Kur'ân-ı Kerim'in 114.
suresi ve son suresi olan ve Peygamber Efendimizin ifadesiyle Muavvezetân diye
isimlendirdiği ve Allah'a sığınmamızı öğreten iki surenin ikincisi olan Nas
süresidir. Medine devrinde nazil olmuş, altı ayettir.
Fatiha suresinde
"Alemlerin Rabbına hamdolsun" demiştik. Alem deyince yaratılmışın
tamamı bunun içerisine girer. Yani Allah'ın yarattığı her şey. İşte bu her şeyi
yaratan alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdederek başlıyor ve "Kul euzu bi
Rabbin nâs, meliki'n-nâs....." diyerek Kur'ân-ı Kerim'in en son suresinin
en son harfine geliveriyoruz.
Alemlerin Rabbine
hamdediyoruz ama bu alemler içerisinden seçilmiş olan, en önemli bulunan, en
değerli yaratılan ama değerini bilmediği takdirde, en aşağılara da düşebilen
insan üzerine konuşuyoruz. Allah (c.c)'a sığmıyoruz.[1]
1- Deki:
Sığınırım insanların Rabbine.
Ana rahminde iken onu
büyüten Allah'a sığınırım. Rabbin manası bu. Çocuk daha ana rahminde. Hatta
babasının sulbünde onu koruyan Allah'a sığınmış oluyoruz. Hz. Adem'le beraber
bizi yarattığı günden beri, nesilden nesile koruyarak getiren Rabbimize
sığınıyoruz.
Buhari'nin Kitabu
Ehadisi-Enbiya'da rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, sevgili Peygamberimiz
(s.a.v) şöyle buyuruyor. "Allah (c.c) beni Hz. Adem'in neslinden, en
hayırlılarından yarattı." Yani Hz. Adem'in en hayırlı çocuğu hangisi ise,
Hz. Adem'den ona geçti, böylece babadan en hayırlı evlada geçerek Abdullah'a kadar
geldi. O da Amine ile evlenerek Allah beni dünyaya getirdi. Peygamber
Efendimiz Hz. Adem'in sulbünde iken binlerce sene sonra Peygamber olacağı
O'nun tarafından biliniyor.
İşte O Rabba
sığmıyoruz biz. Yani bizi koruması besleyip, büyütmesi, terbiye etmesi yal.
nız ana rahminde başlamıyor. Biz genler halinde ana-babamız da, onların
analarında ve babalarında böylece Hz. - Adem ve Hz. Havva'ya kadar bütün
genlerde vardık. Böylesine harika bir makinayı yeryüzünde insanoğlu bu güne
kadar yapamamış, kıyamete kadar da yaratması mümkün değildir.
Allah'ın dışında
sığımlanları görüyoruz. Annemize sığmsak o da kızdığında tokatı vuruyor.
Babamıza sığmsak o da kızdığında gereğini . yapıyor. Yar'a sığmsak başka türlü
vuruyor, ağyara sığmsak başka türlü vuruyor. Ama,Allah'a sığınmaktan başka çare
ve çıkarımızın olmadığını tarihi tecrübelerimiz bize gösteriveriyor.
Anne-babaya sığınma gibi milletlerin de milletlere sığındığı görülmüştür. Ama
hepsi birbirinden beterdir. Sığınacağımız tek yerimiz var O da Allah (c.c) dır.
Hukukumuza, inancımıza, ahlakımıza, adabımıza, adab-ı muaşeretimize zarar
gelebilecek yerlerin şerrinden Allah'a sığınırız diye dua ediyoruz. Fiili
olarak amelimizi yerine getiriyoruz, amel-i salihlerimizi yapıyoruz ve bunları
yerine getirdikten sonra Rabbimize yöneliyor; "insanların Rabbine
sığınırım" diyoruz.
İnsana en çok zarar
insandan gelebilir. Fayda da insana insandan gelir. En faydalı yaratık
insandır. En zararlı yaratık da insandır. Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'inde,
insan eğer imanını kaybedecek olursa o zaman hayvanlardan da aşağı olacağını
ifade ediyor.[2]
Yırtıcılıkta,
parçalamada, insanları öldürmede, zarar vermede hayvanlardan daha aşağı
mertebelere inivereceğini Kur'ân-ı Kerim ile Allah (c.c) bize bildirmektedir.
Bunun için şerli insanın şerrinden Allah'a sığınıyoruz. Ama hayırlı insanında
Rabbine sığmıyoruz biz. Çünkü O hayırlı insanın hayrının, hayırlı işlere
yönlendirilmesi için yine Rabbimize dua ediyoruz.
Çünkü Allah insanların
Rabbidir. İnsan vücudundaki milyonlarca hücreyi yerli yerine koyan O'dur,
canlılığını yaratan O'dur, can veren O'dur, can alan O'dur. O'nun için biz O'na
sığınıyoruz.[3]
2-
İnsanların Melikine (mutlak hakimine)
Melik; tam yetki ile,
tam bir otorite ile ve tam bir sahibiyet ile hükmetmek manasına geliyor. Yani
insanların sahibi Allah (c.c)'dır. Yalınız sahibi değil, yöneticisi de Allah
(c.c)'dır. Sahibimiz, O'dur çünkü yaratan O'dur.
Allah'ın sahibimiz
olduğuna, iman etmeyen yoktur. Yeryüzündeki bütün insanlar buna inanır. Ancak
dünya genelinde 100 ve 200 bin geri zekâlı insan, Allah'ın yaratıcı olduğuna da
inanmadıklarını söylüyor ve "bunlar kendiliğinden oluyor" diyorlar.
Sahibimiz Allah,
yöneticimiz de Allah'tır. Kanımızı hareket ettiren O, tırnağımıza kan gönderen
de O, saçımızın her bir teline ihtiyacını gönderen de O. Biz kendi vücudumuza
hakim değiliz. Kalbimizin üzerinde bir başkasının hakimiyetini görüyoruz biz.
Onun için "insanların Meliki olan Allah'a sığınırız" diyoruz.
Peki bütün bedenimizi
kendi hakimiyeti altında büyüten, büyüttükten sonra ihtiyarlatan, sonra
küçülten, sonra toprağa geri döndüren Allah (c.c) değil mi? Evet. Buna
müdahelemiz hiç mümkün değildir.
Rabbimizin vücudumuz
üzerindeki hakimiyetini gördükten sonra yine Rabbimize yöneliyoruz;
"insanların melikine sığınırız" diyoruz.
Vücudumuz üzerindeki
hakimiyetini kabul etmememiz mümkün değildir. Bunu bizim irademize
bırakmamıştır Rabbim. Bu da bizim menfatimizedir. Ama sosyal hayatımızla, aile
hayatımızla, toplum hayatımızla ilgili ayetlerini indirmiş Allah (c.c) ve
demiş ki; "bakınız, vücudunuz da benim kanunlarım geçerli olduğu sürece
nasıl ki düzenli çalışıyor, eğer toplum hayatınızda indirdiğim kanunlarımı
uygularsanız aynen vücudunuz gibi güzel çalışacaktır."
Yani toplum vücuduna
Kur'ân'ın ahkâmı tatbik edilecek olursa, insanların ihtiyaçları oranında bu
toplum vücudunun kalbi olan İslâmi bir devlet, herkesin ihtiyacı oranındaki
kanı yani gıdayı, maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılar.
Bir yerde kangiren
meydana gelmişse, orayı vücudun tedavi ettiği gibi o İslâmi bir devlet onun tedavisini
yapar. Allah (c.c), Melik'lik otoritesinin toplum hayatına uygulanmasını, bizim
ihtiyacımıza bırakmış.[4]
3-
İnsanların ilahına (yaratan, yaşatan ve yönetenine)
insanoğlunun
yaratılışında bir yere bağlanma ihtiyacı da verilmiş. Bu herkesde var. Tarih
boyunca insanların aklı başında olanları Peygamberlere tabi olarak kendilerini
yaratana kulluk yapmışlar, O'na itaat etmişler.
Ama Peygamberlere
uymayan insanlarda mabudsuz ve ilansız kalmamış. Kendi büyüklerini,
yöneticilerini kendilerine ilah kabul etmişler. O'nun huzurunda ayinlerini
yapmışlar. Öldükten sonra da O'nun adına taşlar dikmişler, o taşların önünde
bağlanma itaat etme ihtiyaçlarını gidermişler. Ve insanlığı zillet içerisinde
bırakmışlar.
Biz kula kul
olanlardan değil, kullan yaratan, onların Rabbi olan, onların Meliki olan
Allah'a kul olduğumuzu bu sureyi okuyarak bütün insanlara duyuruyoruz.[5]
4- Vesvese
veren sinsinin şerrinden
Hannas, Arabın dilinde
düşmanından korkunca pusan, geriye adım atan, düşmanını zayıf gördüğünde de
üzerine saldıran hayvana denirmiş. Yani bir ileri, bir geri gidip gelen.
Bunu insan için
kullanıyor Rabbim bu ayette. Vesveseci Hannâs. Günümüzde bunu söylerken bazı
insanlar hatırıma geliyor. Müslümanlar güçlü iken müslümanlara yaltaklık
yapanlar, hizmet edenler, yoluna "toz olurum" diyenler. Ama
müslümanların zayıf anların da ağaçları kemiren kurtlar gibi, müslümanın
üzerine saldırıveren Hannas'in şerrinden Allah'a sığınırım diyoruz.
İnsanoğlunun aklı
dünyadaki bütün düşmanlarını tanımaya yetmez ve bunların şerrinden emin olamaz.
Tedbir alsa bunun da bir sınırı vardır. Ama bütün bu tedbirlerin takdirini
yapan, bütün yaratılmışları emri altında tutan ve Melik olan Allah'a sığınacak
olursak Rabbim dileyince bütün zararlıların şerrinden bizleri emin kılar. Tabi
sözlü duamız, fiili duamızdan sonra olacaktır.
"Vesvâs"
dan, yani müslüman düşmanlarının gizli fes adlarından, vesvese ile iş
yapmalarından, dudak işaretleriyle konuşmalarından, müslüman aleyhinde gecede
ve gündüzde planlar kurmalarından Allah'a sığınıyoruz. Zaten kafirler de
müslümanların aleyhine yaptıkları planları gizli yapmaktadırlar.[6]
5- O ki
insanların kalblerine vesvese verir.
6- (O
vesvese veren) gerek cinden gerek insandan olsun (hepsinden insanların Rabbine
sığınırını)
İnsandan olan
vesvesecinin şerrinden de Allah'a sığınıyoruz, cinden olan vesvesecinin
şerrinden de Allah'a sığınıyoruz.
Allah (c.c) Enam
Suresinin 112. ayet-i kerimesinde; "Her peygamberin düşmanı
olduğunu" ifade ediyor. Kimlerden? "İnsanlardan ve cinlerden."
İnsanların şeytanlarından, cinlerin de şeytanlarından, her peygamberin düşmanı
olduğunu Rabbim ifade ederken; "insanların şeytanı" kelimesini,
"cinlerin şeytanı" kelimesinden önce getirmiş.
Ama bu Nas Suresinde
ise, cinleri insanlardan önce zikretmiş. Buradaki hikmet demiş tefsirciler;
Kıyamete kadar insanların en şerlilerinin iç dünyalarına fesad tohumunu ilk
eken şeytanın vesvesesidir. ' Şeytandan vesvesesini alınca, fikrine kötülük
gelince, insanoğlu onun arkasını getiriyor.
İnsan kendi kendisine
de vesvese verir. Rabbim diyor ki Kâf Suresinin 16. ayetinde; insanı biz
yarattık, Onun nefsinin kendine nasıl bir vesvese verdiğini biliyoruz"
diyor Allah (c.c). Vesvese gönül hırsızıdır. Gönlünüzde çalınacak birşey varki,
şeytan onu çalmaya çalışmaktadır. Onu kovabilmek Allaha sığınmakla olur.
Vesvese bazende imanın kuvvetlenmesine sebep olur. Bütün bu vesveselerin
şerrinden Allah(c.c)'a sığındığımızı ifade ediyoruz biz.
Peki Allah (c.c)
alemlerin Rabbı olduğuna göre burada niçin yalınız "Nas"ı zikrediyor?
Bunun sebebi, bütün yaratılmışlar Allah'ın koyduğu kurallar içerisinde
hayatlarını devam ettiriyorlar, Allah'ı teşbihe devam ediyorlar.
Ama asi olan insandır.
Dünya üzerinde iken yalınız olmadığınızı, binlerce, milyonlarca ve milyarlarca
insan inkarcı olsa bile, tirilyonlarca yaratığın Allah'ı teşbih ettiğini
hatırlayarak yürürseniz bu asi insanın isyanının sona erdirilmesi için insana
yönelmemiz gerektiğini anlarsınız. Bunu bu nas suresinin ayetlerinden
anlıyoruz.
İnsan itaat edecek
olursa dünyadaki yaratılmışların en güzeli olur. Eğer insan isyan edecek olursa
dünyadaki yaratılmışların en şerlisi olur. Onun için insan önemlidir. Çünkü
güneş ve ay insan için yaratılmıştır. "Yeryüzünde, yaratılmışların hepsi
sizin için yaratıldı" diyor Rabbim.[7]
Onun için insan
Önemli. Bu sebeble Kur'ân-ı Kerim'in en son ayet-i kerimesi insanın Rabbi,
insanın meliki, insanın ilahı olan Allah (c.c)'a sığındığımızı ifade ederek, Kur'ân'ı
sona erdiyoruz. Sona erdiyoruz demiyoruz çünkü yeniden başlıyoruz.
Kur'ân-ı Kerim'i
açtığımızda ilk karşılaşacağınız harf besmelenin "ba'"sıdır. Son harf
de Nas Suresinin son kelimesinin "Sin" harfidir. Bu ikisi yan yana
geldiğinde "Bes" olur. Bu da Arabın dilinde "yeter" anlamındadır.
Yani sizin iki
dünyanızı da cennet eylemeye bu kitap yeter. Bütün ihtiyaçlarınızı karşılamaya
bu kitap yeter. ' Bunu söylerken -Peygamberimizin hadisine ihtiyaç yoktur
anlamında demiyorum. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de Efendimize uyulması gerektiğine
dair ayetler olduğundan, Efendimizin söyledikleri, yaptıkları ve onayladıkları
da Kur'ân'ın denetiminden geçtiğinden, Efendimizin sünnetinin de bizim için
delil olduğunu unutmadan söylüyorum.
Allah bizim için
yeter. Allah yettiğinden dolayı O'nun kelamı da bizim için yeter. Bundan sonra
kitap okuyacağınız da Kur'ân okuyunuz.
Muhterem okuyucu
Kur'anı Kerim Şifa tefsin burada sona ermiştir. Şimdi yeniden sünnete uygun
olarak, başa dönüp tekrar okumaya devam ediniz. Ayrıca bu cildin sonuna
verdiğimiz alfabetik konular fihristinden ilginizi çeken yerleri yeniden
okuyunuz. Allah okuduğunuzu anlamayı, anladığınızı da yaşayabilmeyi hepimize
nasip etsin. Amin.[8]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/431.
[2] A'raf 179
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/431-433.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/433-434.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/434-435.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/435.
[7] Bakara 29