Mekke döneminin
ortalarında nazil olan bu sure, Kur'an'ın muhkem oluşunu, hiç bir çağda
değişmeyeceğini, Hz. Muhammed'in Peygamberler kafilesinden olduğunu,
inkarcıların kibir ve inadını, ahirette dirilişi, daha önceki elçilerin
mücadelesini, inkarcıların kaybedişini, güneşi, ayı, yıldızı, denizi, dağlan,
ırmakları Allah'ın yarattığını, cimrilerin cürmünü, kıyametin dehşetini,
cennetin selametini, suçsuzun suçludan ayrılacağını, ahirete iman etmeyenlere
bu tabiatın ahirete delil olduğunu ve bütün yaratılanların Allah'ın
"Kün-Ol" emriyle oluverdiğini anlatır.
Onun içindir ki;
Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Herşeyin bir kalbi vardır. Kur'an'ın kalbi
de Yasindir" buyurmuştur.[1] Ve
Onun ümmetimden bir insanın kalbinde (ezberinde ) olmasını isterim"
diyerek, Yasin suresini ezberlemeye bizi teşvik etmiştir.
Gece Yasin okuyanın
afvedilmiş olarak sabahlayacağını haber vermiş. Ölülerimiz üzerine Yasin
okumamızı emretmiştir.[2]
Çeşitli vesilelerle
yüzünden veya ezberden yasin okunurken; manası düşünülmeli imanını hayatını,
cihadını ve ahiretini ona göre ayarlamalıdır. Sure seksenüç ayettir.[3]
1- Ya, Sin
Bu tür harflerle
başlayan yirmi dokuz sure vardır. Bunların ilk ayetlerinde Kur'an'ı Kerimden
bahsedilmektedir. Abdullah ibnü Abbas'tan gelen bir rivayete göre Yasin;
"Ey insan" anlamındadır. (Allahü Alem).[4]
2- Muhkem ve
Hikmetli Kur'an'a and olsunki,
3- Şüphesiz
sen, Peygamberlerdensin.
"Hakim",
hikmetli manasına gelir, muhkem yani sağlam manasına gelir. Hakîm hükmeden
manasına da gelir. Baştan sona her ayetin ifade ettiği bir hikmete binaendir
veya binlerce hikmeti içinde taşımaktadır.
Muhkemdir. Yani içerisinde
insan sözü olarak bir tek kelime ve harf girememiştir. İçinden bir tek kelime
veya bir tek harf de çıkarılamamıştır. Allah (c.c) Öylesine harfleri,
kelimeleri, ayetleri ve sureleri öylesine dizmistir ki biribirine her şeyiyle
uyum sağlamıştır. Manaları muhkemdir. Her çağın ihtiyacına cevap verecek
şekilde'manalar, kelime kabuklarının içerisine yerleştirilmiştir. Kelime ile
mana arasındaki ilişki çekirdeğin kabuğu ile özü arasındaki ilişki gibidir.
"Hakîm" aynı
zamanda, "hükmedici Kur1 ân" anlamına gelmektedir. Yani bizim
hayatımıza hükmedecek olan, Allah kelamı Kur'ân'a yemin ediyor Allah (c.c).
Zamanı, zemini şartları, insanı ve insanın ihtiyacını yaratan O. İnsanın
iradesini yaratan O. Öyleyse her şeyi bilen, her şeye hükmeden Allah (c.c)'ın
sözü olan, kelamı olan Kur'ân-i Kerim bizim hayatımıza hükmederse, iki
dünyamızda güzel olur. Onun için Rabbim; "Hakîm Kur'ân'a yemin olsun ki,
şüphesiz sen elbette Peygamberlerdensin" diyor.
Sevgili peygamberimizi
o günün Mekke müşrikleri inkar ederken Rabbim sevgili Peygamberimize diyor ki;
"Muhakkak sen şüphesiz Peygamberlerdensin. Yani yeni icat edilmiş de
değilsin sen. Bu insanlar da bilirlerki, daha önce peygamberler geçmiştir. İşte
o peygamberlerin. devamı olan ve sonuncusu olan bir peygambersin sen diyor
Allah (c.c).[5]
4- Sen,
(Allah'ın gösterdiği ve iki dünyada da Cennet hayatına götüren) Dosdoğru bir
yol üzerindesin.
Sana bu dosdoğru yolu
gösteren muhkem ve hikmetli Kur'an'dır.
Bunu zaten hergün
isteyip duruyoruz. "Yarabbi! Ancak sana kulluk yaparız. Ancak sana ibadet
yaparız" diyoruz. İnsanların tamamının bulabileceği özgürlük
sloganlarının en zirvesinde bir kelime bu. Ancak sana kulluk yaparız, ancak
sana ibadet ederiz. Ancak senden yardım isteriz." Yani bir insan olarak
hiçbir insana bağımlı kalmak mecburiyetinde olmadığımızı yalnız ve yalnız
Allah'a bağımlı olmak mecburiyetinde olduğumuzu ifade ediyoruz.
Özgürlüğümüz bu kadar
geniş. Ama Rabbimizin koyduğu kurallar bizi bağlar diyoruz. Zaten o kurallara
bağlı kalmakta toplum hayatının düzenlenmesini sağlamak demektir. Yoksa
sınırsız özgürlük denen bir şey yoktur. Bunun bir sınırlandırılması olması
lazımdır. Sınırı da insanlar koyacak olursa, kendi ihtirasları doğrultusunda
koyarlar. Ve bu günkü durum ortaya çıkar.
Bizim buradaki
isteğimiz ise daha geniş. Bütün dünyayı ve ahireti tutacak kadar geniş.
"Ya Rabbi! Dosdoğru yol istiyoruz biz." O yolun adı, sırat-ı
Müstekîm'dir. Sevgili peygamberimize de Rabbimiz; "Sen dosdoğru yol
üzerindesin."buyuruyor. Bu yol Allah'ın yoludur. Çünkü Hûd Suresi'nde
Rabbim; Yalnızca "doğru ol" demiyor. "Emrolunduğun gibi dosdoğru
ol" buyuruyor.
Peki ama doğruluk kime
göre. Biz kimin doğrularını alacağız. Herkes kendisinin doğru iş yaptığını
söylüyor.
Günümüzde bir kısım
insanlar; "bizi Kur'ân bağlar, Peygamberin hayatı bizi bağlamaz"
diyorlar. Aslında Kur'ân'a muhalefet ediyor. Kur'ân sevgili peygamberimizin
hayatının çizgisinin doğru olduğunu ifade ediyor. "Sen büyük bir ahlak
üzerindesin" diyor. Ahlak nedir ki? İnsanın içinin dışına yansımış hali
değil mi? Yani bütün jestleri mimikleri, konuşmaları, tavırları, hareketleri,
yemesi-içmesi, insani münasebetleri, insanın insanla, insanın eşya ile,
insanın hayvanlarla insanın otlarla, çiçeklerle olan münasebetlerinin tamamına
"ahlak" diyoruz. Bütün bu münasebetlerinin de, düzgün doğru dürüst
olduğunu Allah (c.c) onaylıyor. Sonra da diyor ki, "bu sizin
örneğinizdir." Bu ifade O'nun sahih hadislerine uymamızın zaruretini
bildiriyor.[6]
5- Herşeye
galip ve merhamet sahibi Allah'ın indirdiği kitap'dır.
Allah (c.c)'ın Aziz
ismi Rahim ismiyle yanyana verilmiş. Herşeye gücü yetiyor ama, merhameti
gazabını geçmiş bir Allah'a iman ediyoruz. O indirdiği ayetlerde insanlara
rahmet saçmaktadır. Herşeye galibiyeti belli ama güneşi ile bizi ısıtıyor,
ısıtıyor, binlerce yiyeceğimizi olgunlaştırıyor, milyonlarca çiçeğimize renk veriyor,
koku veriyor. Güneş gibi ayetleriyle de iç dünyamızı ısıtıyor ve ısıtıyor, bizi
cennete hazırlıyor. Cennette ki yerimizi hazırlıyor. Gönlümüzdeki iman
çiçeklerini açtırıyor. Dışımıza bunları yansıtıyor.[7]
6- Ataları
azab ile korkutulmamış bu yüzden de gafil kalmış bir kavmi sakındırman için
indirilmiştir.
Hz. İsa (a.s)'dan Hz.
Muhammed (a.s)'a kadar peygamber gelmediğinden oradaki o insanların,
uyarılmadığı fetret devri denilen bir dönemin geçtiği, babaları uyarılmayan
gaflet içerisinde olan bu insanları uyarman için diyor Allah (c.c). Biz sevgili
Peygamberimizin ümmetiyiz. Şu anda görev bize düşmektedir. Bizim görevimiz de
uyarmaktır.[8]
7-
Andolsunki, Onların bir çoğuna (o azap) sözü hak olmuştur. Artık bunlar iman
etmezler.
8- Şüphesiz
biz onların boyunlarına, çenelerine kadar demir kelepçeler geçirdik. Şimdi
onlar burunları yukarda somurtmaktadırlar. İman etmemeleri, put perestlikte
ısrar etmeleri sebebiyle sapık inançlar, kötü davranışlar kazandılar. Kendi
akıllarını beğenip o akıllarının koyduğu kurallara uymaya başladılar. Kendi
kuralları kendilerini bağlamaya başladı.
Türkiye'deki ve
dünyadaki imansızlara şöyle bir baksanız boyunların da bir zincir görmeniz
mümkün değil. Ama Rabbim diyor ki; "zincir taktık." Bu bize temsili
olarak anlatılıyor. Bu tip insanlara İslâm'ı anlatmaya kalktığımızda
burunlarını havaya doğru kaldırırlar. Gözlerinin bir ucuyla hafife alarak
bakarlar. "Bu çağda da mı bunlar?" gibi. 1400 sene Önceki de aynı
şeyi söylüyordu. O günün çağıyla bu günün çağı arasında fark yok. O günde güneş
aynı yerden doğup aynı yerden batıyordu. O günde insanlar aynı havayı
soluyordu. Şimdi de aynı. Değişen o zaman insanlar deveye biniyordu şimdi
arabaya biniyorlar.
O zamanki insanların
kibri ile şimdiki insanların kibri aynıdır. Kibirleri boyunlarına zincir gibi
takılmış, gözleri aşağıyı görmüyor. Hep yukarıya bakıyorlar. Rabbim bunu
"Mug'mehün" kelimesiyle ifade ediyor.[9]
9- Biz
onların hem önlerine hem arkalarına birer set çektik ve onları sardık artık
onlar görmezler.
10- Sen
onları ha uyarmışsın, ha uyarmamışsın, onlara göre aynıdır. Onlar iman
etmezler.
İşte bu kendi kendini
mahkum eden veya kendisi gibi bir insanın düşüncelerinden etrafına bir sur
çekip gönüllü mahkumiyete razı olan bu insanları da biz, hürriyetlerine
kavuşturmak için yanlarına gidiyoruz. Biz uyarımıza devam edelim. İman edermiş
etmezmiş o bizim elimizde olan bir şey değildir.
Rabbim "onlar iman
etmezler" diyor. Ama isim vermiyor. İman etmiyecekleri için söylüyor. Biz
ise kimin iman edip kimin etmiyeceğini bilmiyoruz. Biz görevimize devam
edeceğiz.
Nasıl bir uyarı? Nasıl
bir görev? Görevini yapmış olmak için görev yapmak değil. Ananın yavrusunu
bağrına basan bir halet-i ruhiye ile görev yapmak. Günaha batan bir insana
yaklaşırken o annenin yavrusuna yaklaşması gibi yaman bir yürekle yaklaşacak
olursak o zaman yaman yüreklerin bakışları dahi etkili olur.[10]
11- Ancak
Kur'an'a uyan ve Rahman olan Allah'dan korkan kimseyi uyarırsın. Sen o
Kur'an'a uyan ve Allah'dan korkan kimseyi mağfiret ve yüce bir mükafatla
müjdele.
"Zikir"
Kur'ân-ı Kerim'dir. Kur'an'a uyanları uyarırsın. Daha; görmeden Rahman olan
Allah (c.c)'tan ürperenleri sen uyarırsın. Yaptığım kötülüklerin bir gün
hesabını ben vereceğim diye ürperti içerisinde olan insanlara sen faydalı
olursun, onları uyarırsın.
Yariılmıyorsan Hakim
b. Hizam Peygamberimize diyor ki; "Ya Rasulallah! Ben müslüman olmadan
önce de merhametli bir adamdım. Zengindim ve de çok cömerttim. Bunu sen de
bilirsin."
Benim müslüman olmadan
önceki yaptığım bu iyiliklerin bana faydası olacak mı?" Efendimiz de diyor
ki; "Olmuş ya." Yani müslüman olmadan önce de dürüst yaşayanlar daha
çabuk müslüman olmuşlar. Ebu Cehil ile Ömer'in arasındaki fark bu. Ömer
diyormuş ki Ebu Cehil'e "Yahu şu adamı bir dinliyelim. Söylediklerinin
doğru olanlarını kabul edelim yanlış olanlarını reddedelim." Ebu Cehil de
diyormuş ki; "Hayır. Dinlemiyelim. Doğrusunu da reddedelim, eğrisini de
reddedelim." Ömer'in mayasmdaki bu doğruluğa olan açıklık onun müslüman
olmasına sebeb olmuştur.[11]
12- Şüphesiz
ölüleri biz diriltiriz. Ve biz onların (dünyada) önceden gönderdiklerini ve
(geride bıraktıkları) eserlerini yazarız. Biz herşeyi apaçık bir kitapta
saymışızdır.
Sevgili Peygamberimiz
buyuruyor ki; "insan öldükten sonra şu amelleri kesilmez, çocuk okutmuşsa,
toplumun menfatine uygun işler yapmışsa, (sadaka-i cariye) ki- bunlar
"Asar" diye isimlendirilir. -bunların defterlerine sevapların
yazılması devam eder.
Meyhane, kumarhane, puthane
yaptırmışsa bir adam, onun yaptıklarına da "Asar" denilir. O
yaptırdıkları devam ettiği sürece onun günah hanesi yazılmaya devam eder. Onun
için mallarınızı, canlarınızı, ilminizi, irfanınızı Allah'ın yolunda
kullandığınız gibi, geriye iz bırakırken de, sizi hayırla yad ettirecek, size
fatiha gönderttirecek izler bırakmaya ilimler bırakmaya gayret gösterelim.
Aldığımız nefesler,
kaş-göz hareketlerimiz gönlümüzden geçenlerin tamamı kayda geçmektedir. Onun
için hayat filmimizin güzel görünmesi için güzel durmaya, güzel konuşmaya,
güzel şeyler duymaya, güzel şeyler yaymaya gayret edelim.[12]
13- Sen
onlara şehir halkının kıssasını misal ver. Hani onlara elçiler gelmişti.
14- Biz o
zaman onlara iki elçi göndermiştik de, onlar o ikisini yalanlamışlardı. Bizde
üçüncüsü ile desteklemiştik de onlara; "Şüphesiz biz size gönderilen
elçileriz" demişlerdi.
15-
"Sizde bizim gibi insansınız, Rahman hiçbirşey indirmemiştir. Siz yalan
söyleyenlerden başka birşey değilsiniz " dediler.
Burada Rabbim bize;
geçmişte bir şehre, bir peygamberin elçileri olarak gönderilen üç kişinin, o
şehirde yaptıklarını ve aldıkları neticeyi anlatır. Bu üç kişinin bir devletin
başkentine varıp orada Allah'ın kitabını ve Allah (c.c)'m gönderdiği Rasulünü
insanlara anlatıyorlar. Rabbim bize bunu anlatmak suretiyle bize şöyle bir
mesaj veriliyor. "Sayılarınız ne olursa olsun iki kişi de olsanız bir
devletin başşehrine görevlendirildiğiniz de endişe duymadan gitmelisiniz. Yani
Tokyo'ya veya Londra'ya veya Washinhton'a veya Moskova'ya veya Pekin'e bir gün
İslam'ı tebliğ etmek orada bir karargah grup insanlara İslam'ı anlatmak üzere görevlendirildiğinizde;
biz iki kişiyiz, iki kişiyle ne olur? demeyiniz. Veya üç kişiyle ne olur
demeyiniz. Allah (c.c) üç tane elçinin bir şehre gidişini bize haber veriyor.
Rabbim sevgili
Peygamberimize diyor ki; "Onlara şu şehrin halkının durumunu anlatıver.
Hani onlara elçiler gelmişti. Biz onlara iki elçi göndermiştik. Sonra üçüncü
bir elçiyle o iki elçiyi kuvvetlendirmiştik. Ve o elçiler üçü birden
demişlerdiki; "biz size elçi olarak gönderildik." Onlar şöyle cevap
veriyorlar. "Siz bizim gibi birer insansınız. Rahman hiçbir şey
indirmemiştir. Siz yalan söylüyorsunuz." Şehir halkı onların bir
görevle geldiklerini Allah
(c.c)'ın gökyüzünden yeryüzüne bir
şey imdirmediğini ifade ediyorlar.
Tefsirlerde bu şehrin
adının Antakya, halkının da Roma'hlar olduğu haber verilmektedir. Ancak
Kur'an'ı Kerim ve peygamber efendimiz şehrin ismini, halkını ve tarihini haber
vermediğine göre yeri pek önemli değil. Bizim alacağımız mesaj bunun bir şehir
olduğudur. Kocaman bir şehire üç tane Allah dostunun onlara İslam'ı anlatmak
üzere gelmeleri ve orada halkın huzuruna çıkıp; "biz size Allah'ın dinini
anlatmak üzere geldik, Allah'ın dinine sarılınız. Allah'a itaat ve ibadet
ediniz. Hiç bir şeye fayda ve zarar vermeyen putlara ibadet etmeyiniz. Sizin
gibi insanlara tapınmayınız. Sizi yaratan Allah'a ibadet ediniz." diye
duyurmalarıdır.
Dünyayı ve ahireti
gülistana çevirmeye çalışan insanlarla, iki dünyayı da zindan etmeye
çalışanların kavgası, dün Antakya'da, Mısır'da Mekke'de olurken; bugün
Moskovo'da Tokyo'da, Waşigton'da yapılmakta, yarın da uzay şehirlerinde
yapılacaktır.[13]
16-
"Rabbimiz biliyorki, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz"
dediler.
17-
"Bizim üzerimize düşen açıkça tebliğ etmektir."
Bizim elçi olduğumuz
Allah (c.c) biliyor. Anadoluda yemin için kullanılan bir ifade vardır.
"Alim Allah bu iş böyledir." Bu ayette bu zikredilmektedir. Yani
Allah biliyor ki bu iş böyledir. Bunu bizim fakihlerimiz fıkıh kitaplarımızda
bu sözün de yemin yerine geçeceğini yazmaktadırlar.
Bizim üzerimize düşen
apaçık tebliğ etmektir. Mübîn; açıklayan bir tebliğdir. Bir "açık"
bir de "açıklayan" bir tebliğdir. Yani sizin bütün sorunlarınızı,
sorumluluklarınızı, haklarınızı, görevlerinizi, ödevlerinizi size apaçık beyan
eden, öğreten bir tepliğ bizim görevimiz.
Bu ayette sevgili
Peygamberimize Rabbim; "senin görevin tebliğ etmek, onların hesabını
görmek bize aittir." diyor. Ayrıca burada tebliğde zorlama olmayacağına
dair bir işarette var. Çünkü iman gönül işidir. İnsan gönülden sevmezse iman
etmesi mümkün değildir.
Tebliğ, Belegatla da
ilgilidir. Beliğ; bir kişinin meramını karşı taraftaki insana anlatırken
kelimelerin en güzelini seçmesi, inci gibi dizmesi ve konuşacağı yere göre
kelimeler seçmesine denir. Yani Allah'ın dinini insanlara anlatacak kişi,
Kur'âıı'm üslubuna çok iyi hakim olmalıdır. Söylenilecek şeylerin en güzelini
vede en güzel şekilde seçmeli. Yani hem dil, hem gönül, hem kulak hem de göz
aynı şeyi okuduğunda, duyduğunda ve dinlediğinde ve de anladığında zevk
alabilmelidir. Bütün güzellikler o cümle içerisinde toplanmalı.
Güzelliklerle dolu
olan bu cümlelerinde, söylenecek zaman ve mekanları iyi ayarlanmalıdır. Ölü
evinde yapılacak konuşma ile düğün evinde yapılacak konuşmadaki kelimeler ve
anlamlar farklı olmalıdır.[14]
18-
"Sizin yüzünüzden biz uğursuzluğa düştük. Eğer davetinizden
vazgeçmezseniz, yemin olsun sizi taşlarız ve bizden size yakıcı bir işkence de
dokunur" dediler.
19-
"Sizin uğursuzluğunuz, sizin beraberiniz (deki küfrünüz) dedir. Size
(Allah'a iman) hatırlatıldığı için mi bizi taşlayacaksınız? Hayır, siz haddi
aşan bir kavimsiniz" dediler.
Şehir halkı; "Siz
geldiniz bize uğursuzluk getirdiniz. Ayrıcalık yapıyorsunuz. Size inanan
insanlarla çatışma durumuna gidiyorlar. Daha önce aynı fikirdeydiler hepsi.
İsra Suresi'nde Allah (c.c)
ayrıca bir uğursuzluğun olmadığını, insanlar uğursuzluklarını kendi içlerinden
çıkardıklarını; "biz her insanın boynuna kendi uğursuzluğunu
yükleyiverdik." buyuruyor: "Bir bela sana isabet ettiğinde bu senin
kendiliğinden kaynaklanmaktadır. Yani taş gördüydüm, kuş gördüydüm, kedi
gördüydüm diye bir şey yok. Yeryüzünde uğursuz bir şey yoktur. Allah (c.c)
yarattığı her şeyi bir hikmete binaen yaratmıştır. "Allah (c.c) Boş bir
şey yaratmamıştır." Uğursuzluk bizim kendi içimizden kaynaklanır.
Bugün fitne, fesat,
küfür ve terör odaklarının içyüzünü sergileyenlere de aynı tehditler gelmekte
ve "siz kurulmuş düzeni bozuyorsunuz ve böylece uğursuzluk
getiriyorsunuz" denilmekte.
Ruhi bunalımlar,
delirmeler, cinsi sapıklıklar ve onların getirdiği hastalıklar bunların hepsi
küfrün ürettiği uğursuzluklardır.
Şehrin en uzak
yerinden bir adam koşarak geldi. Burada koşarak gelen adam tanınan bir adam
değil. Her hangi bir adam. Yani o tebligciler, tebliğlerini öyle güzel
yapmışlar ki, tanımadıkları insanlara dahi ulaşmış. Tanıdığımıza ve
tanımadığımıza ulaşacağız. Efendimiz "tanıdığımıza da tanımadığınıza da
selam verin" buyuruyor. Biz tanıdığımıza ve tanımadığımıza İslam'ı
anlatacağız.
Siz İslam'ı hem
yaşayacaksınız hem de anlatacaksınız. Nerede? Her yerde. Birine anlatırsınız,
diğeri ilgisiz gibi dinliyor görünebilir. O sizin anlattıklarınızdan
etkilenebilir. Beğenir, yolunu düzeltir, siz onu tanımazsınız. Bunlar olur.
Rabbim bunun olacağını ifade ediyor. O elçilerin tanımadığı bir adam, şehrin en
güzel bir yerinden koşarak geliyor. Koşarak gelmesi de önemli. Onun için biz
acele edeceğiz.
Tohum atılan yer kurak
bile olsa karşılık verir. Kurtubu'nin (15/18) yazdığına göre; yetmiş senedir
puthanede, putlara ibadetle ömrünü geçiren şehrin ileri gelenlerinden Habib
isimli kötürüm birisi, o üç yiğidin tedavi etmeleri neticesinde müslüman olur.
Sonra onların öldürüleceğini duyunca.[15]
20- Şehrin
en uzak yerinden bir adam koşarak geldi ve "Ey kavmim, bu elçilere
uyun" dedi.
21-
"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun, onlar hidayete ermiş
kimselerdir."
Diyerek islam
davetcilerinin söz ve davranışlarının doğruluğunu ve bu davet karşılığında
ücret istemediklerini vurgulamış ve onlara uyulmasını stemiş.
Bu ayet bize şu mesajı
verir. Tebliğimizde insanlardan bir şey istemi-yeceğiz. Buna çok dikkat
edeceğiz. İnsanların eline bakmamayı, kendimize şiar edinelim. Elimiz
başkalarının elinin altında olmasın. Sevgili Peygamberimiz; "Veren el alan
elden üstündür" diyor. Veren el olmaya gayret edelim. Kendi geçiminizi
kendimiz sağlamaya çalışalım. Sonra konuşmada kendisini muhatap almış ve;[16]
22-
"Ben, beni yaratana niçin ibadet etmeyeyim? siz hepiniz O'na
döndürüleceksiniz."
23-
"Ben hiç Ondan başka ilahlar edinirmiyim? Eğer O Rahman bana bir zarar
yapmak dilerse, onların şefaati bana hiçbir şeyde fayda vermez. Beni
kurtaramazlar da."
24- "O
vakit ben apaçık bir sapıklık içinde olurum."
25-
"Şüphesiz ben Rabbinize iman ettim. Bunu benden duyun."
Beni yaratana ben nasıl
ibadet yapmıyayım? Beni yaratmayana gidipde nasıl ibadet yapayım ki. Onlar bana
fayda veremiyor, zarar veremiyorlar.
Diyerek, herkesin
ölümlü olduğunu hatırlatmış, hiçbir şeye fayda ve zarar veremeyen şeylere
tapınılmamasmı söylemiş. Allah'dan başkasına tapınanların sapık olduğunu ilan
etmiş ve kendisinin iman ettiğini açıklamış.[17]
26- 27- Ona,
"Gir Cennete" denildi. O da; "Keşke kavmim Rabbimin beni
afvettiğini ve beni Cennette ikram olunanlardan kıldığını bilseydi" dedi.
Tarihin her döneminde,
küfrün mantığının bittiği yerde, kaba kuvvete başvurduğunu görmekteyiz. Hz.
İbrahim'i ateşe, Hz. Yusuf'u hapse atmaları, Hz. Peygamber efendimizi
öldürmeye teşebbüs etmeleri ve yerinden yurdundan sürgün etmeleri gibi. Bu
sözleri söyleyen müslümanı da orada linç ederler. O esnada, bu müslümana
cennetteki makamı gösterilir.
Kendisini linç ederek
öldüren ve ne yaptığını bilmeyen, bu kefere güruhuna bile merhametle
bakabiîenler taşıdı bu islam bayrağını.
Hz. İbrahim duasında
"Rabbim, o putlar birçok insanı saptırdı. Bana uyan bendendir. Bana isyan
edene gelince şüphesiz sen bağışlayıcısın merhamet edicisin" diyerek niyaz
ediyordu.[18]
Müslüman merhametten
ayrılmamalı, karşınızdaki insana merhametiniz olursa, ona faydalı
olabilirsiniz.[19]
28- Onun
öldürülmesinden sonra onun kavmi üzerine biz gökten hiçbir ordu indirmedik.
İndirecek de değiliz.
29- Ancak
birtek haykırma oldu ve onlar hemen sönüverdiler.
Türkçe'de de kullandığımız
"Ocağı söndü." ifadesi o ailenin bütün fertleri yok oldu demektir.
Bir milletin imansızlık üzerine kurmuş olduğu saltanat, alev saçıyor etrafa,
insanlar inim inim inliyor ve doğru bir insan, toplumun gözleri Önünde linç
edilerek öldürülüyor. Bunların bu isyan alevleri ve ateşleri, Rabbimin meleğine
yaptırdığı bir çığlıkla yok olup gidiyor, "sönüvermesi" yok olması
anlamında da tefsir edilmiş.
Bir kısım tefsir
çilerim iz Cebrail'in bir haykırışı ile Antakya'nın yerle bir olduğunu
naklederken, Elmahlı merhum; "Roma devletinin Hz. İsa'nın dini karşısında
sönüverdiğini" yazar. İbni Kesir'in tefsirinde; "Antakya Hz. İsa'ya
inanan ilk dört şehirden biridir" demekle Elmalı linin yorumu doğrulanmış
olur.
Tarihte hep böyle
olmuştur. Hz. ibrahim Nemruda karşı, Hz. Musa ve Harun firavun'a karşı, Hz. İsa
Roma ve Habeş imparatorluklarının şahsında bütün dünyadaki küfür ve zulmüne
karşı mücadele vermişler ve zafer daima inanların olmuştur. Peygamberleri
yalanlayanların akıbeti ise hep hüsran olmuştur.[20]
30- Yazıklar
olsun o kullaraki, kendilerine bir peygamber geldiğinde, Onu alaya alırlardı.
31- Onlardan
önce nice nesilleri helak ettiğimizi, onların bir daha onlara geri
dönmediklerini görmezlerini?
Kendilerine gelen
Peygamberi yalanlayanlara yazıklar osun, ve onlar azabı hak etmişlerdir. Gelen
kalmıyor, giden gelmiyor. Ad ile Semud, Firavunla - Nemrud, Kisray'la - Neron,
Çorçille - Cengizhan, Lenin'le -George Washington ve diğerleri geldiler,
yaktılar yıktılar ve gittiler. Gören gözlere ibret levhası diktiler. Gidenler
toprakta yok olup gitmedi.[21]
32- Onların
hepsi hesap için mutlaka huzurumuza getirilirler.
Yani azab melekleri
kabirlerinden alıp Rabbin huzuruna onları getirecekler. Bu surenin sonunda da
Mekkeli bir müşrik çürümüş bir kemiği eline almış; "Bu çürümüş kemiği kim
diriltecek" demiş. Rabbim diyor ki; "Onu ilk önce kim yaratmışsa,
çürüdükten sonra diriltecek olan da odur.
Rabbim burada
söylüyor. "Herkes O'nun hu-zurunda toplanacaktır." Rabbim
gördüklerimizden delil getiriyor.[22]
33- Kendisim
dirilttiğimiz ve yedikleri daneleri ondan çıkardığımız ölü toprak, onlar için
bir delildir.
34- O
diriltilen ölü toprakdan da, hurmalıklar ve üzüm bağlarından nice bahçeler
yarattık ve oradan nice pınarlar fışkırttık.
Rabbimiz, kafirlerin
akılların kullanmadıklarını, eğer akıllarını kullanmış olsalardı tabiatta
gördükleri herşeyin Allah'ın varlığına birliğine eşi ve benzeri olmadığının,
delil olduğunu görürlerdi diyor.
Ana rahminde iken yalnız
göbeğinden beslenen insan, dünyaya gelince rahimdeki rızik kapısı kapanıyor
ama, annesinin göğsünden iki kapı açılıyor. Bir iki sene sonra o iki kapı da
kapanıyor, bu sefer tabiat ananın bağrından yaş, kuru, acı, tatlı sebze ve
meyvelerin kapısı açılıyor.
Bunların hepsini kendisinin
yaptığını ifade ediyor Allah (c.c). Koyduğu tabiat kanunları içerisinde cereyan
ediyor. Bazı çeşmeler dağların dibindedir. Bazıları dağın tepesindedir. Suyu
içiyorsunuz, boğazınızdan geçtiğini biliyorsunuz. Midenize gidiyor. Ama
terlediğinizde su alnınızdan çıkıyor. Bu ne hikmet? Halbuki bizim bildiğimiz
kanuna göre suyun yukarıya çıkabilmesi için bir güce ihtiyaç var. Midenize
giden suyunuz bir de bakmışsınız alnımızdan çıkıyor. Allah (c.c) tabiatta sulan
bazen dağın dibinde, bazen dağların tam tepesinden fışkırıyor. Görebilirsek her
şey mucize. İşte akıl sahibi insanlar için bunların hepsi birer delildir.[23]
35- Onların
mahsulünden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için (halk ettik), hala
şükretmeyecekler mi?
Allah'ın ölü araziyi
diriltip, sular fışkırtıp, bahçeler yaratması, hep bizim faydalanmamız
içindir. Bütün insanların bize yapabileceği en büyük iyilik, aldığımız bir
nefese denk olamaz. Onun için Allah(cc) bize şükret-meyi öğretiyor.
"Me" yi olumsuz olarak alırsak mana şöyle olur. "Onları kendi
elleriyle yapmadılar; Rabbim onları yarattı." "Ma"yı mevsuk
olarak alırsak, mana şöyle olur. "Elleriyle yaptıklarını yerler."
derken, Allah (c.c)'ın yarattıklarından insanoğlu da bir şeyler yapıyor. Ne
yapıyor? Üzümü kurutuyor. Zeytinden yağ yapıyor. Peki bunları yeyipde niye şükretmezler?
diyor Rabbim.[24]
36- Yerin
bitirdiği şeylerden, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri şeylerden
hepsini çift yaratan Allah, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.
Bize sayısız nimetler
veren Rabbimiz, yarattıklarını da çift yaratmıştır. Erkek ve dişi, gece ve
gündüz, acı ve tatlı, elektrikte eksi ve artı gibi. Bunların biri olmasa diğeri
olmaz, olsa bile değeri bilinmezdi.[25]
37- Onlar
için bir delil de gecedir. Biz geceden gündüzü sıyırıp çıkarırız. Birde
bakarlar ki, karanlıkta kalmışlar.
38- Güneşte
kendi mihverinde cereyan etmektedir. Bu herşeye gücü yeten, herşeyi bilen
Allah'ın takdiridir.
39- Ay'a da
menziller takdir ettik. Nihayet o eski hurma salkımının eğri çöpüne (Hilal
şekline) döner.
40- Ne
güneş'in ay'a erişmesi, ne de gecenin gündüzü geçmesi gerekmez. Hepsi birer
yörüngede yüzerler.
Güneşin de bağlı
olduğu bir sistem vardır. Onun da tabi olduğu bir yörünge vardır ki orada
devam edip gidiyor. Bir gün o da karar kılacaktır. "Güneş de bir gün
dürülecek, kararıp dökülecektir." Güneşin de eceli gelecektir.
Bu ayet-i kerime
güneşin de bir yörüngesinin olduğunu ifade ediyor. Güneşin nasıl yaratıldığı,
nerede nasıl döndüğü, kendi çevresi etrafında dönmesi, bir de galaksinin
etrafında dönmesi Rabbimin takdiridir. Onun için bir menzil tayin etmiştir.
Hilal halinden dolunaya dönüşmesi, dolunaydan tekrar hilale dönüşmesi, dünya
etrafında dönmesi Rabbimin takdir ettiği yerlerden cereyan etmektedir.
Biz de ay ve güneş
gibi kendi yörüngemiz olan iman yörüngesinde dolaşalım, bütün yörüngesine
girecek olursak, Allah korusun imanımız infilak eder ve parçalarımız
cehennemde ancak toplanabilir.
Aslında yaratılan herşey
Ona delil iken, Allah(cc) varlığının, birliğinin, eşi ve benzeri olmadığının
delillerinden bize örnekler veriyor.[26]
41- Onların
zürriyetlerini, dolu gemilerde taşımamız da onlar için bir delildir.
Ayet:
l- Kur'ân-ı
Kerim'in anlam ifade eden iki durak arasındaki kelimelerden meydana gelen cümle
veya cümleciklere denir.
2- Ayet,
aynı zamanda delil manasına gelir.
3- Mu'cize
manasına gelir.
Yeryüzünde gemiyi ilk defa
Hz. Nuh (a.s)'ın yaptığını Kur'ân-ı Kerim ayeti kerimeleriyle işaret ediyor.
Rabbim; Nuh'un gemiyi nasıl yaptığı konusunda bize geniş bilgi vermektedir. Nuh
(a.s.)'m gemisine alınan o mü'min insanlardan, insanlık ailesinin devam
ettiğine işaret ediyor. Bir de bunun bir mucize olduğuna işaret ediyor.
Kıyamete kadar gelecek olan bütün insanların o gemide taşındığını bu ayetiyle
Rabbim bize bildiriyor.
Günümüzde de,
insanların spermleriyle, genleriyle ilgili araştırmalar devam ediyor. Rabbim de
onlara bir ışık tutuyor. Milyarlarca insan Hz. Nuh (a.s)'ın gemisine alman
insanlarda toplanıyor. Kıyamete kadar gelecek olan insanların sayısının ne
olacağını biz bilemiyoruz. Ama Rabbim, bu güne kadar gelmiş olan, bundan sonra
gelecek olan insanların da o gemide taşındığını işaret ediyor bu ayet-i
kerimede. Yani bizler Nuh (a.s)'ın gemisinde O'na iman etmiş insanların
sulbünde taşınıyorduk.[27]
42- Ve onlar
için bunun benzeri binecekleri şeyleri yaratmamız da bir delildir.
Trenler, vapurlar
uçaklar ve henüz yapılmayan binekler hepsi Rabbimizin lutfudur. Çünkü bunları
yapan zekayı biz yapmıyoruz, Allah yaratıyor. Kendimize model olarak aldığımız
kuşlar, çiçekler ve böcekler de O'nun yarattığıdır. İnsanoğlunun yaptığı her
icadın madenini yaratmış ve yeryüzüne yaymıştır. Bu madenleri bulup çıkarmak da
insanın işidir.
Yaratılanların en güçlüsü
insan, o da Rabbimin gücü karşısında isteyerek veya istemeyerek boyun eğmekten
başka çıkar yolu yok. Bineklerimiz yalınız bunlar değil. "O bindikleri
gemilerin benzerlerini de yarattık" diyor Allah (c.c). Bir başka ayet-i
kerime de; "şu anda bilmediğiniz daha nice binekleri de Allah (c.c)
yaratacaktır."[28]
43- Eğer
istersek onları boğarız da, onlara ne imdada yetişen olur ne de kurtarılırlar.
Suyun içerisine
batırıveririz. Onlar çağrılacak kimse de bulamazlar. Yardımlarına yetişecek
hiçbir insan da bulamazlar. Onlar hiçbir şekilde kurtulamazlar. Tabiatı
eviren-çeviren Allah (c.c)'dır.
Günümüzde, teknolojisi
çok gelişmiş ülkelerde bile, meydana gelen kar, tipi, fırtına, yağmur, deprem,
felaketlerinde herşeyin durduğunu, insan gücünün de sınırlı olduğunu
görmekteyiz. İnsana yaraşan, bütün tedbirlerini aldıktan sonra Rabbimin
rahmetine sığınmaktır.[29]
44- Ancak
tarafımızdan bir Rahmet olarak, belirli bir zaman kadar yaşatmak için
kurtarılırlar.
45- Onlara;
"önünüzde olan (Dünya azabından) ve arkanızda olan (Ahiret azabından)
sakının ki, merhamet olunasıniz" denildiğinde, yüz çevirirler.
46- Onlara
Rablerinden bir (Kur'an ayeti veya tabiattan) ayet gelmezki, onu inkar
etmesinler.
Rabbimin rahmetiyle
biz kurtulabiliyoruz. Belli bir zamana kadar Rabbimin vermiş olduğu mühlet
içerisinde bu dünya nimetlerinden yararlanabiliriz. Rabbimin rahmetiyle bir
kurtulabiliriz.
"Önünüzde olandan
sakınınız" derken cehennemin ateşinden, mahşerin dehşetinden sakınınız
manası verilmiştir. "Arkanızdakinden sakınınız" denildiğinde dünya
arkanızda kalıyor, yönünüz kıyamete doğru gidiyor, dünyada karşınıza bela ve
musibetler gelmesinden sakınınız. Biz iki durumda da korunmak için gayret
göstereceğiz,
Rabbimiz, bizden önce
geçen kafir toplulukların kötü akıbetlerini haber vererek, bizim de o duruma
düşmememizi istemektedir. Ayrıca kafirin iki dünyadada acı çekeceğine işaret
etmektedir. Maddi sorunlarının bir çoğunu halleden ülkeler, intihar
istatistiklerinde de birinci sırayı almaktalar. Tenin gıdasını veriyorlarda,
canın gıdasını veremedikleri için, can kuşunu elleriyle boğarak, kendilerine
işkence ediyorlar.
Bir kısım insanlara
"Her nefes alışınızda ecelinizden tüketiyorsunuz. Azabınıza doğru
gidiyorsunuz, tedbirinizi alınız" denildiğinde, bunu duymak istemiyen, bu
konuyu dinlemek istemiyen, konuyu başka tarafa çekmek isteyen insanları
görüyoruz,
Kur'an ayetlerine,
"bu Muhammed'in uydurduğudur' derler. Tabiattaki delillere de, "bu
tabiatın eseridir." derler. Tabiat kimin eseridir? diye sorsan; "o
kadar kafamı yormam" derler veya "tesadüf" deyiverirler de, damarlarındaki
bir damla kanın bile tesadüfen olmadığına inanırlar.
Bir tarafta Allah'ı
inkar ederler, diğer tarafda "beni niçin yarattı? ben dünyaya gelmek ve bu
sefaleti görmek istemezdim" derler. Peki öyle ise, "bir zehir iç, çek
git bu dünyadan" desen gitmezler.[30]
47- Onlara
"Allah'ın size rızık olarak verdiğinden ihtiyaç sahiplerine infak
edin" denildiğinde, kafirler mü'minlere; "Allah dileseydi
ye-direbileceği kimseleri biz mi yedireceğiz? şüphesiz siz apaçık bir sapıklık
içindesiniz" derler.
Aynı mantık devam
ediyor. 1400 sene önce Rabbim, ahirete inanmayan, Allah'a şirk koşan
insanların mantığını bize haber vermiş. Mal-mülk elde ediyorlar. Mü'minler
onlara diyorki; "yahu bu mülk Rabbimindir. Şu anda size verilmiştir. Gelin
bundan siz de dağıtınız." Çevrenizde bu imkanlara sahip olmayan insanlara
yardımda bulununuz. Kafirler mü'minlere diyorlarki; Allah dileseydi onları
doyururdu. Allah'ın doyurmadığım biz mi doyuralım?
Hergün namazınızda
okuyorsunuz Maun suresini. "Dini yalanlayan insanı gördün mü? O yetimi
azarlayan, iten, fakirin yemeği konusunda teşvikte bulunmayan." islam
dinini yalanlayan insanın fakirin karnının doyurulması konusunda teşvikte
bulunmayacağını yetimin işleriyle meşgul olmıyacağını, onu iteceğini Allah
(c.c) bize haber veriyor.
Bizim ecdadımız,
yetimler için Daru'l-Eytamlar kurmuştur. Şimdi çocuk Esirgeme Kurumuna
çevrilmiştir. Ama Daru'l-EytanV'ı kuranlarla günümüzdekiler mukayese edilecek
olursa, O insanların dini bağhlıklanyla günümüz insanlarının dine bağlılıkları
ortaya çıkıveriyor.
Günümüzde Çocuklara ve
çocuklar için tahsis edilen paralara kimlerin el koyduğu, kimlerin zimmetine
geçirdiği, çocuklara nasıl davramldıgİL en iğrenç şekilleriyle gözümüzün önüne
getiriliyor. Çocuklara bakmanın ibadet olduğu şuuru verilemeyecek olursa,
yapacağı o olur.
Biz kazancımızdan -ki onu
bize Rabbim vermiştir. başkalarına vermeye devam edelim. Allah'ın bize ihsan
ettiği gibi, biz de Allah'ın kullarına ihsan edelim.[31]
48- Kafirler
mü'minlere; "sözünüzde doğru iseniz kıyamet ne zaman" derler.
49- Onlar,
birbiriyle çekişip dururlarken, ansızın yakalayıverecek bir sayha'dan başka
birşey gözetmezler.
50- O zaman
vasiyette bulunamazlar, Ailelerine de dönemezler.
Yani hep ahiretten
bahsediyorsunuz, hep kıyametten bahsediyorsunuz. Buyurun ne zaman o? diye
soruyorlar.
Bu soru Musa(a.s)'a,
İsa(a.s)'a, İbrahim (a.s)'a da sorulmuştur. Onlar da bu dünyanın geçici
olduğunu ümmetlerine bildirmişlerdir. Ama aradan binlerce sene geçmiştir.
İnsanlık yine aynı soruyu sormaya devam ediyor. Sevgili Peygamberimize de
sormuşlar. "Eğer doğru söylüyorsan, hadi buyur. Ne zaman gerçekleşecek
o?"
Kıyametin ne zaman
olacağını beklemiyelim. O bizi ilgilendirmez. Olacağına inanıyoruz ama ne zaman
olacağı bizi ilgilendirmiyor. Ama bizim kendi kıyametimiz mutlaka gelecektir.
Nerede gelecek? Onu bilemiyoruz. Ansızın gelebilir.
O, kıyamet yok
diyenler, bu dünya devamlıdır diyenler bir şey bekliyorlar. O da bir
"sayha"dır. O İsrafil'in "sur"udur. O çığlık koptumu onlar
birbirleriyle çekişirken, Allah onları alıverecektir.
"Birbirleriyle
çekişirken" derken, bu çekişme mü'minle kafir arasındaki çekişme anı da
olabilir, dünyevi bir çok işlerin peşinden koştururlarken anlamına da
gelebilir. Alırken-satarken, çalışırken, yürürken, koşarken, yani günlük
hayatımız cıvıl cıvıl işlerken bir anda hayatın duruvereceğini
Rabbim bildiriyor.
Ecel çarşıda gelmişse
orada kalıyor. Dükkanda gelmişse orada kalıyor. Dairede, kışlada, karakolda,
üniversitede ders verirken ölenlerimiz var. Ailesine dönemiyor. Onun için her
halükarda hazır olacağız. Kıyamet koptuğunda herkesin canı bulunduğu yerde
alınıverecek. O halde her mü'min, her an ölüme hazır olmalıdır.[32]
51- Sura
üfürülünce birde bakarsın ki, onlar kabirlerinden kalkarak rablerine koşup
giderler.
52-
"Eyvah bize! bizi kabirlerimizden kim kaldırdı?" derler. (Meleklerle
mü'minlerde) "İşte bu Rahma'nın vadettiği kıyamet günüdür. Peygamberler
doğru söylemişler."
53- O (sura
üfürmek) bir sayha'dan başka bir şey değildir. Birde bakarsın, onların hepsi
huzurumuzda toplanmış
Bu üçüncü Sur. Ankette
yeniden İsrafil Sur'â üfürüyor ve bütün insanlar bulundukları yerlerden mahşer
yerine doğru akıp geliyorlar diyor Rabbim. Yanıp duman olmuş olan da toplanıp
gelecek, denizde boğulan, balıklara yem olan da toplanıp gelecek, toprak olan,
topraktan ot olan, ottan hayvan yiyip et olan da orada toplanıp gelecek.
Biz bu dünyada
Peygamberlerin doğru söylediğini tasdik etmek durumundayız. Ahirette söylemin,
itiraf etmenin faydası yok.
"Muhdarun"
kelimesinden hareketle, onlar ihzarlı olarak Rabbin huzuruna getirilmişlerdir.
Yani "meleklerin nezaretinde mahşer yerine getirilirler" diyor.[33]
54- İşte bu
günde, hiçbir kimseye birşeyle zulüm edilmez ve ancak yaptıklarınızın
karşılığını görürsünüz.
"Tüczevne" iki
anlamda kullanılmış. Mü'min yaptığının karşılığı ile mükafatlandırılacak,
kafir yine yaptığının karşılığında cezalandırılacaktır. Mü'min için Rabbimin
rahmeti tecelli edecektir. Sevgili Peygamberimiz ifade etmiş: "Allah (c.c)
rahmeti 100 parçaya ayırdı. Birisini yeryüzüne indirdi. 99 ile ahirette mü'min
kullarına muamele edecektir." Yeryüzüne indirilen o "bir tek
rahmet", merhamet... Annenin yavrusuna olan şefkati, babanın çocuklarına
karşı merhameti, kedinin yavrusunu korumak için aslan'a meydan okuması veya,
tavuğun civcivini korumak için köpeğe karşı saldırışı varya, bütün bunlar
Rabbimin o yeryüzüne indirdiği "bir" tek rahmetten kaynaklanıyor.
Rabbimin rahmetini artık siz hayal edin.[34]
55- Şüphesiz
o günde Cennet ehli zevk içindedirler.
56- Onlar ve
eşleri gölgelerdedirler. Tahtlar üzerine yaslanmışlardır.
57- Onlar
için orada meyveler ve istedikleri herşey vardır.
Ayet-i kerimelerin
doğrudan delalet ettiği manalar vardır, işaret ettiği manalar vardır, ihtiva
ettiği manalar vardır. Rabbimiz bu ayet-i kerimelerinde, cennet ehlinin, yani
bu dünyada iken dünyasını cennete dönüştürmüş, gönlü cennet havasıyla neşvü
neva bulmuş, gözlerinden hep cenneti özlemiş, kulaklarını cennete layık hale
getirmek için bu dünyada hep güzel sözler dinlemiş, başta Allah'ın kelamını
dinlemiş, sonra onun çizgisinde olan sesleri, sözleri dinlemiş, bütün vücudunu
cennete layık hale getirmiş, insanlar cennette Allah (c.c)'in onlar için
yarattığı gözlerin görmediği, gönüllerin hayal dahi edemediği güzel nimetler
içerisinde olacaklarını haber veriyor Allah (c.c).
Bir insan dünyanın en
güzel yerinde, dünyanın en güzel imkanlarıyla donatılmış bir köşkte tek başına
yaşayacak olursa, orası o insan için bir hapishaneye dönüşebilir. Çünkü
yalnızlık ayrı bir hapishane hayatıdır. Onun için Allah (c.c) cennet
nimetlerini bize tanıtırken, "onlar ve eşleri, yoldaşları, yandaşları,
arkadaşları" diye haber vermektedir. İmanla gittikleri takdirde
çocuklarımız, eşlerimiz dava arkadaşlarımızla cennette beraber olacağız. Hz. Adem'e,
Musa'ya, İsa'ya (aleyhis-salatu ve'.selama) iman edenler, Hz. Muhammed
(s.a.v)'e iman edenlerin tamamı birlikte cennet hayatı yaşayacaklar.
Bu dünyada iken dost
olduklarımız imanla gitmeyi başaracak olurlarsa, biz de imanla gitmeyi
başaracak olursak, cennette de dostluklarımız, koltuklar üzerinde, karşılıklı
sohbetler yaparak, cennet nimetlerinden yararlanarak, sonsuza değin
yaşanacağını Allah (c.c) bize haber veriyor.[35]
58- Orada
Rahim olan Rab'dan birde selam vardır.
Yerleri-gökleri
yaratan, bütün güzellikleri yaratan, yeryüzünü çiçeklerle donatan Allah (c.c)
ahirette, cennette, mü'min kullarına, o Rahman ve Rahim olan Rabbimizin
"selam"ı ulaşacaktır. Hem de "söz" olarak. Ehl-i Sünnetin
inancına göre, cihet olmadan, yön olmadan, ahirete mahsus bir görüşle,
mü'minler Allah'ı göreceklerdir. Rabbi gören yüzler gayet parlak olacaktır.
Mü'minlerin cennette
kavuşacakları en büyük nimet; Rabbimizin cemalini görmek, selamını almaktır.
Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste sevgili Peygamberimiz (s.a.v) şöyle ifade
etmiş: "Cennette baba ile oğu-lun, hanımı ile beyinin makamları ayrı ayrı
olursa -öyleya dünyadaki amellerinde farklılık var- makamı aşağıda olan
yukarıya yükseltilir."
Biz sevgili
Peygamberimiz (s.a.v)'e yürekten iman etmişiz. O'na sa-latu-selam getiriyoruz.
O'nun ashabı ve ailesi arasına, O'nun sünnetine sarılmakla girmeye çalışıyoruz.
İnşallah cennette de, O'nun yakınında olmayı Rabbim bize lütfeder. Bu konuda
gayret gösterelim.[36]
59- Ey
günahkarlar. Bugün (nnV m inlerden) ayrılın.
60- 61- Ey
Adem oğulları!! ben size; "şeytana tapmayın, çünkü o size apaçık bir
düşmandır. İşte bana ibadet edin" diye ahd vermedim mi?) işte doğru yol
budur.
Bu gün mü'minlerden
ayrılın. Müminler cennete, sizler cehenneme gideceksiniz. Bir de, bu suçlulara
toplu halde hitap etmiş oluyor Rabbim; Ey suçlular! Siz kendi aranızda da
ayrılınız. İnsanları kötülüğe sevk edenlerle, sevk edilenler birbirlerinden
ayrılsın. Cezalarına göre cehennemdeki yerlerine gitsinler. Peki bu bir
haksızlık mıdır acaba?
Günümüzde, Allah'a,
ahirete, peygambere imanı olmayan insanlardan, Cehennemin varlığının insan
haklarına saygısızlık olduğunu söyleyecek kadar, ileri giden insanlar var.
Allah (c.c) onlara diyor ki; "Ey Ademoğlu! Şeytana ibadet yapmayınız
demedim mi ben size? Bu konuda size emir ve tavsiye vermedim mi? Şeytan size
düşmanlık yapacaktır, yolunuza çıkacaktır, sizi yolunuzdan alıkoyacaktır,
sesiyle, aveneleriyle sizin yollarınıza tuzak kuracak, gönüllerinize vesvese
verecek, size kötülükler yaptırmaya, Allah'a isyan etmeniz için gayret
gösterecek, siz o şeytana ibadet yapmayınız demedim mi? Ancak bana ibadet
yapın demedim mi? buyuruyor. Dosdoğru yol Allah'a yapılan ibadettedir.
Günümüz insanı da
doğruyu arıyor. Düşünen bir çok beyin doğruyu gerçekten samimi bir şekilde arıyor.
Dünyanın çeşitli merkezlerinde insanlar doğruyu aramak için çeşitli paneller,
açık oturumlar düzenliyorlar. Bir araya geliyorlar karşılıklı fikir
alışverişlerinde bulunuyorlar. Mutlak doğru, şüphesiz ve seksiz Allah'ın (c.c)
dedikleridir. O da şimdi Kur'ân-ı Kerim'in içerisindedir. Onun için Rabbim;
"işte dosdoğru yol budur, Allah'ın emirlerine itaat, yasaklarından
kaçınmadır." buyurmuştur. Euzubülahimineşşeytanirracîm diyerek şeytanın
şerrinden Allah'a sığınıyoruz.[37]
62- O şeytan
sizden bir çok nesli sapitmiştı, bunu akıl edemediniz mi?
63- İşte
size, va'dolunduğunuz Cehennem...!
64- Küfrünüz
sebebiyle, bugün oraya girin.
Diyor ki; O şeytan sizden
büyük bir kısmın yolunu sapıttı. Hz. Adem'in çocuklarına çengel attı, Nuh'un
kavmine çengel attı, helakine sebeb oldu, Ad, Semud kavmine çengel attı,
helaklerine sebep oldu. Lut (a.s)'ın kavmine dünyanın en ahlaksız işini
yaptırttı. Helakine sebeb oldu. Günümüzde de aynı şeyleri yaptırtıyor.
İnsanlara yaptıklarını güzel gösterir diyor Rabbim. Bunu günümüzde görüyorsunuz.
Bol ışıklı salonlarda insanlar kendilerini zehirlemek için bir araya
geliyorlar. Esrar alemleri
düzenliyorlar. Hala aklınızı
başınıza almıyacak mısınız?
O yapmış olduğunuz inkarınız sebebiyle, gavurluğunuz sebebiyle
buyurun cehenneme |irin" denilecektir mahşerde. "Kişi sevdiği ile
beraberdir' Bu dünyada kimlerle berabersek, ahirettede onlarla bereber
olacağız.[38]
65- O gün
onların ağızlarını mühürleriz de, bize elleri konuşur ve yaptıklarına ayakları
şahitlik yapar.
Ahirette insan amel
defterine bakar da inkar tarafına bile gidermiş. Yok Ya Rabbi. Ben bunları
yapmadım derse, peki öyleyse ağzına bir mühür vuralım biz, bundan sonra ellerin
konuşsun, ayakların konuşsun diyecektir Allah (c.c).
Plak üzerine koyulan
iğne, plakda olanları okuduğu gibi, insanoğlunun teybi, radyoyu, televizyonu
elektronik ses dalgaları göndererek konuşturduğu gibi, Rabbimiz de bizim
ellerimizi ayaklarımızı-konuşturur. O halde yüz kızartıcı söz ve davranışlardan
kaçınmalıyız.[39]
66- Eğer
dileseydik onların gözlerini dümdüz kör ederdik de, (doğru) yola koşuşurlardı
fakat nasıl görecekler.
Bir Önceki ayette
Rabbim, Mahşerde elimizi konuşturacağını, ayaklarımızı konuşturacağını ifade
ediyor. Elimiz konuşur mu, ayağımız konuşur mu? diyenlere Rabbim bu ayetinde
cevap veriyor. Gözümüz nasıl görüyor bizim? Rabbim görme özelliğini verince
görüyor. Görme özelliğini ahve-rince de gözümüz görmüyor.
Gönül gözümüzü Allah
kör etmez. Biz kendi yaptıklarımızla onu lekeler ve Hakkı göremez oluruz.
Allah kör etseydi biz nasıl görebilirdik? Ve biz nasıl sorumlu olurduk. Birde
Allah, inkarcıların gözünü kor etseydi, hepsi birden islam yoluna koşuşurlardı.
Ama imtihanın değeri kalmazdı.[40]
67- Ve yine
eğer dileseydik onları yerlerinde suretlerini değiştirirdik de ne ileri
gidebilirlerdi ne de geri dönebilirlerdi.
bizi yoktan var eden
Rabbimiz istediği şekle de sokabilir, içimizdeki tilkilikleri, kurtlukları
dışımıza da vurabilir ve bizi teşhir edebilirdi. Ama
O Settar-Ul-Uyub;
ayıplan örtendir. Onun dediğinin olduğunu heran tabiatta ve kendi vücudumuzda
görmekteyiz. Hiçbirimiz ihtiyarlamak istemeyiz ama ihtiyarlıyoruz. Çünkü biz
vücudumuza bile hakim değiliz. Yani Rabbin verdiği gözle görüyor ve
yürüyorsunuz. Her an Rabbe muhtaçsınız siz. "Eğer sizin bulunduğunuz
yerlerde şeklinizi değiştirivermiş olsa, ne ileri gidebilirsiniz ne de geri
gelebilirsiniz" diyor Rabbim. Olduğunuz yerde kalakalırsınız.[41]
68- Kime
uzun ömür verirsek, onun yaratılışım ters çeviririz. Hiç akıl etmiyormusunuz?
İnsanoğlu zayıf,
yedirilmeye, içirilmeye, giydirilmeye muhtaç bir çocukken büyüyor. Aslanlarla
pençeleşiyor, dünyayı sallayacak olaylar meydana getiriyor, 40'dan-50'den sonra
tekrar geriye doğru bir dönüş başlayıveriyor. Toprağa doğru eğiliyoruz. Yeniden
zayıf, yedirilmeye, içirilmeye, giydirilmeye muhtaç bir ihtiyar oluyor.
Bir de şöyle
değerlendirelim: Hz. Ömer (r.a) için söylenir. Hz. Ömer demiş ki birine; bana
her gün gel, ücretini ödeyeyim ve bana; "öleceksin ya Ömer de."
demiş. Bu insana iyi işler yaptırmasına sebeb olur. Bu gün ölebilirim. Onun için
iyi işlerimi bu gün tamamlayayım; gayreti verir. Aynı adama bir gün demiş ki;
"artık gelmene gerek yok. Ben sana yine ücretini ödeyeyim ama saçıma ak
düştü. Her aynaya bakışımda sağımdaki ak bana öleceğimi hatırlatıyor."
diyor Hz. Ömer (r.a),
Eğer mutlak irade
kendi elimizde olsaydı, buna mani olurduk. O halde çıkar yol, Cüz'i irademizi
Rabbimizin iradesi doğrultusunda kullanmaktır. Rabbimizin iradesini bize
bildiren ise, Kur'an'ı Kerim'dir.[42]
69- Biz Ona
şiir öğretmedik Ona şairlik yakışmaz da. O bir öğüt ve (insanlara ne
yapacaklarını) açıklayan bir Kur'an'dır.
70- (Bu
Kur'an) Diri olanları uyarmak, kafirlere azab sözü hak olması
için(indirilmiş)'dir.
Kur'ân ayetleri
okunduğunda; "bu bir şiir" diyorlar. Bu bir şair diyorlar. Mekke'Ii
müşriklerin bir kısmı Efendimizi böyle diyerek töhmet altında tutuyorlar. Ama o
gün için gerçekten şiiri bilen insanlar Kur'ân ayetlerini dinlediklerinde, bunu
reddetmişlerdir. Kur'ân'ın şiir olmadığını kabul etmişlerdir.
Rabbim de; Hayır o bir
şair değildir. Kur'ân'da bir şiir değildir. O Kur'ân apaçık bir öğüttür. O
Kur'ân; ruhu ölmemiş insanları uyarmak için indirilmiş bir kitaptır buyuruyor.
Eğer peygamber
gönderilmese ve kitap indirilmeseydi, kafirler birçok suçlarına karşılık
mazeret ileri sürebilirlerdi. Kur'an geldi, hak ile batıl birbirinden ayırt
edildi. Dileyen dilediğini alır ve sonucuna da katlanır.
Bir tarafta hayatımızı
nasıl düzene koyacağımızı öğretmek için indirilen Kur'an nimeti, öbür tarafda
yaşantımızı devam ettirmek için Rabbimizin bizim için yarattığı nimetler.[43]
71- Onlar
için ellerimizin yaptığından yarattığımız davarları görmüyorlar mı? onlar o
hayvanlara sahipdirler.
72- O
hayvanları onlara itaatkâr kıldık, onlardan hem binekleri var, hem de onlardan
yiyorlar.
73- Onlar
için o hayvanlarda, daha nice faydalar ve nice içecekler vardır. Hala
şükretmezler mi?
Allah (c.c)'de, yarattığı
her şeyi bizim eğitim vasıtamız kılmıştır. Her yaratılan şey Allah'ın
varlığına, birliğine birer ayettirler. "Onlar görmüyorlar mı? Onlar için
kendi ellerimizle yarattıklarımızı. Kendi ellerimizle onlara yarattıklarımızı
onlar görmüyorlar mı? Bizim yarattıklarımıza onlar sahip oluyorlar. Sahip
oldukları malları görmüyorlar mı?" Burada Rabbim aynı zamanda İslâm
Hukukuna göre mülkiyet hakkımızın olduğuna da dikkatimizi çekiyor. Ama asıl
dikkatimizi çektiği konu Allah (c.c)'m kendisinin varlığı ve birliğidir. O var
ve bir olan Allah (c.c)'ın kullarını sevdiğine de işaret vardır burada.
"Ellerimizle yarattıklarımızı görmüyorlar mı?" Kimin için yaratmış?
Bizim için. Mesela Elmayı görüyoruz. Bunu inanan da görür inanmayan da görür.
Ama mü'min biraz daha ilerisini görmektedir. Bu kara toprak, kendisine limon
çekirdeği mi ekildi, elma çekirdeği mi ekildi bunu ayırt edecek güçte değildir.
Elmaya tad veriyor limona ekşi veriyor. Bu ayırımı kim yapar? Nasıl yapar? İşte
bunlara o elementleri gramlı ve diremli olarak veren bir güç varki, o Allah
(c.c) dır.
Tabiki burada
zikredilen "eller" kelimesi mecazi anlamdadır. Rabbim gücüyle,
kudretiyle, sanatıyla, O ustalık, Barî, Musavvir ve Bedî' olan Allah (c.c)
bizim yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, gördüğümüz şeyleri yaratandır.
Allah'ın
"ellerimizle yarattığımız" dediği şeylerden bir kısmım binek olarak
kullanıyoruz, bir kısmını da yiyoruz.
"En'am"
kelimesi, genellikle koyun, keçi, sığır ve deve için kullanılır.
Bunların içerisinden
deveye biniyoruz, sığırlarla çitlerimizi sürüyoruz, koyun ve keçinin etlerini
ise yiyoruz. Deveyle beraber diğer yaratılanlara koyun ve keçinin etlerini ise
yiyoruz. Deveyle beraber diğer yaratılanlara da biniyoruz. Allah (c.c) bunları
bize itaatkar kıldığım ifade ediyor.
Mesela koyun. Koyunla
kurt aynı boydadırlar ama insanoğlu, koyunla kurduğu münasebetin milyonda
birini kurtla kuramamıştır. Çünkü koyun, keçi ve benzerleri insana ünsiyet
peydah edecek şekilde yaratılmıştır.
"İçecek"
kelimesini Rabbim Nahl suresinde şöyle ifade ediyor. "O davarlarda sizin
için ibretler vardır. Onların karınlarında olan şeyden size içiririz. O
karınlarında olan gübre ve kanın arasından halis, katıksız, içimi gayet kolay
süt içiririz."
Allah (c.c) her an
ciğerlerimizi tazeleyen hayatı veriyor, karnımızı doyuracak gıda maddelerini
topraktan o yaratıyor. Sırtımıza giydiğimiz yün ve pamuğu topraktan o
çıkartıyor. Kara toprak bembeyaz pamuğa dönüşüyor. Kara toprak yemyeşil ota, ot
da ete dönüşüyor. Bütün bunları yaratan Allah'a şükretmemiz gerekiyor.[44]
74- Onlar,
belki yardım olunuruz ümidiyle, Allah'dan başka ilahlar edindiler.
75- O
ilahlar onlara yardım edemezler. Onlar ilahların toplanmış askerleridirler.
Bütün bunlara rağmen onlar Allah'tan
başka ilahlar edindiler ki o ilahlar kendilerine yardım etsin. Halbuki o
ilahların onlara yardım etmeye gücü yetmez.
Bu insanlar ancak ilah
edindiklerinin askeri olurlar. İlahlar için hazırlanmış asker olurlar. Bunlar
gönüllü kullar. Allah'a kulluk yapamayanlar, insanların gönüllü kullan
oluyorlar. Ondan yardım bekliyorlar ama o nasıl bunlara yardım etsin. İlah
edindikleri zaten kendisi bir insan. Karnı ağrısa ağrısını durduramıyor. Peki
bu insana niye kulluk yaparlar? Bunun etrafında kul olarak toplanınca, aslında
onun korumasını da yaparlar. Şu anda yeryüzünde kula kul olanlar, o kul
oldukları ilahlarının sistemlerini devam ettirmek üzere askerlik görevini
yapıyorlar. Onun askeri oluyorlar.
Tarihde binlerce insan
putlara kurban edildiği gibi, günümüzde de milyonlarca beyin, put süngeriyle
emilmektedir. Ey insan! putperestlerin seni küçültmek için söylediklerine
aldırma.[45]
76- Onların
sözü seni üzmesin, biz onların gizlediklerini de açıkladıklarını da biliriz.
Son yıllarda bize
söylenen sözler de bizi üzmesin. Rabbim Efendimizin şahsında bize söylüyor
bunu. Kur'ânı okuyan herkesin şahsına söylenmiş sözdür bu. Çağında dinsiz
imansız insanların Allah hakkında söylediği sözler sakın seni üzmesin. Biz
onların gizlediğini de biliriz, açıktan yaptıklarını da biliriz.
Efendimize"Sabret, onlara üzülme. Onların yapmış oldukları hileler,
planlar, tuzaklardan dolayı da gönlün daralmasın" diyor.[46]
77- İnsan
kendisini nutfe (Meni)den yarattığımızı görmezini ki, hemen açık bir hasım
kesiliyor?
Nereden nasıl geldiğini
unutan insan, bu kısacık dünya hayatında sahip olduğu mal, akıl ve mevkilere
bakarak kibirlenmeye başlar. Yaratanını inkar eder ve kendini ilah yerine
koyar.
İşte böyle bir kafire,
birgün yoldan geçerken herkes selam durur. Köşebaşında, garib birinin yerinden
bile kalkmadığını görünce, Burnu havalı, kibirli insan sorar; "-Beni
tanımadın im?-Tammazmıyım, senin evvelini de ahirini de bilirim ben-Benim
evvelim, ahirim neymiş?-Evvelin bir damla su, ahirin bir avuç toprak, karnında
taşıdığın ise gübre, şu sırtında taşıdığın ise gübre kürkü, onu ayı on sene
sırtında taşıdı da hayvanlıktan kurtulamadı" der.
Bir damla sudan nasıl
yaratıldığını unutup, ahiretteki dirilişi inkar edenlerin mantığını Rahbimiz
şöyle haber verir.[47]
78-
Yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi. "Bu çürümüş kemikleri kim diriltecek?"
dedi.
79-
"Onları ilk defa yaratan diriltecektir, O bütün yaratıkları bilir"
de.
Günümüzde biri
soruyor: "Bir insan denize düşse, onu balina yutsa, balıkçıda balinayı
tutsa, balinanın eti binlerce kişi tarafından yense, o binlerce kişiden biri
Avrupada, biri Asyada ölse, biri ateşde yansa, öbürü dağda donsa, o ilk denize
düşeni Allah nasıl toplayacak?"
Bu soruyu soran ile,
Efendimize çürümüş kemikle gelip; "bunu kim diriltecek" diyen insanın
inkar mantığı aynı. Az ve öz şekilde Kur'an'dan cevap; "Onu ilk önce kim
yarattı ise O diriltecektir"
Yukarıda denize düşen
ve bin parçaya ayrılan insanın dağılışı anlatılmıştır. Bizde toplanışımızı
hatırlatalım. "Gözle görülmeyecek kadar küçük bir su zerreceği iken, ana
rahmine yerleştik. Dokuz ay sonra dünyaya geldik. Erzurumdan gelen peynir,
Rize'den gelen çay, Edremit'ten gelen zeytin, Konya'dan gelen buğday, Bursadan
gelen şeftali, Ordu'dan gelen fındık, Avrupa Amerikadan gelen ilaçlarla
beslendik bu hale geldik."
İnsanoğlu
havaya(boşluğa) verdiği sesi ve görüntüyü bir düğmeye basmakla televizyonda
topluyor da, Rabbim mi bizi toplayamıyacak?[48]
80- O ki,
sizin için yeşil ağaçtan ateşi yarattı. Şimdi siz ondan ateş tutuşturuyorsunuz.
Su'da ateşi gizleyen,
sudan elektriği çıkaran Rabbimiz, çürümüş kemiklerden insanı tekrar diriltir.[49]
81- Gökleri
ve yeri yaratan, onların benzerini yaratmaya kadir değilmidir!!? Elbette
kadirdir. O herşeyi yaratan ve bilendir.
82- O bir
şeyin olmasını isteyince, Onun emri yalnızca; "ol" demektir o da
hemen oluverir.
Gökyüzünde milyarlarca
yıldızı yörüngesinde küçük bir misket gibi döndüren, yeryüzünde milyarlarca
çiçekleri güzün öldürüp, kardan kefenlerle sardıktan sonra, baharın İsrafil
sur'u gibi sıcak nefesiyle tekrar dirilten Allah, çürümüş kemikleri niçin
diriltmesin? O birşeyi yaratmayı dilediği zaman, sadece "ol" emriyle
yaratıverir.[50]
83- Herşeyin
mülkiyeti ve idaresi elinde olan Allah noksan sıfatlardan münezzehdir. Ve
yalnız ona döndürüleceksiniz.
İstesekte istemesekte
tekrer Allah'ın huzuruna varacağız. Rabbimizin huzuruna şirk, kin, nefret
yalan, gıybet, fuhuş sefahet, korkaklık, zillet gibi pisliklerle varmamak için,
Yasin suresini çokça okuyalım, ikinci sahi-fesinde anlatılan yiğit gibi
yaşayalım ve Rabbimizin selamına muhatap olalım.[51]
[1] Tirmizi sevabül-Kur'an hadis
no; 2889
[2] Ebu Davut cenaiz hadis no;
1448. Müsned'i Ahmed5l26
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/373.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/373.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/373-374.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/374-375.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/375.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/375.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/375-376.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/376.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/377.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/377-378.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/378-379.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/379-380.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/380-381.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/381.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/381-382.
[18] K. Kerim 14/36
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/382.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/382-383.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/383.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/383.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/383-384.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/384.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/384.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/385.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/385-386.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/386.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/386.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/387.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/387-388.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/388-389.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/389-390.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/390.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/390-391.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/391.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/391-392.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/392-393.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/393.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/393.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/393-394.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/394.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/394-395.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/395-396.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/396.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/396-397.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/397.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/397-398.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/398.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/398.