Bu sure, Medine'de
hicretin 8. senesinde nazil olmuştur. 18 ayettir,
Medine'de nazil olan
ayetler daha ziyade ahkam'a dairdir. Yani kıyamete kadar gelecek bütün
müslümanların sosyal, siyasal, ticari, ailevi, hayatlarını, uluslararası
ilişkilerini insanın tabiatla ilişkilerini, insanın, Rabbisiyle ilişkilerini,
insanın insanla ilişkilerini düzenleyen ayetlerdir. Daha çok Medine'de nazil
olmuşlardır.
Hep söylediğim bir şey
vardır. Kur'an-ı Kerim bize; kapı çalma âdabından, devlet yönetimine kadar
herşeyi bize öğretmektedir.
Hucurat suresinde de,
devlet başkanına karşı müslümanların takınacakları tavırları, ona
gösterecekleri saygıyı ortaya koyuyor.
Bu ilk ayetlerde
Sevgili peygamberimizle ilgili sahabenin davranışları düzenlenmiş, Efendimiz
vefat elikten sonra O'nun yerine geçen mü slü m ani ara karşı da aynı saygının
gösterilmesi istenmiştir. Onun yanında nasıl konuşulacak, nasıl izin alınacak,
onun görüşleri ile kendi görüşleri çatıştığı takdirde neler yapacağı konusunda
bilgiler verilmişti.
Haberleşme ile ilgili
genel kural getirilmiş. Şu anda uluslar arası ajanslar dünyanın her tarafından
haberler yağdırıyorlar. Bunların içerisinden doğru haberleri nasıl seçeceğimiz
konusunda da genel kaide getirilmiş bu surede.
Mü'minler arasındaki
düzenlenmiş topyekün insanlığın, Hz. Adem le Hz. Havva validemizden türediğini
ve insanların toprak veya renk veya kan nedeniyle birbirlerine üstünlük sağlayamayacakları
bize ayet-i kerimeyle bildirilmiştir.
İnsanlık ailesi bu
dünya sofrasında birlikde yaşarlarken hep suizanla değil, hüsnü zanla
birbirlerine karşı iyi temennilerini bildirmeleri gerektiği, bu suredeki
ayetlerde bize beyan edilmiştir.
Kimsenin kimseyle alay
edip, dalga geçmemesi ve şahsiyetinin rencide edilmemesi istenmiştir.[1]
1- Ey iman
edenler Allah ve Rasülü'nün önüne geçmeyin ve Allah'dan sakının Şüphesiz Allah
herşeyi işiten, herşeyi bilendir.
Allah ve Rasülü'nün
önüne nasıl geçeriz biz? Maddi olarak öne geçmemiz mümkün değil. Bu öne
geçmeyiniz" yasağı Ahzab suresinde ifade edildiği gibi, hiçbir mü'min
erkek veya mü'mine kadın; Allah ve Rasûlü bir konuda hükmünü verdikten sonra,
ona başka bir seçim hakkının olmadığını ifade ediyor Rabbim.[2]
Bu ayet-i kerimeyi en
güzel şekilde açıklayan bir hadis-i şerif vardır. Sevgili peygamberimiz Muaz b.
Cebel(r.a.)'ı Yemen'e vali olarak tayin ettiğinde, ona diyorki;
"Oraya varınca ne
ile hükmedersin?"
"Allah'ın
kitabıyla hükmedeceğim Ya Rasulallah" diyor.
-Peki ya Allah'ın
kitabında bulamazsan?" -Rasülü'nün sünnetiyle hükmederim Ya
Rasülullah."
-Peki Ya Rasülü'nün
sünnetinde de bulamazsan? -O zaman içtihat ederim Ya Rasulallah" diyor.
Muaz b. Cebel, kendi görüşünün önüne, önce Allah'ın kitabını sonra da
Rasülü'nün sünnetini almış oluyor. Eğer konu, her ikisinde de bulunamazsa o
zaman kendi görüşünü bildireceğini anlatıyor.[3]
Biz de genel bir kaide
vardır. "Mevrid-i nass'da içtihada mesağ yoktur" Yani nassın olduğu
yerde içtihada gerek yoktur. Bu kaide bu ayetten alınmıştır. Günümüzde buna
dikkat edeceğiz. Bozulmayı önlemenin yolu budur.
Kıyamete kadar gelecek
zamanlan yaratan Allah (c.c.) dır. O zamanlarda yaşayacak insanları yaratan
Allah'dır. Allah (c.c.) her çağın ihtiyacını bu ayetlerin lafızlarının
içerisine koymuştur. Su, sahabe tarafından abdest almak, içmek, yıkanmak,
bahçeleri sulamak için kullanılırdı. Günümüz insanı sudan elektrik üretiyor.
Geleceğin insanının ise sudan neler çıkaracağını biz bilemiyoruz.
Her çağın insanı
ayetlerden kendi çağının ihtiyacını alır.[4]
2- Ey iman
edenler, seslerinizi peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin. Farkında olmadan
amellerinizin boşa gitmemesi için birbı-rinizle bağırarak konuştuğunuz gibi
peygambere de bağırarak konuşmayın.
Arkadaşınızı
çağırdığınız gibi peygamberinizi çağırmayın. Siz arkadaşınızı çağırdığınız
gibi Cumhurbaşkanını veya başbakanı çağırabilir-misiniz? Peygamberimiz ki,
bütün krallar, padişahlar O'nun ayağını öp-seler iman ettikleri takdirde
cennete gitmelerine sebeb olur. Böylesine yüce ve kainatın efendisi olan
birisine, birbirimize hitab ettiğimiz gibi hitab etmememiz gerekiyor.
Son günlerde
televizyonlardan din adına konuşan insanların ağızlarından şöyle sözler
duydunuz ve yürekten yaralandınız. "Muhammed Peygamber " deyiveriyor.
Bunu hafife almak kasdıyla söylüyor.
Niçin böyle söylüyor?
Çünkü Muhammed (s.a.v.) diyoruz ya Bizim söylediğimizin zıddıni söylemek için
böyle yapıyorlar. "Ben salatu-se-lam getirmem. O da benim gibi bir
adam" benlik inancıyla bunu söylüyor. Rabbim'de diyor ki;
"Birbirinizi çağırdığınız gibi onu çağırmayacaksınız. Yoksa amelleriniz
boşa gidiverir." Amelleriniz boşa gider, ifadesi genelde imansızlar için
kullanılır. Yani peygamberi sıradan bir insan gibi değerlendirenlerin
amellerinin boşa gidi vereceğini Rabbim böylece haber vermiş oluyor.
Buna dikkat edelim! O,
sıradan bir insan değil. O peygamberlerin sonuncusu, kâinatın efendisi,
Allah'ın Rasulü, bize dünyamızı ve ahiretimizi tanıtan, yolumuza ışık tutan bir
insandır. O'nu canımızdan daha fazla sevmedikçe imanımızın kemale ermeyeceğini
sevgili peygamberimiz bize bildirmektedir.[5]
3- Şüphesiz
Allah Rasülü yanında seslerini kısanlar öyle kimselerdir ki; Allah onların
kalblerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için mağfiret ve büyük bir
mükafat vardır.
Günümüzde bir kısım
insanlar peygamberimizi sıradan bir şah, bir kral olarak değerlendiriyor. Ama
Öyle mü'minler de vardır ki, Allah Rasülü'nün adım anarken saygıda kusur etmez.
Allah Rasülü'nün yanında konuşurken sesini yükseltmez. İşte bunlar takva ehli
insanlardır.
Allah'a ve Rasülü'ne
imandan sonra peygamberimize saygı göstermemiz bize emrediliyor. Bu emre karşı
gelen saygısız insanlarda olmuştur.[6]
4- Odaların
arkasından sana bağıranların çoğunluğu aklı ermeyenlerdir.
5- Eğer
onlar, sen kendilerinin yanma çıkıncaya kadar sabretselerdi, onlar için daha
hayırlı olurdu, Allah afvedendir, merhamet edendir.
Peygamberimiz (s.a.v.)
insanların imah etmeleri için gece gündüz kendisini helak edercesine çalışmış
bir insan. Bu kehf suresinde belirtiliyor. (Kehfö) Sevgili Peygamberimiz
böylesine çalışıyor.
Biraz dinlenmek için
Sevgili annelerimizin yanına girdiğinde, İmanları tam olarak yüreklerine
yerleşmemiş bir kısım bedevi, peygamberimize geliyorlar. Bedeviler evin
dışından bağırıyorlar; "Muhammed!.., Muhammed!!" Zamanlı zamansız
bunu yapıyorlardı. Rabbim burada bir kural getirmiş. Allah Rasülü çıkıncaya
kadar beklemeleri istenmiştir. Evin kapısından ve penceresinden bağırılmamas;
istenmiştir. Bunlar o gün için zatına yapılıyordu.
Peki bu gün nasıl
olacak? Bu gün Peygamberimiz aramızda yok. Ama sünnetiyle var. Peygamberimizin
yanında sesimizi yükseltmemekle ilgili ayeti biz bu gün nasıl yaşayacağız?
Günümüzde de Allah'ın
(cc) adı anıldığında; "(cc)" diyoruz, Peygamberimizin adı anıldığında
da; "salatu selam(s.a.v.)" getiriyoruz.
O'nun ismini anarken,
diğer insanları anarken kullandığımız kelimeler gibi değil daha dikkatli
olacağız.
Allah'ın ayetlerini,
Rasülii'nün sünneti seniyyelerini; yer yüzüne gelmiş ve gelecek bütün
insanların, şairlerin, düşünürlerin, feylozofların, kralların, şahların sözünün
üstünde kabul edeceğiz. Hiç bir kimseyi onların önüne geçirtmemeye dikkat
edeceğiz.[7]
6- Ey iman
edenler, eğer bir fasik size bir haberle gelirse onu araştırınki, bilmeden bir
topluma sataşırsınız da, sonra yaptığınıza pişman olursunuz.
7- Bilinki
Allah'ın Rasülü içinizdedir. Eğer bir çok işte, O size itaat etseydi sıkıntıya
düşerdiniz. Ancak Allah size imanı sevdirdi ve onu gönüllerinizde süsledi.
İnkarı, fasıklığı ve isyanı size kötü gösterdi. İşte onlar doğru yolu
bulanların ta kendisidirler.
8- Bu
Allah'dan bîr Iûtuf ve nimet olarak (verilmiştir.) Allah her şeyi bilendir,
hükmünde hikmet sahibi olandır.
Peygamberimiz
Medine'de devletini kurar kurmaz haberleşme ağını da kurmuştu. Peygamberimizin
Mekke de, bu günün ifadesiyle ajanları vardı. Bizans'da, İran'da, etraf
kabilelerde ajanları vardı. Medine Devletinin lehinde ve aleyhinde olanların
tespiti yapılıyor, ona göre tavır almıyordu. Haber alma teşkilatı kurulmuştu.
Bu konuda da genel bir hüküm veriliyor.
Çağlara göre
haberleşmede kullanılan araçlar değişiyor. Günümüzde internetler, cep
telefonları, telsiz telefonları gibi. Haberleşme tekniği gelişiyor. Ancak haber
alma kanun ve kuralı değişmez. 1400 sene önceki kanunla günümüzdeki kanun
değişmez. Rabbim iman edenlere hitaben; "Size fasık biri bir haber
getirdiğinde araştırınız." diyor.
Haber kelimesinin
karşılığı olarak "Nebe" kelimesini kullanmış Rabbim. 'Nebe' önemli
bir haber demektir. "Önemli haberler size geldiğinde onu araştırınız.
Araştırmadan karar verecek olursanız, birilerine zarar verirsiniz de pişman
olursunuz." diyor Rabbim.
Müslümanlar uluslar
arası bir ajans kuracak olurlarsa, muhabirlerinin mutlak surette doğru, dürüst
yalan söylemeyen ve işini bilen, konusunda ilmi dirayeti, medeni cesareti ve haberlerinde
adaletli olan insanlardan seçilmesi gerektiğine de bu ayet işaret etmiş oluyor.
2000 yıl önce
Yahudiler Filistin'den çıkarılmışlar. 2000 yıl sonra Filistin de 194O'lı
yıllarda devlet kuruyorlar.
Devlet kurmaları da
şöyle; geliyorlar, Filistinlilerin evlerini ba'şlarına yıkmak ve evlerini
yakmak suretiyle orayı işgal ediyorlar.
Ama dünya basın
ajansları bu işgalcileri, kol kıranları suçsuz gösteriyor!!!, sapan taşlarıyla
evlerini korumaya çalışan insanları da terörist olarak ilan ediyorlar. Bunuda
basın ve yayın yoluyla ilan ediyorlar.
Cezayir'de diktatörler
insanları boyunlarından kesiyorlar ama, basın yayın organları orada
müslümanlann bu işi yaptığını dünyaya yayıveri-yorlar. Allah'tan ki, kesen
insanlardan, yani cuntanın adamlarından bazılarının vicdanı elvermiyor, Batıya
sığınıyor ve orada itiraflarda bulunuyorlar.
Diyorlar ki;
"köyleri basan askerlerdir. Köylerde insanları boyunlarından kesen şu
anda Cezayirde'ki diktatörlerdir. Artık ben dayanamaz oldum ve durumu itiraf
ediyorum." Bazı basın ve yayın organlarının yüzü birazcık kızarır gibi
oluyor. Ancak bir gün sonra yine eski yayınlarına devam ediyorlar.
Fasık'ın haberine
güven olmayacağına ama tamamende atılmayacağına Rabbim burada dikkatimizi
çekiyor. Yani fasık insan hep yalan haber yayar anlamında değil. Biz
haberlerimizi alırız. Aslında kendi haber ajansımızı kurmamız gerekir.
Yapamamışsak haberi aldıktan sonra araştırmadan, tahkik etmeden yayınlamamaya
veya karar vermemeye dikkat etmemiz gerekiyor. :
"İyi biîinki,
Allah'ın Rasülü aramzdadır." Bu sahabe için doğrudur. Ancak onlar vefat
ettiler. Ama biz bu ayeti okumaya devam ediyoruz. Peki nasıl bizim aramızda?
Getirdiği Kur'an, O'nun sünneti seniyyesi ellerimizdedir. Şu anda yaşantımızın
bir çoğu sünnete göredir. Bidat'lar da çoktur ama sünnetler de yaşıyor.
Bulgaristan'daki bir
kısım müslümanlar iki sünnetle müslüman olarak kalmayı başarmışlardır.
Birincisi; "Çocuklarını sünnet ettirme (hitan)" ikincisi; müslüman
ismi koyma.
Sünnetleri ne kadar
ihya edersek, Allah Rasülü'nün o kadar aramızda olduğunu hissederiz. Ümmetin
fesada uğradığı bir zamanda, bir sünneti ihya etmenin 100 şehit sevabına denk
olduğuna dair hadisi şerif vardır.[8]
"Eğer Allah Rasulü size itaat etseydi sıkıntıya düşerdiniz." diyor
Rabbim. Ne kadar güzel bir ifade! Ebu'1-Leys Semerkandi için söylenir.
Demişlerki; "Bir harp esnasında kafirler Peygamberimizi esir etseler,
müslümanlann üzerine doğru onu kalkan yaparak gelseler, müslümanlar Peygambere
kurşun sıkabilir mi? Ebu'1-Leys Semerkandi cevaben demişki; Peygamberinize
sorarız. O da neyi emrederse ona göre hareket ederiz," Çok güzel bir
cevap.
Günümüzde bir kısım
insanlar şöyle diyorlar; "Bugün peygamber olsaydı böyle yapardı."
Sakın bunu söylemeyin. 2000'li yıllara girereken "Peygamberim olsaydı
benim yaptığım gibi yapardı." Bu sözü söylemeyelim.[9]
Biz Allah Rasülü'nün
sünnetine çok fazla uyarsak, o zaman Allah Rasülü'nün tavırlarına benzer
tavırlar sergilemeye başlarız.
Rabbim; "Allah
size imanı sevdirdi." buyuruyor. Demekki sevgiler bile kendimizden kaynak
anmıyor. Rabbimizin bize bir lûtfu keremidir.
Rabbim; Fasıklığa ve
isyana karşı da bir iğrenme verdi. Günümüzdeki imansız kesimin, İslam'a karşı
yazdığı bir yazıyı okurken veya bir televizyon programını seyrederken, köpek
leşi görmüş gibi tiksinmeliyiz.[10]
9- Eğer mü'minlerden
iki taife bir biriyle harbederlerse, aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri
diğerine saldırırsa, saldırgan Allah'ın emrine dönünceye kadar saldırgana karşı
harbedin. Eğer Allah'ın emrine dönerse aralarını adaletle düzeltin. Adil olun.
Allah adilleri sever.
10-
Mü'minler ancak kardeştirler. O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin.
Ulah'dan sakıninki, merhamet olımasımz.
Bu ayetler;
mü'minlerin kardeş olduğunu ve aralarının bulunması gerektiğini belirtiyor.
İki mü'min gurup karşı karşıya gelirlerse, üçüncü mü'min gurubun haksıza karşı
haklının yanında yer alması gerektiğini ve hakkın yerine getirilmesini istiyor
Rabbim.
Bu ayetler aynı
zamanda, müslüman devletlerin sayısının da birden fazla olabileceğine işaret
eder denilmiştir.
Rabbimiz hiçbir şeyi
boşuna yaratmamıştır.[11]
Özellikle en güzel şekilde yaratılan insan.[12] Aslı
topraktan olduğu halde kokusuyla, rengiyle, tazeliğiyle kara topraktan ayırt
edilen menekşe, lâle, sünbül gibi, imanlı insanda kalbinde kok salan imanın,
elinde, dilinde, alnında secde, adalet, sevgi, saadet çiçekleri açmasıyla
mü'min olarak diğer insanlardan ayırt edilir.
Alemlçre rahmet olarak
gönderilen[13] Rahmet Peygamberinin
rahmet ümmetinin de çorak gönüllere yağıp, hidayet çiçeğinin açmasına vesile
olması için, buhar gibi kirlerden arınmaları, sonra birleşerek Rahmet isteyen
yerlere yürümeleri, birlikte hareket ederek, kendileri diri kalıp, diriltmeye
sebep olmaları gerekir.
Peygamber Efendimiz
"Mü'minin mü'mine olan yardımı tuğlaları birbirine yardım, eden sımsıkı
örülmüş bir bina gibidir" buyurmuştur. Ebu Musa el-Eş'ari Peygamber
Efendimiz'in bu hadisi irad ettikten sonra parmaklarını birbirine geçirdiğini
rivayet ediyor.[14]
Bugün dünyanın her
tarafına yayılan müslümanlar İslâm binasını meydana getiren tuğlalar, taşlar
gibidirler. Birbirlerine her yönden sımsıkı sarılacaklardır. Yaratılışdan gelen
zekâ, bedeni güç, sevgi, korku, cesaret gibi farklılıkları olacak, ancak bunlar
övünmeyi veya karşısındakini hakir görmeyi gerektirmeyecektir.
Bu İslâm binasına
temel taşı da gerekir, tepe taşı da gerekir. Köşe taşı da gerekir aradaki
boşlukların doldurulması için küçük taşlar da gerekir.
Kubbede
Peygamberimiz'in bayrağındaki hilâli[15]
temsil eden tepe taşının, temeldeki taşa üstünlüğü olmadığı, ikisinin de aynı
binadaki görevi paylaştığı gibi mü'minlerde övünmede değil, birbirine yardımda
yarışmalıdırlar.
İslâm binasını meydana
getiren taş ve tuğlalardan biri, işlediği günahla çatlarsa hemen onun ayıbı
örtülüp kapatılıp sağlamlaştırılmalı. Mü'min kardeşinin ayıbını örtenin ayıbını
Allah örter.[16] Günaha giren mü'mine
lanet ederek, insan ve şeytanlarına yardımcı olmamamızı ister Peygamber
Efendimiz.[17]
"Taş yerinde
ağır" sözünde de olduğu gibi, her taş kendi yerinde en büyük görevi
yapmaktadır. Ebû Zerrel-Gıfari ile Amr b. As. Hz. Ali ile Bilâli Habeşi, Halid
b. Velid ile Vahşi herbiri ayrı ayn,ama aynı binayı ayakta tutmuşlardır.
Bugün bizim birbirimiz
hakkında hoşa gitmeyen sözler söylememiz, farklılıklarımızı düşünmediğimizden,
herkesin kendi kalıbımıza göre dökülmesini, ya hep temel taşı veya hep tepe
taşı olmamızı istememizden kaynaklanmaktadır.
Bu binanın korunması
için kalem kullananlar', kılınç sallayanlar kan verenler, göz yaşı dökenler,
alınteri akıtanlar, güzelim İslâm binasına bulaşan bid'atları temizleyenler,
amelle süsleyenler hepsi aynı görevi yapmaktalar.
Cephede aslan gibi
kükreyen askerle, karargâhda harbin planını hazırlayan asker, zaferin şükür
şerbetini eşit şekilde içeceklerdir.
Aynı binanın taşları
gibi olan mü'minler velisiyle delisiyle, yazarıyla, gezeriyle, yayıncısıyla,
oyuncusuyla, işçisiyle, aşçısıyîa, amiriyle, memuruyla, bize aittir.
Çatlayanlar sıvanmalı, süslenmeli ve kınlan el yen içinde saklanmalı ve tedavi
edilmelidir.
Bu davaya gönül
verenler dünya çapında kuracakları İslâm binasının elemanlarını seçerken, temel
taşı olacaklarla tepe taşı olacakları, eşik olacaklarla mihrap olacakları iyi
seçmelidir. Bir heykeltraşm eserini taşın içinde önce görüp sonra yonttuğu
gibi, biz de insanımızı itikad, bilgi ve becerisine göre değerlendirmeliyiz.
Yirmibeş gram
ağırlığındaki bülbülden tavuk yumurtası beklenemez. Kara kargadan da bülbül
sesi beklenemez.
Bir araya gelerek
deniz fenerinin kulesi gibi olmalı. Yolunu, limanını kaybedenlere yol
göstermeli.
Deniz kenarında
dalganın geliş yönüne göre hareket eden ve her hareketinde birbirlerini yiyip
bitiren çakiltaşlan gibi olmamalı.
Fatiha Süresi'nin
okunup anlaşıldığı ve yaşandığı bir İslâm binası oluşturmalı. Yosunlar giyinen
mezar taşları gibi Fatiha dilenmemeli. Fatiha okutacak iş yapmalıyız.
Hiçbir kimse îslâmî
hizmetlerin tarihini kendisiyle başlatmamalı ve "bu dava benimle
kaim" dememeli.
Hz. Adem'le başlatılan
bu İslâm binasının son taşı olduğunu, Peygamber Efendimiz şöyle ifade ediyor:
"Benim ve benden önceki peygamberlerin meseli, güzel bir bina yapıp bir
tuğla eksik bırakan insanın meseline benzer. İhsanlar o evi dolaşıyorlar ve
bundan daha . güzelini görmedik ancak bir şu tuğla yeri eksik olmasaydı derler,
iyi bilin ki İşte o tuğla benim."[18]
Efendimiz bu hadisiyle
bize geçmişte yapılan hizmetleri takdir etmemizi, binayı yıkıp yeniden
yapmamamızı, bir gediği kapatıp güzelleştirmemizi Öğütlüyor.
Türkiye'de İslâmî
hareketler on senedir, yirmi senedir, otuz senedir, hızla ilerliyor diyenler,
kendilerinin İsîâmî hizmetlere giriş tarihini söylemektedirler ve kendileriyle
başlatmaktadırlar. İslâmî hizmetin tarihini kendisiyle başlatanlara göre,
kendilerinin ölümüyle de hizmet biter. Oysa Hz. Ademle başlayan binlerce
peygamber ve onun varislerince sürdürülen bu hizmete katılıp bir yer tutanlar,
kıyamete kadar gelecek mü'minlerin rahmet ve mağfiret dileklerinden
faydalanacaklardır.
Sırlar âleminden
gelip, sırlar taşıyıp, sırlar âlemine giden insanın, bu dünyadaki kısa
yolculuğunda, lâtif canına, kesif teni sır oluyor. Cam ile î'sır"ın
birleşmesinden ayna meydana geldiği gibi, can ile tenin birleşmesinden de ayna
meydana geliyor. Onun için Efendimiz (S.A.V) "Mümin, müminin
aynasıdır"[19] buyurmuştur. Gönül aynası
bazan kişinin kendisine ayna olur. Bazan mümin kardeşine ayna olur. Bazan da
Rabbinin sıfatlarına ayna olur.
Gönül aynası lekesiz
berrak bir şekilde dünyaya gelir. Sonra sevilmeyen ve yasaklanan her söz ve
davranış gönül aynasına konan bir leke olur. Lekelerin küçüklüğünü önemsemiyen
kişinin aynası, nasıl bir sene sonra toz tabakasından görünmez hale gelirse,
gönül aynası da kapanabilir. Gönül aynası en ufak toza bile tahammül edemez. O
daima Rahman'in rahmet damlalarıyla ve istiğfar suyuyla silinip paklanmalıdır
ki, yıldızlan içine alan teleskop gibi, kainatı içine alan gönül aynasından da
kainat rahatlıkla seyredilebilsin.
Başındaki gözle
dünyayı gören, çiçekden yalnız bal almasını bilen, onun kokusu, rengi ve
tazeliğiyle ilgilenmiyen arı gibi, dünyayı dolaşan seyyahların kitabı, imanlara
faydalı olmuştur; ancak oturduğu yerden kâinatı seyreden gönül sultanlarının
kitapları, mümine de kâfire de daha faydalı olmuştur.
Onlar, gönül
aynalarını Öylesine temiz tutmuşlar ki, bütün a'zâları ayna olmuş; Kur1 ân ve
sünnet doğrultusunda görmüş, tutmuş, işitmiş ve yürümüşlerdir. Şair:
Yok senin içün ihtiyaç
âyine-i iskender'e Gevher-i zâtında görünür her suretin misali.
Rivayete göre, çok
uzaklardaki düşmanı gösteren bir ayna Aristo tarafından yapılarak İskender'e
hediye edilmiş. Şâir burada "Sen gönlünü göz eyledikten sonra o gönül
aynasında her suret görünür. Böyle olunca da İskender'in aynasına ihtiyacın
yok" demek ister.
"Mümin müminin
aynasıdır" hadisindeki ikinci "mümin" Allah (c.c)'ın
esmâü'l-hüsnâsuıdan olan "mümin"dir demişler. Yani "mü'min,
mümin olan Allah (c.c)'ın aynasıdır," Her ayna kendi kabiliyeti oranında
yansıtır. Güneşin yedi renginden, menekşenin moru ve lâlenin kırmızı rengi
yansıttığı gibi, 99 esmâü'l-hüsnâsı olan Allah (c.c)'m bu sıfatlarından, herkes
kendi aynasına yani kabiliyetine uygun olanını yansıtır. Yavrusunu korumak için
kartala kanat çırpan serçenin bu merhameti, Rahim'den yansımadır. Aynısı
değildir. Şâir:
Sıvadan kalbini pâk et
Gönül mir'ât-ı
Rahman'dır.
Safâdan sineni çâk et
Gönül mir'aî-ı
Rahman'dır. demiş
Sevgilinin gözleri
gözlerimize yansıyacak diye gözümüzü çapakdan yüzümüzü kirlerden temizliyoruz.
Sevgili annelerimizi, babalarımızı, evlâtlarımızı, çiçekleri, böcekleri yaratan
Allah (c.c)'ın sevgisi için gönlümüzü niçin temiz tutmayalım?
Mü'min, mü'min kardeşinin
aynasıdır. Onda gördüğü, aslında kendinde olandır. Aynaya baktığımızda
aynadakinin yüzünde leke varsa o bizim lekemizdir. Kaş çatıyorsa bizim
kaşımızdır. Sırtını dönüyorsa o bizim sırtımızdır. Gülümsüyorsa o bizim
gülümsememizdir. O bizim aynamızdır. Hem aynayı, hem de âyînedârı temiz
tutalım.
Devlet de bir milletin
aynası değil midir? Yönetim, biçimi ne olursa olsun, milletin düşüncesini,
düşüncesizliğini, yiğitliğini veya korkaklığını yansıtır.
Demokrasilerde halk,
eliyle verdiği oyla bağlılığını yansıtır. Krallıklarda ise kılıncı çeken bir
kişiye bin kişi boyunlarını eğerek itaatlerini yansıtırlar. Her iki halde de
halkın devlet ve bağımlılık anlayışlarının devlete yansımasıdır.
Halk da devletin
aynasıdır. Halkda görülen iyi hasletler onun sisteminin ve o sistemin
uygulanmasının güzelliğindendir. Halk içinde görülen hırsızlık, soygun,
güvensizlik, öldürme, anarşi, yalan, iftira hastalıkları-ise, sistemin veya
sistemin uygulanışının kötülüğündendir.
Devlet ve millet
birbirine bakmalı, biri diğerindeki pisliği yok etmek için, kendisindeki
pisliği temizlemelidir.
Gönül aynası kahkahalı
aynalar gibi de olmamalı. Olduğundan büyük veya küçük göstermek de kişiyi
yanıltır.
Kâinat da insanın
aynasıdır. Tek renk gördüğümüz güneşin yedi rengini bize milyonlarca ton farkı
ile yansıtan çiçekler ile çiçeklere bu renkleri veren ve dünya yaratılalıdan
beri ısıtan ve ısıtan güneş ve onun yakıtı da, Allah (c.c)'ın Cemil ve Mukit
sıfatlarını yansıtmaktadırlar. Kişi aynasına önem verdiği gibi tabiat aynasına
da önem verir. Onun düzenini, havasını, denizini, karasını kirletmemeye önem
verir. Çünkü tabiat aynasında yansıyan bu pislikler insanın kendi pisliğidir.
Şair:
Ayinedir bu âlem her
şey Hak ile kâim
Mir'ât-ı Muhammed'den
Allah görünür dâim.
Söz ve Öz ahengiyle
bunu ifâde eder.
Birbirine bakan iki
aynanın ortasına durduğunuz zaman, hangi aynaya bakarsanız bakın, kendinizin
binlerce suretini görürsünüz. Tıpkı farz namazında, aynı safta, iki ayna
hükmündeki mü'müminin arasına durduğunuz zaman sağınızdaki ve solunuzdaki
yüzlerce mü'mini kendiniz gibi veya kendinizi onlar gibi aynı şeyi fısıldarken,
aynı hareketleri yaparken görürsünüz.
Bir meyhanedeki
ellerin aynı anda mide ve ciğerlere titrek ellerle zehir döktüğü ve herkesin
karşısındakini sallanırken gördüğü gibi...
O halde kişi hem gönül
aynasını temiz tutmalı ki, başkalarına ayna oîsun, hem de gönül aynası tertemiz
olanları kendine dost edinmeli ki, kendi hatalarını görsün.
Gönül aynasını Kur'ân
ve sünnetle her an temizleyen ve zikrullah ile cilalayan ve azalan ayna olarak
Efendimiz'in hâl ve harekâtını bize yansıtan gönül sultanlarına bakarak
güzelleşelim ve güzel ve ebedi cennet yurduna hazırlanalım.[20]
11- Ey iman
edenler, hiçbir topluluk bir başka toplulukla alay etmesin. Belki onlar
kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da kadınlarla (alay etmesin). Belki o
kadınlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kendinizi ayıplamayın. Birbirinizi kötü
lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasiklık ne kötü bir isimdir. Kim tevbe
etmezse işte onlar zalimlerin ta kendisidir.
Günümüzde açılan
hakaret davaları vardır. Bu İslam'ın getirdiği bir husustur. Kimse kimseye
hakaret etmemeli, lakap takmamalıdır.
Bu ayet toplum ve
fertlerin kişisel haklarına ahlaki düzenlemeler yapıyor. Aynı zamanda
yaptıklarımızdan pişman olup tevbe etmemiz gerektiğini anlatıyor.[21]
12- Ey iman
edenler, zan'nın bir çoğundan sakının. Çünkü zan'nın bir kısmı günahtır.
Birbirinizin ayıbını aramak için casusluk yapmayın. Bazınız bazınıza gıybet
etmesin. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? Siz bundan
iğrendiniz. Allah'dan sakının. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul edendir, merhamet
edendir.
Hüsn-ü zan; her şeyi
iyiye yorma, her şeyin iyi tarafını görmedir.
Su-i zan da; bunun tam
tersidir.
Bu zan'na bir örnek
verelim: İki arkadaş bir köşe başında durmuş karşıdan sallanarak gelen ve
elinde de gazete kağıdına sarılı bir şişe olan bir adam görüyorlar, birisi
şöyle diyor; "adama bak, akşama kadar meyhanede içmiş, doyamamış eline bir
şişe almış içmeye devam ediyor." Diğer arkadaş ise; "adam akşama
kadar ayakta çalışmış, yorgun düşmüş akşam da çocuğuna süt götürüyor." Bu
arkadaşlardan ikiside o şahsı içerken görmediler. Birisininki "hüsnü
zan," diğerinin ki ise "sui zandır." Hüsnü- zanda bulunan her
zaman sevap alır. Sui zanda bulunan ise, dediği doğru olsa bile günaha girer.
Çünkü gözü ile görmediği bir konuda karar vermiştir.
Efendimiz "gıybet
için yapılan söz denize karışsa bulandırır" buyurmuş.[22]
Gıybet rüzgârların kokusunu bile değiştireceğine işareten bir gün rüzgârda kötü
bir koku hissedilince Efendimiz "Bu koku insanların gıybetini yapanların
kokusudur" buyurmuş.[23]
Efendimize "Gıybet nedir?" denildiğinde "Kardeşiyin hoşlanmadığı
şekilde onu anmandır" buyurdu.[24]
Yani gıybet etmenin ne
kadar kötü ve iğrenç bir karşılığı olacağının ifadesidir.[25]
13- Ey insanlar,
biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Tanıdasınız diye sizi milletler ve
kabileler halinde kıldık. Şüphesiz Allah katında en değerli olanınız, takvada
en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır.
Bu ayet çağın bir
hastalığına işaret ediyor. "Irkçılık" Topraktan yaratılan insanın
birbirine hava atma hakkının olmadığını, üstünlüğün Allah'ın kurallarına uymada
yapılan yarıştan elde edilebileceğini ifade ediyor.
Irk insanın şahsi
kazancı değildir. Bununla övünemez. Kimse dilekçe verip, "ben filan yerde
filan ırktan ve falan anne babadan dünyaya gelmek istiyorum" demedi. Kendi
tasarrufu yok. Öğünmeyede hakkı yok. Kendi iradesi ve kesbiyle, kazandığı
takvasıyla sevinebilir ve Hamd eder. Lütfü ilahi için.[26]
14-
Bedeviler : "iman ettik" dediler. Deki; "siz iman etmediniz.
Ancak 'müslüman olduk* deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah
ve Rasulü'ne itaat ederseniz amellerinizden bir şey eksilt? mez. Çünkü Allah
afvedicîdir, merhamet edicidir.
15-
Mü'minler, ancak Allah'a ve Rasulü'ne iman eden, sonra hiçbir şüpheye düşmeyen,
Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar sadıkların ta
kendisidirler.
16- Deki;
"Dininizi Allah'a siz mi öğreteceksiniz? Allah göklerde ve yerde olanların
hepsini bilir. Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Rabbim bu ayetlerde
Gönüllerine iman yerleşmemiş insanların iman etmiş görüntüleriyle dünyalık elde
etmeye çalıştıklarını anlatıyor. Yani dinden dünya elde etmek istiyorlar.[27]
17- Onlar
islam olduklarını senin başına kakıyorlar. Deki; "İslamınızı benîm başıma
kakmayın. Belki Allah sizi imana kavuşturduğundan dolayı sizin başınıza kakar.
Eğer doğru söylüyorsanız?"
18- Şüphesiz
Allah, göklerin ve yerin ğaybını bilir. Allah yaptığınız her şeyi görür.
Hiçbir müslüman İslâmi
hizmetlerini çok görmesin. "Herkes benim kadar yapsaydı, yaşasaydı şöyle
olurdu" demesin. Kim ne yaparsa kendisine yapar. Karıncaya yaptığı yardım
kişinin kendisine yaptığıdır.
Kardeşinin yardımına
koşan kişi, Allah'ın yardımını kendi üzerine çeker.
Onun için İslâmî
hizmetlerimizin hiçbirini hiçbir kimsenin başına kakmayacağız. Hizmetlerimizi
dünyevi kazanca çevirmeyeceğiz. Allah'ın gözetimi ve denetimi altında
olduğumuzu hatırımızdan çıkarmayacağız.[28]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/193-194.
[2] Ahzap-36
[3] Ebu davut, Akdiye hah 11,
ayrıca şifa tefsiri 3/55, EnamS9,- 4/379 nahl
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/194-195.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/195-196.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/196-197.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/197-198.
[8] İbni Adiy zuaf 2l739, Ehu
Nuaym hilye8/200
[9] Bafc.Zuhruf 31
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/198-201.
[11] Ali imran-191
[12] Tin-4
[13] Enbiya 107
[14] Buhari kitab-ü mezalim 5
[15] teratübül İdariyye Kettani
11320
[16] Buharı 5/7
[17] Buhari 12157
[18] Buharı kitah-i menakıp
hadis-3306
[19] Ebu Davut Kitabül Edep
h.no;4918
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/201-208.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/208-209.
[22] Ebu Davud Edeb 40, hadis
4875
[23] Ahmed b. Hanbel Müsned 3/351
[24] Ebu Davud Edeb 40 Hadis 4874
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/209-210.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/210.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/210-211.