Bir çoğumuzun
ezberinde olan, Kur'ân-ı Kerim'in en kısa surelerinden birisi olmakla manası
Kur'ân'ın bir özeti durumundaki ve Asr Suresi djye isimlendirilen bu sûre Mekke'de nazil olmuş, üç ayettir.[1]
1- Asra
yemin olsunki,
2- Şüphesiz
insan zarardadır.
3- Ancak,
iman edip ameli salih işleyenler, hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye
edenler müstesnadırlar.
İki dünyada Allah'ın
rızasına nail olabilmek için neler yapmamız gerektiğini özet bir şekilde
formüle etmiş bu sure. Biz de bu sureyi dilimizle okuyor, kalbimizle
tasdik(iman) ediyoruz. Eğer bunları yaşayacak olursak, iki dünyada da
mutluluğa ereceğimizi, zarardan kurtulacağımızı Allah bize haber veriyor.
Rabbim bu sureye de
yine yeminle başlıyor. Ve Asr'a yemin ediyor.
"Asr"ı, kelime
olarak biz Türkçemizde kullanırız. Hepimiz Peygamberimizin yaşadığı çağa
"Asr-ı Saadet" diyoruz. Öyle bir asır ki, şairin dediği gibi;
-Gül alırlar, gül satarlar,
-Gülden terazi
yaparlar,
-Gülü gül ile
tartarlar,
-Çarşı-pazarı güldür
gül.
Bütün mutlulukların
birlikte olduğu Efendimizin çağma, bu ismi kullanıyoruz. Asr; "çağ"
manasına geliyor, ikindi vakti manasına geliyor, bir insanın ömrü manasına
geliyor, lopyekün çağlar manasına geliyor. Hangi manaya alırsak alalım Asr
kelimesi her halükarda zamanla alakalı bir kelimedir. Yani Allah (c.c) zamana
yemin ediyor. Bir başka ifadeyle Allah (c.c) hem bir aıı'a, hem de bütün
zamana yemin ederek zamanın değerini bize anlatmış oluyor.
Ömür, Rabbimizden bize
verilen bir sermayedir. Bu sermayenin sayısı da Rabbimizin katında bellidir.
İnsana verilen en değerli sermayedir. Ama insanoğlunun da en az değer verdiği
sermayedir. Aldığımız her nefes ömrümüzden bir şeyler alıp götürmektedir.
Öyleyse sermayeyi bize veren Allah, verdiği bu sermayeyi geriye alıyor. Rabbim
verdiği bu sermayenin kârını bize bağışlıyor.
Yani beş dakikalık
zaman içerisinde Allah'ın rızası için neler yap-mışsak, o bizim kârımız olarak
kalacaktır ve Rabbim katında o değerlendirilecektir. Rabbi'min ne kadar
"Latîf," ne kadar "Rauf," ne kadar "Rahîm"
olduğunu böyle anlıyoruz. Zaten Rabbim şöyle buyurur; "İnsana ancak
çalıştığının karşılığı v ardır"[2] Biz
zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz.
Fahreddin-i Razi
(Rahmetullah'ı aleyh) tefsirinde diyor ki; "ben zamanın değerini pek
anlıyamazdim. "Vel-Asr1 " suresini okurdum da manayı gönlüme yer
ettiremezdim. Bir gün çarşıda buz satıcısı gördüm. Şöyle bağırıyordu;
"sermayesi her an eriyen bu zata acıyın." Ömür sermayesi her nefesde
eriyor. Nasıl ki buzun üzerine sıcak nefesinizi üfürdüğünüzde buzu
eritiyorsunuz, aynı şekilde çıkan ve giren her nefeste sizde eriyorsunuz.
Öyleyse bu nefesler boşa gitmemeli. Bu nefeslerle bir şeyler kazanılmak ve
ahirette Allah'ın (c.c) huzurunda bu nefeslerle kazandığımız sevabın mükafatım
görmeliyiz. Ziya Paşa'da;
-Dehrin ne safa var
sim üzerinde -İnsan bırakır hepsini hıyn-i seferinde demiş.
Yani bu çağın
içerisinde altın kazanmışsın gümüş kazanmışsın, ipekler giymişsin ne fayda var.
Bir gün bir sefer başladığında bunların hepsini geride bırakıp gideceksin
diyor.
Ahirete doğru bir gün
bir sefer başlayacak. Öyleyse bu yolculuğa hazırlıklı olalım. Mehmet Akif de
şöyle demiş.
-Neden geçsin
sefaletlerle, hayketlerle ezmanın
-Neden azmin süreksiz,
yokmudur Allah'a, imanın?
Yani zamanın boş
şeylerle, sefaletlerle, insanı yarın pişman edecek şeylerle niye geçsin. Eğer
Allah'a imanın varsa azmedeceksin, azimle bir şeyler yapacaksın. Zamanı
sefaletle değil ibadetle, itaatla Hakka ve halka hizmetle geçireceksin.
En değerli sermayemiz
zamanımız. Milyarları kaybetseniz geriye kazanabilirsiniz. Ancak hiçbir insan,
milyar veya tirilyonlarım verse, ömründen bir saniyeyi geriye getirebilecek
durumda değildir. Onun için her anınızı ayrı değerlendireceksiniz.
Değerli ilim
adamlarından birisinin yanma bir başkası ziyarete gelmiş. Demiş ki,
"Efendim sizinle görüşmek, konuşmak, hoşça vakit geçirmek
istiyorum." O da demiş ki; "Dışarıya çık, güneşi durdur sonra gel,
seninle hoşça bir vakit geçirelim." Her anın her zamanın kendisine has işi
vardır. Şimdi sen geleceksin beni meşgul edeceksin, meşgul ettiğin zaman
içerisinde okuyacağım kitabı bir daha okuyamam." Ama efendim ben gittikten
sonra okursun" Sen gittikten sonraki zamanın kendine has işi var,"
diyor.
Atalarımız da,
"bu günün işini yarına bırakma" demişler. Niye? Yarının kendine has
bir işi vardır da ondan. O zaman sen bu günü zayi etmiş oluyorsun. Çünkü yaşla
beraber iş de büyür. İlişkiler çoğalır, vakit azalır. Yaşlandıkça gücün azalır
ama yükün çoğalır. Bazıları derki; "40 yaşma geldikten sonra ben
ibadetlerimi yaparım." Peki 40 yaşına geleceğinin garantisi ne? 40 yaşının
kendine has görevlerinin olduğunu niye unutuyorsun? Onun için Arab şairlerinden
Ahmet Şevki şöyle demiş;
Dekkatü Kalbi'l-Meri
kailetün lehü
İnnel hayate dekaiku
ve sevânî
Ferfa' li nefsike bade
mevtike li zikraha
Fe zikrun lil insani
umrun sânî
Kalbinin tiktaklannı
dinle, o sana şöyle söylüyor. Diyor ki; ey insan hayat dakikalardan ve
saniyelerden ibarettir. Kendin için ölümünden sonra nefsinin zikrini yükselt.
Çünkü insan için
anılmak ikinci bir ömürdür. Yani öldükten sonra da anılacak işler yapmalıyız.
Sana hayır dua ettirecek işler yaparsan ikinci ömre geçmiş olursun. Bunu
İbrahim (a.s) da Rabbinden istiyor zaten; "Ya Rabbi! Benden sonra
gelecekler katında benim adımı yükselt. Ben hayırla, doğrulukla yad
edileyim."[3] Yani benden sonra gelen insanlar
arasında iyilikle anılan bir insan olayım. İkinci bir ömre geçeyim diyor. Hz.
İbrahim ikinci bir ömrü hak eden insanlardandır. Biz hergün namazımızda
"Allahümme salli barik" dualarında onu hayırla yad ediyoruz.
Peygamberimiz bir
hadislerinde ne güzel ifade etmiş; "Allah'ın insanlara lütfettiği iki
nimet vardır ki, bir çok insan bu nimeti değerlendirmede aldanmışlardır. O
nimetler de sıhhat ve boş zamandır."[4]
Sıhhatinin değerini ancak hastalandığı zaman anlıyor insanlar. Boş zamanlarını
da değerlendiremiyor.
Malımızı ahp-satarken
aklanmıyoruz. Çünkü buna dikkat ediyorsu-. nuz. Doların, markın fiatlarını
takip ediyorsunuz. Peki burada aldansa-nız ne olur? Sermayeden zarar etmiş
olursunuz. Ama o sermayenin telafisi mümkün. Fakat o dükkanınızda otururken
geçirdiğiniz boş zamanınızın yok olup gittiğinin farkına varıyor musunuz?
İmam Buhari'nin hadis
rivayet ettiği şeyhlerden Muhammed b. Dîkendî'nin hayatını anlatırken, Aynî
diyor ki; "Muhammed hadis yazardı. Yani kendi şeyhinden hadis yazardı.
Hadis yazarken kalemi kırıldı. Kaleminin ucunu düzeltmek için bıçağını çıkarıp
düzeltmeye kalksa zaman geçecek ve üstadının rivayetine yetişemiyecek. O anda
demiş ki; bir kalem verene bir dinar vereceğim. Yani çok değerli bir pa- . raya
bir kalem veriyor. Bunu anlayabilmek için kolej veya üniversite imtihanındaki
çocuğunuzun durumunu göz önüne getirin. Yanında yedek kalem bulunduruyor, çünkü
soru çok ve zor ama zaman dar.
Biz zamanlarımızı çok
iyi değerlendirecek ve iflas etmemeye gayret edeceğiz. Peygamberimiz; Müflis
kimdir? demiş. Sahabede; "Ya Rasulallah; Müflis mal alıp-satarken
sermayesini.de kaybeden insandır." demişler. Peygamberimiz ise şöyle cevap
vermiş: "Kıyamet gününde iyi amelleri kötü amellerinden az gelen,
haklarını yediği insanlar gelip haklarını aldığında, kendisinin iyi amelleri
kalmayan insandır."[5]
İman edenler de
ömürlerini kaybediyorlar, onlar da ölüyorlar. Ancak iman eden bu can ve tenini
bu değersiz dünyadan değerli bir yere nakletmek suretiyle kazanıyor. Bunlar
kazançlı tacirlerdir. Kur'ân'ın tabiriyle "Allah ile alış-veriş
yapan" insanlardır.[6]
Herkes Allah'a iman
ediyor. İnkâr ediyorum diyen bir avuç insan var bu memlekette. Ama onlar da
kendilerine göre bir ilah buluyorlar. Allah'a iman etmek; Allah'ın Kur'ân'mda
ve Peygamberimizin sahih sünnetinde açıkladığı şekilde olur. Ama bakıyoruz ki;
bazı insanlar diyorlar ki; "biz Allah'a iman ediyoruz. Allah yeri ve göğü
yaratmıştır, bizi de yaratmıştır. Ancak Allah gök işlerine karışır, yer
işlerine biz karışırız. Allah bizim vücudumuzu yönetir ama Allah'ı bizim sosyal
hayatımıza müdahale ettirmeyiz" demek Allah'a inanmamak demektir.
Mekke müşrikleri
Allah'ın varlığına iman ediyorlardı. Peki niye kafir oluyorlardı? Allah'ın
varlığına iman eden bu insanlar yönetimlerine Allah'ın müdahalesini kabul
etmiyorlardj. Peygamberin (s.a.v) getirdiği Kur'ân'a göre yaşamak
istemiyorlardı. Neden? Çünkü çıkarları zedeleniyordu.
İmandan sonra amel.
Ayet imanın yeterli olmadığını ifade ediyor. "İman ettik deyivermekle
bırakılıvereceğinizi mi zannettiniz?" diyor Allah (c.c).[7] İman ettikten sonra imanın gereğini de yapmak
gerekiyor. Amel-i salih nedir? Allah'ın kitabında ve Peygamberin sahih
sünnetinde ifadesini bulan ibadetler ve muamelattır. Bunu yapanlar zarardan
kurtulmuşlardır diyor Allah (c.c). İman bir çekirdektir ama amelde onun
çiçeğidir.
İman ettik deyip de
imanın gereği olan ibadet ve muamelatı Kur'ân'a ve sünnet-i seniyyeye göre
yapmazsanız kimseyi kandıramazsınız. Ne melekleri kandırabilirsiniz, haşa ne de
Allah'ı kandırabilirsiniz.
Kurtuluşun üçüncü
reçetesi de; hakkı tavsiye etmek. Hakkı tavsiye edenler de zarardan
kurtulmuşlardır. Hüsran içerisinde değillerdir diyor Allah (c.c). Hakkı tavsiye
eden kişinin, onu yapması gerektiğini ifade etmek için önce iman, sonra ameli
salih, sonra tavsiye denmiş. Kişi kendisinin yapmadığı bir şeyi tavsiye ederse
faydası az olur.
Hak; Cenab-ı Hakk'ın
isimlerinden birisidir. O zaman mana şöyle olur. Allah (c.c)'ı tavsiye edenler
kurtuluşa erenlerdir, zarardan kurtulanlardır. Emri tutulacak biri varsa, O Allah
(c.c)'dır. Yasaklarından kaçınılacak birisi varsa, O Allah (c.c)dır. Yolunda
ölünecek biri varsa, O Allah (c.c)'dır. Sevileceklerin başında Allah vardır.
Sonra Peygamber Efendimiz.
İnsanlar mutlak
surette bir tavsiyede bulunurlar, Allah'ı tavsiye edemeyenler, insanı tavsiye
ederler. Filanı çok iyi tanı, filanın yolundan jyürü, filanın emirlerine dikkat
et, yasakladıklarından sakın. Filansız olmaz diye birilerine gönderiyorlar.
Peki nerede O filan? Diyor ki, "Öldü." Ölen insan, hastalanan insan
tavsiye edilmez.
Hak; birde Kur'ân'ın
adıdır. "Rabbinizden gelen bir Hakk'dır" buyuruyor Allah (c.c).[8] Öyle
olunca mana şu şekilde olur. "Kur'ân'ı tavsiye edenler."
Hak; doğru anlamına da
gelir. "Allah'ın va'di haktır yani doğrudur"[9] diyor
Allah (c.c). O zaman mana "birbirlerine doğruyu tavsiye edenler kurtuluşa
erenlerdir" şeklinde olur.
Hak; bir de adalet
manasına gelir. "İnsanlar arasında adaletle hükmet" diyor Allah
(c.c).[10] Yani
insanlar kendi aralarında birbirlerine adaleti tavsiye ederler.
Allah'ın haklarını
tavsiye etmek gerekir, kul haklarını tavsiye etmek gerekir. Kul hakkıyla Rabbim
huzuruna varmamak konusunda insanlar birbirlerini uyarmalıdır. Nefsinin de
haklarını insanlar birilerine hatırlatmalıdırlar.
Sabn tavsiye edenler
kurtulmuşlardır. Allah'ı tavsiye ederseniz, yani "bir tek Allah'a kulluk
edeceksiniz" derseniz, birileri karşınıza dikilecektir. Sizi yerinizden,
yurdunuzdan edebilir ve sürgüne gönderebilir. Sizi hapse atabilir. Sizi şehit
edebilir, size işkence yapabilir, size her türlü dünyevi azabı tattırmaya
yönelebilir. Ama bütün bunlara sabredenler, karşılığında cenneti göreceklerdir.
İbrahim (a.s) alevi
göklere varan ateşi gördüğünde Allah'a sığınmış, Allah'a güvenmiş, Rabbim de
O'nun ateşini gülistana çevirivermiştir.[11] Bu bir sabırdır.
İbadet karşısında
sabır, yasaklara karşı sabır, kafirin bütün zulmünü gördüğü halde, Allah'ın
cennetini ve rahmetini görerek, O'nun zulmüne sabretmek. Sabretmek demek,
zillet içerisinde yaşamak, boyun eğmek, sünepe sünepe dolaşmak değildir. Sabır,
izzetini korumak demektir.
Peygamberimiz (s.a.v)
şöyle buyurur; "cihadın en efdah zalim sultanın karşısına geçip hak sözü
söylemektir."[12]
Sabrı ben şöyle
özetliyorum: Timur'a demişler ki; "yahu her harbi kazanıyorsun. Bu ne
iştir? Yıldırım Beyazıt1! mağlub ettin. Bu ne haldir?" demişler. Timur,
soruyu soran adama demişki; "parmağını ver" Adamın parmağını alıp
kendi ağzına götürmüş, kendi parmağını da adamın ağzına götürmüş. İkimizde
ısıracağız. Harb bir ısırma sanatıdır." demiş. Ve ikiside ısırmaya
başlamışlar.
Bir süre sonra
Timur'un karşısındaki adam dayanamayınca "aaaü" demiş ve bağırmak
için ağzını açmış. Timur elini adamın ağzından çekmiş. Ama adamın parmağını
ısırmaya devam etmiş. Bir müddet daha bağırttıktan sonra bırakıvermiş.
Demiş ki; "İşte sabır
budur. "Aaa" demek sana fayda vermez, bana fayda verir. İşte sabır
budur. Yani belalara karşı, ibadetlere karşı sabır, haramlara karşı sabır,
helallara karşı sabır. İşkenceye karşı sabır, Allah'ın lütfettiği nimetlere
karşı da sabır. İlim öğrenmeye karşı da sabır. Üniversite öğretim üyesi bir
dostum; "İngiltere ve Amerika'daki profösörlerin yarısından fazlasının
geri kalmış ülkelerin insanlarından oluşuyor" demişti. Çünkü bütün sosyal
ihtiyaçları, devlet tarafından garanti altında olan bir ingiliz delikanlısı
gençliğinin baharında gönlünce eğlenmek varken, kütüphane köşelerinde binlerce
kitap ve arşiv belgelerinden doktora tezi çıkarmaya yöneltiliyor. Çünkü o bir
sabır işidir.
Öğretmek, öğrenmekten
daha çok sabır isteyen bir iştir. Siyasette sabır, çünkü hasımlarınız her türlü
yalanı, iftirayı atacaklar. Sizi siyaset sahnesinden atacaklar. Efendimize
yapılan iftiralardan birini Nur suresi haber veriyor. Efendimiz sabırla yoluna
devam ediyor.
Bir insan iman eder ve
bu imanı; amel halinde elinde, gözünde, gönlünde bütün azalarında çiçek açacak
olursa, her yerde Allah'ı insanlara anlatır, hak olan Kur'ân'ı öğretir ve
İslâm'ı yaşamak için insanlara tavsiye ederse ve bu yaşantı içerisinde
helalları yaşamaya, haramlardan kaçınmaya, ibadetleri hakkıyla yerine
getirmeye, yasaklardan kaçınmaya sabredecek olursa,
işte bu insan hayatını
kurtarmış, Allah'ın naim cennetlerini kazanmış, dünyada izzet ve devlet,
ahirette de cenneti hak etmiş olur.[13]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/357.
[2] Necm 39.
[3] Şuara 84.
[4] Buhari Rikak 1, Tirmizi zühd
1.
[5] Buharı edep 102, Müslim Bir
60.
[6] Tevbe 111.
[7] Kehf 102.
[8] Bakara 149.
[9] Yunus 55.
[10] Sad 26.
[11] Enbiya 69.
[12] İbni mace fiten 20, Ahmed
müsned 51251-256.