SAFFAT SURESİ 2

 


SAFFAT SURESİ

 

Kur'an'ı Kerim'de yasin suresinden sonra 37. sure olarak gelen "Saffat" suresi Mekke'de nazil olmuştur, yüzseksen iki ayettir. Bu ismi birinci ayette geçen "Saffat " kelimesinden almıştır.[1]

 

1- Saff saff duranlara,

2- Yönetip idare edenlere

İlk üç ayette, üç ayrı şeye yemin ediyor. Saffat; dizilmişlere yemin olsunki.

Birde saf yapanlara, kendisi safa duranlara yemin olsunki, Veya insanları ve melekleri saf bağlatana yemin olsunki. "Saff" kelimesi İslam dini ile kültürümüze, lisanımıza girmiştir.

Namaz ibadeti ifa edilirken imamın arkasından yanyana gelip, omuz omuza verip, aynı cepheye yöneldiğimiz hale "saf tutma" diyoruz.

Hz. peygamber hadisinde; "Saflarınızı sık ve- düzgün tutunuz. Aranızdan şeytan geçmesin" buyuruyor. İmame Ayette; "saf tu­tanlara yemin olsun" demekle, saf tutanlar övülmüş oluyorlar.

Biz mü'minler saf tutmayı namaz ibadetinde yaptığımız gibi, birde onun dininin yücelmesi için cephede cihad için saf tutmuş oluyoruz.

Namazda omuz omuza verip aynı yöne yöneldiğimiz gibi, savaşda da omuz omuza verip aynı dava ve aynı hedef için yönelmiş oluyoruz. Tefsir kitaplarımız ayrıca bu ayetin; "meleklerin de insanlar gibi saf tu­tup Allah'a ibadet ettiklerini" ifade ettiğini kaydetmekteler. Ama açıkça melekler ayette açıklanmamıştır.

Melekler ile insan ve cinlilerin salih olup, saf tutanları övülmekte vede dikkatimizi, saf bağlayarak Allah yolunda ona ibadet etmemiz ge­rektiğini, evimizde işyerimizde ferdi olarak ibadet yapmanın yanı sıra, toplu ve bütünleşmiş olarak ona yönelmemiz gerektiğine de işaret et­mektedir.

Kişi ferdi olarakda İslama hizmet eder veya müslüman olarak tek başına yaşayabilir ama toplumun onun müslüman olduğunu bilmesi, islamı kabul etmesi için, o kişinin müslümanlarla ibadet için cemaate çıkıp,  cihad için saf tutması gerekir.

"Gürültüler çıkararak, sesler çıkararak azarlayan, insanları kötülük­lerden alıkoyan, sevkedip yöneltenlere andolsun" müfessirler bunları melekler olarak almakta, yağmurun yağması, buharın oluşması, oluşan bu baharın gökyüzüne çıkıp yağmur damlacıkları oluşturması, Onların bulutlar vasıtası ile çorak topraklardan, münbit arazilere sevk edilmesi bütün bunlar Allah'ın (c.c.) koymuş olduğu tabiat kanunlarına tabidir. O tabiat kanunlarını da yürürlükte kılan Allah'ın melekleri vardır.

İşte Allah(c.c) meleklere yemin etmekte Ayetle yukarıda ifade edildiği gibi melek kelimesi açıkça geçmemekte ama, meleklerle bera­ber insanların önüne geçip, onlara bağırarak,, seslenerek onları cennete doğru sevk eden insanlara yemin olsun, anlamı da vardır.[2]

 

3- Zikir okuyanlara yemin ederimki,

Zikir Allah'ın isimlerinden veya sıfatlarından birini devamlı söyle­mektir. Ku'an'ı Kerimin diğer bir ismi de "zikir'dir." Hicir suresi 9. ayette; "zikri (Kur'an-ı ) biz indirdik, onu biz koruyacağız" buyuruyor. Bu ayette de; Kur'an okuyanlara yemin olsunki,[3]

 

4- Şüphesiz ilahınız bir'dir

Sizin ilahınız bir tekdir. Kur'an'da -bilhassa Mekke döneminde- nazil olan ayetlerde Allah (c.c.) varlığını ve birliğini öğretmek içintabiattaki varlıklara, kendi nefsine ve diğer bazı canlılara yemin ederek başla­mıştır.

Mesela "kuşluk vaktine and olsun", "kararan geceye and olsun", "Asra yemin olsun." gibi Bu surede de; yarattığı melekler, saf saf duran insanlar ve Kur'an okuyana yemin etmektedir.

Bu yeminlerle bizim dikkatimizi o varlıklara çekmekte, insanın onlar karşısında aciz olduğunu hatırlayıp, rabbini hatırlaması için onu düşünmeye sevk etmektedir.

Zira sizi yaratan, yaşatan, yöneten O'dur ve de tek'dir. Ondan başka yaratan yaşatan yöneten yoktur. İnsanoğlu istediği kadar yaşamak, vücudunu istediği gibi yönetmek gücüne sahip değildir. İnsanın vücudu o istesede istemesede büyümekte, saçı uzayıp beyazlaşmakta, büyü­mesi ve uzamasını durdurmaya veya hızlandırmaya gücü yetmemekte­dir.[4]

 

5- Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi ve bütün doğu­ların Rabbidir.

"Rab"; sahib manasına geldiği gibi, terbiye edicisi anlamına da gelir. Doğu bir tane olduğu halde ayette bu kelime cemi: doğular olarak gel­miştir. Rahman suresinde de; "İki doğu ile iki batının rabbidir." şeklinde buyurmuştur.

Alimlerimiz bunu şu şekilde anlamıştır. Güneşin doğduğu yer hergün değişmekte, yazın doğduğu yer ile battığı yer çok uzaktır. Kışın ise bu biraz daha kısa olur. Onun için çoğul sığası ile verilmiştir. Yani güne­şin 365 tane doğuş yeri, 365 tane de batış yeri vardır. Güneş, yazın biraz daha kuzey kutbuna kuzey yönüne yakın doğar, kışın da güney istikametine yakın doğar.

İki doğu, iki batı derkende; yazın güneşin doğudan doğarken, en zir­vede kısa olmada enüst derece olduğu yer. Birde kışın doğarken, en zirvede kısa olmada, enüst derece olduğu yer vardır. Bu batarkende böyledir. Böylece iki doğuş yeri ikide batış yeri vardır. İşte bunları ya­pan Allah(c.c.)dür. O'na itaat ve ibadet ediniz, O'nu bir olarak kabul ediniz.[5]

 

6- Dünya semasını, bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Allah(cc) dileseydi, elmayı ağacın gövdesinden hemen çıkarıp bize verebilirdi ama; bütün zevklerimize hoşgelebilecek bir şekilde onu süslüyor. Ağacı Önce yeşil yapraklarla süslüyor, sonra ona çiçek açtırı­yor. Ondan sonra da elmayı olgunlaştırıyor. Onu da gözümüze hoş gö­rünebilecek bir şekilde yapıyor. Böylelikle göz zevkimize koku zevki­mize uygun hale getiriyor.

Aynı şekilde gökyüzünü de yıldızlarla süslemiş, açık bir havada o gökyüzü, mavi atlas üzerine çekilmiş bir resim tablosunu andırmakta­dır. Tabiki bu sadece bir süs için değil,[6]

 

7- Onu asi her şeytandan koruduk.

İnatçı, isyankar, her şeytandan korumak için, yani yıldızları; gökyü­zünü şeytanlardan korumak için yarattığını ifade ediyor.[7]

 

8- Artık o yüce (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraf­tan atılırlar.

9- Kovulmak için (taşa tutulurlar), onlar için sürekli azap vardır. Onlar "Mele-i Ala'dan" birşey işitemezler.

Mele-i Ala'; bir makamdır, Meleklerin kendi aralarında konuştukları, Allah'dan vahiy aldıkları bir yerdir. Şeytanların orayı dinlemek için gök­yüzüne çıktıklarını, görevli meleklerinde yıldızları şeytanlara attığını, şeytanlarında böylelikle kovulduklarım ifade ediyor. Ve onlar için de, ebedi ve sürekli bir azab vardır buyuruyor.[8]

 

10- Ancak bir kelime kapan olursa, onu da delip geçen bir ışık takip eder.

O(şeytan) şöyle küçük bir fısıltı yakalayrvermiş olsa,   hemen delici bir yıldız onu takib eder.

Hadislerdende anlaşıldığı üzere; Tarihin en eski dönemlerinden beri cinlerle, şeytanlarla uğraşan bir kahinler topluluğu vardır. Bu kahinler, sihirbazlardan farklıdır. Sihirbaz; el çabukluğundan yararlanarak bazı harikulade olaylar göstermeye çalışır. Kahin ise; gelecekle ilgili haber­ler vermekle beraber, insanları yönlendiren, onlara kanunlar ve hüküm­ler koyan kişilerdir. Bunların cinlerle alakalan ve ilişkileri vardır. Onlardan bilgi alırlar.

Hz. peygamberin hadisinde de beyan edildiği gibi; şeytan 100 haber verse birisi doğru çıkar, 99 yalan olur. Peygamberin bu ve buna benzer hadisleriyle, Kur'an'da geçen cin suresi ve diğer cinlerden bahseden ayetlerden anlaşıldığı üzere; cin'ler haki­katte vardır. Ve insan cinlerle görüşüp konuşmakta, Hz. Peygamber de onlarla görüşüp konuşmuştur. Onlarda Hz. Peygamberle konuşmuş­tur. İman edenleri olmuştur.

Ahireti inkar edenler, cin ve şeytanları inkar etseler de, bizim dışı­mızda bazı insanlarla bir araya gelip, ruh çağırma seanslarını takip ve tertip etmek suretiyle bu cinlerin ve şeytanların varlığını kabul etmiş veya bunun varlığını isbat etmiş oluyorlar.

Ruh çağırma dedikleri şey, aslında cin çağırmadır. Müslüman böyle şeylerden uzak durup, "Euzü besmele'yi" çekmek suretiyle de cinlerin, şerrinden uzak durmuş olur.[9]

 

11- Şimdi sen onlara (insanlara) sor, yaratılışça onlar mı daha kuvvetli, yoksa bizim yarattıklarımız mı? Biz onları (insanları) yapış­kan bir yarattık.

Onlara sor, yaratma bakımından onlarmı daha güçlü, yoksa bizmi? yani şeytan ve cinin yarattığı şeymi daha güçlü yoksa bizim yarattıklarımızmı daha güçlü. Birde yaratılış bakımından Allah'ın yarattıklarımı daha sağlam yoksa onlarmı? Cin ve şeytan hiçbirşey yaratamaz. Herşeyi yaratan ve yarattıklarında da harika sanatlar sergileyen Allah(c.c.)'dür.

Allah (c.c) dışında olan "masiva", kendi doğumuna da ölümüne de hakim değildir.

Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık, yani insan yapışkan bir çamurdan yaratılmıştır. Bunu da bildiği halde, ilahlık iddiasında bulun­manın anlamı ne?[10]

 

12- Fakat sen hayret ediyorsun, onlar ise alay ediyorlar.

Belki sen, bu muhteşem kudreti inkarlarına şaşırdın, hayret ettin. Biz de bazen şaşıyoruz. Kendi doğduklarını görmediler ama kendi do­ğumlarına görmüş gibi inanırlar. Doğan insanı görüyoruz ve doğan in­sanın zaman içinde geliştiğini güçlenip, büyüdüğünü müşahede ediyo­ruz.

Ey habibim! sen onların Allah'ı inkar etmelerine hayret ediyorsun, onlarda seni alaya alıyorlar, dalga geçiyorlar.

Aynı şekilde; ben ateistim, Allah'a inanmam veya Allah'a inanırım dediği halde, Kur'an'ın artık geçerliliği yoktur, diyen insanlara biz hay­ret ediyoruz. Bizim bu şaşırmamıza da, onlar eğlenip dalga geçiyorlar; "hâlâmı eski kafada gidiyorsunuz" diyorlar.[11]

 

13- Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almazlar.

14- Bir mucize görseler alay ederler.

Kendilerine hatırlatıldığında nasihat edildiğinde nasihattan anla­mazlar. Bir mucize gördüklerinde de onunlada dalga geçerler. Hz. pey­gamberin elinden bir mucize görseler veya onun ayetini görseler veya günümüzde harikulade bir olayla karşı karışıya gelseler, onunla da dalga geçerler. Zaten etrafımızda gördüğümüz herşey bir mucizedir. Suyun içinde balığın yaşaması kuşun uçması, birer harikulade olaydır. O manasızlar bütün bunlara "tabiatın eseri" deyip işin içinden çıkıveriyor.[12]

 

15-Ve derlerki; bu apaçık sihirden başka birşey değil.

16- Biz öldüğümüzde, toprak ve kemik olduğumuzda mı diriltile­ceğiz?

17- Evvelki atalarımızdami (diriltilecekler)?

Yani biz ve bizden önceki atalarımız da mı dirilecek? diyorlar. Ataları da dirilecek. Allah'ın tabiatta gösterdiği her mucize onlarında atalarının da, dirileceğini ispatlamakta.

Baharda toprağa düşen çekirdek nasıl yeşerip yeniden hayat bulu­yorsa, toprağa ölümle düşen herşey de aynı şekilde yeniden hayat bu­lup yeşerecektir, dirilecektir.[13]

 

18- Deki; Evet siz hemde aşağılanmış olarak (diriltileceksiniz)

19-  O güçlü bir haykırışdan ibarettir. Birden (kafirlerin) gözleri açılıverir.

Deki; evet sizin hepiniz, hemde hor ve hakir olarak dirileceksiniz. O dirilme işi, sadece korkunç bir çığlıktan, ibarettir. İsrafil (a.s)'ın sûr'a üfürmesi ile birde bakacaksınız, hepiniz etrafa bakınmaktasınız.

İnsanlar kabirlerinden kalkıp, mahşere doğru yönelip, orada birbirle­rine bakacaklar.[14]

 

20- "Yazık bize!, bu ceza günüdür" derler.

Dünyada iken inanmayıp, inkar ettikleri ahiretin ve ceza günü bu ol­duğunu anlayıp; "Eyvah! yazıklar olsun, bu ahiret günü" diye bağrışa­caklar, ama son çırpınış fayda vermeyecek.[15]

 

21- İşte yalanladığınız ayırım günü budur.

İşte bu, sizin dünyada iken yalanlamakta olduğunuz, hak ile batılın ayırd edildiği gündür.[16]

 

22- Zalimleri, onlara eşlik edenleri ve taptıklarını bir araya toplayın.

23- Allah'dan başkasına taptiklarıyla onları cehennem yoluna gö­türün.

Meleklere emir verilir; o zalimleri ve zalimlerin eşlerini, yandaşla­rım, Allah'dan başka onların tapındıkları adamları da toplayın ve onları cehennem yoluna sevkedin. Daha önce geçen ayetlerde Allah (c.c); "Kafirler zalimlerin ta kendisidir" buyuruyordu.[17] Tersi "za­limler kafirlerin ta kendisi" denilmiyor.

Çünkü mü'min olup da haddi aşan insana da "zalim", yaptığı işe de "zulüm" denir. Fakat kafir değildir. Ayette zalimden maksat kafirlerdir.

Bu kafirler, yandaşlarına tabi olmalarından onların peşinden gitmele­rinden dolayı kafir olmuşlardır.

Yoksa Allah'ın emirlerine uyan kişiler adalet ve.hukukda zalim ola­mazlar. Ama ferdi olarak zalim olabilirler, haksızlık yapabilirler.

İşte ayet; bu zalimler ve onların yandaşları vede bunların peşinden gittiği kişilerin cehenneme doğru sevkedilmesi emrini veriyor.[18]

 

24- Onları tutuklayın. Çünkü onlar sorgulanacaklar.

Onların hepsini hesaba çekilmek üzere toplayıp, bir yerde durdurun. Çünkü onlar suçludurlar sorumludurlar. Hesaba çekilecekler sorulan sorulara cevap veremedikleri takdirde ki veremeyecekler, cehenneme sürülecekler. Tâbi olanlarla, tâbi olunanlar bir yerde toplandıklarında onlara sorulacak,[19]

 

25- Size ne oluyorda yardimlaşmıyorsunuz?

"Size ne olduki, birbirinize yardım etmiyorsunuz?" Hani dünyada iken; "sen bu günahı işle, benim boynuma olsun, senin için ben cehen­neme giderim"[20] diyordunuzya, şimdi ise niye birbirinize yar­dım edemiyorsunuz.[21]

 

26- Hayır! onlar bu gün teslim olmuşlardır.

Onların hepsinin orada yapabilecekleri hiçbirşeyleri yok, yapamıya-caklarını da teslim etmiş durumdalar. Herkes Rabbin huzurunda teslim olmuş, boynu bükük, kurbanlık koyun gibi cehennemdeki yerini bekler­ler.[22]

 

27- Birbirlerine yönelip sorguya çekerler.

Bir kısmı, diğerine soru sormak üzere yönelir. Aynı gurubun, aynı çetenin insanları birbirlerini söz söylemeye başlarlar;[23]

 

28- Dedilerki, siz bize sağdan gelirdiniz (sağduyulu görünürdü­nüz), Siz dünyada iken bizim yanımıza yeminle geliyordunuz vede sağ du­yulu olarak geliyor, bizim sağ duyumuza hitab ediyordunuz. Gönlümüzü ikna ediyordunuz.

Hiçbir inançsız, hiçbir dalalette olan insan; yaptıklarının kötü olduğunu bile bile, idda ederek yapmaz, mutlak surette yaptığı işe bir kılıf bulur.

Kedi yavrusunu yerken, onu bir fare gibi görür. Fare gözüyle zan-niyle yediği gibi yer.

Yönetilenler yöneticilere bizi ikna edici laflar ettiniz, Dünya rinde yaşıyoruz, yahudi ve hırıstiyanla iç içeyiz. Allah'ın kanunlarına yönelelim de bu hrıstiyan ve yahudilerden soyutlanalım mı? diyorlar. Zahiren mantıklı gibi geliyor ama.[24]

 

29- Dedilerki; "hayır siz iman etmemiştiniz"

Yöneticilerde bilakis sizde iman etmiş değildiniz, müslüman değil­iniz ki  ki, biz sizi kandıralım.[25]

 

30- "Bizim sizin üzerinizde bir otoritemiz yoktu fakat siz azgın bir toplumdunuz.

Yönetenlerde diyorki, sizi zorlayacak gücümüzde yoktu. Yani bizim elimizde tam yetki yoktur. Yetkiyi siz verdiniz. Biz sizi kandırmak için geldik, ama yetkimiz yoktu. Sizde imansızdınız, çünkü bize yetki ver­diniz.

"Siz de zaten azgın, sapkın, vede Allah'a isyan eden bir toplumdu­nuz, bize yönetim yetkisini verdiniz." diyecekler.

Kur'an, 1400 yıl önce nazil oldu ama, sanki bu günün insanlarım tasvir ediyor gibi.[26]

 

31-Rabbimizin (azap) sözü bizim üzerimize hak oldu şüphesiz biz onu tadacağız.

Rabbimizin bizim hakkımızdaki sözü gerçekleşmiştir. Biz bu cehen­nemin azabını beraber tadacağız, diyecekler.[27]

 

32- "Çünkü biz sizi azdırdık, elbette bizde azmıştık.

Biz, sizi sapıttık, biz kendimiz de sapanlardanız. Yani biz kendimiz sapanlardandık, sizde bize yetki verdiniz, o yetkiye dayanarak bizde sizi sapıttık.[28]

 

33- Muhakkak o gün onlar azapda ortakdirlar.

O gün bu yönetenlerle, yönetilenler hepsi azabda ortakdırlar. Bu dünyada çıkarlar, menfaaatler konusunda ortak oldukları gibi, işte ahi­rette de azab konusunda ortaklıkları devam edecektir.[29]

 

34- İşte suçluları biz böyle yaparız.

İşte suçlulara böyle yaparız. Yani suç işleyene yardım eden, yardım edenlere yetki verenlere, onun yolundan gidenlere, böylece azabı ortak bir şekilde taddırınz.[30]

 

35- Çünkü onlara; Allah'dan başka ilah (yaratan yaşatan ve yö­neten) yoktur, denildiğinde kibirlenirierdi.

Onlara ne zaman "Lailahe illallah" desen kibirlenirler. Müezzinlerimiz her beş vakit namaz için bu kelimeyi tevhidi getiriyor­lar. "Kelimey-i tayyibe" söylenmekte ama onlar bu kelimeyi duydukları zaman kibirlenirler, rahatsız olurlar. Böylece Allah'a karşı gelirler. Çünkü bu kelime onların sistemini sarsar.[31]

 

36- "Biz deli bir şair için, ilahlarımızı mı ter edeceknıişiz?" diyor­lardı.

Hz. Peygamberi kast ederek, ilahlarımızı bu adam için mi bırakaca­ğız? diyorlar da, onun için "yalancı" sözünü kullanamıyorlar. Kırk yıl yalan söylediği vaki değil, doğrudan doğruya yalancı demek tutarsızlık olur. Fakat önce deli dedikten sonra, yalancı denilirse, bu biraz daha mantıklıdır diye düşünüyorlar.

Ayetlerin cazibesine kapılarakda şair yakıştırmasını söylüyorlar. Kur'an ayetlerinin cazibesi o kadar güzeldiki, birbirlerinden saklı, gizli gizli Kur'an'ı gelip dinliyorlardı. "En iyi şiiri bu söylüyor ve en güzel şair budur" demişlerdir ama kendi aralarında da ihtilaf etmişlerdir.

İçlerinden biri; "şiiri ben bilirim bu okuduğu Kur'an'dır, şiir değildir. Ona inanmzyacağız ama buna şair de demiyelim. Onun kendi konuştuğu ayrı, Kur'an ise ondan tamamen farklıdır." diyor.

Islama hizmeti olan, canı gönülden bağlanan insanlara Hz. Paygamber, zamanında nasıl onun mübarek şahsına deli dedikleri gibi, her dönemde bu aynı olmuştur. Müslümanlara deli sıfatım yakıştırıvermişlerdir.[32]

 

37- Hayır (Muhammed) hak ile geldi ve bütün peygamberleri tasdik etti.

O peygamber (a.s) hak ile geldi. Geçmiş peygamberleri de doğrula­yarak geldi. Bir hadislerinde "Ben Peygamberlik binasının en son kalan tuğlasıyım" buyurmuştur. Çok güzel bir ifadedir.[33]

Bugün beşyıl önce İslam ile müşerref olmuş birisine sorulduğunda,

"islam son beş yıldır iyi gelişiyor" diyor. Yirmi yıl önce islamı tanıyana görede; "İslam, son 20 yıldır ilerlemeler kayd ediyor."

Aslında islami hizmetler, sadece son 5 yıl veya son 20 yıl da değil, Hz. Peygamberden buyana islam daima gelişerek, yenilenerek hak batıl mücadelesi halinde devam etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Her çağın kendine has İslama hizmet edenleri gelmiştir. Onların hizmetlerini inkar etmemek gerekir. O günün şartlan içinde yapılması gerekeni yapmışlardır. Ellerindeki imkanlarını iyi değerlen­dirmişler.

Hz. peygamberde geçmiş peygamberleri tasdik ederek gelmiştir. Hiçbir peygamberi inkar, kabul etmeme veya tahkir etme yoktur. Hiçbir peygamber arasında ayrım yapmıyoruz. Bir kısmına iman edip, bir kısmına iman etmemezlik yapmıyoruz. Bütün peygamberler doğru söylemişlerdir.

İmansız kesimin politikasında bile "geçmişi kötülememe, onları da yeri geldikçe övme" durumu vardır. Büyük iskender; fethettiği yerlerde, eski komutanlarım halkın huzurunda övermiş ve o insanlarda bu sefer bunu sevmeye başlarmış.

Onun için biz de, geçmişte hizmet eden insanların hizmetlerini an­layıp, onlara gerekli değeri vermemiz vede onların hizmetlerine. yeni­likler, yeni hizmetler katmamız gerekir.

Ayet; "Hak ile geldi ve geçmiş peygamberleri doğruladı" buyuruyor. Geçmiş ile övünmenin yanında, hak olanı, gerçek olanı da ortaya koy­mamız gerekecektir.[34]

 

38- Siz acıklı azabı mutlaka tadacaksınız

39- Ancak yaptıklarınızın karşılığıyla cezalandırılacaksınız.

Siz, "elim" olan, acı veren azabı tadacaksınız. Siz yaptıklarınızın karşılığında ceza göreceksiniz. Allah kimseye zulüm etmeyecektir, yalnız amellerinizin karşılığında ceza veya mükafat göreceksiniz.[35]

 

40- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna.

Katıksız olarak, Allah'a ibadet eden kullar hariç, derken; "halis" keli­mesi türkçemize geçmiştir, "Kanşıksız", "saf" anlamlarındadır. İşte ibadetlerde de böyle saf olarak, Allah'a ibadet eden, gönlünde Allah'dan başka hiçbir insana itaat düşüncesi olmayandır. İşte bunlar cezalandırılmayacaktır, vede;[36]

 

41- İşte onlar için belirli rizık vardır.

42- Meyveler (var) ve onlar ikram olunurlar.

Onlar için belirli bir rızık vardır. Onlar için meyveler vardır. Onlar ik­ram görmüşlerdir. Cennette meyvelerle ikram görürler.[37]

 

43- Naim cennetlerinde. "Naim cennetleri"; kendisinde her türlü nimetin bulunduğu o bahçe­ler, işte Allah'ın ikramı ile bu bahçelerde karşı karşıya kalacaklardır.[38]

 

44- Karşılıklı koltuklar üzerinde,

45- Onlara kaynağından alınmış dolu kadehler dolaştırılır.

Dostlarıyla, anne ve babalarıyla, yakınlarıyla çocuklarıyla, eşleriyle karşı karşıya koltuklarında oturmuş olarak, hoş sohbet içinde buluna­caklar.

Ellerinde kaynağından alınmış su bardakları ile hizmetçiler, etrafla­rında dolaşıp duracaklar.[39]

 

46- İçenlere lezzet veren bembeyaz (içecek)

Bembeyaz ve içenlere lezzet veren bir içecek vardır. Bu içecekten maksat içki denilen şeydir. Bu dünyadaki içki içen ayyaşlarınki gibi değil, "Naim" kelimesi ile ifade ettiği için; bunlannki gibi arpayla üzüm­den değil, tabii, taze ve tazeliğini koruyan bir içki ikram edilecektir. Bu içecekler gıda için değil, lezzet almaları için olacaktır. Orada yaşlanmak ve ölüm olayı yoktur.[40]

 

47- Onda ne sersemlik vardır, nede sarhoşluk.

O içkileri içince,, sarhoş olmak yoktur. Baş dönmeside yoktur. İçilecek ama kişinin akli dengesini sarsacak değildir. İçildikçe de insan zevk alacaktır.

Yiyip içtikleri de, boşaltım organları yerine vücudundan hafif bir ter ile çıkacaktır. Nasıl gül ağacı çamuru toprağı yiyip güzel kokular saçı­yorsa, cennetede insanların hali bu şekilde olacaktır.[41]

 

48- Yanlarında yalnız kendilerine bakan, güzel gözlüler vardır.

Ve onların yanında, başkalarına bakmamış yalnız eşine bakan güzel gözlü sevgililer vardır.[42]

 

49- Onlar sanki saklı yumurta gibiler.

Onlar beyazlığı gayet iyi korunmuş yumurta gibidirler. Bir tefsirde de yumurtanın içinde kabuk ile yumurtanın akı arasındaki zarın yumu­şaklığı gibi yumuşak sevgililer vardır diyor.

O hurilerin gözleri bir başkasının gözüne değmemiş yüzünde göz izi yoktur. Biz mü'minler, bu namus ve ırz konusuna çok önem veririz. Sadece bacak arasının bekaretinin korunması bizim için yeterli değil, gönlünün dahi bekaretine önem veririz.

Kadınlar için bekaret önemli olduğu kadar, erkekler içinde geçerlidir. Tertemiz erkekler termemiz kadınlara, tertemiz kadınlar da tertemiz erkek­lere layıkdır. Bizde erkekde, kadında bekaretine sahip çıkıp ko­rumaları gerekmektedir.

Bazı mü fes s iri erimiz kadınlarla ve cennette verilecek hurilerle ilgili ayetleri tefsir ederlerken, edeben bazı ifadeleri Osmanlıca ve de farsea olarak geçiştirmişlerdir.

Nebe suresinde bildirdiği gibi Allah(c.c) cennetinde "tomurcuk me­meli huriler verileceğinden" bahsetmektedir. Müfeşsir ve mütercimler ise bunu, "kevaibi etrab olan sevgililer" diye tercüme ve tefsir etmek­teler, Allah (c.c) bu ifadeleri kullanmaktan haya etmiyor ve bize apaçık bildiriyor. Hak ve hakiat neyse onu apaçık söylemek gerekir.[43]

 

50- Birbirlerine yönelip sorarlar.

Onların (cennet ehli) bir kısmı, diğerleri ile konuşmak ve tanışmak için birbirlerini hesaba çekmek üzere birbirlerine yönelirler,[44]

 

51- Onlardan konuşan biri şöyle der; "Benim bir arkadaşım vardı"

Onlardan biri derki; daha önceki ayetlerde cehennemlikler, kafirler yönelip birbirlerini sorgulamşıtı; (27. ayette) "siz idiniz bizi sapıtan tabi olunanlarda zaten siz müslüman değildiniz , biz sizin üzerinizde yetkimiz yok iken siz bize yetki verdiniz." diyorlardı.

İşte burada da mü'minler birbirlerine dönerler "Benim bir arkadışım vardır şöyle derdi."[45]

 

52- Derdiki; "sen gerçekten (dirilişi) tasdik edenlerdenmisin?

53- Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuzda biz cezalandırılacakmıyız?

Gerçekten sen doğrularımızı kabul edermisin. Biz bir gün ölüp top­rak ve kemik olup tekrar dirilip, ahirette hesaba çekileceğimizi sen ka­bul edermisin? Mü'minlerde cennette koltuklarına oturacak bu konuş­malar geçecek ve devamla birbirlerine.[46]

 

54- (Cennette konuşan mü'min diğerlerine ) dediki; "siz (onun durumunu) gördünüz mü?"

Sen onları gördünmü? Muttali oldunmu? yani dünyada iken ahirete inanmayan insanları gördünüzmü?[47]

 

55- (O cennetlik) bir baktı ve onu (arkadaşını) cehennemin orta­sında gördü.

Baktı ve gördüki; o dünyada iken ahireti inkar eden kişi cehennemdedir.[48]

 

56- (Cennetlik olan) dediki; "Allah'a yemin ederimki, neredeyse sen beni de cehenneme düşürecektin.

O cehenneme düşmüş kişiyi görünce mü'min kişi derki;

Allah'a yemin olsunki nerede ise sen beni de kendinle beraber ce­hennemin içine atacaktın. Bende senin dediğine inamverseydim, haki­katen "insan Öldükten sonra tekrar dirilmez" deseydim ve bu düşünce ve inanç üzerine hareket etseydim cehennemde olacaktım.[49]

 

57- "Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı bende (Cehenneme) ih-zarlı olarak getirilenlerden olacaktım"

Şayet rabbimin nimeti olmamış olsaydı ki; o nimette Kur'an'dır, bende cehennemde olurdum diyor. Maide suresinde; "Bu gün nimetimi size tamaladım" büyuruyor.[50] Burada yine nimetten maksat Kur'an'dır, yani "dinimi kemale erdirdim Kur'an nimetimi de tamamla­dım" anlamındadır.

Kur'an'a "nimet" kelimesini kullanmıştır. Ekmeğe de, suya da nimet kelimeleri kullanılır. Bu nimetler bu dünyada bize faydalıdır. Ölümle ar­tık bu nimetler kesilir.

Fakat Kur'an nimeti hem bu dünyada hemde ahirette bize faydaları olan en büyük bir nimettir.

İşte Rabbimin bu nimeti olmamış olsaydı bende burada î'ihzarlılardan" (tutuklulardan) olurdum. Yani zebanilerin yanında, Allah'ın huzu­runa cehenneme atılmak için getirilmiş kimselerden olurdum.[51]

 

58- Biz (cennette) ölmeyeceğiz değilmi?

59- Ancak (dünyadaki) ilk Ölüm müstesna, Biz azap da edilmeye­ceğiz.

Yine mü(minler konuşmalarına devam ediyorlar. -Biz ölenlerden değiliz. İlk ölüm hariç

-Biz burada azab görenlerden de değiliz. Mü'minler için bu dünyada bir ölüm vardır. Ahirette; mü'min içinde, kafir içinde ölüm yoktur. Ama ayrıca mü'mine orada azab da yoktur.[52]

 

60- İşte büyük başarı elbette budur.

İşte en büyük başarıda budur. Yani en büyük kazanç en büyük ba­şarı ve kurtuluş da budur.

Demekki dünyada en başarılı insan; ençok mala, şana ve şöhrete sahip insan değil, Allah'a itaat edip, ahirette cenneti kazanan insandır.[53]

 

61- Çalışanlar işte böyle (bir bir başarı) için çalışsınlar.

62- Konaklama yeri olarak, bumu daha hayırlı? yoksa zakkum ağacımı?

Amel edenler işte böyle amel etsinler, yani cennetlik işler yapsınlar. Yukarıda cennetteki nimetler sayıldı zikredildi. Orada sevgililer var, eş dostlar ve onlarla hoş sohbetler, sarhoşluk vermeyen içecekler, lezzet veren yiyecekler var.

İşte bunlarını daha hayırlıdır, yoksa cehennemde zakkum ağacından yemekmi daha iyidir? diye soruyor. Bu inkari bir sorudur yani bu zak­kum ağacını yemek hayırlı değildir, demektir.

Zakkum ağacı tefsircilerin ifadesine göre, bizim zakkum diye bilinen zakkum değildir. O zakkum ağacı çirkin kokan, insanın vücuduna dö­küldüğünde derisini tahriş edebilen bir ağaçtır.[54]

 

63- Biz onu (Zakkumu) zalimler için bir fitne kılmıştık.

64- O cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.

Biz zakkum ağacını zalimlere bir fitne, bir azab olarak kıldık, o ağaç yakıcı cehennemin dibinden biter.

Mekkeli müşrikler Hz. peygambere; "cehennemde hem ateşin oldu­ğunu söylüyorsun, hem de o ateşin içinde ağaç yetişdiğini söylüyorsun, bu nasıl iştir?" demişler.

Gerçi dünyada iken bugün ağacın içinde ateşin olduğunu gözleri­mizle görüyoruz. Ağaç içinde ateşi yaratan Allah'ın(cc), birşeyi zıddına çevirmeye de gücü yeter, ateşin içindede ağacı yetiştirir.[55]

 

65- Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.

Onun dallan ve tomurcukları şeytan başı gibidir.. Şeytanı bugün biz görmedik, ressamlarda onun güzel bir resmini çizmediler. Çizgifilim ya-pımcilanda hayal edebildikleri korkunçlukları yapıp onu şeytan diye ço--cuklan kandırmaktadırlar. Yani şeytan deyince hayalimize gelen çirkin­lik ve iğrenç şeylerdir.

İşte cehennemdeki çirkinlikleri o zakkum ağacı da, korkunçluk ve çir­kinlikte en ileri derecede olan şeytanın başı gibidir, buyuruyor Rabbimiz.[56]

 

66- Onlar (kafirler) ondan yerler ve onunla karınlarını doldurur­lar.

Onların karınlan acıktığı zaman, açlıklarını gidermek için karınlarını zakkum ağacı ile doldururlar.[57]

 

67- Sonra o zakkum yemeğinin üzerine kaynar su karıştırılmış içecek vardır.

Gayet kaynamış su ile karıştırılmış bir içecek, sonra onlara zakkum yemeği üzerine verilir. Yedikleri zakkum boğazlarını yakar, yanan bo­ğazlarını dindirmek için içki ararlar. Ama kaynar suya katılmış, irin ve kusuntudan meydana gelen bir içecek verilir.[58]

 

68- Sonra dönecekleri yer cehennemdir.

Kur'an-ı Kerim'de, özellikle Mekki surelerde; cehennemin bütün vadileri, yiyecekleri, içecekleri, zebanileri ve orada yapılacak işkenceler çokça tekrar edilmektedir.

Günümüzde bazı hoca efendiler, bende başta olmak üzere cennetten daha çok bahsediyor. İşin en doğrusu birine tamamen ağırlık verip, di­ğerini ihmal etmemek gerekir. İkisindende eşit oranda bahsetmek ge­rekir.

Mekke döneminde nazil olan surelerde cehennemin dehşeti, Medeni surelerde ise cennet daha fazlaca zikredilmiştir. Onun için her ikisinden de bahsetmek gerekir. Cennete ümit verirken, cehennemde Allah'ın azabıyla da korkutulmalı. Onu haramları işlemekden vazgeçirir.

Kişi haramdan zevk almaz ama, bu imansızlar öyle hale gelmişki, haramdan bile zevk alır haldedir. Tıpkı sineğin hayvan pisliğinden zevk aldığı gibi.[59]

 

69- Çünkü onlar atalarını sapıkken buldular.

Onların kendilerinden önceki ataları sapıktılar, inkarcıydılar. Böyle neslin devamı ne yapar? atalarının sapık fikirlerini çok doğru zanneder.[60]

 

70- Bunlarda onların izinden koşturuldular.

71- Yemin olsunki onlardan önce (evvel) gidenlerin çoğunluğu sapıttı.

Onlarda atalarının izinden koşarak yürüdüler. Öncekilerin çoğunluğu, daha sonrakileri sapılmıştır. Yani sonradan gelenler öncekilerin izinden giderek sapıtmışlardır. Kureyş kavmini de geçmiş milletlerin çoğu sa-pıtmıştı.

Günümüzde de; "Ben babamdan öyle gördüm" diyerek, kulaklarını doğrulara kapayanlar var.[61]

 

72- Yemin olsunki, biz onlara uyarıcı peygamberler göndermiştik.

Biz onların da arasından kendilerini uyarıcılar gönderdik buyruluyor. Binlerce peygamber gönderilmiş, her millet için bir peygamber görev­lendirilmiş. Allah(cc) en son olarak da Hz. peygamber (a.s.v.) efendi­mizi göndermiştir.[62]

 

73- Uyarılanların sonu nasıl olmuş bir bak!!

74- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna

"O uyarılanların akıbetlerinin ne olduğuna bir bak!! Ancak halis iba­det edenler müstesna" Müslüman bu vasfa ulaşmak için, bu müstesna insanların arasına girebilmek için gayret gösretmeli, ihlasla, saf ve te­miz bir kalble ona yönelmeli.[63]

 

75- Yemin olsunki, Nuh bize nida etmişti, (bizde) ne güzel karşılık vereniz.

76- Biz Onu da ehlini de büyük beladan kurtardık.

Buraya kadar olan ayetlerde Allah (c.c); kafirlerin itirazlarını, müminlerin cennetlik, kafirlerin cehennemlik oluşlarını, nail olacakları mü­kafat ve cezalan, kafirlerin birbirleriyle ağız kavgası yaptıklarını anlat­tıktan sonra Nuh (a.s)ın kıssasına dönüyor.

Nuh (a.s) bize nida etmişti, dua da etmişti insanlardan bir kısmı da icabet edip ne güzel olmuştu. Hz. Nuh (a.s); "Rabbim, ben mağlub du­rumdayım bana yardım et" diye dua etmişti de Allah(cc)rde duasını ka­bul edip, kavmini suda boğmak suretiyle helak etmişti.

"Biz o Nuh'u ve onun ailesini büyük sıkıntıdan, felaketten kurtardık." buyruluyor. Bu Hz. peygambere bir teselli, kafirleri de bir korkutmadır.

Müşrikler, Hz. peygamberin dininin onun vefatı ile son bulacağını, iddia ettiği şeylerin gerçekleşmeyeceğini, kendinin ölümü ile etrafındaki insanlarında dağılıp gideceğini, davasının Arabistan yarım adası dışına çıkmayacağını iddia ediyorlardı.

Allah (c.c), Nuh'u (a.s) nasıl kurtarıp, başarıya ulaştırmışsak bu peygamberimizi de o şekilde kurtarırız, demektedir.[64]

 

77- Onun neslini kalıcı kıldık.

Nuh(a.s) vefat ettikten sonra dini devam ettirildi. Daha sonra ge­lenleri ona varis kıldık yani,[65]

 

78- Sonrakiler arasında namını bıraktık.

Daha sonra gelenleri dinin varisi kıldık.[66]

 

79- Alemler içinde Nuh'a selam olsun.

Bütün alemlerde Nuh'a selam olsun, Ta Nuh (a.s)dan bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler onun soyundan gelmiştir. Aynı şe­kilde Hz. peygamberin getirdiği din de, kıyamete kadar aynı şekilde devam edecektir.[67]

 

80- İyilik yapanları biz işte böyle mükafatlandırırız.

81- O, bizim mü'min kullanmızdandı.

82- Sonunda diğerlerini suda boğduk.

İşte Allah'ın emirleri doğrultusunda iyilikle ihsanda bulunanı, Onu görür gibi ibadet edenleri böylece mükafatlandırırız. Onlar iman etmiş kullarımızdı. İman etmiyen diğerlerini suyun içinde(tufanda) boğduk buyruluyor.[68]

 

83- Şüphesiz ibrahim de onun tarafında idi.

Bundan önceki ayetlerde Allah (c.c) Nuh (a.s)'a atıfta bulunmakta ve onun hayatından bahsetmekte idi. Ona düşman olanların su içinde boğulduğunu ondan sonra gelen neslininde hayırla devam edip, ona dua ettiğini haber veriyor.

Ondan sonra bu ayetle, İbrahim (a.s)'a dikkatimizi çekmekte, mu­hakkak ki İbrahim de onun yolunda idi.

Ayette geçen "şia" kelimesi türkçemize geçmiş bir kelimedir. Hz. peygamberden sonra, hilafete Hz. Ali'nin ve onun neslinin geçmesini isteyen, Ali'yi seven Ali taraftarlarına; şia denir.

Birde şia kelimesi, "şuyû" şeklinde: çok yaygın ortaya çıkan anla­mındadır.

İbrahim (a.s) Nuh'un şia'sı üzerine idi. Yani İbrahim (a.s)'m getir­diği mesaj da, Nuh'un (a.s) yolunda olduğu alemde yayıldı anlamında­dır. Aralarında uzun asırlar olmasına (geçmesine) rağmen, dinin as­lında İbrahim (a.s), Nuh'a bağlı idi.[69]

 

84- Çünkü Rabbine kalbi selim ile gelmişti

O, Rabbine selim bir kalp ile gelmişti. Selim: kurtulmuş, beri olmuş anlamındadır. Istılahi manası ise; insanın gönlünde şirkin olmadığı bir haldir. Şirkten, yalandan, iftiradan, v.b. her türlü pislikten temiz bir gö­nül ile, Allah'ın (c.c.) huzuruna gelmişti.

Öyleyse, Nemrut gibi bir zalimin karşısında durmak isteyen insan­ların da, ilk yapacağı şey; kalbinde şirk, iftira, gıybet gibi kötü haslet­lerden hiçbirşey olmaması gerekir. İç dünyası çok güzel olacaktır. İbrahim (a.s) da bunu yapmıştır.[70]

 

85- Babasına ve kavmine "nelere tapıyorsunuz?" demişti.

Bu ayetle Allah (c.c) dikkatimizi, İslamı tebliğde, onu yaşama ve yaşatmada, yakın akrabadan başlamamız gerektiğine dikkatimizi çek­mektedir. Hz. peygambere gelen ilk ayetlerden birinde de; "En yakın akrabandan başla korkutmaya" buyruluyor.[71]

Onun için önce gönlümüzü tertemiz yapıp ondan sonra en yakınımız­dan, baba, Anne eş ve çocuklar daha sonra diğer yakın akrabalar gelir.

Burada da İbrahim (a.s) önce yakın akrabadan yani babasından başlamıştır ki, babası o gün put yapan birisi idi. Daha sonrada kav­mine yönelip onları bir olan Allah'a davet etmiş; yaptıkları işin kötü ol­duğunu, neye tapıyorsunuz, yani neye taptığınızın farkındamısınız.? demiştir.[72]

 

86- "Allah'dan başka" uydurma ilahlarını istiyorsunuz?

Siz iftira ederek, Allah'tan başka ilahlarını ediniyor, onlara mı ibadet ediyorsunuz? yani Allah'ı bırakıp Allah'dan başka şeyleri ilah ediniyor ve onlara ibadet ediyorsunuz.[73]

 

87- "Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?"

O alemlerin rabbidir. Yaratan, büyütüp besleyen, kainatın sahibidir. Siz otururken niye bu ellerinizle yaptıklarınıza kulluk yapıyorsunuz. Hz. İbrahim (a.s) zamanında insanlar putlara tapındığı gibi, birde yıl­dızlara tapıp işlerini yıldızlara göre ayarlıyorlardı. O günün insanı bu yıldızların insanın yaşamını etkilediği kanaatinde idi, tıpkı bugünün in­sanlarının etkilenip inandığı gibi.

Her nekadar annesi babası müslüman olsa bile yıldızlara tapınıp onlardan medet bekleyen insanlar bugün günümüzde mevcuttur. Gerçi bu yıldıza tapan insanların kullanmış olduğu bazı terim ve tabirler de bizim kültürümüzde mevcuttur. Mesela "feleğe şikayet etme" ondan medet bekleme gibi ki, "felek" yasin suresinde de geçmekte; yörünge anlamındadır.[74]

 

88- (Yıldızlara tapan put perest kavmin yanında İbrahim) yıldız­lara bir baktı,

89- "Ben hastayım" dedi.

Hz  ibrahim (a.s) kavmi bir bayram günü şehrin dışına çıkmak ister­ler ve orada ibadet ve merasimlerini yapacaklardır. İbrahim (a.s)'ında gitmesini isterler İbrahim (a.s)'da "Gök yüzündeki yıldızlara şöyle bir baktı ve dediki; "Ben hastayım", sizinle beraber müşrikçe yaptığınız

merasime katılamam.

Bu ayet bize Allah'a isyan olan yere katılmamamız gerektiğine bir işarettir. Allah'ın kitabının hükümlerinin kaldırıldığı ayaklar altına alı­nan yere ve günlere müslümanın katılmaması gerekir. İbrahim (a.s) "ben hastayım" diyor.

Bu ayetin tefsirinde müfessirler buhari ile müslimin rivayet ettiği bir hadisi nakletmekte;   peygamberimiz (a.s);

"İbrahim (a.s) üçyerde yalan söyledi. Biri hasta olmadığı halde hasta­yım dedi ki o bu ayettir.

Put haneye girip bütün putları kırıp baltayı en büyüklerine asar, kendisi yaptığı halde; "ona sorun, belki o yapmıştır." demiştir. Fakat ben yaptım veya yapmadım da dememiştir.

Ateşe atılma olayından sonra o yöre halkının iman etmiyeceğini gö­rünce oradan hicret eder. Hicret esnasında bir kiralın ülkesinden geçerken hanımı Sare validemize sarkıntılık yapmak istediler ve İbrahim (a.s)'a so­rarlar bu neyin olur? o da cevaben, "ktzkardeşim olur" der." buyurmuş­tur. Hanımı olduğu halde.[75] Aynı olay Tevrat'da da geçer. Tevrat'ta mantıklı bir açıklama var. O gün için eğer eşi olduğunu söyleseydi karşı taraf kocasız bir kadını almak istemez, istese bile önce kocasını öldü­rür daha sonra alır, diyor. Bundan sonrada tevrat bazı yanlış izahlar veriyorki işte işin sapıtması burada başlıyor.

Bu hadis için buhari ve müslimin sarihleri hayli izahlar getirmişler ama Fahreddin Razi Yusuf suresi 24. ayetin tefsirinde böyle bir hadisi kabul etmez vede muhaddislerle bu konuda hayli cedelleşir. Muhaddisler "bu hadis buharide ve müslimde geçiyor" derler Razi; "ol­sun" cevabını verir muhaddisler; "o zaman sen şu kadar sika raviyi yalancı durumuna düşürüyorsunuz" Razi; "O Peygamber yalan söyledi demektense, raviler yalan söyledi, demeyi tercih ederim." diyor.

Bu surede geçen 89 ayette "ben hastayım" diyor Hasta olabilir nezle gibi de olsa hasta olabilir. Birde kadı beyzavi; "ben hastayım dediğinde doğru söylüyordu, çünkü sizin bu imansızlığınız beni hasta ediyor" diyordu Elmalı ise; "beydavi ile aynı görüşte olanların, kendile­riyle beraber ibadet tekliflerinden rahatsız olduğunu kastediyordu" di­yor. İbrahim (a.s) hastayım deyince,[76]

 

90- Ona sırtlarını dönüp gittiler.

Onlarda arkalarını dönüp gittiler, yani "sen burada kal, biz müşrik bayramımızı kutlamaya gidiyoruz, anlamında veya madem hastaymış ondan hastalık bulaşır." Diyerek gittiler.[77]

 

91- Bir oyun oynamak üzere putların yanına gitti "yemezmisiniz?" dedi.

92- "Neyiniz var, Niçin konuşmuyorsunuz"

İbrahim (a.s) puthanede yapayalnız kalınca putlara doğru yürüdü ve onlara; "yemezmisiniz?, bu çiçekleri koklamazmısınız?," gibi sorular sordu, tabiki cevap alamayınca; "Ne oluyorda siz konuşmuyorsunuz?" dedi.

Demekki değişen birşey yok, putların önüne o gün yemek konu­yordu, bugünde çiçek konuluyor. İnsanın fıtratında değişen birşey yok.[78]

 

93- Gizlice onlara sağ eliyle, kuvvetli bir vuruşla vurdu.

İbrahim (a.s) onların üzerine yürüyüp şiddetli bir şekilde vurarak sağ eliyle herbirini paramparça eder. "Yemin" kelimesi, sağ el anla­mına geldiği gibi "kasem" anlamına da gelir. Enbiya suresi ayet 57'de geçtiği gibi "İbrahim (a.s) Allah'a yemin ederim, sizin putlarınıza bir oyun edeceğim" demişti.

Buna göre üzerine yürüyüp vurmakla, yeminini yerine getirdi anla­mına gelir. İnsanlar genelde sağ elini kullanır. İnsanın yaratılışından gelen bir özelliğidir. Çok azıda sol elini kullanır. Bu küçük yaşta anne­sinin babasının iyi terbiye etmeyişinden kaynaklanmaktadır.

Bunu tamamen buna bağlamak da doğru değildir, bazılarıda yaratılışdan olabiliyor. Bunun dinle bir ilgisi yoktur. Yani müslümanlar sağ elini iyi kullanır da, müslüman olmayanlar kullanamaz diye birşey yok­tur. İbrahim (a.s) putları sağ eliyle parça parça edip, en büyüklerini bı­rakır.[79]

 

94- Koşarak ona (İbrahim'e) geldiler

95- (İbrahim) dedi; "yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?

Koşarak ona doğru geldiler. İbrahim (a.s) onlara; "Siz ellerinizle yonttuğunuz ilahlaramı tapınırsınız" ilah diye önüne gelip merasimler yaptığınız, yemekler ve içecekler koyduğunuz ve işlerinizi arz ettiğiniz, yardım talebinde bulunduğunuz o taşlar, putlar; kendi ellerinizle yaptığınızdır."dedi.

Müfessirlerimiz bu ayetleri tefsir ederlerken, bu olayları çağındakilerle irtibatlandırmadığı için şahsen ben o kitapları okuduğumda bana biraz tuhaf gelirdi. "Ne akılsız insanlarmış ağaca, taşa tapıyorlarmış" derdim. Ama biraz düşündüğümüzde bugünün olayları da bundan fark­sızdır.

Günümüz insanı da kendi elleriyle yapıyor, sonrada tapıyor. Bu ta­mamen kişinin koyduğu kurallara uymaktır. Allah'ın emirleriyle, ilah olarak kabul edilen kişinin emirleri karşı karşıya gelince, ilahlaştırılanın emirlerini tercih etmektir.

Adiy b Hatem'in, hristiyanlıktan dönerek yeni müslüman olduğu bir sırada, hatta boynundaki haç suretini dahi çıkarmamışken, "onlar ilim adamlarını papazlarını kendilerine ilah edindiler" ayeti nazil olur.[80]

Adiy b Hatem Hz. peygambere gelir; "Yarasulaîlah ben yeni müslü­man oldum. Hnstiyanlığı da bilirim, böyle ilim adamı ve papazlar ilah edinme yoktur" der. Hz. peygamberde; "Allah'ın emrettiği birşeyipapaz­larınız yasaklasaydı, uyarmıydiniz?" diye sorar, Adiy; "uyardık" cevabını verir, yine efendimiz; "yasakladığını da helal kılsaydı, buna da uyarmıydınız" deyince,"evet uyardık"der. Efendimiz de; "iste tapınma budur." bu­yuruyor.[81]

 

96- "Sizi de, yaptıklarınızı da Allah yarattı.

Allah (c.c) putperestlere diyorki; siz ellerinizle yonttuğunuza kulluk yapıyorsunuz, onu da sizi de yaratan Allah'dır. Siz kendiniz taş veya ağaç yaratmadınız ki sadece yontuyorsunuz, üstelik o yontan elinizi de Allah yaratmıştır.[82]

 

97- (Kafirler) "İbrahim için bir bina yapın da onu ateşin içine

atın" dediler.

İmansızların mantığı, laf yetiştiremediği, aklını erdiremediği yerde zora baş vurmaktır. Zorbalık yapıp işi gürültüye boğmak, sansasyon meydana getirmektir.

Bunlarda bunu yapıyorlar İbrahim (a.s) karşısında aciz kalınca; "Onun için bina yapın ve derhal onu ateşe atın" diyorlar. Yani ceza­landırınız onu. O, ilahlarımızı kırıyor onları lanetliyor ve onlara küfredi­yor.[83]

 

98- Ona tuzak kurmak istediler. Bizde onları alçaklardan kıldık.

Ona hile yapmak, tuzak kurmak istediler. Bizde onları imansızları en aşağılarda kıldık alçaktık. Başka bir ayettede; "onları en zararlı hüs­randa olan kişilerden kıldık" buyrulmakta idi.[84]

Nemrut ve etrafındakiler, İbrahim (a.s) ateşle yakacaklarını zan­nettiler ama 96. ayette   "sizi ve sizin yaptıklarınızı yaratan Allah'tır" buyrulmuştu.

Aslında îbrahim(a.s.) onlara şu mesajı veriyordu. Siz beni yaka­caksınız ama sizi yaratan olduğu gibi, sizi yakma eyleminizi de yara­tacak olan O'dur. "O benim yanmamamı irade ederse sizin buna gücü­nüz yetmez" diyordu.

Enbiya suresinde de bahsedildiği gibi "Biz de, ey ateş!! İbrahim (a.s)a karşı soğuk ve selamet ol, dedik." buyuruyor.[85] Allah(c.c) Onların hilesini boşa çıkarmıştı.

İbrahim (a.s), onların iman etmediğini görünce hicret etmeye karar verir ve derki;[86]

 

99- (İbrahim) dedi; "Ben rabbime gidiyorum o bana yol göstere­cektir.

Rabbim bana yol gösterir diyerek yola çıkan Hz. İbrahim, hicrete çı­karken nerede nasıl yaşar?, nerede yurt edinir?, Kimleri imana davet eder?, vardığım yerlerde bana eziyet ederlermi? hesabını yapmadan, Allah'ın emri ile görevi bitince yola çıkar.

"Ben rabbime gidiyorum" der, haşa Allah bir yerde de Ona mı gitti­ğini ifade etmek istiyor, hayır. Onun rızasını kazanmak için gidiyorum diyor. Bizimde her işlerimiz gibi, yolculuklarımız da O'nun rızası için olma­lıdır. Böyle olması gerektiği İbrahim(a.s) dilinden, lisanından bize ak­tarılmaktadır.

Müslüman sabah evinden çıktığında; bugün İslam için, Allah için ne yapabilirim? Hangi helal kazancı elde eder de, İslama malımla da nasıl bir katkıda bulunabilirim düşüncesiyle hareket etmeli.[87]

İbrahim (a.s) hicrete çıkarken şöyle dua ediyor;

 

100- "Rabbim bana salihlerden (çocuk) bağışla"

Yarabbi bana salihlerden hediye et, nasib et. müfessirler bu ayeti; "yarabbi salih evlat nasip et" diye dua etti derler, ama hem evladı içine alan bir kelime, hemde "yarabbi gittiğim yerlerde salih insanlar nasib et" manasıda vardır, iki manayıda içine alan bir kelimedir.

Bizde çocuk isterken, komşu isterken, salih olmasını istiyeceğiz. Hep salihlerini tercih edeceğiz. Berduşda olsa ahlaksızda olsa, yarabbi onları salihlerden kılıyer. O salihlerden olsun da ahlaksızlığından, imansızlığından vazgeçsin diye dua edeceğiz,[88]

 

101- Bizde ona uysal bir oğul müjdeledik.

Bizde ona yumuşak huylu, halim bir evlat müjdeledik buyuruyor Allah(cc). Yani, halim bir oğlun dünyaya gelecektir.

Bu salih ve halim olan çocuk, İsmail(a.s)'dır. İshak için de; "alim (bilgili) evladı sana vereceğiz" diye müjdelemiştir.[89]

 

102- Yanında koşma çağma ulaşınca; "Oğulcuğum uykuda seni ben keserken gördüm ne diyorsun? dedi. (Oğlu) "Babacığını emrolunduğun şeyi yap. İnşallah sen beni sabredenlerden bulacaksın"

dedi.

İsmail (a.s) babası ile koşabilme çağına gelince; (yani delikanlı di­yebileceğimiz bir çağ, tefsircilerden Kadı Beydavi; 23 yaşına geldiğinde diyor ki, İsmail (a.s) da daha sonra peygamber olacaktır fakat babasına gönülden bağlı olarak) İbrahim (a.s); "oğulcuğum ben rüyamda, seni kurban keserken görüyorum "der. Peygamberlerin rüyası da vahiy'dir.

Oğlu İsmail (a.s) da, babasının peygamber olduğunu bildiği için, ba­basının rüyasının boşa çıkmayacağını, asılsız şey olmadığını bildiği için; "ey baba ne ile emr olunduysan  onu yerine getir." diyor.

Mademki Allah (c.c.) beni kesmeni emrediyor ki, rüyada görüleni emir olarak kabul etmekte "inşallah sen beni herşeyiyle kontrol altında bulacaksın" vahyin kontrolunda olan peygamberlere bu şekilde delil getiriyorlar.

Eğer şeyh; "şarap iç diyorsa, içeksin" diyenlerin delilide bu ayettir. Herşeyden önce hakiki şeyh müridine içki iç demez bunu diyorsa o şeyhde bir sakatlık veya bir arıza var demektir. Peygamberler dahil hiç kimse, Allah'a isyan kokan bir fiil ve eylemin, hiçbir surette yapılma­sını isteyemez.   Kaldıki burada Allah'a isyan değil, itaat vardır.

İbrahim'e oğlunu kurban etmesi için, rüya halinde vahiy geliyor. Peygamberlerin dışındaki kişilerin, salih insanların rüyalarıylada amel edilmez, bu kişilerin rüyaları kesinlik ifade etmez Onun için yaratıcıya isyan olunan yerde yaratılmışa itaat yoktur. Fakat peygamberlerin rü­yası ile amel edilir. Nitekim İbrahim(a.s.) ve İsmail amel ediyor.[90]

 

103- İkisi birden teslim olup, (İbrahim, İsmaili) alnı üzerine yatırinca, İbrahim(a.s) da İsmail(a.s) da Allah'a teslim oldular. Birinin yüreği evlat sevgisi ile dopdolu iken, Allah'dan emir gelmiş diye, kurban için hazırlanıyor. Oğlu da senide benide yaratan Allah'dır diye ona teslim oluyor. İbrahim onu alnı üzere yere yıktı, tam o esnada ise;[91]

 

104- Ona şöyle seslendik; Ey İbrahim,

105- Rüyayndoğruladm. Biz iyileri işte böyle mükafatlandırırız.

106- Şüphesiz, bu çok açık bir imtihandır.

107- Biz ona (oğluna) karşılık büyük bir kurban verdik.

Biz ona büyük bir kurban hediye ettik, yani İsmail (a.s)'ın yerine kurban edilmek üzere büyük bir kurban vermiştir.

Bu ayetlerin tefsirinde alimlerimiz, İbrahim (a.s)'ın rüyayı terviye günü gördüğünü, arefe günü oğlu ile istişare ettiğini vede bayramın bi­rinci günü kurban ettiğini ifade ediyorlar. Müslümanların da kurban kesme geleneği bu şekilde başlamıştır.

Birde îsmaü(a.s) ile İbrahim(a.s)'ın kurban kesme yerine giderken, şeytan onlara musallat olup, engel olmaya çalışır, vesvese vererek üç defa önlerine çıkar. O da; "git şeytan" diyerek şeytanı taşlar. Bu şey­tanı taşlama geleneği de aynı şekilde bugüne kadar devam edip gel­mektedir. Bu temsili olarak bir yere belirli sayıdaki taşlan atıp, aslında içimizde olan, bize vesvese veren şeytanı taşlamadır.

Kurban kesmede Allah'ın vermiş olduğu mal ve mülkün nişanesi ola­rak, şükür alameti olarak belirli bir hayvanın Allah için boğazlanmasıdır. Zira mal canın yongasıdır. "Yarabbü! işte biz İbrahim (a.s) gibi yapamayız ama, canımızın bir parçası olan malı senin için yatırıp bo­ğazlıyoruz." manasını taşır.[92]

 

108- Sonrakiler arasında namını bıraktık.

Daha sonra gelenler arasında biz onu hayırla bıraktık. Yani İbrahim (a.s)'m daha sonra gelen ümmet ve kavimler tarafından da hayırla yad edildiğini ifade ediyor.

İnsan için mükafatlardan biri de; "yiğit ölür şanı kalır" misali hayırla yad edilmesi, hayırla dua edilmesidir ki, biz bütün müslümanlar İbrahim(a.s.) için, beş vakit namazlarımızda, tahiyyattan sonra salata selam getirmekteyiz.[93]

 

109- İbrahim'e selam olsun.

Selam İbrahim'e olsun Bizde bu ayeti okuduğumuz zaman, Hz. İbrahim'e (a.s) selam vermiş; ona selam etmiş oluyoruz ki, O bir put bakanının oğlu iken, rahat hayatı terk edip, Allah için, dini için ot bit­meyen bir beldeye, mescid-i Haram'ın yanına gitmiştir. Birde, "selam olsun İbrahim'e (a.s) bizde onun yolundayız" anlamı vardır.[94]

 

110- İyileri, işte böyle mükafatlandırırız.

111- Şüphesiz O mü'min kullar muzdandır.

112- Salihlerden bir peygamber olarak O'na İshak'ı müjdeledik.

Çünkü o bizim mü'min kullarımızdandır. Salihlerden bir nebi olarak Ishak'ıda O'na müjdeledik. İsmail (a.s)'dan sonra İshak (a.s) dünyaya gelmiştir. İshak (a.s) dünyaya geldiğinde İbrahim (a.s) 100 yaşında idi. İsmail (a.s) da dünyaya geldiğinde 86 yaşında idi.

Daha sonra Hz. peygamber İsmail (a.s)'m soyundan peygamber ola­rak gelince, bu sefer yahudiler; "kurban olarak feda edilenin İsmail de­ğil, îshak (a.s) olduğu" şeklinde bir iddia ortaya atıp, bunu savundular. Ama İslam alimleri, bilhassa Mevdudi gibi alimler yaptıkları araştırmalannda kurban için feda edilenin İsmail (a.s) olduğunu isbat etmiştir.

Yahudilerin böyle bir iddiayı atmalarının sebebi, onlar Yakub (a.s) ile beraber İshak (a.s)'ın   soyundan gelince bunu kıskandılar.

Fakat biz, İbrahim (a.s)'ada İshak (a.s)ıada İsmail (a.s)'ada iman etmişiz, vede bunlar arasında ayrım  yapmayız.[95]

 

113- O'na ve İshak'a bereketler verdik, ikisinin zürriyetinden iyi olanda var, nefsine apaçık zulmeden de var.

Bu ayetle Allah(cc) bizlere şunu anlatıyor; peygamber çocuğu olmak insana fayda vermez. Peygamberin yolundan gitmek fayda verir.

İbrahim ve İshak'ın neslinden mü'min insanlar da gelmiştir, zalim in­sanlar da gelmiştir. Nuh (a.s)'ın neslinden oğlu Kenan'ın isyan ettiği gibi.[96]

 

114- Andolsun! Musa ve Harun'a da nimetler verdik.

115- O ikisini ve kavimlerini büyük bir beladan kurtardık.

116- Biz onlara yardım ettik, onlarda galip geldiler.

Biz Musa ve Harun (a.s)'ada iyilikde bulunduk, nimet olarak islam verdik. O ikisinide kavimlerini çok büyük bir kederden üzüntüden kur­tardık. Ve biz Musa ile Harun'a iman edenlere yardım ettik, onlar galip geldiler.[97]

 

117- O ikisine manası açık belli kitabı verdik.

118- O ikisini doğru yola çıkardık.

Biz onlara gayet açık bir kitap verdik, yani Musa (a.s) ve Harun (a.s) apaçık kitap olan Tevrat'ı verdik. Ve onları dosdoğru yola ulaş­tırdık islami çizgiye götürdük.[98]

 

119- Sonrakiler arasında ikisinin namını bıraktık.

120- Musa ve Harun'a sefanı olsun

121- İşte iyileri biz böyle mükafatlandırırız.

122- Şüphesiz ikiside mü'min kullarımızdan idiler.

Musa ile Harun üzerinde de iyi bir ün bıraktık, yani o ikisini de ge­riye iyi bir adla bıraktık, hayırla yad edilen insanlar olarak bıraktık. Bu gün yahudiler, hiristiyanlar, müslümanlar Hz.Musa ve Harun'u (a.s) sevmekte, hayırla onlar için dua edip, onları yad etmektedirler.

"Musa ve Harun'a selam olsun. İşte böylece muhsin kullarımızı mü­kafatlandırırız" derken; Allah'ı görür gibi ibadet ve itaatte bulunup, şe­riata uyanları, mükafatlandırırız buyuruyor. Bu dünyada hayırla yad edilirken, ahirette de cennetle mükafatlandırılır.

O ikisi iman etmiş kullarımızdandı. Yani Hanım (a.s) ile Musa (a.s) Allah'a tam teslimiyetle inanmış, mü'min kişilerdir. Salat-u selam on­lara olsun.[99]

 

123- Şüphesiz İlyas'da peygamberlerdendir.

İlyas'da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlendendir. İlyas (a.s) da beni İsrail peygamberlerindendir. "İsrail" Yakub (a.s)'ın ismidir. İsrail oğlu: yani Yakub (a.s)'ın oğlulları anlamındadır. İlyas (a.s)da Harun (a.s)ın torunudur.

Ba'lebek ve havalesine de peygamber olarak gönderildiğini yazar bazı tefsir kitapları. Ama bunu biraz ihtiyatla karşılamak gerekir. Bu konuda ayet veya hadis yoktur. Kur'an bize lazım olanını bildirmiştir. Sahih hadis ve ayetlerde bildirilmeyen konular teferruattır ve Tevratta'da önceden yahudi iken, daha sonra müslüman olan kişilerin ilaveleri vardır. Hatta bu israiliyyat konusunda bir arkadaşımız doktora tezi hazırlamıştır.[100]

 

124- Kavmine şöyle demişti: "Allah'dan korkmazmısımz"

125- Ba'l(putun)'a dua edersiniz, Allah'ı bırakırsınız.

Hani o, kavmine; "Allah'dan korkmazmısınız. Yaratanların en güzeli Allah'ı bırakıp Ba'le putuna tapınıyorsunuz, ondan yardım diliyorsunuz, şimdi siz Allah'ımı bırakıyorsunuz?" demişti.[101]

 

126- Halbuki Allah sizin Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbi'dir.

Sizin  Rabbiniz  ve  sizden  evvelki  babalarınızında Rabbi  olan Allah'ı(c.c) bırakıp, ellerinizle yaptığınız puta tapınıyorsunuz. Allah'san sakııımazmısımz.[102]

 

127-   Bunun   üzerine   onu   yalanladılar.   Şüphesiz   onlar (Cehennemde) hazır bulundurulacaklar.

128- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna.

Onlar İlyas(a,s)'ı yalanladılar. Allah (c.c) onların hepsini cehenneme ihzarlı olarak getirmiştir. Ancak halis olarak ibadet eden, emirlere uyan kullar müstesna.[103]

 

129- Sonrakiler arasında namını bıraktık.

130- İlyas'a selam olsun.

131- İyileri biz işte böylece mükafatlandırırız.

132- Şüphesiz o mü'min kullanmızdandir.

Yine İlyas'ı (a.s) da güzel bir ad ile bıraktık. Şanın, namın rahmetle, hayırla yad edildiği, İbrahim (a.s)'a selam ettiği gibi, îlyas'a da selam olsun.

İşte biz iyilik yapan Allah'a halis kul olanları, böylece mükafatlandı­rırız. O bizim iman etmiş kullanmızdandır.[104]

 

133- Şüphesiz Lut'da peygamberlendendir.

134- Onu ve ehlinin hepsini kurtardık.

135- Geride kalanlardan ihtiyar kadın hariç.

136- Geride kalanları yerle bir ettik.

Şüphesizki, Lut'da gönderilmiş peygamberlerdendi. Biz onu da aile­sini de kurtarmıştık, ancak yaşlı kadını hariç o geride kalanlar arasın­dadır, sonra diğerlerini yerle bir ediverdik.[105]

 

137- Şüphesiz siz sabahları onlara uğruyorsunuz.

138- Geceleyin de (uğruyorsunuz), Akıllanmıyacakmısıniz ?

Ayet nazil olduğu gündeki Mekke halkına, bugünde bize diyorki siz sabahda ve gecede onların bulunduğu yere uğruyorsunuz hala akıllan-mıyacakmısımz. Mekke halkı ticaret kervanı ile Şam'a doğru gelirken Lut (a.s)'ın kavminin helak olduğu yerden geçerlerdi. Hatta halkda bilirmiş, "burada Lut kavmi varmışda, Lut (a.s)'a iman etmemişlerde, helak olmuşlar" diye bilgileri de var.

İşte bunları gördüğünüz halde hâlâ mı akıllanmazmısınız? diyor Allah (c.c).[106]

 

139- Şüphesiz Yunus'da peygamberlerdendir.

140- Hani dolu gemiye doğru kaçmıştı.

Yunus (a.s) islamı anlatmak için kavmi arasında yıllarca çalışmış, fakat insanlar iman etmemişler. Derken Allah tarafından onların azaba uğratılacağını öğrenince, Aliah'dan izin almadan o yeri terk eder. Peygamberlerin hicreti Aliah'dan izinledir.

Hz peygamber de Mekke'den Medine'ye hicret edeceğinde Cebrail (a.s) hicret iznini getirmiş, ondan sonra hicret etmiştir. Aynı şekilde İbrahim (a.s)da "ben rabbine doğru gidiyorum" diyordu.

Yunus (a.s) sahildeki bir gemiye çekilir. Fakat gemi denizde gider­ken, yükü ağır, dalgada fazlalaşmca, batma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca, içlerinden bir kısmının atılması denize inmesi gerektiği söylenir sonra.[107]

 

141- Kur'a çektilerde atılanlardan oldu.

142- O pişman olmuşken, balık onu yutuverdi.

Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektilerde o, kaybedenlerden oldu. O kendi kendine pişman olurken, "niye buralara kadar geldiydim, göre­vimi niye yapmadıydım" derken bir balık onu yuttu.[108]

 

143- Eğer o teşbih edenlerden olmasaydı,

144- Diriltiliş (kıyamet) gününe kadar balığın karnında kalırdı.

Eğer o Allah'ı teşbih edenlerden olmamış olsaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı. Yani biz onu diriltmez, balığın karnında kıyamete kadar tutardık, buyuruyor. Yani denizde ölen ve çürüyen balık deniz onun kabri olur.[109]

 

145- O hasta olduğu halde boş bir yere attık.

O hasta ve zayıflamış halde iken, balık onu Allah'ın izni ile denizin kenarında, insanların göremeyeceği tenha, ot ve ağaçlarında olmadığı bir yere bırakır.[110]

 

146- Onun için geniş yapraklı "yaktin"ağacı yetiştirdik.

Sonra üstüne gölge yapması için, kabak türünden, geniş yapraklı 'yaktın' ağacını bitirdik. Bu yaktın ağacının kabak olduğunu söylüyorlar Zira kabak çabuk büyüyen bir bitkidir. Sinekte üzerine konmazmış, yaprakları büyük olduğu için gölgeside çok olan bir bitkidir.[111]

 

147- Yüz binden daha fazla insana onu peygamber gönderdik.

148- Hemen onlarda iman ettiler ve bizde onları bir zamana kadar faydalandırdık.

Biz o Yunus'u (a.s) yüzbin insana veya daha fazla insanlara pey­gamber olarak gönderdik de, onlarda iman ettiler ve belirli bir zamana kadar biz onları faydalandırdık.[112]

 

149- Sor onlara; "kızlar Rabbinin de, oğlanlar onların" öylemi?

Buraya kadar peygamberlerin hayatını kısa kısa az ve öz olarak an­latmıştı. Bu mü'minlere ve Hz. peygambere teselli içindir. Yani "Ey ümmeti Muhammed, ya iman eder kurtulursun, yada Nuh kavmi gibi, Lut'un kavmi gibi helak olursunuz. Hz. peygamberde, diğerleride gön­derilmiş peygamberlerdi, sabrettiler başarıya ve dünyada devlete ulaştılar.

İşte Allah (c.c) tarihi bilgilerle ümmeti Muhammed'i de bilgilendirip, onları da eğitiyor.

Mekke'li müşrikler, meleklere Allah'ın kızları diyorlardı. Allah (c.c) de Peygamberimize diyorki; Onlara sor, kızlar Allah'ında, oğullar sizin-midir,? buyuruyor.[113]

 

150- Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlarda şahidmi olmuşlar?

151- Dikkat edin, onlar kesinlikle yalanlarından konuşuyorlar.

152- "Allah doğurdu" diyorlar, kesinlikle yalan söylüyorlar.

Sonra onlar biz melekleri yaratırken onlar hazırmı idiler? öyle bir-şeyde yok. İyi bilinki onlar iftira ile Allah çocuk edindi diyorlar. Allah'ın oğlu vardır, Kızı vardır diyenler yalan söylüyorlar.

Biz, müşriklerin bu iddialarını "ihlas" suresini namazlardan önce ve namaz içinde okumak suretiyle inkar ediyor ve diyoruz ki; "Allah ken­disi doğmamıştır doğurmamıştır. Hiçbirşeyde onun eşi, benzeri ve dengi olamaz.[114]

 

153- (Allah) Kızları, oğlanlara tercihmi etmiş?

154- Ne oluyor siz, nasıl hükmediyorsunuz?

155- Hiç düşünmezmisiniz?

156- Yoksa size apaçık bir fermanmı var?

157- Eğer doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin.

Allah kızları, oğlanlara tercih mi etti? diyorsunuz. Sizi yaratan odur, melekleri, cinleri, şeytanları herşeyi yaratan Allah niye melekleri seç­sin?, niye kızı, oğlana üstün tuttu? diyorsunuz. Ne oluyor size, nasıl böyle hükmedersiniz.

Allah(cc); "Hiç nasihat almazmısınız yoksa? Sizin elinizde apaçık bir sulta ve hakimiyet mi var? Eğer böyle bir hüccetiniz, deliliniz varsa vede doğru söylüyorsanız, kitabınızı getirin." buyurarak kafirlere açıkça meydan okuyor.[115]

 

158- O'nunla cinlef arasında nesep uydurdular, cinler biliyor larki, Allah'ın huzurunda mutlaka toplanacaklar.

159- Onların anlattıklarından Allah'ı tenzih ederim.

160- Ancak, Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna.

O imansızlar Allah ile cinler arasında bir neseb ilişkisi kuruyorlar. Ayette geçen; "Cinne" kelimesinden maksat "melek'tir." Cinne: keli­mesi gizlenme gözden ırak olma anlamındadır.

Meleklerde gözden gizli kaldığı için, bu kelime onlar içinde kullanılır görüşündeler. Mekkeli müşrikler; "Allah vardır, cinliler vardır, haşa ve kella ikisinin ilişkisinden melekler gelmiştir" iftirasında bulunmaktadır.

Allah (c.c); "Cinliler de bilir ki, onlarda Allah'ın huzuruna getirilecek­lerdir" diyor. Eğer cinlilerle Allah arasında neseb bağı olsaydı cinlilerin o şekilde getirilmemesi gerekirdi. Onlarda cezalandırılacağına göre Allah ile onların arasında neseb birliği yoktur.

Onların anlattığından Allah hakkında söylediklerinden O'nu tenzih ederiz. Allah'ın ihlash kılınmış kulları müstesna.[116]

 

161- Siz ve tapındıklarınız,

162- Ona (Allah'a) karşı, kimseyi kandıramazsınız.

163- Ancak, cehenneme gidecekler müstesna, Siz ve sizin ibadet ettikleriniz, Allah'a karşı gelmeleri için insanlar­dan hiç kimseyi kandıramazsınız. Fitneye uğralamazsınız.

Ancak o insanların ibadet ettikleri şeylerden, cehenneme gidecek olanlar fitneye düşerler. Mü'min insanlar, onların tapındığı putlardan fit­neye düşmezler.[117]

 

164- Bizden herbirimiz için belirli bir makam vardır.

165- Bizler saf tutanlarız.

Melekler derlerki: Bizden herbirimizin Allah katında bir makamı vardır. Yani sınırlı bir makamımız vardır. îlahlık yapabilecek bir gücü­müz yok, yani herkese verilen bir makam ve görev vardır.

Günümüzde bazılarının müdürlük, şeflik, gibi makamlarımız olduğu gibi. Bugibi makamlarında yetkilerinin bellibir sınırı vardır.

İşte meleklerde; Yapabileceklerimiz de yapamıyacaklanmız da bel­lidir. Bizi ilahlaştırmaym. Bizde Allah'ın huzurunda saf bağlayan insan­larız. Öyle ise bize nasıl "ilah" ismi verir veya "Allah'ın kızları" ismini verirsiniz?" diyorlar.

Meleklerde bizim namazda saf bağladığımız gibi saf tutarlar. S. Çelebi mevlütlerde bunu; "indiler gökten melekler saf saf" şeklinde ifade eder.[118]

 

166- Bizler teşbih edenleriz.

167- Daha önce şöyle diyorlardı.

168- "Bizim yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı"

169- Elbette biz Allah'ın ihlasa erdirdiği kullarından olurduk."

170- Şimdi O'na küfrettiler ama, yakında bilecekler.

Biz de Allah'ı teşbih edenlerdeniz Bizim de ibadete ihtiyacımız vardır. Görevimiz bizim ibadettir. Her ne kadar böyle deselerde Eğer geçmişlerden bir zikir olmuş olsaydı bir kitab veya hatırlatıcı olsaydı, bizde halis kullardan olurduk der. Kafirler bununla yine Allah'ı inkar ederler ve yakında yaptıklarının karşılığını bileceklerdir.[119]

 

171- Peygamber kullarımız için, şu kelimemiz daha önce geçmişti.

172- "Şüphesiz onlar elbette zafere ulaşacaklar.

173- Muhakkak bizim ordularımız galip gelecektir.

"Peygamberler" demiyor da, "peygamber olan kullarımız" için denili­yor. Yani peygamberler de Allah'ın kullarıdır, onlarada ilahlık vasfı vermeyeceğiz. Biz;   "Eşhedü enne Muhammeden Abdühü" diyoruz.

Bizim, peygamber kullarımız için bir sözümüz geçmişti, o da "onlara yardım edeceği vadidir." Şüphesizki onlar yardım görenlerdir.

"Mutlaka bizim ordularımız galib gelir." Yukarıda geçen ayetlerde bu orduların galip geldiğini, peygamberlerin hayatından örneklerini ve­rerek anlatılmıştı. Bunlar içinde tolulukları az olanlarda, Nuh(a.s), Musa (a.s), Harun(a.s.) gibi peygamberlerde galib gelmiştir.[120]

 

174- Bir zamana kadar onlardan yüz çevir,

175- Onların haline bak. Onlarda görecekler.

Belirli bir zamana kadar onlardan uzak dur. Onlara bak şöyle. Onlarda senin başarını göreceklerdir.

Bu ayet, Efendimizden Mekkeli müşriklere; "bakın size Musa(a.s-), Harun (a.s), Lut(a.s-),İbrahim(a.s.), İlyas(a.s.) gibi peygamberleri anlattım, sizde bunları biliyorsunuz Benimde başarımı sizde yakında göreceksiniz." demesini istiyor.

Aynı şeyi bizde günümüz imansızına diyoruz; "yakında müslümanlar da başaracaklar."[121]

 

176- Azabımızı mı acele istiyorlar,?

177- (Azab) onların sahasına inince, uyarılanların sabahı ne kötü olur!

Onlar başlarına gelecek belayı acelemi istiyorlar? Allah'ın azabı on­ların evlerine, avlularına, meydanlarına iniverdiğinde; o uyarılanların sabahı ne kötüdür. Yani çok kötü bir sabahla karşılaşacaklar.[122]

 

178- Bir zamana kadar onlardan yüz çevir,

179- Onların (haline) bak. Onlarda görecekler.

Belirli bir zamana kadar, onlardan uzak dur. Sen onlara bak, onlarda senin zaferini göreceklerdir.[123]

 

180- Onların anlattıklarından, izzetin sahibi Rabbini tenzih ederim.

181- Peygamberlere selam olsun.

182- Alemlerin Rabbine hamdolsun

İzzet sahibi senin rabbin Allah (c.c.) onların anlattıklarından uzaktır. Onların Allah hakkında söyledikleri; Allah oğul edinmiştir, Melekler Allah'ın kızları, gibi şeyler yalandır. Allah bunlarla muttasıf değildir.

Peygamberlere selam olsun, Alemlerin rabbi Allah'a hamd olsun. Hz. peygamber de; "nerede olursanız olun, son sözünüz bu olsun. Günahlarınıza keffaret olur. " buyuruyor,

Efendimiz; "Bana selam verdiğinizde peygamberlerede selam veri-nİZ."buyurmuş.

Kur'an okunan topluluklarda bu üç ayeti okumaya devam ediyoruz. Siz herhangi bir toplantıdan, kalkarken kendi içinizden bu ayetleri okuyuverin. Hem günahlarınıza keffaret olur, nemde bütün peygamberlerle bağınızı kuvvetlendirmiş olursunuz.[124]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/399.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/399-401.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/401.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/401.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/402.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/402-403.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403-404.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/404-405.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/405.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/405-406.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/406.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.

[17] Bakara 254

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407-408.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/408.

[20] Ankehut 12

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/408-409.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409-410.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/410.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/410.

   Ahirette yöneticilerle yönetilenlerin atışmaları için bak; Bakara 166-167, Sehe32, Mümin 47, İbrahim 21-22, Kof 28, Sad62, Meıyem 72, Ankebut25

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411-412.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/412.

[33] Buharı menakıp 3306, Müslim fezail 2287

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/412-412.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416.

[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416-417.

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417-418.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.

[50] Maide 3

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/419.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/419-420.

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420.

[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420.

[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420-421.

[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/421.

[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/421-422.

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/422.

[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/422.

[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.

[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.

[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.

[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/424.

[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/424-425.

[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.

[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.

[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.

[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425-426.

[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/426.

[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427.

[71] Şuam 214

[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427.

[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427-428.

[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/428.

[75] Buharı Enbiya 9, Hadis no;3!433, Müslim fezaill54, Ebu Davut talak 16, Tirmizi tefsir21/3, Ahmcd Müsned2l403

[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/428-430.

[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/430.

[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/430.

[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/431.

[80] Tevbe 31

[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/431-432.

[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/432.

[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/432-433.

[84] Enbiya 70

[85] Enbiya 69

[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/433.

[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/433-434.

[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/434.

[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/434-435.

[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/435-436.

[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/436.

[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/436-437.

[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/437-438.

[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/438.

[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/438-439.

[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/439.

[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/439-440.

[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/440.

[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/440-441.

[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/441.

[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/441-442.

[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442.

[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442.

[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442-443.

[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/443-444.

[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/444.

[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/444-445.

[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/445.

[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/145-146.

[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/446.

[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/446.

[112] Yımus'un duası için Enbiya 87'ye bakınız.

[113] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/447.

[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/447-448.

[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/448-449.

[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/449.

[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/449-450.

[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/450-451.

[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/451.

[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/451-452.

[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/452-453.

[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/453.

[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/453.

[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/453-454.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///