Hepimiz Fatiha
Suresini Biliriz. Kur'ân-ı Kerim'i açıverdiğimizde ilk karşılaştığımız sure
Fatiha Süresidir. Kur'ân'm açılış süresidir. Aynı zamanda Ümmü'l-Kur'ân diye
isimlendirilmiştir Kur'ân'm bir özetidir.
Fatiha Suresi ile
başlarız Kur'ân-ı Kerim'i okumaya. Felak ve Nas Süreleriyle sona erdiririz.
Fakat orada bırakmayız. Tekrar Fatiha Suresi ve Bakara Suresinin ilk beş
ayetini okuruz. Bu Peygamberimizin emri üzerine yaptığımız bir sünneti
seniyyedir. Yani Kur'ân-ı Kerim'i sona erdirmiyoruz. Sona varıyoruz ama aynı
anda yeniden başlıyoruz.
Fatiha Suresine;
"Alemlerin Rabbine hamdolsun" diye başlıyoruz. Felak Suresine de;
"Kul euzu birabbi'l Felak" diye başlıyoruz. Fatiha suresine
"Alemlerin Rabbma" diye başlıyor, Felak Suresine ise "Felak'ın
Rabbma" diye Allah (c.c)'a sığınıyoruz. Bu sure Medine devrinde nazil
olmuş, beş ayettir.
"Felak"
Arabın dilinde "Yarmak", "Açmak", "Çatlatmak" manalarına
geliyor. Sabah'ın karanlığını yırtma haline "felak" demliyor. Biz de
sabahın sahibine sığınırız, sabahın Rabbine sığınırız derken aslında gözünüzün
önünde Peygamber Efendimizin Mekke ve Menide'deki zor günlerinde karanlığın en
şiddetli anına ulaştığı bir zaman da ufuktan ışığın beliriverdiği geliyor.
O kopkoyu karanlıkları
ufukta beliren bir ışıkla tan yerini aydınlatan Allah (c.c), kafirlerin
küfrünün, zulmünün en katı, en karmaşık en koyu olduğu bir anda İslâm nurunu
yayıvereceğini de gözümüzün önüne getirerek, bu felakın sabahın Rabbine
sığınmış oluyoruz.
Fatiha suresinde
"Alemlerin Rabbi" diye zirkettiğimiz Allah (c.c)'ı burada
"Sabah'ın Rabbi, insanların Rabbi," diye devam ediyoruz. Genelden
biraz özele doğru bir gidiş. Yine Fatiha Suresinde; "Ancak sana kulluk
yaparız, ancak senden yardım talebinde bulunuruz. Bize dosdoğru yolunu ver,
Peygamberlerin yolunu ver. Sapık hıri s ti yanlarla, Allah'ın gazabına uğramış
yahudilerin yolunu istemiyoruz Ya Rabbi!" diye dua ediyoruz.
Bu duamızı Kur'ân'm
sonuna geldiğimizde; "Kul euzu bi rabbil-felak" diye devam
ettiriyoruz."
Kur'ân'ı baştan sona
okuduğumuzda mü'minlerin bu dünya üzerinde nasıl bir devlet, nasıl bir saadet
nasıl mutlu evler, mutlu aileler, mutlu ülkeler meydana getireceklerine dair
Hz. Nuh'dan,-İbrahim'den Musa'dan, İsa'dan ve Peygamber Efendimizden örnekler
veriyor.
Allah(c.c) bunun
karşısına dikilen düşmanlardan da örnekler veriyor. Onların küfründen,
katlinden, cinayetlerinden, hiyanetlerinden, işkencelerinden haberler
verdikten sonra, Kur'ân-ı Kerim'in son surelerinde "biz Rabbimize
yöneliyoruz; "felakın sahibine sığınırım" diyoruz. Yani karanlıkları
giderip aydınlığı getiren Allah'a sığınırım diyoruz.
"Felak"
kelimesini Kur'ân-ı Kerim de bir kaç yerde görüyoruz.
"Faliku'l-İsbab" diyor (Enam suresi ayet 96'da ). Allah (c.c),
"sabahın aydınlığını çatlatan, yanı sabahın aydınlığını veren"
diyor. Bir başka surede ise; "daneleri çatlatan, çekirdekleri çatlatan,
çiçeğe dönüştüren Allah'tır.[1]
Toprağın
derinliklerinde sayısını insanoğlunun bilmesinin mümkün olmadığı, tirilyonlarca
incir danesinden, afyon danesinden, zerrelerden, kürrelere kadar çekirdeklerin
çayıra, çimene, ağaca dönüşmesini sağlayan Allah (c.c). Kara toprağı yemyeşil
hale dönüştüren ve onları papatya çiçekleriyle süsleyen Allah (c.c) bu küfrün
karanlığını da bir gün gideren ve O'nun yerine İslâm'ın aydınlığını getiren
Allah (c.c)'a sığınıyoruz.
Aslında herkes bir
yerlere sığmıyor. Sığınmayan insan yok. Yeryüzünde bana bir tek insan
gösteremezsiniz ki O birilerine sığınmasın. "Ben Allah'a inanmam"
diyen veya "Allah'ın yanında başkalarının da hüküm koymasını kabul
ederim, "Allah böyle demiş ama kulu da böyle der" diyenler dahi
birilerine sığınıyorlar. Bu sığınmanın meşru olanı vardır, olmayanı vardır.
Mesela, evler yapmamız
aslında bir sığınmadır. "Sığmak" diye biz de Türkçemizde
kullanıyoruz. Kilitlerimiz bir sığmaktır. Arabalarımıza koyduğumuz alar mlar
bir sığmaktır. Bunlar meşru sığmaktır: Yani . madde planında vücudumuzu,
namusumuzu, malımızı, mülkümüzü korumak için almış olduğumuz tedbirler meşru
sığınmalardır. Ancak insanın gücünü yetiremediği ve yetiremiyeceği olaylar
var. Orada bir insana sığmamazsınız.
Atalarımız güzel
söylemiş: "insana sığınma ölür, ağaca sığınma kurur ve çürür." Biz
ölümlü insana ve çürümekte olan, yok olmakta olan fani dünyaya sığınmıyoruz.
Allah'a sığınıyoruz. İmansızlar da kendile-rine, Allah (c.c)'m yerine
koydukları putların önüne gidiyorlar, oraya sığınıyorlar. En zor durumlarında
onun huzuruna varıyorlar, yardım talebinde bulunuyorlar. 21. asra girerken
insanlar bunu yapıyorlar.
Tarih kitaplarımız beş
bin sene önceki kâfir insanların, nasıl puta taptıklarını yazmaktadır.
Çağımızın delikanlısı bu tarih kitaplarını okuyor, gülüp geçiyor. Ne kadar
geri zekalıymış? bunlar diyor. Ama gözünü açıverse de 20. asır da 150 kadar
devlete şöyle bir bakıverse aynı şeyler günümüzde başka şekliyle devam edip
geliyor.
Allah'a inan amı yani
ar, Allah'ın huzuruna gelemeyenler, el bağlayıp "Kul euzu bi
Rabbi'l-felak, min şerri ma 'halak" diye okuyamıyanlar, durumunu Allah'a
arz edemiyenler, ondan yardım beklediklerini söyleyemiyenler birilerinin
huzuruna varıyorlar ve ona durumlarını arz ediyorlar yardım talep ediyorlar.
Ölümlü bir insanın bir
başka insana yardımı ne kadar olabilir? Babanız, eşiniz, oğlunuz size ne kadar
yardım edebiliyorsa o kadar yardım edebilir. Sağ olan bir insandan "bana
su getir, bana yardım et" demek meşru şeylerdir.
Ama putlaştırılmış ve
ölmüş insanların, insanlara yardımının olmayacağını Allah (c.c) kesinlikle
bildirmesine rağmen, insanların iç dünyasındaki bir sığınma ihtiyacı en abuk
subuk şeylere sığınmayı dahi insanlara yaptırıveriyor.
Biz gönlümüzü Allah'a
imanla aydınlatdıktan sonra, Allah'a sığınmayı da bu sureler de öğrenmiş
oluyoruz. Bu sureyi her okuyuşunuzda, gündüz sabahtan akşama kadar bütün İslâmî
hizmetleriniz, helal yolda nzık kazanmak için yaptığınız çalışmalarınızın
neticesinde yatağınıza uzanacağınız da, sevgili Peygamberimiz Efendimizin
yaptığı gibi yatağın üzerine oturalım, felak ve nas surelerini okuyalım
avucumuza üfle-yelim ve avuçlarımızı başımızdan ayağımıza kadar, elinin değdiği
yerlere sürelim.
Rabbimize sığınarak
yatıyoruz. Bu bize teselli veriyor. Gecenin karanlığı tam olgunluğa yani doyum
noktasına geldi mi o gidecek demektir. Olgunluğa erişmiş bir damla gibi o da
olgunluğa erişince yerinden ayrılır ve düşer. O anda bunu durduracak güç
yoktur. Küfür de miadını doldurmuştur.
Aydınlığın zamanı
gelmiştir. O da İslâm'ın aydınlığıdır. Biz onun gelişi için bülbüller gibi
şakımalıyız. Ki bülbüller seher vaktinde şafağın atacağı anda cuşu huruşa
geliyorlar. Ve Allah'ı zikrediyorlar. Allah (c.c) da mü'm inleri tarif ederken,
"seher vakitlerinde istiğfar ederler" diyor.[2]
Seherler de kalkabilsek, seherlerde bülbüller gibi şakı-yabilsek, akşamlan
felak ve nas süreleriyle yatsak, seherlerde istiğfarla kalksak ve gece Kur1
ânları okusak -ki, Peygamberimize ilk nazil olan Müzzemmil suresinde gece
Kur'ân emrediliyor- O felak'ın Rabbi, yani sabahın Rabbi bize bir çıkış yolunu
mutlak surette verecektir. Küfür gidecek, aydınlık mutlak surette gelecektir.[3]
1- Deki:
Sığınırım sabahın Rabbine
2-
Yarattıklarının şerrinden
Peki biz Rabbimize
sığınacağız da neden sığınacağız? Neyin şerrinden Allah'a sığınacağız? Onu da
söylüyoruz, yarattığın şerlilerin şerrinden Allah'a sığınırım diyoruz.
Hayırla şer ikiz
kardeştirler. Bir birine karışıktırlar. Hayrı ve şerri ayırt eden şey
dinimizdir. Kur'ân'ın bize vermiş olduğu ölçülerdir. Mesela, elma. Bu elmanın
bizzat kendisi hayırdır, güzel bir şeydir. İyi bir nimettir. Bu elmayı satın
'alırsanız bu sizin için helaldir, hayırdır. Ama bu elmayı, sahibinden habersiz
çalar da yerseniz bu serdir.
Bakınız hayırla şer,
elmanın zatında değil, alan kişinin davran ışındadır. Aynı şey etrafında
hayırla şer birlikte olmaktadır. İnsan tercihini şer-tarafın a kullanınca O
günaha girmektedir. Hayır tarafına kullanacak olursa o sevaba girmektedir. Yani
bütün yaratılmışların mayasında şer yoktur. Zatî yaratılışında şer yoktur.
İnsanların davranışları onların zatında değil, vasfında bir şer meydana
getiriyor. İşte biz o şerlilerin şerrinden Allah'a sığınıyoruz.
İslâm hukukunda bir
kaide vardır. "Beraeti'zimmet asıldır." Yani her doğan çocuk
suçsuzdur, günahsızdır, hırsız değildir, katil değildir, mahkeme önünde
aleyhinde şahitlerle suçu sabit oluncaya kadar suçsuzdur. Yani insanın mayası
tertemizdir. Ama bu insan neşter gibi mayasını iyede kullanabilir, bu mayasını
kötüyede kullanabilir. Kötüye kullanacak olanların şerrinden Allah'a
sığmıyoruz.
Başkalarının şerrinden
Allah'a sığınırken kendi şerrimizin de önüne geçmemiz gerekiyor. Başkalarının
da bizim şerrimizden korunması için yine Allah'a sığınmamız gerekiyor.[4]
3-Karanhğı
çöktüğü zaman gecenin şerrinden
Gecenin bizzat kendisi
şer değildir. Allah yaratmıştır. Tabiata lazımdır. İlim adamlarımız bunun
hesaplarını da yapmışlardır. Gecenin faydalarını, gündüzün faydalarını bize
kitaplarda güzelce anlatıvermiş-lerdir. Onlar ifade etmemiş olsalar bile biz
her gün okuyorduk, "Ya Rabbi! Sen boş bir şey yaratmadın'V/4// İmram 191)
Yarattığın her şey de bizim için faydalar ve hikmetler var." diye zaten
iman ediyorduk. Gecenin kannlığının bize bir faydası var, gündüzün aydınlığının
bize bir faydası var. Ay'ın, güneşin, yıldızların bize faydası var. Ama
karanlık gecelerde şer odaklan biraz daha fazla çalışıyor ya işte biz bu şer
odaklarından Allah'a sığınıyoruz.
Gecenin karanlığı
nasıl ki gündüzün aydınlığı ile giderildiği gibi, onların planları da Allah'ın
peygamberine vahyettiği ile gideri! i veri yor. Biz onlardan endişe etmiyoruz.
Biz Rabbimize sığınıyoruz.
Hani 10 tane köpek
üzerimize saldirsa da biz de çobana seslenip köpeklerine sahip olmasını
istesek, o çoban bir ıslıkla köpeklerini geriye çeker. Biz, insanlık
tarihinde, insanların aleyhine planlar kuran, onları kendisi için köle gibi
çalıştıran, kanlarını emen, zalimlerin karşısına akşama kadar dikiliyoruz,
geceleyin yatarken de Rabbimize sığmıyoruz.
Şu yanlış
anlaşılmasın. Yalınız dua ederek teselli bulanlardan değiliz. Rabbim duanın da
nasıl yapılacağını Kur'ân-ı Kerim'de bize öğretir.
Bakara Suresinde
görüyoruz. Talut'un orduları, Calut gibi bir kafirin karşısına geçtiklerinde,
insan olarak alınması gereken bütün tedbirleri aldıktan sonra ve çeşitli
denemelerden sonra, kılınçlar bileniyor, her türlü askeri tadbikat yapıldıktan
sonra dua ediyorlar. "Ya Rabbi! Yüreklerimize sabır boşalt. Ya Rabbi
ayaklarımızı kaydırma. Bizi geriye döndürme. Kafirlere karşı bizi galip
getir."[5]
Yani dil ile yapılan
dua bedenle fiili yapılan duanın ardından geliyor. Biz de sabahtan akşama kadar
îslâmi mücadelemizi veriyoruz. Yatağımıza yatarken, bu sureyi okuyarak
Rabbimize sığınıyoruz. Gece içerisinde olan her türlü yılan, akrep, böcek ve
diğer zararlı hayvanların şerrinden ve şerli insanların şerrinden Allah'a
sığınacağız. Bu sığınmak korkmak anlamında değildir. Allah'a sığman adam
korkmaz. Onun için
Allah'a sığmıyoruz
biz.
Çünkü bizim gönlümüzde
ve gözümüzde Allah'ı aşacak bir yaratık yoktur. Onun için Allah'a sığınıyoruz
biz. Böylece korkumuzu yeniyoruz. Allah ki bütün insanları yaratmıştır bütün
bilekleri yaratmıştır; bütün yürekleri yaratmıştır, biz O Allah'a sığmıyoruz.[6]
4- Düğümlere
üfleyenlerin şerrinden
Tarihin en eski
devirlerinden beri gizli güçlere sığınma, gizli güçlerden medet umma hareketi
kafirler tarafında olmuştur. Müslüman da olmamıştır. İslâm Tarihinde
üfürükçülük dediğimiz sihir yasaklanmıştır. İnsanın bu sureleri okuyup avucuna
üfledikten sonra vücuduna sürmeleri meşrudur. Peygamberimiz bunu yapmıştır.
Ancak O Rabbine sığınıyor. Sihirbazlar şeytanlara sığınırlar.[7]
Cin Suresinde de ifade
edildiği gibi cinlere, şeytanlara sığınırlar, onlardan yardım isterler, onların
yardımıyla insanlara zarar vermeye kalkarlar. Verebilirler mi? Bir gramlık
zehirin insan vücudunda ne tahribatlar verebildiğini doktorlar bize bildiriyor.
Bazen öldürüyor, bazen sakat bırakıyor. Hatta daha azı.
Aynı şekilde şeytani
güçlerin de Allah'ın izniyle -Allah izin vermeyince hiç kimse hiç kimseye
zarar veremez. (Daha fazla bilgi için Bakara Suresinin 102. ayetinin tefsirine
bakınız) zarar verdiği olur.[8]
5- Hased
edenin hased ettiği zaman şerrinden (karanlıkları yırtıp aydınlığı, sabahı
yaratan) Rabbe sığınırım.
Hased eden kim? Bu
adam çok hasûd dediğimizde gözümüzün önüne kim gelir?
Hased yapan adam; bir
başkasına verilen nimetin, kendisine verilmeyişinden dolayı rahatsızlık duyan,
O nimetin ondan giderilmesini isteyen, ya kendisine verilmesini yada ona da
verilmemesini ister. İşte buna hasûd denir.
Peki Kur'ân-ı Kerim'de
bize nimet olarak verildiği ifade edilen nedir? Başta bizim en büyük nimetimiz
Kur'ân-ı Kerim'dir. Ekmek bir nimettir, su bir nimettir, göz bir nimettir,
gönül bir nimettir. Kanımız bir nimettir. Ama bunların en başında Kur'ân nimeti
gelir.
Rabbim Bakara
suresinde şöyle buyurur; "İç dünyaların da gizlemekte oldukları hased
sebebiyle yahudiler ve hıristiyanlar sizin kafir olmanızı isterler." Hasûd
adam diye konuştuğumuzda ilk Önce kafirler aklımıza gelmeli.
Kafirler bîr araya
geliyorlar, İslâm alemi üzerine planlar ve programlar hazırlıyorlar. Özellikle
hıristiyanlar ve yahudiler. 1400 senelik zaman içerisinde müslümam hristiyan
yapamıyorlar. Öyleyse kafir edelim diyorlar.
Adamların iç
dünyaların da bir hased var. "Bu İslâm nimeti bizim olmalıydı, niye
başkalarına kaptırdık?" diyorlar. Yahu bu nimet Allah'ın nimeti. Siz de
müslüman oluverseydiniz ya. Müslüman olamamanın acısını, o nimetten yararlanan
insanları mahrum etmekle çıkarıyorlar.
Bu hasedi ilk başlatan
da şeytandır. Şeytan Hz. Adem'e secde etmiyor. Gerekçesini de "ben ondan
hayırlıyım. Sen beni ateşten yarattın onu topraktan yarattın.[9] Sen
buna bu şerefi niye veriyorsun?" diye Allah'a akıl vermeye kalkıyor.
Yani her hased yapan
adamın iç dünyasında kibir vardır. Uyuzluğun yanında kibir vardır. Bu
uyuzluğunu kapatmak içindir kibir. İşte şeytanda uyuzluğunu kapatmak için
öğünmeye kalkışıyor. Halbu ki kimin hayırlı olduğunu yaratan bilir. Yaratılanın
yaratana akü verme hak ve selahiyeti yoktur. İşte şeytan Hz. Adem'e hasedinden
kafir olmuştur.
Dünyada İslâm'ı
yaşayan halkların arasında Hıristiyanlık propagandası fazla tutmadı. Ama
kafirliği yayma ye ateistliği yayma propagandası bayağı tuttu. İşte bu ayeti
kerimeye göre hareket ediyorlar. "Hıristiyan yapmıyalım ama gavur yapalım.
Biz gidemiyece-ğiz. Cennete bunlar da gidemesin" mantığı vardır bunlarda.
İşte biz Kur'ân-ı
Kerim'in son surelerine geldiğimizde Rabbimize yöneliyor ve diyoruz ki,
"hased adamın hased ettiğinde onun da şerrinden sana sığınırım Ya
Rabbi!" Bu ayeti okurken Bakara Suresinin 109. ayetini aklımıza getirecek,
topyekün dünyada İslâm'ın aleyhine planlar ve programlar kuran insanların
şerrinden korunmak üzere uyanık duracağız, Allah'a sığınacağız.
Bir de şahsi olarak
malımıza hased edenler var. Bunların da.şerrin-den Allah'a sığınacağız. Yani
devletler bazında bize hasedlik yapanlar, fertler bazında hasedlik yapanların
şerrinden Allah'a sığınacağız. Tedbirimizi de alacağız.
Tedbir nasıl alınır? O
kendilerini yiyip bitiren hastalıktan da tedavi olmaları için onlara el
atacağız.
Devrin birinde yetkili
birisi çok hasud iki insana demiş ki; bakınız ikinizden biri benden bir şey
istesin vereceğim. Ama öbür arkadaşına ise onun iki katını vereceğim."
ikisi de susmuşlar. Uzun zaman suskun kalmışlar. Bir süre sonra birisi bir adım
ileri atmış ve demiş ki, "Efendim benim bir gözümü çıkarın."
İşte hasedlik bu kadar
vahşidir ve insanın kendi gözünü yer.
Peygamberimize hased
eden yahudiler yerlerinden ve yurtlarından olmuşlardır.
Ebu Cehü'in hakim olduğu
Mekke, Ebu Cehü'in hased ettiği sevgili Peygamberizin eline geçmiştir. Hafife
aldığı Bilal-i Habeşi Ka'be-i Muazzama'mn üzerine çıkmış Ezan-ı Muhammedisiyle
"hayya ale's-Salah hayya ale'l-Felah" diye kıyamete kadar gelecek
bütün insanları namaza ve kurtuluşa davet etmiştir. Hased yapan insanlar
gitmiş, gönlünü bütün dünyaya açmış insanlar gelmiştir.[10]
[1] Enam 95
[2] Zariyat 18
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/421-425.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/425-426.
[5] Bakara 250
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/426-427.
[7] Cin 6
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/427-428.
[9] A'raf 12, Sad76