Ahkâf Suresi Mekke'de nazil olmuştur. 35 ayettir. Sevgili
Peygamberimize ve O'na iman edenlere, Mekke'li
müşriklerin her türlü baskıyı yaptıkları bir dönemde nazil olmuştur. Sahabeden
bir çoğuna baskı yapılıyor, baskılardan bir kısmı ailelerinden geliyor.
Sahabenin tamamına
yiyecek, içecek ve giyecek kapıları kapatılıyor. Ekonomik ambargo uygulanıyor.
"Şib-i Ebi Talib" denilen yerde sevgili peygamber ve O'na iman
edenler toplanıyorlar. Onlara yemek vermek, yiyecek satmak, yiyecek almak,
onlarla konuşmak Mekke müşrik devleti tarafından yasaklanıyor. Böyle bir
dönemde Sevgili Peygamberimiz (a.s.v.), kendisine kulak verecek, gönül verecek
bir yer bulurum düşüncesiyle Mekke'den çıkıp Taife gidiyor, Taif de mesajını insanlara sunuyor fakat Taiftekiler de Mekke'lileri
destekliyorlar ve daha beterini yapmaya yöneliyorlar. Taif
in çapulcularını üzerine salmak suretiyle, Sevgili Peygamberimize eziyet
ediyorlar. Bu dönemde bu sure nazil oluyor.
Son zamanlarda günümüz
müslümanları şöyle demektedirler: "Efendim;
günümüz Ebu Cehilleri Peygamberimiz zamanmdakinden daha şiddetlidirler." Peygamberimiz
buyuruyor ki; "belaların en şiddetlisi peygamberlere gelir,"[1]
Efendimiz (A.S) Kabe'de namaz kılarken secdeye vardığında, mübarek boynunun
üzerine yeni kesilmiş bir devenin işkembesini koyacak kadar alçalmış, zalim
insanlarla mücadele veriyordu. Kendisine iman etmiş bir kadının iki ayağını iki
deveye bağlamak ve iki ayrı istikamete sürmek suretiyle şehit eden, zalimlerle
mücadele etmiştir.
Neticede garibler galib gelmişlerdir. Yani
Efendimizin diliyle garib; "Yârân'ın yanında yâd
olmuş kimselerdir."[2]
Annesi, babası Mekke'nin en zengini iken müslüman
olan; müslüman olması hasebiyle yaran'ının yanında
yad kabul edilen, gurbete giden insanlar, bu davayı kazanmışlardır.[3]
1- Ha-mim.
2- Bu
kitabın indirilmesi, Aziz ve Hakim olan Alkili tarafındandir.
Harflerle ilgili bilgi
için Bakara Suresinin ilk ayetinin tefsirine bakabilirsiniz.
Rabbim Peygamberimize ve
O'na iman edenlere müjde olarak diyorki; "şu
anda zayıf görünüyorsunuz, bir derenin içerisinde mahsur kalmışsınız. Mekke'li müşrikler, sizi her an ezebilecekleri kanatindeler. Hem askeri, hem de ekonomik yönden, size
karşı üstün oldukları inancındalar. Ama Aziz vede
Hâkîm olan Allah bu ayetleri indiriyor:[4]
3- Biz
gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler i hak ile, belirli bir süre için yarattık.
Kafirler ise uyarıldıkları şeylerden yüz çeviriyorlar.
Yani hepsi bir gerçektir,
batıl değildir. Ali-İmran (191) Suresinde; "Ya Rabbi! Sen boş bir şey yaratmadın" diyoruz. Gayesiz hedefsiz hiçbir şey yaratılmamıştır.
Işık da karanlık da
bir hakikate dayanır. Rabbim tarafından yaratılmıştır ve bir hikmeti vardır.
Eğer karanlık olmasaydı aydınlığın değerini anlıyamazdık.
Her şey zıddıyla kaimdir.
Herşey belirli bir zamana kadar yaratılmıştır. Bir gün son
bulacaktır. Yani bir gün gelecek kıyamet kopacaktır.[5]
4- Deki:
"Şu Allah'dan başka çağırdıklarınızın ne
olduğunu gördünüz mü? Onlar yeryüzünden neyi yaratmışlar bana gösterin. Yoksa
onların ortaklığı gökyüzündemidir? Eğer doğru iseniz
bundan önce (indirilmiş) bir kitap veya ilmi bir kalıntı getirin.
Allah'ı bırakıp da
peşinden gittikleriniz varya; Allah'ın kitabı olan Kur'ân'a göre biz hayatımızı düzenlemeyiz, filanların
dediğine göre biz hayatımızı düzenleriz dedikleriniz varya!,
gösterin bana, onlar yeryüzünde birşey yaratmışlar
mı? Bu konuda elinizde bir kitap da, bir delil de yok.[6]
5- Allah'dan başka, kendilerine kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek
olanlara çağıran/dûa edenlerden, daha sapık kim var? Onlar, bunların
dualarından habersizdirler.
"Ey filan!"
diyor ve kendisine yardım etmesini istiyor. Ama O cevap veremiyor, çünkü Ölmüş
gitmiş. Ölmüş gitmiş insanlara bağırıp çağıranların, yardım isteyenlerin en
sapık insanlar olduğunu Allah(cc) bize haber
veriyor. Gerçek sapık, Allah'a baş kaldıran insanlardır.[7]
6- İnsanlar
mahşerde toplandıklarında, (put adamlar) onlara (tapanlara) düşman olurlar ve
onların ibadetlerini inkar ederler.
Önde gidenlerle,
arkadan yürüyenlerin kıyamet gününde birbirlerine düşman olacaklarını Rabbim
birçok ayetinde bize haber veriyor. Bu dünyada dost olanlar, ahirette birbirlerine düşman olacaklar. "Ah!, keşke
dünyada iken filanı kendime dost edinmeseydim!?. Allah'ın salih
kullan olan peygamberlerini dost edinseydim."[8]
diyerek pişmanlık duyacak ama, pişmanlık fayda vermeyecek.[9]
Onun için can bedende
iken ve bu dünyada iken tek dostumuz sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa
olmalıdır. O'nu anamızdan babamızdan ve canımızdan daha fazla sevmeliyiz. Bu
sevgi bize ahirette O'nunla
beraber olmayı sağlayacaktır. Çünkü sevgili Peygamberimiz; işi sevdiyi ile beraberdir." buyurmuştur.[10]
7- Apaçık
ayetlerimiz onlara okunduğunda, hak
kendilerine geldiğinde kafirler; "bu apaçık bir sihirdir" dediler.
Gönüllere girince
onları etkiledikleri ve onları ailelerinden ayırdıkları
için Mekke'li Müşrikler Kur'ân
ayetlerine "sihir" dir demişlerdir.[11]
8- Veya
"Onu O (Muhammed) uydurdu" derler. Deki: "Eğer onu (Kur’ânı) ben uydurmuşsam sîz Allah'a karşı, bana hiçbir
şeyle yardım edemezsiniz. O (Allah), sizin hakkında yaygara yaptığınız şeyi
daha iyi bilir. Sizinle benim aramda şahid olarak
Allah yeter. O günahları bağışlayandır, merhamet edendir.
Yani; eğer bunu ben
uydurmuş olsaydım, o zaman Allah beni cezalandırırdı ve siz de buna mani
olamazdınız diyor peygamberimiz.
Kur'ân'ı Muhammed uydurdu diyenler, Kur'ân
ile Peygamberimizin hadislerinden oluşan Buhariyi
karşılaştırsınlar. Arasındaki farkı göreceklerdir.
Allah kelamı Kur'ân kendisine şahitlik etmektedir. Şahit olarak Allah
(c.c) yeter.[12]
9- Deki:
"Ben peygamberler içinden bir türedi değilim. Bana ve size ne yapılacağını
da bilmem. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben
ancak apaçık bir uyarıcıyım."
Geçmişte nice
Peygamberler geldi. Ben de O peygamberlerden biriyim. Yoksa peygamberlik ve
peygamber bilmediğiniz ve tanımadığınız bir mesele değil. Ben Peygamberim ama
bana ve size ne yapılacağını bilmem. Yani Peygamberler gaybı
bilmezler. Allah (c.c) bildirirse bilirler. "Bana ve size ne yapılacağını
bende bilmem" cümlesi geniş bir cümledir. Yani yarının ne getireceğini ben
de bilmem. Ben bana vahyolunana uyarım."
Günümüzde en çok
ihtiyaç duyduğumuz ve uygulamaya mecbur olduğumuz ayetlerden birisi. Yarın ne
olacağını bilemiyoruz. Herkes birbirine soruyor. "Ne olacak bu memleketin
hali? "Bu sorunun cevabını vermek üzere televizyona çıkan insanlar,
"bana göre şöyle şöyle olacak" diye
başlayan ve saatler süren konuşmalar yapıyorlar. Ertesi gün çıkıyorlar tam
tersini söylüyorlar.
Biz, yarının ne
olacağını bilemeyiz. Öyleyse ne yapacağız. "Bize vahyolunana
uyacağız." Yani biz Allah'ın kitabında ne emredilmişse yaparız, nelerden
yasaklanmışsak ondan vazgeçeriz.
Yolumuza devam ederiz.
Sonu nereye varır? Onu bilemeyiz. Biz üzerimize düşeni en iyi şekilde yerine
getireceğiz. Peygamberimizin yaptığı uyarma görevini, ümmeti olarak biz de
dünyanın her yerindeki insan için yapacağız.[13]
10- Deki:
"Görüşünüz nedir? Eğer O (Kur'ân) Allah katından
ise ve sizde onu inkar ediyorsanız, Beni İsrail'den de bir sahi d; O'nun (Kur'ân'ın/Muhammed'in) benzerine şahidlik
yapıp, iman etmişken, siz büyüklük taslamışsanız (haliniz ne olur?), Şüphesiz
Allah zalim topluma hidayet vermez.
Bu kitabın Allah
katından olduğuna dair Tevrat şahitlik yapmaktadır.[14] Tevratı en iyi bilen Medine Yahudilerinden Abdullah b.
Selam buna şahitlik yapmaktadır ve iman etmektedir.[15]
Günümüzde de Avusturyalı Yahudi asıllı Muhammed Esed
de Müslüman olmuş, tefsir yazmış ve dolayısıyla Kur'ân'ın
Allah'tan geldiğine şahitlik yapmaktadır.
Zülüm devam ettiği
sürece, Allah hidayet vermez. Önce zulmü bırakacağız, sonra Allah hidayet
verecektir. Şair öyle demiş;
-Padişah girmez saraya
-Hane ma'mur olmadan.
Önce gönlümüzün
hanesini yani kalbimizi, her türlü şirk pisliğinden temizleyeceğiz.[16]
11-
Kafirler, iman edenlere dediler: "Eğer O (Muhammed'in getirdiği din)
hayırlı birşey olsaydı, onlar ona doğru bizim önümüze
geçemezlerdi (biz onlardan önce iman ederdik).
Onunla doğru yolu bulamadıkları için; "bu eski bir yalandır"
diyecekler.
Bu ayetin tefsirinde Fahreddin Razi bir olay
anlatmaktadır: "Hz. Ömer (R.A) müsîüman olmadan önce müslüman
olan cariyesini öldüresiye döver ve şöyle dermiş; "eğer bu din hayırlı
bir din olsaydı bir cariye, bir köle değil, Mekke parlementosunun
bir üyesi olan Ömer bu dine girerdi."
Aynı mantık günümüzde
de devam etmektedir: "Eğer bir gün İslâm yaşanacak olursa, onu biz
yaşarız" diyorlar. Bir başka ayette de şöyle buyurulur:
"Bizim aramızda Allah şunlara mı iyilik yapmış, onlaramı
iman vermiş?" diyor.[17]
Müşrikler iman edenleri küçük görüyorlar. Onlar hakkın yanında değil,
kuvvetlinin yamndalar.[18]
12- Ondan (Kur'ân'dan) önce de önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı
vardı. Bu, (Kur'ân) zalimleri korkutmak, iyilik yapanları
müjdelemek, (geçmiş kitapları) tasdik etmek üzere arap
diliyle indirilmiş bir kitapdır.
Rabbim, Kur'ân'ı Arapça olarak indirdiğini ifade ediyor.
Günümüzdeki tartışmalara bir cevap veriliyor.[19]
13- Şüphesiz
"Rabbimiz Allah" dedikden sonra, dosdoğru
olanlara korku yoktur, onlar üzülmezlerde.
Allah (c.c) tarih
boyunca insanları sırat-ı müstakime davet etmek için kitaplar ve peygamberler
göndermiştir. Biz de her gün okuduğumuz fatiha suresinde bu peygamberlerin
yolunu istiyoruz.
Bir insanın
korkulardan korunabilmesi ve arınabilmesi için, "Bizim Rabbimiz
Allah'tır" demesi gerekiyor.
İstikamet üzere
olabilmek için, 6 milyar insanı yaratan Allah'ın kitabına müracaat etmemiz ve
ona göre yaşamamız gerekiyor. Böyle yaparsak,
Allah'tan başka korkacağımız bir şey kalmaz.[20]
14- Onlar
cennet yaranıdırlar. Yaptıklarının karşılığı olarak orada ebedi kalıcıdırlar.
15- Biz
insana, anne ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Annesi onu zor taşıdı
ve zor doğurdu. Onun (çocuğun) (anne karnında) taşınması ve sütten kesilmesi
otuz aydır. Nihayet o olgunluk çağma varıp kırk yaşına erişince: "Rabbim
bana, anne ve babama verdiğin nimetler için, beni şükretmeye ve hoşnut olacağın
işler yapmaya şevket. Benim için zürriyetimi de ıslah et. Ben sana tevbe ettim ve ben müslümaıılardanım."
16-İşte onlar
cennet yaranı içinde amellerinin en güzeliyle kabul edeceklerimiz ve
kötülüklerinden vazgeçeceklerimizdirler. Bu va'do-lunduklan doğru bir va'ad'dir.
Kur'ân-ı Kerim'de Rabbim bir çok yerde kendisine itaatten
sonra anne babaya itaati, kendisine şükürden sonra anne-babaya teşekkürü
emrediyor. Lokman suresinde de (ayet 14) bu konuyla alakalı bir ayet-i kerime
vardır. Çünkü annesi onu 9 ay karnında taşıdı. Midesi, kalbi, kanı onun için
çalıştı. Yani anne çocuğun canına can katmak için çalıştı. Doğduktan sonra da
ona en temiz içecek olan sütü ile
besledi. İşte bu anneye itaat edilmesini emrediyor Rabbim.
Alınterini toprakla yoğurup buğdaya dönüştüren, alınteriyle çeliğe su verip, karşılığını yiyecek giyecek ve
içeceğe dönüştüren babalarımız. Ciğerinin kanını bembeyaz süte dönüştürüp bir
şelâle gibi yavrusunun ağzına akıtan analarımız, Allah ve onun Rasülünden sonra sevilmeye en layık insanlardır.
Bir çiçeğin kendi
dalını sevmesi gibidir bu sevgi. Bir dalın çiçeğini beslemesi koruması gibidir
bu şefkat.
Sonra anne en değerli
incileri boynunda taşırken yavrusunu daha mahrem ve kalbinin en yakın yerinde
severek taşıyor. Gül renkli kanını yavrusunun damarlarına akıtıyor. Allah'ın
can verdiği yavrusuna dokuz ay kan veriyor.
Gönümüzde bir kısım
kan simsarları ölmek üzere olan hastanın gözü önünde kan üzerine pazarlık
yaparlarken, bir kısım zalim diktatörler damarlarındaki kanı kara toprağa
akıtarak üretimi artırırlarken Ana,karşılıksız olarak, severek yavrusuna kan
veriyor.
Yavrusu doğunca
yemiyor yediriyor. Baba ise kuşlar gibi kazancını akşam eve getirmek ve
yavrularının sevincini paylaşmak için çırpınıyor.
Çocukken ayaklan
ayaklarımız, elleri ellerimiz gözleri gözlerimiz, dişleri dişlerimiz oluyor.
Onların bizim için
yanan yüreği üşüdüğümüz zaman sıcacık oluyor, yandığımız zaman ise serinlik
veriyor. Yananı serinleten, donam ısıtan böyle bir ateş başka hiçbir yerde icad edilmemiştir.
Kış gününde aynaya
üfleseniz kendinizi aynada göremezsiniz. Rabbimiz de "Anne ve babanıza üff bile demeyiniz" buyurur.[21]
Denizlerin
söndüremediği anne ve baba yüreğinin ateşini üff demekle
söndürenler kendisinin cehennemdeki ateşinin alevlenmesi için üfürmüş olurlar.
Müşrik anne ve babaya
bile ihsanda bulunmayı tavsiye (emir) eden Rabbim[22]
insanların gönül kapılarının ihsanla açılabileceğine işaret etmiştir.
Bu ayetten hareketle;
çocuğun ana karnında 6 aylık olunca her şeyiyle tamamlandığını da anlıyoruz.
Bu gün tıb da bunu söylüyor.
Neden bu ayette 40
rakamı zikredilmiş? Tefsircilerimiz bunu şöyle açıklamışlar. 40 yaşından sonra
insandan mazeretlerin kabul edilmeyeceğine de bu ayette işaret vardır.
Peygamberlerden bir çoğu da 40 yaşından sonra Peygamber olmuştur. Çünkü 40 yaş
her yönüyle olgunluğa erişildiği bir yaştır. Sevgili peygamberimiz şöyle
buyuruyor;"Kırk yaşma ulaşanın Allah hesabını hafifletir. Altmış yaşında
Allah dönüşü lütfeder. Yetmişine vardığında gök ehli onu sever. Seksen yaşında
iyiliklerini sabit kılar, kötülüklerini sabit kılar. O Allah'ın yeryüzündeki
esiri olur.[23] Tabiki
burada bahsedilen kişi, iman edip ameli salih işleyen
kişidir.[24]
17- Anna-babasına: "Yazıklar olsun size. (kabirden)
çıkarılmakla mı beni korkutuyorsunuz? Halbuki benden önce nice çağlar/nesiller*
gelip geçti" diyen (çocuğa) anne-babası Allah'a yalvararak: "Yazık
sana, iman et. Şüphesiz Allah'ın va'di hakdir" dediklerinde (çocuk): "Bu ancak
öncekilerin masallarıdır" der.
Bu ayet bize,
çocuklarımıza çok daha fazla önem vermemiz gerektiğini, onların yetişmesinde
ve Allah'a iman edip, onun emir ve yasaklarını yerine getirmede yapacağı
davranışın bizim sorumluluğumuzda olduğunu ifade eder.[25]
18- İşte
bunlar daha önce geçen cin ve insan ümmetleri arasında haklarında (azap) sözü
hak olanlardır. Şüphesiz onlar hüsranda olanlardır.
19-
Amellerinin karşılığının verilmesi ve haksızlığa uğratıl m amaları için
onların (mümin ve kafirlerin), her biri için dereceler vardır.
20-Kafirler
ateşe arzolundukları gün: "Siz dünya hayatınızda
bütün güzelliklerinizi giderdiniz ve orada faydalandınız. Bu gün ise yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslamanız ve yoldan çıkmanız sebebiyle alçaltici bir azapla cezalandırılacaksınız." (denir).
Ahirette herkesin durumuna göre derece veya derekeleri
olacaktır. Cennettekiler derece derece,
cehennemdekiler de dereke, dereke olacaktır. Onlara cehennemde şöyle
denilecek: "Siz bütün güzelliklerinizi dünyada bitirdiniz. Burada
azabınızı tadın." Cennettekilerde dünyada iken Allah'a olan yakınlıkları,
Onun emir ve yasaklarına uymada gösterdikleri dikkat nispetinde
derecelendirileceklerdir.[26]
21- Ad
(kavmin)in kardeşini hatırla. Hani O kavmini Ahkaf(denilen
yer)'da uyarmıştı. Ondan öncede sonrada nice uyarıcılar gelip geçmişti.
Onları: "Allah'dan başkasına ibadet etmeyin. Ben
sizin için büyük günün azabından korkuyorum!" diye uyarmıştı.
Ahkâf: Yemende Hadramut'un
kuzeyinde kumluk bir yerde, eski Ad kavminin yerleşim merkezi idi. Şimdi
girilemeyen, girenleri yutan korkunç bir kum denizi imiş.[27]
22- (Hud kavmi) dedilerki: "Sen
bizi ilahlarımızdan çevirmek içinmi geldin? Eğer
doğru söyleyenlerden isen haydi bize va'dettiğin'i
(azabı) getir."
23- (Hud) dediki: "Onun (gelecek
azabın) ilmi Allah katmdadır. Ben size gönderildiğim
şeyi tebliğ ediyorum. Fakat ben sizi cahil bir toplum olarak görüyorum."
24- Onu
(azabı), vadilerine doğru gelen bir bulut halinde gördüklerinde; "işte bu
bulut bize yağmur yağdıracak" dediler. Hayır o sizin acele gelmesini
istediğiniz şey (azap)tir. O, içinde acıklı bir azap olan rüzgârdır.
25- (Rüzgâr)
Rabbinin emriyle herseyi yerle
bir eder.
Meskenlerinden başka hiçbirşey görünmez oluverdi. İşte suçlu bir toplumu böyle
cezalandırırız.
Hz. Aise validemiz buyuruyor;
Peygamber efendimiz bir bulut gördüğünde veya bir rüzgâr estiğinde, üzüntüsü
yüzünden belli olurdu. Kavmi üzerine bir belanın gelmesinden korkardı ve bu
ayeti okurdu. (Buharı Tefsir Ahkâf) İşte Rahmet
peygamberinin davranışı. Günümüzde ise kasırga, deprem ve yangınlarda ölenler
için, günümüz yetkilileri ne yapıyor dersiniz?[28]
26- Andolsunî, onlara öyle yerleşim yerleri verdikki,
size o yerleri vermedik. Onlar için kulaklar, gözler ve gönüller vermiştik.
Onların kulakları da gözleri de gönülleri de hiçbir şekilde onlara fayda vermedi.
Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay ettikleri şey onları kuşattı.
27- Andolsunki çevrenizdeki şehirlerden bir kısmını helak
ettik. Belki dönerler diye ayetleri tekrar tekrar
açıkladık.
28- Allah'a
yaklaştırmak için Allah'dan başka edindikleri ilahlar
onlara yardım etmeli değilmiydi? Hayır onlar
(ilahlar) onlardan savuşup gittiler. Bu onların uydurageldikleri
bir uydurmalarıdır.
Ahkaf denilen yer; Yemen'de mevcut olup, bu gün kimsenin giremi-yeceği bir çöl halinde
imiş.[29]
29- Hani
cinlerden bir takımı Kur'ân dinlemek üzere sana sevket-miştik. Kur'ân'ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine)
"susun" demişlerdi. Okuma bitince uyarıcı olarak kavimlerine
döndüler.
Cinlerin Kur'an'ı dinledikleri ve iman ettikleri konusu Cin
suresinde geniş bir şekilde açıklanacaktır.[30]
30-
(Kavimlerine şöyle) dediler: "Ey kavmimiz, biz Musa'dan sonra indirilen,
kendinden öncekileri tasdik eden, hakka ve doğru yola götüren bir kitap
işittik.
Yahudi ve Hfıstiyanlardan, İslama giren
insanlar olduğu gibi cinlerden de İslama girenler
vardır.[31]
31- "Ey
kavmimiz, Allah'ın davetcisine uyun ve O'na iman edin
ki, günahlarınızı affetsin ve acıklı bir azapdan sizi
kurtarsın."
32- Kim
Allah'ın davetcisine uymazsa yeryüzünde onu aciz bırakamaz.
Ondan başka onun dostları da yoktur. Onlar apaçık bir sapıklığın içindedirler.
Geçmiş peygamberlerin
ümmetlerinden, Allah'a davete uyanların kurtuluşa erdiği gibi bizde, Allah'a
davet edene icabet edeceğiz. İnsana davet edene icabet etmiyeceğiz.
Her insanın Allah'a bağlanması için çalışacağız. Aslında bedenimizin tamamı
O'na bağlı. Yeterki biz irademizle aynı bedenimizi
Allah'a ibadet eder hale getirelim.[32]
33- Gökleri
ve yeri yaratan, onları yaratmakla yorulmayan Allah'ın Ölüleri diriltmeye kadir
olduğunu görmediler mi? Evet O herşeye gücü yetendir.
Bütün ihtişamıyla
gökleri ve yerleri yaratırken yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücünün
yeteceğini görmüyorlar mı? Allah'ın her şeye gücü yeter.[33]
34- Kafirler
ateşe arzolunduklan gün "bu gerçek değilmiymiş?" (denir) onlar: "Rabbimize yemin olsunki evet (gerçekmiş" derler. (Allah):
"İnkarcı olmanız sebebiyle buyurun azabı tadın" der.
35-
Peygamberlerden azim sahipleri gibi sabret. Onlar için acele etme. Va'dolundukları (azabı) gördüklerinde sanki (dünyada) gündüzden
bir saat kalmışlar gibi olurlar. Bu bir tebliğdir. Yoldan çıkanlardan başkası
helak edilmez.
Biz, bizi öldürmeye
gelenlere dahi dua edeceğiz. "Ya Rabbi! Bunlara
hidayet ver, bunlara acı." Ayrıca kendimizi korumasını da bileceğiz.
Zorluklara katlanan peygamberler gibi bizde zorluklara katlanacak ve
sabredeceğiz.
Bu ayetteki, "Min"i ba'ziyye alırsak,
kastedilen peygamberler; Ahzap 7, Şura 13'de
zikredildiği gibi Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (s.a.v.) 'dır. Eğer
"Min"i-beyaniyye
olursa, bütün peygamberler kasdedilir.
Allah bizlere onların
azmini, sabrım ve sebatını versin.[34]
[1] Buhari
Merza 3, Tirmizi Zuhd 57, İbni Mace
fiten23.
[2] İbni
Mace fiten bab 15, Hadis;3988.
[3] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/135-136.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/136.
[5] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/137.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/137-138.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/138.
[8] Furkan
28.
[9] Ahzap
66, Mü'min 47, İbrahim 21-22, Kaf'28, Bakara 166-167,
Sad 62.
[10] Buhari
Edep 96, Müslim Birrl 165.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/138-139.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/139.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/139.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/140.
[14] Şuara
196.
[15] Tirmizi
Tefsir Ahkaf hadis3253.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/141.
[17] En'am53.
[18] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/141-142.
[19] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/142.
[20] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/142-143.
[21] İsra
17/123.
[22] Ankebut
29/8.
[23] Ebu
Yala'dan İbni Kesir
Tefsiri.
[24] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/143-145.
[25] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/146.
[26] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/146-147.
[27] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/147-148.
[28] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/148-149.
[29] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/149-150.
[30] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/150.
[31] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/150.
[32] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/151.
[33] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/151-152.