliklerini
de zorluklarını da getirecek olan sensin." diyoruz.[40]
75- Yoo..!
Yıldızların yerlerine yemin olsun.
Tecvid'in bütün
kurallarına riayet ederek okuyan hafızalarımız bu bölümü okurlarken buradaki
"Felâ"'daki, Lâ'yi dört elif miktarı uzatırlar. Bu bir tecvid
kuralıdır. Fakat onu anlamada bir etki yapmaktadır. "Fe laaaa" diye
dört elif miktarı çekerken, "Hayıııır" diye bir anlamı ifade
etmektedir.
"Yıldızların
yörüngelerine yemin ederim ki" manası var. Bir de; "Kur'an-ı Kerim'in
ayet ayet nazil oluşu "necm" kelimesiyle ifade edilmiştir. Buna göre
de, parça parça nazil olan ayetlerin, nazil oldukları yerlere, nazil oldukları
zamanlara, nazil oldukları durumlara yemin ederim ki" manası vardır.
Bu iki anlam
birbiriyle çelişmez. Gökyüzündeki bize ışık veren, yön tayin eden yıldızları
yaradan ve onları yörüngesine yerleştiren Allah (c.c), bin dörtyüz seneden beri
yıldız gibi parlayan, kıyamete kadarda parlamaya devam edecek olan Kur'an
ayetlerininde her birisinin kendisine göre bir yörüngesi vardır.
Yıldızlar, tabiat
ayetleridir ki, biz bunlara tekvini ayet diyoruz, Diğeri de teşrii ayetlerdir.
Yani son günlerde çokça konuşulan Şeriatın ayetleridir. Rabbim buna yeminle
başlıyor ve birilerine de "Hayıııır" diyerek onların düşündüklerinin,
Kur'an hakkında söylediklerinin, zan ifade eden bilgilerinin geçerli olmadığını
reddederek başlıyor.
Biz de; şu anda bütün
dünya genelinde insanların İslam'a kulak verdiği, gönlünü İslam'a açtığı bir
dönemde Kur'an'a karşı saldırıya geçenlere, "Hayır! yanlış anlıyorsunuz,
yanlış düşünüyorsunuz, Kur'an hakkındaki bilgileriniz eksik, Allah (c.c.)
Kur'an'ma yemin ediyor" diyeceğiz.[41]
76- Eğer
bilirseniz, bu büyük bir yemindir.
Allah (c.c.) Eğer
bilmiş olsanız bu büyük bir yemindir diyor. Yani yemin ettiği olayın çok büyük
olduğunu ve yemin edenin de Allah'ın (c.c.) bizzat kendisi olduğunu ifade
ederek, olayın ne kadar önemli olduğunu ve asıl söylenmesi gerekeni bize
söylüyorlar.[42]
77- Şüphesiz
o şerefli bir Kur'an'dır.
78- Korunmuş
bir kitaptadır.
79- Onu
ancak temiz olanlar tutabilir.
80-
Alemlerin Rabbinden indirilmiştir.
Buraya kadar
yukarıdaki yeminin cevabı olmuş oluyor. Asıl yemin edilen, önemine dikkat
çekilen bölüm burası. Yani Kur'an'ın en değerli kitap olduğunu Allah (c.c.)
bize bizzat kendisi bildiriveriyor.
Bakara suresi I.
ayet'indeki "Elif Lam, Mim Zelikel-Kitab" diye buyuruyor. Allah
(c.c). Yani "İşte kitap" buyuruyor. Fatiha suresinde biz; "Ya
Rabbi! bize dosdoğru yolunu göster" diyoruz. Allah'da (c.c.) hemen Bakara
suresinde "Zelikel-Kitap" "İşte Kitap" diye bize cevap
veriyor.
Eğer bu dünyada izzete ve
devlete kavuşmak, ahirette cennete kavuşmak istiyorsanız işte Kitap. Bu kitapı
uygular ve hayatına tatbik ederseniz o istediğiniz yüce makama erişirsiniz,
buyurmaktadır. Burada da, Allah (c.c.) gözlerimizi çevirdiğimizde gördüğümüz
gökyüzündeki yıldızlara ve Kur'an'daki ayetlere yemin ederek, "bu bir
değerli kitaptır, bir Kıır'an'xhr" diyor.
Tertemiz meleklerin
dokunduğu Kur'ân'a, bizler de dokunurken ab-destli olmaya dikkat edelim.
Herhangi bir insanın kitabına değil Allah'ın kitabına dokunuyoruz.
Abdestsizseniz, fakat abdest alma durumunuz da yok, Kur'ân okumak istiyorsanız
bu durumda okumak, okıımamakdan iyidir. Ancak imkanların olduğu yerde temiz
olmaya, tertemiz meleklere özenmeye gayret edelim. (Bu konuda bak-Cassas,
Ahkam-ü Kur'ân 3/419)
"Bu Kur'an-ı
Kerim Alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir." Yani Allah (c.c.)
günümüzdeki birilerine cevap veriyor. 1400 sene önce sevgili Peygamberimiz'e
(s.a.v.) sataşanlara cevap verdiği gibi, günümüzde de "bu Allah kelamı
değil, Muhammed'in kendi yazdığı bir kitaptır" diyenlere de cevap
veriyor.
Bu kitabı, sevgili
peygamberimizin uydurmaynp, Allah'ın kelamı olduğuna dair engüzel delil;
Kur'ân ve sünneti yanyan okumaktır. Deneyiniz.!
Yani Kur'ân hakkında
bilgisi olmayan, şu anda beni dinleyen bir değerli insan şunu yapsın Kur'an-ı
Kerim'i tercemesi ve tefsiri ile birlikte okusun. Birde "Tecrid'i
sarih" isimli hadis kitabını okusun. Ayetle hadisin dii ahengi açısından
farklı olduğunu anlayacaklar.
Şöyle bir örnek
vereyim; Önce Mehmet Akif'in şiirini, sonra da Necip Fazıl'in şiirini okuyun.
Aradaki üslubun farkını farkedeceksiniz.
Kur'an'ın üslubu ile
sevgili peygamberimizin üslubu tamamen ayrıdır. Bunu; hassas bir kulağa sahip
olan ama Kur'ân okumasını bilmeyen bir kişi dinlese bu aradaki uslub farkını
anlayacaktır.
Ehli zaten bilir. Yani
Arap dili ve edebiyatını çok iyi bilen insanlar bunu bilirler. Mekke'nin ileri
gelen müşrik edipleri de bunu söylemişlerdir. Bir kısmı, "bunu Muhammed
uyduruyor" derken diğer bir kısmı ise; "biz Muhamrned'i tanırız,
konuşma üslubunu biliriz. Bu uslub Muhammed'in üslubu olmadığı gibi , bu insani
uslub da değil" diyerek bu farkı bildiklerini itiraf etmişlerdir.
"İnsan, böyle
güzel bir sözü söyliyemez" diyerek müslüman olan insanlar da vardır.
Kur'an'ın, insan kelamı olmayıp, Allah'ın sözü olduğunun en güzel delili, yine
kendisidir. Başka delil aramamıza gerek yok. Rabbim'de bunu söyleyivermiş
"O alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir."[43]
81- Şimdi siz,
bu sözü mü küçümsüyorsunuz?
"Müdhinün"
kelimesinde; Siz, bu sözle mi alay ediyor? dalga geçiyorsunuz? anlamı olduğu
gibi bir de "idhan" kelimesinde "yağcılık" anlamı
olduğundan "siz bu sözlemi birilerine yağcılık yapıyorsunuz" anlamı
da vardır.[44]
82-
Rızkınızın (eksileceğini bahane) kılarak (dini) yalanlıyorsunuz.
Siz rızkınızı yalan
söyliyerek mi kazanıyorsunuz? Allah'ın kitabını yalanlayarak mı rızkınızı
kazanıyorsunuz?
Şimdi iki ayeti yan
yana getirerek manalandiralım. Bu sözle mi dalga geçiyorsunuz? Bu sözlemi
birilerine yağ çekerek rızkınızı elde etme yönüne gidiyorsunuz?
Kur'an 1400 sene önce
nazil olmuş ama; ben bu ayet-i Kerimeleri okurken; sanki daha bugün veya dün
nazil olmuş gibi hissediyorum.
Türkiye'de ve
dünyadaki son olaylardan anlaşılan o ki; her gün birilerinin çıkıp, birilerine
veya batıdaki ahilerine yaranmak ve onlardan makam ve mevki elde etmek,
bazıları da aferin alabilmek için Allah (c.c.)'ın kelamını ağzına dolayarak,
onlara yağ çekerek Kur'an-ı yalanlamak için gayret içindeler. İşte ayetlerde
bize bunların durumunu haber verir gibi.
Batıdaki adamlar gelip
bizimkilere; "uluslararası çok büyük bir şirketin Türkiye temsilciliğini
veya ortaklığını veya mümessilliğini sana verebiliriz, sana şu makama gelmende
yardımcı olabiliriz. Ancak seninde bunun karşılığında hizmetini görmemiz
lazım; Dünyada ve Türkiyedeki İslami gelişmelere karşı sende görevini yerine
getireceksin. Kur'an'ın insanlar tarafından tanınması, öğrenilmesi,
anlaşılmasını egelleyeceksin." diyorlar.
Yani bu ışığın üzerine
çamur atıp karartacak, İnsanlara ışık saçma-sini engelleyeceksin. Çünkü bizim
yarasalarımızın gözleri kamaşıyor, rahatsız oluyorlar, demek istiyorlar.
Onlara karşı biz de
ayeti okuyoruz; "siz, rızkınızı oradan elde etmek için birilerine yağ
çekerek bu Allah'ın kitabını yalanlayıp, ayet-i kerimelerle alay
ediyorsunuz."[45]
83- Can
boğaza geldiğinde, Eh... can boğaza gelince görürüz. Can boğaza
geldiğinde...şöyle olur, böyle olur diye ata sözlerimiz vardır. "Dünyadaki
her insan ölümü tadacaktır." diyor Allah(c.c). Hani, cenazeyi
taşıdığımız' tabutun üzerindeki yeşil örtüye bu ayet nakşedilmiş "Küllü
nefsin zaikatü'1-Mevt" "Her can ölümü tadacaktır." Ayet, tabutu
taşıyanlara hitap ediyor. Tabutu omuzları üzerinde götürenler ayeti görüyorlar.
" ,
50- 60 senelik bir
hayat boyunca insan, çeşitli vazifelerin başına geçirilir. Vâad ettiklerini
verirler de. Ama ölümünü engelleyemezler. Dünyanın bütün doktorları bir araya
gelse yine de ölümünüzü engelleyemezler. Dünyanın bütün paralarını bir araya
getirseler, ölümünüzü engelleyemezler. Rabbimiz de diyor ki; "can boğaza
gelince."[46]
84- O zaman
siz baka kalırsınız.
1- Ölen
kendine bakıyor,
2- Ölene
çevresindekiler bakıyor,
Mesela imansızın biri
uzanmış ölümü bekliyor. İmkanlar var. Dünyanın en kaliteli hastanelerinde en
iyi doktorların nezaretinde yakınları da uzaktan böyle bakıp duruyorlar. Can
boğaza doğru geliyor ama hiçkimse engelleyemiyor. Yapılacak hiçbir şey yok,
veya kişi hayatı boyunca imansızlığın peşinde koşmuş, İslam'a ve Kur'an'a
karşı elinden geleni geriye koymamış ve derken bir gün ecel gelmiş, yatakta
uzanmış, ayağından itibaren canın çekilmekte olduğunu, yavaş yavaş hissetmmeye
başlıyor, can boğaza geliyor. Yalvarıyor "Bütün mal varlığımı alın, bütün
dolarlarımı, marklarımı alın ama ölümümü engelleyin" diyor ama hiçkimse
birşey yapamıyor.
Orada melekler ona işkence
ederek ruhunu alacaklardır. (Naziyat suresi ayeti) Atalarımız bunu çok güzel
Özetlemiş. Bütün hücrelerinden canı alınırken; dikenli bir çalının insan
vücudundan çekilmesi ve dikenlerin hücreleri yırtarak çıkması esnasındaki acı
gibi bir acıyı çekecekler.[47]
85- Biz ona
(ölmekte olana) sizden daha yakınız, fakat siz göremezsiniz.
O canı boğazına
gelmiş, insana, o esnada biz sizden daha yakınız ama siz görmüyorsunuz diyor
Allah (c.c). İmansız yatağına düşmüş, can derdinde iken, zorla ve acı
çektirelerek canı alınıyor. En yakınları, bütün imkanlarını seferber etmişler
ama bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyorlar. Rabbim de, siz görmüyorsunuz ama
biz ona sizden daha yakınız diyor.[48]
86- Eğer
cezalandırılmayacaksaniz,
87- Eğer
doğru söylüyorsanız, onu (canı cesede) geri döndürseniz ya.
Hani siz,
cezalandırılmamalı değilmiydiniz? Haydi buyrun, Eğer sözlerinizde doğru
söylüyorsanız; siz tekrar onu geriye döndürün veya siz geriye dönün. Geriye
dönmeniz mümkün değil. Allah'a doğru akıp gideceksiniz. Yapacak bir şeyiniz
yok.[49]
88- Amma
eğer (ölen) Mukarrabinden (yaklaştırılanlardan) ise,
89- (Ona)
Rahatlık, güzel kokular / nimetler ve naim cennetleri vardır.
Şu
Mukarrabinden(yaklaştırılanlardan) olanlara gelince, Yani bu dünya hayatında
yaptığı her harekette ve taatta Rabbine yaklaşmayı murad eden, kendi ile
Rabbimiz arasındaki bütün engelleri aşabilen insanlara gelince;
Onlar için ahirette,
rahatlık vardır, çok güzel kokular vardır ve naim cenneti vardır. Ferahlık
vardır, rahatlık vardır, güzel kokular vardır. Ve naim cenneti vardır. Bu nasıl
olacaktır? "Gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği" diye
ifade edilmiş sevgili Peygamberimiz tarafından.[50]
Bu dünyadaki
sarayların, köşklerin ve yalıların bir iç dizayn ve mimari planı var. Bu
konuda hem Türkiye'de hem de Batı'da eserler var. Bu eserlerde çok güzel
şekilde çizilmiş evler, bahçeler, bahçelerde dikilecek ağaçların birbirine
uyumu ve ağaçlar arası dizaynları, bu ağaçların mevsimlere göre çiçek açanları,
yaprak dökenleri, dökmeyenleri, meyva verenleri ve vermeyenleri hesap edilmiş.
Bunlar kim tarafından yapılmış?
Hatırınıza, Batılılar
tarafından yapılmış cevabı gelecektir. Ama değil. Avrupalı bu konuda çok güzel
eserler vermiş ama, bu uzmanlar Türkiye'ye geldiklerinde Yıldız parkını uzaktan
ve yakından incelediklerinde şunu söylüyorlar; "Bizim hayal ettiğimizi
Osmanlı yapmış" Hangi ağaç hangi ağacın yanına dikilir, hangisi yaprağını
döker, hangisi dökmez bunu hesab etmişler. Çünkü biri yaprağını döktüğünde
diğeri dökmez, biri sarardığında diğeri yeşerir. Bunun hesabı yapılmış ve
Yıldız parkı'nda bu gerçekleştirilmiş" yani bizim ecdadımız tarafından
gerçekleştirilmiş.
İnsanoğlunun hayal
ettiği, hayaline göre yaptığı çok güzel yerler var yeryüzünde. Bu tür yerler
dünyanın çeşitli yerlerinde var. Fakat şunu bilin ki; en güzel yerde insan
birkaç gün oturduktan sonra usanma ve bıkma başlar. İnsanoğlu en güzel
manzaradan bıkar.
Bıkmadığı bîr manzara
vardır. O da insan manzarasıdır. İnsan denize bakmaktan bıkar, ama eşine
bakmaktan bıkmaz, çocuğuna bakmaktan usanmaz, dostuna ve ahbaplarına bakmaktan
bıkmaz. Yani yeryüzünde kendisine bakılmaktan usanılmayan birşey vardır? O da
insandır.
İşte cennete de
gidecek olanlar ancak ve ancak insanlardır. Yani iman etmiş insanlardır, iman
etmiş insanların cennetdeki yerleri de kendilerini de usandırmıyacak şeyleri
orada yaratacaktır. Dünyadaki milyonlarca dolara satılan kokuları hayal edin,
bu kokular ahiretteki kokuların yanında hiçbir şey ifade etmez.
Bu bize şöyle ifade
edilmiştir. Cennetin bir gülü dünyaya gelmiş olsaydı bütün dünya bu bir gülle
çok güzel kokacaktı ve dünyanın hiçbir pisliği de o güzel gülün kokusunu
bastırmayacaktı.
İşte Mukarrabin
olanlar böylesine güzel bir yere gideceklerdir. Sabikunlar, yani Rabbime ibadet
konusunda önde gidenler, öne geçerler! İşte onlar cennet nimetleri içerisinde
güzel kokularla ferah bir hayat yaşayacaktır diyor Allah (c.c.).[51]
90- Eğer
sağın adamlarından ise..
91- Sana
sağcılardan selam var.
Ashab-ı Yemin'den
olanlara yine ashab-ı yeminden selam vardır. Cennette mü'minler Allah'a hamdu
senalar edecekler, birbirlerine selam verecekler, melekler onlara selam
verecek, Allah'da(c.c) cennetteki insanlara bir selam ve selamet verecektir.
Bazen kelimelerin sonu
hayal edilmezse, o kelime basit kalır. "Rabbimden bir selam olacaktır
cennettekilere" ifadesi böyle geçiştirilmemeli.
Şu dünya hayatında,
makam olarak en yüksekte bir yer düşünün ve o yerin başındaki bir zatın, size
selam gönderdiğini düşünün, isminizi zikrederek selam gönderdiğini hayal edin.
Mesela benim, imanına,
ameline, ilmine çok hayran olduğum insanlardan biri; "Mahmut hocaya selam
söyleyin" dese, birkaç gün uykularım kaçar.
Bütün ilim adamlarını,
bütün Peygamberleri bütün insanları yaratan Allah(c.c.)'den cennette selam
vardır; "Selamün kavlen mirrabbirrahim "[52]
92- Amma
eğer (dini) yalanlayan sapıklardan ise..
93-
Ziyafetleri kaynar sudandır.
O Allah'ın dinini
yalanlayan, sapan ve de saptıranlara gelince, "Dallın" kelimesi hem
kendileri sapanlar anlamına gelir ki, asıl anlamı budur- hemde saptıranlar
anlamına gelir. Bunu biz her gün namazımızda fatihada
"vele'd-Dallin" diye okuyoruz.
"Yarabbü! şu
Allah'ın gazabına uğramış yahudilerin yolunu istemiyoruz. Sapık Hiristiyanlann
da yaptığını, taptığını istemiyoruz." Yani kötü şeylerim, sapık
inançlarını istemiyoruz biz. "Biz Peygamberlerin yolunu istiyoruz"
diye namazımızda her gün dua ediyoruz. İşte O fatihanın sonundaki
"Dallın" kelimesinin aynısıdır bu.
Allah'ın dinini yalanlayan
ve de sapıtanlara gelince; "sapıtanlar" kelimesi yalnız Hristiyanlan
içermez. Allah'ın yolundan çıkan herkez bunun içerisine girer. Yahudiler,
Budistler, vs. Rabbimin mülkünde Rabbimin verdiği el ve ayakla hareket eden,
Onun verdiği kanla, canla yürüyen bu insanlar, Allah'ın dinini yalanlamakta ve
de sapıtmaktadırlar.
Sapık; genelde bizde
çocukları öldüren veya işkence eden kişilere denir. Evet bu adam sapıktır. Ne
yapmış adam? mesela iki kişi öldürmüş veya işkence etmiş, kafasını koparmış.
Bu bir sapıktır ve tedavi edilmesi gerekir.
Peki!, binlerce,
milyonlarca insanın cehenneme gitmesi için dünya devletlerinin tamamında
eğitimi ateist bir mantıkla yürüten, seküler bir eğitim vermeye çalışan ve bu
eğitimi vermek suretiyle imansızlaştıran insanlar, iki tane çocuk yakmıyorlar.
Milyonlarca çocuğu yakıyorlar, milyonlarca siyah gözlü, yeşil gözlü, mavi gözlü
sarı saçlı, siyah saçlı, güzellerin tenlerinin cehennemde yanmasına sebeb
oluyorlar. Asıl sapıklar bunlardır.
Onun için gerçek
sapıklara yönelik tedbir almamız ve onlara bu ayeti duyurmamız lazım.
"İşte o sapıklara gelince!, o sapıkların konağı sıcak, kaynar suların
içerisidir" Cehennemdeki kaynar sularda irinlerden meydana geliyor. Ne
kadar sıcaklıktadır? Bilemeyiz. Dünyadaki ısı ölçen aletler orada geçersizdir.
Yani onlar binler ve milyonlarca derecedeki irinlerin içerisinde yanacaktır.
Onlar oraya misafir edilecekler ve oraya konaklandırılacaktır.[53]
94-
Cehenneme atılış vardır.
"Cahim" diye
isimlendirilen cehenneme atılacak ve yaslandırılacak-tır. Bunları Rabbim niye
söylüyor? Bunları dünyada söylüyor, ahirette söylemiyor, mahşer yerinde de
söylemiyor. Bu dünyada iken bu ayetleri biz, bu insanlara okumamız lazım.
Özellikle açık
oturumlara panellere katılan, dinime karşı cephe almış insanlarla sohbet
imkanı bulan arkadaşlarımıza, kardeşlerimize söylüyorum. Bu insanlara söyleyin;
"bu halde gidersen yanacaksın beyefendi, biz seni seviyoruz, sen Hz.
Adem'in çocuğusun, peygamber neslinden gelmektesin, yeryüzünün
yaratılmışlarının en değerlisisin, yanmana göz yumamam, yanmaman lazım
senin." diyeceğiz.
Şöyle diyebilirler:
"Bırak yahu yanayım, arkadaşlığımız devam etsin ama ben yanayım, sen
cennete git, ben kaynar suların içerisinde haşlanayım" Bunu niye
söylerler? Çünkü cenneti ve cehennemi göremiyorlar da ondan.
Görmedikleri ve de
inanmadıkları için bu sözü söylemek kolay ama, mü'minlerin bu dünyada iken
Allah'a ve Kur'an'a -cehennemi görmeden, sanki görmüş gibi- iman ederler.
"Aynel-Yakin" ahirette görülecek ama bu dünyada ilme'l-Yakin olacak,
yani görür gibiyiz.
Onun için yanmalarına
müsade edemeyiz. Sultanahmet veya Taksim meydanında bir adam, üzerine benzini
dökmüş, eline de kibriti almış," ben kendimi yakacağım" diyor. Biz
orada gönül rahatlığı içerisinde; "Canım 20 yaşına gelmiş, aklı başında
bir adam, ister yakar, ister yakmaz. Dünyada hürriyet var, insanlar istediği
yerde istediğini yapabilir. Adam kendini yakmak istemiş kim ne karışır?"
deyip de orada hürriyet nutukları atabilirmiyiz.? Atılamaz. Ne yapılır? İkna
edilmeye çalışılır; kandırılmaya çalışılır, gafletinden istifade edip, hemen
ellerinden yakalanıp, kipritle benzini bir araya getirmemeye çalışırız. Sonra
da tedavi edilmek için hastaneye gönderilir.
"Bırakın beni,
cehennemde yanayım" diyen bir profösör, kendini yakmak üzere, etrafına
ateşten duvarlar ören, sonra benzin döken, sonra da o duvarın içerisine girip
kendini yakan adam gibidir. Buna müdahele ediniz, onu engelleyiniz. Niye? Çünkü
onu Hz. Adem'in çocuğu, olduğu için sevmemiz gerekiyor.[54]
95- Şüphesiz
bu kesin bir gerçektir.
İşte bu hakikatin ta
kendisidir. Yani cehennemin varlığı, cennetin varlığı, cehennemde kafirlerin
yanacağı cennette mü'minlerin mükafaat göreceği... İşte bunlar hakikatin ta
kendisidir.[55]
96- O halde
büyük Rabbinin adını tesbin et.
Allah (c.c), öyleyse O yüce
Rabb'inin ismini teşbih et veya Rabb'inin o büyük ismini teşbih et. İki türlü
de anlamak mümkün. Yani ism-i azam ile Rabbini teşbih et diyor.
Allah'a hamdü senalar
olsun, biz teşbihi yapıyoruz. Mesela bu gün sabah namazının rükûnlarmda
"subhane rabbiyelazim" diyerek bu teşbihi yaptık.
Bu ayet nazil olduktan
sonra Peygamberimiz, bunu rükûnlarında yapmaya devam etmiş. Böylece Allah'ın
emrini yerine getiriyoruz. Allah(c.c) lütf-u keremiyle, fazl-u keremiyle bütün
insanları, cennette mü'min olarak bulundurmak nasib eylesin Amin.[56]
[1] Lokman 25
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/313-314.
[3] Buharı Tevhit II, Tirmizi
kader 7
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/315-319.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/319-320.
[6] Hadid 21
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/320-323.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/324.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/324.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/325.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/325.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/325-326.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/326-327.
[14] Yasin58
[15] Zümer 73
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 7/326-327.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/327-328.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/328-329.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/329-330.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/330-332.
[20] Fussilet 33
[21] Lokman 3
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/332-336.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/337.
[24] Saffat 64
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/337-338.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/338-339.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/339.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/339-340.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/340.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/340.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/340-342.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/342.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/342-343.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/343-344.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/344-345.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/345.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/345-346.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/346.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/346-347.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/347-348.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/348-349.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/349.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/349-351.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/351.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/351-352.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/352-353.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/353-354.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/354.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/354-355.
[50] Buharı, Bed-ül halk 8,
Müslim İman 213
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/355-356.
[52] Yasin 58
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 7/356-357.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/357-358.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/358-359.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/360.