Mekke'de nazil
olmuştur, ellidört ayettir. Allah(c.c) Kur'an-ı Kerim'de, bizim geçmişimizi,
şimdiki halimizi ve geleceğimizi ilgilendiren bilgiler verir. Geçmişten
bilgiler vererek günlük hayatımızı düzenlerken, bizi geleceğe hazırlar.
İşte bu geçmişten
haber verirken Rabbim, geçmiş kavimlerin iyilerinden ve iyiliklerinden haber
verdiği gibi, kötülüklerinden de haber vermektedir. Kötülerin gittiği yoldan
gitmemek ve iyilerin yolundan gitmek, rabbim tarafından bizden istenmektedir.
"Sebe"
kelimesi bize "saba" diye geçmiştir. Yemen'de bir bölgenin adıdır.
Veya Yemen'de devlet kurmuş "sebe" isimli bir şahsın devletinin
adıdır da denilmektedir. Devlet 485 yıl yaşamıştır.
Allah (c.c.) Mekke
insanı tarafından bilinen, harabelerine rastlanan, Yemen'de yaşamış olan bu
toplumdan haber veriyor. Kısaca diyorki; "Sebeliler yeryüzüne kazık
kakacakmış gibi Allah'ı unutarak yaşadılar.
Dünyevi bütün imkanları
elde ettiler, ama bütün bu imkanları yaratan Allah'ı unuttular.
Unutmalarının cezası
olarak hem bu dünyayı kaybettiler, hemde ahireti kaybettiler. Siz de dünyevi
olarak bir çok imkanlar elde etmiş olabilirsiniz. Ama bu imkanları yaratan
Allah'a (c.c.) inanmaz, O'nun indirdiği ayetleri reddeder, kabul etmez,
çağdışı bulmaya kalkarsanız sizin de akıbetiniz onlar gibi cehennem olabilir.
Onun için aklınızı başına alın" diyor.[1]
1- Hamd,
göklerde ve yerde olanların hepsi kendisine ait olan Allah'a aiddir. Hamd,
ahirette de ona aittir. O, herşeye hikmetle hükmedendir, ve herşeyden
haberdardır.
Bu sureye Allah (c.c.)
hamd ile başlıyor Kur'an'ı Kerimde beş sure hamd ile başlar Göklerde ve yerde
her ne var ise, kendisine ait olan Allah'a hamd olsun "Hamd" övmek
diye terceme edilmiştir. Ancak bu "Övmek" kelimesi, "hamd"
kelimesinin tam karşılığı değildir. Hamd; yapılanların tamamı kime aitse ona
yapılır. Mesela bir sanat eseri ortaya koyuyoruz. Ama bunu yaparken, el bizim
değil akıl bizim değil, hava bizim değil, Bütün bunlar Allah'ındır. Eğer akıl
bizim elimizde olsaydı bütün çocuklarımızın çok akıllı olmasını sağlardık.
İnsan olarak en çok
sevdiğimiz Peygamber efendimize bile hamd etmiyoruz. O'na salat-u selam
getiriyoruz. Çünkü sevgili peygamberimizin bize getirdiği Kur'an'ı Kerim
kendisine ait değildir. O Allah'a aittir
Göklerde ve yerde her
ne var ise, O'na aittir Başka ayetlerde de, "göklerde ve yerde herne var
ise Allah'ı teşbih eder."
Duyurulmaktadır. Dünyada hamd Allah'a aittir.
Ahirette de hamd Allah'a aittir.
"Onların en son duaları Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun" sözüdür.[2]
Cennette de Mü'minler "elhamdülillah" diyecekler, Allah bize cenneti
vad etmiştir, işte o' cennete kavuştuk, onun için Allah'a hamd olsun
diyecekler. Ahirette cennete kavuşmanın hamdini yerine getirebilmek için bu
dünyada Allah'a çok çok hamd etmek lazımdır. O herşeye hükmeden, hükmünde
hikmet sahibi olan, herşeyden haberdar olandır. Yıldıza o hükmediyor, çünkü
onu yaratan odur. Peki, insanoğlu ne yapıyor? Mehmet Akif merhum çok güzel
ifade etmiş.
"Ulum'ı şahikadan
fışkıran sutuni ziya
Dayandı göklere lakin
yetişmiyor hâlâ
Bülend nüshai icadın
ilk sahif erine
Bu ilk sahife müebbed
zalam içinde yine"[3]
2- Yeryüzüne
gireni ve ondan çıkanı, gökyüzünden ineni ve gökyüzüne çıkanı bilir. O
Rahimdir, Gafurdur.
Yeryüzüne giren
nedir?, Kaç damla yağmur indiğini bilir rabbim. Yeryüzünden gökyüzüne savrulan
toz zerrelerinin sayısını bilmektedir, rabbim. Gökyüzüne yükselen buharı, o
buharlardan ne kadar yağmur olacağını, o yağmur danelerinin hangi çiçeğin
üzerine düşeceğini, o çiçeğe ne tür renk vereceğini kokusunun ne olacağını
Allah (c.c.) bilir.
Yerin derinliklerine
giren danelerin ne kadarının çatlayıp yeryüzüne çıkacağını, ne kadarının
çürüyüp yok olacağını ne kadarının kuşlar tarafından yenileceğini o bilir. O
kullarına karşı çok merhametlidir. O kullarının günahlarını bağışlayandır.
Herşeyi bilen, herşeyi gören Allah'ın, ilmi kadar da rahmeti vardır.[4]
3- Kafirler:
"Bize kıyamet gelmeyecektir" dediler. Deki "Hayır, gaybi bilen
Rabbime yemin olsunki, o kıyamet size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde
zerre ağırlığında hiçbir şey ondan gizli kalmaz. Bundan (zerreden) daha
küçüğüde, daha büyüğü de apaçık bir kitabın içindedir.
4-
(Kıyametin gelmesi) iman edip ameli salîh işleyenleri mükafatlandırmak
içindir. İşte onlar için mağfiret ve güzel bir rızik vardır.
5-
Ayetlerimizi geçersiz kılmak için çalışanları da cezalandırmak için (kıyamet
gelecektir). İşte onlar için acı veren pis bir azap vardır.
Kafirler, "bize
kıyamet gelmez" diyorlar. Yani bu dünyanın birgün yok olacağına, öldükten
sonra bu insanların dirileceğine kafirler inanmamaktalar. Günümüz kafirleri de
aynı fikirdedirler.
Günümüzde insanların
inkarcı olmalarını isteyenler, bundan çıkar sağlayanlar var. Bunlar dünyanın
her tarafında olduğu gibi Türkiye'de de var Bunlar, dünyayı dolaşıp, insanların
din kaydından soyutlanmasına dair konferanslar veriyorlar. Onlar bunu, her
türlü ahlaksızlığın ve kötülüğün kanunlaşması için yapıyorlar.
Bunu yapabilmek içinde
ahireti inkardan başlıyorlar. "Dünyanın sonu gelmez, insanlar öldükten
sonra dirilmez" diyorlar.
"Onlara de; Gaybı
bilen rabbime yemin olsun ki, elbette o kıyamet size gelecektir"
"ki" tekidle bu bildiriliyor.
Göklerde ve yerde
hiçbir zerre O'ndan uzak kalamaz, O'ndan gizli kalamaz.
Her şey apaçık bir
kitapta kayıtlıdır. Bazıları bunun "levh-u mahfuz" olduğunu
söylüyorlar.
Kıyamet, niçin mutlaka
gelecek?. İman edenlerin, amel-i Salih işleyenlerin mükafatlandırılması,
ayetlerimize karşı duran ve bu yolda gayret gösterenlerinde cezalandırılması
için. Onlar için pis ve acıklı bir azab vardır, diyor Allah (c.c). İnsanoğlunun
hukukuna göre, insan ettiğini bulmalıdır. Bu bir tabiat kanunudur, rabbim
koymuştur. Sevgili peygamberimiz, "Dünya ahiretin tarlasıdır" buyurmuştur.
Bu dünyada kötülük ekerseniz, ahirette cehennem ateşini biçiyorsunuz. Dünyada
iyilikler ekerseniz, ahirette cennette nimetler biçersiniz.
Allah'ın ayetleriyle
mücadele eden, bu yolda koşturan insanlar var. Yazık acımak lazım.
Dünyanın en büyük zalimi
olan Firavun, yok olup gitmiştir. Eğitimi elinde tutan Haman, yok olup
gitmiştir.
Ekonomiyi elinde tutan
Karun, yok olup gitmiştir. Ama peygamberlerin o rahmani mesajları devam
edmektedir. Kur'an devam edecektir. Kimse onu durduramaz, susturamaz, susturmaya
çalışanların kendisi susar.[5]
6-
Kendilerine ilim verilenler, Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu, Aziz ve
Hamid olanın yoluna ilettiğini görürler. Kendilerine ilim verilenler sana
indirilenin gerçek hak olduğunu görürler. Bu hakkında insanları Aziz ve Hamid
olan Allah'ın yoluna götürdüğünü bilirler.
"İlim
sahipleri" açıklarken Tefsircilerimiz, "Ehl-i Kitap'ın" kastedildiğini
söylerler. Gerçekten Tevrat'ı ve incil'i bilenler bu Kur'an-ı Kerimin hak bir
kitap olduğunu, Cenab-ı Hak'tan geldiğini ve herşeye gücü yeten Allah'a (c.c.)
insanları götürdüğünü bilirler.
İlim sahiplerinden; şu
anda ilimle, bilimle uğraşanlarda anlaşılabilir Öyleyse inkarcılara "ilim
sahibi" demek mümkün değildir. Bu ayetten hareketle, inkarcılığında
direnen insanlara "İlim sahibi" demek ilme hakarettir.[6]
7- Kafirler
dediler: "Size, parça parça edildikten sonra, yeni bir yaratılışla
diriltileceğinizi haber veren adamı gösterelim mi?
8-
"Allah yalanmi uydurdu, yoksa onda bir delilikmi var?" Hayır ahirete
inanmayanlar azabda uzak bir sapıklığın içindedirler.
Kafirler dediler ki;
"Size bir adam gösterelim o adam size, siz paramparça olduktan sonra
yeniden dirileceğinizi söylüyor."
Peygamber efendimizle
alay ediyorlar. Peygamber efendimiz için; "Bu delidir" diyorlar.[7]
9- Onlar
gökyüzünde ve yerde önlerini ve arkalarını görmüyor-larmı? Dilersek onları yere
batırırız ve gökyüzünden üzerlerine parçalar düşürürüz. İşte bunda, (Rabbine )
yönelen her kul için ibret vardır.
Bunlar geçmişte
olmuştur. Râbbime yönelen, O'na sığınan her kul için, bunlarda ibretler vardır.
Biz Kur'an'ı Kerimi
okumaya devam edeceğiz. Kötülerin halini okuyup onlar gibi olmamaya, iyilerin
halini okuyup onlar gibi yaşayıp onların vardığı cennete ulaşmaya gayret
göstereceğiz.[8]
10-
Andolsun!, biz Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik, "Ey dağlar, Ö'nun
(Davud)Ia beraber teşbih edin. (dedik) ve Kuşlara da (teşbih etmelerini
söyledik. Ona demiri yumuşattık.
11- Geniş
zırhlar yap, dokunmasını ölçülü yap. Salih amel yapınız. Şüphesiz ben
yaptıklarınızı görürüm.
Bu ayetlerde Hz. Allah
(c.c), kısaca Hz Davud'a (a.s.) bakmamızı ister. Davut (a.s) Beni İsrail
peygamberlerinden yani bizim peygam-berlerimizdendir. Hz. Adem'den Hz. Muhammed
(a.s.)'a kadar gelen bütün peygamberler bizim peygamberlerimizdir.
Şu anda yahudiler,
Davud ve Süleyman (a.s.)'ı kendilerine nisbet ederler ama ellerindeki Tevrat
kitabını okuduğunuzda onların aleyhine birçok sözleri de vardır.
Allah (c.c) Davud
(a.s.)'a üstünlük verdiğini belirtiyor. Bir başka ayette Allah (c.c.) "Biz
onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık" buyurmaktadır. Her
peygamberin bir üstün tarafı vardır. Ancak biz peygamberler arasında üstünlük
yarıştırmasına girişmeyeceğiz. Çünkü Bakara suresinin 285. ayetinde "Biz
peygamberler arasında ayırım yapmayız" diyoruz.
Mesela Hz. Musa
(a.s.)'ın Allah (c.c.) ile konuşması onun için ayrı bir özelliktir. Davut
(a.s.) demiri elinde mum gibi eritti. Ayrıca Davud (a.s.)'ın sesinin çok güzel
olduğu ifade edilir.
Allah'ın kendisine
indirdiği "Zebur'u" çok güzel bir ses ve makamla okuyor. Sevgili
peygamberimiz de Kur'an'ın güzel okunmasını teşvik etmek için, "Davut
(a.s.)'ın Zebur'u okuduğu gibi okuyunuz" buyurmaktadır.
Allah (c.c.) dağlara
hitaben; "ey dağlar! Davud'la beraber sizde onun çağrısına, onun
zikrine katılınız, Kuşlar! siz de katılınız" buyuruyor.
Dağlan, taşları Yunus
gibi dinleyeceğiz. Yunus bu ayetten hareketle;
"-Dağlar ile
taşlar ile çağırayım mevlam seni. -Seherlerde kuşlar ile çağırayım mevlam
seni." diye söyleyivermiştir.
Çok satan bir
gazetenin reklam işlerine bakan bir arkadaşla görüştüğüm de demiştim ki;
"çok Önemli bir iş yapıyorsunuz, serçeyi bülbül diye satıyorsunuz. Biz ise
Allah'ın kelamını insanlara tanıtmakta sıkıntı çekiyoruz. Başarılı olamıyoruz.
Bu konuda bana yardım etseniz" "Fikir olarak neler
söyleyebilirsiniz? dedim."
Dediki, "hocam
bizim yaptığımız, Batıda reklam dünyasındaki gelişmeleri almak ve Türkiye'de
uygulamaktır. Bizim de kendimizin geliştirdiği fazla önemli bir şey yok. Bizim
örneğimiz batıda çoktur. Ancak sizin Örneğiniz Batıda şu anda yoktur. Çünkü
Batıda dini çalışma yapan papazlar çok başarısızdırlar. Onun için örnek
alınamaz. Ama yinede bir araştırılması gerekir." demişti.
Yani sözlü yayınların
insan üzerinde daha etkili olabilmesi için neler yapılmalıdır? Özel mesajların
güzel mesajların insanlara yalnızca duyurulması değil, etki etmesi, insanların
hayatım değiştirecek sekile gelmesi için neler yapılması konusunda özel
çalışma, Özel gayret gerekiyor.
Sözlü yayınların
etkisini araştırdığımızda görüyoruzki; Sevgili peygamberimizin tüm mesajları
sözlüdür. Kur'an bize sözlü olarak gelmiştir. Hadisler sözlü olarak gelmiştir.
Arafat dağındaki veda hutbesi çağlar boyu dilden dile nakledilerek gelmiştir.
Hz. İsa'nın dağdaki vaazı hâlâ kulaklarda çınlamaktadır. Davud (a.s)'ın o
avazesi hala dünya insanının gönüllerinde bir titreşim meydana getirmektedir.
Megafonu, telsizi,
telefonu olmayan, küçük bir yerde az bir insana konuşulan bu mesajlar, çağlan
delerek bütün insanlara nasıl ulaşabiliyor? Burada birinci derecede söyleyenlerin
samimiyeti, söylediği sözlerin, kelimelerin güzelliği, mananın güzelliği ve en
başta Allah kelamı olmasından kaynaklanmaktadır.
Öyleyse bizlerde
avazemizi aleme salarken, söylediğimiz sözler kendimize ait olmasın. Biz
insanların üzerine Allah kelamını salalım Anlayacakları dil ile salalım. Çünkü
bize ait sözlerin yarın tenkidi mümkündür. İnsanlara en güzel söz olan Allah'ın
kelamını ulaştıralım.
"Biz ona demiri
yumuşattık" ayetini tefsir eden müfissirlerden bir kısmı, gerçekten demiri
elinde istediği şekilde evirip çevirebiliyordu şeklinde anlatmışlardır. Bir
kısmı ise, Davud (a.s) demiri ateşte eritmeyi, istediği kalıba dökmeyi
başarmıştı. Allah (c.c) O'na o bilgiyi ve gücü verdi, diye tefsir etmiştir. Bu
ikinci görüşde, bunun bir mucize olmadığı ama Allah (c.c.)'ın ona, o bilgiyi
verdiği anlatılmış oluyor.
Hemen peşinden gelen
ayette, "geniş zırh yapman için demiri sana yumuşattık" buyuruluyor.
Fakat "yumuşattık" kelimesi, genelde müfessirlerimiz tarafından,
"gerçekten demiri elinde bir mum gibi istediği şekle sokabildiği",
şeklinde anlaşılmıştır. Çoğunluk bu görüştedir.
"Onun örgüsünü de
çok ince hesaplı yap" diyor. Demekki, tel tel örülmüş bir zırh yaptığı
anlaşılıyor.
Dikkatimizi çeken
şudur, Davud (a.s.)'a Rabbim zırh yapmasını emrediyor. Elinde demiri mum gibi
yapıp istediği şekle dönüştürüp zırh yapmasını istiyor. Ayetin işaret ettiği
mana Allah'u alem şu olur. Rabbim; zırh yap, diyor da kılıç yap demiyor. Zırh;
hem savunmayı hem de hücumu gerektiren bir alettir. Kılıç öldürür ama zırh öldürmez.
Allah (c.c.) ise bize,
Davud (a.s.)'m hayatından verdiği bir örnekle öldürücü silah yerine, koruyucu
silah yapmaya işaret etmiş oluyor.
Hedefimiz öldürmek
değildir. Öldürmeye azmetmiş insanların o hareketlerini vaz geçirmek ve
insanları onların peşinden de korumaktır bizim görevimiz.
Muhammed Hamidullah
hoca efendi; "Peygamberimizin hayatı boyunca, Türkiye'nin iki katından
fazla neredeyse 3 katına yakın bir toprak fethettiğini, ama bu fetihler
esnasında harb meydanında iki taraftan ölen insan sayısının 240 olduğunu"
ifade ediyor. Dünya tarihinde görülmüş değil!!.
Hedef insanların
öldürülmesi değil. Hedef bütün insanların dirilme-sidir. Bunun içinde rabbim,
"salın ameller yapınız" buyuruyor. Salih amel, yani Kur'an'ın özüne
uygun, insanların menfaatine uygun işler yapınız. "Biz sizin
yaptıklarınızı görüyoruz" diyor Allah (c.c).[9]
12- Rüzgarı
da Süleyman'ın emrine verdik. Onun sabah gidişi bir aylık, akşam dönüşü bir
aylık (mesafedir). Biz ona erimiş bakırı su gibi akıttık. Rabbinin izniyle
cinlerin bir kısmı onun önünde (emrinde) çalışırdı. Onlardan kim emrimizden
çıkarsa, ona çılgın azapdan tattırırdık.
13- Onlar
(cinler), Süleyman'a köşklerden, heykellerden, havuzlar gibi çanaklar ve sabit
kazanlardan dilediğini yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükrediniz. Kullarımdan
şükreden çok azdır. Süleyman (a.s.)'a da bir üstünlük verdik. Süleyman (a.s.)'m
üstünlüğü ise Allah'ın O'nun emrine rüzgarı vermesidir. Allah (c.c), sabah
gidişi bir ay ve dönüşü bir aylık yola anında gidip gelen bir rüzgarı Süleyman
(a.s.)'m emrine vermiştir.
Rüzgarın bu gücünü
rabbim Süleyman (a.s.)'a lütfetmiştir. Bunlar peygamberlerin mucizeleridir.
"Bakır kaynağım
O'nun için akıttık" diyor. Çeşitli işlerde kullanılmak üzere bakır
eriğinden istifade edilmiş, Zülkarneyn'in şeddinde de bu bakırın eritilmiş
halinin kullanıldığını, Kehf suresinde rabbim bize haber vermişti.
Burada da
müfessirlerimiz iki görüş ileri sürmüşler.
1- Bir kısmı diyor ki, bakır eritip onu sanayide
kullanmıştır. Rabbim bu bilgiyi Süleyman(a.s)'a vermiştir.
2- Bir kısmı
da, ayetin lafzından hareketle; toprağın derinliklerinden su kaynağı akar gibi
erimiş bakırın akıtıldığım, bu ayetten anlamak mümkündür demişlerdir.
Kur'an-ı Kerim'de bir
çok mucizeler anlatılmaktadır. Bu da Süleyman(a.s-) için bir mucizedir.
Süleyman (a.s.)'ın
emrinde rabbimin izni ile cinlerin de çalıştığını ifade ediyor. Cinlerin
yaptığı işleri de anlatıyor; Kaleler, sığmaklar, eşyanın suretlerini
yapmışlardır. Çiçek resmi, dağ manzarası yapmışlardır.
Timsal; Allah'ın
yarattığı şeyin bir benzerini çamurdan, taştan, mermerden oyarak yapma
sanatıdır. Bazıları "heykel" diye terceme etmişlerdir ama heykel
canlı şeyler için kullanılır. Kur'an'ın ifade ettiği "timsal "
kelimesi ise; hem canlıların hemde cansızların, yani yaratılmışların benzerini
yapmada kullanılır.
Büyük havuzların
yapıldığını, yerinde sabit duran ve Süleyman (a.s.)'m ordusunun yiyeceklerinin
pişirildiği büyük kazanlar yapıldığını ifade ediyor ayet-i kerime. Cinlerin bu
işlerde kullanıldığı belirtiliyor. Bir başka ayet-i kerimede, denizde dalgıçlık yaptırıldığı belirtiliyor.[10]
cinlerin, şeytanların Hz. Süleyman'ın emrinde çalıştığını bu ayetler bize
açıkça bildirmektedir. Sad suresinin 35. ayetine dayanarak alimlerimiz,
cinlerin insan emrinde kullanılamayacağını açıklamışlardır.
Cinlerin biz insanlar
üzerinde etkisi varmı? Etkisinin olmadığını 21. ayet-i kerime belirtiyor.
"O cinlerin, iblis'in onlar üzerinde bir sultası yoktur. "Ama ahirete
inanmayanları etkilemektedir." ama İman edenler üzerinde sultası yoktur, iman
etmiyenler ise dilediği gibi yönlendirebiliyor. Çünkü o imansızlar genlerini
şeytanlara teslim etmişlerdir.
Ey Davud ailesi!
şükrediniz. Şükrü yerine getiriniz "Allah size peygamberlik nimetini
vermiştir. Bir de dünya nimetini vermiştir. Bu nimetlere şükür gerekiyor.
Kullardan çok azı şükreder" diyor rabbim. Biz, o şükreden az
kullardan olmaya gayret edelim.[11]
14-
Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimizde, onun öldüğünü, ancak onun değneğini yiyen
ağaç kurdu gösterdi. Süleyman yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer cinler gaybı
bilmiş olsalardı, bu alçaltıcı azap içinde kalmazlardı.
Bu ayette Allah (c.c),
cinlerin gaybı bilmediğini açıkça ifade ediyor.
"Süleyman
(a.s.)'a ölüm emri geliyor. Allah (c.c.) Süleyman'ında canını bir gün
alıveriyor. Fakat başlanmış işlerinde bitmesi gerekiyor. Cinler Süleyman
(a.s.)'ın öldüğü haberini alırlarsa çalışmayacaklar. Bunun üzerine Süleyman
(a.s.) ölünce, ölmemiş gibi duruyor. Ayet bize kısaca şöyle haber veriyor.
"O'nun öldüğünü ancak Süleyman (a.s.)'ın dayandığı asasını yiyen bir kurt
işaret etmiştir." Süleyman (a.s.)'a ölüm meleği geliyor. Süleyman (a.s.)
ayakta asasına dayanmış vaziyette ölüyor. Öylece kalıyor. Rabbim O'nu koruyor.
Ne zamanki ağaç kurdu Süleyman (a.s.)'ın dayandığı asayı yiyor. Süleyman (a.s.)
yere kapanınca, cinler hakikati anlıyorlar.
Rabbim kıyamete kadar
gelecek olan mü'minleri de uyarıyor; "Cinler gaybı bilmez." Hiçbir
cinci'ye, medyum'a, falcı'ya, ytldıznameye bakanlara gitmeyin inanmayın.!. Bu
uygulama bizim tarihimizde de görülmüştür. Bazı devlet başkanları çok önemli
bir olayda, bir yerin kuşatılmasında, baş komutan vefat edecek olursa, vefat
haberi askere duyurulmuyor. Çünkü askere duyurulmuş olsa netice alınmaz.[12]
15-
Sebe'HIerin yurdunda onlar için ibret vardır. Sağdan ve soldan iki bahçe
vardır. Rabbinizin rızkından yiyin ve ona şükredin. Güzel bir ülke, bağışlayan
bir Rab.
Sebe halkının yerleşim
merkezlerinde de ayetler, yani ibretler vardır. Sebe halkı Yemen'de
yerleşmiştir. Türkiye'de saba diye bilinir.
Saba Melikesi Belkıs,
Süleyman (a.s.)'a gelir ve iman eder. Halkı da iman eder. İman edince dünyaları
da güzel olur. Ayette buna dikkat çekiliyor. Evlerinin yollarının iki tarafında
bahçeler var. Evleri bahçelerin içerisinde. Günümüzde parklar yapılıyor.
Parkların yapılması aslında bizim için eksikliktir. Her ev bahçe içerisinde,
her yol bahçe içerisinde imiş Sebe halkının yaşadığı yerde, Bunuda mü'min
insanlar yapıyorlar.
Ayet bize çevrenin de
önemini anlatıyor. Yani müslüman bir toplum böyle bir medeniyeti meydana
getirmiş.
Rabbim bu topluma;
"Allah'ın size verdiği rızıktan yiyiniz" diyor. Arkasından da
"O'na şükrediniz" buyuruyor.
Tefsircilerimizin
ifade ettiğine göre sebe halkı ısınmak için "Öd " ağacını
kullanmışlar. Böylece çevrenin çok güzel kokmasını sağlamışlardır. Hatta
Yemen'in güneyinde denizden geçen gemiciler, havanın kokusundan Yemen hizasına
geldiklerini anlarlarmış. "Çok güzel bir belde, çok güzel bir ülke, ve
bağışlayan bir rab." Ne güzel değilmi?
Biz de bunu çok
okuyalım ecdadımız bunu okumuş. Bazı hattatlarımız güzel bir şekilde yazmışlar.
Güzel bir ülke, affeden bir Rab, İnsana lazım olan işte budur. Güzel olan ülke,
güzel olan Allah'ın güzel olan kelamı Kur'an-ı Kerim'ine göre hareket eden bir
toplumdan meydana gelecektir. Şu anda dünyanın hangi ülkesi böylesine
güzeldir?
Biz önce yaşamakta
olduğumuz yerden itibaren bütün dünyayı güzelleştirmekle görevliyiz. Tayyib;
hem temiz hem de güzel manasına gelmektedir. Rabbim bize diyor ki; size lazım
olan güzel bir ülke ile, affeden bir rab" Bizim rabbimiz affedicidir. Öyle
bir rabbe gönül vereceğiz, öyle bir rabbin indirdiği Kur'an'a göre yaşayarak
ülkeyi de güzelleştireceğiz
Günümüzde herkes
şikayetçi Asker, polis, üniversite görevlisi, esnaf, kadınlar, erkekler
şikayetçi. Herkes bir şeylerden şikayet ediyor. Her grub kendi haklarını almak
için caddelerde yürüyor. Kimden? kimden olduğuda belli değil.
Çünkü 50- 60 senedir
kendilerinden hak istenenlerde yürüyüş yapıyorlar, hak isteyenler de, bu
curcuna devam ediyor. Belde-i Tayyibe özelliğini yitirmiş. Üzerind" an
kokulan var bu toprağın. Laleler güller açması gerekirken, lale ve güller
içerisinde kıtalarına karakollarına gitmeleri gerekirken, tam aksine kan izleri
üzerinde gitmede ve her an bir silah sesinin yüreğini hoplatmasından korkar
duruma düşürülüvermiş.
Ecdadımız Yemen'den,
Viyana'ya kadar gitmiş. Ancak harp meydanlarında ölen insanların sayısı 70
senede kendi ülke insanımızın birbirini öldürdüğü sayıya ulaşmamıştır.
Üniversiteyi bitirmiş çok zeki çocuklarımız dışarıya gider olmuştur. Ama ülke
belde-i tayyibe iken ve Kur'an ile yönetilirken, Almanya'nın en ünlü ressamı
geçimini temin etmek ve sanatını göstermek İçin İstanbul'a geliyor.
Viyana'nın en ünlü mimarı
veya heykeltıraşı İstanbul'a geliyor. Yani dünyanın sanatkarları ilim adamları
belde-i tayyibe olan İstanbul'a geliyor. Onun için bu sureyi okurken bu ayet-i
kerimeye geldiğimizde şunu anlıyalım. Bir ülkenin belde-i tayyibe olması için
insanların hayatım Kur'an'a göre düzenlemeleri gerekir.[13]
16- Fakat
onlar yüz çevirdiler. Bizde onlara Arim selini gönderdik ve onların iki bahçelerini;
acı meyveler, ılgın ağacı ve birazda sidr ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.
Sebe halkı İslam'dan
yüz çevirmişler. Yollarının ve evlerinin etrafı bahçelerle donatılmış olan bu
şehir ki, bu şehrin uzaklığı tefsircilerin ifadesine göre san'a şehrinden
Suriye'nin Şam şehrine kadar bir atlı tek başına yolculuğa çıksa veya bir kadın
tek başına Şam'a gelse güven içerisinde gidermiş.
Ayette, "geceleri
ve gündüzleri güven içerisinde yürüyünüz" buyuru-luyor. Güven içerisinde
gelinen bu yerleri şimdi biz çöl olarak görmekteyiz. Halbuki tefsirciler
buraların çöl olmadığını yazıyorlar. Çöl olmadığını cahiliye dönemi
şiirlerindende anlıyoruz. lAyet-i kerimede de birbirine girmiş ard arda gelen
ve sırt sırta geçmiş bir şehir olarak ifade ediliyor.
"İşte bu sebe
halkı İslam'dan yüz çevirdi, bizde onların üzerine arim selini gönderiverdik.
"Arim seli"
sedd-i Ma'rib denilen, dünyanın harikalarından sayılan bir baraj ki, sebe halkı
tarafında yapılmış. Barajın sularıyla her taraf yemyeşil yapılmış, her türlü
nimetler ekilmiş, dikilmiş, biçilmiş, yenilmiş, eğlenilmiş. Yani İslami bir
sistem içerisinde yönetilirken güzellikler arzetmiş.
Ama insanlar İslam'dan
yüz çevirince, ma'rib şeddinin yıkılması ve suların boşalmasıyla o güzelim
yerler yok olmuş ve yerlerine dikenli sidr ağaçlan ve ekşi meyvalar veren
ağaçlar türemiş. Yani çöl iklimi
hakim olmuştur.
İçimizin güzelliği,
dışınızın güzelliği ile ilgilidir. İçiniz güzel olursa dışınızda güzel olur.
Bunu köylerde görürsünüz. Bahçesi en güzel olan insan çevresiylede en iyi
geçinen insandır. Ayrıca namazını da en iyi şekilde kılar.[14]
17- Nankörlükleri
sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz nankör olmayana ceza verirmiyiz?
"İşte
kafirlikleri sebebiyle bizde onları cezalandırdık" diyor Allah (c.c.)
"Biz ancak nankör kafirleri cezalandırırız."
"Kefur,"
küfürde ileri giden anlamına geliyor. Yani şöyle bir ayırım var. Bir insan
vardır, inanmaz inanmama özgürlüğü vardır insanın. Allah (c.c.) buyurmuş
"Sen hakkı anlattıktan sonra dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin"[15]
Bir insanda vardır,
inanmaz ama inançsızlığını diğer insanlara da ulaştırmaya çalışır, bu yolda
gayret eder.[16]
18- Onlarla
(sebelilerle) içinde bereket kıldığımız şehirler arasında ardarda şehirler
meydana getirdik. Aralarında düzenli seferler belirledik. "Buralarda
gecelerde ve gündüzlerde güven içinde yürüyün" (dedik)
19- Bunun
üzerine onlar: "Rabbimiz, yolculuk yaptığımız şehirlerin arasını
uzaklaştır" dediler ve kendilerine zulmettiler. Bizde onları
masallaştırdık ve paramparça ettik. İşte bunda çok sabreden ve çok şükreden
için ibretler vardır.
İslam'a sırt çeviren
insanlar güzel bahçeler arasında güzel ülke içerisinde, güzel bir şekilde
yaşarken rahatlık kendilerine batmış. Diyorlarki; "Ya rabbi! Beldelerimiz
arasını aç" Yani şehirlerin yakın olmasımnda bir sıkıntısı başlıyor.
İnsanlar arasında Ağaçlıktan, yeşillikten rahatsız olan, hep çölleşmesini
isteyen insanlar var.
Bize çöl ver, diyen
insanlar olurmu? hocam "derseniz olur. Ülkenin çölleşmesinden çıkar
sağlayan insanlar 20001i yıllarda yokmu?
Türkiye'nin çeşitli
yerlerinde orman yakanların hedefi nedir? Bu insanlar Kur'andan
uzaklaştırılmış insanlardır.
İslamı yaşadığımız
dönemlerde, mesela Osmanlı devleti zamanında; bir liramız, on tane amerikan
dolarına, 20 tane Alman markına denk iken, İslam'dan uzaklaşınca, kendi
paramızdan kaçıp, amerikan parasıyla yatar kalkar hale geldik. Bunlar
çölleşmenin işaretleridir. Allah (c.c.) o insanlar için diyor ki; "biz
onları masal yaptık. Onları efsane haline getirdik. Gerçektende onlar daha
sonra gelen devirlerde ve şu an bile masal olarak anlatılıyorlar.
Sabreden ve çok
şükredenler için bunlarda ibretler vardır, diyor Allah (c.c).[17]
20- Yemin
ederim ki, İblis onlar hakkındaki zannını gerçekleştirdi. Onlar uydular. Ancak
Mü'minlerden bir gurup uymadı.
"İblis onları
doğrulardan sapıttı" Bir başka ayet-i kerimede, şeytan; "Yarabbi!
mademki sen beni cennetinden kovdun, bende senin kullarını sapıtacağım"
diyordu.[18] İşte "İblis O vadini
doğruluyor."diyor Allah(cc).
Ancak mü'minler
şeytana tabi olmazlar, şeytanın o sözünü de doğru çıkartmazlar. Ancak -şeytana
uymak suretiyle- kafirler şeytanın o sözünü doğru çıkartırlar.[19]
21- İblis'in
onlar üzerinde hiçbir otoritesi yoktu, Ancak ahirete iman edenle, ahiret
hakkında şüphe içinde olanı ayird etmek için (İblise fırsat verdik). Rabbin
herşeyi koruyandır.
Kur'an- Kerim bize
mü'min ve kafir insanın, şeytanla olan ilişkisini anlatıveriyor. İslam'a gönül
verince oluşan belde-i tayyibe'yi tarif ediyor, İslam'dan uzaklaşınca çölleşen
bir ülkeden haber veriyor.
Rabbim bunları bize
anlatırken, günümüzdeki bir hastalığa da dikkat çekiyor.!!! Cincilik hastalığı.
Bu konu ile ilgili bilgiler daha önce geçmiştir. Ahirete iman edenler şeytanın
peşinden gitmezler. Ahirete iman etmeyenler şeytanın peşinden giderki,[20]
22- Deki:
"Allah'dan başka ilah olduğunu iddia ettiklerinizi çağırın. Onlar
göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şeye sahip değiller. Onların göklerde
ve yerde hiçbir ortaklığı yoktur. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur.
Allah'dan başkasının
ilahlığını iddia eden insanlara deki; Allah'dan başka taptığınız putlarınız
varya onlar bir zerreye malik değildir.
Yeryüzünde ilahlık
iddiasında bulunmuş müşahhas örnek firavundur. O Firavun dahi bir zerreye
sahip değildi.
Bu putlarında göklerde
ve yerde hiçbir ortaklığı yoktur. Onların Allah(cc) yanında bir yardımcısı da
yoktur.[21]
23- Allah'ın
huzurunda Şefaat fayda vermez. Ancak onun izin verdiği (şefaat eder).
Kalblerinden korku giderilince: "Rabbiniz ne buyurdu? derler "Hak
olanı buyurdu. O herşeyden yüce ve büyüktür'1 derler.
Orada, Allah'ın
huzurunda izin verilmeyen hiçbir kimsenin şefaati de
kabul değildir.
Kafirlere zaten şefaat
yorkur. Mü'minlere şefaat vardır. Kim şefaat edecektir? Allah (c.c.)ın izin
verdikleri şefaat edecektir.[22]
Hatta onların yüreklerinden
korku dağıldıktan sonra "Rabbiniz ne dedi" diyorlar. "Layık
olanı söyledi" diyorlar. Hakkınızda layık olanı söyledi. Çünkü o yücedir
ve en büyüktür.[23]
24- Deki
"Size göklerden ve yerden rızık veren kimdir?" Deki: "Allah'dır
Biz veya siz bir hidayet üzereyiz veya apaçık bir sapıklık
içindeyiz.
Rabbim, Peygamber
efendimize emrediyor. Diyor ki; "Söyle" Kime söyliyecek? O gün
yaşamakta olan insanlara ve kıyamete kadar gelecek olan insanların hepsine
birden söyleyecek.
Bu emir sevgili
peygamberimizin şahsında bize de verilmiştir. "Söyle" emri Kur'an-ı
Kerim'i okuyan herkese söylenmiş bir emirdir.Şöyle diyoruz;
"Göklerde ve
yerde size rızık veren kimdir? Gökyüzünden yağmurlar indiren, yeryüzünde
çekirdekleri (tohumları) çatlatan ve çekirdekleri sebze ve meyveye dünüştüren
kim? Yeryüzündeki ve gökyüzündeki rızıkların tamamını size kim veriyor?"
Bunu ben çok düşündüm.
Allah (c.c.) başka nimetini değilde, rızık nimetini neden hatırlatıyor?
1-Her can,
her an rızıkla iç içedir de ondan. Şu anda bu satırları okurken bile Allah 'in
verdiği havadan istifade ediyorsunuz. Bu rızıklarm en başta gelenlerinden ve en
güzellerindendir.
Bir anlığına onsuz
olamadığımız bir rızık Her an alıp verdiğimiz, hava rızkının sahibini de
düşünmemiz gerekiyor. Bize bedava olarak verilen bu hava nimetine karşı
rabbimize şükretmemiz gerekmektedir.
Sorulan soruya cevabı
yine biz veriyoruz Deki "Allah(c.c.)"Çünkü "Allah demeye dilleri
varmıyor, Allah kelimesini gönüllerine almak içlerinden gelmiyor bir kısım
insanların.
O kadar cahil, o kadar
gafil insanlarki, soluduğu havanın sahibini tanımak istemiyor. Yediği yemeğin,
içtiği suyun sahibini tanımak istemiyor bir kısım insanlar
Bir kısım insanlar
illaki gözünün gördüğünü tanımak istiyor. Günümüzde Yalnız
Türkiye'de değil, Dünyanın
her tarafında insanlar birbirlerini sapıklıkla
itham ediyorlar.
Bir hiristiyan
müslüman olduğunda, onun anne ve babası; "Oğlumuz sapıttı" diyorlar.
Veya "Oğlumuz gavur oldu" diyorlar. Onlar kendi açılarından olaya
bakıyorlar.
Bizde kendi açımızdan
olaya bakıyoruz. Biz de dinsiz imansız duruma düşmüş birine "kafir
oldu" diyoruz. Hangimiz haklıyız? Herkes aynı akla sahip, herkes aynı
hürriyete sahip, herkes aynı sözü söyleme hürriyetine sahiptir. Öyleyse
hangimizin haklı olduğunu ortaya koyacak bir hakem olması gerekiyor. Hakem de
bütün insanları yaratan Allah(c.c.)tır.
En doğru yolu, en
sağlam yolu o bilir. Çünkü yaratan O'dur. O yaratan diyor ki, doğru yol
sırat-ı müstekim'dir. Peygamberlerin yürüdüğü yoldur.
Yani Hz. Adem'den Hz.
Muhammed (A.S.V)'a kadar bütün peygamberlerin yürüdüğü yola "sırat-ı
müştekim" denilir. Bu yolda yürüyen ve peygamberlerin ahlakı ile
ahlaklanan insan hidayet üzeredir. O yolu terkeden insan dalalet üzeredir.
Allah (c.c.) bizden, Allah (c.c.)'ı tanımazlıktan gelen, varlığını kabul
edipte, emirlerini tanımayan insanlara bir de böyle bir soru sormamızı istiyor.
Peki bizi yaratan Allah (c.c.)'ın yolundan giden mi hidayette veya dalalette.?
Hangimiz kendinizin veya kendimiz gibi insanların uydurduğu doğrular üzerinde
yürüyoruz.
Biz, Allah (c.c.)'ın
koyduğu doğrular üzerinde yürüyoruz. Hangimiz doğruluktayız, hangimiz
sapıklıktayız? Kendilerinin yanlışta olduklarını yine kendileri bilirler. Neden
bilirler? Çünkü, dün doğru dediklerine bu gün yanlış diyebiliyorlar. Veya aynı
gurupta ve imansız kesimle birlikte olanlar, kendi aralarında da doğrunun ve
eğrinin tartışmasını yaparlar.[24]
25-
Deki:" Siz bizim işlediğimiz suçlardan sorulmayacaksınız, bizde sizin
yaptıklarınızdan sorulmayacağız."
Allah (c.c.) bir başka
ayette ise; "dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin" buyuruyor.[25]
Ancak biz Rahim olan
Allah'ın rahmetiyle dopdolu olduğumuzdan, sizin de yanmamanız için tebliğimize
devam ediyoruz. Çünkü Allah (c.c.) Önce peygamber efendimize sonra da bize,
kıyamete kadar gelecek olan insanların yollarına çıkıp onların cehenneme
gitmelerine engel olmamızı ve yanmamalan için çalışmamızı emrediyor.
Biz bu emri yerine
getiririz, getirmeye devam ederiz. Ama siz o küfür yolunda yürüme hürriyetine
sahipsiniz. Bizde iman yolunda yürüme hürriyetine sahip olmalıyız. Sizin
yaptığınızdan biz sorumlu değiliz, bizim yaptığımızdan da siz sorumlu
değilsiniz. Her kes ahirette kendi hesabıyla başbaşa kalacaktır.[26]
26- Deki
"Rabbimiz hepimizi bir araya toplayacak, sonra aramızı hak ile açacak. O
açandır, herşeyi bilendir.
Rabbim hepimizi
kıyamet gününde bir araya getirecek. Sonra aramızda hak ile hükmedecektir. Hak
ile batılı birbirinden açacaktır.
Bu dünyada bazıları
hakkı batıla karıştırmışlar. Onun için rabbim yahudilere emrederken veya bir
yasak koyarken, "hak ile batılı birbirine karıştırmayınız" diye bir
yasak koymuş.[27]
Zehiri billur kâse
içinde verip balıda suç ortağı yapmak gibi. İnkarcının yaptığıda; imanla inkarı
birbirine karıştırmaktır.[28]
27- Deki:
"Allah'a ortak kattıklarınızı bana göseterin. Hayır (yoktur). O Allah
güçlü, hükmünde hikmet sahibi olandır.
O Allah'a(c.c) ortak
koştuklarınızı bana bir gösterin bakalım, Veya Allah'ın ortaklısına ilhak
ettiklerinizi bana bir süsleriniz bakalım. Kendi hastalığına mani olamamış,
kendisinin ölmesine mani olamamış, ilah-laştırdığınız bu insanlar, sizin bütün
geleceğinizi nasıl tayin eder. Bana onları bir gösterin bakalım.
Hayır! O Allah (c.c.)
Aziz dir, Herşeye gücü yetendir, Hakimdir, hükmedendir, hükmünde hikmet sahibi
olandır.[29]
28- Biz seni
bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ancak insanların bir
çoğu bilmezler.
Günümüzde bir kısım
saygısız, kaygısız insanlarımız sevgili peygamberimiz (s.a.v.)'in Mekke'de
gönderilmesi, Arapça konuşması, Arap ırkından olması nedeniyle sanki yalnız
Arapların peygamberiymiş veya yalnız o döneme hitab etmek üzere gönderilmiş bir
peygamber gibi kabul ediyorlar. Bu inancı yaymaya çalışıyorlar.
Bu inancı böyle
yayabilmek içinde, Kur'an ayetlerinden yararlanıyorlar. Mesela, "En yakın
akrabalarını uyar, İslam'ı onlara anlat"[30]
ayet-i kerimesini delil getirirler. "Mekke halkını ve Mekke'nin çevresindekileri"[31]
ayet-i kerime'sinede dayanarak bu sözü söylerler. Halbuki bizim o yanık sesli
müezzinlerimiz bir ayet-i kerimeyi bütün bir millete mal ettiler. "Ve ma
erselnake illa rahmeten lil alemin" "Biz seni bütün alemlere
peygamber olarak gönderdik" Hocam alem-i anlayamadık diyenlere; "Biz
seni ancak bütün insanlara peygamber olarak gönderdik." demektir.
Allah (c.c.)
peygamberimizi müjdelemek üzere göndermiştir. Neyi müjdeleyecek? Hem dünya
saadetinin imanla olacağını, hem de ebedi saadet yeri olan cennetin İslam'la
kazanılacağını müjdelemek için.
Uyaracak, neyi
uyaracak? Küfrün, inançsızlığın bu dünyayı da fesada bırakacağını, dünyada
bozgunculuk meydana getireceğini ahirette cehennemi uyarmak üzere gönderilmiştir. Ancak ne yazık
ki, insanların bir çoğu bu gerçeği bilmiyor.[32]
29-
"Eğer doğru iseniz, bu va'd ne zamandır" derler.
30- Deki:
"Size öyle bir günün va'di vardırki, siz ondan bir an geri kalamazsınız,
bir an öne geçemezsiniz"
Diyorlarki, ne zaman o
va'd? O kıyamet ne zaman? Ma'dem doğru söylüyorsunuz o kıyamet ne zaman
gelecek? Onlara söyle o günün vakti, geldimi, bir an geriye kalmaz, bir an
ileriye de gitmez. Kimse onun gelişini geciktiremez, gelmesini de öne alamaz. O
gelmeden biz ölebiliriz.
O zaman bizim
kıyametimiz gelecektir. Biz büyük kıyameti beklemiyelim.[33]
31-
Kafirler, "biz bu Kur'an'a da inanmayacağız, bundan önceki(kitap)lere de
inanmayacağız" dediler. Sen, zalimler Rablerinin huzurunda tutuklu dururken,
birbirlerine laf atışlarını bir görsen. Zayıf sayılanlar büyüklük taslayanlara:
"Siz olmasaydınız, muhakkak biz mümin olurduk" derler.
Kafirler derki; biz bu
Kur'an'a inanmayız. Bundan öncekilere de inanmayız. Bunlar bu günün ifadesiyle
ateistlerdir. İst'lerin hepsinde pislik vardır.
"O zalimleri,
tutukluluk esnasında bir görsen." Allah (c.c.) Cehennemliklerin kıyamet
gününde aralarında geçen bir konuşmayı bize haber veriyor. Bu dünyada zayıf
kabul edilen insanlar, cehennemlik olmuşlar, bir de müstekbirler var. Yani bu
dünyada büyüklük taslayan yönetici kadro, yönetilen kadro diyor ki; "eğer
önümüzde sizler olmamış olsaydınız biz iman ederdik, bizi gavur eden
sizsiniz."[34]
32- Büyüklük
taslayanlar zayıf sayılanlara; "size hidayet geldi de ondan sonra sizi
hidayetten biz mi alıkoyduk? Hayır, siz suçlu idiniz" diyecekler.
Yönetici ve büyüklük
taslayan kadro diyor ki, "biz mi sizi hidayetten ve imandan alıkoyduk? Siz
imana girdinizde, hidayet size geldi de, biz mi alıkoyduk? Siz zaten
suçluydunuz." diyorlar.[35]
33- Zayıf
sayılanlarda, büyüklük taslayanlara; "(işiniz) gece-gündüz tuzak kurmaktı.
Siz bize Allah'ı inkar etmemizi ve Allah'a ortaklar koşmamızı
emrediyordunuz" derler. Azabı gördüklerinde içlerinden pişman olurlar.
Bizde kafirlerin boyunlarına (ateşden) halkalar takarız. Yaptıklarından
başkasıyla cezalandırılmazlar.
Yönetilen ve zayıf olan
kadro, yöneticilere diyorlar ki; "siz, gece gündüz bizi dinsizleştirmek
için planlar kurdunuz, tuzaklar kurdunuz ve siz, bizim Allah'ı inkar etmemiz ve
Ona ortaklar koşmamız için çalıştınız. Allah'ı inkar etmemizi ve O'na ortaklar
koşmamızı emrettiniz. Eğitim ve öğretim programlarıyla beynimizi
yıkadınız."
Mü'mini erle
kafirlerin ahiretteki konuşmalarım anlatan bir çok ayet-i kerimeler var. Bu
ayette de; Azabı gören yönetici kadro diyor ki; Biz, sizin üzerinizde
sözlerimizi geçirecek bir otoriteye sahip değildik. Siz kendi suçluluğunuz
nedeniyle bize uymuştunuz" Yönetilenlerde diyor ki; "Bizi gavur etmek
için siz gece gündüz planlar kurdunuz. Allah'a ortak koşmak için bize emir
verdiniz."
Sanki günümüz dünyası
anlatılıyor. Günümüzde de -dünyanın her tarafında- yönetici kadro aynı şeyi
yapmaya devam ediyor. Müslümanların bu dünyada birinci görevi buna karşı
durmaktır.
Bu kafirler,
Ahiretteki azabı gördüklerinde, nedametlerini iç dünyalarında hissedip,
pişmanlık duyacaklar. Çünkü azabı anlatırken Allah (cc) buyuruyorki; Kafirlerin
boyunlarına biz ateşten zincirler taktık İnsanlar ancak yaptıklarının
karşılığını görürler.[36]
34- Biz
hangi ülkeye peygamber göndermişsek oranın kodamanları "Biz size
gönderileni inkar ediyoruz" dediler.
Bunu bütün
peygamberlere söylemişlerdir. Bunu söyleyenlerin başında, dünyalıkları elde
etmeleri sebebiyle şımaranlardir. Şu anda dünya genelinde İslam'a karşı bayrak
açanlar, haram yollardan mülk edinen ve bu mülkün elinden gitmemesi için
çalışanlardır.
Kur'an-ı Kerim,
bunların da mallarını tağut yolunda harcadıklarını bize haber verir.[37]
35- Ve
"Biz Mal ve evladca da çoğuz, biz azap olunmayız" dediler.
Yani askeri gücümüz de
fazla ekonomik gücümüzde fazla diyorlar. Ve devam ediyorlar, "madem ki bu
dünyada bu nimetlere sahibiz, ahirettede biz azab edilmeyiz." Yani dünya
kiminse, ahirette onun olur diyorlar.[38]
36- Deki:
Muhakkak benim Rabbim dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar. Ancak
insanların bir çoğu bilmezler.
37-
Mallarınız ve evladınız sizi bizim huzurumuza yaklaştıramaz. Ancak iman eden ve
salih amel işleyenler (yaklaşır) İşte onlar için kat kat
mükafat vardır. Onlar
(cennette) odalarda güven içindedirler.
Sizin mallarınız,
evlatlarınız, yani ekonomik gücünüz, askeri gücünüz, sizi Allah'a
yaklaştırmaz. Ancak sizi, Allah'a yaklaştıracak olan iman ve salih amel in
izdir. Mal mülk, iman ve amel-i salih ile kazanılır ve o yolda kullanılacak
olursa, o zaman o mal bizi Allah'a yaklaştırır.
"Onlar için
mükafatlar kat kat verilecektir. Onlar cennetteki köşklerde emniyet içerisinde
güven içerisinde kalacaklardır.[39]
38- Bizim
ayetlerimizi geçersiz kılmak için koşanlara gelince; işte onlarda azabın içinde
hazır tutulacaklar.
Tarihin her döneminde
Allah'ın ayetlerine karşı bilek gücünü, söz gücünü, ekonomik güçlerini ve
askeri güçlerini çıkaran
insanlar olmuştur.
Sevgili peygamberimize
karşı Mekke putperest devleti bütün gücüyle karşı durmuştur. Sonra Medine'
deki Yahudiler; Ben-i Kaynuka, Ben-i Kurayza, Ben-i Nadr yahudileri bütün
güçlerini, bütün hilelerini plan ve programlarını uygulamışlardır. Mekke'deki
müşriklere, Medine'deki münafıklara Bizans devleti lojistik destek sağlamıştır.
Allah'ın ayetlerini tesirsiz
bırakmak, gücünü azaltmak, sonra yok etmek ve işini bitrmek üzere
koşuşturuyorlar. Rabbim diyor ki; Ayetlerimize karşı gelmek konusunda gayret
gösteren, koşuşturan ve bu konuda bütün imkanlarını çok süratli bir şekilde
seferber eden insanlar varya; işte onlar azabın içerisinde ihzarlı olarak
getirileceklerdir. "İhzarlı" olarak; yani zebaniler tarafından
tutulup en aşağılanmış bir halde cehenneme getirileceklerdir.
Çeşitli basın ve yayın
organlarında, Kur'an'a ve İslama karşı yazılan yazıları bu günlerde
okumaktayız. Hayrete düşmeyiniz!. Dünyanın en değerli insanı olan sevgili
paygamberimize (s.a.v.) karşı da yapılıyordu bunlar.
Sonra bizim Türkiye'de
küçücük küçücük insanların, bu tür saldırıları kendiliğinden değildir.
Hani Marmara Denizinin
ortasından bir büyük gemi geçse, sahildeki küçücük sandallar sallanmaya başlar,
Kur'an'a karşı, islam'a karşı olan saldırılar da, başka merkezlerde çok
şiddetli bir şekilde yapılıyor ama küçük merkezlere ulaşması zayıf oluyor.
Şu günlerde, Plan ve
paroğramlar yapılmakdır. Çünkü Batı'nın ahlaksızlığına Batı'nın
soygunculuğuna, Batının bütün pislikleri yapabilmesine yeryüzünde tek engel
kaldı, oda Kur'an'a iman etmiş
insanlardır.
Bunlarında yok
edilmesi gerekiyor. Türkiye'deki bu tür çalkantılar onların sahile yansıyan
küçük dalgaları gibidir. Ama biz öylesine merhametle dolu insanlarız ki, bizi
öylesine öldürmeye gelen, Sad b. Muaz gibi, Ömer gibi insanlara da Kur'an-ı
okuyarak; "Bakınız karşı geldiğiniz Kur'an da neler var? sizi, eşinizin
ve çocuklarınızın iki dünya saadetini temin edecek, ayetler işte burada. Siz,
sizin reçetenizi yırtıyorsunuz. Saadet reçetenizi okumamızı engelliyorsunuz.
Ne olur? Eşinizi seviyorsanız, çocuğunuzu seviyorsanız, bir milleti
seviyorsanız, top yekûn insanlığı seviyorsanız şu Kur'an-ı okuyunuz, iman
ediniz iki dünyanızda mutlu olsun" diye yalvarmaktayız.
Bu yalvarmakta da
fayda vardır. "Ancak siz gönlünüzü ferah tutun. Zira Allah; "kafirler
istemesede Allah nurunu tamamlayacaktır" buyuruyor.[40]
39- Deki:
"Muhakkak benim Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bol verir,
(dilediğine) kısar. Siz hayırdan neyi verirseniz O, Onun yerine başkasını
verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.
Bu konu ile ilgili
müfessirlerimiz geçmişten birçok örnekler vermektedir. Ancak ben günümüzden
bir örnek vermek istiyorum. Günümüzde ölen bir iş adamının muhasebe müdürü bana anlatmıştı.
-"Ölen iş adamı
800 kişiye maaş verirdi. Bunlar işçi değildi, bunlar mahallelerden tespit
edilmiş fakirler idi. Fakat Rabbim bu iş adamına, başka yerden kat kat verirdi.
Nasıl verirdi?
-Herkesin alamadığı
malı alır, bir anda değerlenir ve o da bu malı satardı. Yani çok büyük paralar
gelirdi. Yani o dağıttığımız para, gelen paranın yanında çok az kalırdı.
Derken iş adamı öldü.
Çocukları bana talimat verdiler. "Hele şu fakirlere dağıtılan para bir
dursun. Hesaplan düzeltinceye kadar bekle" dediler. O aydan itibaret işler
tersine gitmeye başladı. Neticede, gayri menkulleri satıp satıp İstanbul'daki
çocuklarına gönderiyorlar. Yani adamın saltanatı bitti. Bütün mal mülk gitti.
Allah yolunda harcadığımızın karşılığı, ya hemen verilmekte veya hemen sevabı
yazılmaktadır.[41]
40- O gün
hepsini bir araya toplar, sonra Meleklere "size tapınanlar
bunlarmıydı?" derler.
41-
Melekler: "Seni teşbih ederiz. Sensin bizim velimiz, onlar değil, Belki
onlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu onlara (cinlere ) iman etmişti"
derler
Kıyamet gününde Allah
onların hepsini bir araya getirecek Sonra meleklere diyecek ki; bunlar mı? size
ibadet edenler.
Yer tanrısına, gök
tanrısına tapınanlar, insanlar arasından birini ilahlaştırıp ona tapınanlar.
İşte bunlar kıyamete kadar da devam edecek.
Rabbim meleklere
soruyor, "Bunlar size mi taparlardı? Melekler cevap veriyor Ya Rabbi seni
tenzih ederiz, seni teşbih ederiz, Bizim dostumuz sensin onlar değil. Onlar cinlere
taparlardı. Cinler, şeytanlar onlara vesvese verirdi ve onların çoğunluğu iman
etmezdi."[42]
42- İşte o
gün birbirinize fayda veya zarar vermeye gücünüz yetmeyecek. Biz de o
zalimlere; "yalanladığınız azabı tadın" diyeceğiz.
43- Onlara
apaçık ayetlerimiz okunduğunda "Bu, sizi atalarınızın taptıklarından
alıkoymak isteyen bir adamdır" dediler. (Kur'an için) "Bu, uydurulmuş
bir iftiradır" dediler. Onlara hak geldiğinde "bu apaçık bir sihirden
başka bîrşey değildir" dediler.
Bu ayet bu gün nazil olmuş
gibidir. "Gelin ayetleri dinleyin" diyerek ayetleri apaçık manalarını
vererek okursanız diyorlar ki, " bu adamlar sizin atalarınızın taptıkları
şeylerden sizi alıkoymak istiyorlar.
"Müşrikler;
"bu uydurulmuş bir iftiradır" diyorlar. Yani peygamber kendisi
uydurmuştur diyorlar. Ancak bunu söyleyenler buna kendileri de inanmıyorlar.[43]
44- Halbuki
biz onlara okuyacakları kitaplar vermemiştik, onlara senden önce bir uyarıcı da
göndermemiştik.
Hz. İsa'dan beri peygamber
gönderilmemişti. Yani son 610 senelik zaman içerisinde peygamber
görderilmediğini, bu sapıklıklarının kendilerinden kaynaklandığını, yoksa
sapıklıklarının bir semavi kitaba dayanmadığım ifade ediyor Allah (c.c.).[44]
45- Bunlardan
öncekilerde (peygamberleri) yalanlamışlardı. Onlara verdiğimizin onda birine
bunlar ulaşmadı. Peygamberleri mi yalanladılar.? Beni inkar nasilmiş (gör)!!.
Rabbim; Bu inkarcılar
adet bakımından, güç bakımından, sanat bakımından, teknoloji bakımından daha
öncekilerin gücünün on da birine erişebilmiş değiller diyor. Onlar
peygamberlerini inkar ettiler. Ben de onlara gösterdim diyor.
"Beni inkar
etmelerinin neticesi nasılmış onlar gördüler" diyor Allah (c.c.) Günümüzde
yaşayan inkarcılar da görecekler.[45]
46- Deki;
"Size ancak birtek öğüt vereceğim: "Allah için çifter çifter veya
teker teker kalkın sonra düşünün. Arkadaşınızda (peygamberimizde) hiçbir
delilik yoktur. O ancak şiddetli bir azab-dan önce, sizin için bir uyarıcıdır.
Tek başına veya ikili
görüşmeler yaparak bir düşününüz!!!.
Çok önemli bir
nasihat. Bu ayet-i okuduğum da benim
gözümün önüne bir takım insanlar geliyor. Şahsen görüştüğüm, ikili görüştüğüm
insanlar, benimle görüşürken hoca olmam münasebetiyle bana, "Kur'an'ın
bütün ayetlerine inandıklarını ve Kur'an'da hiçbir kusur olmadığına da
inandıklarını" söylüyorlar, islam'ın güzelliklerini kendi uslublan
içerisinde bana güzel güzel anlatıyorlar.
Sonra aynı adamlar,
başka bir mecliste 20-25 kişi olarak bir araya geldiklerinde, "biri
diğerinden daha çok gavur görünmek" için gayret gösteriyorlar.
Rabbim bunlara şöyle
söylenmesini istiyor. "Bu güne kadar yaptıklarınızı konuştuklarınızı,
yazdıklarınızı, toplu olarak ve cemiyet halinde olmaksızın, tek başınıza bir
gözden geçirin"
Kişi yatağına girip
yorganını başına örttüğünde bir düşünsün. Biraz sonra uyuyacak, sabaha kadar ne
olduğunu bilemeyecek. Rüyasından başka bir şey hatırlamıyacak. Ama o inkar
ettiği Allah (c.c.) onun kanını hareket ettirmeye, kalbini çalıştırmaya devam
edecek. "O uyumayan ve uyuklamayan Allah (c.c.) o insanın saçlarının
büyümesine tırnağının uzamasına, kanının hareketine ve kalbinin hareketine
nezaret edecek." Öyle bir Allah'ı bu insanlar!nasıl inkar ederler?
"Sizin sahibiniz
deli değildir" Yani sevgili peygamberimiz deli değildir. İfade çok güzel.
"Sizin arkadışınız deli değildir. Ne demek istiyor? Yani bu peygamberim
diyen adam, 40 sene sizinle arkadaşlık yapan bir insandır. Hepinizin güvendiği
ve onun için "emin" ismini koyduğumuz bir insandır.
"Şiddetli bir
azab gelmeden önce sizi uyaran adam" Yani sizin gideceğiniz yeri daha gitmeden
önce size hatırlatan insandır bu adam.[46]
47- Deki:
"Sizden bir ücret istemişsem o sizin olsun. Benim ücretim ancak Allah'a
aittir. O herşeye şahittir."
Kur'an-ı Kerimde hemen
hemen bütün peygamberlerin söylediği bir söz vardır. "Sizden ücret
istemiyorum."
Biz de günümüzde para
için hizmet yapmayalım. Kur'an'ı tebliğ için para almayalım.[47]
48- Deki:
"Şüphesiz Rabbim (batıl üzerine) hakkı atar. O bütün gayblan çok iyi
bilendir."
Söyle, batılda
direnmesinler, eninde sonunda hakk batıla galip gelecektir.[48]
49- Deki:
"Hak geldi, Artık batıl yeni bir şey yapamaz geçmişi geri getiremez."
Işık gelince karanlık
gider. Hak gelince batıl gider. "Günümüzde batıl hakimdir" denirse,
Bizde derizki bu, güneşin tutulmasıyla birlikte karanlığın gelişi gibidir.
Güneş ortaya çıkınca gidecektir. Çünkü bu din kıyamete kadar bakidir.[49]
50- Deki:
"Eğer ben yanihrsam kendi aleyhime yanılmış olurum. Eğer doğru yolu
bulursam, buda Rabbimin bana vahyi sayesindedir. Şüphesiz o işitendir,
yakındır.
Kafirin mantığına
hitaben söyleniyor. Yoksa efendimizin hiçbir sapkınlığı yoktur. "Bana
sapıtmış" diyorsunuz, öyle ise zararı kendime, ya doğru yolda isem yani bu
vahiy Allah'dan ise sizin haliniz ne olur?[50]
51- Telaşa
düştüklerinde onları bir görsen, kaçıp yok olmak, Yakın bir yerden (öldükleri
yerden) yakalanmışlardır.
"Sen onları
korkudan titrerken bir görsen. Ne ileri gidebilirler, ne kaçıp,
kurtulabilirler. "Ve hemen yakından cehenneme alınıverirler"[51]
52-
"Ona iman ettik" dediler. Fakat onlara uzak yerden el uzatmak nasıl
olur. (dünyada iken iman etmeyenler ahirete gidip azabı görünce "iman
ettik" derler ama iman yeri olan dünyaya uzak oldukları için imana
ulaşamazlar)
Orada şöyle derler;
"Valla doğruymuş, cennette, cehennemde varmış, peygamber hakmış, iman
ettik. "Rabbim diyor ki; "iman yeri dünyadır, ahiretteki imanın
faydası yok. Ahirette de dünyadaki imanı elde etmek ne mümkün?[52]
53- Halbuki
daha önce (dünyada iken) onu (hakkı) inkar etmişlerdi. Onlar uzak yerden gayba
atıyorlar. Dünyada iken ahireti inkar ediyorlardı, ahiret hakkında atıp tutuyorlardı.[53]
54- Daha
evvel bunların benzerlerine yapıldığı gibi onlar ile arzuladıkları arasına
perde çekilir. Şüphesiz onlar kuşku saçan şüphenin içinde idiler.
Günümüzde Allah'ı
inkar edenlerde, ahireti inkar edenlerde, kendi gönüllerinin sesini
bastırabilmiş değiller. Müslümanlara karşı hırçınlıkları da kendi iç
çekişmelerinden kaynaklanır. Allah(cc), iman edenlerin imanını kemale erdirsin,
imansızlara da hidayet nasip etsin.[54]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/305-306.
[2] Yunus 10
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/306-307.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/307-308.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/308-310.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/310.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/310-311.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/311-315.
[10] Enbiya 42, Sad 37
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/315-317.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/317-318.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/318-320.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/320-321.
[15] Kehf 29
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/321.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/322-323.
[18] Nisa 119
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/323.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/323-324.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/324.
[22] Bak Şifa tefsiri 1/133-505,
3/429
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/324-325.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/325-327.
[25] Kehf 29
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327.
[27] Bakara 42
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/327-328.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/328.
[30] Şuara 214
[31] En'am 92
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/328-329.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/329-330.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/330.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/330-331.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/331-332.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/332.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/332-333.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/333.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/333-335.
Saf 8
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/335-336.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/336.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/336-337.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/337-338.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/338.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/338-339.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/339-340.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/340.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/340.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/340-341.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/341.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/341.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/341.