Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla;
Sabahleyin hayata
gözlerimizi açarken euzu-besmele ile açarız. Ab-destimize euzu-besmele ile
başlarız. Kur'anı kerimimizi okumaya başlarken euzubesmele çekeriz.
Rabbimiz Nahl
suresinin 98 nci ayetinde "Kur'an okuduğunda kovulmuş şeytandan Allah'a
sığın" ayetiyle Kur'an okumaya başlarken euzu çekmeyi bize tavsiye
etmiştir.
Kur'anı kerimin çeşitli
sure ve ayetlerinde geçmiş peygamberlerin hangi durumlarda Allah'a
sığındıklarını haber vererek bizimde aynı durumlarda kendisine sığınmamızı
işaret etmiştir. Mümin suresinin 27 nci ayetinde ahirete inanmayan kendini en
büyük kabul eden Firavun vari"insanlardan Allah'a sığınmamıza işaret
edilmiştir.
îslamı tebliğ ederken
kafirlere karşı konuşma üslûbunda istihza, alaya alma, en önemli konuyu mizaha
dönüştürmekten Allah'a sığınmamıza işaret edilmiş. Muhalifler Hz. Musaya sen
bizimle dalgamı geçiyorsun dediklerinde Hz. Musa:"cahillerden olmaktan
Allah'a sığınırım" demiş.[1] ve
istihzanın cahil insanların adeti olduğuna işaret etmiştir.
Hud suresinin 47 nci
ayetinde ne istediğini bilmemekten Allah'a sığınmaya işaret edilmiştir. Ne
istediğimizi, ne zaman isteyeceğimizi, kimden isteyeceğimizi çok iyi
bilmeliyiz.
Meryem validemiz gibi
tanımadığımız biriyle tenha bir yerde karşılaştığımızda zaranndan korunmak
için Allah'a sığınacağız.[2]
Yusuf a.s. gibi
dünyanın en güzel kadını gözlerden uzak bir yerde kapılan kapattıktan sonra
"gel" dediğinde tek sığınağımız Allah olacaktır ve ona sığınacağız.[3]
Adalet konusunda
suçlunun cezasını onun yakınma çektirerek "cezanın şahsiliği"
kaidesini çiğnemekten Allah'a sığınmaya işaret eder.[4]
İslami bir devlette hakimler davanın görülmesine başlarken euzu-besmele
çekerler ve zulmetmekten Allah'a sığınırlar.
Mümin suresinin 56'ncı
ayetinde ulaşılmaz hayaller peşinde koşanlardan Allah'a sığınmamıza işaret
edilmiştir. Kominizin 1917 yılından 1990 yılına kadar Rusyada uygulandı.
Koministlerin hayallerinde çizdikleri cennet yerine cehennemi bir hayatla
karşılaştılar ve yetmiş yıl yürüdükleri çıkmaz sokakdan geri döndüler. Yeni
bir çıkmaz sokağa giriyorlar. Kapitalist ülkeler kendi sistemlerinin çıkmaz
sokağında ilk okula kadar uyuşturucunun kol gezdiğini, orta öğretimde fuhuş
yapmayana kötü gözle bakıldığını, her iki dakikada bir adam öldürüldüğünü, Aids
in lordlar kamarasına, senatosuna kadar yayıldığını gördü. Haşhaşın
yetiştirildiği Afyonkarahisar ilinin gençlerine zarar vermediği halde
Afyonkarahisar ilinden kapitalist ülkelere götürülüp buranın gençlerini
zehirlediğini gördü. Yeni bir sistem arayışına girdide yeni bir çıkmaza
saplandı.
Biz ulaşılmaz hayaller
peşinde koşanlardan Allah'a sığınırız. Şeytanın vesvesesinden, insanlardan olan
şeytanların vesvesesinden hayırlı hizmetlere başladığımızda caydırıcı
vesveseler sunmasından Allah'a sığınırız.[5]
Kur'an okumaya
başlasanız hiç hatırınıza gelmeyen çok önemli işler hatırınıza gelir. Namaz
kılmaya başlasanız "Hemen şu iki rekatı kıl, şu önemli işi hallet"
gibi vesveseler gelir.
Allah için cihad
faaliyetine girseniz çoluk çocuk, gelecek endişesi, ve bir çok korkunç olaylar
gözünün önüne getiriverir şeytan ve şeytanın oyuncağı olan insanlar. İşte
bunlar vazgeçirme çabalarına karşı euzu-bes-mele çekerek Allah'a sığınacağız.
Ayetlere mana verirken Allah'ın murad ettiği manadan başkasını anlamaktan Allah'a
sığınacağız. Rasulüne ters düşmekten Allah'a sığınacağız.
Kendi yanlış
bilgilerimiz doğrultusunda ayetleri yorumlamaktan Allah'a sığınacak ve
euzu-besmele çekeceğiz.
Önce demokrasiye sonra
Kur'ana iman edenler Kur'andan bazı ayetleri alıp kedine göre yorumlayarak
"İslam ve demokrasi1' adıyla kitaplar yazdılar. Aynı yoldan yürüyerek
"İslam ve laiklik" "İslam ve Hümanizm", "İslam ve
Kapitalizm" gibi kitaplar makaleler aynı yanlış yolun ürünleridir. Biz
Euzübillahimineş-şeytanirracim Bismillahirrahma-nirrahiym diyerek Allah'a
sığınıp tefsirimize başlıyoruz.
Bu Kur'andan bir ayet
değildir. Nahl suresinin 98nci ayetinde Allah'a sığınmamız istenince peygamber
efendimizde Euzü Billahimin-Eş-Şeytanir-Racim diye söylememizi öğretmiştir.
"Rahman ve Rahim
Allah'ın adıyla" veya "Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla"
diye terceme ettiğimiz Besmeleyle başlarım tefsirimize.
Allah'ın zikriyle,
hamdiyle başlamayan, her Önemli iş ve sözün sonunun kesik (bereketsiz,
sevapsız) olduğunu bildirir Peygamber efendimiz ve buyurur.[6] İbni
Mace ile Ebi Davud da "Allah'ın hamdiyle" diye rivayet edilmiştir.
Besmelede Allah
(c.c.)'ın güzel isimlerinden üç tanesiyle dilimizi tatlandırarak işimize,
sözümüze başlıyoruz.
İnsanın ilk duyduğu,
ilk gördüğü, ilk söylediği çok önemlidir. Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimize
indirdiği altı bin*küsur ayet içinden ilk önce indirdiği hepsini kuşatacak bir
emirdir, "Oku" Ünlü konuşmacılar halkın dikkatim üzerine çekecek ve
de bütün konuşmasını Özetleyecek cümlelerini başlangıçta söylerler.
Biz bu dünya
yolculuğunda yürürken Bismillahirrahmanirrahim der ve yürürüz. Kralı, şahı,
padişahı, devleti temsil eden yazı,sembol, veya unvanla yürüyenlere yolda kimse
zarar vermediği gibi zarar verenler cezalandırıldığı gibi bu dünya mülkünde biz
mülkün sahibinin adıyla yürürüz. Mülkün sahibi Allah'ı tanıyanlar mümine zarar
vermezler. Tanımayanlar zarar vermeye kalkarlarsa bu dünyada cezasını çekmezse
ahirette mutlaka çeker.
Rabbimiz "herşey
Allah'ı teşbih ederde siz onların teşbihinden anlayamazsınız" buyurur.[7]
Bismillahirrahmanirrahim
deyip yürüyen insan "dağlar ile. taşlar ile, seherdeki kuşlar ile"
Allah'ı zikretmeye başlayan müslümandrr. Herşeyin Allah'ı zikrettiğini
düşünmek, ona inanmak onlar gibi zikre katılmak eşya ile dost olmaktır.
Biz besmeleyle Kur'anı
okumaya başlarız. Allah'ın kelamını yine Allah kelamryla açarız. Allah'ın
kelamını anlamada Allah dan yardım isteriz.
Rahman ve Rahim
isimleri Rahmet kelimesinden türemiştir. "Fazla harf fazla manayı
gerektirir" kaidesine göre,
Rahman: bu
dünyada mümin kafir ayırımı yapmadan nimetler veren, hepsine peygamberler
göndererek yol gösteren, kitaplar indirerek, akıl vererek iyiyle kötüyü,
helalle haramı, açıklayan manasınadır.
Besmelede Rahmanı zikreden
müminde bu dünyada mümin kafir ayırımı yapmadan, hepsini Hz. Adem'in çocuğu
peygamber çocuğu olarak kabul eder ve onlara yardım elini uzatır. Haramlardan
helallara, kötülüklerden iyiliklere rahmetle ince bir kalbin yanan sesi ve
nefesiyle taşımaya çalışır.
Rahıym: Ahirette
müminlere rahmetiyle muamele edip az amellerini çok kabul edip, günahlarını
afvedip cennetine koyarak rahmetini gösterendir. Ahzap suresinin 43ncü
ayetinde "Mü'minlere çok Rahimdir" buyurur.[8]
Neml suresinin
otuzuncu ayetindeki oesmele ihtilafsız Kur'andır, Yüzonüç surenin başındaki
Besmeleler imamı şafiiye göre hem Kur'andandır, hemde o sureden bir ayettir
Hanefilere göre sure başlarındaki Besmeleler ayettirler'ama sureden bir ayet
değildir. Sure aralarını ayırmak içindir.
Malikilere göre Nemi
suresinden başkaları Kur'andan değildir. Onun için farz namazlarda fatiha ve
diğer surelerden önce besmele okunmaz.
Şafiiler sure
başlarındaki Besmeleyi sureden saydıkları için namazda Besmelenin okunmasınıda
vacip kabul ederler.
Hanefiler sure
başlarındaki Besmeleyi sureden saymadıkları için fatiha ve diğer surelerden
önce Besmele çekmek sünnettir derler.[9]
Rahman ve rahîm olan
Allah'ın adıyla;
Okuduğumuz mushafı
açtığımızda bu sûre ile karşılaştığımızdan "Kur'ân'ın açış sûresi,
anahtarı" anlamına gelen "Fatiha sûresi" diye isimlendirilmiştir.
Namaz için tekbir alıp
ellerimizi bağladığımızda namaza Kur'ân'dan bu sûreyle başladığımızdan Fatiha
Sûresi denmiştir.
Kur'ân-ı kerîm'in kısa
bir Özeti durumunda olduğundan bazı âlimler tarafından "Kur'ân'ın aslı,
esası" mânâsına gelen "Ümmü'l-Kur'ân" diye isimlendirilmiştir.
Fertlerin ve
toplumların maddî ve manevi sorunlarını çözmeye yeterli olduğundan, diğer
sûrelerin yerini tuttuğundan "el-Kafi" diye de isimlendirilmiştir.
"Şükür, safi,
Salat, Sual, Dûa, Esas, Vafi, Seb'ul Mesani" şeklinde adlarıda vardır.
Sevilenlerin özellik ve güzellikleri çok olduğundan sevenleri onlara kendince
bir çok güzel isim verir. Fatiha Sûresi'nin isimlerinin çok olması da bundan
olsa gerektir.[10]
(1) Hamd,
âlemlerin Rabbi Allah'adır.
Hazreti Adem'in
yaratıldıktan sonra söylediği ilk cümle de yine "el-Hamdü li-llah"
cümlesidir.[11]
Müminlerin Cennette
söyleyecekleri cümle de yine "el-hamdü lillahi Rabbil âlemîn"
olacaktır[12]
Yine "Müminler
iki hamdın arasında yalnız Allah'a hamdederek yaşamalıdırlar. Dünya ve ahirette
hamd O'nundur"[13]
Dünyada en çok
tekrarlanan söz bu Fatiha sûresi'dir. Hiç bir atasözü, şiir, şarkı, türkü veya
ilahi, Fatiha Sûresi kadar tekrarlanmamaktadır. "Haftanın sarkılan",
"Ayın şarkıları" diye anılan şarkılar zamanla unutulur veya
klasikler arasına girerler. Fatiha Sûresi ise milyarlarca Müslüman tarafından,
bir günün beş vakit namazında kırk defa tekrarlanmaktadır.
Altmış yaşındaki bir
Müslüman, ömür boyunca Fatiha Sûresi'ni bir milyondan fazla okur da yine ona
doyamaz ve ölürken yavrularına Fatiha göndermeleri için vasiyet eder. Varisleri
de mezar taşma "Ruhuna Fatiha" yazdırarak gelip geçenden Fatiha
isterler.
Biz mezar taşıyla
Fatiha ismernemliyiz, Fatiha okutacak iş yapmalıyız.
Çünkü Nesâi'nin
Süneninde rivayet ettiği bir hadis-i şerîfde Peygamber efendimiz ölüler
üzerine türbeler yapılmasını, yazılar yazılmasını yasaklamıştır.[14]
Osman b. Ma'zun (r.a)
vefat edince, Efendimiz Osman'ın baş tarafına sadece bir taş dikmekle
yetinmiştir.
Bugün sünnete uymamız
nedeniyle mezarlıklara trilyonlar gömülmüştür. Kabir taşlarıyla Fatiha
beklemeyelim. Sadakai cariye dediğimiz topluma fayda veren işler yaparak Fatiha
okutalım.
Efendimiz:
"İnsanların hepsi
Allah'ın a ile sindendir. Onların en hayırlısı insanlara en hayırlı
olanıdır" buyurur.[15]
En fazla hizmet edenin
en hayırlı olması için ise ilâhi vahy ölçülerine göre iman etmesi şarttır.
Günümüzde iman etmediği halde milyarlarını fakirlere, ilmî müesseselere
vakfedenler var ama iyi bilinmelidir ki, yaratıcıyı tanımayan ve O'na
gerçekten kul olmayan ve O'nu sevmeyenin
O'ndan hayrı ve
Cenneti beklemesi doğru olmaz.
İnsanlar için şan ve
şöhret için sosyal tesisler kuranlar, yaptıklarının karşılığını bu dünyada
"Aferin!" le şan ve şöhrete kavuşmakla alırlar. Ya-rata'nın rızası
için yaratıklara hizmet edenler ise iki dünyada da mutlu olurlar.
Biz Allah'dan
başkasına hamd etmeyiz. Peygamber efendimİz'e sala-tü selam getiririz fakat
hamd etmeyiz. Çünkü Peygamber Efendimiz de bu âlemdendir. Yaratılmış,
yaşatılmış ve Rabbine döndürülmüştür.
Âlem: Allah'ın
dışındaki herşeye denir. Âlem: Bir şeyin varlığına işaret edene denir.
Yaratılmışların tamamı
Allah'ın varlığına ve birliğine işaret ettiği için "Âlem" adı
verilmiştir.[16]
Her yaratık.kendi
başına bir âlem olduğu gibi, her gurup da bir âlemdir.
Türkçe'de bir kelimeyi
çoğul yapmak için kelimenin sonuna "ler, lar" eki getirilir: Çiçek
çiçekler, çocuk-çocuklar gibi.
Arapça'da ise bu olay
kelimenin durumuna göre değişir. Akıl sahibi olan, yani düşünen varlıkları
ifade eden kelimeler çoğul yapılırken sonuna "uun ve iyn" getirilir.
Burada "Alemin" denmiş bundan âlimlerimiz yaratılan herşeyin kendine
Özel anlayışı olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
"Yedi gök ve
yeryüzü ve bunlarda bulunanlar O'nu teşbih eder. O'nu hamd ile teşbih etmeyen
hiç bir şey yoktur. Fakat siz onlann teşbihlerini anlamazsınız. O halim
olandır. Bağışlayandır."[17]
"Yerde debelenen
hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da sizler gibi ümmetlerdir."[18]
Bu âyetler ışığında
yedi kat göklerde ve yedikat yerlerde olan her şey, havada uçanların, yerde
hareket edenlerin hepsi Allah'ı teşbih ettiğine göre hepsinin kedine göre bir
canlılığı vardır.
Demek ki, bundan sonra
taşı da kuşu da cansız ve ruhsuz kabul etmeyeceğiz.
"Onsekiz bin âlem
var" sözü Vehb İbni Münebbih'e aittir.[19] Yani
âyet veya hadis değildir. O zat da âlemlerin çokluğunu anlatmak için bu ifadeyi
kullanmıştır. [20]
Rab: Terbiye
eden, besleyip büyüten, yaşatan ve yöneten mânâlarına gelir.
Firavun da devlet
başkanı olarak kendisini yöneten, terbiye eden, besleyip büyüten olarak görmüş
ve "Sizin en yüze Rabbiniz benim" demiştir.[21]
Biz, günde kırk defa
namazımızda Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğunu tekrarlayarak, Allah'dan başka
yaratan, yaşatan ve yöneten olmadığını önce kendimze sonra bütün insanlara ilan
ediyoruz.[22]
(2)
"Hamd Rahman ve Rahim olan Allah'a aittir."
Dünyada mümûvkâfir
ayrımı yapmadan nimet veren Rahman, ahi-rette müminle kâfir arasında ayırım
yapan ise Rahimdir.
Rahman olan Allah (cx.)
mümine iki göz verip de kâfire tek göz vermemiştir. Ellerimiz, dillerimiz, ayaklarımız
mümin kâfir ayrımı olmaksızın aynıdır. Rahman olan Allah havayı kimsenin
tekeline bırakmamıştır. Müminle kâfir bunlardan her hangi bir ayrıma tabi
olmadan yararlanıyor, bazı insanların kör, topal, sağır olarak yaratılmaları da
hem kendilerine hem başkalarına rahmet olabilir. Biz bunu çoğu zaman
bilemeyebilir, farkedemeyebiliriz. Asıl olan sıhhattir. Hastalık arızidir
geçicidir. Sağlık bizim için rahmettir. Ama hastalık da bir çok rahmete vesile
olabilir.
Düşünelim ki doktor,
hastalarına baklava dağıtırken iki tanesine baklava vermiyor. O iki hasta
yalvarıyor yırtınıyor ama doktor vermiyor. Dışardan birisi doktorun haksızlık
yaptığını, o iki hastaya bir kastı olduğunu zannediyor. Doktordan durumu
sorduklarında ise o ikisinin şeker hastası olduğu veya tatlı şeylerin o
hastalar için zararlı olduğu belli oluyor.
Kehf Sûresi'nde Allah
(c.c.) "Musa âleyhisselamla bir salih kulun yolculuğunu anlatır. Musa
(s.a.v.) ile o salih zat (Hızır olduğu rivayet ediliyor) bir gemiye binerler. O
salih zat gemide hasar meydana getirir. Musa (s.a.v.) "Niçin gemiye zarar
verdin" diye sorduğunda cevap vermez. Uzun bir yolculuktan sonra
yaptıklarının hikmetini Musa'ya açıklar. «Gemi fakirlerin idi. Arkadan gelmekte
olan bir kral (korsan) o gemiyi gasbedecekti. Ancak ben onu ayıplı hale
getirince gaspetmedi.» der.
Körler vakfını
kuranlar, verem, kansr hastaneleri ve araştırma merkezlerini kuranlar ve
buralara mal bağışlayanlar genelde kendisi veya ailesi bu tür hastalıklara
tutulan kişilerdir. İşte Allah böylece bilinmeyen yerden bize ve tüm insanlığa
yardımcı olmakta ve böylec bu zengin hastaların bağışlan neticesinde bu
daldaki bilgi de gelişmektedir.
Ayrıca isyanın faydası
da yoktur.
İki körden ikisi de
tedavi yollarından ümidi kesince birisi "Allah'a şükür ki kulağım duyuyor,
halkın ve Hakkın kelamını işitiyorum. Gözlerimle haramı görmüyorum diyor ve
rahat ediyor. Diğeri ise isyan ediyor ve iki dünyasını da karartıyor.
Hukuk fakültesi
öğrencilerine İslâm Hukuku ile ilgili bir ders verdiğim bir sırada. Bir de
baktım beyaz bas tonlarıyla, gözleri kör gönülleri açık dört kardeşim salona
girdi.
Dersden sonra
kendileriyle konuştum. Onlar da salonda körlere Kur'an öğretiyorlarmış.
Ellerinde kabartma nokta usulüyle Pakistan'da basılmış mushaf vardı.
Kendilerinden okumalarını rica ettim. Rastgele bir sahife açtı ve süratle
parmaklarını göz yaparak okumaya başladı.
Öyleyse insanlık,
isyanla değil, verilen emanetleri verildiği doğrultuda kullanarak dünyada
gönül rahatlığı, ahirette Rabbın rızasını ve cennetini elde etmeye çalışmalıdır.[23]
"Mademki Allah
Rahman'dır, dünyada kullar arasında ayırım yapmaz, niçin akıllar insanlarda
eşit değil?" diyorlar.
Eğer akıllar ve bedenî
güçler bütün insanlarda eşit olsaydı, ilini gelişmez, keşifler yapılmazdı.
Evlerin planı, rengi, bahçeler, yollar aynı tip ve aynı renk olur, hayat
çekilmez hale gelirdi.
Güreşler, koşular,
bilgi yarışları yapılmaz, heyecan, zevk,.neşe denen şey olmazdı. Çünkü güçler
ve akıllar eşit. Herkes aynı saniyede aynı metreyi koşacak, rekorlar,
rekabetler olmayacaktı. Bir güle bakan binlerce kişi aynı kelimelerle aynı
vezinde aynı şiiri yazacaktı.[24]
Ahirette müminle
kâfiri ayırt eden, mümine Cennetin veren Allah (c.c.) Rahim ismi celaliyle
rahmet edecektir.
Rahim, mazlumların son
sığınağıdır. Bu dünyada insanların haklarını yiyen, Hakka karşı gelen, halka
zulmedenler para, makam ve ünvanlany-la dünyada cezalarını çekmeden giderlerse
de ahirette mallar evlatları, orduları servetleri onlara fayda vermeyecektir.
Rahim ismi zalimler,
kâfirler için tehdit, müminler ve mazlumlar için ise teselli ve sığınaktır.
Rahman ve Rahim'e iman
eden bir insan, Allah'ın yeryüzüne indirdiği rahmetten yararlanır ve
yaratıklara rahmet nazarıyla bakar. Civcivini korumak için aslana karşı duran
tavuk, yavrusu için kartala kanat çırpan serçedeki rahmet bizde de vardır. O
madenimizi işletirsek insanları iman sızlaştınp Cehenneme atılmasına sebep olan
ateistlere, insanların elinde avucunda ne varsa sömüren kapitalistlere karşı
çırpmır ve bir çıkış yolu buluruz.
Yaratılmışlara rahmet
nazarıyla bakacağız. Rahman'ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz.
Rahim'dir diyerek
tebelliğe de düşmeyeceğiz. Çünkü O din gününün sahibidir.[25]
(3) Hamd
"Din gününün sahibi Allah'a aittir."
Din gününden
kasdedilen ahirettir. Birinci derecede Kur'ân'ı Kur'ân âyetleriyle tefsir
edeceğiz. İnfitar Sûresi'nde "Sonra din gününün ne olduğunu nereden
bileceksin? O gün kimsenin hiç bir kimseye hiç bir fayda sağlamayacağı bir
gündür. O gün emir yalnız Allah'a aittir"[26]
buyurularak din gününün ahiret olduğu açıklanmıştır.
Allah (c.c.) Rahman ve
Rahim isimleriyle bizi önce ümitlendiriyor. "Maliki yevmiddin" ile de
korkutuyor. Cennete gitme ümidi ile Cehenneme düşme korkusu arasında
işlerimizi ve niyetlerimizi düzeltelim.
Fatihanın ilk iki
ayeti Allah, Rab, Rahman ve Rahim isimlerini tanıtıyor. Yediklerimizi
giydiklerimizi, sevdiklerimizi, elimizi, dilimizi, gören gözümüzü, yaratan
yaşatan yöneteni bize tanıtıyor.
Rahman ve Rahim olan
Rabbimiz Allah'a hamd ediniz dedikten sonra ceza gününün sahibi olduğunu
hatırlatıyor.
Bu bize tebliğin
metodunu da öğretiyor; önce inanan inanmayan herkese sevindirici müjdeleyici
olacağız. Sonra inananları ayırıcı, iman kardeşliği, sebebiyle kayırıcı fakat
hep açıklayıcı, anlatıcı kurtuluşa davet edip felaketi gösterip uyarıcı
olacağız. Bunlardan anlamayanlar için korkutucu sakmdıncı ifadeler
kullanacağız.
Su bir çok maddeyi
yumuşatır. Ağaçların tepesine yükselir çiçek olur. Çiçekde koku olur ama demiri
yumuşatamaz. Demir yumuşatılmak için ateşte yakılır örs üstünde çekiçle
döğülür. Su verilir ise yarar hale getirilir.
Bazı insanlar da
güzellikten iyilikten, yumuşaklıktan anlamazlarsa onların karakterine uygun
davranılır.
Allah (c.c.) dünya ve
ahiretin sahibi, maliki, yöneticisi olduğu halde burada yalnız "Din, ciza
gününün maliki" denmesinin sebebi: Bu dünyada bir kısım insanların
ilahlık iddiasında bulunmalarına izin vermesin-dendir. Ahirette ise otorite
yalnız ve yalnız O'na aittir.
Yaratan, yaşatan ve
yöneteni tanıdıktan ve O'nun Rahman sıfatının tecellisi ile rengarenk ve çeşit
çeşit muamele edeceğini kimseye zulmetmeyeceğini, o gün Allah'dan başka
kimsenin sözünün geçmeyeceğini öğrendikten sonra, O'nun mülkünde O'nun
huzurunda O'na yönelir ve;[27]
(4)
"Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım isteriz" deriz.
Yaratıcı olarak Allah'ı
kabul eden, yönetici olarak O'nu Rab tanıyan, bütün bu dünya nimetlerini O'nun
verdiğini bilen, ahireîte Cennet ve Cehennemi yaratan ve müminle kâfiri ayırt
edecek olan Rahim'e inanan bir Müslüman O'na hamd eder yakınlık sağlayınca
sanki Rabbiyle konuşuyormuş gibi "Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız
Senden yardım isteriz" diyerek "Sana" ve "Senden"
kelimelerini kullanmasını öğrenir.
«Sana ibadet eder,
senden yardım isteriz» derken «herşey Allarıdır veya Allah herşeydir» diyenlere
cevap veririz. Çünkü biz ibadet edenle ibadet edileni ayırıyoruz.
İlk üç âyette
RabbiimYin Allah, Rabb, Rahman, Rahim, Malik isimlerini tanıdığımızdan arifler
makamına erişiyoruz.
Ma'rifet makamında
vuslat makamı vardır ki bu "İyyake Na'büdü"
"Yalnız Sana
ibadet ederiz" diyerek Huzur'da olduğunu, kendisi Allah'ı görmese de
Allah'ın kendisini gördüğünü bilerek ibadet ederse Mevla'sına kavuşan Mecnun
gibi olur.
"Yalnız Senden
yardım isteriz" derken Allah'dan başka herşeyi elinin tersiyle itip ondan
başka dilek kapısı olmadığını söylemekle "Fena Fillah" mertebesine
varır.[28]
İbadet; kayıtsız
şartsız hiç bir şart ileri sürmeden emri yerine getirip yasaklardan
İkaçınmakür.
İbadet edene abd
denir. Bunlar da üçe ayrılır.
1- Türkçede
köle dediğimiz abd, Allah'a itaat etmediği için hürriyetini koruyamayan
kafiri, harbde esir ederek Allah'ın kuluna kulluk etme hali
2- Yaratılmışların
tamamını yaratan, lyaşatan Allah olması İsebebiyle yaratıkların hepsi O'nun
koyduğu tabiat kanunlarına tabi olduklarından ve onun dışına çıkmadıklarından
kayıtsız şartsız Allah'ın bu tabiat kanunlarına uyarlar ve bundan dolayı
hepsine abd ismi verilir. "Yerde ve göktekilerin hepsi Rahman'a abdkul
olarak gelecektir.[29] Bu
tür kullukda irade olmadığman bu itaatin sevabı da yoktur.
3- Kişinin
kendi iradesiyle severek itaat etmesidir. Bu da iki kısma ayrılır: Biri Allah'a
kulluk edenler, diğeri de Allah'ın kullarına kulluk edenler.
"Biz yalnız Sana
kulluk ederiz" derken "irademizle, severek Sana itaat ederiz. Senin
emrinle meşgul olunca başkalarına kulluk yapmamız mümkün değildir"
diyoruz.[30]
Bu İstanbul şehrinde
sokakdaki Müslümanlarla bir anket yapılsa ve "ibadetine düşkün insan
denilince hatıra ne gelir? dense çoğunlukla cevap, "namazım kılan İnsan"
olacaktır.
Bizim işimiz zor! Dînî
ıstılahları yeniden bu insanlara tanıtmalıyız. İslâm'ın kastettiği mâna ayrı, o
ıstılahdan adı Osmanlı ruhu Yunanlı imansızın anladığı mana ayrı.
Biz bu âyeti okuruz ve
Allah'ın çizdiği sınırlar, koyduğu kanunlar doğrultusunda sosyal, kültürel,
iktisadî, siyasî, askerî, hukukî faaliyetlerimizi düzenleriz.
Zaten bütün
peygamberlerin gönderiliş gayesinin bu olduğunu Allah (c.c.) şöyle haber verir.
"Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilah yotur. Yalnız
Bana kulluk ediniz diye vahyettik."[31]
Yunus Emrede bu âyeti
"Dört kitabın mânâsı lailahe illallah" mısralarıyla terceme
etmiştir.
"Yalnız Sana
kulluk ederiz" âyetiyle gösteriş için yapılan ibadetten uzaklaşmış
oluyoruz. İnsanlar desin için, görsün için, ibadet etmediğini ilah ediyoruz.
Riyanın ilacı bu âyeti çok okumaktır.
Bu âyet kibir
hastalığına da şifadır. "Yalnız Senden yardım isteriz." Bir şey
isteyen istenenden daima aşağıdadır. Kendi gücümüzün, aklımızın, ilmimizin bir
çok şeye yetmediğini biliyor ve görüyor sonra Rabb'ın sonsuz gücü, ilmi sanatı
karşısında hayran kalıyor ve O'ndan, yalnız O'ndan yardım istiyoruz.
"Sana ibadet eder
Senden yardım dileriz" derken senli benli gibiyiz. O bize şah damarımızdan
daha yakın[32]. Nerede olursak olalım O
bizimle beraberdir.[33] Aynı
zamanda bu iman bizdeki yersiz korkuların tamamını silip götürür.
Çağımızda cumhur
başkanı, başbakan, genelkurmay başkanının kartını özel telefonunu taşıyan ve
her an telefon edebilenlerin önünde bütün kapılar açılıyor ve onların hiç
birşeyden korkuları da olmuyor. Çünkü bu insanlar onların yakını olmuştur.
Size de bu
dokunulmazlığı olanlardan bir kart gelse ve kartta şöyle yazsa "ne
konuşursan konuş, ne yaparsan yap, işte özel telefonum bir. Şey olursa beni
ara" bu yazıyı alanın korkusu olmaz. Karakola gitse bir telefonla haber
verdiği zaman her şey düzelir.
Allah (c.c.) bize bir
kitap göndermiş ve orada "Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir"[34]
buyurmuş, diğerleri gibi telefon etmeniz geremez. Diğerlerine telefon etmek
isteseniz bile o anda telefon etme imkanınız olmayabilir. Dolayısıyla o
kişileri haberdar edemezsiniz. Ama Allah (c.c.) her yerde hazır ve nazırdır.
Telefona gerek kalmadan haberinizi alır sizin.
Allah'ın bu
garantisine rağmen başkalarından çekinmemiz imanımızın zayıflığının
işaretidir.
İmanımızı
kuvvetlendirmek için günde beş vakit amazımızda kırk defa "İyyakena'büdü
Ve İyyakenestaın" yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Sana ibadet eder ve
yalnız Senden yardım isteriz" diyelim.
Ancak biz dua ederken,
evlenmeden çocuk isteyen, tohum atmadan ürün İsteyen deli adam durumuna
düşmeyelim.
Musa (s.a.v.) çölde
Rabbinden su ister. Rabbimde Musa'dan asasını taşa vurmasını ister ve vurunca
taştan sular fışkırır.[35]
Nuh (s.a.v.) Rabbinden
düşmanlara karşı yardım ister ve kâfirlere galip gelir.[36]
Yani diller dua
ederken eller armut devşirmeyecek. Eller de kendine düşen görevi yerine
getirecek. Evlenecek tarlaya tohum aacak, uçak gemi, füze ve diğerlerini
yaparak güçlenecek.
Hastanın ilaç kullanması
yardımı ilaçdan istemesi anlamına gelmez. Çünkü ilacı yaratan Allah (c.c.)’dir.
Kardeşinden yardım
istemesi de şirk değildir, çünkü Allah (c.c.) yarattıklarını yardımına sebep
kılmıştır.
Alimlerimiz fıkıh
kitaplarında "Müşriklerden yardım istenir mi?" diye başlıklarla bu
konuyu ar aştırmış lar.
"Ey iman edenler
kendinizin dışındakileri sırdaş edinmeyiniz" âyetini[37] ve; "Allah
hiç bir zaman kâfirler için müminlerin aleyhine bir yol kılmayacaktır"[38]
âyetlerine dayanarak Cessas, Ahkam-ül-Kur'ân'ında (3/37-290) harbde kâfirlerden
yardım istenemeyeceğini söyler.
Müslim'in
Kitab-ül-Cihad'da[39]
Hz.Aişe'den rivayet ettiği bir hadise göre, Peygamber Efendimiz kendisine gelip
harbe katılmak isteyen birine "Bir müşrike karşı diğer bir müşrikten
yardım istemeyiz" buyurmuş.
İmamı Safı
"el-Ümm" isimli eserinde (4/177) bu olayı belirtir ve ama
Efendimiz'in Beni Kaynuka yahudilerinden yardım aldığını haber verir.
İbni Kudame
el-Muğni'sinde müşriklere karşı müşrikten yardım istenmeyeceğinin daha
kuvvetli olduğunu bildirir. (10/446)
İmamı Malik de
"El-Müdevvenetül Kübra'da (2/40-41) aynı görüşü belirtir. Müşriklere karşı
müşriklerden yardım istenmesi yasak olunca Müslümana karşı müşrikten yardım
haydi haydi istenmez.
Efendimizin hayatında
kafirlerden yararlandığını görüyoruz. Buradan Komuta müslümanlarda oldukça
kafirin gücünden yararlanılır anlamı çıkar.
"Yalnız Senden
yardım isteriz" diyoruz ama isteklerimizi bildirmiyoruz. Ancak[40]
(5-7)
"Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet,
gazaba uğrayanların ve sapıklarmkine değil" diyoruz.
Hırsızlık, arsızlık,
sarhoşluk, berduşluk, fuhuş, haramzadelik, ihanet, eşcinsellik, beşcinsellik,
esrarkeşlik vesaire-bunların hepsi sırat-ı müsta-kıymden (doğru yoldan)
çıktıktan sonra başlar.
Kendiniz,
çocuklarınız, dostlarınız, kardeşleriniz için dua ederken bu kötülüklerin adını
sayarak "Yarab! bizi hain, asi, sarhoş... yapma" diye dua etmeyin. Bu
âyeti okuyarak "Yarab doğru yolu göster" deyin "Sırat-ı
Mustakıym'den ayırma" deyin.
İslâmî bir eğitimle
eğitilmiş bir baba yavrusuna nasihat ederken; "Yavrum geçimini
hırsızlıkla, rüşvetle sağlama" demez. "Yavrum geçimini alın terinle
kazan" der ve olumlu şeyleri söyler.
Fatiha Sûresi'nde biz
bu edebi ve edebiyatı da öğreniyoruz. Peki bu istediğimiz doğru yol nasıl bir
yol? Bu yoldan daha önce gidenler olmuş mu? gidenler nereye varmışlar?
İşte biz burada bunun
için "Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna bizi kavuştur"
diyoruz.
Eğer peygamberlerin
yolunu değil de sadece doğru yolu istemiş olsaydık, dünyadaki insan adedince
doğru yol olurdu. Ölünce annesinin etini yiyen yamyam "Annem beni
beslemiş, büyütmüş, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş ben nasıl olur da
toprağa atarım, onu yerim kendi kanımda taşırım" diyor.
Hindistan devlet
başkanı da "Beni başkan yapan anamı toprağa gömecek kadar zalim değilim,
Önce kendi ellerimle ateşte yakarım, sonra Ganj Nehri'nde yıkarım" diyor.
Londra Belediye
Başkanı; "Ölüleri toprağa gömemeyiz, Londra'nın ısınmasında
kullanırız" diyor.
Dünya Sevgi Birliği
Başkanı; "Tabiatın bana bağışladığı güzel kadını kendi tekelimde tutmam
bencillik olur. Herkes ondan yararlanmalıdır" diyor.
"Beni İsrail'den
olmayanlar insan sayılmazlar. Onlar İsrail oğulları'na hizmet için
yaratılmışlardır" diyen Yahudiler var.
Bütün bunların mantıki
açıklamaları elbette var.
Onun içindir ki, onun
bunun belirlediği yola değil "Sen'in peygamberlere verdiğin yola bizi
ilet" diyoruz.
O yol bir çok
peygamberi devlete ulaştırmış.
Doğru yol
"Sırat-ı Müstakıym" iki nokta arasındaki en kısa çizgiye denir. Dünya
noktasından Cennet noktasına en kısa yoldan eğilip bükülmeden, yalpalamadan
gidilecek yolun adıdır.
"İhdina"
derken hidayetin yalnız ve yalnız Allah'a ait olduğunu bildiğimizi de itiraf
etmiş oluyoruz. Allah (c.c), Rasûlüne: "Sen sevdiklerine hidayet
veremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir"[41]
buyurarak hidayeti Rasûlü'nün bile veremeyeceğini bildirir.
Peygamberler ancak
hidayete vesile olurlar, insanlara yol gösterirler. "Muhakkak sen Sırat-ı
Mustakyım'e yol göstermektesin."[42]
Rabbimiz vahiyle
peygamberlerine yol göstermiştir. Biz de o vahyin ışığında yürüyoruz.
Biz kimseye hidayet
veremeyiz. Ama İslâm nuruna davet eder, yol gösteririz.
Gözlere nur vermek
Allah'a aittir. Doktorlar da nur vermiyor, sadece gözü perdelenenlerin nurunu
açıyor.
Hidayet gönül işidir.
Kişinin kafasına tabanca dayayarak iman ettiremezsiniz. Böylesi hidayete ermiş
gibi görünür ama gönülden inkâr eder.
Yine kişinin kafatası
açılarak içinden iman sökülemez, o bir gönül işidir. Gönüle de yalnız onu
Yaratan hakim olur.
Bizim tebliğimiz bir
kişinin hidayetine sebep olursa bu bizim için yeryüzü dolusu altına sahip
olmaktan daha hayırlıdır. Bu bize biraz ters gibi gelebilir. Ama yeryüzü insan
için yaratılmıştır. Yeryüzünün tamamı insanin haksız yere akıtılmış bir damla
kanına denk olmaz.
Dinimizin insana
verdiği değer bu!...
Kur'ân-ı Kerîm'de
Rabbimiz haksız yere herhangi bir kişiyi öldürenin bütün insanları öldürmüş
gibi olduğunu haber verirken[43] öldürülenin
mümin veya kâfir olmasını ayırt etmez.
Medeni Avrupah'nm,
Amerikalı'nın gözünde bir varil petrol, Hıristiyan olmayan milyarlarca
insanlardan daha değerlidir.
İşte böyleleriyle aynı
safta, aynı kulüpte, aynı pakt'ta olmamak için "Gazaba uğrayanların ve
sapıkların yoluna değil" diyoruz.
Hemen hemen
tefsirlerin tamamında gazaba uğrayanlardan kasıd Yahudiler ve sapıklardan
hasıd Hıristiyanlardır diye yazar.
Allah (c.c.) ise isim
vermeden gazaba uğrayan ve sapıtanlarm yolundan gitmememizi emreder. Bu âyet-i
kerîme nüzulünden 1400 küsur sene sonra yeni bir görevi daha yerine getiriyor.
Yetkililer Avrupa
Topluluğu'na girebilmek için vermedik tavizi bırakmadılar, ama yine de kapıda
bekletiliyorlar, içeri alınmıyorlar.
Yetkililer Avrupa'ya
girmek için gittiklerinde "Sizin gibi düşünüyoruz, sizin gibi yiyoruz,
içkiyi sizden fazla içiyoruz. Bakınız sizinkinden iki bardak fazla içtim.
Hanımımın eteği sizin hanımınızın eteğinden daha kısa. Dilinizi en az sizin
kadar biliyor ve konuşuyorum. Hâlâ niçin almıyorsunuz?" dediğinde,
onların cevabı televizyondan "Kültür farklılığınız var" diye terceme
ediliyor, yani "Müslümansınız, ondan almıyoruz."
Yetkiliye "Sen
bizim gibisin ama 60 milyon bizim gibi değil. Bakanlar, başbakanlar, reisi
cumhurlar değişir fakat millet devam eder. Elimizde çeşitli ajansların
araştırması var. Avrupa'daki üç milyon Türk'ün yüzde doksanı bayram namazı
kılıyor. Yüzde yetmişbeşi cuma namazı kılıyor. Bunlar bir araya geldiklerinde
imam önde:
"Şu Allah'ın
gazabına uğrayan Yahudilerle, sapık Hıristiyanların yolunu istemeyiz, bize
peygamberlerin yolunu ver Ya Rabbi1' dediğinde hepsi amin diyor. Yani; biz de
imamı destekliyoruz, duamızı kabul et diyorlar ve avrupah devam ediyor:
"Seni şimdilik kapının önünde tutalım şimdi sen git bu halkın dilinden bu
duayı al sonra gel bir düşünelim. Televizyonun tercenıesiyle "Kültür
seviyesini bize uydur gel" diyorlar. Yetkili yurda dönünce belirli
mihraklara işaret veriyor ve hep birden
yüzde bir olanlar yüzde 98 olan müslümanlara saldırıya geçiyor.
Şunu herkes bilsin bu
âyetlerin 1400 seneden beri devam etmesi, bu Allah kelamının bundan sonra da
devam edeceğinin garanti belgesidir.
Gazaba uğrayan
Yahudilerin yaptıkları Allah'a isyan, Allah'a iftira, peygambere ihanet, fuhuş,
hırsızlık, hakkı gizleme, ateşle insanları yakarak işkence etme gibi suçları
çağdaş metodlarla tekrarlayanların yolunu bize verme Ya Rabb!
İman, İslâm, kitap,
peygamber, iffet, namus, izzet, adalet, doğruluk, sadakat gibi kelimeleri
hayatından çıkaran ve yerine bunların zıddını koyarak insanları sapıtanlarm
yolunu da bize verme Ya Rabbi diyoruz.
Bu sûre bize ayrıca
İslâmda tebliğ metodunun nasıl olacağını da öğretir.
Biz tağuttan önce
Allah'ı, küfürden Önce İslâm'ı tanımalı ve tanıtmalıyız. Sonra da tağutun ve
küfrün mantığını ve nasıl yıkılacağını yine Kufân'dan öğrenmeliyiz.
Rabbimiz altubuçuk
âyette kendisini ve kendi rızasına giden yolu bize tanıttıktan sonra bu yoldan
sapanlardan olmamamız konusunda bizi uyarıyor.
Dünyada devlete,
ahirette Cennete çıkan bu Srrat-ı Müstakıym'i Rabbimiz'den istiyoruz. Gazaba uğrayanlarla
sapıkların yolunu istemiyoruz. Ya Rabbi diye milyonlarca kerre dua ediyor, âmin
diyoruz. Acaba Allah dualarımızı kabul etmiyor mu? diye hatırımıza geliyor.
Dua için Rabbimiz'in
huzuruna gelişimiz dualarımızın kabul edildiğinin işaretidir.
Mekke'ye, Kudüs'e
gidecek olursanız Önce araştırırsınız: Hangi şirket, hangi yoldan, kaç liraya,
kaç günde getirip götürür diye bilgi ve broşür edinirsiniz.
Allah (c.c.) da; siz
şimdi doğru yolu, dünyada devlete ahirette Cennete götürecek Sırat-ı
Müstakıym'i mi istiyorsunuz?
Buyurun: "İşte
kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttakıler için doğru yolu gösterendir"
buyurur.[44]
Doğru yolu öğrenmek
için Bakara suresinden devam ederek sonuna kadar okuyalım.[45]
[1] Bakara 67
[2] Meryem 18
[3] Yusuf 23
[4] Yusuf 79
[5] A'raf 200, Mü'minun 97,98
[6] Ahmed b. Hanbel 2/359, İbni Mace k. Nikah hadis 1894,
Ebu Davud k. Edeb hadis 4840.
[7] İsra 44
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/57-60.
[9] Bu konuda tarafların delillerini görmek için bak:
Nasbur-Raye 1/327, Ahkamül Kur'ancessas 1/5-10.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/60-61.
[10] Bak Tefsir-i Kebir, Fahreddinî Razı. Fatiha
Sûresi tefsiri
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62.
[11] İbn-ül-Esir, el-Kamil Fit-tarih 1/629.
[12] Kur'ân-ı Kerîm, Yunus 10/10
[13] Kasas 70
[14] Nisai. Cenaiz, bab ez-Ziyadatü ale-l Kabr 4/86
[15] Tefsir-ül Kayyım li-bni-l-Kayyım S: 77 Ravahü Ebu
Ya'la
[16] Müfredat, li-r Rağıb
[17] Kur'ân-ı Kerîm, îsra 17/44
[18] K.Kerîm En 'am 6/38
[19] Tefsir'ul-Kur'anil-Azim, İbni Kesir
[20] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/62-65.
[21] Kur'an-ı Kerim, Naziat 79/24
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/65.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/65-67.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/67.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/67-68.
[26] K.Kerim, İnfitar 82/17-18
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/68-69.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/69-70.
[29] Kur'ân-ı Kerim, Meryem 19/93
[30] Müfredatı Rağıb
[31] K.Kerîm, Enbiya 21/25
[32] K. Kerim, Kaf 50/16
[33] K.Kerim, Hadid 57/4
[34] K.Kerim, Hadid 57/4
[35] K.Kerim, Bakara 2/60
[36] K.Kerim Hud 11/36
[37] Ali îmran 118
[38] Nisa 141
[39] Hadis 1817
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 1/70-73.
[41] K.Kerîm, Kassas 28/56
[42] K.Kerim Şura 52.
[43] Maide 32
[44] Bakara 1