Kur'ân-ı Kerim'in üçte biri, bir hadisi şerife göre de
dörtte biri kabul edilen ve hepimizin ezberinde olan İhlas
Suresi diye isimlendirilen, halkımız arasında da "Kul hu ve'1-lahu ehad" veya "Kul
hu" diye bilinen surenin kısa manasını vereceğiz. Kısa manası diyoruz.
Çünkü bu surenin tefsirinde çok söz söylenmiştir. O söz üstadları,
o gönül sultanları ciltlerle kitap yazmışlar yalınız İhlas
Suresinin tefsiri için. Sonunda demişlerki, "en
doğrusunu Allah bilir." Bizim bundan anladığımız bu. Ama asıl murad-Kİlahiyi Onu irade eden,
indiren Allah (c.c) bilir.
Kur'ân-ı Kerim'in en kısa surelerindendir. Ama mana
bakımından en derin kelimeleri kendisinde bulunduran bir suredir. Mekke'de
nazil olmuştur, dört ayettir.[1]
1-Deki: O
Allah birdir.
2- Allah sameddir. (Herşey ona muhtaç, O hiçbirşeye
muhtaç değildir)
3- O
doğurmadı, doğurulmadi.
4- Hiçbir
şey O'nun dengi olmadı.
Dünyanın her tarafındaki
siyasilere, ateistlere, "Allah ikidir veya üçtür" diyen veya
"hiçtir" diyen koministlere, hristiyanlara, yahudilere bir
cevaptır.
Yani babalarınızın
veya annelerinizin kucağında onların dilinden ezberlediğiniz bu kısacık sure
ile aslında biz siyaset meydanının tam ortasına atıhvermiş
oluyoruz.
İleride insanlara
verebileceğiniz en özlü mesajı ve cevabı babalarınız ve anneleriniz öğretiyor
size. "Ben ateistim", diyen gavurcukları-miza; "Kul hu ve'llahu ehad" diyerek cevap
veriyoruz.
"Allah var ama
bir çok şeyi Allah yönetemez, farkına varamaz, tiril-yonlarca
kanun, tabiatta işleyen tirilyonlarca olaylar var.
Bunların bir kısmını filanlar bir kısmını filanlar yönetir" gibi bir
felsefe ve mantık geliştiren insanlara da "Allahu's-Samed" diyerek cevabınızı veriyorsunuz.
"Allah vardır ama
O'nun bir ortağı oğlu da vardır" diyen, "O üçün üçün
cüsüdüv"[2] diyen hristiyanlara,
"Üzeyr Allah'ın oğludur"[3] diyen
yahudilere de "Lem yelid ve lem yûled"
kelime-i tayyi-besiyle cevap vermiş oluyorsunuz.
"Efendim günümüzde,
Allah vardır birdir ancak, filan devlette var ve tek, her yerde hazır ve nazır,
Allah'ın yapmadıklarını yapıyor" gibi ifadede bulunan çağdaş
kafirlerimize de "ve lem yekun lehu küfüven ehad"
kelime-i tayyibesiyle cevabınızı veriyorsunuz.
Bu kadar özlü, bu
kadar az kelimelerle uzun manalar kendisinde bulunduran bir başka surenin
olmadığını söyler tefsircilerimiz. Onun için Peygamberimiz (s.a.v). "Kur'ân'ın 1/4 dir." diyor.
Bir başka hadis de ise 1/3 dür diyor. 1/3 veya 1/4 birini içinde tutan bir
sure-i celile.[4]
Bu hadisi yorumlayan
hadis sarihlerimiz diyorlar ki; Kur'ân-ı Kerim'in
tamamı akaidden, ibadetten ve muamelettan
ibarettir. Yani Kur'ân-ı Kerim inanılması gerekenleri
bize öğretiyor. Bunlara nasıl inanılacağını da bize öğretiyor. İbadetten, O inandığımız
Allah (c.c)'a nasıl kulluk yapacağımızı da öğretiyor. Muamelattan ise, biz
insanlarla neyi nasıl yapacağımızı, Rabbimize karşı neyi nasıl? yapacağımızı öğretiyor
Kur'ân-ı Kerim.
Böylece Kur'ân-ı Kerim neyin helal, neyin haram olduğunu bize bil-diriveriyor. Akaid, ibadet ve
muamelattan bahsediyor. Eh ihlas suresi de akaidi
özetliyor. Allah (c.c)'a ait inancı halis hale getiriyor.
İhlas kelimesini biliyorsunuz. "Halasa"
kelimesinden türetilmiş bir kelime. Biz bunu Türkçede
kullanıyoruz. "Hâlis" kelimesini kullanıyoruz. "Halis
Altın" diyoruz. Yani "katışıksız" manasım ifade edebilmek için
"Halis", kelimesini kullanıyoruz. İhlas
suresi de Allah inancının içerisine şöyle bir milyemlik
bir put emaresi veya kokusunu dahi sokmamaya "ihlas"
diyoruz.
Abdullah b. Huzafetü's-Sehmi'nin hayatını
okudum. Uzunca bir olayı. Ama ben kısaca anlatacağım: "Abdullah b. Huzafe, Allah Rasûlünün
elçilerinden biridir. Bu günkü ifadeyle "büyükelçi." Bu zat
arkadaşları ile beraber bir gün Rumlara esir olur. Orada büyük işkenceler
yapılır. Hatta devlet başkanı demişki; "dininden
dön, hristiyan ol, kızımı da sana vereyim, mülküme de
ortak edeyim."
Yani bu ülkeyi sen
yönet diyor. Abdullah diyorki; "Eğer Rum diyarının
tamamını versen, gücün yetsede Arap diyarının
tamamını versen ve bana da bir göz açıp kapayıncaya kadar kafirliği teklif
etsen ben buna razı olmam." İşte ihlas bu."
Yani 60-70 senelik
ömrümüz içerisinde hep Allah (c.c)'a inançla yatıyor, inançla kalkıyor,
inançla yürüyorsunuz ve karşınızdaki adam size bir teklifte bulunuyor. Bir
anlığına kafir olmak teklifinde olsa bile müminin yapacağı şey, dünyaları
verseler bir göz açıp-kapaymcaya kadar kâfir olamaz.
Burası çok önemli.
Ancak benim asıl
anlatmak istediğim şu. Adam işkenceye devam ediyor. Büyük kazanlar getirip ateşin
üzerine koyuyorlar, içine su koymuyorlar, Abdullah'ın arkadaşlarından birini
canlı olarak kazanın içine koyuyorlar, bir anda etleri ile kemikleri
birbirinden ayrılıveriyor. Ondan sonra Abdullah'ı alıyorlar, kazanın içerisine
iple sarkıtıyorlar. Abdullah ağhyormuş; Kral
"her halde hristiyan olacak" diyerek
durduruyor. Niçin ağladın? diyor.
Abdullah diyorki; "bir tek canım var. O bir can da birkaç
dakika içerisinde yok olup gidecek. Benim üzüldüğüm şu. Keşke benim saçım
adedînce başım olsaydı da Allah yolunda o başların hepsini ben wer-seydim. Saçımın adedince
başımın olmadığına ben üzülüyorum" diyor.
Hristiyan kral onu hapse attırıyor. Yemek olarak hiçbir şey
vermiyorlar. Üçgün sonra tam olarak acıktıklarında
biraz domuz etinden yiyecekle şarap gönderiyor. Abdullah bunları da yemiyor.
Kral niçin yemediğini soruyor. Abdullah diyor ki, bunlar bana helal. Çünkü
zaruret anı var. Zaruret anında domuz etini yemek, şarabı içmek helaldir. Ancak
sana, kafir olacağım ümidinin kokusunu dahi vermem. Bunun için yemedim."
Yani bunu yeyince "acaba hristiyan olur mu
ki?" diye ümitlendirmenin kokusunu dahi koklatmam ben sana diyor. îhlas dediğimiz şey işte budur.[5]
Kafire Gavur
olacağımız ümidini vermediğimiz gibi ümidin kokusunu dahi vermememiz lazım.
Efendim beş dakikalığına onların dediğini diyeyim." değil bir göz açıpf kapayıncaya kadar Allah inancından uzak kalmamaya
dikkât edeceğiz.
Peygamberimiz (s.a.v)
bir "duasında "Ya Rabbü-Beni
bir göz açıp kapayıncaya kadar bana bırakma" Nasıl ki maddi olarak Allah
bizi bize bırakıverse ve dese ki, kalbin tiktaklarını
sen ayarlayacaksın. Vücudundaki kan dolaşımını sen ayarlayacaksın dese de bize
bırakıverse, bir dakika içerisinde felç oluruz. Peki bir anlığına vücudumuzun idaresinden
Allah'ı uzaklaştırmamız mümkün değil ve olmaması gerekir.
Öyleyse gönül
dünyamıza Allah'ın hakimiyeti, inancı sevgisi ve me-habbeti girmemiş olsa, bir göz açıp-kapayıncaya kadar ne
oluruz. Beden infilak etse, dursa felç olsa bir gün ömür biter, insan bû dünyadan
gider. Bütün acılar biter. Ama imansız gidilecek olursa -Allah korusun- sonu
gelmez senelerde bu nazenin tenlerin yanması söz konusu. Onun için biz gönül
aleminde Allah inancım'en değerli, en kıymetli
malımız olarak saklıyoruz. Ve onu dilimizden de terennüm edeceğiz.
Çünkü dilin inancı da
onu okumak ve söylemektir. Gönlün inancı da ona inanmaktır. Beynimiz de onu
düşünecektir. Allah'ın ayetlerini düşünecektir.
Allah'ın zatını
düşünmemiz mümkün değil. Çünkü bu hayal hanemize sığmaz. Bizim hayalimiz de
yaratılmıştır. Yaratılan bir şey yaratanını kuşatamıyacaktır.
Ancak yaratılanlara bakarak Allah'ın ilmi hakkında, kudreti hakkında aklımız
oranında bir bilgi edinebiliriz.
Bize lazım olan Allah
inancıdır. Bu »bizi dünyada mutlu eder. Bir kere siz yaradana
güveniyorsunuz. Onu hatırlarken bu ihlas suresinin 1.
ayetinde Rabbimizi ifade eden üç kelime ard arda
kullanılıyor. Birincisi "O" anlamına gelen "Hüve"
ile başlıyoruz. Buna şöyle bir izah getirilmiş "O" deyince zaten
O'ndan başka bir şey işitilmez, görülmez ve hatıra gelmez de ondan.
Her şey "Hû"nun içerisindedir. "Evvel olan O'dur, ahir
olan O'dur, zahir olan O, batın plan O'dur." İşte O Allah (c.c) birdir.
"Birdir" demek bize göre çok kolay. Ama Amerikan devlet başkanı buna
cevap veremez. "Üç" der. Rus devlet başkanına sorsanız
"Hiç" der. Biri üç diğeri "hiç" diyor.
Biz bu bilgiyi daha
ana-babamızın kucağında öğrendik. Adam üniversiteyi bitirmiş dünyanın
neresinde ne var onları da öğrenmiş ama bu dünyayı ve dünyadakileri, gökyüzünü
ve gökyüzündekileri yaratan Allah'ın bir olduğu bilgisini alamamıştır. Size de
bu bilgi bu sûre ile verildi.
Fahreddin-i Razi "Esmau'I-Hüsna" isimli bir
eser yazmış. Orada bu "Hu" üzerinde duruyor. Diyor ki; Kur'ân-ı Kerim'de Allah (c.c) insanları üç gruba ayırmış. Mukarrabûn, Ashabu'l-Yemîn, Eshabuş-Şimal Mukarrabun ile Ashab-ı Yemin müslüman. Müslümanlarda iki guruba ayrılmış.
Mukarrabûn: Yani kendisini Allah'a yaklaştırabilmiş insanlar.
Ashab-ı Yeminde; Allah'ın emir ve yasaklarına dikkat eden
insanlar Ashabu's-Şimal ise imansız insanlar. İşte bu
"Hu, Allah ve Ahad" kelimeleri üçünü de
izah eden kelimelerdir demiş.
Mukarrabûn "Hû" der. Arapçayı
bilenler bilirler ki; "Hû;
1-Bunun aslı
yalınız "H" harfidir. Yani bir tek harftir. Bir tek harfle Allah'ı
zikrediyor.
2- Ahad kelimesi "Tek" manasına gelir. Yani ikincisi
olmayan manasınadır. Bu kelime Arabm dilinde başka
bir şey için kullanılmamıştır. Allah (c.c)'den başkasına kullanılmamıştır ve
hala kullanılmamaktadır.
Mukarrabûn niye "Hû" der? Çünkü herşeyin
doğumlu ve ölümlü olduğunu biliyor. Öncesi olmayan sonuda
olmayan yalınız Allah'tır.
Ashab-ı Yemin olanlar; "Allah" diyorlar.
"Allah" demek herşeyi yaratan O, yaşatan
O, yöneten de O demektir. Ama birileri çıkıyor, "yöneten ve yönetme hakkı
benim ağama ve paşama aittir, atalarımıza aittir" diyorlar. Biz ise
yönetim de Allah'a aittir diyoruz.
İnsan tabiat
kanunlarına uyum sağlayınca sıhhatini koruyor. Tabiat kanunlarından uzak kaldımı hastalanıyor. İnsanın sosyal bedenini de koruması
Allah'ın koyduğu kanunlara bağlı kalmaktan geçiyor.
Yani yaratanın bir, yaşatanın bir, yönetenin de bir olduğuna inanmak ve onu
tatbik etmekten geçiyor.
O "samed'dir" Yani herkes ona muhtaç ama o hiç kimseye
muhtaç değildir. İmansızlar da çaresiz kalınca "Allah" diye inlemeye
başlıyorlar. Çaresiz kalınca değil, o duruma gelmeden "Allah" dersek
o zaman faydası olur. Biz O'na her an muhtacız.[6]