Kur'an'ı Kerim'de
yasin suresinden sonra 37. sure olarak gelen "Saffat" suresi Mekke'de
nazil olmuştur, yüzseksen iki ayettir. Bu ismi birinci ayette geçen
"Saffat " kelimesinden almıştır.[1]
1- Saff saff
duranlara,
2- Yönetip
idare edenlere
İlk üç ayette, üç ayrı
şeye yemin ediyor. Saffat; dizilmişlere yemin olsunki.
Birde saf yapanlara,
kendisi safa duranlara yemin olsunki, Veya insanları ve melekleri saf bağlatana
yemin olsunki. "Saff" kelimesi İslam dini ile kültürümüze, lisanımıza
girmiştir.
Namaz ibadeti ifa edilirken
imamın arkasından yanyana gelip, omuz omuza verip, aynı cepheye yöneldiğimiz
hale "saf tutma" diyoruz.
Hz. peygamber
hadisinde; "Saflarınızı sık ve- düzgün tutunuz. Aranızdan şeytan
geçmesin" buyuruyor. İmame Ayette; "saf tutanlara yemin olsun"
demekle, saf tutanlar övülmüş oluyorlar.
Biz mü'minler saf
tutmayı namaz ibadetinde yaptığımız gibi, birde onun dininin yücelmesi için
cephede cihad için saf tutmuş oluyoruz.
Namazda omuz omuza
verip aynı yöne yöneldiğimiz gibi, savaşda da omuz omuza verip aynı dava ve
aynı hedef için yönelmiş oluyoruz. Tefsir kitaplarımız ayrıca bu ayetin;
"meleklerin de insanlar gibi saf tutup Allah'a ibadet ettiklerini"
ifade ettiğini kaydetmekteler. Ama açıkça melekler ayette açıklanmamıştır.
Melekler ile insan ve
cinlilerin salih olup, saf tutanları övülmekte vede dikkatimizi, saf bağlayarak
Allah yolunda ona ibadet etmemiz gerektiğini, evimizde işyerimizde ferdi
olarak ibadet yapmanın yanı sıra, toplu ve bütünleşmiş olarak ona yönelmemiz
gerektiğine de işaret etmektedir.
Kişi ferdi olarakda
İslama hizmet eder veya müslüman olarak tek başına yaşayabilir ama toplumun
onun müslüman olduğunu bilmesi, islamı kabul etmesi için, o kişinin
müslümanlarla ibadet için cemaate çıkıp,
cihad için saf tutması gerekir.
"Gürültüler
çıkararak, sesler çıkararak azarlayan, insanları kötülüklerden alıkoyan,
sevkedip yöneltenlere andolsun" müfessirler bunları melekler olarak
almakta, yağmurun yağması, buharın oluşması, oluşan bu baharın gökyüzüne çıkıp
yağmur damlacıkları oluşturması, Onların bulutlar vasıtası ile çorak
topraklardan, münbit arazilere sevk edilmesi bütün bunlar Allah'ın (c.c.)
koymuş olduğu tabiat kanunlarına tabidir. O tabiat kanunlarını da yürürlükte
kılan Allah'ın melekleri vardır.
İşte Allah(c.c)
meleklere yemin etmekte Ayetle yukarıda ifade edildiği gibi melek kelimesi
açıkça geçmemekte ama, meleklerle beraber insanların önüne geçip, onlara
bağırarak,, seslenerek onları cennete doğru sevk eden insanlara yemin olsun,
anlamı da vardır.[2]
3- Zikir
okuyanlara yemin ederimki,
Zikir Allah'ın
isimlerinden veya sıfatlarından birini devamlı söylemektir. Ku'an'ı Kerimin
diğer bir ismi de "zikir'dir." Hicir suresi 9. ayette; "zikri
(Kur'an-ı ) biz indirdik, onu biz koruyacağız" buyuruyor. Bu ayette de;
Kur'an okuyanlara yemin olsunki,[3]
4- Şüphesiz
ilahınız bir'dir
Sizin ilahınız bir tekdir.
Kur'an'da -bilhassa Mekke döneminde- nazil olan ayetlerde Allah (c.c.)
varlığını ve birliğini öğretmek içintabiattaki varlıklara, kendi nefsine ve
diğer bazı canlılara yemin ederek başlamıştır.
Mesela "kuşluk
vaktine and olsun", "kararan geceye and olsun", "Asra yemin
olsun." gibi Bu surede de; yarattığı melekler, saf saf duran insanlar ve
Kur'an okuyana yemin etmektedir.
Bu yeminlerle bizim
dikkatimizi o varlıklara çekmekte, insanın onlar karşısında aciz olduğunu
hatırlayıp, rabbini hatırlaması için onu düşünmeye sevk etmektedir.
Zira sizi yaratan,
yaşatan, yöneten O'dur ve de tek'dir. Ondan başka yaratan yaşatan yöneten
yoktur. İnsanoğlu istediği kadar yaşamak, vücudunu istediği gibi yönetmek
gücüne sahip değildir. İnsanın vücudu o istesede istemesede büyümekte, saçı
uzayıp beyazlaşmakta, büyümesi ve uzamasını durdurmaya veya hızlandırmaya gücü
yetmemektedir.[4]
5- Göklerin,
yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi ve bütün doğuların Rabbidir.
"Rab"; sahib
manasına geldiği gibi, terbiye edicisi anlamına da gelir. Doğu bir tane olduğu
halde ayette bu kelime cemi: doğular olarak gelmiştir. Rahman suresinde de;
"İki doğu ile iki batının rabbidir." şeklinde buyurmuştur.
Alimlerimiz bunu şu
şekilde anlamıştır. Güneşin doğduğu yer hergün değişmekte, yazın doğduğu yer
ile battığı yer çok uzaktır. Kışın ise bu biraz daha kısa olur. Onun için çoğul
sığası ile verilmiştir. Yani güneşin 365 tane doğuş yeri, 365 tane de batış
yeri vardır. Güneş, yazın biraz daha kuzey kutbuna kuzey yönüne yakın doğar,
kışın da güney istikametine yakın doğar.
İki doğu, iki batı
derkende; yazın güneşin doğudan doğarken, en zirvede kısa olmada enüst derece
olduğu yer. Birde kışın doğarken, en zirvede kısa olmada, enüst derece olduğu
yer vardır. Bu batarkende böyledir. Böylece iki doğuş yeri ikide batış yeri
vardır. İşte bunları yapan Allah(c.c.)dür. O'na itaat ve ibadet ediniz, O'nu
bir olarak kabul ediniz.[5]
6- Dünya
semasını, bir süsle, yıldızlarla süsledik.
Allah(cc) dileseydi,
elmayı ağacın gövdesinden hemen çıkarıp bize verebilirdi ama; bütün
zevklerimize hoşgelebilecek bir şekilde onu süslüyor. Ağacı Önce yeşil
yapraklarla süslüyor, sonra ona çiçek açtırıyor. Ondan sonra da elmayı
olgunlaştırıyor. Onu da gözümüze hoş görünebilecek bir şekilde yapıyor.
Böylelikle göz zevkimize koku zevkimize uygun hale getiriyor.
Aynı şekilde gökyüzünü de
yıldızlarla süslemiş, açık bir havada o gökyüzü, mavi atlas üzerine çekilmiş
bir resim tablosunu andırmaktadır. Tabiki bu sadece bir süs için değil,[6]
7- Onu asi
her şeytandan koruduk.
İnatçı, isyankar, her
şeytandan korumak için, yani yıldızları; gökyüzünü şeytanlardan korumak için
yarattığını ifade ediyor.[7]
8- Artık o
yüce (melekler) topluluğunu dinleyemezler. Her taraftan atılırlar.
9- Kovulmak
için (taşa tutulurlar), onlar için sürekli azap vardır. Onlar "Mele-i
Ala'dan" birşey işitemezler.
Mele-i Ala'; bir
makamdır, Meleklerin kendi aralarında konuştukları, Allah'dan vahiy aldıkları
bir yerdir. Şeytanların orayı dinlemek için gökyüzüne çıktıklarını, görevli
meleklerinde yıldızları şeytanlara attığını, şeytanlarında böylelikle
kovulduklarım ifade ediyor. Ve onlar için de, ebedi ve sürekli bir azab vardır
buyuruyor.[8]
10- Ancak
bir kelime kapan olursa, onu da delip geçen bir ışık takip eder.
O(şeytan) şöyle küçük
bir fısıltı yakalayrvermiş olsa, hemen
delici bir yıldız onu takib eder.
Hadislerdende anlaşıldığı
üzere; Tarihin en eski dönemlerinden beri cinlerle, şeytanlarla uğraşan bir
kahinler topluluğu vardır. Bu kahinler, sihirbazlardan farklıdır. Sihirbaz; el
çabukluğundan yararlanarak bazı harikulade olaylar göstermeye çalışır. Kahin
ise; gelecekle ilgili haberler vermekle beraber, insanları yönlendiren, onlara
kanunlar ve hükümler koyan kişilerdir. Bunların cinlerle alakalan ve
ilişkileri vardır. Onlardan bilgi alırlar.
Hz. peygamberin
hadisinde de beyan edildiği gibi; şeytan 100 haber verse birisi doğru çıkar, 99
yalan olur. Peygamberin bu ve buna benzer hadisleriyle, Kur'an'da geçen cin
suresi ve diğer cinlerden bahseden ayetlerden anlaşıldığı üzere; cin'ler hakikatte
vardır. Ve insan cinlerle görüşüp konuşmakta, Hz. Peygamber de onlarla görüşüp
konuşmuştur. Onlarda Hz. Peygamberle konuşmuştur. İman edenleri olmuştur.
Ahireti inkar edenler,
cin ve şeytanları inkar etseler de, bizim dışımızda bazı insanlarla bir araya
gelip, ruh çağırma seanslarını takip ve tertip etmek suretiyle bu cinlerin ve şeytanların
varlığını kabul etmiş veya bunun varlığını isbat etmiş oluyorlar.
Ruh çağırma dedikleri
şey, aslında cin çağırmadır. Müslüman böyle şeylerden uzak durup, "Euzü
besmele'yi" çekmek suretiyle de cinlerin, şerrinden uzak durmuş olur.[9]
11- Şimdi sen
onlara (insanlara) sor, yaratılışça onlar mı daha kuvvetli, yoksa bizim
yarattıklarımız mı? Biz onları (insanları) yapışkan bir yarattık.
Onlara sor, yaratma
bakımından onlarmı daha güçlü, yoksa bizmi? yani şeytan ve cinin yarattığı
şeymi daha güçlü yoksa bizim yarattıklarımızmı daha güçlü. Birde yaratılış
bakımından Allah'ın yarattıklarımı daha sağlam yoksa onlarmı? Cin ve şeytan
hiçbirşey yaratamaz. Herşeyi yaratan ve yarattıklarında da harika sanatlar
sergileyen Allah(c.c.)'dür.
Allah (c.c) dışında olan
"masiva", kendi doğumuna da ölümüne de hakim değildir.
Biz onları yapışkan
bir çamurdan yarattık, yani insan yapışkan bir çamurdan yaratılmıştır. Bunu da
bildiği halde, ilahlık iddiasında bulunmanın anlamı ne?[10]
12- Fakat
sen hayret ediyorsun, onlar ise alay ediyorlar.
Belki sen, bu muhteşem
kudreti inkarlarına şaşırdın, hayret ettin. Biz de bazen şaşıyoruz. Kendi
doğduklarını görmediler ama kendi doğumlarına görmüş gibi inanırlar. Doğan
insanı görüyoruz ve doğan insanın zaman içinde geliştiğini güçlenip,
büyüdüğünü müşahede ediyoruz.
Ey habibim! sen onların
Allah'ı inkar etmelerine hayret ediyorsun, onlarda seni alaya alıyorlar, dalga
geçiyorlar.
Aynı şekilde; ben
ateistim, Allah'a inanmam veya Allah'a inanırım dediği halde, Kur'an'ın artık
geçerliliği yoktur, diyen insanlara biz hayret ediyoruz. Bizim bu şaşırmamıza
da, onlar eğlenip dalga geçiyorlar; "hâlâmı eski kafada gidiyorsunuz"
diyorlar.[11]
13-
Kendilerine öğüt verildiğinde, öğüt almazlar.
14- Bir
mucize görseler alay ederler.
Kendilerine hatırlatıldığında
nasihat edildiğinde nasihattan anlamazlar. Bir mucize gördüklerinde de
onunlada dalga geçerler. Hz. peygamberin elinden bir mucize görseler veya onun
ayetini görseler veya günümüzde harikulade bir olayla karşı karışıya gelseler,
onunla da dalga geçerler. Zaten etrafımızda gördüğümüz herşey bir mucizedir.
Suyun içinde balığın yaşaması kuşun uçması, birer harikulade olaydır. O
manasızlar bütün bunlara "tabiatın eseri" deyip işin içinden
çıkıveriyor.[12]
15-Ve
derlerki; bu apaçık sihirden başka birşey değil.
16- Biz
öldüğümüzde, toprak ve kemik olduğumuzda mı diriltileceğiz?
17- Evvelki
atalarımızdami (diriltilecekler)?
Yani biz ve bizden önceki
atalarımız da mı dirilecek? diyorlar. Ataları da dirilecek. Allah'ın tabiatta
gösterdiği her mucize onlarında atalarının da, dirileceğini ispatlamakta.
Baharda toprağa düşen
çekirdek nasıl yeşerip yeniden hayat buluyorsa, toprağa ölümle düşen herşey de
aynı şekilde yeniden hayat bulup yeşerecektir, dirilecektir.[13]
18- Deki;
Evet siz hemde aşağılanmış olarak (diriltileceksiniz)
19- O güçlü bir haykırışdan ibarettir. Birden
(kafirlerin) gözleri açılıverir.
Deki; evet sizin
hepiniz, hemde hor ve hakir olarak dirileceksiniz. O dirilme işi, sadece
korkunç bir çığlıktan, ibarettir. İsrafil (a.s)'ın sûr'a üfürmesi ile birde
bakacaksınız, hepiniz etrafa bakınmaktasınız.
İnsanlar kabirlerinden
kalkıp, mahşere doğru yönelip, orada birbirlerine bakacaklar.[14]
20-
"Yazık bize!, bu ceza günüdür" derler.
Dünyada iken
inanmayıp, inkar ettikleri ahiretin ve ceza günü bu olduğunu anlayıp;
"Eyvah! yazıklar olsun, bu ahiret günü" diye bağrışacaklar, ama son
çırpınış fayda vermeyecek.[15]
21- İşte
yalanladığınız ayırım günü budur.
İşte bu, sizin dünyada
iken yalanlamakta olduğunuz, hak ile batılın ayırd edildiği gündür.[16]
22-
Zalimleri, onlara eşlik edenleri ve taptıklarını bir araya toplayın.
23-
Allah'dan başkasına taptiklarıyla onları cehennem yoluna götürün.
Meleklere emir
verilir; o zalimleri ve zalimlerin eşlerini, yandaşlarım, Allah'dan başka
onların tapındıkları adamları da toplayın ve onları cehennem yoluna sevkedin.
Daha önce geçen ayetlerde Allah (c.c); "Kafirler zalimlerin ta
kendisidir" buyuruyordu.[17]
Tersi "zalimler kafirlerin ta kendisi" denilmiyor.
Çünkü mü'min olup da
haddi aşan insana da "zalim", yaptığı işe de "zulüm" denir.
Fakat kafir değildir. Ayette zalimden maksat kafirlerdir.
Bu kafirler,
yandaşlarına tabi olmalarından onların peşinden gitmelerinden dolayı kafir
olmuşlardır.
Yoksa Allah'ın
emirlerine uyan kişiler adalet ve.hukukda zalim olamazlar. Ama ferdi olarak
zalim olabilirler, haksızlık yapabilirler.
İşte ayet; bu zalimler
ve onların yandaşları vede bunların peşinden gittiği kişilerin cehenneme doğru
sevkedilmesi emrini veriyor.[18]
24- Onları
tutuklayın. Çünkü onlar sorgulanacaklar.
Onların hepsini hesaba
çekilmek üzere toplayıp, bir yerde durdurun. Çünkü onlar suçludurlar
sorumludurlar. Hesaba çekilecekler sorulan sorulara cevap veremedikleri
takdirde ki veremeyecekler, cehenneme sürülecekler. Tâbi olanlarla, tâbi
olunanlar bir yerde toplandıklarında onlara sorulacak,[19]
25- Size ne
oluyorda yardimlaşmıyorsunuz?
"Size ne olduki,
birbirinize yardım etmiyorsunuz?" Hani dünyada iken; "sen bu günahı
işle, benim boynuma olsun, senin için ben cehenneme giderim"[20]
diyordunuzya, şimdi ise niye birbirinize yardım edemiyorsunuz.[21]
26- Hayır!
onlar bu gün teslim olmuşlardır.
Onların hepsinin orada
yapabilecekleri hiçbirşeyleri yok, yapamıya-caklarını da teslim etmiş
durumdalar. Herkes Rabbin huzurunda teslim olmuş, boynu bükük, kurbanlık koyun
gibi cehennemdeki yerini beklerler.[22]
27- Birbirlerine
yönelip sorguya çekerler.
Bir kısmı, diğerine
soru sormak üzere yönelir. Aynı gurubun, aynı çetenin insanları birbirlerini
söz söylemeye başlarlar;[23]
28-
Dedilerki, siz bize sağdan gelirdiniz (sağduyulu görünürdünüz), Siz dünyada
iken bizim yanımıza yeminle geliyordunuz vede sağ duyulu olarak geliyor, bizim
sağ duyumuza hitab ediyordunuz. Gönlümüzü ikna ediyordunuz.
Hiçbir inançsız,
hiçbir dalalette olan insan; yaptıklarının kötü olduğunu bile bile, idda ederek
yapmaz, mutlak surette yaptığı işe bir kılıf bulur.
Kedi yavrusunu yerken,
onu bir fare gibi görür. Fare gözüyle zan-niyle yediği gibi yer.
Yönetilenler
yöneticilere bizi ikna edici laflar ettiniz, Dünya rinde yaşıyoruz, yahudi ve
hırıstiyanla iç içeyiz. Allah'ın kanunlarına yönelelim de bu hrıstiyan ve
yahudilerden soyutlanalım mı? diyorlar. Zahiren mantıklı gibi geliyor ama.[24]
29-
Dedilerki; "hayır siz iman etmemiştiniz"
Yöneticilerde bilakis sizde
iman etmiş değildiniz, müslüman değiliniz ki
ki, biz sizi kandıralım.[25]
30-
"Bizim sizin üzerinizde bir otoritemiz yoktu fakat siz azgın bir
toplumdunuz.
Yönetenlerde diyorki,
sizi zorlayacak gücümüzde yoktu. Yani bizim elimizde tam yetki yoktur. Yetkiyi
siz verdiniz. Biz sizi kandırmak için geldik, ama yetkimiz yoktu. Sizde
imansızdınız, çünkü bize yetki verdiniz.
"Siz de zaten azgın,
sapkın, vede Allah'a isyan eden bir toplumdunuz, bize yönetim yetkisini
verdiniz." diyecekler.
Kur'an, 1400 yıl önce
nazil oldu ama, sanki bu günün insanlarım tasvir ediyor gibi.[26]
31-Rabbimizin
(azap) sözü bizim üzerimize hak oldu şüphesiz biz onu tadacağız.
Rabbimizin bizim
hakkımızdaki sözü gerçekleşmiştir. Biz bu cehennemin azabını beraber
tadacağız, diyecekler.[27]
32-
"Çünkü biz sizi azdırdık, elbette bizde azmıştık.
Biz, sizi sapıttık,
biz kendimiz de sapanlardanız. Yani biz kendimiz sapanlardandık, sizde bize
yetki verdiniz, o yetkiye dayanarak bizde sizi sapıttık.[28]
33- Muhakkak
o gün onlar azapda ortakdirlar.
O gün bu yönetenlerle,
yönetilenler hepsi azabda ortakdırlar. Bu dünyada çıkarlar, menfaaatler
konusunda ortak oldukları gibi, işte ahirette de azab konusunda ortaklıkları
devam edecektir.[29]
34- İşte
suçluları biz böyle yaparız.
İşte suçlulara böyle
yaparız. Yani suç işleyene yardım eden, yardım edenlere yetki verenlere, onun
yolundan gidenlere, böylece azabı ortak bir şekilde taddırınz.[30]
35- Çünkü
onlara; Allah'dan başka ilah (yaratan yaşatan ve yöneten) yoktur, denildiğinde
kibirlenirierdi.
Onlara ne zaman
"Lailahe illallah" desen kibirlenirler. Müezzinlerimiz her beş vakit
namaz için bu kelimeyi tevhidi getiriyorlar. "Kelimey-i tayyibe"
söylenmekte ama onlar bu kelimeyi duydukları zaman kibirlenirler, rahatsız
olurlar. Böylece Allah'a karşı gelirler. Çünkü bu kelime onların sistemini
sarsar.[31]
36-
"Biz deli bir şair için, ilahlarımızı mı ter edeceknıişiz?" diyorlardı.
Hz. Peygamberi kast
ederek, ilahlarımızı bu adam için mi bırakacağız? diyorlar da, onun için
"yalancı" sözünü kullanamıyorlar. Kırk yıl yalan söylediği vaki
değil, doğrudan doğruya yalancı demek tutarsızlık olur. Fakat önce deli
dedikten sonra, yalancı denilirse, bu biraz daha mantıklıdır diye düşünüyorlar.
Ayetlerin cazibesine
kapılarakda şair yakıştırmasını söylüyorlar. Kur'an ayetlerinin cazibesi o
kadar güzeldiki, birbirlerinden saklı, gizli gizli Kur'an'ı gelip
dinliyorlardı. "En iyi şiiri bu söylüyor ve en güzel şair budur"
demişlerdir ama kendi aralarında da ihtilaf etmişlerdir.
İçlerinden biri;
"şiiri ben bilirim bu okuduğu Kur'an'dır, şiir değildir. Ona inanmzyacağız
ama buna şair de demiyelim. Onun kendi konuştuğu ayrı, Kur'an ise ondan tamamen
farklıdır." diyor.
Islama hizmeti olan,
canı gönülden bağlanan insanlara Hz. Paygamber, zamanında nasıl onun mübarek
şahsına deli dedikleri gibi, her dönemde bu aynı olmuştur. Müslümanlara deli
sıfatım yakıştırıvermişlerdir.[32]
37- Hayır
(Muhammed) hak ile geldi ve bütün peygamberleri tasdik etti.
O peygamber (a.s) hak
ile geldi. Geçmiş peygamberleri de doğrulayarak geldi. Bir hadislerinde
"Ben Peygamberlik binasının en son kalan tuğlasıyım" buyurmuştur. Çok
güzel bir ifadedir.[33]
Bugün beşyıl önce
İslam ile müşerref olmuş birisine sorulduğunda,
"islam son beş
yıldır iyi gelişiyor" diyor. Yirmi yıl önce islamı tanıyana görede;
"İslam, son 20 yıldır ilerlemeler kayd ediyor."
Aslında islami
hizmetler, sadece son 5 yıl veya son 20 yıl da değil, Hz. Peygamberden buyana
islam daima gelişerek, yenilenerek hak batıl mücadelesi halinde devam
etmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Her çağın kendine has İslama
hizmet edenleri gelmiştir. Onların hizmetlerini inkar etmemek gerekir. O günün
şartlan içinde yapılması gerekeni yapmışlardır. Ellerindeki imkanlarını iyi
değerlendirmişler.
Hz. peygamberde geçmiş
peygamberleri tasdik ederek gelmiştir. Hiçbir peygamberi inkar, kabul etmeme
veya tahkir etme yoktur. Hiçbir peygamber arasında ayrım yapmıyoruz. Bir
kısmına iman edip, bir kısmına iman etmemezlik yapmıyoruz. Bütün peygamberler
doğru söylemişlerdir.
İmansız kesimin
politikasında bile "geçmişi kötülememe, onları da yeri geldikçe övme"
durumu vardır. Büyük iskender; fethettiği yerlerde, eski komutanlarım halkın
huzurunda övermiş ve o insanlarda bu sefer bunu sevmeye başlarmış.
Onun için biz de, geçmişte
hizmet eden insanların hizmetlerini anlayıp, onlara gerekli değeri vermemiz
vede onların hizmetlerine. yenilikler, yeni hizmetler katmamız gerekir.
Ayet; "Hak ile
geldi ve geçmiş peygamberleri doğruladı" buyuruyor. Geçmiş ile övünmenin
yanında, hak olanı, gerçek olanı da ortaya koymamız gerekecektir.[34]
38- Siz
acıklı azabı mutlaka tadacaksınız
39- Ancak
yaptıklarınızın karşılığıyla cezalandırılacaksınız.
Siz, "elim"
olan, acı veren azabı tadacaksınız. Siz yaptıklarınızın karşılığında ceza
göreceksiniz. Allah kimseye zulüm etmeyecektir, yalnız amellerinizin
karşılığında ceza veya mükafat göreceksiniz.[35]
40- Ancak, Allah'ın
ihlas verilen kulları müstesna.
Katıksız olarak,
Allah'a ibadet eden kullar hariç, derken; "halis" kelimesi
türkçemize geçmiştir, "Kanşıksız", "saf" anlamlarındadır.
İşte ibadetlerde de böyle saf olarak, Allah'a ibadet eden, gönlünde Allah'dan
başka hiçbir insana itaat düşüncesi olmayandır. İşte bunlar
cezalandırılmayacaktır, vede;[36]
41- İşte
onlar için belirli rizık vardır.
42- Meyveler
(var) ve onlar ikram olunurlar.
Onlar için belirli bir
rızık vardır. Onlar için meyveler vardır. Onlar ikram görmüşlerdir. Cennette
meyvelerle ikram görürler.[37]
43- Naim
cennetlerinde. "Naim cennetleri"; kendisinde her türlü nimetin
bulunduğu o bahçeler, işte Allah'ın ikramı ile bu bahçelerde karşı karşıya
kalacaklardır.[38]
44-
Karşılıklı koltuklar üzerinde,
45- Onlara
kaynağından alınmış dolu kadehler dolaştırılır.
Dostlarıyla, anne ve
babalarıyla, yakınlarıyla çocuklarıyla, eşleriyle karşı karşıya koltuklarında
oturmuş olarak, hoş sohbet içinde bulunacaklar.
Ellerinde kaynağından
alınmış su bardakları ile hizmetçiler, etraflarında dolaşıp duracaklar.[39]
46- İçenlere
lezzet veren bembeyaz (içecek)
Bembeyaz ve içenlere
lezzet veren bir içecek vardır. Bu içecekten maksat içki denilen şeydir. Bu
dünyadaki içki içen ayyaşlarınki gibi değil, "Naim" kelimesi ile
ifade ettiği için; bunlannki gibi arpayla üzümden değil, tabii, taze ve
tazeliğini koruyan bir içki ikram edilecektir. Bu içecekler gıda için değil,
lezzet almaları için olacaktır. Orada yaşlanmak ve ölüm olayı yoktur.[40]
47- Onda ne
sersemlik vardır, nede sarhoşluk.
O içkileri içince,,
sarhoş olmak yoktur. Baş dönmeside yoktur. İçilecek ama kişinin akli dengesini
sarsacak değildir. İçildikçe de insan zevk alacaktır.
Yiyip içtikleri de,
boşaltım organları yerine vücudundan hafif bir ter ile çıkacaktır. Nasıl gül ağacı
çamuru toprağı yiyip güzel kokular saçıyorsa, cennetede insanların hali bu
şekilde olacaktır.[41]
48-
Yanlarında yalnız kendilerine bakan, güzel gözlüler vardır.
Ve onların yanında,
başkalarına bakmamış yalnız eşine bakan güzel gözlü sevgililer vardır.[42]
49- Onlar
sanki saklı yumurta gibiler.
Onlar beyazlığı gayet
iyi korunmuş yumurta gibidirler. Bir tefsirde de yumurtanın içinde kabuk ile
yumurtanın akı arasındaki zarın yumuşaklığı gibi yumuşak sevgililer vardır
diyor.
O hurilerin gözleri bir
başkasının gözüne değmemiş yüzünde göz izi yoktur. Biz mü'minler, bu namus ve
ırz konusuna çok önem veririz. Sadece bacak arasının bekaretinin korunması
bizim için yeterli değil, gönlünün dahi bekaretine önem veririz.
Kadınlar için bekaret
önemli olduğu kadar, erkekler içinde geçerlidir. Tertemiz erkekler termemiz
kadınlara, tertemiz kadınlar da tertemiz erkeklere layıkdır. Bizde erkekde,
kadında bekaretine sahip çıkıp korumaları gerekmektedir.
Bazı mü fes s iri
erimiz kadınlarla ve cennette verilecek hurilerle ilgili ayetleri tefsir
ederlerken, edeben bazı ifadeleri Osmanlıca ve de farsea olarak
geçiştirmişlerdir.
Nebe suresinde
bildirdiği gibi Allah(c.c) cennetinde "tomurcuk memeli huriler
verileceğinden" bahsetmektedir. Müfeşsir ve mütercimler ise bunu,
"kevaibi etrab olan sevgililer" diye tercüme ve tefsir etmekteler,
Allah (c.c) bu ifadeleri kullanmaktan haya etmiyor ve bize apaçık bildiriyor.
Hak ve hakiat neyse onu apaçık söylemek gerekir.[43]
50-
Birbirlerine yönelip sorarlar.
Onların (cennet ehli)
bir kısmı, diğerleri ile konuşmak ve tanışmak için birbirlerini hesaba çekmek
üzere birbirlerine yönelirler,[44]
51- Onlardan
konuşan biri şöyle der; "Benim bir arkadaşım vardı"
Onlardan biri derki;
daha önceki ayetlerde cehennemlikler, kafirler yönelip birbirlerini
sorgulamşıtı; (27. ayette) "siz idiniz bizi sapıtan tabi olunanlarda zaten
siz müslüman değildiniz , biz sizin üzerinizde yetkimiz yok iken siz bize yetki
verdiniz." diyorlardı.
İşte burada da
mü'minler birbirlerine dönerler "Benim bir arkadışım vardır şöyle
derdi."[45]
52- Derdiki;
"sen gerçekten (dirilişi) tasdik edenlerdenmisin?
53- Biz ölüp
toprak ve kemik olduğumuzda biz cezalandırılacakmıyız?
Gerçekten sen doğrularımızı
kabul edermisin. Biz bir gün ölüp toprak ve kemik olup tekrar dirilip,
ahirette hesaba çekileceğimizi sen kabul edermisin? Mü'minlerde cennette
koltuklarına oturacak bu konuşmalar geçecek ve devamla birbirlerine.[46]
54-
(Cennette konuşan mü'min diğerlerine ) dediki; "siz (onun durumunu)
gördünüz mü?"
Sen onları gördünmü?
Muttali oldunmu? yani dünyada iken ahirete inanmayan insanları gördünüzmü?[47]
55- (O
cennetlik) bir baktı ve onu (arkadaşını) cehennemin ortasında gördü.
Baktı ve gördüki; o dünyada
iken ahireti inkar eden kişi cehennemdedir.[48]
56-
(Cennetlik olan) dediki; "Allah'a yemin ederimki, neredeyse sen beni de
cehenneme düşürecektin.
O cehenneme düşmüş
kişiyi görünce mü'min kişi derki;
Allah'a yemin olsunki
nerede ise sen beni de kendinle beraber cehennemin içine atacaktın. Bende
senin dediğine inamverseydim, hakikaten "insan Öldükten sonra tekrar
dirilmez" deseydim ve bu düşünce ve inanç üzerine hareket etseydim
cehennemde olacaktım.[49]
57-
"Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı bende (Cehenneme) ih-zarlı olarak
getirilenlerden olacaktım"
Şayet rabbimin nimeti
olmamış olsaydı ki; o nimette Kur'an'dır, bende cehennemde olurdum diyor. Maide
suresinde; "Bu gün nimetimi size tamaladım" büyuruyor.[50]
Burada yine nimetten maksat Kur'an'dır, yani "dinimi kemale erdirdim
Kur'an nimetimi de tamamladım" anlamındadır.
Kur'an'a
"nimet" kelimesini kullanmıştır. Ekmeğe de, suya da nimet kelimeleri
kullanılır. Bu nimetler bu dünyada bize faydalıdır. Ölümle artık bu nimetler
kesilir.
Fakat Kur'an nimeti
hem bu dünyada hemde ahirette bize faydaları olan en büyük bir nimettir.
İşte Rabbimin bu
nimeti olmamış olsaydı bende burada î'ihzarlılardan" (tutuklulardan)
olurdum. Yani zebanilerin yanında, Allah'ın huzuruna cehenneme atılmak için
getirilmiş kimselerden olurdum.[51]
58- Biz
(cennette) ölmeyeceğiz değilmi?
59- Ancak
(dünyadaki) ilk Ölüm müstesna, Biz azap da edilmeyeceğiz.
Yine mü(minler
konuşmalarına devam ediyorlar. -Biz ölenlerden değiliz. İlk ölüm hariç
-Biz burada azab
görenlerden de değiliz. Mü'minler için bu dünyada bir ölüm vardır. Ahirette;
mü'min içinde, kafir içinde ölüm yoktur. Ama ayrıca mü'mine orada azab da
yoktur.[52]
60- İşte
büyük başarı elbette budur.
İşte en büyük başarıda
budur. Yani en büyük kazanç en büyük başarı ve kurtuluş da budur.
Demekki dünyada en
başarılı insan; ençok mala, şana ve şöhrete sahip insan değil, Allah'a itaat edip,
ahirette cenneti kazanan insandır.[53]
61-
Çalışanlar işte böyle (bir bir başarı) için çalışsınlar.
62-
Konaklama yeri olarak, bumu daha hayırlı? yoksa zakkum ağacımı?
Amel edenler işte
böyle amel etsinler, yani cennetlik işler yapsınlar. Yukarıda cennetteki
nimetler sayıldı zikredildi. Orada sevgililer var, eş dostlar ve onlarla hoş
sohbetler, sarhoşluk vermeyen içecekler, lezzet veren yiyecekler var.
İşte bunlarını daha
hayırlıdır, yoksa cehennemde zakkum ağacından yemekmi daha iyidir? diye
soruyor. Bu inkari bir sorudur yani bu zakkum ağacını yemek hayırlı değildir,
demektir.
Zakkum ağacı
tefsircilerin ifadesine göre, bizim zakkum diye bilinen zakkum değildir. O
zakkum ağacı çirkin kokan, insanın vücuduna döküldüğünde derisini tahriş
edebilen bir ağaçtır.[54]
63- Biz onu
(Zakkumu) zalimler için bir fitne kılmıştık.
64- O
cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır.
Biz zakkum ağacını
zalimlere bir fitne, bir azab olarak kıldık, o ağaç yakıcı cehennemin dibinden
biter.
Mekkeli müşrikler Hz.
peygambere; "cehennemde hem ateşin olduğunu söylüyorsun, hem de o ateşin
içinde ağaç yetişdiğini söylüyorsun, bu nasıl iştir?" demişler.
Gerçi dünyada iken
bugün ağacın içinde ateşin olduğunu gözlerimizle görüyoruz. Ağaç içinde ateşi
yaratan Allah'ın(cc), birşeyi zıddına çevirmeye de gücü yeter, ateşin içindede
ağacı yetiştirir.[55]
65-
Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir.
Onun dallan ve
tomurcukları şeytan başı gibidir.. Şeytanı bugün biz görmedik, ressamlarda onun
güzel bir resmini çizmediler. Çizgifilim ya-pımcilanda hayal edebildikleri
korkunçlukları yapıp onu şeytan diye ço--cuklan kandırmaktadırlar. Yani şeytan
deyince hayalimize gelen çirkinlik ve iğrenç şeylerdir.
İşte cehennemdeki
çirkinlikleri o zakkum ağacı da, korkunçluk ve çirkinlikte en ileri derecede
olan şeytanın başı gibidir, buyuruyor Rabbimiz.[56]
66- Onlar
(kafirler) ondan yerler ve onunla karınlarını doldururlar.
Onların karınlan acıktığı
zaman, açlıklarını gidermek için karınlarını zakkum ağacı ile doldururlar.[57]
67- Sonra o
zakkum yemeğinin üzerine kaynar su karıştırılmış içecek vardır.
Gayet kaynamış su ile
karıştırılmış bir içecek, sonra onlara zakkum yemeği üzerine verilir. Yedikleri
zakkum boğazlarını yakar, yanan boğazlarını dindirmek için içki ararlar. Ama
kaynar suya katılmış, irin ve kusuntudan meydana gelen bir içecek verilir.[58]
68- Sonra
dönecekleri yer cehennemdir.
Kur'an-ı Kerim'de,
özellikle Mekki surelerde; cehennemin bütün vadileri, yiyecekleri, içecekleri,
zebanileri ve orada yapılacak işkenceler çokça tekrar edilmektedir.
Günümüzde bazı hoca
efendiler, bende başta olmak üzere cennetten daha çok bahsediyor. İşin en
doğrusu birine tamamen ağırlık verip, diğerini ihmal etmemek gerekir.
İkisindende eşit oranda bahsetmek gerekir.
Mekke döneminde nazil
olan surelerde cehennemin dehşeti, Medeni surelerde ise cennet daha fazlaca
zikredilmiştir. Onun için her ikisinden de bahsetmek gerekir. Cennete ümit
verirken, cehennemde Allah'ın azabıyla da korkutulmalı. Onu haramları
işlemekden vazgeçirir.
Kişi haramdan zevk
almaz ama, bu imansızlar öyle hale gelmişki, haramdan bile zevk alır haldedir.
Tıpkı sineğin hayvan pisliğinden zevk aldığı gibi.[59]
69- Çünkü
onlar atalarını sapıkken buldular.
Onların kendilerinden
önceki ataları sapıktılar, inkarcıydılar. Böyle neslin devamı ne yapar?
atalarının sapık fikirlerini çok doğru zanneder.[60]
70- Bunlarda
onların izinden koşturuldular.
71- Yemin
olsunki onlardan önce (evvel) gidenlerin çoğunluğu sapıttı.
Onlarda atalarının
izinden koşarak yürüdüler. Öncekilerin çoğunluğu, daha sonrakileri sapılmıştır.
Yani sonradan gelenler öncekilerin izinden giderek sapıtmışlardır. Kureyş
kavmini de geçmiş milletlerin çoğu sa-pıtmıştı.
Günümüzde de; "Ben
babamdan öyle gördüm" diyerek, kulaklarını doğrulara kapayanlar var.[61]
72- Yemin
olsunki, biz onlara uyarıcı peygamberler göndermiştik.
Biz onların da
arasından kendilerini uyarıcılar gönderdik buyruluyor. Binlerce peygamber
gönderilmiş, her millet için bir peygamber görevlendirilmiş. Allah(cc) en son
olarak da Hz. peygamber (a.s.v.) efendimizi göndermiştir.[62]
73- Uyarılanların
sonu nasıl olmuş bir bak!!
74- Ancak,
Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna
"O uyarılanların
akıbetlerinin ne olduğuna bir bak!! Ancak halis ibadet edenler müstesna"
Müslüman bu vasfa ulaşmak için, bu müstesna insanların arasına girebilmek için
gayret gösretmeli, ihlasla, saf ve temiz bir kalble ona yönelmeli.[63]
75- Yemin
olsunki, Nuh bize nida etmişti, (bizde) ne güzel karşılık vereniz.
76- Biz Onu
da ehlini de büyük beladan kurtardık.
Buraya kadar olan ayetlerde
Allah (c.c); kafirlerin itirazlarını, müminlerin cennetlik, kafirlerin
cehennemlik oluşlarını, nail olacakları mükafat ve cezalan, kafirlerin
birbirleriyle ağız kavgası yaptıklarını anlattıktan sonra Nuh (a.s)ın
kıssasına dönüyor.
Nuh (a.s) bize nida
etmişti, dua da etmişti insanlardan bir kısmı da icabet edip ne güzel olmuştu.
Hz. Nuh (a.s); "Rabbim, ben mağlub durumdayım bana yardım et" diye
dua etmişti de Allah(cc)rde duasını kabul edip, kavmini suda boğmak suretiyle
helak etmişti.
"Biz o Nuh'u ve
onun ailesini büyük sıkıntıdan, felaketten kurtardık." buyruluyor. Bu Hz.
peygambere bir teselli, kafirleri de bir korkutmadır.
Müşrikler, Hz.
peygamberin dininin onun vefatı ile son bulacağını, iddia ettiği şeylerin
gerçekleşmeyeceğini, kendinin ölümü ile etrafındaki insanlarında dağılıp
gideceğini, davasının Arabistan yarım adası dışına çıkmayacağını iddia
ediyorlardı.
Allah (c.c), Nuh'u
(a.s) nasıl kurtarıp, başarıya ulaştırmışsak bu peygamberimizi de o şekilde
kurtarırız, demektedir.[64]
77- Onun
neslini kalıcı kıldık.
Nuh(a.s) vefat
ettikten sonra dini devam ettirildi. Daha sonra gelenleri ona varis kıldık
yani,[65]
78-
Sonrakiler arasında namını bıraktık.
Daha sonra gelenleri
dinin varisi kıldık.[66]
79- Alemler
içinde Nuh'a selam olsun.
Bütün alemlerde Nuh'a selam
olsun, Ta Nuh (a.s)dan bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberler onun
soyundan gelmiştir. Aynı şekilde Hz. peygamberin getirdiği din de, kıyamete
kadar aynı şekilde devam edecektir.[67]
80- İyilik
yapanları biz işte böyle mükafatlandırırız.
81- O, bizim
mü'min kullanmızdandı.
82- Sonunda
diğerlerini suda boğduk.
İşte Allah'ın emirleri
doğrultusunda iyilikle ihsanda bulunanı, Onu görür gibi ibadet edenleri böylece
mükafatlandırırız. Onlar iman etmiş kullarımızdı. İman etmiyen diğerlerini
suyun içinde(tufanda) boğduk buyruluyor.[68]
83- Şüphesiz
ibrahim de onun tarafında idi.
Bundan önceki
ayetlerde Allah (c.c) Nuh (a.s)'a atıfta bulunmakta ve onun hayatından
bahsetmekte idi. Ona düşman olanların su içinde boğulduğunu ondan sonra gelen
neslininde hayırla devam edip, ona dua ettiğini haber veriyor.
Ondan sonra bu ayetle,
İbrahim (a.s)'a dikkatimizi çekmekte, muhakkak ki İbrahim de onun yolunda idi.
Ayette geçen
"şia" kelimesi türkçemize geçmiş bir kelimedir. Hz. peygamberden
sonra, hilafete Hz. Ali'nin ve onun neslinin geçmesini isteyen, Ali'yi seven
Ali taraftarlarına; şia denir.
Birde şia kelimesi,
"şuyû" şeklinde: çok yaygın ortaya çıkan anlamındadır.
İbrahim (a.s) Nuh'un
şia'sı üzerine idi. Yani İbrahim (a.s)'m getirdiği mesaj da, Nuh'un (a.s)
yolunda olduğu alemde yayıldı anlamındadır. Aralarında uzun asırlar olmasına
(geçmesine) rağmen, dinin aslında İbrahim (a.s), Nuh'a bağlı idi.[69]
84- Çünkü
Rabbine kalbi selim ile gelmişti
O, Rabbine selim bir
kalp ile gelmişti. Selim: kurtulmuş, beri olmuş anlamındadır. Istılahi manası
ise; insanın gönlünde şirkin olmadığı bir haldir. Şirkten, yalandan, iftiradan,
v.b. her türlü pislikten temiz bir gönül ile, Allah'ın (c.c.) huzuruna
gelmişti.
Öyleyse, Nemrut gibi
bir zalimin karşısında durmak isteyen insanların da, ilk yapacağı şey;
kalbinde şirk, iftira, gıybet gibi kötü hasletlerden hiçbirşey olmaması
gerekir. İç dünyası çok güzel olacaktır. İbrahim (a.s) da bunu yapmıştır.[70]
85- Babasına
ve kavmine "nelere tapıyorsunuz?" demişti.
Bu ayetle Allah (c.c)
dikkatimizi, İslamı tebliğde, onu yaşama ve yaşatmada, yakın akrabadan
başlamamız gerektiğine dikkatimizi çekmektedir. Hz. peygambere gelen ilk
ayetlerden birinde de; "En yakın akrabandan başla korkutmaya"
buyruluyor.[71]
Onun için önce
gönlümüzü tertemiz yapıp ondan sonra en yakınımızdan, baba, Anne eş ve
çocuklar daha sonra diğer yakın akrabalar gelir.
Burada da İbrahim
(a.s) önce yakın akrabadan yani babasından başlamıştır ki, babası o gün put
yapan birisi idi. Daha sonrada kavmine yönelip onları bir olan Allah'a davet
etmiş; yaptıkları işin kötü olduğunu, neye tapıyorsunuz, yani neye
taptığınızın farkındamısınız.? demiştir.[72]
86-
"Allah'dan başka" uydurma ilahlarını istiyorsunuz?
Siz iftira ederek,
Allah'tan başka ilahlarını ediniyor, onlara mı ibadet ediyorsunuz? yani Allah'ı
bırakıp Allah'dan başka şeyleri ilah ediniyor ve onlara ibadet ediyorsunuz.[73]
87-
"Alemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?"
O alemlerin rabbidir.
Yaratan, büyütüp besleyen, kainatın sahibidir. Siz otururken niye bu
ellerinizle yaptıklarınıza kulluk yapıyorsunuz. Hz. İbrahim (a.s) zamanında
insanlar putlara tapındığı gibi, birde yıldızlara tapıp işlerini yıldızlara
göre ayarlıyorlardı. O günün insanı bu yıldızların insanın yaşamını etkilediği
kanaatinde idi, tıpkı bugünün insanlarının etkilenip inandığı gibi.
Her nekadar annesi
babası müslüman olsa bile yıldızlara tapınıp onlardan medet bekleyen insanlar
bugün günümüzde mevcuttur. Gerçi bu yıldıza tapan insanların kullanmış olduğu
bazı terim ve tabirler de bizim kültürümüzde mevcuttur. Mesela "feleğe şikayet
etme" ondan medet bekleme gibi ki, "felek" yasin suresinde de
geçmekte; yörünge anlamındadır.[74]
88-
(Yıldızlara tapan put perest kavmin yanında İbrahim) yıldızlara bir baktı,
89-
"Ben hastayım" dedi.
Hz ibrahim (a.s) kavmi bir bayram günü şehrin
dışına çıkmak isterler ve orada ibadet ve merasimlerini yapacaklardır. İbrahim
(a.s)'ında gitmesini isterler İbrahim (a.s)'da "Gök yüzündeki yıldızlara
şöyle bir baktı ve dediki; "Ben hastayım", sizinle beraber müşrikçe
yaptığınız
merasime katılamam.
Bu ayet bize Allah'a
isyan olan yere katılmamamız gerektiğine bir işarettir. Allah'ın kitabının
hükümlerinin kaldırıldığı ayaklar altına alınan yere ve günlere müslümanın
katılmaması gerekir. İbrahim (a.s) "ben hastayım" diyor.
Bu ayetin tefsirinde
müfessirler buhari ile müslimin rivayet ettiği bir hadisi nakletmekte; peygamberimiz (a.s);
"İbrahim (a.s)
üçyerde yalan söyledi. Biri hasta olmadığı halde hastayım dedi ki o bu
ayettir.
Put haneye girip bütün
putları kırıp baltayı en büyüklerine asar, kendisi yaptığı halde; "ona
sorun, belki o yapmıştır." demiştir. Fakat ben yaptım veya yapmadım da
dememiştir.
Ateşe atılma olayından
sonra o yöre halkının iman etmiyeceğini görünce oradan hicret eder. Hicret
esnasında bir kiralın ülkesinden geçerken hanımı Sare validemize sarkıntılık
yapmak istediler ve İbrahim (a.s)'a sorarlar bu neyin olur? o da cevaben,
"ktzkardeşim olur" der." buyurmuştur. Hanımı olduğu halde.[75] Aynı
olay Tevrat'da da geçer. Tevrat'ta mantıklı bir açıklama var. O gün için eğer
eşi olduğunu söyleseydi karşı taraf kocasız bir kadını almak istemez, istese
bile önce kocasını öldürür daha sonra alır, diyor. Bundan sonrada tevrat bazı
yanlış izahlar veriyorki işte işin sapıtması burada başlıyor.
Bu hadis için buhari
ve müslimin sarihleri hayli izahlar getirmişler ama Fahreddin Razi Yusuf suresi
24. ayetin tefsirinde böyle bir hadisi kabul etmez vede muhaddislerle bu konuda
hayli cedelleşir. Muhaddisler "bu hadis buharide ve müslimde geçiyor"
derler Razi; "olsun" cevabını verir muhaddisler; "o zaman sen
şu kadar sika raviyi yalancı durumuna düşürüyorsunuz" Razi; "O
Peygamber yalan söyledi demektense, raviler yalan söyledi, demeyi tercih
ederim." diyor.
Bu surede geçen 89
ayette "ben hastayım" diyor Hasta olabilir nezle gibi de olsa hasta
olabilir. Birde kadı beyzavi; "ben hastayım dediğinde doğru söylüyordu,
çünkü sizin bu imansızlığınız beni hasta ediyor" diyordu Elmalı ise;
"beydavi ile aynı görüşte olanların, kendileriyle beraber ibadet
tekliflerinden rahatsız olduğunu kastediyordu" diyor. İbrahim (a.s)
hastayım deyince,[76]
90- Ona
sırtlarını dönüp gittiler.
Onlarda arkalarını
dönüp gittiler, yani "sen burada kal, biz müşrik bayramımızı kutlamaya
gidiyoruz, anlamında veya madem hastaymış ondan hastalık bulaşır." Diyerek
gittiler.[77]
91- Bir oyun
oynamak üzere putların yanına gitti "yemezmisiniz?" dedi.
92-
"Neyiniz var, Niçin konuşmuyorsunuz"
İbrahim (a.s)
puthanede yapayalnız kalınca putlara doğru yürüdü ve onlara; "yemezmisiniz?,
bu çiçekleri koklamazmısınız?," gibi sorular sordu, tabiki cevap
alamayınca; "Ne oluyorda siz konuşmuyorsunuz?" dedi.
Demekki değişen birşey
yok, putların önüne o gün yemek konuyordu, bugünde çiçek konuluyor. İnsanın
fıtratında değişen birşey yok.[78]
93- Gizlice
onlara sağ eliyle, kuvvetli bir vuruşla vurdu.
İbrahim (a.s) onların
üzerine yürüyüp şiddetli bir şekilde vurarak sağ eliyle herbirini paramparça
eder. "Yemin" kelimesi, sağ el anlamına geldiği gibi
"kasem" anlamına da gelir. Enbiya suresi ayet 57'de geçtiği gibi
"İbrahim (a.s) Allah'a yemin ederim, sizin putlarınıza bir oyun
edeceğim" demişti.
Buna göre üzerine
yürüyüp vurmakla, yeminini yerine getirdi anlamına gelir. İnsanlar genelde sağ
elini kullanır. İnsanın yaratılışından gelen bir özelliğidir. Çok azıda sol
elini kullanır. Bu küçük yaşta annesinin babasının iyi terbiye etmeyişinden
kaynaklanmaktadır.
Bunu tamamen buna
bağlamak da doğru değildir, bazılarıda yaratılışdan olabiliyor. Bunun dinle bir
ilgisi yoktur. Yani müslümanlar sağ elini iyi kullanır da, müslüman olmayanlar
kullanamaz diye birşey yoktur. İbrahim (a.s) putları sağ eliyle parça parça
edip, en büyüklerini bırakır.[79]
94- Koşarak
ona (İbrahim'e) geldiler
95-
(İbrahim) dedi; "yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?
Koşarak ona doğru
geldiler. İbrahim (a.s) onlara; "Siz ellerinizle yonttuğunuz ilahlaramı
tapınırsınız" ilah diye önüne gelip merasimler yaptığınız, yemekler ve
içecekler koyduğunuz ve işlerinizi arz ettiğiniz, yardım talebinde bulunduğunuz
o taşlar, putlar; kendi ellerinizle yaptığınızdır."dedi.
Müfessirlerimiz bu ayetleri
tefsir ederlerken, bu olayları çağındakilerle irtibatlandırmadığı için şahsen
ben o kitapları okuduğumda bana biraz tuhaf gelirdi. "Ne akılsız
insanlarmış ağaca, taşa tapıyorlarmış" derdim. Ama biraz düşündüğümüzde
bugünün olayları da bundan farksızdır.
Günümüz insanı da
kendi elleriyle yapıyor, sonrada tapıyor. Bu tamamen kişinin koyduğu kurallara
uymaktır. Allah'ın emirleriyle, ilah olarak kabul edilen kişinin emirleri karşı
karşıya gelince, ilahlaştırılanın emirlerini tercih etmektir.
Adiy b Hatem'in,
hristiyanlıktan dönerek yeni müslüman olduğu bir sırada, hatta boynundaki haç
suretini dahi çıkarmamışken, "onlar ilim adamlarını papazlarını
kendilerine ilah edindiler" ayeti nazil olur.[80]
Adiy b Hatem Hz.
peygambere gelir; "Yarasulaîlah ben yeni müslüman oldum. Hnstiyanlığı da
bilirim, böyle ilim adamı ve papazlar ilah edinme yoktur" der. Hz.
peygamberde; "Allah'ın emrettiği birşeyipapazlarınız yasaklasaydı,
uyarmıydiniz?" diye sorar, Adiy; "uyardık" cevabını verir, yine
efendimiz; "yasakladığını da helal kılsaydı, buna da uyarmıydınız"
deyince,"evet uyardık"der. Efendimiz de; "iste tapınma
budur." buyuruyor.[81]
96-
"Sizi de, yaptıklarınızı da Allah yarattı.
Allah (c.c)
putperestlere diyorki; siz ellerinizle yonttuğunuza kulluk yapıyorsunuz, onu da
sizi de yaratan Allah'dır. Siz kendiniz taş veya ağaç yaratmadınız ki sadece
yontuyorsunuz, üstelik o yontan elinizi de Allah yaratmıştır.[82]
97-
(Kafirler) "İbrahim için bir bina yapın da onu ateşin içine
atın" dediler.
İmansızların mantığı,
laf yetiştiremediği, aklını erdiremediği yerde zora baş vurmaktır. Zorbalık
yapıp işi gürültüye boğmak, sansasyon meydana getirmektir.
Bunlarda bunu yapıyorlar
İbrahim (a.s) karşısında aciz kalınca; "Onun için bina yapın ve derhal onu
ateşe atın" diyorlar. Yani cezalandırınız onu. O, ilahlarımızı kırıyor
onları lanetliyor ve onlara küfrediyor.[83]
98- Ona
tuzak kurmak istediler. Bizde onları alçaklardan kıldık.
Ona hile yapmak, tuzak
kurmak istediler. Bizde onları imansızları en aşağılarda kıldık alçaktık. Başka
bir ayettede; "onları en zararlı hüsranda olan kişilerden kıldık"
buyrulmakta idi.[84]
Nemrut ve
etrafındakiler, İbrahim (a.s) ateşle yakacaklarını zannettiler ama 96.
ayette "sizi ve sizin
yaptıklarınızı yaratan Allah'tır" buyrulmuştu.
Aslında îbrahim(a.s.)
onlara şu mesajı veriyordu. Siz beni yakacaksınız ama sizi yaratan olduğu
gibi, sizi yakma eyleminizi de yaratacak olan O'dur. "O benim yanmamamı
irade ederse sizin buna gücünüz yetmez" diyordu.
Enbiya suresinde de
bahsedildiği gibi "Biz de, ey ateş!! İbrahim (a.s)a karşı soğuk ve selamet
ol, dedik." buyuruyor.[85]
Allah(c.c) Onların hilesini boşa çıkarmıştı.
İbrahim (a.s), onların
iman etmediğini görünce hicret etmeye karar verir ve derki;[86]
99-
(İbrahim) dedi; "Ben rabbime gidiyorum o bana yol gösterecektir.
Rabbim bana yol
gösterir diyerek yola çıkan Hz. İbrahim, hicrete çıkarken nerede nasıl yaşar?,
nerede yurt edinir?, Kimleri imana davet eder?, vardığım yerlerde bana eziyet
ederlermi? hesabını yapmadan, Allah'ın emri ile görevi bitince yola çıkar.
"Ben rabbime
gidiyorum" der, haşa Allah bir yerde de Ona mı gittiğini ifade etmek
istiyor, hayır. Onun rızasını kazanmak için gidiyorum diyor. Bizimde her
işlerimiz gibi, yolculuklarımız da O'nun rızası için olmalıdır. Böyle olması
gerektiği İbrahim(a.s) dilinden, lisanından bize aktarılmaktadır.
Müslüman sabah evinden
çıktığında; bugün İslam için, Allah için ne yapabilirim? Hangi helal kazancı
elde eder de, İslama malımla da nasıl bir katkıda bulunabilirim düşüncesiyle
hareket etmeli.[87]
İbrahim (a.s) hicrete
çıkarken şöyle dua ediyor;
100-
"Rabbim bana salihlerden (çocuk) bağışla"
Yarabbi bana
salihlerden hediye et, nasib et. müfessirler bu ayeti; "yarabbi salih
evlat nasip et" diye dua etti derler, ama hem evladı içine alan bir
kelime, hemde "yarabbi gittiğim yerlerde salih insanlar nasib et"
manasıda vardır, iki manayıda içine alan bir kelimedir.
Bizde çocuk isterken,
komşu isterken, salih olmasını istiyeceğiz. Hep salihlerini tercih edeceğiz.
Berduşda olsa ahlaksızda olsa, yarabbi onları salihlerden kılıyer. O
salihlerden olsun da ahlaksızlığından, imansızlığından vazgeçsin diye dua
edeceğiz,[88]
101- Bizde
ona uysal bir oğul müjdeledik.
Bizde ona yumuşak
huylu, halim bir evlat müjdeledik buyuruyor Allah(cc). Yani, halim bir oğlun
dünyaya gelecektir.
Bu salih ve halim olan
çocuk, İsmail(a.s)'dır. İshak için de; "alim (bilgili) evladı sana
vereceğiz" diye müjdelemiştir.[89]
102- Yanında
koşma çağma ulaşınca; "Oğulcuğum uykuda seni ben keserken gördüm ne
diyorsun? dedi. (Oğlu) "Babacığını emrolunduğun şeyi yap. İnşallah sen
beni sabredenlerden bulacaksın"
dedi.
İsmail (a.s) babası ile
koşabilme çağına gelince; (yani delikanlı diyebileceğimiz bir çağ,
tefsircilerden Kadı Beydavi; 23 yaşına geldiğinde diyor ki, İsmail (a.s) da
daha sonra peygamber olacaktır fakat babasına gönülden bağlı olarak) İbrahim
(a.s); "oğulcuğum ben rüyamda, seni kurban keserken görüyorum "der.
Peygamberlerin rüyası da vahiy'dir.
Oğlu İsmail (a.s) da,
babasının peygamber olduğunu bildiği için, babasının rüyasının boşa
çıkmayacağını, asılsız şey olmadığını bildiği için; "ey baba ne ile emr
olunduysan onu yerine getir."
diyor.
Mademki Allah (c.c.)
beni kesmeni emrediyor ki, rüyada görüleni emir olarak kabul etmekte
"inşallah sen beni herşeyiyle kontrol altında bulacaksın" vahyin
kontrolunda olan peygamberlere bu şekilde delil getiriyorlar.
Eğer şeyh; "şarap
iç diyorsa, içeksin" diyenlerin delilide bu ayettir. Herşeyden önce hakiki
şeyh müridine içki iç demez bunu diyorsa o şeyhde bir sakatlık veya bir arıza
var demektir. Peygamberler dahil hiç kimse, Allah'a isyan kokan bir fiil ve
eylemin, hiçbir surette yapılmasını isteyemez. Kaldıki burada Allah'a isyan değil, itaat
vardır.
İbrahim'e oğlunu
kurban etmesi için, rüya halinde vahiy geliyor. Peygamberlerin dışındaki
kişilerin, salih insanların rüyalarıylada amel edilmez, bu kişilerin rüyaları
kesinlik ifade etmez Onun için yaratıcıya isyan olunan yerde yaratılmışa itaat
yoktur. Fakat peygamberlerin rüyası ile amel edilir. Nitekim İbrahim(a.s.) ve
İsmail amel ediyor.[90]
103- İkisi
birden teslim olup, (İbrahim, İsmaili) alnı üzerine yatırinca, İbrahim(a.s) da
İsmail(a.s) da Allah'a teslim oldular. Birinin yüreği evlat sevgisi ile dopdolu
iken, Allah'dan emir gelmiş diye, kurban için hazırlanıyor. Oğlu da senide
benide yaratan Allah'dır diye ona teslim oluyor. İbrahim onu alnı üzere yere
yıktı, tam o esnada ise;[91]
104- Ona
şöyle seslendik; Ey İbrahim,
105-
Rüyayndoğruladm. Biz iyileri işte böyle mükafatlandırırız.
106-
Şüphesiz, bu çok açık bir imtihandır.
107- Biz ona
(oğluna) karşılık büyük bir kurban verdik.
Biz ona büyük bir kurban
hediye ettik, yani İsmail (a.s)'ın yerine kurban edilmek üzere büyük bir kurban
vermiştir.
Bu ayetlerin
tefsirinde alimlerimiz, İbrahim (a.s)'ın rüyayı terviye günü gördüğünü, arefe
günü oğlu ile istişare ettiğini vede bayramın birinci günü kurban ettiğini
ifade ediyorlar. Müslümanların da kurban kesme geleneği bu şekilde başlamıştır.
Birde îsmaü(a.s) ile
İbrahim(a.s)'ın kurban kesme yerine giderken, şeytan onlara musallat olup,
engel olmaya çalışır, vesvese vererek üç defa önlerine çıkar. O da; "git
şeytan" diyerek şeytanı taşlar. Bu şeytanı taşlama geleneği de aynı
şekilde bugüne kadar devam edip gelmektedir. Bu temsili olarak bir yere
belirli sayıdaki taşlan atıp, aslında içimizde olan, bize vesvese veren şeytanı
taşlamadır.
Kurban kesmede
Allah'ın vermiş olduğu mal ve mülkün nişanesi olarak, şükür alameti olarak
belirli bir hayvanın Allah için boğazlanmasıdır. Zira mal canın yongasıdır.
"Yarabbü! işte biz İbrahim (a.s) gibi yapamayız ama, canımızın bir parçası
olan malı senin için yatırıp boğazlıyoruz." manasını taşır.[92]
108-
Sonrakiler arasında namını bıraktık.
Daha sonra gelenler
arasında biz onu hayırla bıraktık. Yani İbrahim (a.s)'m daha sonra gelen ümmet
ve kavimler tarafından da hayırla yad edildiğini ifade ediyor.
İnsan için
mükafatlardan biri de; "yiğit ölür şanı kalır" misali hayırla yad
edilmesi, hayırla dua edilmesidir ki, biz bütün müslümanlar İbrahim(a.s.) için,
beş vakit namazlarımızda, tahiyyattan sonra salata selam getirmekteyiz.[93]
109-
İbrahim'e selam olsun.
Selam İbrahim'e olsun
Bizde bu ayeti okuduğumuz zaman, Hz. İbrahim'e (a.s) selam vermiş; ona selam
etmiş oluyoruz ki, O bir put bakanının oğlu iken, rahat hayatı terk edip, Allah
için, dini için ot bitmeyen bir beldeye, mescid-i Haram'ın yanına gitmiştir.
Birde, "selam olsun İbrahim'e (a.s) bizde onun yolundayız" anlamı
vardır.[94]
110-
İyileri, işte böyle mükafatlandırırız.
111-
Şüphesiz O mü'min kullar muzdandır.
112-
Salihlerden bir peygamber olarak O'na İshak'ı müjdeledik.
Çünkü o bizim mü'min
kullarımızdandır. Salihlerden bir nebi olarak Ishak'ıda O'na müjdeledik. İsmail
(a.s)'dan sonra İshak (a.s) dünyaya gelmiştir. İshak (a.s) dünyaya geldiğinde
İbrahim (a.s) 100 yaşında idi. İsmail (a.s) da dünyaya geldiğinde 86 yaşında
idi.
Daha sonra Hz.
peygamber İsmail (a.s)'m soyundan peygamber olarak gelince, bu sefer
yahudiler; "kurban olarak feda edilenin İsmail değil, îshak (a.s)
olduğu" şeklinde bir iddia ortaya atıp, bunu savundular. Ama İslam alimleri,
bilhassa Mevdudi gibi alimler yaptıkları araştırmalannda kurban için feda
edilenin İsmail (a.s) olduğunu isbat etmiştir.
Yahudilerin böyle bir
iddiayı atmalarının sebebi, onlar Yakub (a.s) ile beraber İshak (a.s)'ın soyundan gelince bunu kıskandılar.
Fakat biz, İbrahim
(a.s)'ada İshak (a.s)ıada İsmail (a.s)'ada iman etmişiz, vede bunlar arasında
ayrım yapmayız.[95]
113- O'na ve
İshak'a bereketler verdik, ikisinin zürriyetinden iyi olanda var, nefsine
apaçık zulmeden de var.
Bu ayetle Allah(cc)
bizlere şunu anlatıyor; peygamber çocuğu olmak insana fayda vermez. Peygamberin
yolundan gitmek fayda verir.
İbrahim ve İshak'ın
neslinden mü'min insanlar da gelmiştir, zalim insanlar da gelmiştir. Nuh
(a.s)'ın neslinden oğlu Kenan'ın isyan ettiği gibi.[96]
114-
Andolsun! Musa ve Harun'a da nimetler verdik.
115- O
ikisini ve kavimlerini büyük bir beladan kurtardık.
116- Biz
onlara yardım ettik, onlarda galip geldiler.
Biz Musa ve Harun
(a.s)'ada iyilikde bulunduk, nimet olarak islam verdik. O ikisinide kavimlerini
çok büyük bir kederden üzüntüden kurtardık. Ve biz Musa ile Harun'a iman
edenlere yardım ettik, onlar galip geldiler.[97]
117- O
ikisine manası açık belli kitabı verdik.
118- O
ikisini doğru yola çıkardık.
Biz onlara gayet açık
bir kitap verdik, yani Musa (a.s) ve Harun (a.s) apaçık kitap olan Tevrat'ı
verdik. Ve onları dosdoğru yola ulaştırdık islami çizgiye götürdük.[98]
119-
Sonrakiler arasında ikisinin namını bıraktık.
120- Musa ve
Harun'a sefanı olsun
121- İşte
iyileri biz böyle mükafatlandırırız.
122-
Şüphesiz ikiside mü'min kullarımızdan idiler.
Musa ile Harun
üzerinde de iyi bir ün bıraktık, yani o ikisini de geriye iyi bir adla
bıraktık, hayırla yad edilen insanlar olarak bıraktık. Bu gün yahudiler,
hiristiyanlar, müslümanlar Hz.Musa ve Harun'u (a.s) sevmekte, hayırla onlar
için dua edip, onları yad etmektedirler.
"Musa ve Harun'a
selam olsun. İşte böylece muhsin kullarımızı mükafatlandırırız" derken;
Allah'ı görür gibi ibadet ve itaatte bulunup, şeriata uyanları,
mükafatlandırırız buyuruyor. Bu dünyada hayırla yad edilirken, ahirette de
cennetle mükafatlandırılır.
O ikisi iman etmiş
kullarımızdandı. Yani Hanım (a.s) ile Musa (a.s) Allah'a tam teslimiyetle
inanmış, mü'min kişilerdir. Salat-u selam onlara olsun.[99]
123-
Şüphesiz İlyas'da peygamberlerdendir.
İlyas'da şüphe yok ki
gönderilmiş peygamberlendendir. İlyas (a.s) da beni İsrail
peygamberlerindendir. "İsrail" Yakub (a.s)'ın ismidir. İsrail oğlu:
yani Yakub (a.s)'ın oğlulları anlamındadır. İlyas (a.s)da Harun (a.s)ın
torunudur.
Ba'lebek ve havalesine
de peygamber olarak gönderildiğini yazar bazı tefsir kitapları. Ama bunu biraz
ihtiyatla karşılamak gerekir. Bu konuda ayet veya hadis yoktur. Kur'an bize
lazım olanını bildirmiştir. Sahih hadis ve ayetlerde bildirilmeyen konular
teferruattır ve Tevratta'da önceden yahudi iken, daha sonra müslüman olan
kişilerin ilaveleri vardır. Hatta bu israiliyyat konusunda bir arkadaşımız
doktora tezi hazırlamıştır.[100]
124- Kavmine
şöyle demişti: "Allah'dan korkmazmısımz"
125-
Ba'l(putun)'a dua edersiniz, Allah'ı bırakırsınız.
Hani o, kavmine;
"Allah'dan korkmazmısınız. Yaratanların en güzeli Allah'ı bırakıp Ba'le
putuna tapınıyorsunuz, ondan yardım diliyorsunuz, şimdi siz Allah'ımı
bırakıyorsunuz?" demişti.[101]
126- Halbuki
Allah sizin Rabbinizdir, sizden önceki atalarınızın da Rabbi'dir.
Sizin Rabbiniz
ve sizden evvelki
babalarınızında Rabbi olan
Allah'ı(c.c) bırakıp, ellerinizle yaptığınız puta tapınıyorsunuz. Allah'san
sakııımazmısımz.[102]
127- Bunun
üzerine onu yalanladılar. Şüphesiz
onlar (Cehennemde) hazır bulundurulacaklar.
128- Ancak,
Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna.
Onlar İlyas(a,s)'ı
yalanladılar. Allah (c.c) onların hepsini cehenneme ihzarlı olarak getirmiştir.
Ancak halis olarak ibadet eden, emirlere uyan kullar müstesna.[103]
129- Sonrakiler
arasında namını bıraktık.
130- İlyas'a
selam olsun.
131- İyileri
biz işte böylece mükafatlandırırız.
132-
Şüphesiz o mü'min kullanmızdandir.
Yine İlyas'ı (a.s) da
güzel bir ad ile bıraktık. Şanın, namın rahmetle, hayırla yad edildiği, İbrahim
(a.s)'a selam ettiği gibi, îlyas'a da selam olsun.
İşte biz iyilik yapan
Allah'a halis kul olanları, böylece mükafatlandırırız. O bizim iman etmiş
kullanmızdandır.[104]
133-
Şüphesiz Lut'da peygamberlendendir.
134- Onu ve
ehlinin hepsini kurtardık.
135- Geride kalanlardan
ihtiyar kadın hariç.
136- Geride
kalanları yerle bir ettik.
Şüphesizki, Lut'da
gönderilmiş peygamberlerdendi. Biz onu da ailesini de kurtarmıştık, ancak
yaşlı kadını hariç o geride kalanlar arasındadır, sonra diğerlerini yerle bir
ediverdik.[105]
137-
Şüphesiz siz sabahları onlara uğruyorsunuz.
138-
Geceleyin de (uğruyorsunuz), Akıllanmıyacakmısıniz ?
Ayet nazil olduğu
gündeki Mekke halkına, bugünde bize diyorki siz sabahda ve gecede onların
bulunduğu yere uğruyorsunuz hala akıllan-mıyacakmısımz. Mekke halkı ticaret
kervanı ile Şam'a doğru gelirken Lut (a.s)'ın kavminin helak olduğu yerden
geçerlerdi. Hatta halkda bilirmiş, "burada Lut kavmi varmışda, Lut (a.s)'a
iman etmemişlerde, helak olmuşlar" diye bilgileri de var.
İşte bunları
gördüğünüz halde hâlâ mı akıllanmazmısınız? diyor Allah (c.c).[106]
139-
Şüphesiz Yunus'da peygamberlerdendir.
140- Hani
dolu gemiye doğru kaçmıştı.
Yunus (a.s) islamı anlatmak
için kavmi arasında yıllarca çalışmış, fakat insanlar iman etmemişler. Derken
Allah tarafından onların azaba uğratılacağını öğrenince, Aliah'dan izin almadan
o yeri terk eder. Peygamberlerin hicreti Aliah'dan izinledir.
Hz peygamber de
Mekke'den Medine'ye hicret edeceğinde Cebrail (a.s) hicret iznini getirmiş,
ondan sonra hicret etmiştir. Aynı şekilde İbrahim (a.s)da "ben rabbine
doğru gidiyorum" diyordu.
Yunus (a.s) sahildeki
bir gemiye çekilir. Fakat gemi denizde giderken, yükü ağır, dalgada
fazlalaşmca, batma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca, içlerinden bir kısmının
atılması denize inmesi gerektiği söylenir sonra.[107]
141- Kur'a
çektilerde atılanlardan oldu.
142- O
pişman olmuşken, balık onu yutuverdi.
Gemide olanlarla
karşılıklı kur'a çektilerde o, kaybedenlerden oldu. O kendi kendine pişman
olurken, "niye buralara kadar geldiydim, görevimi niye yapmadıydım"
derken bir balık onu yuttu.[108]
143- Eğer o
teşbih edenlerden olmasaydı,
144-
Diriltiliş (kıyamet) gününe kadar balığın karnında kalırdı.
Eğer o Allah'ı teşbih
edenlerden olmamış olsaydı, kıyamet gününe kadar balığın karnında kalırdı. Yani
biz onu diriltmez, balığın karnında kıyamete kadar tutardık, buyuruyor. Yani
denizde ölen ve çürüyen balık deniz onun kabri olur.[109]
145- O hasta
olduğu halde boş bir yere attık.
O hasta ve zayıflamış
halde iken, balık onu Allah'ın izni ile denizin kenarında, insanların
göremeyeceği tenha, ot ve ağaçlarında olmadığı bir yere bırakır.[110]
146- Onun
için geniş yapraklı "yaktin"ağacı yetiştirdik.
Sonra üstüne gölge
yapması için, kabak türünden, geniş yapraklı 'yaktın' ağacını bitirdik. Bu
yaktın ağacının kabak olduğunu söylüyorlar Zira kabak çabuk büyüyen bir
bitkidir. Sinekte üzerine konmazmış, yaprakları büyük olduğu için gölgeside çok
olan bir bitkidir.[111]
147- Yüz
binden daha fazla insana onu peygamber gönderdik.
148- Hemen
onlarda iman ettiler ve bizde onları bir zamana kadar faydalandırdık.
Biz o Yunus'u (a.s)
yüzbin insana veya daha fazla insanlara peygamber olarak gönderdik de, onlarda
iman ettiler ve belirli bir zamana kadar biz onları faydalandırdık.[112]
149- Sor
onlara; "kızlar Rabbinin de, oğlanlar onların" öylemi?
Buraya kadar
peygamberlerin hayatını kısa kısa az ve öz olarak anlatmıştı. Bu mü'minlere ve
Hz. peygambere teselli içindir. Yani "Ey ümmeti Muhammed, ya iman eder
kurtulursun, yada Nuh kavmi gibi, Lut'un kavmi gibi helak olursunuz. Hz.
peygamberde, diğerleride gönderilmiş peygamberlerdi, sabrettiler başarıya ve
dünyada devlete ulaştılar.
İşte Allah (c.c)
tarihi bilgilerle ümmeti Muhammed'i de bilgilendirip, onları da eğitiyor.
Mekke'li müşrikler,
meleklere Allah'ın kızları diyorlardı. Allah (c.c) de Peygamberimize diyorki;
Onlara sor, kızlar Allah'ında, oğullar sizin-midir,? buyuruyor.[113]
150- Yoksa
biz melekleri dişi olarak yarattık da, onlarda şahidmi olmuşlar?
151- Dikkat
edin, onlar kesinlikle yalanlarından konuşuyorlar.
152-
"Allah doğurdu" diyorlar, kesinlikle yalan söylüyorlar.
Sonra onlar biz
melekleri yaratırken onlar hazırmı idiler? öyle bir-şeyde yok. İyi bilinki
onlar iftira ile Allah çocuk edindi diyorlar. Allah'ın oğlu vardır, Kızı vardır
diyenler yalan söylüyorlar.
Biz, müşriklerin bu iddialarını
"ihlas" suresini namazlardan önce ve namaz içinde okumak suretiyle
inkar ediyor ve diyoruz ki; "Allah kendisi doğmamıştır doğurmamıştır.
Hiçbirşeyde onun eşi, benzeri ve dengi olamaz.[114]
153- (Allah)
Kızları, oğlanlara tercihmi etmiş?
154- Ne oluyor
siz, nasıl hükmediyorsunuz?
155- Hiç
düşünmezmisiniz?
156- Yoksa
size apaçık bir fermanmı var?
157- Eğer
doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin.
Allah kızları,
oğlanlara tercih mi etti? diyorsunuz. Sizi yaratan odur, melekleri, cinleri,
şeytanları herşeyi yaratan Allah niye melekleri seçsin?, niye kızı, oğlana
üstün tuttu? diyorsunuz. Ne oluyor size, nasıl böyle hükmedersiniz.
Allah(cc); "Hiç
nasihat almazmısınız yoksa? Sizin elinizde apaçık bir sulta ve hakimiyet mi
var? Eğer böyle bir hüccetiniz, deliliniz varsa vede doğru söylüyorsanız,
kitabınızı getirin." buyurarak kafirlere açıkça meydan okuyor.[115]
158- O'nunla
cinlef arasında nesep uydurdular, cinler biliyor larki, Allah'ın huzurunda
mutlaka toplanacaklar.
159- Onların
anlattıklarından Allah'ı tenzih ederim.
160- Ancak,
Allah'ın ihlas verilen kulları müstesna.
O imansızlar Allah ile
cinler arasında bir neseb ilişkisi kuruyorlar. Ayette geçen; "Cinne"
kelimesinden maksat "melek'tir." Cinne: kelimesi gizlenme gözden
ırak olma anlamındadır.
Meleklerde gözden
gizli kaldığı için, bu kelime onlar içinde kullanılır görüşündeler. Mekkeli
müşrikler; "Allah vardır, cinliler vardır, haşa ve kella ikisinin
ilişkisinden melekler gelmiştir" iftirasında bulunmaktadır.
Allah (c.c);
"Cinliler de bilir ki, onlarda Allah'ın huzuruna getirileceklerdir"
diyor. Eğer cinlilerle Allah arasında neseb bağı olsaydı cinlilerin o şekilde
getirilmemesi gerekirdi. Onlarda cezalandırılacağına göre Allah ile onların
arasında neseb birliği yoktur.
Onların anlattığından
Allah hakkında söylediklerinden O'nu tenzih ederiz. Allah'ın ihlash kılınmış
kulları müstesna.[116]
161- Siz ve
tapındıklarınız,
162- Ona
(Allah'a) karşı, kimseyi kandıramazsınız.
163- Ancak,
cehenneme gidecekler müstesna, Siz ve sizin ibadet ettikleriniz, Allah'a karşı
gelmeleri için insanlardan hiç kimseyi kandıramazsınız. Fitneye
uğralamazsınız.
Ancak o insanların
ibadet ettikleri şeylerden, cehenneme gidecek olanlar fitneye düşerler. Mü'min
insanlar, onların tapındığı putlardan fitneye düşmezler.[117]
164- Bizden
herbirimiz için belirli bir makam vardır.
165- Bizler
saf tutanlarız.
Melekler derlerki:
Bizden herbirimizin Allah katında bir makamı vardır. Yani sınırlı bir makamımız
vardır. îlahlık yapabilecek bir gücümüz yok, yani herkese verilen bir makam ve
görev vardır.
Günümüzde bazılarının
müdürlük, şeflik, gibi makamlarımız olduğu gibi. Bugibi makamlarında
yetkilerinin bellibir sınırı vardır.
İşte meleklerde;
Yapabileceklerimiz de yapamıyacaklanmız da bellidir. Bizi ilahlaştırmaym.
Bizde Allah'ın huzurunda saf bağlayan insanlarız. Öyle ise bize nasıl
"ilah" ismi verir veya "Allah'ın kızları" ismini
verirsiniz?" diyorlar.
Meleklerde bizim
namazda saf bağladığımız gibi saf tutarlar. S. Çelebi mevlütlerde bunu;
"indiler gökten melekler saf saf" şeklinde ifade eder.[118]
166- Bizler
teşbih edenleriz.
167- Daha
önce şöyle diyorlardı.
168-
"Bizim yanımızda öncekilerden bir zikir olsaydı"
169- Elbette
biz Allah'ın ihlasa erdirdiği kullarından olurduk."
170- Şimdi
O'na küfrettiler ama, yakında bilecekler.
Biz de Allah'ı teşbih
edenlerdeniz Bizim de ibadete ihtiyacımız vardır. Görevimiz bizim ibadettir.
Her ne kadar böyle deselerde Eğer geçmişlerden bir zikir olmuş olsaydı bir
kitab veya hatırlatıcı olsaydı, bizde halis kullardan olurduk der. Kafirler
bununla yine Allah'ı inkar ederler ve yakında yaptıklarının karşılığını
bileceklerdir.[119]
171-
Peygamber kullarımız için, şu kelimemiz daha önce geçmişti.
172-
"Şüphesiz onlar elbette zafere ulaşacaklar.
173-
Muhakkak bizim ordularımız galip gelecektir.
"Peygamberler"
demiyor da, "peygamber olan kullarımız" için deniliyor. Yani
peygamberler de Allah'ın kullarıdır, onlarada ilahlık vasfı vermeyeceğiz.
Biz; "Eşhedü enne Muhammeden
Abdühü" diyoruz.
Bizim, peygamber
kullarımız için bir sözümüz geçmişti, o da "onlara yardım edeceği vadidir."
Şüphesizki onlar yardım görenlerdir.
"Mutlaka bizim
ordularımız galib gelir." Yukarıda geçen ayetlerde bu orduların galip
geldiğini, peygamberlerin hayatından örneklerini vererek anlatılmıştı. Bunlar
içinde tolulukları az olanlarda, Nuh(a.s), Musa (a.s), Harun(a.s.) gibi
peygamberlerde galib gelmiştir.[120]
174- Bir
zamana kadar onlardan yüz çevir,
175- Onların
haline bak. Onlarda görecekler.
Belirli bir zamana
kadar onlardan uzak dur. Onlara bak şöyle. Onlarda senin başarını
göreceklerdir.
Bu ayet, Efendimizden
Mekkeli müşriklere; "bakın size Musa(a.s-), Harun (a.s),
Lut(a.s-),İbrahim(a.s.), İlyas(a.s.) gibi peygamberleri anlattım, sizde bunları
biliyorsunuz Benimde başarımı sizde yakında göreceksiniz." demesini
istiyor.
Aynı şeyi bizde
günümüz imansızına diyoruz; "yakında müslümanlar da başaracaklar."[121]
176-
Azabımızı mı acele istiyorlar,?
177- (Azab)
onların sahasına inince, uyarılanların sabahı ne kötü olur!
Onlar başlarına
gelecek belayı acelemi istiyorlar? Allah'ın azabı onların evlerine, avlularına,
meydanlarına iniverdiğinde; o uyarılanların sabahı ne kötüdür. Yani çok kötü
bir sabahla karşılaşacaklar.[122]
178- Bir
zamana kadar onlardan yüz çevir,
179- Onların
(haline) bak. Onlarda görecekler.
Belirli bir zamana
kadar, onlardan uzak dur. Sen onlara bak, onlarda senin zaferini göreceklerdir.[123]
180- Onların
anlattıklarından, izzetin sahibi Rabbini tenzih ederim.
181-
Peygamberlere selam olsun.
182-
Alemlerin Rabbine hamdolsun
İzzet sahibi senin
rabbin Allah (c.c.) onların anlattıklarından uzaktır. Onların Allah hakkında
söyledikleri; Allah oğul edinmiştir, Melekler Allah'ın kızları, gibi şeyler
yalandır. Allah bunlarla muttasıf değildir.
Peygamberlere selam
olsun, Alemlerin rabbi Allah'a hamd olsun. Hz. peygamber de; "nerede
olursanız olun, son sözünüz bu olsun. Günahlarınıza keffaret olur. "
buyuruyor,
Efendimiz; "Bana
selam verdiğinizde peygamberlerede selam veri-nİZ."buyurmuş.
Kur'an okunan
topluluklarda bu üç ayeti okumaya devam ediyoruz. Siz herhangi bir toplantıdan,
kalkarken kendi içinizden bu ayetleri okuyuverin. Hem günahlarınıza keffaret
olur, nemde bütün peygamberlerle bağınızı kuvvetlendirmiş olursunuz.[124]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/399.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/399-401.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/401.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/401.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/402.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/402-403.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/403-404.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/404-405.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/405.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/405-406.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/406.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407.
[17] Bakara 254
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/407-408.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/408.
[20] Ankehut 12
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/408-409.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/409-410.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/410.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/410.
Ahirette yöneticilerle yönetilenlerin
atışmaları için bak; Bakara 166-167, Sehe32, Mümin 47, İbrahim 21-22, Kof 28,
Sad62, Meıyem 72, Ankebut25
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/411-412.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/412.
[33] Buharı menakıp 3306, Müslim
fezail 2287
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/412-412.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/414.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/415.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/416-417.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/417-418.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/418.
[50] Maide 3
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/419.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/419-420.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/420-421.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/421.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/421-422.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/422.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/422.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/423.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/424.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/424-425.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/425-426.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/426.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427.
[71] Şuam 214
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/427-428.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/428.
[75] Buharı Enbiya 9, Hadis
no;3!433, Müslim fezaill54, Ebu Davut talak 16, Tirmizi tefsir21/3, Ahmcd
Müsned2l403
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/428-430.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/430.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/430.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/431.
[80] Tevbe 31
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/431-432.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/432.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/432-433.
[84] Enbiya 70
[85] Enbiya 69
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/433.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/433-434.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/434.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/434-435.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/435-436.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/436.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/436-437.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/437-438.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/438.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/438-439.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/439.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/439-440.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/440.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/440-441.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/441.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/441-442.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/442-443.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/443-444.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/444.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/444-445.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/445.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/145-146.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/446.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/446.
[112] Yımus'un duası için Enbiya
87'ye bakınız.
[113] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/447.
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/447-448.
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/448-449.
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/449.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/449-450.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/450-451.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/451.
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/451-452.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/452-453.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/453.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/453.