1- Ha Mim.
2- Bu
kitabın indirilmesi Aziz ve Hakim olan Allah tarafındandır.
Bu sure Mekke'de nazil
olmuştur, 37 ayettir. Bu sure de harflerle başlıyor. Mekke müşriklerinin
peygamberlik makamım, yetim olarak büyüyen, Abdullah oğlu Muhammed'e münasip
görmemeleri, peygamberliğin; Mekke'nin veya Taif in
büyük kodamanlarına, zenginlerine gelmesi gerektiğine inanmaları, Kur'ân'ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmelerini
zorlaştırdı.
"Muhammed
uyduruyor" dediler. Bakara suresinin baş tarafındada
açıkladığımız gibi Rabbimiz "Eğer şüphe ediyorsanız buyurun sizde bir sure
getirin" diye meydan okuyordu.
Şimdi ikibinli yıllara girerken bizde bütün insanlık alemine
sesleniyoruz: "Buyurun bütün her alanın bilginlerini toplayın arap edebiyatında ödül almış insanları da çağırın.
Bilgisayarlardan vede çağın hertürlii
imkanlarından yararlanın ve Kur'ân'ın bir suresine
denk sure meydana getirin." diyoruz. Ama Bakara suresi 23.-24.
ayetlerinde açıklandığı gibi şimdi yapamazlar, ileriki zamanlarda da
yapamayacaklar.
İpek böceğinin yaptığı
ipeği yapamayıp, yapay ipek üretildiği gibi, Kur'ân'a
benzetmeye çalıştıkları da yapay şeyler olabilir.
Çünkü bu Kur'ân herşeye galib gelen, herşeye hükmeden,
hükmünde hikmet sahibi olan Allah tarafından indirilmiştir.[1]
3- Şüphesiz
göklerde ve yerde mü'minler için ayetler vardır.
4- Sizin
yaratılışınızda ve hayvanları yaratarak yaymasında, kesin iman edenler için ayetler
vardır.
5- Geceyle
gündüzün değişmesinde, Allah'ın gökyüzünden rızik
(yağmur) indirip, onunla yeryüzünü diriltmesinde, rüzgarı estirmesinde kesin
iman eden bir toplum için ayetler vardır.
Altıbin küsur Kur'ân ayetleri
kulaklarımızdan gönlümüzü aydınlatırken, Milyonlarca tabiat ayeti de beş
duyumuzdan bize Allah'ın varlığını, birliğini eşinin ve benzerinin olmadığını
gösteriyor. Ama görecek göz gerekir. Gözlerini inkar perdesiyle kapatanlar
tabiatı kedi gözüyle görürler. Kedi gözü; bülbülü bir çiğdemlik et olarak
görürmüş. İşte kafirin gözü de tabiatın tamamını öyle görür ve yaratılış
hikmeti ile yaratanı tanımaz.
Mü'min ise Kur'ân ayetlerine göre
tabiatta insanlar için yaratılanlardan israf etmeden yararlanır ve sonunda
Allah'a hamdederek tabiat seccadesi üzerinde tabiatın
sahibine şükreder.
Uzağa gitmeye gerek
yok. Yeryüzünün denizleri, gökyüzünün yıldızları, dağların çiçeklerine bakmak
ve düşünmek, gerçek bir mü'min olmaya yeterli.
İnsanlar kardan adam
yaparlar ama erir. Buzdan heykel yaparlar ama eriyip akar. Rabbimiz ise ana
rahmine düşen küçücük suya şekil veriyor. Altı milyar insana altı milyar kılık
ve şekil veriyor. Vücuduna yeryüzündeki nehirler, ırmaklar, çaylar ve
pınarlardan fazla kan damarları döşeyiveriyor. Birde yerde gezen, denizde
yüzen havada uçan hayvanlara baksa ve düşünse, hakiki mü'min
olacak ama günahları kendine perde oluyor ve çıkarları hakka boyun eğmeye engel
oluyor.
Geceyle gündüzün ardarda gelmesi de, Rabbimizin varlığını birliğini bize
anlatan ayetlerdendir. Saatlerimiz zamanla yanılıyor veya bozuluyor, pili
bitiyor. Ama dünya kurulalıdan beri geceyle gündüzün gidip gelişlerinde,
saliselik gecikme veya ileri gitme yok.!!
Yağmurların yağması,
rüzgarların esmesi, havamızın temizlenmesi yeryüzünün yeşermesi hepsi Allah'ın
varlığının ayetleridirler. Yeterki insanda akıl
olsun. Aklını inkârla, haramla, günahla karartmasın.[2]
6- İşte
bunlar Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Artık onlar
Allah ve ayetlerinden sonra hangi söze iman ederler?
İnsanlara Allah'ın
ayetlerini okuyacağız. İnkarcı birini İslama kazanmak
için Allah'ın ay ederiyle Kur'ânla tanıştıracağız.
Onlara sordukları her sorunun cevabını Kur'ân'dan
vereceğiz.
Eğer insanları
kendimize çağırıyorsak; kendi mantığımızın ürünü fikirlerimizi anlatalım. Ama
eğer İslama çağırıyorsak; o zaman Allah'ın
ayetleriyle başbaşa bırakalım. Anlamadığı veya yanlış
anladığı yerde yardımcı olalım.
Bizim fikirlerimiz;
bizim bilgimiz, görgümüz ve aklımızla sınırlıdır. Bilgisi, görgüsü ve aklı
bizden ileride olan birine bizim fikirlerimiz etkili olamaz. Ama bütün akılları
yaratan, görgülerin ve bilgilerin tamamını yaratan Allah'ın kelamıyla
karşılaşırsa Allah'ın yarattığı gönül Allah'ın indirdiği ayetle karşılaştığında
onu yüreğinin en derin yerine alır. Eğer o gönül şeytan tarafından işgal
edilmemişse.[3]
7- Yazıklar
olsun bütün yalancı günahkârlara.
8- Allah'ın
ayetleri kendisine okunduğunda işitir, sonra' hiç işitmemiş gibi büyüklük
taslayarak (inkârında) ısrar eder. İşte onu acıklı bir azabla
müjdele.
9- Ayetlerimizden
bir şey öğrendiğinde onu alaya alır. İşte onlar için alçaltıcı azab vardır.
10-
Ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları hiçbirşey ve
Allah'dan başka edindikleri dostları onlara fayda
veremez. Onlar için büyük bir azab vardır.
11- Bu, yol
gösteren (Kur'an)dır. Rablerinin ayetlerini inkar
edenler için acıklı, sarsıcı bir azab vardır.
Yalan söylemek büyük günahdır. İslâm dinini yalanlamak ise kâfirliktir. Her
kâfir yalancıdır. Çünkü Allah'ın gönderdiği elçiye "sen peygamber
değilsin. Getirdiğin kitap Allah'dan değil sen kendin
uydurdun" demekle yalancı oluyorlar.
Diline sahip olamayan
insanın, bedenine haramlar ağzından girmeye başlar. Eline sahip olamaz. Tirilyonlarca yetim hakkını zimmetine geçirir. Günahlar
sevimli gelmeye başlar.
Uyuşturucu hastasının
içtikçe kendinin ölümünü hazırladığı, ölürken zevk aldığı gibi, Şeytanın,
şeytana uşak olmuş insanların sözlerine kulak verenler; zamanla Allah'ın
ayetlerine karşı kulaklarını kapatmaya, duydukları halde duymazlıkdan
gelmeye başlarlar.
Beyninde başkalarının
fikir kusmuğunu taşıyanlar, Allah'ın ayetlerinden öğrendikleri birkaç ayeti de
aydın görünmek için öğrenirler. Önu da Kur'ân'dan okumazlar, kusmuğunu taşıdığı insanların
kitaplarında İslâmı tahkir etmek için kitabına aldığı
birkaç ayeti öğrenir ve onunla alay etmeye başlar.
Ehh.! Onlar Allah'a sırt çevirip yürürlerken kendi
etraflarına ateşden bir ağ Ördüklerinin farkında
değiller.
İnsanlık ailesinin
yolunu aydınlatan bu kitaba iman etmeyen, fikir fitilini o ilahi kaynağa
daldırmayanlar için acıklı, sarsıcı azap vardır.[4]
12- O Allah
ki, sizin için, emriyle içinde gemi akıp gitsin ve lûtfun-dan
arayasınız diye, denizi sizin emrinize verdi. Olaki
şükredersiniz.
13- Göklerde
ve yerde olanların hepsini kendi tarafından sizin emrinize verdi. Düşünen bir
toplum için bunlarda ayetler vardır.
Bu surenin 3, 4, 5 ve
6 ncı ayetlerinde tabiat ayetlerinden bahsedilmişti.
Şimdi de Hz. Nuh'dan beri
insanlığı ve insanların yükünü taşıyan gemilere dikkatimizi çekiyor Rabbimiz.
Kaldırma kanunlarını
yaratan Allah, Maddenin hacmini özgül ağırlığını yaratan Allah, insana bu
tabiat kanunlarını Öğretip, işlerini kolaylaştıran Allah(cc)'dür.
Kuşu havada uçuran,
insana uçma fikrini veren de Allah(cc).
Mü'mine düşen görev; tabiat kanunlarını keşfederek, gemiyi yapıp
üzerine bindiğinde, uçakla havada giderken Allah'a şükretmektir...[5]
14- İman
edenlere söyle : Allah'ın (ceza) günlerini bilemeyen (ahireti
inkar eden) leri afvetsinler
ki, Allah bir toplumu yaptıklarıyla cezalandırmasın.
15- Kim
ameli saiih işlerse yararı kendisi içindir. Kim de
kötülük yaparsa zararı kendisi içindir. Sonra Rabbinize döndürülürsünüz.
Nuh kavmi. Ad kavmi, Semud kavmi Lut kavmi, firavun ve
yandaşlarının başına gelenleri bilmeyen, ahiretin
gerçekleşeceğine ümidi olmayan insanlara hemen sırt çevirmek olmaz. Hz. Nuh aleyhisselam usanmadan
950 sene kavminin arasında tebliğine devam etti.[6] Bizde
bilgisizlerin ağızlarından dökülen sapık sözlere aldırmadan tebliğimize devam
edeceğiz.
İyilik yapan kendine yapar,
kötülük yapan da kendine yapar. İyiliğin ve kötülüğün karşılığı bu dünyada bile
görülmeye başlar.[7]
16- Andolsun! biz İsrail oğullarına kitabı, hükümranlığı ve peygamberliği
vermiştik. Onlara en güzel rizık vermiştik ve onları
alemler üzerine üstün kılmıştık.
17- Onlara
din işinden açık deliller verdik. Onlar aralarında haddi aşarak, ilim (Tevrat)
kendilerine geldikten sonra, ihtilafa düştüler. Şüphesiz Rabbin kıyamet günü
ihtilaf ettikleri şeylerde aralarında
hükmünü verecektir.
Hz. Musa'ya iman edenler kendi dönemlerinde yaşayan bütün
insanlar üzerine üstün kılınmışlardı. Firavun gibi kendini tanrılaştıran zalim
devlet başkanının orduları ve ekonomik gücü o iman edenler karşısında, yere
batmak, denizde yokolmak suretiyle din düşmanlığının
cezasını çektiler.
Ancak daha sonra Tevrat'ın
apaçık ayetleri varken kin ve hasetlerinden ayrılığa düştüler. Tevratı tahrife yöneldiler. Kendi elleriyle yazdıkları yahudi tarihini Tevrat diye yutturmaya çalıştılar. Hz. Muhammed (S.A.V)'i müjdeleyen ayetleri gizlemeye,
yanlış manalar vermeye yöneldiler. Ama yaptıklarının cezasını kıyamet gününde
görecekler.[8]
18- Sonra
seni emir (ve yasaklar)'dan bir şeriat üzerinde kıldık. O şeriata uy.
Bilmeyenlerin nevalarına uyma.
Şeri'at: Tarikat-ı ilahiye. Kanuni ilahi. Dinin ameliyata ait
ahkâmının hey'eti mecmuası.
Şeriatı ğarra; insanı ab'ı hayat menbaına
kavuşturan muazzam ve mübarek yoldur. (Ö. Nasuhi
Bilmen, Dini ve Felsefi ahlak lügatçe si)
Lisan-ül arap, sıhah,
Tac'ül-Arus gibi önemli
lügat kitaplarında "şeriat" kelimesi: cahiliye
dönemi araplarında su kaynağına giden yol manasında
kullanılırmış. Ama bu su, kurumayan, kesilmeyen su ise, ona giden yola
"şeriat" derlermiş.
Eğer o su yağmur
yağınca akar, yağmur durunca kesilir kurursa, ona giden yolada
"keriat" derlermiş. Kur'âıı
ayetleri de Allah kelamı olması nedeniyle ezeli ve ebedi olduğundan, insanlara
faydası hep devam edeceğinden, suyun insana hayat verdiği gibi Kur'ân'ında toplum hayatını canlandıracağından, suyun
temizleyici olduğu gibi Kur'ân ahkamınında
ferdi ve toplumu şirkden, inkardan, riyadan,
haramdan, iki yüzlülükden, fuhuşdan
temizlediği için Kur'ân'dan bize emredilen ve
yasaklananların tamamına şeriat denmiştir.
Bindortyüz sene önceki müslümanlar su'dan; içerek, abdest alarak,
yıkanarak, bahçelerini ve hayvanlarını sulayarak faydalanırlardı. Ama
"suyun faydası ancak bunlardan ibarettir" demezlerdi. Günümüz insanı
sudan elektriği üretti. Bizden sonra gelecek olanlar sudan daha nice faydalar
elde edecekler.
Kanuni ilahi olan şeriatte öyledir. Her çağın insanı, şeriatten
çağının ihtiyacını giderecektir.
Günümüzde bir kısım
insanlar "şeriat 1400 sene öncesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere Allah
tarafından koyulan kanunlardır, günümüz insanına tatbik edilemez"
diyorlar.
Bu surenin baş
tarafında Allah bizim dikkatimizi gökyüzüne, yeryüzüne, hayvanlar alemine,
geceyle gündüzün gidip gelişine, yağan yağmurlara, yeryüzünün yeşermesine,
rüzgarları evirip çevirmesine yani tabiat kanunlarına çekmişti.
Milyonlarca yıl önce
yaratılan tabiat kanunlarında bir kusur, eksiklik bulunmuyor. Fizik, kimya,
biyoloji bilginleri tabiat kanunları kusursuz diyorlar.
Milyonlarca yıl önce
yaratılan milyonlarca kanunda kusur yapmayan Rabbimiz, 1400 sene önce indirdiği
kanuni ilahisi olan şeriatinde mi kusur yapacak?
"Biz bindortyüz yıl öncesinin şeriatıyle
ikibinli yıllara giremeyiz bizim kanunumuz
değişmeli" diyenler; "biz Hazreti Adem'in içtiği suyu, soluduğu
havayı değil çağdaş su ile çağdaş hava isteriz" demiyorlar.
O suyu ve havayı
yaratan Allah, şeriatını da insan tabiatına uygun olarak indirmiştir. Bize düşen
görev Allah'ın: "O şeriata uy" emrine sarılmak ve o şeriat yolundan
Allah'ın rızasına kavuşmak ve iki cihan
saadetini elde
etmektir.
Allah'ın verdiği can
ve tenle dolaşan, Allah'ın-yarattığım yiyip içen bir kısım insanlar kanları ve
tenleri üzerinde Allah'ın hakimiyetini kabul ettikleri halde sosyal
hayatlarında Allah'ın hakimiyetini kabul etmiyorlar ve; "Toplum,
biyolojik organizma gibi kendi hukukunu salgılar" diyorlar (Milletler
arası hukuk E.F, çelik 1/47-60)
Cumhurbaşkanı,
Başbakan veya bakanlar: "Şu işi yapmak istiyoruz ama daha Önce çıkan
kanunlar ve mevzuat müsait değil, kanunu değiştireceğiz" diyorlar. İnsan
bugün kendi aklının salgıladığıyla kendine bir
kalıp hazırlıyor.
Sonra toplum bünyesi
gelişince kalıplar, kanunlar çatlamaya başlayınca, kanun kalıplarını çatlatan
geniş ufuklu insanlar cezalarla yontulmaya, kanun kalıplarına sığdırılmaya
çalışılıyor.
O kanunlar çıkarken,
bütün bir toplumun onayını da almış değiller. Yüz kişi aleyhde
oy kullanırken, yüzbir kişi lehte kullanırsa, bir
parmak farkla toplum yönlendirilmeye çalışılıyor demektir. Sonra kanunun
aleyhinde olan yüz kişi, o bir kişiyi de kendi tarafına çekince, bu sefer kanun
yeniden değişiyor.
Bugünkü kanunları
hakimler, savcılar ve avukatlar takip edemez . hale geldiler.
Şeriat ise; her zaman
ve mekanı yaratan Allah'ın ve Rasûlünün koyduğu
kanunlar olması nedeniyle, her zamana ve mekana uyar. Çocuğun cildi gibi, çocuk
büyüdükçe onu kuşatır. Doğumundan ölümüne kadar durumuna göre onu korur.
Beşeri kanunlar insan
aklının ürünüdürler. Akıl akıldan üstündür. Üstün akıllı birinin, birçok
hatasını, eksiğini bulduğu bir kanuna boyun eğmesini istemek doğru değildir.
Şeriat ise bütün insanları ve onların akıllarını yaratan Allah'ın kanunlarıdır.
Bu kanun maddeleri
iman esaslarından biridir. O kanun maddeleri olan ayetlerle ibadet edilir. Müslümanın imanı, ibadeti ve hukuku olan şeriat, o toplumda
öylesine yaşanırki, o toplumun örfü-adeti olur ve '
toplumun bütün fertleri şeriatını hava gibi solumaya, su gibi içip hayat
bulmaya başlar. "Şeriata uy onların nevalarına uyma" diyor Rabbimiz.
Vücudumuzun yönetimi
bir saniye değil bir saliseliğine bize bırakılsa bütün sistemlerimizi felç
ederiz.
Kanının akışına,
kalbinin atışına hakim olamayan biri çıkıyor ve toplumun nabzının atışını
yönlendirmeye çalışıyor. Toplum vücuduna kendi koyduğu kurallarla hakim olmaya
çalışıyor ve toplum felce uğruyor. Kadınlaşan erkekler, erkekleşen kadınlar,
uyuşturucu hastalan, Aidsliler, ingilizce
bilen, üniversite mezunu kiralık katiller, Bilgisayarla bankalardan para çalan
hırsızlar, silah sanayinden para kazanmak için ülkeler arasında harpler çıkaran
hasta siyasiler, sömürenler ve sürünenler; toplumun vücudunun neva ve hevesler
uğruna felce uğramış organlarıdır.
Kur'ân-j Kerim'de akıl 49 defa, fikir 19 defa, anlama 20
defa, şuur 27 defa türevleriyle beraber zikredilmiştir.
Allah'ın insana
verdiği en önemli nimet olan akıl'ın korunması ve geliştirilmesi için emirler,
yasaklar ve tavsiyeler vardır Kur'ân-ı Kerim'de.
İnsan, Allah'ın
verdiği akılla tabiat kanunlarını keşfetmeye devam ediyor. Allah'ın milyonlarca
yıl önce yarattığını günümüzde insan oğlu anlamaya çalışıyor.
Tabiat kitabının
tarifesi gibi olan Kur'ân-ı Kerim ayetleride
Allah'ın verdiği bu akılla tefsir edilmeye devam edilecektir.
Müctehidler ve müfessirler her çağın ihtiyacını Allah'ın kanunu
olan şeriatten çıkarmaya çalışmışlardır. Onun içindirki, fıkıh kitaplarına da "şeriat kitabı"
denmiştir.
Ancak Hanefi, Şafii,
Maliki, Hanbeli mezhebi hukukçuları ve diğer mezhep
hukukçuları; "zamanın değişmesiyle örfe dayalı ahkam değişir"
demişler ve her çağın hukukçusunun önünü açmışlar. Miadı/süresi dolmuş
haplarla insan tedavi edilemediği gibi zaman ve mekana bağlı hükümetlerle
toplumu tedavi edemez.
Güneşi yaratan, güneş
ışığı ve ısısıyla dünyayı ısıtan ve ısıtan, her bölgeye ihtiyacı kadar veren Rabbimiz'in koyduğu şeriat kanunu da; her seviyeden insanın
ihtiyacını karşılar. Yeterki biz akıl ve gönül aynalarımızı
ona yöneltelim. Aklımızla tabiatı anladıkça keşiflerimizi ilerlettikçe maddi
olarak rahatlık sağlıyoruz. Yoksa aklımızla bir karınca bile yaratamıyoruz.
Ama Allah'ın yarattığı
demiri, kömürü, oksijeni karbonu, maddenin hacmini, özgül ağırlığını tespit
ediyoruz ve Rabbin koyduğu tabiat kanunlarına uygun olarak denizde gemiler
yüzdürüyoruz, havada uçaklar uçuruyoruz, karada trenler, otomobiller
yürütüyoruz.
Aynı akılla Allah'ın
teşrii kanunlarını da anlamaya çalışır ve o kanunlar doğrultusunda sosyal,
siyasal, ekonomik, hukuk, ahlak sorunlarımıza bireysel, toplumsal ve küresel
çareler bulabiliriz. Onun içindirki, sevgili
Peygamberimiz; Kur'ân ve sünnet eczahanesinden
çareler üreten bilgin, alim, salih bir mü'min içtihadında hata ederse bir sevap, isabet ederse iki
sevap alacağını müjdelemektedir.[9]
19- Şüphesiz
onlar sana Allah'dan gelecek hiçbirşeyi
senden gideremezler. Zalimler birbirlerinin dostudurlar. Allah da müttekilerin dostudur.
Allah'ı, Rasûlünü, kitabını tanımayan, onlara iman etmeyen bir insan,
Allah'ın yarattıkları üzerinde ne kadar bilgisi olursa olsun cahillikden kurtulamaz. Bu tür bilgisizlerinde Allah
katında hiçbir değeri olmaz. Ve Allah'dan gelecek
bir şeyi engelleyemezler. Derviş dervişi, berduş berduşu dost edindiği gibi
zalimlerde birbirlerinin dostlarıdırlar. Bakara 254 ncü
ayette "Kafirler zalimlerin ta kendisidir" buyuruyor. Demekki her kâfir zalimdir. Allah'ı, kitabını ve Rasûlünü inkar etmekle kendini kendi elleriyle cehenneme
itmektedir. Kendi yavrusunu kâfir yetiştirmekle, çok sevdiği yavrusunu
elleriyle ateşe hazırlamaktadır.
Zalimler birbirlerinin
aleyhine olabilirler. Ancak Birleşmiş Milletlerde Müslümanların aleyhine
alınacak bir kararda yahudisi, hi-ristiyanı, koministi, Budisti hemen bir araya geliveriyorlar. Peki bizim dostumuz
yokmu? Allah cevap veriyor: "Allah'da
müttakilerin dostudur. Allah dostlarına ise; iki
dünyada da korku ve hüzün yoktur.[10]
20- Bu (Kur'an) insanların gözlerini açandır. Kesin olarak iman
eden bir toplum için yol gösterendir, bir rahmettir.
Altıncı ayetin
tefsirinde insanlara kendi kültürümüzün ürettiği fikirleri değil Allah'ın
kelamını sunalım demiştim. Çünkü gözle dış dünyamızı görüyoruz ama gözü
yaratan Allah'dır. Basiretimizle gönül gözümüzle iç
dünyamızı görüyoruz ama yaratıcısı Allah'dır.
İnsan çevresinin
etkisinde kalarak gönül gözünü günahlar ve inkârla perdeleyecek olursa, işte
onun tedavisi Kur'ân'dır. "Bu Kur'ân insanların gözlerini açandır" insanın, insana
tapınmasını yasaklamış.
Mekke'de binlerce
insan kendine gelmiş. "Yahu biz, şu birkaç kişinin koyduğu kurallara
yıllarca nasıl boyun eğdik. Adamlar bütün kuralları kendi çıkarları için
koymuşlar" demişler ve "biz Allah'a kulluk yaparız, kula kul
olmayız" demişler ve günde beş vakitte kırk defa; İyyake
Na'büdü = "Ancak sana kulluk yaparız" diye
de tekrarlamaktalar.
İnsanın insana karşı,
insanın tabiata karşı, insanın Rabbine karşı neyi nasıl ve niçin yapacağım
öğreten bir kitapdır.[11]
21-
Kötülükleri yapıp duranlar kendilerini ameli salih
işleyenlerle bir kılacağımızı mı zannediyorlar? Yaşamları ve ölümlerinin denk
olacağını mı zannediyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.
22- Allah
gökleri ve yeri bir hak üzere yarattı. Her nefis kazandığiyla
cezalandırılır ve onlara haksızlık edilmez.
Pislik üretenlerle
pisliği kurutanlar, îmanla aydınlanmış beyinleri yokederek
karanlıklarını artıranlarla her gönüle iman ışığı
saçanlar bir olmaz. Bunların ahiretteki karşılıkları
bir değildir. Pislik üretenleri cehennem kapacak, gönlünü imanla aydınlatanlarda
firdevs cennetlerine konuk edilecekler. Bu ikisinin
ölümleri ve yaşamları da denk değildir. Mü'min
cennetini gönlünde taşır. Yusuf gibi hapse konulsa, İbrahim gibi ateşe atılsa,
gönlünde cennetin havası eser. Ölümlerinin denk olmayacağı, Naziat suresinde açıklandığı gibi kafirlerin canları acı
çektirilerek alınır.
Göklerde ve yerde
Allah'ın koyduğu kurallar geçerlidir. Herkes yaptığının karşılığını alır.
Hiçbir kimseye zulmedilmez. Haksızlık yapılmaz.[12]
23- Hevasını kendisine ilah edineni, bir ilim üzerine Allah'ın şa-şirtttiğı, kulağına ve kalbine
mühür vurduğu ve gözü üzerine perde çektiği kişiyi gördün mü? Allah'dan sonra ona kim yol gösterecek? Hala düşünmüyor
musunuz?
Heva: Seni Rabbinden alıkoyan herşeydir.
Bu eş olur, iş olur, aş olur, arkadaş olur, çocukların olur, annen baban olur,
makam olur, unvan olur, korkuların olur, aşırı sevgilerin olur. Yani Rabbinden
seni alıkoyan herşey nevadır.
Şair:
"-Ehli tevhid olmak istersen sıvaya meyli kes
-Aç gözün merdane bak
Allah bes, baki heves,"
Diyerek ehli tevhid olabilmek için Allah'dan
başkasına meyli kes-meli çünkü Allah herşeye yeterlidir. Geri kalanlar ise hevesden
ibarettir.
Efendimizin çağındaki
kafirler Allah'a kulluğa değil de, kula kul olmaya çağırıyorlardı. Rabbimiz, En'am suresinin elli altıncı ayetinde Efendimize:
"Allah'ın dışındakilere kulluk yapma bana yasaklandı. Ben sizin
nevalarınıza uymam de" diye emir veriyor. Demekki
heva vahyin karşısına dikilen veya dikilmek istenen
kurumlar ve kurallarıdır.
Bakara suresi 120 nci ayetinde "Eğer sen onların hevasına
uyarsan, o zaman sen de zalimlerden olursun" buyuruyor. Eksik teraziyle,
doğru tartmak mümkün değil. Tartan insanın dürüstlüğü yeterli olmaz.
"Ben hiçbir şeye
inanmam, ben ateistim, tanrı tanımam" diyen insanın, kendisi gibi bir
insanı ilahlaştırarak ve onun yazdıklarını kutsal kitap gibi okumak
mecburiyetinde kaldığını görüyoruz. O ilahlaştırdığı insanda; kendisine
tapınan, kendi hevasını, kendine ilah edinen kişidir.
Bunlar ilim adına
şaşıran insanlardır. Bülbülü et gibi, gülü ot gibi gören fiziki yapısını,
kimyasal karışımını öğrenir ama o bülbülün minnacık göğsünden milyonlarca
nağmeyi vereni, o çamur yiyen gülden hiçbir fabrikanın üretemediği kokuyu
yaratanı görmez. Çünkü ilah edindiği nevası kalbine mühür, gözüne perde
olmuştur. Onların perdesini aralamak için yardımcı olmalıyız.[13]
24- Dediler
ki: "Hayat ancak şu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve diriliriz. Bizi
ancak zaman helak eder." Bu konuda onların hiçbir bilgisi yoktur. Onlar
ancak zannederler.
25- Onlara
apaçık ayetlerimiz okunduğunda : "eğer doğru iseniz babalarımızı
getirin" dediler.
26- Deki:
"Allah sizi diriltir. Sonra öldürür. Sonra kendisinde şüphe olmayan
kıyamet günü sizi toplar. Ancak insanların bir çoğu bilmezler.
27- Göklerin
ve yerin mülkü Allah'a aittir. Kıyamet günü geldiği gün batıl peşinden giden /
hakkı ibtal etmeye çalışanlar hüsrana uğrayacaklardır.
"Herşeyi
getirip götüren, diriltip öldüren zamandır" diyen arapça
ifadesiyle "dehriyyun", türkçe ifadesiyle "tabiat perest"
veya "maddepe-restler" her asırda olumuştur. Ateistler eski yunandan beri bu fikri işlemişler
ama herkes gözlerinin önünde cereyan eden bir çok olayı görüp, aklınca bir
yoruma tabi tuttuğu için bu ateistlik, dehrilik,
tabiat pe-restlik tutmamıştır.
Günümüzde etkili
yerlerde bulunan yetkili kişiler "doğanın bize hediyesi, doğanın yaptığı,
ettiği" gibi sözleri özellikle altını çizerek söylemelerine rağmen,
doğanın içinde yaşayan bu insanlarımız, özellikle çiftçi ve köylülerimiz
doğanın Rabbini tanıdı. Dehriler, ateistler, tabiat-perestler Allah'ı inkar ederken, doğayı ilahlaştırırken
hiçbir bilimsel kanıt getirememişler, kendi zanlarını ileri sürmüşlerdir.
Aynı toprağı on ayrı kab'a koysanız ve on ayrı çiçek ekseniz; Menekşeye Moru,
lâleye kırmızıyı, güle beyazı, çiğdeme sarıyı veren bu doğa, insanın yapamadığı
bu inceliği yapabilecek durumda olsaydı; insanları omuzunda
taşımaz ve üzerini kirlettirmezdi.
Elmaya tatlıyı veren,
limona ekşiyi veren, bibere acıyı veren hangi kimyagerdir.
Yeri göğü yaratan,
çiçeklerle donatanın, yağmurlar yağdırıp ölü toprakları diriltenin Allah
olduğunu, ahirette de dirilişin olduğunu açıklayan
ayetler okunduğunda "Eğer doğru iseniz babalarımızı getirin" diyorlar.
Toprağa düşen
trilyonlarca daneyi dirilten Allah'ın bu diriltişini
görüyorsunuz. Atalarınız, Hz. İsa'nın "ölüleri
Allah'ın izniyle dirilttiğini" gördükleri halde, onu öldürmeye kalktılar,
yine iman etmediler. Babaym menisinden seni yaratan
Allah, sen ölünce yine diriltecektir.
Göklerin ve yerin
mülkiyeti, otoritesi Allah'a aittir. Hiçbir kimse kaybolmaz. Batıl peşinde
koşanlar, "Mahşer günü" zararda olduklarım anlayacaklar. Ama biz
yinede bunlara acıyalım ve can boğazdan çıkmadan onları uyaralım.[14]
28- Her
ümmeti diz çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. O gün
yaptıklarınızla cezalandırılacaksınız.
29- İşte
kitabımız size doğruyu söylüyor. Şüphesiz biz yaptıklarınızı yazıyorduk.
30- İman
edip, ameli salih işleyenlere gelince; Rableri onları
rahmetine koyar. İşte apaçık başarı budur.
31-
Kafirlere gelince; ayetlerim size okunduğunda, hemen büyüklük taslayıp suçlu
bir toplum olmadınız mı?
Mahşer günü Rabbin
huzurunda diz çöküp yalvarmanın faydası olmayacaktır. Bu dünyada iken Kıyam,
Rükû ve Secdeye varanlar, diz çöküp Rabbe yalvaranların; ahirette
alnı ak, yüzü pak olacaktır.
Söylediğimiz her
kelimenin, yaptığımız her işin yazıldığım hatırımızdan çıkarmayalım. Kamerayla
hayatımızın filme alındığını düşünelim ve ona göre hareketlerimizi kontrol
edelim.
Allah'ın ayetlerinden
kendi koyduğumuz kuralları daha iyi ve güzel görerek, büyüklük taslamaya
çalışmayalım. Bu suçların en büyüğüdür ve cezası ebedi cehennemdir.[15]
32-
"Allah'ın va'di hakdır,
kıyamet gününde şüphe yoktur" denildiğinde siz: "Kıyamet saati
nedir? Biz bilmiyoruz, o bir zandır sanıyoruz ve biz kesin olarak
inanmıyoruz" demiştiniz.
33-
Yaptıkları şeylerin kötülükleri onlara göründü ve alay ettikleri Şeyler onları
kuşattı.
34- Onlara
denildi: "Sizin bu günü (dünyada iken) unuttuğunuz gibi, biz de sizi (azabda) unuturuz. Yeriniz ateştir. Size hiçbir yardımcı da
yoktur.
35- işte bu
Allah'ın ayetlerini alaya almanız ve dünya hayatının sizi aldatması
sebebiyledir. Bu gün ateşden çıkarılmazlar ve
onlardan özür de kabul edilmez.
Kıyamet ve ahiret üzerinde ısrarla duruluyor. Çünkü çok önemli, sonu
gelmez senelerde kalacağımız yer orasıdır. Önemine binaen çokça ahiret inancı tekrarlanıyor. Ahirete
inanmayanlar zanla hareket ediyorlar. Ama yaptıklarının kötü olduğu, alaya
aldıkları İslâmî değerlerden dolayı, ateş çemberine
alındıklarında gerçeği Öğrenecekler ama fayda vermeyecek.
Allah'ı ve ahireti bu dünyada iken unutanlar; ahirette
cehennemde unutulmuş muamelesi görecekler ve cehennemde sonsuza değin kalacaklar.
Dünya süsüne
aldananlar, dünyada ebedi kalacağını sananlar, Allah'ın ayetlerini alaya
alanlara, ahirette tevbe
fırsatı verilmez.[16]
36- Hamd,
göklerin Rabbi, yerin Rabbi, alemlerin Rabbi Allah'a aittir.
37- Göklerde
ve yerde büyüklük yalnız Ö'nundur. O herşeye gücü yetendir, Hakimdir.
Biz, yer tanrısı, gök
tanrısı, hayır tanrısı, şer tanrısı, yahudilerin tanrısı
gibi ilahlara tapmayız. Yerin Rabbi, göğün Rabbi, bütün alemlerin Rabbi Allah'dir deriz ve O'na hamdederiz.
Çünkü gökleri ve yeri O yarattı. O'ndan büyük yok. Herşeye
galip herşeye hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi
olandır. Bu inanca sahip kılan Allah'a hamdolsun.[17]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/115-116.
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/116-117.
[3] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/117-118.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/118-119.
[5] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/119-120.
[6] Bak Ankehut
14
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/120-121.
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/121.
[9] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/121-126.
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/126.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/126-127.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/127-128.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/128-129.
[14] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/129-131.
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/131-132.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 7/132-133.