Bu sûre Mekke'de nazil
olmuş ve 26 ayettir.
Allah(cc)
gönüllerimizi Kur'ân'a imandan, dilimizi de Kur'ân okumaktan uzak tutmasın.
Sözlerin en güzeli Allah kelamıdır. En doğrusu Allah kelamıdır. İnsana ait olan
her söz zamanla yıpranıyor. Elbiselerimizin, bedenlerimizin, dillerimizin
yıprandığı gibi, kelimelerimiz, cümlelerimiz de zaman içerisinde yıpranıyor,
Ama ölmeyen,
"Hay" olan, "Bakî" olan Allah (c.c)'ın kelamı ise sonuna
değin devam edip gidecektir. Ona sarıldıkça yükseleceğiz, O Allah'ın bize
gönderdiği sağlam ipidir. Eğer ona sarılacak olursak, bu dünyadaki insanoğluna
gelebilecek bütün bela ve musibetlerden -bu bela ve musibetler insanı cehenneme
götüren bela ve musibetlerdir-însanı korur ve müşrikliğin, Allah'tan başkasına
tapınmanın, Allah'tan başkasına boyun eğmenin insanlara verdiği zararlardan da
insanı korur.
İnsanlar değişir,
insanların vasıtaları da değişir ama insanoğlunun halet-i ruhiyesinde
değişiklik olmaz. Kur'ân-ı Kerim'i baştan sona yaptığım tefsirde aldığım
notlarla bir risale olarak yayınladığımız "Küfür Cephesinde Yeni Bir Şey
Yok" isimli kitabımızda da beyan ettiğim gibi; şuanda yaşayan imansız
kesimin insanların mutluluğu saadeti hakkında söyledikleri sözler, koydukları
kurallar ve bu kurallarını uygulatma konusunda baş vurdukları her türlü
tedbir, hile, plan ve programları gözden geçirdiğimizde, yeni bir şeyin
olmadığını görüyoruz. Ancak aletlerde değişme var.
Yani devenin yerine
araba, uçak veya uydu girmiştir. Ancak içindeki insan Hz. Adem gibi yiyen
insandır, Hz. Adem gibi içen insandır. Hz. Adem gibi uyuyan, uyanan, gezen,
konuşan insandır. Bu insanlar ihtiyaçlarını karşılamak için başvurdukları yollar
da ikiye ayrılır. Ya haram yoldandır ya helal yoldandır.
Onun için Allah (c.c),
Mekke dönemindeki insanını bize tarif ederken; "bu imansızların, bu
Mekke'li putperestlerin, bu kendi çıkarları için sana karşı duranların
söylediklerine aldırma. Bunlar yeni bir .şeyler söylemiyorlar. Daha önce Musa
(a.s)'ın karşısına dikilenler de aynı şeyi söylüyorlardı. Nuh (a.s)'m karşısına
dikilenlerde aynı şeyi söylüyorlardı. Bunların kalpleri birbirine
benzer."[1]
Bunları şunun için
söylüyorum: Kur'ân-ı Kerim'den herhangi bir sure veya ayet-i kerimeyi
okuduğunuzda ayetin anlamı her ne kadar Mekke dönemini çağrıştırıyor ise de,
kıyamete kadar gelecek insanların davranışlarına sözlerine karşı söylenmiş
sözlerdir. Veya yol gösteren ayetlerdir.
Gaşiye suresinin
manasını anlarken, Mekke dönemine gitmiyece-ğiz. Hemen çevrenizdeki insanları
göreceksiniz. Gazetelerde okuduğunuz insanları göreceksiniz, televizyondan
seyrettiğiniz insanları göreceksiniz.
Bir alışkanlık vardır.
Vaizlerimiz vaazlarım yaparken, cemaat hayal aleminde uhud harbine gider veya
Bedir harbine gider. Öylesine sahneler anlatılır ki, hep kumun içerisinde,
kılıçlar çekilmiş, kelleler düşmuş, ya kazanılmış veya kaybedilmiş. Cemaat
kendi kendine şöyle der: "Kılıç dönemi geçti. Biz 2000'li yıllarında yaşıyoruz.
Keşke o zaman olsaydım da müslümanların safında bulunsaydım. Ama günümüzde
şartlar değişti."
Onun için ayetleri
okurken biz, o dönemden ilhamımızı alarak, o dönemdeki sahabenin davranışlarım
alarak günümüzde, kendi çağımızda hayatımızı belirleyeceğiz. Ebu Cehil'in
yaptıklarını ve söylediklerini öğrenecek, günümüzde Ebu Cehil'in neslini devam
ettiren fikir bazındaki insanları da görür gibi olacağız.
Gaşiye Suresi
Mekke'nin ilk dönemlerinde nazil oluyor. Peygamberimiz (s.a.v) kendisini tarif
ederken; "geceleyin ateş yakan insanın, ateşine doğru gelen kelebeklerin
yanmaması için nasıl ki, ateşi yakan adam çırpınırsa, ben de ümmetin yanmaması
için, insanlığın yanmaması. için onların bel kemerlerinden tutup çekmek
istiyorum.." buyuruyor, işte hoş görü denilen şey budur.[2]
Son günlerde'en çok
konuşulan ve yalama olan kelime "Hoşgörü". Bazı insanlar bu kelimeyi
yalama yapmışlardır. Gönlünde zerre kadar insan sevgisi olmayan insanların
dillerinden hiç düşürmedikleri bir kelime bu. Hayatta bir defa olsun müslümana
hoşgörü ile bakamayanlar, % 98'i müslüman olan bu memleketin insanlarına
hoşgörü ile bakamayanlar hoşgörü üzerine açık oturumlar düzenliyorlar.
Hatta bir tanesi
diyorki; % 98 müslümanlar bir araya gelseler, "biz İslâmı isteriz"
deseler ve bu görüşlerini sandıkta da beyan etseler, yinede onlara hiç bir
şeyimizi teslim edemeyiz diyor ve bunu alenen söylüyor, ve "bu da
çoğunluğun despotluğu" dur diyor.
Yani kendilerinden
başka hiçbir kimseye hayat hakkı verilmeyeceğini ifade ediyorlar. Daha sonrada
hoşgörü üzerine açık oturum düzenliyorlar.
Hoşgörü
Peygamberimizin yaptığıdır. "Bu imansızlar yanmasın" diye çırpınma
halidir. Gece ve gündüz, yanmasınlar diye feryat etme halidir. Bu yolda mahm
son kuruşuna kadar harcama halidir Peygamberimiz bunu yapmıştır. Zamanım son
saniyesine kadar bu yolda harcamıştır.[3]
1- Sonra
gaşiyenin (herşeyi kaplayanın) haberi geldi mi?
Gaşiye:
Bütün insanlığı kaplayacak olan, bütün-insanhğı örten o dehşetli sahne: Yani
kıyamet. İnsanlık deyince, insanların üzerinde olduğu, dağlar, taşlar,
denizler, ovaların hepsi bunun içine girer.[4]
2- Bir kısım
yüzler o gün korkmuştur.
Milyarlarca insan,
özellikle imansız kesim Allah'ın huzurunda başı önde tirtir titremektedir.
Orduların hiç faydası yok, silahların, uyduların hiç bir faydası yok. Dünyada
da bunların faydası olmadığım bir rüzgar estiğinde, bir yağmur yağdığında görü
veriyoruz.
Ahirette otorite
yalnız ve yalnız Allah'a aittir. Bunu biz Fatiha suresinde her gün
tekrarlıyoruz "Maliki yevmiddin" Yani Rabbim diyor ki; "Ey
imansızlar; günahkarlar, Allah'ın huzurunda toplanacak ve huzurumda başlarınız
eğik, korkak, ürkek ve titrek bir vaziyette duracaksınız.[5]
3- (Batı!
yolda) Amel etmiştir (fakat boşuna) yorulmuştur.
Bu ayete iki türlü
mana verilmiştir. Bu dünyada yapmakta oldukları işlerin karşılığının boşa
gittiğini, orada ahirette onlara bir yük olduğunu görüvereceklerdir. Veya bu
dünyada yüklenmiş oldukları yükün altında çırpınıp duracaklar ve yorulacaklar.
Yani söyledikleri
imansız olan her kelime beyinlerinde ateşten tonlarca ağırlığa dönüşecek,
boğazlarından geçen her haram lokma boyunlarına ateşten halkalar halinde
takılacak ve İslâm'ın aleyhinde attıkları her adım, ateş halinde zincirden
halkalar olacak ve ayaklarına takılacak ve ateşten yüklerle orada yük taşır
halde olacaklar.[6]
4- Kızgın
ateşe yaslanacaklar.
5- Kızgın
bir kaynakdan sulanırlar.
Yani cehennemde de
pınarlar olacak ama içerisinden kaynar sular akacak. Onlar kaynar sularla
sulanacak. Bir başka ayet-i kerime1 de Allah (c.c);"Gıslîn" diye
ifade etmiş[7] insanların bedenlerinin
yanması neticesinde akan irinler, kaynar sular haline dönüşecek ve
onlara içirilecektir.
Bu ayetleri okurken,
kafirlere duyururken, intikam alır gibi değil; "yapma, yüreğini, mideni ve
ciğerlerini yakma, kendine zulmetme, ahiretteki ateşini bu dünyadan
götürme" diye yalvarır mahiyette okumalıyız.[8]
6- Onlar
için dikenden başka yiyecek yoktur.
Cehennemliklerin orada
hiçbir tatlı, hoşa gidecek bir yiyecekleri yoktur. Ancak kuru diken halinde
yiyecekleri vardır. Deve dikenlerinin kurutulmuş halini gözünüzün önüne
getirin. Veya oval olan ve her tarafında diken olan puturak veya bıtırak
dikeninini düşünün. Bunlar yiyecek olarak verilecek.
Bunlar cehennemde
yetiştiğinden ateş halinde olacaktır. Cehennemde ağaç biter mi? Zaten imansızlar
ona da itiraz etmişler. Denizin, o tuzlu suyun içerisinde otlar bitiren ağaçlar
bitiren, mercanlar çıkaran Allah (c.c), ateşin içerisinde semenderi yaşatan
Allah (c.c), ahirette cehennemin içerisinden de zakkum ağacını bitirir. İnsanın
boğazından geçerken, paralıyarak geçen dikkenler. Dikenlerin uçları da, ateşin
şiddetinden kavurarak hem de çizerekteh geçecektir. Bu tenimizin yanmaması
için, bu bedenlerimizin ateş olup, irin haline getirildikten sonra bize
içirilmemesi için azami gayret sarfedelim.[9]
7- O (diken)
ne besler, ne de açlığı giderir.
O cehennemin yiyeceği
olan, insana faydalı olmaz. Vücudun gıda almasına veya büyümesine hiç bir
faydası olmaz, açlığı da gidermez. Açlık hali devam ediyor, dikenleri yemek
istiyor ama her lokmasında boğazlarını parçalayarak gidiyor midesine. Susuzluğu
kendisini kavuruyor ama yanmış insanların irinleri ona kaynamış olarak
içirtiliyor.[10]
8- Bir kısım
yüzler o gün parlakdır.
Mahşerde insanlar iki
guruba ayrılmışlar. O gün bir kısım yüzler yaptıkları suçların, günahların,
imansızlıklarının korkusu nedeniyle başları yerde eğik tirtir titremektedirler.
Ama bir kısım yüzlerde vardır ki "Allah'ın nimetlerine gark olmuş yüzler,
pırıl pırıl, aydınlık ve mutluluk yüzlerinden okunmaktadır. Niçin mutludurlar?[11]
9- Çalıştığı
için hoşnuddur.
Bu dünyada yaprhış
oldukları işlerinin karşılığında hoşnut olmuşlardır. Yani vâ'dedilenler Rabbim
tarafından verilmiştir. Cennettede severek yapacağımız hoşnut olacağımız
işlerimiz olacaktır. Dostlar arasında gelip gitmeler, ziyaretler görüşmeler. Bu
konuda bir çok ayet-i kerimeler vardır, Sonsuz senelerde yaşanacak olan böyle
bir yeri elde etmek için gayret edelim.[12]
10- Yüksek
bir cennettedir.
11- Orada
boş söz işitmez.
12- Orada
akan bir kaynak vardır.
Yani 'şerefsiz1
kelimesi yoktur. Orada, 'yavşak' kelimesi kullanılmaz. 'Çamur adam' kelimesi
kullanılmaz orada. İnsan ruhunu rencide edecek, insan beyninin bir telini
rahatsız edecek kelimeler kullanılmaz orada. Herkesin dilinde cennet
nimetlerinden geliştirilmiş kelimeler, cennetin çiçeklerinin rengine uygun
kelimeler, pirıl pırıl sözler, Öylesine gönül alıcı, öylesine gönül yapıcı,
öylesine insan gönlünü okşayıcı kelimeler vardır orada.
Cennetin ırmaklarından
bir akan bir daha akmıyor, birbirine benzemiyor, her gelen bir öncekinden daha
güzel ve bu sonu gelmez senelerde devam ediyor. [13]
13- Orada
yüksek tahtlar vardır.
14- Orada
konulmuş kadehler vardır.
15- Dizilmiş
yastıklar.
16- Serilmiş
halılar (vardır)
17- Devenin
nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?
Dünyadaki ipekler
değil, cennete has bir renk, cennete has bir tazelik, cennete has bir güzellik
vardır.
Develerle ilgili
olarak hayvanlar ansiklopedisine bakılabilir. 2 ay susuzluğa dayanabilirmiş.
Yani Allah (c.c) onun içerisinde kendi-kendisini ayakta tutacak yedek su
depolarını da yaratmış. Böylesine bir varlığı yaratan Allah (c.c) cenneti de
cehennemi de yaratır.[14]
18-
Gökyüzünün nasıl yükseltildiğine (bakmazlar mı?)
Teknolojilerine hayran
olduğumuz ilim adamları gökyüzünde bir şey yaşatmıyorlar. Gökyüzündeki
yıldızları sayıveriyorlar daha saymasını da bitirememişler. Bir tek yıldız
yaratmaları mümkün değildir.[15]
19- Dağların
nasıl dikildiğine.(bakmazlar mı?)
Dünyadaki en iyi
dağcılar, bir ağaç yaratmıyor ancak ve ancak yaratılmış olan dağların tepesine
tırmanma mücadelesi veriyor. Biz de hayranlıkla onun tırmanışını seyrediyoruz.
Anlayıverelim Rabbimin kudretiyle bizim kudretimiz arasındaki farkı ki, bizim
kudretimizi veren de O'dur, alan da O'dur.[16]
20-
Yeryüzünün nasıl döşendiğine (bakmazlar mi?)
Yeryüzüne bakı
verdiğinizde bütün güzelliğini orda göreceksiniz, alt tarafta nar, üst tarafta
kar, üzerinde selvi gibi yürüyen bir yar var. Dünyanın en güzel
desinatörlerinin dizayn ettiği evler tabiattaki gibi olmaz, çünkü onlar da
tabiata bakarak yapıyorlar.
Kaşınızı yerinden
alırsanız, dünyada kaşınızı koyacak biryer bulamazsınız. Kaşınız yerinde
güzel. Denize atsanız kirletir, parmağınıza koysanız parmak çirkinleşir.
Dünyayı dolaşırsınız koyacak yer bulamaz ve tekrar gözünüzün üstüne kaşınızı
koyarsınız da, hem siz hemde kaşınız güzel olur.
Her şeyimiz topraktan
gelmektedir. Yediğimiz, içtiğimiz ve giydiklerimiz.[17]
21- Sen
hatırlat. Sen ancak hatirlatıcısın.
Yani şu anda bizler
Efendimizin varisi ve ümmeti olarak, çağımızın insanına hatırlatacağız. Yolunun
sonunun cehenneme vardığını, o yoldan ayrılması gerektiğini ve peygamberlerin1
yoluna gitmesini, şeytanın, Firavun'un, Karun'un, Nemrud'un, Neron'un,
yolundan ayrılmasını insanlara hatırlatacağız.[18]
22- Sen
onlar üzerinde bir zorba değilsin.
Yani tabancayı beynine
dayayıpda zorla "kelime-i şehadet" getirtmek yok. Çünkü iman gönül
işidir, sevgide gönül işidir.[19]
23- Ancak
kim yüz çevirir ve inkar ederse.
24- Allah
ona en büyük azap ile azap eder.
25- Şüphesiz
onların dönüşü bizedir.
26- Sonra
şüphesiz onların hesabım görmek bize aittir.
İşte kim inanmaz ve
inkar ederse, dönüş yine Allah'adır. Allah'ın ızabı ise büyüktür. Bizim
görevimiz, uyarmaktır, duyurmaktır, onun gerisinde hesabı görmekte Allaha
aittir.[20]
[1] Bakara 118.
[2] Buharı Rikak 6, Müslim
Fezail 17.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/251-254.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/254.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/254.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/254-255.
[7] Hakka 36.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/255.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/255-256.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/256.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/256.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/256-257.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/257.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/257-258.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/258.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/258.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/258-259.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/259.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/259.