AIlah(cc)'ın
"Rahman" ismiyle başladığı için bu ismi almıştır.Mekke devrinde nazil
olmuş, 78 ayettir.
Mekkeİi müşrikler, "Biz Rahman'ı tanımıyoruz"
demişler. "Rahman Nedir?" demişler.[1]
1- Rahman,
2-Kur'an'ı
öğretti,
3- İnsanı
yarattı,
4- O'na
beyanı (konuşmasını) öğretti,
5-Güneş ve
ay hesapladır.
6- Otlar ve
ağaçlar O'na secde ederler.
Allah (c.c.) bu
ayetleriyle Rahman'ı tanıtıyor.
Bu sure'de Allah (c.c),
nimetlerini bize tanıtıyor. İçimizdeki dışımızdaki, toprak üzerindeki
denizlerdeki, gökyüzündeki, yerin altındaki ve kabir ötesindeki nimetlerini
tanıtıyor.
Nimetlerin en başına
Kur'-an-ı Kerim'i yerleştirmiş. Allah (c.c.) ilk önce Kur'an-ı
Kerim nimetini hatırlatıyor. Maide Suresinde de ifade
edildiği gibi Kur'an bir nimettir.[2]
Nimet, kendisinden
yararlandıklarımızda. Bu güneş'tir, ekmek'tir, su'dur,
yıldızdır, denizdir, kelebektir. Bazılarından gözlerimizle yararlanıyoruz.
Mesela renklerin cümbüşünden gözlerimiz zevk alıyor. Seslerin ahenginden
kulaklarımız gönlümüze güzelliklerin şelalesini ses halinde akıtıveriyor.
Dilimizin tat aldığı, burnumuzun hoşlandığı kokular, elimizin tutmaktan zevk
aldığı ve yediklerimiz, içtiklerimiz, kullandıklarımız. Ama bütün bu nimetlerin
başında Kur'an nimet-i geliyor.
Çünkü Kur'an nimeti, bu yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız,
giydiğimiz, oturduğumuz, gördüğümüz, duyduğumuz her türlü nimetin bize faydalı
ve zararlı olanlarını açıklayıveriyor.
"Yalan gibi,
iftira gibi, gıybet gibi şey kulağından içeriye girerse, ruh ve beden yapımıza
zarar verir.
Şu görüntüler,
gözünden gönlüne girecek olursa, gönül denizinizin kirlenmesine vesile olur.
Haramlara bakmak,
insanların mahremiyetini çiğnemek, evlerinin içerisini dikizlemek, çeşitli
şekilde insanları gözle rahatsız etmek gibi, Bütün uzuvlarımızın dünya ile
temasını sınırlayan Kur'an-ı Kerim'dir.
Sınırlayan derken, onu
çepe çevre kuşatan değil, zararlılarını
belirtivermiş, faydalı olanların ise, sınırsız olduğunu belitmiştir.
Böylece bize dünya nimetlerinden en güzel şekilde yararlanmayı ve cennet
nimetlerine layık olmak üzere, bizi hazırlamayı hedeflemiştir.
Onun için Allah (c.c),
iki dünyamızın nimetlerini en medeni, en adil bir şekilde bütün kainattaki
yaratılmışlara, Allah'ın koyduğu kurallar
içerisinde ulaşmasını
bize temin edecek olanın, Kur'an-ı Kerim olduğunu
söylemiştir. Bu sebeble Rahman olan Allah, Kur'an-ı öğretmiştir. Daha Önce "Rahman'ın"
tefsirini de, "besmelenin" tefsirini de yapmıştık. Nimetlerini bize
lütfeden, Kur'an-ı da bize öğretmiş olmaktadır.
İnsanı yaratan Rahman'dır. Neyi nerede, nasıl yapacağımızı ve niçin
yapacağımızı öğretiyor.
Allah (c.c), dikkat
ederseniz önce kendisinden bahsediyor. Zaten önce kendisi vardı. "Hüvel evvelü ve'1-ahirü, ve'z-zahiri, vel-ba-tm"[3]
"O herşeyin evvelidir" Onun için ilk önce
O'nun adı zikrediliyor. Sonra Kur'an-ı öğretti,
sonra insanı yarattı diyor. Yani cümlelerin ard arda
gelişlerine dikkat edersek Allah (c.c.) önce bizim kılavuzumuz olan Kur'an-Kerim'i zikrediyor. Daha sonra insanın yaratılışı
anlatılıyor.
Yani insanoğlunun Önce
Allah (c.c.) tarafından koyulan kurala uyması gerekir. Zaten yaratılışının
gayesi, Kur'an'a hizmettir. Burada kast edilen bütün
insanlıktır.
"O Rahman, o
insana beyan-ı öğretti." Beyan; iç dünyanızda, geliştirdiğiniz manaları
dilimizle dışarıdaki insanlara, dışmızdakilere en
açık ve en güzel bir ifade ile anlatma işlemidir.
Yani dili veren Allah
(c.c), en veciz şekilde insanlara meramımızı anlatma gücünü veren de yine Allah'dır. Dilsiz insanlarımız var, duyuyor ama
konuşamıyor. Halbuki dilin fiziki yapısı konuşan insanın dili gibidir. Ama bir
arıza nedeniyle konuşamıyor diyor doktorlar. Demekki
konuşan yanlız ağzımızdaki et parçası değil.
Diyelim ki, dil
konuşacak kıvamdadır.-Beyninde insan cümleleri yanyana
getiremiyorsa, beyni sulanmaya başlamışsa, o insan yine de konuşamıyor.
Konuşuyor, ama bu konuşma beyan olmuyor. Karıştırıyor dağdan, dereden, tepeden
konuşuveriyor. Ama bir anlam ifade etmiyor.
Allah(c.c.)'a isyan
edenler, isyanlarını kelimelerle dile getirenler veya makaleye dökenler, bu
inkarlarını yine Allah'ın verdiği sermayeyi kullanarak bunu yapıyorlar. Bunlara
geri zekalı denmez de, ne denir?
"Kur'an-ı açıklamayı öğreten", tefsiri öğreten manasına
da gelmektedir. Ayet, Kur'an'ı yine Kur'an-ı Kerim'le tefsir ediyor. Bir ayette kapalı,anlaması
zor gibi gelen bir manayı, bir başka ayet-i kerime ile aç ıkl
ayı veriyor.
Bir de bunun yaşanan
kısmının tatbikatını sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) hayatında gösteriveriyor.
Böylelikle yine Kur'an'ın beyanı yapılmış oluyor.
Bizler sevgimizi
yönlendirirken, birinci derecede Allah'a yöneltece-: ğiz,
Rasülü ne yönelteceğiz, Kur'an'a
yönelteceğiz, sonra da insana yönelteceğiz. Rahman, Kur'an,
insan.
Ondan sonrada O'nun
yarattıkları; Mesela Güneş sevilir, (bütün çiçeklerimize yedi rengi sunan,
yedi renkten 70 milyon renk tonu meydana getiren Allah'ın (c.c.) yarattığı
güneş'te sevilir. ) Ay da sevilir. (Mehtaplı geceler de gezilir ve Allah'ın
(c.c.) gökyüzündeki sanat eserlerine bakılır ve zevk alınır.) Bunların
seyrinden sonra da "fe sübhanallah"
denilir.
"Güneş ve Ay hesab iledir." Husban;
ayrıca bir değirmen çarkının milinin üzerinde döndüğü mihver dediğimiz yerdir
de demişler. Bundan hareketle şöyle de mana verilir. Güneş te
ayda bir yörüngededir. Ama hesaba dayalı bir yörüngededir. Husban;
Hesab kelimesinin çoğuludur. Yani tesadüf diye bir
şey yok. Milim değil, milimin milyonda biri kadar derecedeki bir hesabla güneş ve ay üzerinde işlemektedir.
Zamanlarımızı
belirlemek üzere kollanmizdaki saatlerden
yararlanıyoruz. Ama İstanbulda 15 milyon insanın
kolunda 5 milyon saat birbirini tutmamaktadır. Ama dünya kurulalıdan beri güneş
gökyüzünde akrep gibi, Ay da yelkovan gibi dönüyor ve insanoğlunun takvimini
belirliyor.
O Rahman, o güneşin
hararetini öylesine vermiştir ki; Taklamakan çölünde,
büyük Sahra'da veya Arabistan çöllerinde 60, 70 dereceye kadar varan sıcaklık
gerekiyor, İstanbul'da ise daha az bir sıcaklık gerekiyor, bütün bunları Allah
(c.c.) ayarlıyor.
Suud-i Arabistan'daki sıcaklık İstanbul'da oluverse
insanların topluca ölümüne sebeb oluverir. Yani
dünyanın en zirve yeri olan Everest tepesindeki güneşin; Rahmaniyeti
ile (bize olan Merhameti ile) Taklamakan çölündeki, lut çölündeki veya Büyük Sahra'daki sıcağın harareti yine
bize bir rahmettir. Bu güneş bizim için Rahman'dan bir Rahmet'tir. Bu ay da
bizim için Rahman'dan bir rahmettir. "Otlar ve ağaçlar (ona) secde
ederler." Nebatat ve bütün ağaçlar da Allah'a secde etmektedirler.
Nebatat; yani ağaç
cinsinden olmayanlar, Karpuz gibi dallarını toprağa doğru salan kökü fazla
olmayan şeyler. Birde ağaçlar. Yeryüzünde biten şeyler bu iki türün içerisine
girer.
Ağaçlar Rabbime hep
kıyamda ibadet yaparlar. Nebatat ise toprağa doğru uzanmış secde halindedirler.
Hayvanlar rükû halindedirler Koyunlar, atlar hep rükû halindedirler.
İşte Mü'min de, bütün yaratılmışların ibadetini beş vakit
namazında yapar denilmektedir.
Bu yaratılmış olanlar
nasıl secde ederler? Bunu akıl mantık kabul eder mi?
İlmin genişlemesi hep Kur'an ayetlerinin açıklaması durumundadır. Sevgili
Peygamberimiz Uhud Dağına, sığındığında; "Bu Dağ
bizi sever, biz bu dağı severiz" demiş tir.
"Dağ sever mi?
demiş o günün imansızları. Günümüzde araştırmacılarımız çiçeklerin, kendisine
gösterilen sevgiyi anladığını ifade ediyorlar. Sevilen çiçekle, ilgi
gösterilmeyen çiçeğin gelişmesinde farklılık ortaya çıkıvermektedir.
Öyle olunca herşey kendi dili içerisinde Allah'ı teşbih ederler. Allah
(c.c); "Göklerde ve yerde her ne var ise Allah'ı teşbih eder"
buyurmuştur.(Cum'af) Onun için taşlan dahi
kullanırken ihtiyacının dışında israf yapmayacaksınız Evinizi yapacak kadar
bahçenizi çevirecek kadar taş kıracaksınız. İhtiyacınızın dışındaki taşlan
yerinde bırakın. Sizden sonra gelecek olanlara da lazım olacaktır. İsraf taşta
dahi yapılmayacaktır.[4]
7- Gökyüzünü
kaldırdık ve ölçü koyduk.
O Rahman gökyüzünü
yukarıya kaldırdı ve ona da bir terazi koydu. Bir ölçü koydu.
Bu surede
"Mizan" kelimesi üç defa kullanılmıştır. Birisi gökyüzü anlatılırken,
diğeri hemen ardından gelen ayette "adalette haksızlık yapmayasınız"
diye Allah (c,c.) yaratılışta her şeyin bir ölçüye göre yaratıldığını, bir
denge unsuru söz konusu olduğunu bize bildiriyor.
Yer yüzünün,
gökyüzünün bir ölçü üzerine yaratıldığını haber veriyor. Öyleyse insani münasebetlerinizde
de ölçüye adalete dikkat etmemiz; tabiatta adalet, insanlar arasında bir
adalet ve ahirette de yine teraziye dikkat etmemiz
isteniyor.
İnsanlarla olan
münasebetlerimize şeriat, eşya ve tabiatla olan münasebetlerimizde de tabiat
kanunlarına riayet etmeliyiz. Allah'ın iki türlü kanunu vardır. Birisi tekvini
(tabii) kanunlar, diğeri ise teşrii kanunlar.
Tekvini kanun nedir?
Mesela kışın paltonuzu giyiyorsunuz, yaz gününde çıkarıyorsunuz. Bu tabiat
kanununa riayettir.
İnsanlarla olan
münasebetlerimizde Allah'ın koyduğu teşrii kanunlar, yani şeriat kanunlarına
riayet edeceğiz
Dilin ölçüsü vardır. Nasil ki sazın tellerinde ses çıkarmak için musiki üstadları onun ölçülerini belirtiyorlar. Her telin ve her
sesin binlerce ayarı yapılmaktadır. Eşinizle, Çocuklarınızla, Dost ve
düşmanınızla konuşurken ayrı ayrı ayar vereceksiniz.
Bütün bu ayar ve akord-lar Kur'an-ı Kerim'e göre, sünnet-i seniyye'ye
göre olacaktır.
Hz. peygamber Kur'an-ı
şahsında tatbik ederken, gelen elçilere, devlet başkanlarına, ilim adamlarına
papazlarına veya hahamlarına göre davranışlarını ayarlamıştır. Sevgili
peygamberimiz (s.a.v.) "İnsanların durumlarına göre davranınız"
buyurmuştur.[5] Adalet; insanlara şanına
layık bir şekilde karşılık vermektir. Şanına layık ayetine dikkat etmemiz
lazım.
Bazı insanlara iltifat
olsun diye İstanbul dilini kullanırsanız adam rahatsız oluyor. Ama köyündeki
iltifat kelimelerini ve davranışlarını busenizde ona göre iltifat etseniz o
daha çok memnun oluyor.
Farklı davranmak;
İnsanlar arasında ayırım yapmak değil, insanların gönlüne göre, onları memnun
edecek şekilde, kişinin kendisini ayarlam asıdır.
Ama bu ayarı yaparken Kur'an-ın ve sünnetin dışına
çıkacak olursanız; bazen zulmedersiniz, bazen yağcı durumuna düşersiniz.
Hedef önce Hakk'ın rızası, sonra O'nun koyduğu kurallar içerisinde
halkın rızası olmalıdır.[6]
8- Artık
tartıda tecavüz etmeyin.
9- Ölçmeyi
adaletle yapın ve tartıyı eksik yapmayın.
Terazide eksiklik
yapmayınız. Başkasının malına tecavüz etmeyiniz.
Alış verişlerimizde
hassas davranıp, ölçü ve tartıda alıcıyı aldatmayacağız.
Bu sebeble
Allah(c.c), bütün insanlara; "ölçünüzde tartınızda eksiltme
yapmayınız" diyor. Bu konu Mutaffifin Sûresinde
genişçe anlatılmıştır.[7]
10- Yeryüzünü
canlılar için koydu(meydana getirdi).
O Allah (c.c.)
yeryüzünü de hayvanlar için döşemiştir. Allah (c.c.) yeryüzünü toprak ve su ile
döşeyivermiştir. Otlar o hayvanlar içindir. Hayvanlar da insanlar içindir.
İnsanlar da Rabbi içindir.[8]
11-Orada
meyve ve tomurcuklu hurma vardır.
12- Kabuklu dane ve hoş kokulu (lar) vardır.
Allah (c.c.) bize
verdiği her nimeti, bir sanat harikası içerisinde vermektedir.
Mimar Sinan'ın
ifadesiyle; dünya durdukça duracak. Hem metanet olacak, hem sanat olacak hem de
ihtiyacı karşılayacak.
Allah (c.c.) bize
nimetler veriyor. Niçin veriyor? Aklımıza ilk gelen şu; karnımız doysun diye.
Ancak hedef karnın doyması değildir. Karnınız doyarken, burnunuz güzel kokusunu
alacak. Danelerin kenarındaki kapçukları
ve o kapçuklann içerisindeki daneler!
Danelerin de güzel kokulan.[9]
13- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Bunu insanlara ve
cinlere söylüyor.
Ekmeği yalanlayan yok.
İmansızı da, imanlısı da, ateisti de. ataisti de koministi de alıyor ve yiyorlar. Orada yalanlayan yok.
Ama bu insanların
gözlerini toprak perdeliyor. İnananların ufku imansızlardan daha geniştir. Bu
dünyada toprağı perde yapmayan, ekmeği perde yapmayan ve "bütün bunları
yaratan Allah'dır." diyenler, ahiret nimetlerini de elde edecekler, cennete kavuşacaklar,
iki dünyasını da mutlu edeceklerdir.[10]
14- İnsanı
bardak gibi (ses veren) kupkuru çamurdan yarattı
Allah (c.c.) insanı ve
insanlığın ana kaynağı olan Hz Adem'i kurumuş,
tamtakır çamurdan, balçıktan yaratmıştır.
Yani Allah'tır toprağa can
veren. Şu anda yeryüzünde dolaşan, gökyüzüne uçmaya çalışan, yıldızlarla
oynamaya çalışan bizler bile yeryür zünden toplanan toprakların en saf, en süzülmüş hali değilmiyiz? Ana rahminden dünyaya geldiğimizde 2-3 kilo
idik. Ama şimdi 60- 70- 80-kiloluk insanlar olduk. Peki nereden geldik, nasıl
büyütüldük biz?
Yine o toprak; koyunda
ete dönüştü, ağaçta elmaya dönüştü, yine o toprak buğdaya, ekmeğe dönüştü, vb.
ve hepsi bizde toplanmaktadır. Dünyanın en harika bir sanatı olarak, Allah
(c.c.) tarafından yaratılmaktayız. Aslımız yine toprağa dayanmaktadır. Allah (c.c.)'ın Hz Adem'i topraktan
yarattığına aklı ermeyen, -bir türlü aklı basmayan-insanlar bir ara demişler
ki; insanın aslı maymundandır. Peki ne olacak? Maymunu araştıracaksınız? O
nereden geldi? Sonunda bir yere varacaklar. Ya toprak
diyecekler ya da taş diyecekler.
Yani insanoğlu aklını
ne kadar gergef gibi gererse, ne kadar üzerinde işleme yaparsa, o oranda
Allah'a (c.c.) mutlak surette yaklaşacaktır. Onun için Kur'an-ı,
Kerim'de, imansızlar hep aklını kullanmayanlar, düşünmeyenler, şuurunda
olmayanlar, yani geri zekalı olarak tavsif edilmektedirler.[11]
15- Çin'i de
dumansız ateşten yarattı.
Allah (cc) cinleri de ateşten yaratmıştır.
İnsanlar topraktan,
cinler ateşten yaratılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de "Cinn
Suresi" vardır. Özellikle o surede cinlerin varlığı, içerisinde iman
edenlerin de iman etmeyenlerin de olduğunu, erkekleri ve dişileri bulunduğunu,
cinlerin de doğup - büyüdüğünü bize Rabbim bildirmektedir.
Şunu çok iyi bilin ve
içinize çok iyi yerleştirin ki, Allah'ın izni olmadan, hiç bir cin, şeytan
insana zarar veremez. Bunu böyle bilelim. Bir ayeti kerimede Allah (cc) : "Şeytanın tuzakları gayet zayıftır." buyuruyor.
(Nisa 67) Bu sebeble onlardan, hayatta endişe etmiyeceğiz, korkmayacağız. Biz Rabbime sığınmasını
bileceğiz. Onun için "Felak ve Nass Sûrelerini" çokça okumaya devam edeceğiz.[12]
16- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Allah (cc)'ın bizi topraktan yaratıp,
seven, gören, duyan, harika sanatlar meydana getiren insanı yaratması,
Rabbimizin bize en büyük nimetidir. Dünyanın en harika yerinde manzarayı bir
gün seyredersiniz, ' bir hafta seyredersiniz sonra seyredemez olursunuz. Ama 60
senedir annenizle, babanızla ve eşinizle berabersiniz, arada bir kavga etseniz
de, onsuz olamıyorsunuz ve onlara doyamıyorsunuz.
Ya Rabbi! Biz senin hiçbir nimetini yalanlamıyor, her
nimetine hamdü senalar ediyoruz, dememiz lazım.[13]
17- O, iki
doğunun ve iki batının Rabbidir.
18- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
İki doğu ne demek oluyor?
Yazın güneşin doğduğu yer ile kışın güneşin doğduğu yer ayrı ayrıdır. Bir
başka ayette; "doğuların ve batıların Rabbi." Buyrulmaktadır.
Bütün bunları yapan, yaratan, devam ettiren Allah (cc)dır.
Bu da bizim için bir nimettir ve bu dünyada rahat olmamız, daha sıhhatli
olmamız içindir. Biz de Rabbimizin bu nimetlerini yalanlayanlardan değiliz.[14]
19- İki
denizi bir birine karışmak için salıvermiştir.
20-
Aralarında perde vardır, birbirlerine geçmezler.
(Karışmazlar)
21- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Karışmak üzere iki denizi
bir biri üzerine salıveren Allah (cc). O iki denizin
arasına bir engel koyup kavuşmalarını engelleyen Allah (cc)"dür.
Bu ayetlerin tefsiri zaman
içerisinde çok değişik olmuştur. Büyük denizlerle küçük denizler arasında
engellerin olduğuna işaret etmiştir. Göllerle denizlerin arasındaki engellerin
olduğuna işaret eder demişlerdir. Aynı denizin içerisinde tatlı sularla, tuzlu
suların bulunduğunu ve bir birine karışmadan yaşayıp gittiklerine işaret
etmişlerdir.
Kızıl denizin
içerisinde tatlı suların olduğunu, bizim Osmanlı gemicileri kendi kitaplarına
da yazmışlardır. Kızıl denize vardıklarında kovalarını sarkıtıp tabanından
tatlı su ihtiyaçlarını karşıladıklarını hatıratlarına yazıvermişler. Oradan
tatlı su çıkıyor, tuzlu şu ile karışmadan yaşayıp gidiyorlar. Tatlı suyun
içerisinde tatlı su hayvanları yaşayıp gidiyor. Okyanusların içerisinde de
sıcak su bir yerden diğerine doğru akıp gidiyor.
Günümüz
araştırmacıları, Akdeniz ile Okyanus arasında Cebelitarık boğazında bir
çizginin olduğunu ve o çizginin Akdeniz tarafının suyunun daha tuzlu, okyanus
tarafının ki daha az tuzlu olduğunu söylemektedirler.
Bu denizler için böyle
olduğu gibi her şey içinde geçerlidir. Koyun otu yiyor. Bir tarafda
et, bir tarafda yün, bir tarafda
kan, bir tarafda süt, bir tarafda
gübre hiçbiri diğerine karışmıyor. Bütün bunları görüp duran insanoğlu,
Allah'ın nimetlerini nasıl olurda inkâr eder!!?[15]
22- O iki
denizden inci ve mercan çıkar.
23- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Denizin içerisinden bir
bitki çıkıyor. Mercan bir bitkidir. Toprakta biten bir ot gibi denizin dibinde
bitiyor, büyüyor, katılaşıyor ve dünyanın en güzel kırmızı rengi meydana
geliyor.
Binlerce metre
derinlikte, o suyun içerisinde mercan kayalıklarının üzerinde bitkiyi bitirip,
kırmızı renk ile boyayıveren Allah (cc) binlerce
kilometre uzaktaki güneşten ışık binlerce metre derinlikteki mercana ulaşıyor
ve kırmızı rengini alıyor. Bütün bunları bizim için yapan Allah (cc), bize süs olsun diye yaratmış.
Denizin
derinliklerinde inci ve mercan çıkarıveren Allah (cc)'a
hamdederiz, nimetlerini yalanlama tarafına gitmeyiz.
Geçmişte bazı
alimlerimiz, iki alimin bir araya gelmesinde de bu ayetleri okumuşlar.[16]
24- Denizde
dağlar gibi inşa edilmiş, akıp giden (gemi)ler
O'nundur.
25- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Denizi yaratan Allah (cc). Denize kaldırma gücünü veren, denizin üzerinde
gemileri yüzdüren Allah (cc)'tır.
Suyun kaldırma
kuvvetini bulan adam için söylenir ama biz Hz. Nuh
(as)'ın gemi yaptığına iman etmişizdir. İnsanlar ilk
yaratılıştan itibaren denizlerden ve sulardan yararlanmaya başlamışlardır.
Yoksa hamam tasının hamamdaki suyun üzerinde yüzdüğünü gören adam, orada bir
kanun olduğunu keşfetmiş, o ayrı bir mesele.
Fakat o güne kadar
binlerce gemi yüzdürmüş insanoğlu bu denizlerde. Allah (cc)
tabiata koyduğu kanunun nasıl kullanıldığım yine kendisi öğretmiştir.
Gemicilerin piri Hz. Nuh (as)'dır denilir.
Rabbim burada gemiyi
dahi kendisine nispet ediyor. Denizlerde dağlar gibi yüzüp giden gemiler de,
O'na aittir. Olur mu hocam? O filan firmanın, filan devletin gemisi değil mi?.
Gemiyi yapan adamı, onun kolunun gücünü yaratan Allah (cc),
geminin nasıl yapılacağı konusunda plan çizen mühendisin beyni ve aklım ve
düşüncesini yaratan Allah (cc). Denizi yaratan O,
geminin yapıldığı tahtaları demiri yaratan O.
Rabbimin
yarattıklarını bir araya getiren, bir birine çakan ve belirli bir şekilde
Rabbimin gösterdiği modelle yapan bir varlıktır insan. Bu da Rabbimin bize
verdiği bir nimettir. Biz bu nimetleri de yalanlamıyoruz, şükrediyoruz.[17]
26- (Yer)
üzerindeki her şey fanidir.
27- Celal ve
İkram sahibi Rabbin yüzü baki kalacaktır.
28- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Her şey fani Allah
bakidir. Eski bir Osmanlı şairi şöyle demiş;
"-Eğerçi hane-i pür nakşdir sarayı
cihan
- Veli kitabeleri
"küllü men aleyhafan"
Cihan sarayının
odaları çok süslüdür, amma duvarındaki levhada "Herşey
yok olacaktır" yazılı diyerek, iktibas yapar.
Dünya bir tiyatro
salonu gibidir. Dekor olarak Allah (cc), masmavi
denizler, masmavi gökler ve göklerde, papatya çiçekleri gibi parlayan yıldızlar
ve mehtap.
Yer yüzü de, İnci de,
mercan da, yakutta yok olacak. Mercan yanaklı, yakut dudaklı sevgili ler de yok olacak. Yemyeşil vadiler yok olacak. Bütün
bunlar sona erecek. Ancak baki olan Allah kalacak. Fatih'in oğlu Cem Sultan:
"Kimseye baki değil devran, bu dünya fan dır" der. İnsanlar mükafat
veya cezalarını almak üzere, o Baki olan Allah'ın huzuruna varacaklar. Bunları
nasıl yalanlarsınız. Rabbimin hangi nimetlerini yalanlarsınız?[18]
29- Gökler
de ve yerde olanlar O'ndan isterler. O her gün (her an) bir iştedir.
30- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Göklerde ve yerde kim
varsa, hepsi Allah'tan istemektedirler.
Gökteki güneşin yakıtı her
gün Rabbim tarafından verilir. Geceleri bize gülücükler gönderen yıldızların o
ışığını da Rabbim verir. Bizim gözlerimizin nurunu da Rabbim verir.
Kulaklarımızın duyma özelliğini de O verir. Her an biz Rabbimize muhtacız.
"O her an bir iştedir." O'nun her an bir işte olduğunu biliyoruz.
Nereden biliyoruz? Kalbimizin tiktaklarım biz
bilmeyiz ama Rabbim bilir. Damarımızdaki kanın kalbimize kadar girip çıktığını
O bilir. Şair;
"Allah
tecellisini tekrar etmez
Bir şeyi iki defa
izhar etmez
Asarı nevanevdir olan mamurun
Bilmez bunu kim,
dikkati nazar etmez"
der. Merzifonlu
Muallim Cudi
Öyleyse hastalanmadan,
sıhhatli iken, Allah bedenimize bir arıza vermediği anlarda Rabbimize daha çok
yalvarmalıyız. Rabbimizin nimetlerine hamdü senalar
etmeliyiz.[19]
31- Ey ağırlığı
olan (insan ve cin) lar sizin (hesabınızı) görmek
için de vakit ayıracağız.
32- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Ey yer yüzünün iki
ağırlığı olan insanlar ve cinler. Sizin de hesabınızı görmek üzere bir zaman
ayrılacaktır. Yani ahirette sizin de hesabınız
ayrıca görülecektir.
Bu dünyada serbest
dolaşıyor gibisiniz. Ancak bir gün hesabınız mutlaka görülecektir.
Buradaki
"ağırlıklar" aynı zamanda "değer" anlamına da gelmektedir.
Türkçede bir ifade vardır. Yükte hafif, pahada ağır.
İnsan oğlu da yükte hafiftir. Ama dağlan delebiliyor, fillerin üzerinde
yolculuk yapabiliyor. Demir kadar ağır değildir ama demiri gökyüzünde
uçurabiliyor. Bu insanın kendi ağırlığını gösterir.
İşte bu ağırlığımızı
iyi yolda kullanacağız. Otorite ve gücümüzü iyi yolda kullanacağız. Gökyüzünde
uçan bu insana cennete uçmasını Öğreteceğiz, yanmaması için gayret sarfedeceğiz. Rabbimizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?[20]
33- Ey cin
ve insan topluluğu, göklerin ve yerin çevresinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa
çıkın. Ancak Sultanla (Allah'dan gelen güçle) çikabijirsiniz.
34- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Ey cin ve insan
toplulukları! Eğer yeryüzünden ve gökyüzünün sınırlarından dışarı çıkmaya
gücünüz yetiyorsa buyurun çıkın. Bir delil olmadan çıkamazsınız. Bir ferman
olmadan çıkamazsınız diyor Allah(cc).
İmansız diyor ki;
"ben Allah'a inanmam." "Allah'ın yarattığına da inanmam. Varlığınada inanmam." Peki; "Bastığın toprağı kim
yarattı?" Cevabı yok. Kendi kendini yarattı deyip geçiyor.
Madem Allah'a
inanmıyorsunuz; Öyleyese çıkın Rabbimin mülkünden.
Ne ile çıkıp gidecekler? Çıkamazlar ama çıkacakları Ayakları da Allah'a aittir.[21]
35-
(ikinizin)Üzerine (ateşten) dumansız alev, aleysiz
duman gönderilir de kurtulamazsınız.
36- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Üzerinize ateş
gönderilir. Bakırdan eriyikler gönderilir. Siz de hiç kimseden yardım
göremezsiniz.
Öyleyse siz Rabbimin
hangi nimetlerini yalanlarsınız?[22]
37- Gökyüzü
yarılıp gül gibi (kızardığında), yağ gibi eridiğinde.
38- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Yani şimdi bakmaktan
zevk aldığımız o masmavi gökyüzü kıpkırmızı korkunç bir halde olup, kızgın yağ
gibi akmaya başlayınca, diyor Allah (cc). Yani
Kıyamet sahnelerini gözümüzün önüne getiriveriyor.[23]
39-
(Kabirlerinden kalktıkları) o gün hiçbir insana ve hiçbir cinn'e
(mahşere varıncaya kadar) günahından sorulmaz.
40- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
O gün hiçbir insana
veya cinne; "sen müslümanmıydın,
kafirmiydin?" diye, sorulmaz.[24]
41-
Suçlular; simalarıyla tanınırlar, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
42- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız.
43- İşte bu
suçluların yalanladığı cehennemdir.
44- Onlar
cehennemle kaynar su arasında dolaşıp dururlar.
45- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
46- Rabbinin
huzurunda (hesap vermekten) korkanlara iki cen net
vardır.
47- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Cehennemden ve cehnenemin ateşinden biraz daraldık ama ikram sahibi olan
Rabbim şimdi de ikramını gösteriyor.
Rabbimin huzuruna
varıp hesaba çekilirim diye bu dünyada korkan, tedbirini alan, Rabbimin hoşuna
gitmeyecek şeylerden kaçınan, hep iyi işler yapan, kötülüklerden uzak duran
insanlar için iki cennet vardır.
"İki
cennet";
1-Cennetteki
iki cennet diye de tefsir edilmiş,
2- Bu
dünyası da, ahireti de cennet olur, anlamında da
tefsir edilmiştir.[25]
48- İki
cennet (çeşit çeşit ağaçların) dallarına sahiptir.
49- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
O cennetler taze
dallar sahibidir. Yani güzel, güzel, taze taze ağaçlar.
Çiçekleri solmayan bir cennet. Gündüzleri yok olmayan, yanmayan, yandırmayan,
dondurmayan bir cennet. Yorulmanın olmadığı, hastalıkların olmadığı bir
cennet.[26]
50- Bu
cennetlerde akan iki kaynak vardır,
51- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Orada böyle akıp duran
iki ırmak vardır. "Tesnim" ırmağı ile
"selse-bil" ırmağı akar durur. Bu ırmaklar herkese aittir.[27]
52- Bu
cennetlerde her meyveden çifter çifter vardır.
53- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Her meyveden iki çift.
Yaşı da var, kurusu da var. Dünyada gördüğü de var, ahirette
yeniden gördüğü de var.[28]
54-
Astarları ipekten olan yataklara yaslanarak (nimetlenirler.)
İki cennetin (meyvelerini) devşirmek yakındır.
55- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
O cenneti hak etmiş
olanlar; İçi ipekten olan, yaygısı ipekten olan yataklar üzerine uzanmış olarak
cennetin bütün nimetleri kendilerine doğru sunulmuş ve uzanıp alıverme
durumundadırlar.[29]
56- Oralarda
gözlerini (yalnız eşlerine) hasreden eşler vardır ki, onlara onlardan önce
hiçbir insan ve cin dokunmamıştır.
57- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Bakışları kendisine
çekecek şekilde güzeller vardır. Veya bakışlarını yalnız eşlerine yöneltmiş
başka yere bakmayan sevgililer var. Daha önce onlara insan veya cin değmemiş.
"Yüzünde göz izi dahi olmayan" sevgililer var.[30]
58- Onlar
sanki yakut ve mercan gibidirler.
59- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Sanki onlar yakut ve
mercan gibidirler.
Yakut ve mercanın
ikisinin de rengi kırmızıdır ama birbirinden farklıdır. Cennetteki
sevgililerin, eşlerin birbirine karşı görüntüleri dünyadakilerle tarif edilecek
olursa, Rabbim onu yakut ve mercanla tarif etmiştir.
Bakınız Kur'an-ı Kerim bize nelerden bahsediyor? Kur'an- ı Kerim bazılarının anlattığı, veya anladığı gibi
değildir. Başından sonuna kadar okuyanlar bilirler ki, Kur'an
bize "kapının tokmağına vurma adabından, devlet yönetimine kadar" her
şeyi öğretir.[31]
60- İyiliğin
karşılığı iyilikten başka birşey değildir.
61- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
62- Bu iki
cennetten başka, iki cennet daha vardır.
63- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
64- Koyu
yeşil renktedirler.
65- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Onlar yeşilin en tatlı
tonunda yemyeşil cennetler.
66- O iki
cennette fışkıran iki kaynak vardır.
67- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
68- O iki
cennette meyve, hurma ve nar vardır.
69- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
70-
Cennetlerde seçkin güzeller vardır.
71- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
72- Çadırlar
içinde yaşayan ceylan gözlüler vardır.
73- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
74- Onlara
onlardan önce hiçbir insan ve cin dokunmadı.
75- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
76- (Eşleri)
yeşil yastıklara ve güzel yataklar üzerine yaşlanmış olarak (nimetlenirler)
77- O halde
Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?
Rabbimiz devam eden
ayetlerde cenneti anlatmaya devam ediyor. Orada fışkıran fıskiyeler vardır.
Orada meyveler vardır, hurma vardır. Orada çok değerli , çok güzel eşler
vardır. Onlar inciden çadırlar içerisinde ancak eşlerine aittirler. Onlara
daha önce hiçbir insan ve cin değmemiştir. Onlar koltuklar üzerinde ipekten
yaygılar üzerine oturmuş durumdadırlar. Şair Nedim;
"-Hoştur
tekellümün, dileyedim
-Guluyu
şişede gul gul müsün
nesin?." diyor.
Yani yaz gününde
ciğerleriniz yanmış, buz gibi su, şişeden akarken akışını dinliyorsunuz. Hep
aynı su, Hep aynı ses gibidir ama her akışı size zevk vermeye devam ediyor.
İşte bu şekilde tekrarlanan, "tükezziban"
ayeti de, bizi hep cennete doğru yönelttiğinden, tekrarı bize çok hoş gelir.
Allah (cc) nefsimizdeki, dışımızdaki, dünyamızdaki, gökyüzünde ve
cennetteki nimetlerini bize hatırlatıveriyor. Cehennemdeki azabı da,
hatırlatıveriyor. Diğer nimetlerinin kıymetlerini bilmemiz için de, her ayetin
sonunda; "Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız?" diye uyanveriyor. Bu sûrenin en son ayeti kerimesinde de şöyle
buyuruyor;[32]
78- Büyüklük
ve İkram sahibi Rabbinin adı ne yücedir!
O yüce Rabbimize kul
olmaya, O!nun Rasulü'ne
ümmet olmaya, bu dünyamızı güzel eyleyip, cennette güzelliklere kavuşmaya
gayret ede^ lim inşallah. Cinlerin dediği gibi: Ey
Rabbimiz Senin hiçbir nimetini yalanlamayız. Hamd
sana mahsustur, diyerek bu sureyi bitiriyoruz.[33]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/289.
[2] Maide
3
[3] Hadid 3
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/289-294.
[5] Sehmi,
Tarih-ü Cürcan 247, Suyuti,
Cem-ul-Cevami 4518, Kenzül Ummal 5718
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/294-295.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/295-296.
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/296.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/296.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/297.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/297-298.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/298.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/298-299.
[14] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/299.
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/299-300.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/300-301.
[17] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/301-302.
[18] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/302-303.
[19] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/303.
[20] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/303-304.
[21] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/304-305.
[22] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/305.
[23] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/305-306.
[24] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/306.
[25] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/306-307.
[26] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/307.
[27] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/308.
[28] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/308.
[29] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/308.
[30] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/309.
[31] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/309.
[32] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/310-312.