KAF SÛRESİ 2

 


KAF SÛRESİ

 

Bu sure Mekke'nin ilk yıllarında nazil olmuştur. Kaf harfiyle başla­dığı için bu ismi almıştır. 45 ayettir.

Bu dönemde Mekke'li müşriklerin işkenceleri henüz artmamış-tır.Müslümanları'o dönemde hafife alıyorlar ve "birkaç kişiden ne olur"diyorlardı.

Halbuki sevgili Peygamber bu insanlık ailesine atılmış bir maya idi, mayanın azda olsa; bir avuçluk yoğurt mayasının bin kiloluk sütü yoğurta dönüştürdüğünü düşünmediler. O sebeble Peygamberimizi ve O'na iman edenleri hafife alıyorlardı. Fakat sözlü sataşmalar ve alaya almalar devam etmektedir. Küçümsedikleri için daha işkenceye başla­mamışlardı. Böyle bir dönemde bu sure nazil olmuştur.

Sevgili Peygamberimiz bu sureyi o kadar önemsiyor ki; -bize riva­yet edildiğine göre- çoğunlukla namazlarında bunu okurmuş. Cuma günü hutbeden de bu sureyi okumaya devam edermiş. Çünkü bu surede ağırlıklı olarak, sevgili Peygamberimizin Peygamberliği ve ahiretin kesin surette varlığı, özel­likle vurgulanıyor.

Şu anda (2000'li yıllara girerken) yeryüzündeki insanlığın şikayetçi olduğu, basın yayın organlarında dehşet, vahşet diye nitelendirilen bü­tün olayların temelinde; bu insanların ahiret inancını taşımamaları yat­maktadır.

Çünkü elinde güçlü bir silah varsa, güçlü bir mekan varsa, güçlü bir para varsa, bu dünyada yaptıklarının cezasını çekmeyeceğine, öldük­ten sonra da hesaba çekilmeyeceğine inanan bir insanın yapamayacağı yoktur. Bunun en canlı örneğini Batılı Bosna'da gördü. İşte Kaf suresi bize bunları anlatmaktadır.[1]

 

1- Kaf, Çok şerefli Kur'ân'a yemin olsun ki,

Bu sureye de harfle başlanmıştır.[2]

Yüceler yücesi bir kitap, kitapların en güzeli, en bereketlisi, en yü­cesi, mana itibariyle, söz itibariyle, devamlılığı itibariyle en güzel kitap bu kitaptır. Bakara Suresinde de "İşte kitap" diyor Allah (c.c).

İncil, Tevrat ve Zebur da en yüce kitaptı. Ama Kur'ân'ın ifadeleriyle hahamlar ve rahibler onları tahrif ettiler.[3] Şimdi ise en yüce kitap Allah kelamı Kur'an'dir. Kitabın değeri yazarından geliyor, içinde yazılanlardan geliyor. Bir fizik kitabını, bir matematik kitabını dünyaca ünlü birisi yazmışsa o kitap çok değerli bir kitap olarak saygı görmektedir.

Kur'ân-i Kerim ise 6 milyar insanı, yıldızlar alemini, denizler âle­mini, her şeyi yaratan Allah (c.c.)'ın kitabıdır. Öyleyse bu kitap yüce bir kitaptır, lafzı itibariyle de en veciz kitap Kur'ân-ı Kerim'dir. Bundan sonra; "kitap" denilince hemen hatırımıza Kur'ân gelmelidir.[4]

 

2- Kendilerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da, kafirler: "bu şaşılacak bir şeydir" dediler.

Mekke'li müşrikler; Bizim gibi yiyen, çarşılarda dolaşan, bizim gibi bir peygamber. Bu nasıl olur? Peygamber bir Melek olmalı değil miydi? diyorlar.[5]

Madem ki insanlardan gönderilecek şu Mekke'nin ileri gelenlerin­den birisi veya Taif in ileri gelenlerinden birisi olması gerekmezmiydi. Yani hem ekonomik gücü olan, hem askeri gücü olan bir adam pey­gamber olarak gönderilseydi ya.[6]

"Şaşılacak bir olay" demelerinin temelinde bu yatıyor. Niçin böyle düşünüyorlar? Çünkü bu insanlar, kuvvetlinin haklı olduğuna inanan insanlar. İlahi kaynaklı, Allah kaynaklı olmayan bütün sistemlerde dü­şünce tarzı aynıdır. Bir şeyin hak olabilmesi için o hakkın güçlünün elinde olması gerektiğine inanılmıştır. İşte Mekkeli müşrikler de aynı şeyi söylüyorlar.[7]

 

3- Biz ölüp toprak olduktan sonra mı? (diriltileceğiz) Bu uzak bir dönüştür.

ilk insandan bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün insanlar nerde di­yorlar? Toprak olmuş, toz olmuş, yenmişler, denizde ölmüş, duman olmuşlar bu insanlar. Nerede oldukları belli değil bu insanların. Bu in­sanları kim diriltecek? Bu çok uzak bir ihtimal. Bu çok uzak bir dönüş deyiveriyorlar. Ama rabbim cevabını veriyor.[8]

 

4- Toprağın onlardan neyi eksilttiğini biz muhakkak bildik. Bizim yanımızda, muhafaza eden bir kitap vardır.

Yani bir insan, toprak mı olmuş, duman mı olmuş, denizde mi çürü­müş, balığa yem mi olmuş? biz onu biliriz buyuruyor. Yeryüzü yaratıl­dığında ne ise, aynen devam ediyor. Sadece şekiller değişmektedir. Rabbim de neyin, hangi şekle girdiğini bilmektedir.[9]

 

5- Doğrusu hak kendilerine gelince, onu yalanladılar. Onlar şimdi karmakarışık bir işin içindedirler.

Kur'ân'ı inkar etmek ve yalanlamak dünyanın en zor işlerinden bir tanesidir. Mekke'li müşrikler de yalanlamaya yönelmişler. "Bu Muhammed'in kendi sözüdür" demişler.

Bu günkü ifadesiyle Mekke parlementosunda bir araya geliyorlar, efendimiz hakkında tartışmalar yapıyorlar. Biri diyor ki; "Muhammed kendisi uyduruyor." Diğeri dİyorki; "Hayır! Biz Muhammed'in kırk yıllık hayatını biliyoruz. O'nun konuşma tarzını ve üslubunu biliyoruz. Bu sözler Muhammed'in söyleyebileceği sözler değil." Bir başkası da, "O bir sihirdir" diyor. Diğeri ona cevap veriyor. "Biz sihrin her türlüsünü biliyoruz. Sihirbazlara sorduğumuzda onun sihir olmadığını söylüyor­lar. "O bir şiirdir" diyorlar. Bir şair çıkıyor, "ben şiirin her çeşidini bili­rim. O hiçbirine uymamaktadır. Şiir'in üzerinde bambaşka bir şey" di­yor.

Bütün bunları söyleyenler İslam'a inanmayan insanlar. Ama "söz" den anlıyorlar. Şiir değil, sihir değil, Muhammed'in kendisinin uydur­duğu bir şey değil.

Biz bunu şöyle düşünelim. Okuması-yazması olmayan bir insan çı­kıyor. Mehmet Akif in bir şiirini okuyor ve diyor ki, "bunu ben yazdım." Aruz nedir? Hece nedir? Şiir nedir? Nesir nedir? bilmeyen birisi; "Bunu ben yazdım" dese, onu tanıyanlar; "senin ne olduğunu biliriz, ne ko­nuştuğunu da biliriz. Bu sözleri senin söylemen mümkün değil." deyi­verirler. Sevgili Peygamberimiz'in 40 yıllık hayatını bilenler, bu sözle­rin O'na ait olmadığını da kendileri söylüyorlar.

O günün insanlarının düşünceleri böylesine karma karışık da günümüzdekiler nasıl? Günümüzdekilerin de bir kısmı diyor ki; "Kur'ân'a iman ederim. Allah kelamıdır. Ama sosyal, siyasal, hukuki işlerime onu karıştırmam." Bazı sorular sorduğunda çaresiz kalınca da, "yahu fazla derine girmeyelim." diyor.

Yani kendi iç dünyasındaki çelişkileri "fazla derine dalmayalım" cümlesiyle ifade ediyor. Çıkarlarının zedeleneceğini biliyor. Kur'ân'ı ya­şamaya yönelecek olursa, çıkarının zedeleneceğini, dünyevi zevklerin­den mahrum kalacağını, kısa yoldan köşe dönme imkanının elinden gi­deceğini, yetimin hakkını iade edecek olursa, elinden bir şeyin kalma­yacağını biliyor. Onun için iç dünyasındaki tutarsızlığını bastırmak üzere, bazı güçleri seferberiyor.[10]

 

6- Üstlerindeki gökyüzüne bakmıyorlarmi? Biz onu nasii bina edip süslemişiz. Onun hiçbir çatlağı yoktur.

7- Yer yüzünü nasıl yaydık, ona dağları bıraktık. Orada her sınıf-dan iç açıcı bitkiler bitirdik.

8- Allah'a yönelen her kulun basiretini açmak ve öğüt almak için (bunları yarattık).

9- Gökyüzünden bereketli su indirdik ve onunla bahçeler ve biçi­len taneler bitirdik.

10- Tomurcukları dizilmiş yüksek hurmalar (bitirdik).

11- Kullara rızik olsun diye, O su ile biz ölü bir ülkeye can verdik. İşte (kabirden) çıkışda böyledir.

Allah (c.c) bizi bu dünya dershanesinde eğitimden geçiriyor. Okulumuzdaki küçücük dershanelerimizin duvarlarında ders araç ve gereçleri asılı olur. Allah (c.c), dünyayı bize bir dershane olarak tasvir ediyor. Eğitim araç ve gereçlerimiz, denizler, yıldızlar, taşlar, kuşlar, çiçekler, böcekler.

Allah (c.c) bu ayetlerde bize bir metod öğretiyor. O da yaptıktan sonra güzelleştirmek. Allah (c.c) gökyüzünü yaptığını ve onu süsledi­ğini ifade ediyor. Tezyini sanatların başlatıcısı Allah(c.c)'dır. Bir güle, bir ayçiçeğine, bir hercai çiçeğine baktığınızda Allah(c.c)'ın "el-Musavvir" ismini orada görürsünüz. Bebeğinize, sevdiklerinize, sev­mediklerinize bakın. Hepsinde Allah'ın O Musavvir isminin damgasını göreceksiniz.

Bu ayetlerden şunlar da anlaşılır. Ev yapıyorsanız güzel yapın. Gözümüze hoş gelsin. Cami yapıyorsanız güzel yapın, okul yapıyorsa­nız güzel yapın. Kısaca ne yapıyorsanız Onu güzel yapın. İnsanların gözleri güzel şeyler görürse, düşünceleri de güzel olur. İnsanların göz­leri hep kötü ve çirkin şey görürse, düşünceler de hep kötüye doğru ge­lişmeye başlar.

Tabiatta güzellikleri gördüğümüzde; "Ya Rabbi; bu güzellikleri ya­pamadığımız gibi Kur'ân ayetlerini de yapamayız" demeliyiz. Bizim yaptıklarımız naylondan olur. Çok güzel de olsa yine naylondur. Hukukçularımız da şöyle demelidir; "biz de kanunlar yapıyoruz ama, Allah'ın kanunları yanında bizimki naylon olur."[11]

 

12- Onlardan önce Nuh'un kavmi, Ress eshabı ve Semud (kavmi) yalanlamıştı.

13- Ad (kavmi), Firavun ve Lut'un kardeşleri (kavmi) de (yalanlamıştı.)

14- Eyke cshabi, Tûbba kavmi. Hepsi peygamberleri yalanladılar da azabım hak oldu.

Tubba': Yemen'deki krallara verilen bir lakabdır. Tubba kavmi, Nuh'un kavmi, Lut'un yakınları yalanlamıştı1 Burada Firavun'un ilahlı-ğını kabul eden, Allah'ın kurallarını ve Tevratı reddeden insanlar Firavun'un şahsında temsil edildiklerinden dolayı da "Firavun da ahi-reti yalanlamıştı, Allah'ı yalanlamıştı" diyor Allah (c.c). Eshabı Ress: Hz. İsa'ya iman eden hristiyanları, yakan yahudiler, olduğu söylenir.[12]

Eyke halkı, Şuayb (a.s.)'m kavmidir. Eyke halkı da peygamberlerini yalanladı diyor. Allah (c.c), bütün bu yalanlayan kavimlere Rabbimin azabı hak olmuştur, yani kesin gerçekleşecektir buyuruyor.[13]

 

15- Biz ilk yaraüşda yorulduk mu (ki yeniden yaratamıyalim?) Hayır onlar bu yeni yaratışdan şüphe içindedirler.

Bu yalanlamaların temelinde, kendilerini güçlü görmeleri, akıllarıyla her şeyi kavrayabildiklerine inanmaları yatmaktadır. Kainata bakı-yorki, o kainat içerisinde ölmüş, kemikleri toz toprak olmuş insanlara bakıyorlar, onların dirilmesinin hesaba çekilmesinin mümkün olmadı­ğını kabul ediyor. Bunu Nuh'un kavmi yaptığı gibi, O'ndan sonra gelen peygamberlerin kavimleri de aynı şeyleri yapmaktadır. Rabbim; "onla­rın kalpleri birbirine benzedi" diyor.[14]

inkar; dünyanın her yerinde aynı hastalığı yapan bir mikrop gibi ne­rede olursa olsun aynı. Hangi kavmin insanına bulaşırsa bulaşsın aynı neticeyi vermektedir. Bu gün müslümanlar aleyhine verilecek bir ka­rarda dünyanın bütün dinsiz ve imansızları ortak oluveriyorlar. Mikrop aynı olunca bu gerçekleşiveriyor.[15]

 

16- Andolsun insanı biz yarattık. Nefsinin ona vereceği vesveseyi biz biliriz. Biz ona şahdamanndan daha yakınız.

Otururken kendi başımıza kaldığımız da, başımızı elimize yasladığı­mızda, yatağımıza girip başımızı yastığımıza koyduğumuzda kendi kendimizle konuştuğumuzda biz hep güzel şeyler, iyi şeyler düşüne­lim. Çünkü gönüllerimizden geçeni de Allah bilmektedir.

Gönlümüzden geçenlerden de hesaba çekilecek miyiz? Onun cevabı Bakara suresinin son ayetinde veriliyor. Allah (c.c); "gücümüzün yet­meyeceği bir yükü, bize yüklemediğini" ifade ediyor. Elimizde olmayan bir takım düşünceler gelir gönlümüze. Ondan dolayı hesaba çekilmeyiz ama kötü düşünceleri kendi istek ve irademizle hayallertdirecek olur­sak, ondan hesaba çekileceğimizi bilelim. Adam bir ömür boyu iç dün­yasında insanlığa, İslâm'a zarar vermek için hayaller kuruyor, planlar hazırlıyor. Bunlardan hesaba çekilecektir.

Rabbimiz bize bizden daha yakın veya rabbimin melekleri bize biz­den daha yakın. Rabbimiz bize bizden daha yakın derken; ilmiyle, sa-. natıyla, yaratışıyla, kısaca her şeyiyle bize bizden daha yakın. Çünkü beynimizi çalıştıran O'dur. Duyduğumuz, gördüğümüz, tattığımız her şeyleri beynimizdeki raflara koyuyoruz, lazım olduğunda oradan alıyo­ruz. Ama nereye koyuyoruz, nasıl alıyoruz bunu dahi bilmiyoruz.

Yani Rabbim bize bizden daha yakın. Bunu ifade ederken geçmişte büyüklerimiz; güneşin aynadaki durumu gibidir derler, Güneş aynanın içine sığmaz ama aynayı güneşe doğru tutarsanız güneş aynanın için­dedir ama ayna güneşe milyonlarca kilometre uzaklıktadır.

O'na yakın olmanın yolu Allah'ın emrettiklerini yerine getirmektir. Sevgili peygamberimiz; Allah'a en yakın olduğumuz yer, namazın için­deki secde halimizdir buyurmuş.[16]

 

17- Sağında ve solunda oturan iki alıcı (melek) vardır.

18- Söylediği her sözde muhakkak yanında hazır bir gözcü vardır.

Her gün iki melek tarafından kontrol altında tutulduğumuzu. Ağzımızdan çıkan her kelimenin kaydedildiğini bilelim.

Allah (c.c) bizi uyarmaktadır. Ahirette yüzümüzü kızartacak işleri yapmamaya, sözleri söylememeye ve kötü düşünceleri gönlümüzden atmaya gayret edelim.[17]

 

19- (Bir gün) ölüm sarhoşluğu gerçek olarak gelir. "İşte senin ka­çıp durduğun şey (inkar ettiğin) bu" (denir).

Ölümden hiçbir kimse kaçamamıştir. Sevgili Peygamberimiz bunu ifade ederken diyor ki; "yeryüzü tilkiye, borçlarını öde" der. Yani tilki dünyaya geldikten sonra yedi yedi, belirli bir kıvama geldi. Bir gün top­rak diyor ki; borçlarını öde.

Tilki dağdan dağa koşar, yuvasına gelir; yeryüzü derki; "borcunu öde. Kaçmaya devam ederken düşer boynu kırılır ve ölür. Biz de borç­larımızı bir gün ödeyeceğiz.[18]

 

20- Sur'a da üfürülmüştür. İşte buda azap günüdür.

21- Herkes beraberinde sürücü ve şahidle gelir.

22- Andolsun sen (dünyada iken) bundan gaflette idin. Şimdi perdeni açtık. Bugün gözün çok keskindir.

23- Arkadaşı; "işte benim yanımdaki (amel defteri) hazırdır"dedi.

24- Her inatçı inkarcıyı cehenneme atın.

25- Hayrı engelleyeni, haddi aşanı, şüpheciyi (atın cehenneme)

26- Allah ile beraber başka ilah edineni, onu şiddetli azaba atın.

Allah'ın dinini yalanlayanların Allah'ın kullarına da faydasının olma­dığını Rabbim haber veriyor.

27- Arkadaşı: "Rabbimiz onu ben azdırmadım. Ancak o derin bir sapıklığın içindeydi" dedi.

28- (Allah) buyurdu: "Huzurumda çekişmeyin. Ben size tehdi­dimi göndermiştim".

29- "Huzurumda söz değiştirilmez. Ben kullarıma zulmedici deği­lim."

Bu ayetlerde; dünyada iken birilerine uyanların, yarın ahirette uy­dukları kişilerle tartışıyor olacaklarını Rabbim bize haber veriyor.

Uyanlar diyorlar ki. "Ya Rabbi bizi bunlar sapıttılar. Bunların aza­bını iki kat ver." Arkasından gittikleri kişiler de onlara cevap veriyor­lar; "Biz sizi saptırmadık, siz zaten hak bir sapıklığın içindeydiniz" di­yorlar.

Rabbim de diyor ki; "Huzurum da kavga etmeyiniz. Ben size; "yap­tıklarınızın karşılığını mutlaka göreceksiniz" diye dünyada iken haber verdim." Bu gün ne yaparsanız yapın verilen karar değiştirilmez. Ben kullarıma zulmedici değilim. Siz kendinize zulmettiniz" diyor Allah (c.c).[19]

 

30- O gün biz cehenneme; "dok)un mu?" deriz. O'da "daha varmı" der.

Cehennemin dolmayacağım bildiriyor Allah (c.c.)[20]

 

31- Cennet, müttakilere uzak olmadan, yaklaştırılmıştır.

32- İşte bu (Rabbine) dönen, (Allah'ın hadlerini) koruyan herkes için va'dettiğimiz (cennet) dir.

33- Görmediği halde Rahman (olan Allah)'dan korkan ve (Allah'a) yönelmiş bir kalble gelen (ler içindir).

34- Oraya (cennete) selamla girin. İşte bu ebedilik günüdür.

35- Orada onlar için diledikleri vardır. Yanımızda daha fazlası vardır.

36- Onlardan önce nice nesilleri helak ettik ki, onlar bunlardan kuvvetçe daha güçlü idiler, (ölümden kurtulmak için) ülkeleri delik deşik ettiler, (ölümden) kurtulacak yer varandır?

37- Şüphesiz bunda kalbi olan veya kalb gözü görür olarak, ku­lak verenler için öğüt vardır.

38- Andolsun biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde ya­rattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.

Yahudilerin tahrif ettikleri Tevrat, Tekvin 2/1-2-3'de; "Allah'ın altı günde alemi yaratıp, yedinci günde istirahata çekildiği" görüşünü red­deder.[21]

 

39- Söylediklerine sabret. Güneşin doğusundan ve batısından önce Rabbini hamd ile teşbih et.

40- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasında O'nu teşbih et.

Namazların arkasından sünnettir diye çektiğimiz teşbihin dayanağı bu ayeti kerimedir.

41- Bağıranın (israfılin) yakın bir yerden bağıracağı gün, iyi dinle.

42- O gün gerçek "sayhayı" işitecekler. İşte bu, (kabirden) çıkış günüdür.

43- Şüphesiz biz diriltiriz, Biz öldürürüz ve dönüş bizedir.

44- O gün yeryüzü onlardan çabucak ayrılır. İşte bu haşirdir. Bu bize çok kolaydır.

45- Biz onların ne söylediklerini iyi biliriz. Sen onfar üzerine zorba değilsin. Tehdidimden korkanlara, Kur'an'la öğüt ver.

İman gönül işidir. Zorla güzellik olmaz. Silahı kâfirin başına daya-sanız, müslümanhğa zorlaşanız, O'da müslüman oldum dese, gönülden olmadığı için müslüman olmaz.

Döverek kendinizi sevdirmeniz mümkün olmadığı gibi, zorlamayla da kişiler müslüman olmazlar. Bizler cehenneme doğru koşanların önüne çıkıp yolun yanlış olduğunu, bu yolun cehenneme çıktığım söy­lemeye devam edeceğiz.[22]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/213-214.

[2] Bakara Suresinin ilk ayetine ba­kınız.

[3] Nisa 46, Maide 13

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/214.

[5] En'am 9

[6] Zuhruf 31

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/215.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/215.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/216.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/216-217.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/217-219.

[12] Furkan 37

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/219-220.

[14] Bakara 1/8

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/220.

[16] Müslim salat hadis 215

  Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/221-222.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/222.

[18] Taberani Kebir 71222h;6922

   Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/222.

[19] Bak; Ahzap 66, Mü'm'm47, İbrahim2I-22, Sad 62, Bakara!661-67

  Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/223-225.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/225.

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/225-227.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/227-228.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///