İHLÂS SÛRESİ 2

 


İHLÂS SÛRESİ

 

Kur'ân-ı Kerim'in üçte biri, bir hadisi şerife göre de dörtte biri kabul edilen ve hepimizin ezberinde olan İhlas Suresi diye isimlendirilen, halkımız arasında da "Kul hu ve'1-lahu ehad" veya "Kul hu" diye bilinen surenin kısa manasını vereceğiz. Kısa manası diyoruz. Çünkü bu su­renin tefsirinde çok söz söylenmiştir. O söz üstadları, o gönül sultan­ları ciltlerle kitap yazmışlar yalınız İhlas Suresinin tefsiri için. Sonunda demişlerki, "en doğrusunu Allah bilir." Bizim bundan anladığımız bu. Ama asıl murad-Kİlahiyi Onu irade eden, indiren Allah (c.c) bilir.

Kur'ân-ı Kerim'in en kısa surelerindendir. Ama mana bakımından en derin kelimeleri kendisinde bulunduran bir suredir. Mekke'de nazil ol­muştur, dört ayettir.[1]

 

1-Deki: O Allah birdir.

2-  Allah sameddir. (Herşey ona muhtaç, O hiçbirşeye muhtaç de­ğildir)

3- O doğurmadı, doğurulmadi.

4- Hiçbir şey O'nun dengi olmadı.

Dünyanın her tarafındaki siyasilere, ateistlere, "Allah ikidir veya üç­tür" diyen veya "hiçtir" diyen koministlere, hristiyanlara, yahudilere bir cevaptır.

Yani babalarınızın veya annelerinizin kucağında onların dilinden ez­berlediğiniz bu kısacık sure ile aslında biz siyaset meydanının tam or­tasına atıhvermiş oluyoruz.

İleride insanlara verebileceğiniz en özlü mesajı ve cevabı babaları­nız ve anneleriniz öğretiyor size. "Ben ateistim", diyen gavurcukları-miza; "Kul hu ve'llahu ehad" diyerek cevap veriyoruz.

"Allah var ama bir çok şeyi Allah yönetemez, farkına varamaz, tiril-yonlarca kanun, tabiatta işleyen tirilyonlarca olaylar var. Bunların bir kısmını filanlar bir kısmını filanlar yönetir" gibi bir felsefe ve mantık ge­liştiren insanlara da "Allahu's-Samed" diyerek cevabınızı veriyorsu­nuz.

"Allah vardır ama O'nun bir ortağı oğlu da vardır" diyen, "O üçün üçün cüsüdüv"[2]  diyen hristiyanlara, "Üzeyr Allah'ın oğludur"[3] diyen yahudilere de "Lem yelid ve lem yûled" kelime-i tayyi-besiyle cevap vermiş oluyorsunuz.

"Efendim günümüzde, Allah vardır birdir ancak, filan devlette var ve tek, her yerde hazır ve nazır, Allah'ın yapmadıklarını yapıyor" gibi ifa­dede bulunan çağdaş kafirlerimize de "ve lem yekun lehu küfüven ehad" kelime-i tayyibesiyle cevabınızı veriyorsunuz.

Bu kadar özlü, bu kadar az kelimelerle uzun manalar kendisinde bulunduran bir başka surenin olmadığını söyler tefsircilerimiz. Onun için Peygamberimiz (s.a.v). "Kur'ân'ın 1/4 dir." diyor. Bir başka hadis de ise 1/3 dür diyor. 1/3 veya 1/4 birini içinde tutan bir sure-i celile.[4]

Bu hadisi yorumlayan hadis sarihlerimiz diyorlar ki; Kur'ân-ı Kerim'in tamamı akaidden, ibadetten ve muamelettan ibarettir. Yani Kur'ân-ı Kerim inanılması gerekenleri bize öğretiyor. Bunlara nasıl inanılacağını da bize öğretiyor. İbadetten, O inandığımız Allah (c.c)'a nasıl kulluk yapacağımızı da öğretiyor. Muamelattan ise, biz insanlarla neyi nasıl yapacağımızı, Rabbimize karşı neyi nasıl? yapacağımızı öğ­retiyor Kur'ân-ı Kerim.

Böylece Kur'ân-ı Kerim neyin helal, neyin haram olduğunu bize bil-diriveriyor. Akaid, ibadet ve muamelattan bahsediyor. Eh ihlas suresi de akaidi özetliyor. Allah (c.c)'a ait inancı halis hale getiriyor.

İhlas kelimesini biliyorsunuz. "Halasa" kelimesinden türetilmiş bir kelime. Biz bunu Türkçede kullanıyoruz. "Hâlis" kelimesini kullanıyo­ruz. "Halis Altın" diyoruz. Yani "katışıksız" manasım ifade edebilmek için "Halis", kelimesini kullanıyoruz. İhlas suresi de Allah inancının içerisine şöyle bir milyemlik bir put emaresi veya kokusunu dahi sok­mamaya "ihlas" diyoruz.

Abdullah b. Huzafetü's-Sehmi'nin hayatını okudum. Uzunca bir olayı. Ama ben kısaca anlatacağım: "Abdullah b. Huzafe, Allah Rasûlünün elçilerinden biridir. Bu günkü ifadeyle "büyükelçi." Bu zat arkadaşları ile beraber bir gün Rumlara esir olur. Orada büyük işkenceler yapılır. Hatta devlet başkanı demişki; "dininden dön, hristiyan ol, kızımı da sana vereyim, mülküme de ortak edeyim."

Yani bu ülkeyi sen yönet diyor. Abdullah diyorki; "Eğer Rum diya­rının tamamını versen, gücün yetsede Arap diyarının tamamını versen ve bana da bir göz açıp kapayıncaya kadar kafirliği teklif etsen ben buna razı olmam." İşte ihlas bu."

Yani 60-70 senelik ömrümüz içerisinde hep Allah (c.c)'a inançla ya­tıyor, inançla kalkıyor, inançla yürüyorsunuz ve karşınızdaki adam size bir teklifte bulunuyor. Bir anlığına kafir olmak teklifinde olsa bile müminin yapacağı şey, dünyaları verseler bir göz açıp-kapaymcaya kadar kâfir olamaz. Burası çok önemli.

Ancak benim asıl anlatmak istediğim şu. Adam işkenceye devam ediyor. Büyük kazanlar getirip ateşin üzerine koyuyorlar, içine su koy­muyorlar, Abdullah'ın arkadaşlarından birini canlı olarak kazanın içine koyuyorlar, bir anda etleri ile kemikleri birbirinden ayrılıveriyor. Ondan sonra Abdullah'ı alıyorlar, kazanın içerisine iple sarkıtıyorlar. Abdullah ağhyormuş; Kral "her halde hristiyan olacak" diyerek durduruyor. Niçin ağladın? diyor.

Abdullah diyorki; "bir tek canım var. O bir can da birkaç dakika içe­risinde yok olup gidecek. Benim üzüldüğüm şu. Keşke benim saçım adedînce başım olsaydı da Allah yolunda o başların hepsini ben wer-seydim. Saçımın adedince başımın olmadığına ben üzülüyorum" diyor.

Hristiyan kral onu hapse attırıyor. Yemek olarak hiçbir şey vermi­yorlar. Üçgün sonra tam olarak acıktıklarında biraz domuz etinden yi­yecekle şarap gönderiyor. Abdullah bunları da yemiyor. Kral niçin ye­mediğini soruyor. Abdullah diyor ki, bunlar bana helal. Çünkü zaruret anı var. Zaruret anında domuz etini yemek, şarabı içmek helaldir. Ancak sana, kafir olacağım ümidinin kokusunu dahi vermem. Bunun için yemedim." Yani bunu yeyince "acaba hristiyan olur mu ki?" diye ümitlendirmenin kokusunu dahi koklatmam ben sana diyor. îhlas dedi­ğimiz şey işte budur.[5]

Kafire Gavur olacağımız ümidini vermediğimiz gibi ümidin kokusunu dahi vermememiz lazım. Efendim beş dakikalığına onların dediğini diyeyim." değil bir göz açıpf kapayıncaya kadar Allah inancından uzak kalmamaya dikkât edeceğiz.

Peygamberimiz (s.a.v) bir "duasında "Ya Rabbü-Beni bir göz açıp kapayıncaya kadar bana bırakma" Nasıl ki maddi olarak Allah bizi bize bırakıverse ve dese ki, kalbin tiktaklarını sen ayarlayacaksın. Vücudundaki kan dolaşımını sen ayarlayacaksın dese de bize bırakı­verse, bir dakika içerisinde felç oluruz. Peki bir anlığına vücudumuzun idaresinden Allah'ı uzaklaştırmamız mümkün değil ve olmaması gere­kir.

Öyleyse gönül dünyamıza Allah'ın hakimiyeti, inancı sevgisi ve me-habbeti girmemiş olsa, bir göz açıp-kapayıncaya kadar ne oluruz. Beden infilak etse, dursa felç olsa bir gün ömür biter, insan bû dünya­dan gider. Bütün acılar biter. Ama imansız gidilecek olursa -Allah ko­rusun- sonu gelmez senelerde bu nazenin tenlerin yanması söz ko­nusu. Onun için biz gönül aleminde Allah inancım'en değerli, en kıy­metli malımız olarak saklıyoruz. Ve onu dilimizden de terennüm ede­ceğiz.

Çünkü dilin inancı da onu okumak ve söylemektir. Gönlün inancı da ona inanmaktır. Beynimiz de onu düşünecektir. Allah'ın ayetlerini dü­şünecektir.

Allah'ın zatını düşünmemiz mümkün değil. Çünkü bu hayal hane­mize sığmaz. Bizim hayalimiz de yaratılmıştır. Yaratılan bir şey yara­tanını kuşatamıyacaktır. Ancak yaratılanlara bakarak Allah'ın ilmi hakkında, kudreti hakkında aklımız oranında bir bilgi edinebiliriz.

Bize lazım olan Allah inancıdır. Bu »bizi dünyada mutlu eder. Bir kere siz yaradana güveniyorsunuz. Onu hatırlarken bu ihlas suresinin 1. ayetinde Rabbimizi ifade eden üç kelime ard arda kullanılıyor. Birincisi "O" anlamına gelen "Hüve" ile başlıyoruz. Buna şöyle bir izah getiril­miş "O" deyince zaten O'ndan başka bir şey işitilmez, görülmez ve hatıra gelmez de ondan.

Her şey "Hû"nun içerisindedir. "Evvel olan O'dur, ahir olan O'dur, zahir olan O, batın plan O'dur." İşte O Allah (c.c) birdir. "Birdir" demek bize göre çok kolay. Ama Amerikan devlet başkanı buna cevap vere­mez. "Üç" der. Rus devlet başkanına sorsanız "Hiç" der. Biri üç diğeri "hiç" diyor.

Biz bu bilgiyi daha ana-babamızın kucağında öğrendik. Adam üni­versiteyi bitirmiş dünyanın neresinde ne var onları da öğrenmiş ama bu dünyayı ve dünyadakileri, gökyüzünü ve gökyüzündekileri yaratan Allah'ın bir olduğu bilgisini alamamıştır. Size de bu bilgi bu sûre ile verildi.

Fahreddin-i Razi "Esmau'I-Hüsna" isimli bir eser yazmış. Orada bu "Hu" üzerinde duruyor. Diyor ki; Kur'ân-ı Kerim'de Allah (c.c) insanları üç gruba ayırmış. Mukarrabûn, Ashabu'l-Yemîn, Eshabuş-Şimal Mukarrabun ile Ashab-ı Yemin müslüman. Müslümanlarda iki guruba ayrılmış.

Mukarrabûn: Yani kendisini Allah'a yaklaştırabilmiş insanlar.

Ashab-ı Yeminde; Allah'ın emir ve yasaklarına dikkat eden insanlar Ashabu's-Şimal ise imansız insanlar. İşte bu "Hu, Allah ve Ahad" ke­limeleri üçünü de izah eden kelimelerdir demiş.

Mukarrabûn "Hû" der. Arapçayı bilenler bilirler ki; "Hû;

1-Bunun aslı yalınız "H" harfidir. Yani bir tek harftir. Bir tek harfle Allah'ı zikrediyor.

2- Ahad kelimesi "Tek" manasına gelir. Yani ikincisi olmayan ma­nasınadır. Bu kelime Arabm dilinde başka bir şey için kullanılmamıştır. Allah (c.c)'den başkasına kullanılmamıştır ve hala kullanılmamaktadır.

Mukarrabûn niye "Hû" der? Çünkü herşeyin doğumlu ve ölümlü ol­duğunu biliyor. Öncesi olmayan sonuda olmayan yalınız Allah'tır.

Ashab-ı Yemin olanlar; "Allah" diyorlar. "Allah" demek herşeyi ya­ratan O, yaşatan O, yöneten de O demektir. Ama birileri çıkıyor, "yö­neten ve yönetme hakkı benim ağama ve paşama aittir, atalarımıza aittir" diyorlar. Biz ise yönetim de Allah'a aittir diyoruz.

İnsan tabiat kanunlarına uyum sağlayınca sıhhatini koruyor. Tabiat kanunlarından uzak kaldımı hastalanıyor. İnsanın sosyal bedenini de koruması Allah'ın koyduğu kanunlara bağlı kalmaktan geçiyor. Yani ya­ratanın bir, yaşatanın bir, yönetenin de bir olduğuna inanmak ve onu tatbik etmekten geçiyor.

O "samed'dir" Yani herkes ona muhtaç ama o hiç kimseye muhtaç değildir. İmansızlar da çaresiz kalınca "Allah" diye inlemeye başlıyor­lar. Çaresiz kalınca değil, o duruma gelmeden "Allah" dersek o zaman faydası olur. Biz O'na her an muhtacız.[6]



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/415.

[2] Maide 73.

[3] Tevbe 30.

[4] Tirmizi sevabül Kur'an 10.

[5] İbni hacer el isahe 21297 ve diğer tabakaî kitapları.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/415-420.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///