Bu sure Mekke'nin ilk
yıllarında nazil olmuştur. Kaf harfiyle başladığı
için bu ismi almıştır. 45 ayettir.
Bu dönemde Mekke'li müşriklerin işkenceleri henüz artmamış-tır.Müslümanları'o dönemde hafife alıyorlar ve "birkaç
kişiden ne olur"diyorlardı.
Halbuki sevgili
Peygamber bu insanlık ailesine atılmış bir maya idi, mayanın azda olsa; bir
avuçluk yoğurt mayasının bin kiloluk sütü yoğurta dönüştürdüğünü
düşünmediler. O sebeble Peygamberimizi ve O'na iman
edenleri hafife alıyorlardı. Fakat sözlü sataşmalar ve alaya almalar devam
etmektedir. Küçümsedikleri için daha işkenceye başlamamışlardı. Böyle bir
dönemde bu sure nazil olmuştur.
Sevgili Peygamberimiz
bu sureyi o kadar önemsiyor ki; -bize rivayet edildiğine göre- çoğunlukla
namazlarında bunu okurmuş. Cuma günü hutbeden de bu sureyi okumaya devam
edermiş. Çünkü bu surede ağırlıklı olarak, sevgili Peygamberimizin
Peygamberliği ve ahiretin kesin surette varlığı, özellikle
vurgulanıyor.
Şu anda (2000'li
yıllara girerken) yeryüzündeki insanlığın şikayetçi olduğu, basın yayın
organlarında dehşet, vahşet diye nitelendirilen bütün olayların temelinde; bu
insanların ahiret inancını taşımamaları yatmaktadır.
Çünkü elinde güçlü bir
silah varsa, güçlü bir mekan varsa, güçlü bir para varsa, bu dünyada
yaptıklarının cezasını çekmeyeceğine, öldükten sonra da hesaba çekilmeyeceğine
inanan bir insanın yapamayacağı yoktur. Bunun en canlı örneğini Batılı Bosna'da
gördü. İşte Kaf suresi bize bunları anlatmaktadır.[1]
1- Kaf, Çok
şerefli Kur'ân'a yemin olsun ki,
Bu sureye de harfle
başlanmıştır.[2]
Yüceler yücesi bir
kitap, kitapların en güzeli, en bereketlisi, en yücesi, mana itibariyle, söz
itibariyle, devamlılığı itibariyle en güzel kitap bu kitaptır. Bakara Suresinde
de "İşte kitap" diyor Allah (c.c).
İncil, Tevrat ve Zebur
da en yüce kitaptı. Ama Kur'ân'ın ifadeleriyle
hahamlar ve rahibler onları tahrif ettiler.[3] Şimdi
ise en yüce kitap Allah kelamı Kur'an'dir. Kitabın
değeri yazarından geliyor, içinde yazılanlardan geliyor. Bir fizik kitabını,
bir matematik kitabını dünyaca ünlü birisi yazmışsa o kitap çok değerli bir
kitap olarak saygı görmektedir.
Kur'ân-i Kerim ise 6 milyar insanı, yıldızlar alemini, denizler
âlemini, her şeyi yaratan Allah (c.c.)'ın kitabıdır.
Öyleyse bu kitap yüce bir kitaptır, lafzı itibariyle de en veciz kitap Kur'ân-ı Kerim'dir. Bundan sonra; "kitap"
denilince hemen hatırımıza Kur'ân gelmelidir.[4]
2-
Kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, kafirler: "bu
şaşılacak bir şeydir" dediler.
Mekke'li müşrikler; Bizim gibi yiyen, çarşılarda dolaşan,
bizim gibi bir peygamber. Bu nasıl olur? Peygamber bir Melek olmalı değil
miydi? diyorlar.[5]
Madem ki insanlardan
gönderilecek şu Mekke'nin ileri gelenlerinden birisi veya Taif
in ileri gelenlerinden birisi olması gerekmezmiydi.
Yani hem ekonomik gücü olan, hem askeri gücü olan bir adam peygamber olarak
gönderilseydi ya.[6]
"Şaşılacak bir
olay" demelerinin temelinde bu yatıyor. Niçin böyle düşünüyorlar? Çünkü bu
insanlar, kuvvetlinin haklı olduğuna inanan insanlar. İlahi kaynaklı, Allah
kaynaklı olmayan bütün sistemlerde düşünce tarzı aynıdır. Bir şeyin hak
olabilmesi için o hakkın güçlünün elinde olması gerektiğine inanılmıştır. İşte
Mekkeli müşrikler de aynı şeyi söylüyorlar.[7]
3- Biz ölüp
toprak olduktan sonra mı? (diriltileceğiz) Bu uzak bir dönüştür.
ilk insandan bu güne
kadar gelmiş geçmiş bütün insanlar nerde diyorlar? Toprak olmuş, toz olmuş,
yenmişler, denizde ölmüş, duman olmuşlar bu insanlar. Nerede oldukları belli
değil bu insanların. Bu insanları kim diriltecek? Bu çok uzak bir ihtimal. Bu
çok uzak bir dönüş deyiveriyorlar. Ama rabbim cevabını veriyor.[8]
4- Toprağın
onlardan neyi eksilttiğini biz muhakkak bildik. Bizim yanımızda, muhafaza eden
bir kitap vardır.
Yani bir insan, toprak
mı olmuş, duman mı olmuş, denizde mi çürümüş, balığa yem mi olmuş? biz onu
biliriz buyuruyor. Yeryüzü yaratıldığında ne ise, aynen devam ediyor. Sadece
şekiller değişmektedir. Rabbim de neyin, hangi şekle girdiğini bilmektedir.[9]
5- Doğrusu
hak kendilerine gelince, onu yalanladılar. Onlar şimdi karmakarışık bir işin
içindedirler.
Kur'ân'ı inkar etmek ve yalanlamak dünyanın en zor işlerinden
bir tanesidir. Mekke'li müşrikler de yalanlamaya
yönelmişler. "Bu Muhammed'in kendi sözüdür" demişler.
Bu günkü ifadesiyle
Mekke parlementosunda bir araya geliyorlar, efendimiz
hakkında tartışmalar yapıyorlar. Biri diyor ki; "Muhammed kendisi
uyduruyor." Diğeri dİyorki; "Hayır! Biz
Muhammed'in kırk yıllık hayatını biliyoruz. O'nun konuşma tarzını ve üslubunu
biliyoruz. Bu sözler Muhammed'in söyleyebileceği sözler değil." Bir
başkası da, "O bir sihirdir" diyor. Diğeri ona cevap veriyor.
"Biz sihrin her türlüsünü biliyoruz. Sihirbazlara sorduğumuzda onun sihir
olmadığını söylüyorlar. "O bir şiirdir" diyorlar. Bir şair çıkıyor,
"ben şiirin her çeşidini bilirim. O hiçbirine uymamaktadır. Şiir'in
üzerinde bambaşka bir şey" diyor.
Bütün bunları
söyleyenler İslam'a inanmayan insanlar. Ama "söz" den anlıyorlar.
Şiir değil, sihir değil, Muhammed'in kendisinin uydurduğu bir şey değil.
Biz bunu şöyle
düşünelim. Okuması-yazması olmayan bir insan çıkıyor. Mehmet Akif in bir
şiirini okuyor ve diyor ki, "bunu ben yazdım." Aruz nedir? Hece
nedir? Şiir nedir? Nesir nedir? bilmeyen birisi; "Bunu ben yazdım"
dese, onu tanıyanlar; "senin ne olduğunu biliriz, ne konuştuğunu da
biliriz. Bu sözleri senin söylemen mümkün değil." deyiverirler. Sevgili Peygamberimiz'in 40 yıllık hayatını bilenler, bu sözlerin
O'na ait olmadığını da kendileri söylüyorlar.
O günün insanlarının
düşünceleri böylesine karma karışık da günümüzdekiler nasıl? Günümüzdekilerin
de bir kısmı diyor ki; "Kur'ân'a iman ederim.
Allah kelamıdır. Ama sosyal, siyasal, hukuki işlerime onu karıştırmam."
Bazı sorular sorduğunda çaresiz kalınca da, "yahu fazla derine
girmeyelim." diyor.
Yani kendi iç
dünyasındaki çelişkileri "fazla derine dalmayalım" cümlesiyle ifade
ediyor. Çıkarlarının zedeleneceğini biliyor. Kur'ân'ı
yaşamaya yönelecek olursa, çıkarının zedeleneceğini, dünyevi zevklerinden
mahrum kalacağını, kısa yoldan köşe dönme imkanının elinden gideceğini,
yetimin hakkını iade edecek olursa, elinden bir şeyin kalmayacağını biliyor.
Onun için iç dünyasındaki tutarsızlığını bastırmak üzere, bazı güçleri seferberiyor.[10]
6-
Üstlerindeki gökyüzüne bakmıyorlarmi? Biz onu nasii bina edip süslemişiz. Onun hiçbir çatlağı yoktur.
7- Yer
yüzünü nasıl yaydık, ona dağları bıraktık. Orada her sınıf-dan iç açıcı
bitkiler bitirdik.
8- Allah'a
yönelen her kulun basiretini açmak ve öğüt almak için (bunları yarattık).
9-
Gökyüzünden bereketli su indirdik ve onunla bahçeler ve biçilen taneler
bitirdik.
10-
Tomurcukları dizilmiş yüksek hurmalar (bitirdik).
11- Kullara rızik olsun diye, O su ile biz ölü bir ülkeye can verdik.
İşte (kabirden) çıkışda böyledir.
Allah (c.c) bizi bu
dünya dershanesinde eğitimden geçiriyor. Okulumuzdaki küçücük dershanelerimizin
duvarlarında ders araç ve gereçleri asılı olur. Allah (c.c), dünyayı bize bir
dershane olarak tasvir ediyor. Eğitim araç ve gereçlerimiz, denizler,
yıldızlar, taşlar, kuşlar, çiçekler, böcekler.
Allah (c.c) bu
ayetlerde bize bir metod öğretiyor. O da yaptıktan
sonra güzelleştirmek. Allah (c.c) gökyüzünü yaptığını ve onu süslediğini ifade
ediyor. Tezyini sanatların başlatıcısı Allah(c.c)'dır. Bir güle, bir
ayçiçeğine, bir hercai çiçeğine baktığınızda Allah(c.c)'ın
"el-Musavvir" ismini orada görürsünüz.
Bebeğinize, sevdiklerinize, sevmediklerinize bakın. Hepsinde Allah'ın O Musavvir isminin damgasını göreceksiniz.
Bu ayetlerden şunlar da
anlaşılır. Ev yapıyorsanız güzel yapın. Gözümüze hoş gelsin. Cami yapıyorsanız
güzel yapın, okul yapıyorsanız güzel yapın. Kısaca ne yapıyorsanız Onu güzel
yapın. İnsanların gözleri güzel şeyler görürse, düşünceleri de güzel olur.
İnsanların gözleri hep kötü ve çirkin şey görürse, düşünceler de hep kötüye
doğru gelişmeye başlar.
Tabiatta güzellikleri
gördüğümüzde; "Ya Rabbi; bu güzellikleri yapamadığımız
gibi Kur'ân ayetlerini de yapamayız" demeliyiz.
Bizim yaptıklarımız naylondan olur. Çok güzel de olsa yine naylondur.
Hukukçularımız da şöyle demelidir; "biz de kanunlar yapıyoruz ama,
Allah'ın kanunları yanında bizimki naylon olur."[11]
12- Onlardan
önce Nuh'un kavmi, Ress eshabı
ve Semud (kavmi) yalanlamıştı.
13- Ad
(kavmi), Firavun ve Lut'un kardeşleri (kavmi) de
(yalanlamıştı.)
14- Eyke cshabi, Tûbba
kavmi. Hepsi peygamberleri yalanladılar da azabım hak oldu.
Tubba': Yemen'deki krallara verilen bir lakabdır.
Tubba kavmi, Nuh'un kavmi, Lut'un
yakınları yalanlamıştı1 Burada Firavun'un ilahlı-ğını
kabul eden, Allah'ın kurallarını ve Tevratı reddeden
insanlar Firavun'un şahsında temsil edildiklerinden dolayı da "Firavun da
ahi-reti yalanlamıştı, Allah'ı yalanlamıştı"
diyor Allah (c.c). Eshabı Ress:
Hz. İsa'ya iman eden hristiyanları,
yakan yahudiler, olduğu söylenir.[12]
Eyke halkı, Şuayb (a.s.)'m
kavmidir. Eyke halkı da peygamberlerini yalanladı
diyor. Allah (c.c), bütün bu yalanlayan kavimlere Rabbimin azabı hak olmuştur,
yani kesin gerçekleşecektir buyuruyor.[13]
15- Biz ilk yaraüşda yorulduk mu (ki yeniden yaratamıyalim?)
Hayır onlar bu yeni yaratışdan şüphe içindedirler.
Bu yalanlamaların
temelinde, kendilerini güçlü görmeleri, akıllarıyla her şeyi
kavrayabildiklerine inanmaları yatmaktadır. Kainata bakı-yorki,
o kainat içerisinde ölmüş, kemikleri toz toprak olmuş insanlara bakıyorlar,
onların dirilmesinin hesaba çekilmesinin mümkün olmadığını kabul ediyor. Bunu
Nuh'un kavmi yaptığı gibi, O'ndan sonra gelen peygamberlerin kavimleri de aynı
şeyleri yapmaktadır. Rabbim; "onların kalpleri birbirine benzedi"
diyor.[14]
inkar; dünyanın her
yerinde aynı hastalığı yapan bir mikrop gibi nerede olursa olsun aynı. Hangi
kavmin insanına bulaşırsa bulaşsın aynı neticeyi vermektedir. Bu gün müslümanlar aleyhine verilecek bir kararda dünyanın bütün
dinsiz ve imansızları ortak oluveriyorlar. Mikrop aynı olunca bu
gerçekleşiveriyor.[15]
16- Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona vereceği
vesveseyi biz biliriz. Biz ona şahdamanndan daha
yakınız.
Otururken kendi
başımıza kaldığımız da, başımızı elimize yasladığımızda, yatağımıza girip
başımızı yastığımıza koyduğumuzda kendi kendimizle konuştuğumuzda biz hep güzel
şeyler, iyi şeyler düşünelim. Çünkü gönüllerimizden geçeni de Allah
bilmektedir.
Gönlümüzden
geçenlerden de hesaba çekilecek miyiz? Onun cevabı Bakara suresinin son
ayetinde veriliyor. Allah (c.c); "gücümüzün yetmeyeceği bir yükü, bize
yüklemediğini" ifade ediyor. Elimizde olmayan bir takım düşünceler gelir
gönlümüze. Ondan dolayı hesaba çekilmeyiz ama kötü düşünceleri kendi istek ve
irademizle hayallertdirecek olursak, ondan hesaba
çekileceğimizi bilelim. Adam bir ömür boyu iç dünyasında insanlığa, İslâm'a
zarar vermek için hayaller kuruyor, planlar hazırlıyor. Bunlardan hesaba
çekilecektir.
Rabbimiz bize bizden
daha yakın veya rabbimin melekleri bize bizden daha yakın. Rabbimiz bize
bizden daha yakın derken; ilmiyle, sa-. natıyla,
yaratışıyla, kısaca her şeyiyle bize bizden daha yakın. Çünkü beynimizi
çalıştıran O'dur. Duyduğumuz, gördüğümüz, tattığımız her şeyleri beynimizdeki
raflara koyuyoruz, lazım olduğunda oradan alıyoruz. Ama nereye koyuyoruz,
nasıl alıyoruz bunu dahi bilmiyoruz.
Yani Rabbim bize
bizden daha yakın. Bunu ifade ederken geçmişte büyüklerimiz; güneşin aynadaki
durumu gibidir derler, Güneş aynanın içine sığmaz ama aynayı güneşe doğru
tutarsanız güneş aynanın içindedir ama ayna güneşe milyonlarca kilometre
uzaklıktadır.
O'na yakın olmanın
yolu Allah'ın emrettiklerini yerine getirmektir. Sevgili peygamberimiz; Allah'a
en yakın olduğumuz yer, namazın içindeki secde halimizdir buyurmuş.[16]
17- Sağında
ve solunda oturan iki alıcı (melek) vardır.
18-
Söylediği her sözde muhakkak yanında hazır bir gözcü vardır.
Her gün iki melek
tarafından kontrol altında tutulduğumuzu. Ağzımızdan çıkan her kelimenin
kaydedildiğini bilelim.
Allah (c.c) bizi
uyarmaktadır. Ahirette yüzümüzü kızartacak işleri
yapmamaya, sözleri söylememeye ve kötü düşünceleri gönlümüzden atmaya gayret
edelim.[17]
19- (Bir
gün) ölüm sarhoşluğu gerçek olarak gelir. "İşte senin kaçıp durduğun şey
(inkar ettiğin) bu" (denir).
Ölümden hiçbir kimse kaçamamıştir. Sevgili Peygamberimiz bunu ifade ederken
diyor ki; "yeryüzü tilkiye, borçlarını öde" der. Yani tilki dünyaya
geldikten sonra yedi yedi, belirli bir kıvama geldi.
Bir gün toprak diyor ki; borçlarını öde.
Tilki dağdan dağa
koşar, yuvasına gelir; yeryüzü derki; "borcunu öde. Kaçmaya devam ederken
düşer boynu kırılır ve ölür. Biz de borçlarımızı bir gün ödeyeceğiz.[18]
20- Sur'a da
üfürülmüştür. İşte buda azap günüdür.
21- Herkes
beraberinde sürücü ve şahidle gelir.
22- Andolsun
sen (dünyada iken) bundan gaflette idin. Şimdi perdeni açtık. Bugün gözün çok
keskindir.
23- Arkadaşı;
"işte benim yanımdaki (amel defteri) hazırdır"dedi.
24- Her
inatçı inkarcıyı cehenneme atın.
25- Hayrı
engelleyeni, haddi aşanı, şüpheciyi (atın cehenneme)
26- Allah
ile beraber başka ilah edineni, onu şiddetli azaba atın.
Allah'ın dinini
yalanlayanların Allah'ın kullarına da faydasının olmadığını Rabbim haber
veriyor.
27-
Arkadaşı: "Rabbimiz onu ben azdırmadım. Ancak o derin bir sapıklığın
içindeydi" dedi.
28- (Allah)
buyurdu: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size tehdidimi göndermiştim".
29-
"Huzurumda söz değiştirilmez. Ben kullarıma zulmedici değilim."
Bu ayetlerde; dünyada
iken birilerine uyanların, yarın ahirette uydukları
kişilerle tartışıyor olacaklarını Rabbim bize haber veriyor.
Uyanlar diyorlar ki.
"Ya Rabbi bizi bunlar sapıttılar. Bunların azabını
iki kat ver." Arkasından gittikleri kişiler de onlara cevap veriyorlar;
"Biz sizi saptırmadık, siz zaten hak bir sapıklığın içindeydiniz" diyorlar.
Rabbim de diyor ki;
"Huzurum da kavga etmeyiniz. Ben size; "yaptıklarınızın karşılığını
mutlaka göreceksiniz" diye dünyada iken haber verdim." Bu gün ne
yaparsanız yapın verilen karar değiştirilmez. Ben kullarıma zulmedici değilim.
Siz kendinize zulmettiniz" diyor Allah (c.c).[19]
30- O gün
biz cehenneme; "dok)un mu?" deriz. O'da "daha varmı" der.
Cehennemin
dolmayacağım bildiriyor Allah (c.c.)[20]
31- Cennet, müttakilere uzak olmadan, yaklaştırılmıştır.
32- İşte bu
(Rabbine) dönen, (Allah'ın hadlerini) koruyan herkes için va'dettiğimiz
(cennet) dir.
33-
Görmediği halde Rahman (olan Allah)'dan korkan ve (Allah'a) yönelmiş bir kalble gelen (ler içindir).
34- Oraya
(cennete) selamla girin. İşte bu ebedilik günüdür.
35- Orada
onlar için diledikleri vardır. Yanımızda daha fazlası vardır.
36- Onlardan
önce nice nesilleri helak ettik ki, onlar bunlardan kuvvetçe daha güçlü idiler,
(ölümden kurtulmak için) ülkeleri delik deşik ettiler, (ölümden) kurtulacak yer
varandır?
37- Şüphesiz
bunda kalbi olan veya kalb gözü görür olarak, kulak
verenler için öğüt vardır.
38- Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı
günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.
Yahudilerin tahrif
ettikleri Tevrat, Tekvin 2/1-2-3'de; "Allah'ın altı günde alemi yaratıp,
yedinci günde istirahata çekildiği" görüşünü reddeder.[21]
39-
Söylediklerine sabret. Güneşin doğusundan ve batısından önce Rabbini hamd ile teşbih et.
40- Gecenin
bir kısmında ve secdelerin arkasında O'nu teşbih et.
Namazların arkasından
sünnettir diye çektiğimiz teşbihin dayanağı bu ayeti kerimedir.
41-
Bağıranın (israfılin) yakın bir yerden bağıracağı
gün, iyi dinle.
42- O gün
gerçek "sayhayı" işitecekler. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür.
43- Şüphesiz
biz diriltiriz, Biz öldürürüz ve dönüş bizedir.
44- O gün
yeryüzü onlardan çabucak ayrılır. İşte bu haşirdir. Bu bize çok kolaydır.
45- Biz
onların ne söylediklerini iyi biliriz. Sen onfar üzerine
zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara, Kur'an'la
öğüt ver.
İman gönül işidir.
Zorla güzellik olmaz. Silahı kâfirin başına daya-sanız, müslümanhğa
zorlaşanız, O'da müslüman oldum dese, gönülden
olmadığı için müslüman olmaz.
Döverek kendinizi
sevdirmeniz mümkün olmadığı gibi, zorlamayla da kişiler müslüman
olmazlar. Bizler cehenneme doğru koşanların önüne çıkıp yolun yanlış olduğunu,
bu yolun cehenneme çıktığım söylemeye devam edeceğiz.[22]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/213-214.
[2] Bakara Suresinin ilk ayetine
bakınız.
[3] Nisa 46, Maide
13
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/214.
[5] En'am
9
[6] Zuhruf
31
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/215.
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/215.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/216.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/216-217.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/217-219.
[12] Furkan
37
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/219-220.
[14] Bakara 1/8
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/220.
[16] Müslim salat
hadis 215
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/221-222.
[17] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/222.
[18] Taberani
Kebir 71222h;6922
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/222.
[19] Bak; Ahzap
66, Mü'm'm47, İbrahim2I-22, Sad 62, Bakara!661-67
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/223-225.
[20] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/225.
[21] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/225-227.