Bu sure Mekkede nazil olmuştur. 49 ayettir.
İnsanların hayatında
bazı isimler ve tarihler çok büyük öneme sahiptirler. Hz.
Adem'in yeryüzüne indirilişi, Hz. Nuh (A.S)'ın tufanı gibi bir çok olay, bir çok hatıra bizlere;
imansızların küfürleri içerisinde boğulup gittiklerini, iman edenlerin iman
gemisiyle kurtulduklarını hatırlatıverir.
TÛR: arabın dilinde ağacı olan dağa denilirmiş. Ama "TÛR"
Hz. Musa (A.S)'m Allah (c.c) ile konuştuğu dağın da
adıdır. Aslında "dağ" manasınadır ama burada bir dağın ismi olarak
kullanılmıştır.
Nasılki biz Türklerin müslüman
olduktan sonraki tarihi içerisinde bir Malazgirt'in, bir Kosova'nın, bir 1453
tarihinin bir çok manayı beraberinde taşıdığı gibi, İslam Tarihi içerisinde de
"Tur" kelimesi İsa (A.S)'m doğduğu yeri hatırlatan, Musa (A.S)'ın doğup büyüdüğü ve İslâm'ı insanlara yaydığı yeri
hatırlatan bir isimdir.
Tin Suresinin ilk üç
ayetinde; Musa, İsa ve Muhammed Aleyhissalatü
vesselamların doğup büyüdüğü ve İslâm'ı yaydıkları yere yemin edilirken, asıl
onların getirdiği mesajın büyüklüğüne dikkat çekiliyor.[1]
1- Andolsun Tûr (dağın) a
2- Yazılan
kitaba,
3-
Neşredilmiş sahife içinde.
4- Ma'mur eve,
5- Yüksek tavana
(gökyüzüne),
6- Kaynayan
denize (yemin olsunki),
7- Rabbim'in azabı mutlaka olacaktır.
8- Onu egelleyecek hiçbir şey yoktur.
Tûr'a yemin ediyor
Rabbim. Veya dağa yemin ediyor.
Tûr'a yeminle başlayan
bu sure, müşriklerin yüreğine korku verirken, mü'minlerin
de yüreğine müjde verir. Çünkü Tur dağı, İslâm toplumunun kurtuluş müjdesini
aldığı yerdir. Kendisini ilah yerine koymuş Firavun'un mağlubiyetinin
konuşulduğu dağ.
İşte biz, o dağa yeminle
başlayan Allah'ın bu sure-i celilesini okuduğumuzda,
gönül ufkumuzdaki şimşeğimiz, bir anda Tur Dağına gidiyor, orada Musa (A.S)'ı
Rabbiyle konuşur gibi görüyoruz ve çağımızdaki Firavıınlaşmış
insanların, sahip oldukları dünya çapındaki ekonomik, askeri güçleri ne olursa
olsun, Musa (A.S)'ın galibiyeti gibi, O yolu takip
eden müslümanlarm da, galip gelecekleri müjdesini bu
surenin ilk kelimesinden alıyoruz.
Rabbim Kitab'a çok önem veriyor. İlk nazil olan ayette oku diyor,
sonra "KaleirTe yemin ediyor. Sonra da yayılmış
deriler üzerindeki kitaba yemin ediyor. Eskiden kitaplar Ceylan derileri
üzerine yazıldığı için buna yemin ediliyor.
Şimdi bunu
bilgisayarlarla değerlendirelim. Zaten Rabbim kaleme yemin ediyor. Kalemin
şekli tarif edilmiyor. Bir zamanlar kömürle yazılırdı, sonra kartal kanadıyla
yazıldı, sonra kara kalemlerle, sonra dolma kalemlerle, sonra daktilolarla,
sonra bilgisayarlarla yazıldı.
İleride şimdilerde
hayal dahi edemediğimiz yazı aletleri çıkacaktır. Biz bunların hepsine kalem
diyoruz. Kalem'e ve Kitab'a sahip olmalı, kitapsız
yaşamamalıyız. Kitap da Allah'ın kitabı olmalıdır.
Rabbim Beyt-i Ma'mura yemin ediyor.
Beyt-i Ma'mur'u;
tefsircilerimizin çoğu Ka'be-i Muazzama olarak tefsir
etmişlerdir. Bir kısım tefsirciler de, Hadis-i Şerife dayanarak diyorlar ki;
"Yedi kat semanın üstünde, meleklerin kıblesi olan Beyt-i
Ma'murdur" diye tefsir etmişlerdir. Öyle yada
böyle, insanların ve de meleklerin ziyareti ve namaz kılmasıyla i'mar ettiği o beyte de yemin olsun ki diyor Rabbim.
Burada bize şu da
bildiriliyor. Hz. Ademle başlamış bizim ibadetimiz. O
günden bu güne kadar devam ediyor. Bu sene (1998) 2,5 milyon insan aynı anda Ka'be'nin etrafında, aya bakan çiçeğinin daneleri gibi daire oluşturdular ve Allah (c.c)'a birlikte
ibadet yaptılar. Bu da bize şunu göstermektedir. Dünyada İslâm aleyhine bütün
güçler bırleşseler; -Mehmet Akif Ersoy'un ifadesiyle;
-Cehennem olsa gelen
göğsümüzde söndürürüz.
-Bu yolki hak yoludur dönme bilmeyiz, yürürüz.
Ki bu gün yapılan
bütün silahlar cehennemin kıvılcımı bile olamazlar. Ka'be
görevini devam ettirecektir.
Rabbim gökyüzünü
kaldırıyor, üzerimize bir tavan gibi kuruyor, geceleri süsümüz olsun, yol
göstersin diye tirüyonlarca yıldızı yakıveriyor.
Peygamberimiz (S.A.V)
geceleri dışarı çıktığında; "inne fi halkısse-mavâti vel ard..." ayetini okurmuş.[2]
"Biz yalnız ve
yalnız gökyüzünü ayakta tutan Allah'a güveniyor ve dayanıyoruz."
Rabbim denizlere de
yemin ediyor.
Yeminlerin cevabı
geliyor.
Rabbimizin azabı
muhakkak ve muhakkak gerçekleşecektir. Kimsede onu engelleyemeyecektir.
Yani kıyametin
kopuşunu ve kafirin de cehenneme girişim kimse engelleyemez.[3]
9- O gün
gökyüzü sarsıldıkça sarsılır.
10- Dağlar
yürüdükçe yürür.
11- (Dini)
yalanlayanların o gün vay haline,
12- Ki
onlar, (batılın) bataklığında oynuyorlar.
13- O gün,
cehennem ateşine itildikçe itilecekler.
14- "İşte
yalanladığınız ateş budur" (denilecek)
15- "Bu
bir sihirmidir, yoksa siz görmüyor musunuz.?"
O dünyada
yalanladıkları cehenneme atılacaklar. Adamlara denilecek ki; bu bir sihir mi,
yoksa siz mi görmüyorsunuz?[4]
16- "(O
ateşe) yaslanın, İster dayanın, ister dayanmayın. Sizin için aynıdır. Siz ancak
yaptıklarınıza göre cezalandırılacaksınız.
Yani burada bağırsamz da kalacaksınız, bağırmasamz
da. Feryad-u figan etmenin faydası yoktur. Dünyada
ektiğinizi orada biçeceksiniz. Peygamberimiz de; "dünya ahir etin
tarlasıdır" demiştir.[5]
17- Müttakiler, cennetler ve nimetler içindedirler.
18-
Rablerinin kendilerine verdiği ile sevinçlidirler. Rableri onları cehennem
azabından korudu.
19-
(Dünyada) yaptıklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyin, için.
20- Dizilmiş
koltuklara yaslanmış olarak (yîyin-için) onları güzel
21- İman
edenlerin soylarını da imanla kendilerine uyanların sayılarına, kendilerine
katarız. Amellerinden hiç birşeyi eksiltmeyiz. Herkes
kazandığının karşılığında rehindir.
Muttaki; içini hak
için süsleyen, dışını da halk için süsleyen insandır.
İçimizi hak için
süslemeliyiz. İçimize haram lokmalar sokmamaya, kulağımızdan haram sözler
duymamaya, gözlerimizden pisliklerin içimize girmemesine gayret göstereceğiz.
Dışımızı da halk için süsleyeceğiz. Giyimimiz, kuşamımızla temiz, düzgün ve
bakımlı olmalıyız.
Bunları yaparsak,
nimetler ve cennetler vardır. Cennette koltuklar üzerine oturmuş, ceylan gözlü
eşlerin de yanlarında olduğu nimetler vardır.
Mü'min erkekler ve de mü'min
kadınlar cennette de evliliklerini devam ettireceklerdir.
Cennette aileler bir
araya gelecektir. Dünyada parçalananlar ahirette de
parçalanacaklardır.
Dünyada iken ailedeki
tüm fertler aynı Allah'a, aynı peygambere iman etmişlerse, aynı yöne
yönelebilmişlerse, aynı şeyleri Rabbin emirleri doğrultusunda yapabilmişlerse,
Rabbimizin yasaklarından ka-çınabilmişlerse,
onlar cennette de beraber olacaklardır. Zürriyetleri kendilerini imanla takip
edebilmişlerse, öncekilerin yanma sonrakilerin de gönderileceğini Rabbim ifade
ediyor. Cennet'de derecesi altta olan aile fertleri
diğerlerinin yanına çıkartılıyor. Herkes yaptığının karşılığında rehindir. Her
kesin cam Rabbin yanında rehindir. Herkes Rabbinin emirlerini yerine
getirerek, canını rehin olmaktan kurtaracaktır.[6]
22-
(Cennette) onlara meyve ve etten canlarının çektiğinden bolca veririz.
23-
Birbirlerine kadehler sunacaklar. Onda saçmalama ve günaha sokma yoktur.
24-
Sedefinde saklı inciler gibi hizmetçiler, onların (hizmet için) etraflarında
dönüp duracak.
25- Birbirlerine
dönerek sorarlar,
26-
"Surdan önce (dünyada iken) biz ailemiz hakkında (Allah'ın azabından)
korkuyorduk" derler.
27- Allah
bize lütfetti de zehirli azaptan korudu.
28- Bundan
önce biz ona dûa ediyorduk. Şüphesiz o çok iyilik sahibi, çok merhamet sahibidir.
Cennette karşılıklı
konuşmalar olacaktır. Bu konuşmalardan bir örnek veriliyor. Biz dünyada iken
ailemize karşı müşfik idik. Müşfik kelimesi şefkat kelimesinden türemiştir.
Yani "biz
çocuklarımıza, eşimize zarar gelmesin diye tirtir
titriyor, onların üzerine kanatlarımızı geriyorduk" diyorlar.
Siz yaklaşık seksen
senelik hayatınızda çocuklarınız rahat etsin diye, kendinizi yıprattınız.
Ellisine gelmeden bedeninizde rahatsızlıklar meydana gelmeye başladı. Ama bu
dünyanın sonunda, sonsuz seneler de yaşanacak bir hayat daha var. Asıl biz
orası için çırpınmalıyız. Bu konuda çocuklarımız ve eşimiz üzerinde tir tir titremeliyiz.[7]
29- Sen
nasihat et. Sen Rabbinin nimetiyle kahin değilsin, deli de değilsin.
30- Yoksa
"O bir şairdir. Biz ona zamanın şüphesini/belasını (ölümünü)
bekliyoruz" mu diyorlar.
31- Deki:
"Bekleyin ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."
Bu nimet nübüvvet nimetidir
Peygamberimize şair diyorlar ve zaman Onu yok edecek diyorlar. Halbuki
peygamberimiz şiir söylememiştir. Rabbim de peygamberimize hitaben; "söyle
onlara bekleyin, göreceksiniz, Ben de sizinle beraber bekliyorum." de
onlara buyuruyor.[8]
32- Yoksa
onlara bunu (şair, kahin, deli gibi çelişkili sözleri) akılları mı emrediyor?
Yoksa onlar azgın bir toplummudurlar?
Onlara o karışık
akılları mı emrediyor? Yoksa onlar azgın birileri . mi? Zaten akılları karışık
olmasa tağut olmazlar. Önce akılları dengeyi
kaybediyor. Sonra da azgmlaşıyorlar. İnkar sarhoşluğu
içerisinde şaşkın şaşkın dolaşmaktadır imansızlar.
Kırk yıl
"emin" güvenilen adam dedikleri, görüşüne müracaat ettikleri
peygambere şimdi deli, kahin, şair diyorlar. Şairse deli değildir, de-liyse şair değildir. İşte inkar insanın gözünü kör ediyor.[9]
33- Yoksa
onu (Kur'ân'ı) kendisi uydurup söyledimi
diyorlar? Hayır onlar iman etmezler.
34- Eğer
doğru söylüyorlarsa haydi onun (Kur'ân'm) benzeri bir
söz getirsinler.
Bmdörtyüz senedir Kur'ân'ın benzerini
getirememişler. Bundan sonra hiç getiremezler. Lafzı, manası, gelecekle ilgili
haberleri, dünya, gökyüzü ile ilgili bilgileri ile her çağın önünde olmuştur.[10]
35- Yoksa
onlar hiçbirşey olmadan (yaratıcısız) mı
yaratıldılar? Yoksa yaratan onların kendisimi?
36- Yoksa
gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır onlar kesin inanmıyorlar.
Gözlerimizi yeryüzüne
ve gökyüzüne çevirsek, gördüklerimizin hiçbirini biz yaratmadık. Birisi bütün
bunları yönetiyor. Kanımızı o kaynatıyor. Hz.
Adem'den bu yana bütün insanların Kilometrelerce uzunluğundaki sinir
sistemlerini o döşüyor. O'nun bilgisinin eskisi ve yenisi yoktur. Çünkü Evvel
olan O'dur. Ahir olan O'dur, zahir olan O'dur, batın olan O'dur.[11]
37- Yoksa
Rabbinin hazineleri onların yanındami? Yoksa onlar
(Milletin) kaderini belirleyen/baskıcı/ soytarılar mı?
Yoksa onlar dayatmacı
mıdırlar? Müminlerin imanına engel olmaya çalışan bu dayatmacı soytarılar,
Allah'a bile itirazları var. "Niçin parası pulu olmayan birini peygamber
yaptın" diye.[12]
38- Yoksa
onların merdiveni varda oradan (vahyi) dinliyorlarmi?
Öyle ise dinleyicileri açık bir delil getirsin.
39- Yoksa
(istemediğiniz) kızlar onun (Allah'ın) da, oğulları si-zinmi?
40- Yoksa
sen onlardan ücret istiyorsunda, onlar borç nedeniyle
ağır yük altmdalar mı?
41- Yoksa ğayb onların yanındada (gayba ait şeyleri) onlarını yazıyorlar?
42- Yoksa
(sana) tuzakmi kurmak istiyorlar? Fakat bu kafirlerin
kendisi tuzağa düşecektir.
43- Yoksa
onların Allah'tan başka ilahımı var? Onların ortak koştuğundan Allah'ı tenzih
ederim.
O inkar edenler
inkarlarının bir dayanağını Yerden veya gökten ortaya koysunlar. Peygamberler
insanlardan ücret istememişlerdir. Rabbim bunu Kur'ân-ı
Kerim'inde çokça tekrarlamıştır. Bütün peygamberler kendi kazançları ile
geçinmişlerdir.
Günümüzde de o yolun
yolcuları, inançlarını, davalarını paraya dönüştürmeme konusunda çok dikkat
edelim. İmamlarımızdan, dernek başkanlarımıza kadar, kendi elimizin emeğini
yemeğe dikkat edelim.
Hanefi fıkıh
alimlerinden Kudurî, çömlekçilik yaparak geçimini
temin etmişdir. İmam Ebu Hanife hazretleri ticaretle meşgul oluyor, geçimini temin
ettiği gibi okuttuğu talebelerine de para veriyor.
Galata köprüsü
üzerinde limon satsın eğitim harçlığını çıkarsın. Benim teklifim bu.[13]
44-
Gökyüzünden bir parça düşerken görseler, "üstüste
yığılmış buluttur" diyecekler.
45- Artık
çarpılacakları (kıyamet) günlerine kadar onları bırak.
46- O gün
tuzakları onlara fayda vermeyecek ve onlara yardım olunmaz.
47- Bu
zalimlere, bu (ahiret) azabından önce de azap vardır.
Ancak onların birçoğu bilmezler.
48- Rabbinin
hükmüne sabret. Şüphesiz sen gözlerimiz (in önün)desin. Kıyam ettiğinde Rabbini
hamd ile teşbih
49- Gecenin
bir kısmında ve yıldızların batması anında Onu teşbih et.
Şafakda yatağınızdan kalktığınızda Allah'a hamdedin "La ilahe illal-lahü vahdehû lâ şerike leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve ala külli şey'in
kadir" deyin. Namaz için kalktığınızda iftitah
tekbirinden sonra, "sübhaneke" okumakla bu
ayete uygun hareket etmiş olursunuz.[14]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/245-246.
[2] Ali İmran
190
[3] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/246-248.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/248-249.
[5] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/249.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/249-251.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/251-252.
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/253.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/253-254.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/254.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/254-255.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/255.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/255-256.