FUSSİLET SÛRESİ 2

 

 


FUSSİLET SÛRESİ

 

Bu sure Mekke'de nazil olmuştur. "Secde Suresi" diye de isimlendi­rilmiştir. Üçüncü ayetinde geçen "Fussilet" kelimesinden harektele de "fussilet Suresi" adı verilmiştir. 54 ayettir.[1]

 

1)- Ha, Mim.

Bu sureye "Ha, Mîm" diye başlanmaktadır. Bu tür harflerle başla­yan 29 sure vardır. Bu harflere "Huruf-u Mukatta" denildiğini daha önce söylemiştik. Yine konu hakkında daha geniş bilgi için Bakara Suresinin baş tarafına bakınız.[2]

 

2)- (Bu kitap) Rahman ve Rahim tarafından indirilmiştir.

Bu ayette Rabbim kendi esmasından, "Rahman" ve "Rahim" ismini bir arada zikretmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (sav); kendisine peygamberlik verildiği an­dan itibaren hep, "insanların nasıl kurtuluşa ereceğini!?" hayal etmiş ve düşünmüştür. İlk önce Hatice validemize açmış konuyu ve O'da he­men kabul etmiş. Çünkü canı gibi sevdiği O insanın hiç yalan söyle­mediğini ve bu konuda da yalan söylemiyeceğini bildiğinden, hemen iman etmiştir.

Bu iki insan; bütün dünya insanının müslüman olması için yürüyüşe geçmişlerdir. İslam'ı günümüz insanına anlatırken bizler, kendi aklımızın sınırları içerisinde, bazı şeyleri hayal ederek anlatma tarafına gitmeyelim. Bizim aklımızın güzel gördüğü şeyler, bir başkasına göre çirkin olabilir, yanlış çıkabilir. Biz onlara, Sevgili Peygamberimizin yaptığı gibi Kur'an-ı Kerim'i okuyuverelim. Tabiki anlamıyla beraber, tefsirini oku­yacağız.

Günümüzde de İslâmi çalışmada bulunanlara, Peygamberimize yapı­lan tekliflerin ayılısı yapılmaktadır.

Allah (cc) Firavun'un sarayında Musa (as)'yı beslemiştir. Bazı in­sanlarımız bir konuda yanılıyor. "Dünyanın her tarafında İslâmi hizmet verdiğini" ama "kendisini gizlediğini" söyleyenler; "biz Firavun'un sa­rayındaki Musa gibiyiz" diyorlar. Ama şunu iyi bilsinlerki; Musa (as) Firavun'un sarayında ölmedi.

Musa (as) kendisine peygamberlik verildiği günden itibaren; "Fira­vun'un sarayında bir eli yağda, bir eli balda yaşamaktansa, çölde hür yaşamayı tercih ederim" dedi ve bir damla su düşmeyen, ot bitmeyen, Tih Sahrasını mesken edindi. Rabbim orada, onu mahrum bırakmadı. Bıldırcın etlerini oraya indirdi, oraya yağmurları indirdi, kayalardan su çıkardı ve kudret helvası ile besledi.

İşte bu Kur'an, Rahman yani merhametli olan Allah (cc) tarafından indirilmiştir.[3]

 

3)- Bilen bir toplum için ayetleri açıklanmış, arapça bir kitaptır.

4)- Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (indirilmiştir). Fakat onların bir çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar duymazlar.

Ayetleri açıklanan bir kitap. Arapça olarak indirilen bir kitap!.

Açık ayetleri vardır. Çünkü bir ayet, başka bir ayet tarafından açık­lanmıştır.

Çağımızın eczahanesi Kur'an-ı Kerim'dir. Bütün hastalıklarımızın de­vası Kur'an-ı Kerim'dir. 114 Sure eczahanedeki 114 raf gibidir. 6 bin kü­sur ayeti kerime de raflardaki ilaçlar gibidir. Her derdin devası vardır.

Bu Kur'an, bizi müjdelemek için geliyor. Kur'an; "İnsanlar ölünce yok olmayacak" diyor. Cenneti bize müjdeliyor. Bu dünya hayatını tertemiz olarak bitirenler, toprakta yok olup gitmeyecekler, cennette ebedi bir hayatı en güzel şekliyle yaşayacaklar.

Bu dünyada her türlü pisliği işleyenlerin cehenneme gideceklerini, uyarmak için bu Kur'an-ı Kerim'i gönderdiğini söylüyor. Rahman ve Rahim olan Allah (cc) kullarına acıdığından bu Kur'an-ı Kerim'i göndermiştir.

Ama insanların bir çoğu Kur'an'dan yüz çeviriyorlar, onlar Kur'an'ı dinlemiyorlar.

Günümüzde de Kur'an'ı dinlemiyenler var. Kendileri Kur'an'ı dinle­medikleri gibi dinleyenlere de diyorlarki-, "dinlerseniz gözlerinizi çıkar­tırız, siz de kulaklarınızı kapatacaksınız !!!"[4]

 

5)- Dediler ki; "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz ka­palıdır. Kulaklarımızda ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. (İstediğini) yap, şüphesiz biz de yapacağız.

Diyorlarki; "bizim kalplerimiz kılıflıdır." Yani senin söylediklerin, bizim kalplerimize girmez. Kulaklarımızda bir ağırlık vardır. Senin de­diklerini kulaklarımız duymaz. Seninle bizim aramızda bir perde var.

Maddi duvarlar. yıkmak kolaydır. Ama yüreklerdeki duvarları y,k-mak çok zor bir iştir. Çin şeddi yıkılabilir ama insanların gönüllerindeki perdeyi yırtmak, o insan razı olmadığı sürece- mümkün değildir. "Sen yapacağım yap, biz de yapacağımızı yapacağız" derler:[5]

 

6-) Deki; "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek ilah olduğu vahyolunuyor. Artık ona doğru yönelin, O'ndan ba­ğışlanma isteyin. Müşriklerin vay haline."

De onlara; "Sizin gibi ben de bir insanım." Ama farklı olan bir şey var. "Sizin ilahınız bir tek ilah" diye bana vahyolunuyor. O'na doğru, yolunuzu düzeltiniz. O'ndan af talebinde bulununuz, yazık (şirkleri se­bebiyle) müşriklere.[6]

 

7-) Onlar zekatı vermezler ve onlar ahireti de inkar ederler.

Burada müşriklerin bir tarifi de yapılıyor. "Onlar zekatlarını vermez, onlar ahireti inkar ederler."

Şirk koşmak: Allah'ı inkar etmek anlamına gelmez. Müşrik olan kişi, Allah'ın varlığını kabul eden kişidir. Ancak; "Allah yeri göğü yaratmış­tır, çiçeklerle donatmıştır ama işi bize bırakmıştır. İnsanları soymayı, istediğimiz gibi yönetmeyi Allah bize bırakmıştır. Biz istediğimiz gibi insanları yönetiriz, istediğimiz insanı zengin ederiz, istediğimiz insanı da fakir ederiz." diyenlerin mantığının da şirk olduğunu anlıyoruz.[7]

 

8-) Şüphesiz iman edip amel-i salih işleyenler için tükenmeyen mü­kafat vardır.

İman edip ameli salih işleyenler için kesintisiz mükafatlar vardır.

Yani cennette kesintisiz mükafatlan vardır.[8]

 

9-) Deki; "Siz yeryüzünü iki günde yaratanı mı inkar ediyor ve O'na ortaklar ediniyorsunuz? İşte O, alemlerin Rabb'idir.

10-) O Aîlah yeryüzünün üstüne dağlar yerleştirdi. Orada bereket­ler verdi. Orada isteyenlere ayırım yapmadan dört günde rizıklannı takdir etti. .

11-) Sonra duman halindeki semaya yöneldi, gökyüzüne ve yer yüzüne; "isteyerek veya istemiyerek gelin" dedi. On!ar; "isteyerek geldik" dediler.

12-) Bunun üzerine iki günde yedi kat semayı yarattı. Her gökyü­züne görevini vahyetti. Biz dünya semasını yıldızlarla süsledik ve ko­ruduk. İşte bu her şeyi bilen, her şeye gücü yeten'in takdiridir.

"Yer yüzünü iki günde yaratan Allah'ı mı inkar ediyorsunuz siz?" Allah (cc) bütün bu yer yüzünü iki günde yarattığını ifade ediyor. Yer yüzü ve gökyüzü Allah'a itaat ediyorlar. Bunu ayetten anlamak­tayız. Biz de onlara iştirak edelim ve Allah'a itaate devam edelim.[9]

 

13-) Eğer yüz çevirirlerse onlara deki; "Ben, Ad ve Semud'un yıl­dırımı gibi bir yıldırımla (başınıza düşmesin diye) sizi uyardım."

14-) Hani onlara önlerinden ve arkalarından "Allah'dan başka­sına kulluk yapmayın" diye Peygamberler gelmişti de onlar "Rabbimiz dileseydi melekleri indirirdi. Biz sizin kendisiyle gönde­rildiğiniz şeyi inkar ediyoruz" demişlerdi.

15-) Ad kavmi haksız yere kibirlendiler ve "bizden daha güçlü dm var?" dediler. GÖrmüyorlarmı? ki, onları da Allah yarattı. O, ınlardan daha güçlüdür. Onlar ayetlerimizi inkar ediyorlardı.

16-) Bu dünya hayatında rüsvaylık azabını tatsınlar diye biz de uğursuz günlerde üzerlerine dondurucu kasırga gönderdik. Ahiret azabı ise daha fazla rüsvay edicidir. Onlar yardımda olunmazlar.

Allah (cc) göklerin ve yerin, ayrıca göklerde ve yerdekilerin de ya­ratıcısı olduğunu, yeryüzüne dağları diktiğini ve dağlarda ve ovalarda çeşitli nimetler bitirdiğini bize haber verdikten sonra, geçmiş ümmet­lerden de iki ümmetin durumunu bizim gözümüzün önüne getirerek, "Ad ve Semud" kavminin helakini ani atıveriyor.

Ayet-i Kerimeler 1400 sene önce Sevgili Peygamberimize (sav) Mekke'de nazil olur. Ayeti dinleyen o mü'min insanlar yüreklenirler. Mekke'lilerin her türlü baskıyı yaptığı ve baskılarından da kendilerince netice alabildikleri bir dönemde, bu ayetler nazil olunca; müminler kendi kendilerine yüreklenirler. Cesaretleri biraz daha artar.

Zaten gönüllerinde ışıl ışıl parlayan imanları var. Bedenleri arada bir kafirlerin zulümlerine karşı direncini yitirmiş, fakat inen ayetler mü'minleri tekrar cesaretlendirip yüreklendiriyor, güçlendiriyor.

Biz bu ayetleri, Kur'an bize nazil olmuş gibi okuyacağız. Geçmiş toplumlardan Ad ve Semud, kendilerine Peygamber olarak gönderilen Salih ve Hud (as) 'in mesajına kulak tıkamışlar, peygamberlerinin ağ­zım kapatmaya, onları yok etmeye yönelmişler.

Yeryüzünü ve gökyüzünü yaratan Allah'ın, yarattığı insanlar üze­rinde hakimiyetini kaldırıp, yaratılmış olarak kendilerinin hakimiyetini kurmaya yönelmişler ama, Rabbim bize Kur'an-ı Kerimin'de; "Eğer Allah size yardım edecek olursa, size galip gelecek hiçbir kişi ve hiçbir kurum yoktur." şeklinde haber Vermiştir.[10]

Bu bölümde de Ad ile Semud'un helakini anlatıveriyor.

"Onlara peygamberler geldiğinde onları yalanlarlardı. Halbuki pey­gamberler onlara şunu söylüyorlardı"

-Allah'tan başka hiçbir ilah edinmeyin

-Allah'tan başkasına kulluk yapmayın,

-Allah'tan başkasının sözlerini tutmayın. (Allah'ın emirlerine muhalif sözleri tabiki)

"Onlar şöyle diyorlar. "Bize bir melek inmeli değilmiydi? "Allah di­lemiş olsaydı üzerimize melek indirirdi" diyorlar. Biz sizin gönderildiği­niz o şeyi inkar ediyoruz" Yani, Allah bize keşke melek indirseydi. Senin peygamberliğini tasdik edecek veya bu mesajları bize getirecek kişi melek olsaydı diyorlar.

Bu, Kur'an-Kerim'de birkaç defa tekrarlanmaktadır. Rabbim onlara cevap veriyor." Eğer melek olarak indirseydik, meleği de sizin görme­niz için mutlaka insan suretine sokacaktık. O zaman yine inkâra yöne­lecektiniz " diyor.[11]

"Ad ve semud" kavminin helaka uğramalarının birinci sebebi, kendilerini büyük görmeleri, kibirlenmeleridir. Çağımızda da inkar edenler" ben ateistim" diyenler veya "Allah'a inanırım da peygambere inanmam" diyenler, kendini Allah (c.c.)tan büyük görenlerdir. Kur'an'm ifadesiyle müstekbirdirler.

"Haksız yere Ad kavmi müstekbirliğe özendi" Yani kendisi büyük olmadığı halde büyüklenme arzusunda bulundu Kime karşı büyüklenecek? Allah'a karşı büyüklenecek. Olur mu? İnsan Allah'a karşı büyükle-nirmi? Öyle bir şey olmaz.

İnsan doğuyor, ölüyor. Doğumla ölüm arasında ihtiyarlıyor, hastala­nıyor. Bu adamın insanlara karşı büyüklenmesi mümkün de Allah'a karşı büyüklenmesi mümkün değil, demeyiniz. Kişinin insanlara karşı büyüklenmesi büyük günahtır. Ama kafirliği gerektirmez Ama kişi Allah'a karşı büyüklenecek olursa o zaman kafir olur. Peki bir insan Allah'a karşı nasıl büyüklenebilir?

-"Vallahi.! Allah (c.c), peygamber böyle demiş ama, günümüzde filan adam söylediklerinde daha haklı, daha gerçeğe yakın olanı söy­lemiş, daha güzel olanı söylemiş, ben peygambere uymam filan'a uya­rım" demesi o filanı peygamberin üstünde görmektir. Veya ben pey­gamberden daha güzelini söylüyorum" diyorsa kendini O'nun üzerinde görmek demektir. İşte bu istikbardir. Ve buda küfrü gerektirir

Geçmiş toplumların peygamberlerini yalanlamalarının temelinde bu halet-i ruhiye vardır. Hatta Mekke'lilerin Hz. peygamberimize bir iti­razları vardır. 'TYani Allah peygamber gonderecekse niye seni gön­derdi? Mekke'nin ve Taif in ileri gelenlerinden iki büyük adamdan birini göndermedi de, peygamber olarak senin gibi fakir birinimi gönderdi?'

Bunu söyleten nedir? Bunu söyleten, halet-i ruhiyeleri ve kültür yapılarıdır. Çünkü onların kültür yapılarını oluşturan iç dünyaları; haklı­lığın güçle olacağını, kim güçlü ise onun haklı olduğuna inanmışlardı. Halbuki biz, hak bizzat kendisi güçlüdür" diye inanırız. Niye? çünkü "Hak", Cenabı Hak'tan gelendir. Hak'tan gelen de en güçlüdür.

İnkarları sebebiyle Allah (c.c.) bu toplumları, göndermiş olduğu çok şiddetli rüzgarlarla, bir başka ifadeye göre çok soğuk, bir diğer ifadeye göre de çok sıcak esen rüzgârlarla, helak etmiştir.[12]

 

17-) Semud'a (Kavmine) gelince biz onlara yol gösterdik, onlar ise körlüğü doğru yola tercih ettiler de, yaptıklarının karşılığı olarak al-çaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi.

Semud'a gelince; Allah (c.c.) bu kavme hidayet rehberi olarak pey­gamber gönderiyorama onlar hidayeti değil, gönül gözlerini açmayı de­ğil, gönül gözlerini kapatmayı tercih ediyorlar. Gözlerini İslam'a kapatı-veriyorlar. Gözünü kapatan ise kendisine zarar verir.

Bu dünyada kendilerini alçaltan bir azabı tatmışlar, ahiretde de ay­rıca cehennem azabıyla karşı karşıya geleceklerdir. Kabirlerinde de azab çekmeye devam ediyorlar.

Allah (c.c.) bu kavimlerin cezalandırıldım bize niye bildiriyor? Bizi yüreklendirmek için. O günün kafirleri, sayıları çok olmasına rağmen, Allah'ın peygamberi ve Ona iman eden bir avuç mü'mini yok edebilecek­lerini ve kendi küfürlerinin devam edebileceğini zan ediyorlardı.

Neticede kafirler mağlub oldular. Peygamberler davalarını devam et­tirdiler. Kur'an-i Kerim de çok tekrarlanan bir cümle vardır; "Sonuç müttakilerindir."[13]

 

18-) İman edip, muttaki olanları kurtardık.

İman edenleri ve Allah'tan-sakınanları biz kurtardık buyuruyor. Yani onların iman etmeleri karşılığında Allah(cc) karanlığa düşmekten kurtanverdi.[14]

 

19-) (Kıyamet) günü Allah düşmanları ateşde toplanırlar ve hepsi hapsolunurlar.

"Mahşer gününde Allah (c.c), Allah düşmanlarını ateşte toplar. "Veya ateşe atılmak üzere Allah (c.c.) onların hepsini bir araya getirir. Ve onları gidecekleri yerlere dağıtır"

Bu dünyada azabı taddıkları gibi ahirette de azabı tadacaklardır. Bu ayetleri okumaktan zevk alan insanlar değiliz. Yani cehennem­liklerin yanmasını duymak ve yanacaklarını ifade eden ayet-i kerimeleri okumaktan zevk alan insanlardan değiliz. Allah'ın kelamıdır bunlar. Rabbim; bizi uyarmak ve bizim de uyanda bulunmamız için bu ayetleri indirmiş.

Biz bu ayetleri okuduktan sonra uyarma görevini üstlenmek için ayetleri okuyoruz. Can bedenden çıkmadıkça herkesten ümitvanz. Yani uyarılacak insanlar arasında ayrım yapmak yok, kim ateşe doğru gidiyorsa önüne geçeceğiz.[15]

 

20-) Oraya geldiklerinde kulakları, gözleri ve derileri; yaptıkları hakkında aleyhde şahidlik yapacaklar.

21-) Onlar derilerine; "Niçin aleyhimizde şahidlik yaptınız?" der­ler. Onlar da (kendi derileri, dilleri ve kulakları); "herşeyi konuştu­ran Allah, bizi de konuşturdu. Sizi ilk önce yaratan O'dur. Ve siz O'na döndürüleceksiniz" derler.

Mahşer yerinde Allah düşmanları toplandıklarında, günahlarıyla karşı karşıya gelince bazıları itiraz da bulunacaklar; "Ben bu günahları işlemedim" diyecekler. O zaman onların kulakları, gözleri ve derileri onların aleyhinde şahitlik yapacak.

Onlar biz dünyada beraberdik, cehennemde de beraber yanacağız niye şahitlik yapıyorsunuz? dediklerinde, Diyecekler ki; herşeyi konuş­turan Allah, bizi de konuşturdu.

El ve ayak nasıl konuşur? demeyin. Diliniz nasıl konuşur? Diliniz de sizin vücudunuzdan bir parça değilmi? Konuşma özürlü(dilsiz) olan in­sanlarımız vardır. Onların dili yok mu? Onların dili var. Bu et parçası onların da ağzında var ama konuşamıyor.

Allah (c.c.) dile konuşma özelliğini vermiş o da konuşuyor. O Özel­liği alacak olursa konuşamaz..

Ölümlü olan biz insanlar, (teyb ve video kasetindeki şeritler gibi) bir şeridi konuşturabiliyorsak, Allah (c.c) elimizin çizgilerini daha iyi konuşturur.

Elimizin çizgilerine kötülüklerin kaydedilmemesine dikkat edeceğiz.

Avrupa'ya imanı, Kur'an'a imandan fazla olan bir kısım insanlar, toprak olmuş bir insanın dirilmesini aklına yatıramadığından; "Efendim mahşer yerinde ruh dirilecektir, beden, dirilmeyecektir." diyerek,

Ahireti inkar etmiyor ama "ruh" cennet veya cehennem hayatını yaşa­yacak diyorlar.

Yani cehennemdeki azab ruhani olacak. Cennetteki nimetlerime de ruhani olacak, işte böyle düşünenlere bu ayet bir cevap vermiş oluyor.[16]

 

22-) Kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin aleyhinize şahitlik yapmasından (çekinip) gizlenmiyordunuz. Ancak, yaptıklarınızın bir çoğunu Allah bilmiyor zannediyordunuz.

23-) İşte Rabbiniz hakkındaki bu zannınız sizi alçalttı da, hüsrana uğrayanlardan oldunuz.

Rabbim bizi bu dünyada uyarıyor. "Kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin sizin aleyhinizde şahitlik yapmasından sakınmıyordunuz" "Siz zannediyordunuz ki; yaptıklarınızdan Allah(cc) haberdar değil!!"

Ancak bu kötü zanlarınızla karşı karşıya geldiniz, o kötü zanlannız sizi aşağılara cehennemin en alçak yerlerine doğru attı. Kendi zanlan­nız sizi alçalttı. Ve hayal kırıklığına, zarara uğrayanlardan oldunuz. Kendi anlayışınız, kendi kanaatleriniz kendinizi alçalttı.[17]

 

24-) Eğer dayanabilirlerse onların yeri ateştir. Af talebinde bulun­salar da affedilenlerden değildirler.

"Eğer sabredebilirlerse onların durağı ateştir." Dünyaya geriye ge­lip dünya da tekrar İslam'ı yaşamak isteyecekler ama asla geri geti­rilmeyeceklerdir.[18]

 

25-) Onlara yardakçılar musallat ederiz de, onlara yaptıklarını ve yapacaklarını güzel gösterirler. Kendilerinden önce gelip geçen cin ve insan toplulukları içinde (azap) sözü onlara hak oldu. Şüphesiz onlar hüsranda oldular.

Onlara arkadaşlar musallat edilerek, Kötü arkadaşlarla çepeçevre kuşatılırlar. O kötü arkadaşları, onun yaptıklarını kendisine süslerler. Yani birbirlerini saptırırlar.

Rabbim onların; "Ah ben ne yaptım. Keşke filan adamı kendime ar­kadaş seçmeseydim. Peygamberle arkadaş olsaydım, peygamberler yoldaşım olsaydı" diye mahşer yerinde sızlanacaklarını haber veriyor.[19]

Rabbim; "bunu biz yaptık" derken şunu ifade eder. "Hayır" da "Şer"de Allah'tandır. İnsan kötülüğü isteyince, kötü arkadaşlar onu bu­lur. Kötülükleri de, iyilikleri de yaratan Allah'tır.

Siz iyi olmaya gayret edin. İyi insanlar sizi bulur. Siz kötü olursanız kötü insanlar sizi bulur. Hani bir söz vardır; "Sen pisliği ortaya koy si­neği Bağdat'tan gelir."[20]

 

26-) Kafirler dediler ki; "Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve okunurken gürültü çıkarın. Belki galip gelirsiniz."

Dünyanın her tarafında, özellikle siyasiler düşmanlıklarını Kur'an'a yöneltmişlerdir. İslam Alemini çökertmek için "Kur'an araştırma ensti­tüleri" kurmuşlardır.

Birinci Dünya Harbinden önce Almanlar Kur'an'da da değişiklikler olduğunu ispat etmek için bir enstitü kurmuşlardır.

Orada çalışanlardan birisi, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah'a söy­lemiş; yıllarca emek verildi ve devletin her türlü imkanı kullanıldı, neti­cede "Kur'an'dan bir harfin dahi çıkarılmadığına ve bir harfin de eklenil-mediği kanatine varıldı." demiştir. Yani Kur'an'ımız indiği gibi günü­müze kadar getirilmiştir.

"Kur'an-ı dinlemeyin" diye Mekke parlementosunda karar alanlar yok olup gittiler. Kur'an'ımız ise hala milyarlarca insanın gönül telini titretmeye devam ediyor. Her an nurunu Beyaz Saray'da, Moskova'nın göbeğinde, İngiltere'de yükselen minarelerde vermeye devam ediyor elhamdülillah.[21]

 

27-) Kafirlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve yaptıklarının en kö­tüsüyle cezalandıracağız.

28-) İşte Allah düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi inkar et­meleri sebebiyle, onlar için orada ebedi kalacakları bir yer vardır.

Allah, düşmanlarının cezasını ateş olarak belirtip, onlar için orada ebedi bir yurt vardır. İnkar sebebiyle cehennemde ebedi kalacaklardır.[22]

 

29-) Kafirler şöyle dediler; "Rabbimiz, cin ve insanlardan bizi sa-pıtanlari bize göster de, biz onları ayaklarımızın altına alalım en altta kalanlardan olsunlar."

Kafirler ahirette diyeceklerki; "Ya Rabbi! Bizi dünyada iken, cinler­den ve insanlardan- sapıtanlar varyaü, onları bize göster de, onları ayaklarımızın altına alalım." Dünyada iken başımızın üstünde taşıdı­ğımız, beynimizi fikirlerine çanak tuttuğumuz o adamları bize bir göster de, onları ayaklarımızın altına alalım diyorlar. Tabiki hiç faydası yok.

Bizler de bu duruma düşmemek için,, daha dünyada iken bu karanlık fikirleri ayaklarımızın altına almalıyız.[23]

 

30-) "Rabbimiz Allah" dedikten sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner ve; "Korkmayın, üzülmeyin ve size va'dolunan cennette sevinin" (derler).

31-) Biz, dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınıziz. Orada canınızın çektiği herşey sizin için vardır. İstediğiniz herşey vardır.

32-) Gafur ve Rahim'in (Allah'ın) bir ziyafeti olarak (verilecektir)

Cehennem sahneleri biraz içimizi kararttı ve düşünceye sevk ettik­ten sonra. Bu ayetlerle de Allah (cc) bizi rahatlatıyor.

"Rabbimiz Allah" diyenler ve istikametini düzeltenler, yani Kur'an'a göre bir hayat tarzı çizenler, işte onlar varya!!, onların üzerine melekler iner "korkmayın, üzülmeyin" derler. "Müjdeler olsun va'dolunduğunuz cennet sizindir" derler. "Dünya hayatınızda da, ahiret hayatınızda da dostlarınız biziz" diyecek melekler. Ve o cennette arzu ettiğimiz her şey vardır. Bu Gafur olan Allah'ın size bir ikramı, bir lûtfû, bir misafir­perverliğidir." derler melekler.

Cenneti hak etmenin iki yolu burada gösterilmiş.

1- Başta Allah'a iman; bu iman; yaratıcı olarak Allah, yaşatıcı olarak Allah, bu dünyada neyi nasıl yapacağımızı öğreten Allah'a iman şeklin­dedir.

2- Sonrada Kur'an'ı hayata geçirmek, yani istikamet üzere olmak. Doğrularımız kendi aklımıza göre değil, Allah'ın çizdiği doğrultuda

olursa Rabbimin rızasını kazanır, cenneti hak ederiz, canımızı ve teni­mizi cehennem azabından koruruz.[24]

 

33-) Allah'a da'vet eden, amel-i salih işleyen ve "ben müslüman-lardamm" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

Günümüzde herkes kendi fikrine çağırıyor, kendisinin doğru oldu­ğunu iddia ediyor, kabul etmeyenleri de zorla kabul ettirmeye çalışıyor. Böyle bir durumda biz ne yapalım? İnsanların dediklerine kulak verip, hangisinin haklı olduğunu araştırıp, birilerine mi tabi olalım? Yani Bizim gibi bir insanın peşinden mi gidelim?

İnsan, insanın peşinden gitmez. Allah (cc) her insanı ayrı ayrı ya­ratmıştır. Her insana ayrı ayrı özellikler ve. güzellikler vermiştir. Herkes bu özelliklerini ve güzelliklerini bu dünya sahnesinde ortaya çı­karmak, madenini keşfetmek ve hakkın rızası için halkın istifadesine sunmakla görevlidir.

Madem ki; bizim dışımizdakiler, insanları ayrı bir yere davet ediyor, bizim de insanları bir yere davet etmemiz gerekiyor. Rabbim bu ayette onu bize haber veriyor.

"Allah'a çağırandan daha güzel sözlü kim vardır?"

İnsanlara; "gelin benim etrafımda toplanın, benim gölgemde hareket edin, benim sayemde yaşayın" ( "saye" Farsça'dır. Gölge anlamına gelir) cümleleri hoş olmayan cümlelerdir. Çünkü yeryüzünde yaratılmış her şeyin gölgesi insana rahatlık verir. Ama 8-10 insanı yanyana dizipte onların gölgesinde gölgelenmek isteseniz rahat edemezsiniz. İnsanın gölgesinde rahat edemiyorsak, insanın fikrinin gölgesinde nasıl rahat ederiz.

İnsanı yaratan, insanın fikrini yaratan Allah'a (cc.) tabi olmaktan başka insana izzet ve şeref verecek herhangi bir hareket yoktur. Biz insanları hiçbir insana davet etmeyiz Allah'a davet ediyoruz.

Allah'a davet edeceğiz ama, kendimiz de o daveti yerine getirece­ğiz. "Ve amile Salihan" bunu ifade eder.

Güzel işlerin ölçüsü, Allah'ın kitabında, Rasûlü'nün örnek hayatında bize bildirilmiştir. Ona uygun bir hayat yaşarsak, hem Allah'a davet etmiş oluruz, hem de davet ettiğimiz şeyi fiilen yapmış oluruz. "Ben Müslümanım" diyerek sözlerin en güzelini söyliyeceğiz.

Aynı şehirde yaşadığımızdan bizler birbirimizi pek beğenmeyiz. Ama bir müddet önce müslüman olan ve müslüman olmadan önce de tanıdığım bir Amerika'lıya; "Türkiye'ye geleli 4 sene oldu. İki sene müslüman olmadan araştırma yaptın. Bizlere baktın, inceledin. Ben size kitaplar da verdim. Benim verdiğim veya başka okuduğun kitap­lardan hangisi seni etkiledi? veya seni müslüman olurken etkileyen neydi?" diye sorduğumda, O bana dediki; "kitaplardan ziyade insanla­rın davranışları beni müslüman etti."

"Hocam bize baktıda mı müslüman oldu?" demeyin. Evet size bak-tıda müslüman oldu bu adam. Siz Amerikan insanına göre en medeni insansınız. O, Amerika'lıyı çok iyi biliyor, ama Sizi görünce yani müs­lüman ailelerimizi görünce müslüman oluyor.[25]

 

34-) İyilikle kötülük denk değildir. Sen kötülüğü en güzel olanla defet. Bir de bakmişsınki, seninle arasında düşmanlık olan kişi sanki sıcacık bir dost oluvermiş.

"İyilikle kötülük denk değildir." ifadesinde Rabbim iyilik kelimesini önce zikrediyor. Biz de buna dikkat etmeliyiz.

"Kötülüğü en güzel bir şekilde gider." Dünyadaki kötülükler gideri­lecek. Bu kötülükler ister insana olsun, ister insanın dışında. Rabbimin yarattığı şeylere olsun değişmez.

Anadolu insanı bu ayeti şöyle atasözü haline getirmiş; "Kanı kan ile yıkamazlar, kam su ile yıkarlar" "Taş atana ekmek at" Yani kötülük yapana karşı iyilik yapılacak. Kötülük yapana iyilik yapmak aslında kendimize iyilik yapmaktır.

Kötülüğe karşı kötülükle mücadele etmenin zararlarını Avrupa bu gün yaşamaktadır. "Sen kötülüğü iyilikle gider, bir de bakmışsın ki, düşman olduğun adam sıcacık bir dost oluvermiştir. Yaptığınız kötülük asla iyilik doğurmaz. Mevlana;"Biti, Pireyi gül suyu ile öldürün" diyor. Gül suyu biti öldürmez ama bedenimiz, elbisemiz, evimiz güf gibi temiz olursa, bit meydana gelmez. Gaye bit Öldürmek değil, bitin ürememesidir.

Biz eğitim kurumlarımızda islamın güzellikleriyle insanımızı yetişti-rirsek kötülüklerde üremez.

Gül dalında şakıyan bülbül ile, gübre içinde yaşayan kurtçuk bir ol­madığı gibi, Yılan dilli, eşek inatli insanla, Yusuf yüzlü, Muhammed Özlü jsa nefesli insan da bir değildir.

Dinime karşı savaşanlara bile güzellikle karşılık vererek mücade­leye devam edeceğiz. Çünkü birgün gelir, Yad bildiklerimiz Yaran olur.Düşmanlarımız iman edip dostumuz olur. Şair ne güzel söylemiş;

"-Gül şende bülbülü zar iden sensin -Düşmanı dost edip, yar iden sensin -Alemleri yoktan var iden sensin -Sen yarattın, yine sen yardım eyle."[26]

 

35-) Buna (kötülüğü iyilikle defetmeye) ancak sabredenler kavuş­turulur. Buna ancak (Kur'an'dan) büyük bir baz alanlar kavuşturu­lur.

"Kötülüğü iyilikle gidermek ancak sabreden insanların işidir. İlimden, ahlaktan, büyük bir hissesi olan, kişiler ancak bunu yapabilir­ler. Zor bir iş. İşlerin en zoru budur.[27]

 

36-) Eğer şeytandan olan bir kötülük seni kışkırtacak dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. Şüphesiz O her şeyi işiten, herşeyi bilen­dir.

Bu zor işler esnasında şeytanınız da sizinle beraber ve sizi kışkırt­mak için her şeyi yapıyor.

"Eğer şeytan seni kışkırtacak olursa, seni dürtükleyecek olursa o zaman Allah'a sığın."

Haksız bir ortamda gazab gelecek olursa, hasmınız sizin üzerinize doğru söz oklarım attığı bir dönemde şeytan da size der ki; "sen de ona doğru toplarım at, sen insan değil misin? Sen ondan daha güçlüsün, sen onun işini bitirebilirsin."

İşte tam o esnada Allah'a sığınılacaktır. Allah'a sığınıhrsa Allah her şeyi işiten, her şeyi bilendir. Çıkış yolunu Allah bize gösterecektir. Ayet-i Kerime de Rabbim; "bizim yolumuzda cihad edenlere yollarımızı gösteririz" diyor.[28]

"Sabredenler" kelimesi yanlış anlaşılmaktadır. Sabretmek; "Ahlaksızlar, dinsizler, imansızlar Dinimize karşı her türlü saldırıyı yaptıkları dönemde evlerin içerisine çekilip, kapıları ve pencereleri ka­patıp içeriden "Ya sabır" diye teşbih çekmek" değildir.

O tür bir davranış kabir hayatını dünyada yaşamaktır. Rabbim bize göstermiş: "Sen emrolunduğunu bütün gücünle yerine getir."[29]

Bir neslin imanı çalınmak istenirken; siz bağırıp çağıranlara aldırma­yacaksınız, ama her şeyinizle onlara ulaşmaya çalışacaksınız.[30]

 

37-) Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Güneşe de, Aya da secde etmeyin. Eğer yalnız O'na ibadet ediyorsanız. Onları yaratan Allah'a secde edin.

Allah (cc) kafirlere ve putpereslere; Güneş'e ve ay'a secde etme­yin Allah'a secde edin buyuruyor. Çünkü secde etmeye layık olan onları da yaratan Allah (cc)'tır. Bu secde ayetidir. Bu ayeti okuduğumuzda abdestli olarak hemen kıbleye döner; "Tilavet Secdesi'ne " niyet edip, "Allahuekber" deyip secdeye kapanırız. Secdede üç defa; "Sübhane rabbiyel A'la" diyerek kalkarız. Böylece yalnız Allah'a secde ettiğimizi amelimizle ortaya koyarız,[31]

 

38-) Eğer kibirlenirlerse..! Rabbinin katmdakiler hiç usanmadan gece gündüz O'nu teşbih ederler.

Eğer onlar Allah'a secde etmekten kaçınır ve kibirlenirlerse bilsinler ki; Allah katında, Allah'ı gece gündüz usanmadan teşbihe devam eden insanlar vardır, melekler vardır, zaten her şey Allah'ı teşbih etmekte­dir.[32]

 

39-) O'nun ayetlerinden biri de şudur: Sen yer yüzünü kup­kuru/boynu bükük görürsün. Onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır. O yeryüzünü dirilten elbette ölüleri de dirilte-cektir. Şüphesiz O herşeye gücü yetendir.

Yine Allah'ın ayetlerinden birisi; yeryüzünü Allah'a (cc) boyun eğ­miş, uzanmış, yatmış bir halde görürsün diyor. İşte tam böyle bir anda, derken gökyüzünden Rabbim yağmurları indiriyor, yer titriyor, kendine geliyor ve yerdeki daneier çatlıyor ve içindeki filizler yükselmeye baş­lıyor. Toprakta Ölü vaziyette olan o daneier, bir bakıyoruz yükseliveriyor

Ölü gönüllere de, şayet Allah'ın rahmet ayetleri indirilecek olursa, Ölü gönüllerden de iman çiçekleri fışkırıverir. İşte herşeye kadir olan Allah(cc) Ölüleri böyle diriltir.[33]

 

40-) Ayetlerimiz hakkında sapanlar bize gizli değildirler. Ateşe atı­lan mı, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz o yaptıklarınızı görüyor.

Ayetlerimizden yan çizen, ayetlerimizi inkar edenlerin hiçbiri bizden gizli kalmaz. Yani yeryüzündeki 6 milyar insanın içerisinden, kimler Allah'ın ayetlerine karşı başka yolları tercih etmişler? Allah bunların

hepsini bilir.

Sonra Rabbim soruyor. Ateşe atılan mı, yoksa kıyamet gününde gü­ven içerisinde gelen mi daha hayırlıdır?'

Rabbim bu uyandan sonra; "buyurun dilediğinizi yapın!" diyor. Bunu söylerken yaptıklarından razı oldu anlamında değil.

Yani bir tarafta cennet, bir tarafta cehennem. Cehenneme gitmeye-siniz diye kitaplar, peygamberler gönderdim, sizi uyardım, buna rağ­men hürriyet sizin elinizde, dilediğinizi seçmekte serbestsiniz. Ama bilînki, Allah yaptığınız herşeyİ görmektedir. Bunu da hatırınızdan çı­karmayın buyuruyor.[34]

 

41-) Onlara zikir (Kur'an) geldikten sonra inkâr ettiler. Elbette o değerli bir kitaptır.

Kendilerine bu kitap geldiğinde onlar zikri inkar ettiler. Halbuki o Kur'an, çok aziz bir kitaptır, değerli bir kitaptır. Müslümanların bütün hayatını düzenleyen bir kitaptır. Küfrün bütün düşüncelerine galip gelen bir kitaptır.[35]

 

42-) Önünden de, arkasından da ona batıl bir şey giremez. O Hakim ve Hamid tarafından indirilmiştir.

Allah (c.c.) kıyamete kadar bu Kıır'an-i Kerimi koruyacağına garanti veriyor. Onun önünden, veya arkasından batıl giremez. Yani ona hiç kimse, bir harf dahi ilave veya çıkarma yapamaz.

Nasılki vücudumuz dışarıdan batan bir dikeni 3-5 gün sonra dışarı atıyorsa, Kur'an-ı Kerim'de aynı şekilde dışarıdan gelen ilaveleri kabul etmez ve dışarı atar.[36]

 

43-) Sana söylenenler senden önceki peygamberlere söylenenlerdir. Şüphesiz senin R'abbin af sahibidir, acıklı azabın sahibidir.

Televizyorlardan, Radyolardan, gazetelerden dinlediğimiz ve oku­duklarımıza da baktığımızda, gönlümüzü ferahlatacak bir habere rastla­yamaz olduk. Hep insanları karamsarlığa iten, felaket dellalhğı yapan, kara karga.gibi kulakları tırmalayan haberler dinlemeye başladık.

Böyle bir iklimde insanın rahat edebilmesi için, evine çekilmek veya camisinde veya arabasında Allah'ın kitabına sığınması gerekiyor. Onun dünya ötesine varan genişliği içerisinde, ufkumuzu, gönlümüzü geniş­letmeye yöneltmekten başka şimdilik çıkar yolumuz yoktur.

Zaten çıkış yolunu da bize Kur'an gösterecektir. Karamsar haberleri aydınlık haberlere çevirecek olan, haram görüntüleri helal görüntülere, zülüm ve işkenceleri adalete çevirecek olan yine Kur'an-ıKerim'dir.

Okurken rahatlıyacağız, okuduklarımızı hayatımıza tatbik ettiği­mizde de hem kendimiz hem de bütün insanlık ailesi olarak bu karam­sar haberlerden, durumlardan kurtulmuş olacağız.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) hakkında söylenen çok söz var. Mekkeli müşriklerin uydurup, uydurup söyledikleri çok kelimeler var. Ama Rabbim diyor ki; "Sana söylenenler daha önceki peygamberlere

de söylendi."

Bu ayetin bizi ilgilendiren tarafı ise şudur; Biz de kendi kendimize şöyle diyeceğiz: "Şu anda bize söylenenler, bizden önceki ümmetlere de söylenenlerdir." Allah affedicidir, mağfiret sahibidir. Ama Allah şiddetli bir takibin,

şiddetli bir cezanın da sahibidir.

Geçmişte Peygamberimizin aleyhinde söz söyleyenler, bu gün O'nun ümmetine söz söylüyorlar veya bu gün bile sevgili Peygamberimize 1400 sene sonrasından hakaret edenler var. Bunlar da Sevgili Peygamberimizin büyüklüğünü gösterir.[37]

 

44-) Eğer biz Kur'an'ı yabancı bir dille yapsaydık; "ayetleri açık­lanmalı değilmiydi?, Arab'a arapça olmayan bir dille söylenir mi?" derlerdi. Deki: "O, iman edenler için yol gösterendir ve Şifadır. İman etmeyenlerin kulaklarında ağırlık vardır. O (Kur'an) onlara körlük­tür (Hakkı göremezler). Onlara (sanki) uzak bir yerden tağırilıyormuş gibi (duymazlar).

Günümüzde de hâlâ Kur'an'a yönelik bunlar söylenmektedir. Diyorlar ki; Niye Kur'an Arapça olarak indi!?. Mesela İngilizce olsaydı, Türkçe olsaydı. Rabbim bunun da açıklamasını.getirmiş.

"Eğer biz o Kur'an'ı Arap dilinin dışında bir dille indirmiş olsaydık, o zaman da şöyle itiraz ederlerdi. Bu kelimeler bize açık değil, anlamıyo­ruz. Mademki kitap bize inmiştir. Bize açıklanması gerekmez mi?

Sevgili Peygamberimiz Mekke'de doğdu, büyüdü, Peygamber oldu ve ilk olarak oradaki insanlara tebliğ etmeye başladı. Rabbim bir başka ayet-i kerimede; "biz her paygamberi kendi kavminin dili ile gönderdik." buyuruyor.[38] Yani Musa (a.s.) da kendi toplumunun dili ile, onlara hitap ediyordu.

Diyelim ki; Kur'an sevgili Peygamberimize Türkçe olarak indi. Türkçeyi de sevgili peygamberimize bir anda Rabbim öğretebilirdi. Ama o topluma da önce Türkçe öğretmesi gerekirdi. Veya Türkçe oku­yup arapça anlatmak gibi gariplik olurdu. "Arap olana arapça olmayan bir dil (olurmu?) Rabbim; "Anlıyasınız diye Arapça olarak indirdik" di­yor

Arap dili, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde, edebiyatının zirvesine ulaşmıştı. Hatta türkçesi Milli Eğitim Bakanlığınca, "Yedi Askı" diye terceme edilen ve Mekke' de yarışma sonucu Kabe'nin duvarına asılan şiirler vardı.

Bundan birkaç yıl önce İstanbul'da Uluslararası Tercümanlar Kongresi yapıldı. Diller arası tercemedeki sorunlar görüşüldü ve ter-cemenin hiç bir zaman aslının aynı olmadığı görüşü benimsendi. Şekspir'in Hamlet'i birçok insan tarafından terceme edildi. Her müter­cim diğerlerinin eksiğini veya fazlasını anlatarak başladı tercemeye.

İstanbul'daki çeşitli kolejlerde İngilizce ders veren Amerikalı ba­yana Kelime-i Şehadet getirdikten sonra, İngilizce tercemesi Yusuf Ali tarafından çevrilen Kur'an Mealini vermiştim. Ama bu hanımefendi in­gilizce öğretirken kendisi Kur'an'ın aslını okumayı öğrendi. Ramazanda İftar yemeği için evime davet ettiğimde duvarda asılı olan dedeme ait Osmanlıca yazılı olan nüfus kağıdını okurken görünce, "Bu ne güzel gelişme "deyince!;"Kur'ani indirildiği dille okuyabilmek için öğrendim" dedi.Daha sonra sohbet esnasında kendisinden;"Ak akçe Kara gün içindir." ata sözümüzün ingilizceye tercemesini yapmasını istedim. Oda;"White money is for black days" diye terceme etti.

Ben de; "Akça" kelimesinin Osmanlıda para birimi olduğunu gümüş paralar için söylendiğini, gümüşün beyaz olduğunu, beyazında karanlı­ğın zıddı olduğunu, beyazlık gelince karanlığın gideceğini, "ak" kelime­siyle; bu karanlık günlerde bizi aydınlatan paranın anamızın ak sütü gibi helal olması gerektiğini, yoksa kara para biriktirenlerin kara gün­lerinde kara paralarının fayda vermediğini, kumarhaneler kralına bile kara paranın fayda vermediğini, kumarhaneler kiralına kara paranın aydınlık getirmediğini, kara paranın borsacıyı arabasında yakılırken kurtaramadığını, kara günlerde anamızın ak sütü gibi helal paraların bize faydalı olacağını anlattım ve "şimdi yeniden tercüme et" dedim. Dedi ki "beyazın karşılığı white kelimesidir. Senin açıkladığın anlamda "Ak" kelimesinin İngilizce karşılığı yoktur. İngilizcede "yıkanmış para" ta'biri vardır ama onun da aslı haramdır, fakat kanuna uygun hale geti­rilmiştir" dedi.

Bir atasözünün bile tercümesinde aslın yerini tercüme tutmazken, her asrın insanının ihtiyacına cevap verecek şekilde indirilen Kur'an'ın tercümesi aslın yerini nasıl tutsun?

Tefsirciler Kur'an'm mana denizinden kendi kovalan kadar alırlar. Kovanın üstündeki saman çöpünün üzerine çıkıp "işte okyanus, işte dünyanın en büyük gemisi, işte en büyük kaptan benim" diyen karınca gibi, kimse kendi kovasını gösterip bundan başkası yok demesin. "Her bilgi sahibinin üstünde daha alim biri vardır."[39]

Allah (c.c.) her derdin devasını da indirmiş. Lokman Hekim, Hipokrat, İbni Sina ve çağımızda tıp sahasında çalışanların hepsi kendi çağının hastalıklarına, tabiatta Allah'ın indirdiği ilaçlan bularak doktor­luk yapıyorlar. Çağımızda bir doktor çıkıp "biz tabiatın keşfini tamam­ladık bundan sonra açıklanacak bir şey kalmadı" demiyor. O araştır­maya ve kendinden sonra geleceklerin önünü açmaya devam ediyor.

İşte Allah'ın ayetleri de, her çağın sorunlarına göre çözümlen ken­dinde taşımaktır.

Yüksek düşünceler; kelimesi ve dili zengin ülkelerde gelişir. Kur'an düşünce ürünü de değildir. Allah (c.c.)'ın kelamıdır. Ama O Allah (c.c)'ın kelamı insanlara nakledilirken, yeryüzünde ençok gelişmiş bir dille anlatılması gerekirdi. Bu, o gün için Arap dili idi,

Kur'an-ı Kerim Arap dili ile nazil olmuştu. İyide olmuş, çünkü Kur'an-ı Kerim'in bir kelimesi ile ilgili bizim tefsirlerimizde; "şu ma­naya gelir" dedikten sonra, mananın bu olduğunu isbat için cahiliye dö­nemi şiirlerinden bir çok şahid getirilerek tefsir yapılmıştır. Allah on­lardan razı olsun. Türklerden de birçok insanın -ki, bunların başında Zemahşeri gelir-Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasına büyük katkıları olmuş.[40]

Allah (c.c.) bu kitabı bizim için "bir yol gösterici ve bir şifa olarak" indirmiştir. Ben de tefsir kitabıma bu ayetten ve de "isra suresi'nde" içinde "Şifa" kelimesinin geçtiği ayetten hareketle bu ismi koydum.

"Hangi ayet Şifa ayeti'dir?" diye sorsalar. Bütün ayetler şifa'dır de­rim. İman etmeyenlerin kulaklarında bir ağırlık vardır. Kur'an onlara karşı körlük gibidir. Adamın gözü görür de Kur'an-ı görmez.

Rabbim; "Kur'an onlara okunduğunda, sanki çok uzaklardan onlara çağırılıyormuş gibi" gelir diyor.

Mesela adam; îman etmiyor ama bu insanların içinde yaşadığından, onlara ihtiyacı olduğundan, inanmadığı halde çıkarları icabı Cuma namazına gider. Hoca efendi caminin minberinden, mihrabından veya kürsüsünden bir şeyler söylüyor, yambaşındaki arkadaşı zevkle dinliyor ve de anlı­yor ama, bu gönülsüz olan adam; "Yahu bu adamlar, ne anlıyorlar bu adamın dediğinden" diyor ve anlatılanlar hiç de hoşuna gitmiyor .Özellikle de ahireti anlatan konuşmalar olursa, daha da bir rahatsız oluyor.

Biz de hiç ilgimizin olmadığı ahlaksız bir konuşmayı dinlerken aynı şeyleri hissediyoruz.[41]

 

45-) Andolsun!, Musa'ya kitap vermiştik de onda ayrılığa düşül­müştü. Eğer Rabbinin geçmiş bir sözü olmasaydı, aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar kuşku uyandıran bir şüphe içindedirler.

"Yemin olsunki; Musa'ya da kitab verdik. Ama onlarda ihtilafa düş­tüler." Yani sevgili peygamberimiz uyarılıyor. "Üzülme, sen bu ayetleri Mekke'lilere duyurduğunda, bir kısmı iman edip, bir kısmı iman etmi­yorsa bu seni üzmesin."

Günümüzde de bizler, Allah kelamını insanlara duyuracağız, suna­cağız. Bu insanlardan bir kısmı iman edecek, bir kısmı iman etmeyecek. İman etmeyenler kitabımızı reddettiler diye üzülmeyeceğiz.[42]

 

46-) Kim amel-i salih işlerse kendi lehinedir. Kim de kötülük ya­parsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.

"Kim iyilik yapmışsa kendine yapmış olur. Kötülük yapan da ken­dine yapmış olur"

Bazıları günümüzde; "Amel-i Salih: kendine göre iyi iş yapan", diye terceme ediyor. Bazıları da; evrensel değerlere uygun olarak iyi iş ya­pan, diye terceme ediyor

İslam Hukuku da "Örfü" tarif ederken Örf: Kur'an'a ve Sünnete ay­kırı olmayacak diye tanımlanır. Örf muhakkemdir. Nassın olmadığı yerde örf bir hukuk kaidesi olarak geçerlidir.

Amel-i salih: Kur'an-ı sevgili Peygamberimizin yaşadığı gibi yaşamamın adıdır.

Allah kimseye zulmetmez. İyilik yapanın mükafatını kat kat verir-, kötülük yapana da, cezasını tarh kötülüğünün karşılığı kadar verir.[43]

 

47-) Kıyamet saatinin bilgisi O'na döndürülür. O'nun bilgisi olma­dan hiçbir meyva kabuğundan çıkamaz, hiçbir kadın doğuramaz. Onlara : "Ortaklarım nerede?" diye bağırdığı gün "Bizden hiçbir gören yok diye sana bildiririz" derler.

Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimse bilmez. Danelerin içinden neler çıkacağını da Allah bilir. Kadının rahminde ola­nın erkekmi dişimi?, esmermi sarışınını?, doğduğu zaman sağlıklımı sağlıksızını? cennetlik mi, yoksa cehennemlik mi?, ömrü uzun mu kısa mı,? olacağını Rabbim bilir.

Kıyamet gününde de Allah (c.c); "hani bana ortak koştukların?" di­yecek, onlarda; "Ya rabbi biz sana ilan ediyoruz, söylüyoruz ki; biz şa-hid değiliz." diyecekler.[44]

 

48-) Daha önce yalvardıkları (sahte ilahlar) onlardan uzaklaşmış­tır. Onlar kaçacak yer olmadığım anlamışlardır.

Daha önce dua ettikleri o insanlardan kaçıp gidecekler, ayrılıp gide­ceklerdir. Yani bir araya gelmek istemiyeceklerdir. Ayettede ifade edil­diği gibi herkes birbirinden kaçıp gideceklerdir. Tabi iman edenler müstesna.[45]

 

49-) İnsan iyilik istemekten usanmaz. Ona bir kötülük dokunursa hemen karamsar ve ümitsiz olur.

İnsan iyiliği istemede, hayrı istemede veya malı istemede hiç usan­maz. Bütün iyilikler benim olsun, bütün mallar benim olsun, bütün dağ­lar, ovalar benim olsun der. Yavuz Sultan Selim, "dünya iki kişiye dar, bir kişiye bol" demiş.

Ama bir kötülük dokunduğu vakitte hemen ümidini keser, karamsar bir vaziyete düşüverir, diyor Rabbim. Kötülüklerden sonra;[46]

 

50-) Ona dokunan zarardan sonra, ona bizden bir rahmet tattırır-sak "Bu benim hakkımdır. Kıyametin kopacağını da zannetmiyo­rum. Eğer Rabbimin huzuruna döhdürülürsem O'nun katında da benim için güzel şeyler vardır." der. Kafirlere yaptıklarını elbette açıklayacağız ve onlara katı bir azab tattıracağız.

Tarafımızdan bir rahmet tatdırdığımızda da der ki; "bu benim hak­kımdı" Karun da aynı şekilde söylemişti; "Bu bana, bendeki bir ilimden dolayı verildi." demişti.[47] Günümüzde insanlarda "bu malı ben kendi gücümle kazandım" diyorlar. Malı ve mülkünün, kendini ebedi kılacağına o kadar inancı var ki; "Yok canım kıyametin kopacağını da zannetmiyorum" diyor.

Tarih boyunca Peygamberlere karşı çıkanlara bakacak olursanız, hep bolluk içerisinde olanlar, Kur'an'ın ifadesiyle "Mütrafin" olanlardır. Yani dünyevi imkanlara sahip olmuş, dolgun ve doygun yaşayanlar. Elmahlı merhumun tercemesiyle "Kodamanlar"

Ben Rabbimin huzuruna varsam bile "benim için orada da iyilikler var" diyecek adam. Yani dünya kimin ise ahirette onun. "Biz buna la­yık olmasak Allah bize bunu vermezki" diyecekler.

Ama Allah(cc); "o kafirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve en katı azabı onlara tatdıracağız" buyuruyor.[48]

 

51-) İnsana bir nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokunduğunda geniş bir duanın sahibi olur.

İnsanlar kendisine bir nimet verildiğinde hemen Allah'ı unutup yan çiziyorlar. Tabi her insan değil, bazı insanlar. Tekrar zorluğa ve sıkın­tıya düştüğünde ise uzun uzun Allah'a dua etmeye başlarlar.

Halbuki biz hem zor anımızda, hem de güzel anımızda Allah'a dua etmeliyiz. Hele Hele çok iyi hallerimiz de daha çok dua etmeliyiz.[49]

 

52-) Deki: "Eğer (bu Kur'an) Allah katından ise ve siz de onu in­kar etmişseniz söyleyin bakalım, çok uzak bir ayrılıkta olan o kişiden daha sapık kim var?

"Peki bu Kur'an Allah katından ise (ki Öyledir); ve de siz bu kitabı gönderen Allah'ı inkar ediyorsanız durumunuz ne olacak?

Düşünün birkere; Allah (c.c.)den bir kitap ve bir mesaj geliyor. Siz de bunu inkar ediyorsunuz. Ama Ahirette bunu anlayacaksınız.

O zaman bundan daha sapık daha uzak bir ayrılığa düşen kim var­dır? Çok derin bir ayrılığın içinde olan varmıdır? En sapık olanlar, Kur'an'a karşı olan, onu inkar edenlerdir.[50]

 

53-) Ayetlerimizi onlara, ufuklarda ve kendi canlarında(içlerinde) göstereceğiz ki, onun (Kur'an'ın) hak olduğu onlara apaçık belli ol­sun. Rabbinin her şeye şahit olduğu yetmez mi?

54-) İyi bilki onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içinde­dirler. Dikkat edin şüphesiz O her şeyi kuşatandır.

Biz onlara "afakta"(kendilerinin dışındaki dünyada) ve de kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz.

Yani bir gün Mekke halkı görecek ki; bu Peygamberin mesajı İran'a varacaktır, Bizans'a varacaktır, Kudüs İslam'la şereflenecektir. İstanbul ufuklarında Kelime-i Şehadetler binlerce müezzin tarafından günde beş defa ilan edilecektir. Avrupanın bağrında 4000 cami açılmış ve bu da görülmektedir.

Şu anda Türkiye'de İslam'a karşı mücadele veren imansızlar da; Avrupadaki 4000 camiden gelen yankılarla inşallah müslüman olacak­lardır..

"Afak"; bir de "buluşlar, keşifler" anlamına gelmektedir. İlim adam­larının bütün buluşları; Kur'an'ın söylediklerini tasdik edecektir, anla­mına gelmektedir.

"Ve fi enfüsiküm" de de insanın karakteri ile ilgili psikolojik araştır­malar, neticede; Kur'an'ın haber verdiği insan psikolojisi ile uyum sağ­layacak ve orada birleşecek. İlim adamlarımız Kur'an'la birleşecekler. Yunus Emre;

"Ben bende buldum çün hakkı şekkü güman nemdir benim Ol dost yüzün görmez isem bu gözlerim nemdir benim" diyor. Allah her halimizi görmekte ve bilmektedir, bizi kuşatmıştır. Bizi korumaktadır. Öyleyse yalnız ona kulluk yapalım, ona yürüyelim.[51]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/7.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/7.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/7-8.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/8-9.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/9-10.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/10.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/10.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/10-11.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/10-12.

[10] Âli İmran 160

[11] Enam 9

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/12-15.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/15-16.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/16.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/16.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/16-18.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/18.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/18.

[19] Fûrkan 27-28

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/19.

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/19-20.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/20.

[23] Küfrün önderleriyle, ay'dınlanyla onla­rın ardından yürüyenlerin ahiretteki kavgaları için bakınız; Saffat 27,32- Sebe 32, -Mü'min47. -İbrahim 2!, -Kaf 28,-Bakara 166-167, -Meryem 72, -Ankebut 25, -Ahkaf6, -Zuhrııf 67

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/20-22.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/22-23.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/24-25.

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/25.

[28] Ankehut 69

[29] Hicr 94

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/25-26.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/26.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/26.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/27.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/27-28.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/28.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/28.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/28-29.

[38] İbrahim-4

[39] Yusuf 76

[40] Şura-7

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/29-33.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/33.

[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/33-34.

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/34.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/35.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/35.

[47] Kasas 78

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/35-36.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/36.

[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/36-37.

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/37-38.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///