Bu sure Mekke'de nazil
olmuştur ve 17 ayettir. Peygamber Efendimiz, Mekke'de, zor şartlar altında
vermiş olduğu mesajları insanlara duyurmak için gece-gündüz çalışıyordu.
Türkçede bir ifade vardır. "Gündüz hayalimde, gece düşümde."
Peygamber Efendimizin de
gündüz hayalindeki, gece düşündeki Allah kelamının bütün insanlara
ulaştırılması, bu Allah'ın yarattığı gönülde Allah'tan başkasına ilah olarak
yer verilmemesi, bu Allah'ın vermiş olduğu dil ile ilah olarak yalnız ve yalnız
Allah'ın zikredilmesi
için uğraş veriyor.
Allah'ın yarattığı;
topraklar üzerinde, hava içinde, su üzerinde yalnız ve yalnız o suyu, toprağı,
ayı, güneşi yaratan Allah'ın hakimiyyetinin geçerli olması gerektiğine,
insanların bunlara müdahalesinin vermiş olduğu zararları önlemek için onların
müdahalesine de son verilmesi için, yani insanın insana kul olması, insanın
insan önünde eğilmesi, insanın insan önünde şahsiyetini yitirmesine karşı,
Allah inancının yerleştirilerek insanların hürriyetine kavuşması mücadelesini
veriyordu.
Allah'ın (c.c)
Mekke'de indirdiği bu ayet-i kerimeler, insanların ufuklarını öylesine
genişletiyordu ki, yeri göğü aşacak bir ufuk veriyordu.
İlkokulda, okulun
duvarlarına bazı yazıları, resimleri tanıtan mevsimlerin isimlerini veya
mevsimleri çağrıştıracak bazı tablolar asılırdı. Yani o mini mini yavrulara
dört duvarın arasında ufkunu açma, mevsimleri tanıtma veya haritalarla dünyayı
tanıtma tarafına gidilirdi.
Allah(c.c) de
yeryüzünün tamamını bir medrese olarak değerlendirmiş ayet-i kerimeleriyle.
Duvarları da gözün görebildiği, gönülün ulaşabildiği yer olarak değerlendiriyor
ve insanoğlunun ufkunu en uzaklara götürüyor. Yani Mekke'li insanların
karşısına çıkıyor Peygamberimiz (s.a.v) ve eğitim öğretimine devam ediyor.
Karşılarına geçiyor bir muallim olarak;[1]
1- Andolsun
gökyüzüne ve Tarik'a,
2- Tarık'ın
ne olduğunu sana kim öğretti?
3- (O
karanlığı) delen yıldızdır.
4- Koruyucusu
olmayan hiçbir kimse yoktur.
5- İnsan
neden yaratıldığına bir baksın!
6- (Ana
rahmine) atılan sudan yaratıldı.
7- (O su)
Bel ile göğüslerin arasından çıkar.
8- Şüphesiz
O (Allah), onu (kıyamet günü) tekrar diriltmeye kadirdir.
9- O gün
bütün sırlar açığa çıkartılır.
10- Onun
(insan) için bir güç ve yardımcı yoktur.
11- Dönüş
sahibi gökyüzüne andolsun.
12-
(Bitkiler için) çatlayış sahibi yeryüzüne andolsunki
13- Şüphesiz
O (Kur'an, hakkı batıldan) ayıran bir sözdür.
14- O bir
şaka değildir.
15- Şüphesiz
onlar hep hile yapıyorlar.
16-Bende bir
hile yapıyorum.
17- Sen
kafirlere mühlet ver. Onlara biraz zaman tanı.
Gözümün önüne gelir gibi.
Sevgili Peygamberimiz o güzel endamı, o güzel sesi, ağzından şelale gibi akan
bu ayet-i kerimeler karşısında Hz. Ebu Bekir (r.a)'ın ruhunda ne güzel inbat
rüzgarları estiriyordu. Belkide Ebu Cehil'in gönlünde, kalbinde inkar
fırtınalarının şiddetini artırıyordu. Ayet-i kerimelerin güzelliğini ve
haklılığını bildiği halde inadından inkar fırtınaları, daha bir şiddetlenmiş
gibi gözümün önünden
geçiverir.
Rabbim onların
mü'minine, kafirine yani hepsine birden, bu yeni nazil olan sure-i celile-yi
peygamberinin dilinden okutuveriyor.
"Gökyüzüne yemin
olsun ki; Tarık yıldızına yemin olsun ki!"
"Tarık'ı" da
tarif ediyor. "O karanlıkları delip geçen bir yıldızdır." O yıldıza
yemin olsun diyor.
Mekke'de küfrün
karanlığı hakim.. Daru'n-Nedve denilen ve bu günkü parlamentonun karşılığı olan
Daru'n-Nedve'nin üyeleri yani par-lementerleri, Peygamberimizden bu ayetleri
dinliyorlar.
Onlara göre peygamberimiz
küçük bir ışık, etrafındakiler de küçücük bir ışık topluluğu. Yani büyük bir
ampul, etrafında dört küçük ampul h. daha. Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ali, Hz. Hatice, Hz. Zeyd. Pırıl pırıl dünyayı aydınlatacakları
inancındalar.
Ama Mekke müşrikleri
de gönüllerinin bütün küfür karanlıklarıyla onu boğmaya yöneldiği bir donemde
Allah (c.c); bu ayetleri indiriyor. "Gökyüzüne yemin olsun, karanlıkları
delip geçen yıldıza yemin olsun.!
"et-Tarik, veya
es-Sakıb" kelimesinin Türkçe karşılığı "Sabah Yıldızı" dır.
Saatlerin fazla kullanılmadığı dönemlerde, dedelerimiz sabahları sabah
yıldızıyla kalkarlardı. Yola sabah yıldızı ile giderlerdi. Sabah yıldızı,
karanlığın yok olmaya başladığı, aydınlığında dünyayı parlatmaya başladığı bir
anda doğan bir yıldızdır. Yani karanlık gidiyor aydınlık geliyor.
Dünyadan, karanlığı
delen sabah yıldızı nasıl küçük görünüyorsa, Mekke müşrikleri de Peygamberimizi
küçücük görüyorlardı. Işığının parlaklığı karşısında gözleri kamaşıyordu ama
küfrün karanlığıyla o aydınlığı yok edebileceklerini zannediyorlardı.
Rabbim bu gerçeği şu
ayetiyle belirtiyor: "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek
istiyorlar, Allah ise nurunu tamamlamak istiyor. Kafirler istemeselerde."
Gecenin karanlığı
yıldızın ışığını yok edemediği gibi, kafirin küfrünün karanlığı da Peygamber
Efendimizi yok edemiyeceğinin Mekke'deki ilk müjdelerinden biridir bu sure.
Bu surede kafirlere
"ümidinizi kesiniz, başarılı olamıyacaksımz" mesajı verilmektedir.
Başka mesajlar da vardır. Rabbim sureye gökyüzüne yeminle başlıyor." Yani
kafirlere diyor ki; "nasıl ki gökyazüne zarar veremezsiniz, yıldızların
yerleriyle oynayamazsınız, güneşi bir santim ileriye bir santim geriye
götüremezsiniz, ayın doğu'şu ve batışı konusunda zerre kadar etkiniz yok ve o
gökyüzünde Allah hakim.
İşte bu yeryüzüne
indirilen ayetler de yıldızlar gibi parlayacak, onların yerlerini oynatmaya
gücünüz yetmeyecek. Bir tek ayetini değiştirmeye veya tahrife gücünüz
yetmeyecek.
"Her can taşıyan
üzerinde bir koruyucusu vardır." Her mü'minin bir koruyucusu vardır, aynı
şekilde her can taşıyanın bir koruyucusu vardır. O "Hafız"-veya
"Hafîz" olan Allah (c.c), gökyüzünün yıldızlarını yörüngesinde
koruduğu gibi, ve onları korumak O'nu yormadığı gibi, İnsanı korumak da Allah'a
zor değildir.
Önce gözlerimizi
gökyüzüne çevirdik, onun döndüğünü ve yıldızların yörüngesinde akıp gittiğini
gördük. Rabbimin onları tuttuğunu ve o yıldızların ışığının karanlıkları
deldiğini gördük. Işığın azlığı karanlığın çokluğundan nasıl korkmuyor ve
aydınlatma görevini yerine getirmekte ise biz de azlığımızdan korkmadan İslâmı
yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz.
"İnsanoğlu neden
yaratıldığına bir bakıversin?" "Fışkıran veya süratle akan bir sudan
yaratılmıştır." "İnsanın belinden ve kaburgalarının arasından çıkan
sudan yaratılmıştır." Bu ayet insanın genel iskeletini ifade etmiş oluyor.
Önümüzden göğsümüz, arkamızdan belimiz. Bütün vücudumuzun özeti verilmiş
oluyor. İnsan vücudunun tamamından oluşan meninin bir parçasından insanoğlu
oluşuyor.
İlk nazil olan ayet-i
kerimeler; "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı alaktan
yaratmıştır." Yani erkekle kadının menisinin s.permlerinin bir araya
gelmesiyle ana rahmine yapışan o maddeden yaratılmıştır.
Bu olay Kur'ân-ı
Kerim'de çokça hatırlatılır. Neden hatırlatılır? Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi
insanlar, yani Mekke parlementosunun üyesi olan ve o günün şartları içerisinde
köşklerde yaşıyan bu insanlar, bu günkü ifadeyle; devletin bütün imkanlarını
kendi çıkarları için kullanan bu insanlar, Hz. Bilal ve Hz. Âmmar gibi insanları,
yani Malı mülkü olmayan, makam ve mevki sahibi olmayan insanları insan yerine
koymuyorlar onları küçümsüyorlardı. Meclislerine almıyorlar, hayvanlarından
daha aşağıda bir değer veriyorlardı.
Rabbim ilk nazil olan
ayetlerde topyekün insanlığı uyarıyor. "Hepiniz meniden
yaratıldınız." Cumhurbaşkanı da bir meniden yara-. tıldı, dağdaki çobanda
bir meniden yaratıldı. Dünyanın en zengin insanı da meniden yaratıldı, dünyada
su içecek bir kabı olmayan insan da bir meniden yaratıldı.
Hafızlarımız bunu aşır
olarak okurken topyekün cemaate şu mesajı veriyorlar: "Ey cemaat!
yaratılışınızı düşünün, gökyüzünü düşünün, yıldızlan düşünün, bir yıldız olan
güneşin bütün karanlıkları yok ettiğini düşünün Mü'min de karanlıkları yok
eder. Küçüklüğünüze bakmayın. Meni iken kocaman bir insan haline dönüştünüz.
Sizi bu hale getiren Allah (c.c)'dır. Öyleyse Allah'tan başkasından endişe
etmeyiniz."
"O Allah(c.c), bu
nefsi yani meniden yaratılan bu insanı, tekrar geri döndürmeye kadirdir."
Yani insan öldükten sonra onu tekrar diriltmeye kadirdir.
Bazıları bunu kabul
etmiyorlar. Diyorlar ki; "insan yanarak Ölse ve duman olup savrulsa, Allah
bu insanı yeniden nasıl diriltecek? Geri zekalı, düşünmeyen insanlar bunlar.
Bakınız radyo istasyonundan verici ile sesler gökyüzüne yayılıyor, içinize
aldığınız nefeste sesler var, renkler var, görüntüler var ama dünyanın öbür
tarafında radyonuzun düğmesini çeviri verdiğin iz de dünyanın her tarafına
yayılan bu sesleri siz radyonuzdan toplayıveriyorsunuz veya televizyonunuzda
dünyanın her tarafına yayılan görüntüyü, rengi ve sesi toplayıveriyorsunuz. .
Ölümlü ve doğumlu
olan, kendi baş ağrısını durduramıyan bu insan, vericinin verdiği sesi, başka
bir yerde alıcısının düğmesine basmak sureliyle havadan süzüp
toplayabiliyorsa, bu insanı ve bu insanın akimi yaratan Allah (c.c), bu ölmüş
insanları niye tekrar diriltenlesin?
Zaten Rabbim
tarafından da önce meniden yaratıldığımız hatırlatılıyor. Yani doktorlarımızın
ifadesiyle meninin müyonlarcasmdan biri ve gözle görülemeyecek kadar küçükken,
insan bu hale geliveriyor. Nereden geldi? İşte yanan insanın dağıldığı
yerlerden geliyor. Afrikadan gelen Lodos'un bizim gelişmemize etkisi vardır.
Kafkaslardan gelen
poyraz rüzgarının bizim gelişmemize etkisi vardır. Milyonlarca kilometre uzakta
olan güneşin ışığı ve ısısı bizim bu şekilde gelişmemize etkili olmuştur.
Allah (c.c) bizi dünyanın her tarafından topladı. Bunu siz çocuğunuzda
görüyorsunuz.
"O gün bütün
sırlar ortaya çıkarılacaktır." İnsanın öyle suçları vardır ki; kendinden
başka kimseye söyleyemez. Söylerse insanlar arasında yaşayamaz. Allah ne güzel
yaratmış bizi. İç dünyamızın da görülebildiğini düşünün. İç dünyanızda yani
gönlünüzden geçirdiklerinizi insanlar tarafından görünebildiğini düşünün.!
Bir insana
bakıyorsunuz içinizden birşey geçiyor, o bunu görüyor. Oda size bakıyor, onun
sizin hakkınızda içinden geçirdiklerini siz görüyorsunuz, düşünün bakalım
nasıl bir durum olur. İnsanlar o zaman birarada yaşayamazlar.
Allah (c.c) bizi
öylesine sanatkarane yaratmışki. Günahlarımız ne kadar çok olursa olsun, O
"settar" olan Allah (c.c) öylesine ince ve gözümüzle görülmeyecek,
bir sır perdesi çekmişki, kendimizden başka kimse bilmiyor günahlarımızı.
Bu şuna benzer.
Sevgili eşinizin yüzüne bakıyorsunuz, güzelliğine bayılıyorsunuz. Ama öylesine
bir ince zarla güzel görüyorsunuz ki, altını kazırsanız kan çıkar ve
bakamazsmız.
O "Halik, Bari,
Musavvir" olan Allah (c.c)'a iman etmeyen, itaat etmeyen, ibadet etmeyen
insanlarımız bizim deli insanlarımızda". Onları iman ilacıyla tedavi
etmemiz lazım. Allah (c.c) diyorki; "bir gün gelecek insanların
içlerindekiler dışına çıkacak" yani içimiz dış olacak.
Mevlan,a veya Şeyh
Sadi anlatıyor; Bir patronun yemeğini haberi olmadan işçileri yemişler, suçu
da en garibinin üzerine atmışlar. O da yemin ediyormuş "ben yemedim"
diye. Adam eline kırbacı almış ve hepsine vurmak için kovalamaya başlamış. O
kadar fazla koşmuşlarla, neticesinde bir anda kusma haline gelmişler.
îçlerindekini kusmuşlar. O zaman adam anlamış kimin yediğini. Yanı içi dışına
gelince gerçek ortaya çıkıyor.
Allah (c.c) bu dünyada
içimizi dışımıza çıkarmıyor. O bir "settaru'l-Uyub ve
Gaffaru'z-zünüb" olan Allah (c.c). Ama kıyamet gününde ortaya çıkacağını
söylüyor. İşte o zaman kişi kardeşinden anasından, babasından, eşinden,
çocuklarından kaçacaktır diyor Allah (c.c).[2]
Öyle olunca kaçacak,
utanacak işler yapmayalım. İçimiz dışımıza çıkacak ya. İçimizle dışımızı
tertemiz yapalım. İçimizi imanla, dışımızı amelle süsleydim. Dış dünyanızı
tertemiz elbiselerle süslerken, iç dünyanızı da takva elbisesiyle süsleydim,
kir ve pislik olmasın. Bu dünyada iken para kuvveti olanlar var, siyasi kuvveti
olanlar var, askeri kuvvete sırt dayayanlar var. Ama Allah; "ahirette
hiçkimsenin gücü olmayacaktır, yardımcısı da olmayacaktır" diyor. Ancak
Allah'ın izin verdikleri hariç.
"Şu dönüş sahibi
olan gökyüzüne yemin olsun ki." Gökyüzü dönüyor, yıldızlar dönüyor,
gökyüzünden yağmurlar yere iniyor, rüzgar atma biniyor tekrar gökyüzüne
çıkıyor. Bulutlarla gökyüzünde dolaşıp duruyorlar, iniyorlar çıkıyorlar.
Aslında Ölümden sonra tekrar dirilmenin olacağına gökyüzü de şahitlik yapıyor.
Damlalar insan gibi toprağa dökülüyor ve orada hayat meydana getiriyor. Ama
güneş doğuyor yağmuru tekrar buhar haline dönüştürüyor ve gökyüzüne yine
çıkarıyor.
İşte Allah (c.c) diyor
ki; şu gökyüzüne bakın ve gökyüzüne yemin olsun ki, o gökyüzü de dönüş
sahibidir, Rabbine yönelmektedir. O da Rabbine gitmektedir.
"Çatlama sahibi
olan yeryüzüne de yemin olsun ki!"
Allah (c.c) bir
ayetinde, yeryüzünü bizim için beşik yaptığını ifade ediyor.
Yeryüzündeki binlerce
dane ve çekirdek toprağı çatlatarak yeryüzüne çıkıyor.
"Yeryüzüne ve
gökyüzüne yemin olsun ki, işte bu hak ile batılı ayırt eden bir sözdür"
diyor Allah (c.c).
Şu Kur'ân-ı Kerim
varya, şu Allah kelamı var ya Hak ile batılı ayırt eden söz budur işte. Bu
ayetler bir oyun bir eğlence değil, sihir yap-. mak, cin toplamak için değil,
bu Kur'ân yalnız merasimler de insanların gönüllerini hoş etmek için değil. Bu
hak ile batılı ayırt eden bir sözdür.
Kur'ân'ı ellerimizle
arkaya atıp insanların sözlerine uymaya başladığımızdan beri bakınız insanlar
hak ile batılın ölçüsünü kaçırdılar. Hangisi doğru, hangisi yanlış bilinemez
oldu. Fahişe fahişeyi tenkit ediyor: "Bu benim müşterimi çaldı, ahlaksız
insan" diyor. Siyasetçiler, birbirlerini tenkid ediyorlar ve diyorlar ki
"canım bizde çalmıştık ama bu kadar büyük çalmamıştık. Bu
ahlaksızlıktır." diyorlar.
Birkere ipin ucu elden
bir kaçtımı, işin içinden çıkılmaz. Çölde yolunuzu bir kaybettiniz mi, her
taraf yanlış, her taraf doğru olur. Yol yok iz yok. Böyle bir çölün içerisinde
yaşıyoruz. Hukuki sahada bir çölde yaşıyoruz, biz. Allah (c.c) bize bir yol
gösteriyor, hakka ve hakikate ulaştıran bir yol ve diyor ki; işte Hak ile
batılı ayırt edecek olan söz bu; Bu çizgiden yürüyün. Bu Sırat-1
Müstakimdir." Allah (c.c) "emrolundu-ğun gibi dosdoğru ol"
diyor. Aklına göre değil.[3]
Aklımıza göre dosdoğru
olacak olursak, herkes kendi mesleğinin bilgisi ve kuralı içerisinde kendisini
haklı görecektir. Hırsızın kendisini haklı gören tarafı, fahişenin kendisini
haklı gören tarafı, köşe dönen siyasinin kendini haklı gören tarafı gayet
mantıklı.
"Onlar tuzaklar
kurarlar, planlar yaparlar." Yani kafirler, mü'minler hakkında planlar ve
tuzaklar hazırlarlar, araştırma merkezleri kurarlar. Ama Rabbim diyor ki;
"ben de onların tuzaklarını boşa çıkarırım."
Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v) Mekke sokaklarında yürüyor, evlere gidiyor, Daru'n-Nedve'ye yani
parlementoya gidiyor ve insanlara Kur'ân'ı anlatıyor. Kendi mesajım sunuyor.
"Ebu Cehil şöyle demiş ona cevap vereyim Ebu Leheb böyle demiş ona cevap
vereyim" bununla meşgul olmuyor. Eğer meşgul olsaydı, o zaman binlerce
kafire bir insan, ne söz yetiştirebilirdi ne de plan program yetiştirebilirdi.
O devamlı mesajını
sunuyor. Zaten etkili olan da odur. Bu sefer karşı taraf bir tek
peygamberimizle uğraşma mecburiyetinde kalıyorlar. İşte Peygamberimiz öne
geçmiş oluyor orada. Peygamberimiz bir ayet okuyor Mekke'deki insanlara,
onlarda akşama kadar onunla meşgul oluyorlar. Bu böyle gelişmişdir.
Günümüzde de ''filan
şöyle demiş, filan böyle demişlerle" meşgul olmayın, kendinizin
ne.yaptığına bakın.
Bu kafirler de bir müddet
kafirliklerine devam ederler, sonra herşeyi yaratan Allah (c.c)'ın huzuruna
onlarda gidecektir. Biz gönül aydınlığı ve iman aydınlığı ile gitmeye gayret
sarfedelim, kafirler de gönüllerine ve sırtlarına yüklendikleri inançsızlık ve
inançsızlığın getirdiği günahlarla Rabbim huzuruna varacaklardır.
Biz alnımız açık
başımız dik olarak Rabbim huzuruna varmaya gayret edelim.[4]