Sure "Sad"
harfiyle başladığı için ismine "Sad suresi" denilmektedir. Surelerin
isimleri, genellikle peygamber Efendimiz tarafından verilmiştir. Hemen her
surenin isrniyle birlikte birde manası vardır ki, bazen isim yerine o sure
mansıyla da anılabilir. Mesela "Fatır" suresine "Melaike"
suresi de denildiği gibi. Tabii bu yanlış değildir, her ikiside doğrudur.
"Sad",
"Elif lam mim", "Ya-sin" gibi harflerle başlayan surelerde,
bu harflere mana vermemeyi tercih ettik. Çünkü bizzat Efendimizden nakledilen
bir haber yoktur, bir açıklamada bulunmamıştır.
Genellikle Alimler
"Allah-u Alem" demiş ve geçmilerdir, ama bunlarda kesin olarak
.bağlayıcı değildirler. Bu harflere (diğer surelerde de açıklanmıştır)
"Hurufu Mukattaa" denilmiştir.[1]
1- Sâd,
Zikir sahibi Kur'an'a yemin olsun.
Daha önce Mekki
surelerde gördük ki, Allah (c.c.) yarattıklarının üzerine yemin ediyor.
Yıldıza, güneşe, kaleme yemin ettiği gibi,burada da zikir sahibi insanlara öğüt
veren Kur'an'a yemin ederek buyuruyorki;[2]
2- Doğrusu
kafirler kibir ve ayrılık içindedirler.
3- Onlardan
önce nice nesiller helak ettik. Feryadü-figan ettiler, ama kurtuluş zamanı
değildi (iş işten geçmişti).
4-
Kendilerinden bir uyarıcının, onlara gelmesine şaştılar ve o kafirler
dedilerki: "Bu yalancı bir sihirbazdır"
Mekke'lilere kendi
içlerinden bir uyarıcı geldiğinde hayret ediyorlar! Nasıl olur, bizim içimizden
birine Kur'an vahyedilir?, peygamberlik nasıl gelir? diyorlardı ve eğer illede
peygamberlik gelecekse, bir yetime değil, Mekke eşrafından olan birine
gelmeliydi.
Kafirler efendimiz
için diyorlarki; "Bu bir sihirbazdır" bu bir yalancıdır. Çünkü
efendimizi dinleyen kadın erkek, çocuk, müslüman oluyor, karısına karşı,
babasına karşı direniyordu. Daha önce de; "bu mutlaka bir büyücüdür" "bu mutlaka yalan söylemektedir."
diyorlardı.
Burada yalanlanan
efendimizin şahsı değildi, getirdiği Kur'an'dı. Çünkü kafirler Efendimize
"emin" diyorlardı yani güvenilir. Memleketimizde birçok insanın adı
Mehmet Emin'dir. Mehmet Eminlerin hepsi Muhammed Emin'den bozularak
koyulmuştur. Kafirler Efendimizin bizzat kendisine güveniyorlar ama
getirdiklerine inanmak istemiyorlar, bundan dolayı da kendisine yalancı diyorlardı.
Müfessirler derki;
Peyfamber Efendimiz İslami açıktan tebliğe başlayınca Mekke'nin ileri
gelenlerinden müslüman olanlar oldu. Kölelerin Müslüman olması Mekke'li
büyükleri pek ilgilendirmiyordu ama, mesela bir Hz. Ebubekir bir tarih
profesörü idi ki, Müslüman olmuştu. O zamanın kabadayısı veya bugünün tabiriyle
yeraltı dünyasının babası olan Hz. Ömer müslüman olmuştu.
Bu durum Mekke'lilerin
gözünü korkutmuştu. Bunun üzerine Mekke'li Müşriklerin büyükleri toplanıp bu
olayların Önünün alınması gerektiğine karar veriyorlar. Bu hareket, daha
doğarken boğulmalıdır dediler.
Bunun üzerine önce
Efendimizin amcası Ebu Talib'e gelip, derlerki; "yeğenine şöyle kendini
biraz dizginlesin" Ebu Talip, Efendimizin himayecisi idi, onun için ona
başvuruyorlardı ve Ebu Talib İman da etmiş değildi.
Kafirler şart olarak
dedilerki, dininden vazgeçmesin ama bizim işlerimize karışmasın ve bizim
dinimize de dil uzatmasın" Ebu talip peygamberimiz Aleyhissalatü
vesselama gidiyor ve durumu anlatıyor. Ve di-yorki; "bak eğer bunların
dediğini yaparsan kendi evinde, Ka'be'de istediğin gibi ibadet yapabileceksin,
yeterki bunların dinlerine, düzenlerine, sistemlerine karışma."
Hani günümüzde de
derlerya; "canım camiler sonuna kadar açık, Namazını kıl, Orucunu tut sana
karışan mı var.?" Hatta 365 gün oruç tutacak olursan devlet ekonomisine
katkında olmuş olur diyorlar.
Efendimize de bu gibi
şeyler söyleniyor ve kimseye dinini anlatma, kendi başına yaşa, kimsede sana
karışmasın, diye teklif ediyorlar.
Hz. peygamber
aleyhisselam da diyorki; "Ben onlara bir kelimeyi söylemelerini teklif
ediyorum. Eğer o kelimeyi söylerlerse, tüm Arabistan mülkü onların
olacaktır." Bunun üzerine hepsi birden eve toplanıyorlar ve merakla
diyorlarki; "sen o kelimeyi söyle, bizde tekrar edelim ki, tüm Arabistan'ın
mülkü bizim olusun."
Yani Efendimizden
sihirli bir değnek istiyorlar, sanki "açıl susam açıl" gibi bir
kelime söyleyince, tüm arap yarımadası onların olacak.
Peygamberimiz diyorki;
"La ilahe İllallah" deyin. Bunun üzerine o kafirler şunları söylüyorlar;[3]
5-
Tanrıları, tek bir ilah mı yapacak? Bu şaşılacak bir şey!
6- Onlardan
ileri gelenler yürüyüş yaptı ve; "yürüyün ve tanrılarınız üzerinde
direnin. Sizden istenen şey işte budur" (dediler)
7- "Biz
başka bir dinde böyle bir şey işitmedik. Bu uydurmadan başka birşey
değildir."(dediler)
"Bizim bir sürü
putlarımız var. Bu adam bir sürü tanrıyı, tek bir tanrıya mı indirdi?"
diyerek, bu bir sürü tanrının savunucuları, oradan kalkıp yiirüyüverdiler. Ve
etrafındakilere dedilerki; "Haydi sizde yürüyün. Putlarınızdan sakın ha
vazgeçmeyin" beklenende zaten buydu.
Bunlar peygamberimizin
yanından çekilip giderken; "Biz son zamanlarda (son milletlerin dininde)
böyle birşey duymadık, yani son gönderilen din olan bristiyanlık da bile böyle
tek ilahlık yok, onda bile üç ilah var. Öyleyse bunun söylediği, "tek
ilahlı din" bir uydurmadır." diyorlar.
Mekke'nin Önder
müşrikleri, daha önceki dinlerde böyle, tek ilahlı bir sistem olmadığım
söylüyorlardı. Bundan kasıtları hnstiyanlık olduğu gibi, babalarının dini olan
Şirk dini de olabilir,
Çünkü başka bir ayeti
kerime de; "biz babalarımızı bunun üzerinde (yani bu dinin üzerinde yaşar
halde) bulduk." demektedirler.[4] Yani
kasıt ne olursa olsun, yani hristiyanlık veya putculuk hepsi diyorlardı ki,
"birden çok ilah vardır." Burada "ilah" deyince illa da
belli şekiller verilmiş taşlan getirmeyin aklınıza. Onları bir sembol olarak
kullanıyorlardı. Asıl ilah ise kendileri idi.
Çünkü yasama, yürütme
ve yargıyı, özellikle yasama işlerini kendileri yapıyorlardı. Böylece ilahlık
iddiasında bulunuyorlardı. Yoksa Allah'ın bir olduğunu biliyor ve kabul
ediyorlardı.
Onlar derki,
"Allah insanları yarattıktan sonra işi bitmiştir. Bundan sonra bizim
kurallarımız geçerlidir." İşte kötülükleri de buradan gelmekte idi. Günümüzde İslama kinle saldıranlarda,
kendi aralarında birlik kurmak için, altıncı ayette söyleneni tekrarlıyorlar;
"Tanrılarımız üzerinde direnelim ayrılmayalım."[5]
8-
"Zikir (Kur'an) aramızdan O'na mı indirilmiş" (dediler) Hayır onlar
zikrimden şüphe içindedirler. Hayır onlar henüz azabımı tatmadılar.
Bu çok önemlidir.
Öyleya daha önce Efendimiz sevilen tanınan ve güvenilen biri idi. Herkes ona
güveniyor, emanetini teslim edebiliyor. Eğer peygamberlik iddiasında
bulunmasaydı aynı güvenleri devam edecekti.
"Demekki sinirleri
kızgınlıkları senden değil, bizim indirdiğimiz Kur'an'dan
kaynaklanmaktadır." diyor Allah (cc).
Bu günde bizim
başımızda buna benzer olaylar vardır. Mesela bize şöyle diyorlar; "hocam
şu adam dinime inanmıyor ama beni çok seviyor". Bu sözü nakleden adamda
bundan memnundur. Halbuki Kur'an'da Allah(cc); muhalefetin şahıslara değil,
Kur'an'a olduğunu söylüyor. Çünkü Kur'an'la düzenlen bozulmaktadır. İlahları
altüst olacak, sömürü düzenleri son bulacaktır.
Mehmet Akif
merhum;, "iki yüzlüleri hayatta hiç
sevmedim, ama son zamanlarda sevmeye başladım çünkü 1000 yüzlü adamlar görmeye
başladım" diyor.
Günümüzün kafiri de
hem "La İlahe İllallah" der, hem de Allah'ın kitabına hakaret eder.
Ama Mekke müşriği
böyle değildi. Çünkü hem söylediği sözün yani "ilah'ın" ne anlama
geldiğini biliyordu ve hem de bu günkü kafirlerden daha şahsiyetliydiler.
Adamlar dinsiz olduklarını açıkça söylüyordu.
Kur'an Peygamber
Efendimize gelince Kafirler; "Kur'an bunamı inecekti?" demişlerdi.
Allah (c.c) buna mukabil olarak buyuruyorki;[6]
9- Yoksa
Aziz ve Vehhab olan Rabbinin rahmet hazinesi onların yanında mı?
10-
Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti onlaramı ait? Öyleyse
sebebler içinde göklerin üstüne çıksınlar
11-
(Kafirler) çeşitli partilerden geriye kalmış, bozguna uğramış bir ordu.
"Onlar paramparça
olmuş hezimete uğramış gibidirler." Burada, "ilerde böyle
olacaktırlar" manası da var, veya "onlar paramparça olmuşlardır, son
çırpınışlarını yapmışlardır" anlamı vardır.
Bugünde buna benzer
hadiseler yaşanmaktadır; İslami faaliyetleri yönlendirenler sizler ve her çeşit
çevreden insanlardır.
Bazı kesim, bu
insanlara bakıp; "bunlarla mı olacak, bunlarlami gelecek İsam? İslamın
gelmesi için benim gibi insanlar gerekir" diyor, peşindende ekliyor;
"bu dava için benim gibi insanlar gerekir ama, ben de kabul etmem,
demekki bu dava hedefine ulaşmaz. "
Aynı söz!
Peygamberimize söylenen sözlere benziyor bu sözler. Onlarda bununla mı olacak,
bu iş bununla olacaksa olmaz diyorlardı. Ancak Allah onları yanıltacaktır.
Çünkü kendisini büyük gören ve gösteren müstekbirler dünyayı yönetmek,
insanları yönlendirmek hususunda değişik metodlar geliştirmişlerdir, ama bu
metodlar kendilerinin özellikleri gözönünde tutularak hazırlanmıştır.
Nihayet bir Müslüman
toplum ortaya çıkıp İslami hizmetleri yönlendirecek olursa; "yahu bu adam
bizim tespit ettiğimiz özelliklere uymuyor, bizim aldığımız tedbirler
hiçbirşeye yaramıyor" diyorlar.
Mesela Beyrut'ta
Müslümanlar bazı katil ajanları kaçırmışlar, senelerdir aranmasına rağmen
bulunamıyor. Amerika lideri diyormuş ki; "yahu nasıl oluyor, siz bütün
telefonları dinliyor, gökteki uydularla dünyayı gözlüyordunuz, neden
göremediniz bu adamları? niye bulamadınız?" Adamları ise; "Bizde
şaşırdık bunlar bizim tespit ettiğimiz metodların dışında çalışıyorlar"
diyorlar.
Allah (c.c.) de burada
Peygamberimizi teselli ediyor. Onlar seni hafife alıyorsa, sakın üzülme çünkü;[7]
12- Onlardan
önce Nuh kavmi, Ad ve saltanat sahibi Firavun da (peygamberlerini)
yalanlamıştı.
13- Semud,
Lut kavmi ve Eyke halkı da (yalanlamıştı) ö partiler işte bunlar.
14- Onların
hepsi peygamberleri yalanladı da, onun için azabım hak oldu.
Günümüzde bizi de
yalanlayan insanlar çıkacaktır. Yalanlamak derken; "bunlar yalandır"
demez, mesela derki; "kardeşim ben Peygambere ve Kur'an'a inanıyorum ama
bunlar 1400 sene önceydi, şimdi uygulana-mazki.!" İşte bu yalanlamadır.
Ama bir çok insanımız,
bunu kafirlik yapmak için değil de, bilmediği cahili olduğu o konuda öyle
duyduğu, öyle bildiği için söylemektedir. Ama söylediği söz genede küfür
sözüdür.
Hatta öyle insanımız
varki; "ben inanıyorum İslamla müşerref olmadan kurtulamayız ama, şeriata
da karşıyım" diyor. Bu ne demektir şimdi? Konunun cahili değil de nedir?
Diyelimki üç arkadaş
bir ormanda ağacın gölgesinde oturuyorsunuz, bir adam nefes nefese gelip
diyorki; "Beni kovalayan bir adam var, elin-dede bıçağı var, önüne kim
gelirse öldürüyor aman dikkat edin" Gerçekten biraz sonra elinde kocaman
bıçakla adam arkadan geliyor ve size diyorki; '-'Beni bırakın da, şu önden
kaçan adamı tutun. Çünkü o iki çocuğu boğdu, ben de onu kovalıyorum!!"
Sizde inanmıyorsunuz tabii.
İşte bu insanlar da
öyledir. Önden gelen katil herifler demişki; "Aman dikkat edin şeriat
geliyor, İslam geliyor, gelince sizin hepinizi kesecek, karılarınıza
kızlarınıza saldıracak, işlerinizi elinizden alacak" v.s. Şimdi bizde bir
Müslüman olarak gidiyor ve insanlara İslamı tebliğ etmeye çalışıyoruz.
Karşınızdaki adam diyorki; "Olmaz siz katilmişsiniz, yobazmış-sıruz"
Diyoruzki; "yalan yahu, bunları nereden çıkartıyorsun," adam diyorki;
"Sizden önce gelen adam böyle dedi veya siz gelmeden önce ben kitaplarda
böyle okudum, televizyonda radyoda gazetede böyle yazıyordu"
Böyle olunca bu
insanlar biraz mağdurdurlar. Ama bizde o insanlara doğruyu, esas katillerden ve
yalancılardan önce götürmeliyiz. O insanlara doğruyu götürmeden kendimizi
savunamayız, onları suçlayamayız.[8]
15- Onlar
birtek sayha(sur sesi)'dan başka birşeye bakmıyorlar. O sayhadan kurtuluş
yoktur.
16-
(Kafirler) "Rabbimiz bizim payımızı hesap gününden önce yer" dediler
17- Onların
söylediklerine sabret. Kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. O hep Allah'a
yönelirdi.
Allah(cc), Efendimize
yönelerek diyorki; "Onların dediklerine sabret" Ne demişlerdi,
Sihirbaz ve deli demişlerdi. "Rabbine yönelen, kuvvet ve kudret sahibi
olan Davud kulumuzu hatırla"
Her insan kendisi gibi
bir örneği görmelidirki, hayatta teselli bulsun. Allah (c.c.) burada Peygamber
Efendimizi teselli etmek için örnek veriyor. Davut güçlü bir kuldu çünkü O'na
Zebur verilmişti, medeni cesaret ve ilim verilmişti. Anlaşılabilen bir hitab
kuvveti ve bedeni güç verilmişti. Allah(c.c) O kulunu hatırlamasını istiyor.
Çünkü peygamberimizde
de kendi bünyesinde olmazsa bile, maiyetindeki insanlarda bu güç ve kuvvet
keşekkül etmiş. Mesela bedeni güç olarak "Hz Ali" var ve onun için
Allah'ın aslanı diyorlar. Hz. Ömer, Hz, Hamza bunlardandır. İlmi dirayet olarak
Kur'an var, güçlü hitabet var. Öyleyse onların söylediklerine sabret ve kulumuz
Davut'u an.
Biz de ilmi dirayete
sahip olacak ve dünyanın neresine gidersek gidelim, hangi soruyla
karşılaşırsak karşılaşalım, önümüze çıkan her sorunun Kur'an'da cevabı olduğunu
bilelim. Ve aramasını bilelim.
Hicri yedinci asırda,
zamanın devlet başkanı, bir alimin hapse atılması emrini verince; alim sevinivermiş. Sormuşlar "Niye
seviniyorsun?" Alim
demişki; "Bu güne
kadar ilim yapmaktan, ilim öğretmekten, cihad etmekten nafile ibadet yapmaya
vakit bulamamıştım, şimdi nafile ibadet yapabilirim diye seviniyorum"
Bunun üzerine padişah
demişki; "Öyleyse seni sürgün ederim" Sürgün sözünü duyunca daha çok
sevinmiş Demişki; "Fakirlikten dolayı Şam'dan dışarıya çıkmamıştım. Bu
vesile ile Şam'dan dışarı çıkmış olur biraz dünyayı görmüş olurum"
Padişah "boynunu
vururum" deyince gene sevinmiş ve demişki; "Mü'minin nihai hedefi
şehid olmaktır, o da sizin sayenizde gerçekleşecek" diyerek yine
sevinmiş.
Böyle diyen bir insana
dünyanın en güçlü orduları bile birşey yapamaz. İşte onun için medeni
cesaretimiz ve ilmi dirayetimiz olması lazım. Ama, medeni cesaret; tavuğumuza
"kışt" diyen adamla kapışmak demek değildir, bu ancak varolan bir
cesareti boş yere harcamak, enerji sarfetmek demektir.[9]
18- Biz
dağları emrine verdik, onunla beraber akşam sabah teşbih ederlerdi.
19- Kuşlar
da topluca Onunla teşbih ederlerdi. Hepsi Allah'a yöneliyordu.
Allah(cc)
peygamberlerine yarattığı herşeyle destek vermiştir. Burada da dağların ve
kuşların yardımcı kılınmasından ve onlarında Allah'a yöneldiğinden
bahsetmektedir.
Dağlan cansızdır, taş
topraktır önemsizdir, kuşları da küçücük, önemsizdir veya hayvandır diye
önemsememezlik yapmayalım. Çünkü bu ayetlerden, onlarında gece gündüz Allah'ı
zikrettiğini öğreniyoruz. Buda şunu gösteriyorki inananlar gerçek
çevrecilerdir, çünkü müslüman-lar doğayı aynı Allah'a inanıp, birlikte
zikrettikleri için korurlar ve severler.
Allah(c.c) Davud
Aleyhisselam'dan bahsederken;[10]
20- Onun
mülkünü otoritesini kuvvetlendirdik ona hikmeti ve (hak ile batılı) ayirdeden
hitabeti vermiştik.
Demekki, biz müminler
olarak hikmetli ve dirayetli olmak ve hitabetimizi de geliştimek zorundayız.
21-
Davacıların hikayesi sana geldimi? Duvara tırmanıp, Mihraba gelmişlerdi.
22- Davud,
yanına girdiklerinde onlardan telaşa düştü. Onlar; "korkma, iki hasım
birbirinin hakkına tecavüz etti, sen aramızda hak ile hükmed, aşırı gitme ve
bizi doğru yola ulaştır."
23-
"Şu benim kardeşimin doksan dokuz
dişi koyunu var, benimde bir dişi koyunum var "Onu (bir tek koyunu ) bana
vereceksin"
dedi ve konuşmada beni
yendi."
Bundan sonraki ayetler
Davud Aleyhisselam'ın karşısına gelen iki kişinin muhakemesinden
bahsetmektedir. Bundan bugün Yahudilerin okuduğu Tevrat'ta da bahsedilmektedir
ama tahrif edilmiş olduğu için, aslıyla hiçbir ilgisi yoktur, yani uydurmadır.
Ayet-i Kerime'de
anlatıldığına göre Davut Aleyhisselam'ın huzuruna iki hasım geliyor, davalarını
halletmek için, Ama bu arada Davud aleyhisselam mescidinde ibadet halinde imiş
ve Davut aleyhisselam ibadet halindeyken, huzuruna kimse giremezmiş. Yani
kapılar kapatılırmış ama buna rağmen adamlar bir yolunu bulup içeri girmişler.
Davud (a.s.) mescidde
hep tek başına olduğundan bu adamları görünce birden korkmuş. Ayeti Kerime'de
anlatıldığına göre adamlardan biri diyorki; "Şu adam benim dinde
kardeşimdir, (yani bu adamda bende sana inanıyoruz) Bunun 99 koyunu var benim
ise 1 tane, Bu kardeşimiz bana diyorki; "sen bu bir koyunu da bana
ver." şimdi sen bu konuda hakkımızda hükmet. Çünkü bunun anlatışı
güçlüdür, ikna etme yeteneği oldukça fazla beni kandırabilir, sen aramızda
hakem ol" diyor.
Davud aleyhisselam
diyorki; "Kardeşin bunu istemekle, bunu söylemekle sana zulmetmiştir.
Çünkü nice ortak iş yapanlar, mallarını ortak bir ticari veya başka bir amaç
için beraber kullananlar veya toplu halde yaşayanlardan çoğunluğu, diğerinin
elindeki malı arzu eder ve onun da kendisinin olmasını ister. Ancak iman
edenler ve ameli salih işleyenler kendi amellerine ve mallarına razı olurlar ve
başkasının malına göz dikemezler." diyor.
Diyeceksinizki;
Kur'an-ı Kerim'in bunu anlatmasının ne anlamı var, bunu anlalmasa olmazmıydi?
Mesela günümüzde de batıda bazı insanlar diyoıiarki; "sermayelerin değişik
ellerde, dağınık olarak durması o memleketin kalkınmasını egeller. Öyleyse tüm
bu sermayeleri bir veya bir kaç adamın elinde toplamak zaruridir. Üstelik buna devlet
de destek olmalıdır."
Kapitalist sistemde
milyonlarca insan açlık sınırında
bocalarken, devletlerin yöneticileri kredileri, teşvikleri, fonları milyarları
olanlara (yani zenginlere daha çok
zengin olsunlar diye) veriyor, bunuda iktisat ve işletme fakültelerinde
"sistemin doğrulan olarak" okutuyorlar.
Yani "100 liranın
10 ar lira olarak 10 ayrı kişide durması yerine- 100 liranın 1 veya 3 kişide
durması daha iyidir" diyorlar. Necip Fazıl;
"-Allah'ın on
pulunu bekleye dursun on kul,
-Bir kişiye tam dokuz,
dokuz kişiye bir pul.
-Bu taksimi kurt
yapmaz kuzulara şah olsa,
-Yaşasın kefenimin
kefili karaborsa, "
Yani kefen bile
karaborsaya düşmüştür diyor. Burada da 99 koyunu zimmetine geçiren bir
kapitalist, hala birtek koyunu da ele geçirmek istiyor, üstelik Davud Aleyhi s
selam'dan fetva almak istiyor.[11]
24- (Davud )
dediki; "Senin koyununu kendi koyunları arasına istemekle sana zulmetmiş.
Gerçekten malları birbirine karışık olanlar birbirlerinin hakkına tecavüz
ederler. Ancak iman edip ameli salih işleyenler müstesna. Onlarda ne kadar
azdır. Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi zannetti. Rabbine istiğfar
etti, rukuya kapandı ve tevbe ile Allah'a yöneldi.
Kur'an'da
kartelleşmeyle ilgili ayet varmı? derler.İşte buyurun, büyük şirketler kurma
işi, iman edip salih amel işleyenler tarafından yapılmalıdır. Çünkü onlar
haramdan korkarlar, zekatlarını ve sadakalarım hakkıyla verirler, buda
fakirlerin normal şartlara erişmesi demektir.[12]
25- Bundan
dolayı onu bağışladık. Şüphesiz onun yanımızda bir yakınlığı ve güzel sonucu
vardır.
"Alimler buna binaen
derlerki; "hakim (kadı) hüküm verecek ama hükün akabinde yinede Rabbine
sığınacak ve yarabbi belki de hata ettim
afvet diyecek."
İşte İslami bir
toplumda hakimin rüşvet yemesi, taraf tutması söz konusu değildir. Adil bir
şekilde hükmünü verdikten sonra Peygamberimizin dediği gibi derki; "Ya
rabbi ben zahire göre hükmediyorum." Yani zahirde deliller nasılsa, ona
göre hükmederim. Rabbim de Ayet-i Kerime'de Davud'a hitaben; "Onu
afvettik" buyuruyor.[13]
26- Ey Davud,
seni yeryüzüne halife kıldık. İnsanlar arasında hak ile hükmet, hevaya uyma
yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan saptıranlar
için hesap gününü unutmaları nedeniyle şiddetli azap vardır.
Hukuk;
"Hakk'ın" çoğuludur. Birşeyin hak olduğunu nereden bileceğiz acaba?
Kimin dediği haktır? Adamın biri çıkıyor kanun yapıyor ve diyorki; "hak
budur." Öyleyse aynı şeyi benim de deme hakkım vardır, çünkü bende onun
gibi bir insanım. Öyleyse dünyada 5 milyar insan vardır, ve 5 milyar da hak
vardır öyleyse kavga çıkacak.
Bunun hallolması için,
Allah (c.c) peygamberler göndererek derki; "Benim bir ismimde "El
hak'dır." Üstelik hak devamlı olandır. Devamlı olan, ezeli ve ebedi olan
da sadece Allah'tır. Yoksa biz insanlar devamlı değiliz. Öyleyse hak olan;
Allah ve onun gönderdiği, bize bildirdiğidir. Hak olmayan da, hakkı belirleyemez.
Çünkü hak diye
belirlediği beğenilmeyebilir. İnsan kendi elini kendi çizdiği sınırlar ile
bağlıyor. Allah (cc); "Allah'ın indirdiği ile hükmet, Hevaya (kötü huylarına)
uyma. Eğer uyarsan Allah'ın yolundan seni saptırır"buyuruyor sakın belli
insanların "ben hakkım" diye söylediklerine tabi olma yoksa onlar
seni Allah'ın yolundan alıkoyarlar.
Allah yolundan
sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık şiddetli bir azab vardır.
"Bazıları diyorlarki efendim İslam hukukunda zamanın değişmesiyle
hükümlerde değişir kaidesi vardır öyleyse 1400 sene önce inmiş olan Kur'an
şimdiki zamanın değişmesiyle değişmelidir." Halbuki bu kaide böyle
değildir yanlış anlaşılmakta veya bile bile böyle yapılmaktadır. Çünkü nass'a
dayalı hükümler değişmez, ancak örfe
dayalı hükümler
değişirler.
Bir adam geldi ve
dediki; "Efendim ben Mü s lü m anı m ama şeriatı kabul etmem. Kur'an 1400
sene önce indirilmiştir, hükümler bugün için geçerli değildir." Ona
dedimki; "1400 senedir hiçbir fizikçi kimyager, biyoloji uzmanı;
"tabiat konunları hakkında Kur'an'da şöyle diyor ama, bizim deneylerimizin
neticesinde gördük ki, bu böyle değilmiş dedimü?" "Demedi".
Demekki, 1400 senedir bu böyle.
Peki Allah'ın bu
hükümleri, bu tabiat kanunları değişmiyor da, bundan 1400 sene önce konulan ve
bugün 21. y.y. hukukuna da uyan beşeri kanunları niye değişsin?. Allah'ın
beşeri kanunları, yanı hükümleri de günümüze uyar.[14]
27- Biz,
gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! boşuna yaratmadık. Bu (boşuna yaratılma
iddiası) kafirlerin zannıdır. Kafirlerin ateşdeki haline yazık.
28- Yoksa
iman edip, ameli salih işleyenleri bozguncularla bir mi kılarız? Yoksa
(Allah'dan) sakınanlarla, yoldan çıkanları bir mi kılarız?
Zehirle panzehir,
iyiyle kötü bir tutulmadığı gibi, iman edip iyilik yapan insanlarla isyan
eden, yakan, yıkan geçimini göz yaşından, alın teri sömürmekten temin edenler
bir tutulmaz. İyiler cennete konur, kötüler cehennemde cezalandırılır.[15]
29- Bu mübarek
kitaptır. Ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri anlasınlar diye sana
indirdik.
İyiyi, doğruyu, güzeli bize
öğretmek için, Allah(cc) bu mübarek kitabı indirmiştir. Bize düşen Onun
ayetlerini anlamak, üzerinde düşünmek ve çağımızı Kur'ana göre yorumlamaktır.[16]
30- Davut 'a
Süleymam hibe ettik. O ne güzel bir kul. Şüphesiz o hep Allah'a yöneldi
31-Bir
akşam, güzel atlar Süleyman'a gösterildiğinde,
32-
(Süleyman) dediki; "Mal sevgisini ben, Rabbimi anmak (cihad etmek) için
istedim, Atlar perde ile gizlenince ( gözden kaybolunca),
33-
"Onları bana geri getirin" dedi Boyunlarını ve bacaklarını sıvazlamaya
başladı, (cihad için beslediği atlarını Allah için okşadı.)
34- Andolsun
biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üstüne bir ce-sed bıraktık, sonra tevbe
ile (Rabbine) yöneldi.
35- (Şöyle)
dedi Rabbim, beni bağışla. Bana öyle bir mülk/ otorite ver ki, benden sonra
kimseye yaraşmasın. Şüphesiz sen bol hibe edensin.
36- Rüzgarları
onun emrine verdik. Onun emriyle istediği yere, yumuşacık akar gider.
37- Bina
ustaları ve dalgıç şeytanları da (Onun emrine verdik).
38-
Diğerleri de zincirlere vurulmuştu.
39- İşte
bizim ihsanımız hesapsızdır. İster iyilikle ver ister verme.
40- Şüphesiz
onun yanımızda bir yakınlığı ve güzel sonucu vardır.
Süyelman aleyhisselam,
Allah'ın Davud'a bir hibesidir. Çok tevbe eden güzel bir kuldur. Kendisine,
çağının ulaşım vasıtalarının en iyisi olan atlardan verilmiş, rüzgar ve cinler
de hizmetine verilmiştir.
"Süleyman'a bile
kalmayan dünya" diye atasözü olmuş bir peygamberdir. Dünyalık birçok şeye
sahip olduğu halde, Rabbinden biran yüz çevirmemiştir. Allah için hazırladığı
atları okşarken bile Allah'ı hatırlamıştır.
Buhari (hadis No 2819,
5242,) Müslim, Ahmed b. Hanbel'in[17]
rivayet ettiklerine göre; Süleyman aleyhisselam bir gecede bütün hammlarıyla
yatacağına ve onlardan doğan erkek çocukların hepsinin kılıç kullanacağına
yemin eder, fakat "inşallah " demez. Sonunda yarısı olmayan bir tek
çocuk doğar.
Hadiste ravilerin
tereddütleri var. Hz. Süleyman'ın hanımlarının sayısında birbirini tutmayan
rakamlar var.
Hz. Süleyman'ın
hanımlarının Öğüt olan tarafı, hiçbir şeyi kendimizden bilmeyeceğiz
"İnşallah'ı" dilimizen eksik etmeyeceğiz.
Süleyman'ın tahtına o
yarım çocuk cesedi bırakılınca, Süleyman aleyhisselam hatasını anladı ve Rabbine
tevbe etti
Günümüzde
Olimpiyatlarda halter şampiyonluğunu kazanan
Halil Mutlu; asgari ücretle çalışan bir işçinin oğlu. Öbür taraf da
Türkiyenin en zenginlerinden birinin çocuğu spastik özürlü, ağzına kaşığını
kaldıramaz. Bu bize şu sonucu verir; "Sülayman'da olsan Rabbine her an
muhtaçsın." Bu ayetlerden anlıyoruzki, Süleyman aleyhisselam cinleri bazı
işlerde kullanmıştır. Çağımızdaki kaldıraçların olmadığı o zamanlarda, yapılan
harika sanat eserlerinin yapımında cinler kullanılmış olabilir.
Günümüzde cinleri
inkar eden, fakat "bu harika eserleri kimler nasıl yaptı?" sorusuna
cevap bulamayan bir kısım batılı yazarlar; "uzaylı dostlarımız" var
diye bir yalan uydurdular.[18]
41- Kutumuz
Eyyûb'u hatırla!! hani Rabbine; "Şeytan bana yorgunluk ve azap ile
dokundu" diye nida etmişti.
42- (Bizde)
"Ayağını yere vur. İşte yıkanacak ve içilecek soğuk su (demiştik)
43-
Tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine öğüt olsun diye, Eyyûb'a ailesini
ve beraberlerinde bir mislini daha bağışladık.
44-
"Eline bir demet al ve onunla vur, böylece yemininde durmuş olursun
(dedik). Biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel bir kul. Şüphesiz o hep Allah'a
yöneldi.
Sabrın sembolü olmuş
Eyyüb aleyhisselam, hastalanıyor, dertlerinden şikayet etmiyor, sabrediyor.
Fakat dertlerini ileri sürerek kendisine vesvese veren şeytanlardan şikayet
ediyor. Şikayet etmiyor, şükrediyor, ve yine sabrediyor.
"Sabreden derviş
muradına erermiş" Rabbim Eyyüb'un ayağını yere vurmasını ister. Duada
eylem gerekir. Eyyüb aleyhisselam emri yerine getirir. Çıkan su ila şifa bulur.
Ailesiyle mülküne kavuşur.
Hasta iken hanımına
kızınca; "sana yüz değnek vuracağım" dediği için Rabbim yüz değneği
bir demet yapıp vurmasını öğütler. Böylece bir peygamberin hem kul olduğunu,
hata edebileceğini öğretir, hem de o kadının döğülmesini engeller.[19]
45- Kuvvetli
ve basiretli kullarımız olan İbrahim, İshak ve Yakub'u da an.
46- Biz
onları yalnız (ahiret) yurdunu hatırlayan, ihlash(kimseler) kıldık.
47-
Gerçekten onlar bizim katımızda hayırlı seçkin kişilerdendirler.
48- İsmail,
Elyas'a ve Zülkifi'i de an Hepsi hayırlı Seçkinlerdendir.
İbrahim, İshak,
İsmail, Elyasa ve Zülkifl bunlar bizim örneklerimiz ve önderlerimizdirler. Bu
ayetlerde bildirilen özellikleri Kuvvetli basiretli, seçkin, süzülmüş insanlar.
Onları Rabbimiz seçti.
Bizde o seçkin
insanları örnek alırken, bedenen güçlü, ekonomik olarak güçlü, gönül gözü
güçlü, kirlerden, pisliklerden, günahlardan arınmış insanlar olmaya gayret
edeceğiz.[20]
49- Bu bir
hatırlatmadır. Şüphesiz müttakiler için güzel sonuç vardır.
50- Kapıları
onlar için açılmış adn cennetleri, (onların varacağı son güzel yerdir.)
51- Orada
koltuklara yaslanarak, bir çok meyve ve içecek isteyecekler.
52-
Yanlarında aynı yaşta gözleri yalnız eşlerine bakan güzeller
vardır.
53- Hesap
günü size va'dolunanlar işte bunlardır.
54- Şüphesiz
bu bizim rızkımızdandır ve onun için tükenmek yoktur.
55- İşte
böyle azgınlar için kötü sonuç vardır.
56- Onlar
cehenneme yaslanacaklar. Ne kötü bir döşektir.
57- İşte bu
bir kaynar su ve irindir. Tatsınlar onu.
58- O azabın
şeklinden başka, çifter çifter azaplar vardır.
59- İşte
bunlar, sizinle cehenneme girecek bir topluluktur. Onlara rahatlık yoktur ve
onlar muhakkak ateşe atılacaklardır.
60-
(Uyanlar, önderlerine); "Hayır asıl size rahatlık yok. Onu bize siz
sundunuz. Burası ne kötü bir yerleşim yeri,
61-
"Rabbimiz, bu azabı bize kim sunmuşsa cehennemde onun ızabını katkat
eyle" (derler).
62-
(Cehennemde kafirler) şöyle derler; "Dünyada iken kötü say-ığımız bîr
kısım adamları biz burada (cehennemde) niçin göremiyouz?
63- "Onları
(müminleri) biz alaya almıştık. Yoksa gözlerimiz on lardan kaydımı"?
64- Ateş
ehlinin düşmanca tartışması bir gerçektir.
Cennet nimetleri,
cehennem azabı anlatıldıktan sonra, cehennemliklerin birbirlerini karşılıklı
suçlamaları anlatılıyor. Ahzap66, Mümin47, Kaf28, Bakaralöö, Meryem72,
Ankebuî25, İbrahim22, Saffaî27-S2nci ayetlerinde, kafir Önderlerle onlara uyan
halkın birbirini nasıl suçlayacakları anlatılır.
Aklımızı başımıza
alalım. Beynimizde başkalarının inkar dolu fikir kusmuğunu taşımayalım, sonra
pişman oluruz.[21]
65- Deki;
ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve Kahhar (herşeyi gücü altında tutan) olan
Allah'dan başka ilah yoktur.
66-Göklerin,
yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi herşeye gücü yeten ve bağışlayandır.
67- Deki;
"O (Kur'an) büyük bir haberdir.
68- Siz
ondan yüz çeviriyorsunuz.
69- Mele-i
A'la da (Melekler, Adem hakkinda) tartişdiklarından benim bilgim yoktu.
70- Ben
apaçık bir uyarıcı olduğumdan, bana v'ahyolunuyor.?
71- Hani
Rabbin Meleklere; "Ben çamurdan bîr beşer yaratacağım " demişti.
72- Onu
düzeltip, ona ruhumuzdan üfürdüğümde; "hemen ona secdeye kapanın"
demiştim.
73- Bunun
üzerine, meleklerin hepsi secde ettiler.
74- Ancak
iblis secde etmedi. Kibirlendi ve kafirlerden oldu.
75- (Allah)
buyurdu; "Ey iblis, elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?
Kibirlendin mi yoksa?, sen yücelerden mi oldun?"
76- (İblis)
dedi: "Ben ondan daha hayırlıyım, Beni ateşten yarattın, onu çamurdan
yarattın.
77- (Allah)
buyurdu: "Hemen oradan çık, çünkü sen taşlanmışsın.
78-
"Ceza gününe kadar la'netim senin üzerine olsun"
79- (İblis)
dedi; "Ya rabbi, diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.
80- (Allah)
buyurdu: "Sen mühlet verilenlerdensin,
81- Bilinen
vakte kadar"
82-
(İblis)dedi: "İzzetine yemin ederim onların hepsini azdıracağım,
83- İhlasa
erdirilen kulların müstesna"
84- (Allah)
buyurdu: "Doğrudur, doğruyu ben söylerim.
85-
Cehennemi hep senden ve sana uyanlardan dolduracağım.
86- Deki;
"Bunun (tebliğimin) üzerine sizden ücret istemiyorum ben kendiliğinden
teklif edenlerden değilim.
87- O, ancak
alemlere bir öğüttür.
88- Bir
zaman sonra onun haberini (doğruluğunu) elbette bileceksiniz.
Dünyada bize verilecek
haberlerin en büyüğü; Gökleri ve yeri yaratan, çiçeklerle, çocuklarla donatan,
herşeyi gücü altında tutan, birtek Allah'dan haber vermektir.
Hz. Adem'in yaratılışı
esnasında Allah'la melekler arasında geçen ka-nuşmayı peygamber efendimiz
kendisine bildirildiği kadar bilir.
Bildirilmeyen tarihi
olayların bize faydası yoktur. Geçmişle uğraşmak yerine, çağımız insanlarını uyarnıaya
devam edelim.
Hz. Adem'in yaratılışı
ve cennetten indİrilişi ile ilgili olarak, şifa tefsirinden Bakara 30-38e
bakınız.
İmanında zerre kadar
şirk bulaşığı olmayanlara, şeytan hiçbirşey yapamaz. Şeytan ancak Rahman'a
karşı gelenleri azdırır.
Biz doğru sözden
(Kur'an'dan) ve doğruluktan ayrılmayalım, kendimizden uyduruk doğrular
çıkarmayalım. Yaptığımız hizmetin karşılığını halktan değil, Haktan isteyelim.[22]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/455.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/455.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/456-457.
[4] Enbiya 53
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/458-459.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/459-460.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/460-461.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/461-462.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/463-464.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/464-465.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/465-467.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/467.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/468.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/468-469.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/469-470.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/470.
[17] Müsned 21229da
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/470-473.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/473-474.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/474-475.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/475-477.