Medine 'de, hicretin
beşinci yılında nazil olmuştur, 73 ayettir.
Allah'a hamdolsun ki,
Allah'ın kitabını anlamaya, anladığımızla yaşamaya, yaşadığımızla Rabbimize
hayırlı bir kul olmaya gayret ediyoruz.
Eşimize, dostumuza,
çocuğumuza, çevremize faydalı olabilmek için zaman ayırırken, Allah'ın kitabını
anlamak için de zaman ayırıyoruz. Allah'ın kitabını anlamak için ayırdığımız bu
zaman, aynı zamanda bizim kendimize, ailemize, çevremize, topyekün insanlığa
faydalı olacak bir zamandır. Bu yalnız roman okumak için ayrılan bir zaman
değildir.
Şimdi okuyacağımız
ayet-i kerimeler bilgi edinme kabilinden olmayacaktır.
Bizim "Hendek
Harbi" diye bildiğimiz "Ahzab harbi" ile ilgili bilgiler
verdiğinden dolayı, Allah'ın bu sure-i celilesine sevgili Peygamberimiz ve
Ashab-ı; "Ahzab sûresi" ismini vermişlerdir.
Tabiiki bu sure,
yalnızca Hendek Harbinden bahsetmem ektedir. Bu harbin dışında, toplumsal
olaylarla ilgili hükümler vardır. Ve bu sure-i celile'de günümüzün tartışma
konusu olan "tesettürle" ilgili hükümler de vardır.
Ahzab;
"Hizb" kelimesinin çoğuludur. Hizb de, bu günkü dilde
"parti" olarak terceme edilebilir. Ama geçmişte sevgili peygamberimize
bu ayetler nazil olduğunda Hz. Ebubekir de, Ebu Cehil de bu "hizb" kelimesinin
ne manaya geldiğini biliyorlardı.
Hizb: bir düşünce
etrafında, tavırlarını ortaya koymak üzere bir araya gelmiş, herhangi bir
grubun adıdır.
Kur'an-ı Kerim'de
Allah (c.c.) insanları iki gruba ayırıyor.
1-
Hizbullah; Allah'ın tarafında olanlar, yani İslam'a iman etmiş, Rasülüne gönül
vermiş, Onun gibi olmaya çalışan, O'nun yolunda yürüyen insanlara deniliyor.
Bunların karşısında olan insanlara da;
2-
Hizbüş'şeytan; Kur'an'm ifadesiyle şeytan'ın tarafında olanlar, şeytanın
yanında olanlar, şeytana yandaş olanlar demektir.
Ahzab: hizbin çoğulu,
yani çeşitli düşünceye sahib veya aynı düşünceyi paylaşan çeşitli devletler ve
kabilelerin bir araya gelmesi demektir.
Bedir'de mağlub olan
müşrikler, Uhud'da bir ara galib, bir ara mağlub durumdaki müşrikler, en
sonunda galib duruma geldiler. Bundan cesaret alarak, tekrar Mekke ve
çevresindeki bütün müşrikleri, Hıristiyanlar! ve Yahudileri de kendi yanına
alarak, Medine'ye saldırıp, beşikteki çocukları dahi öldürmek suretiyle
İslam'ın sesini ve nefesini keseceklerini zannederler. Böyle bir amaç için
toplucu Medine üzerine saldırırlar.
İşte bu konuyu Allah
(c.c), sevgili Peygamberimize, O'nun şahsında da bize anlatır. Peki 1400 sene önce
yaşanmış bir hayatı, bir tarihi olayı bizim okumamızın ne faydası var?
Bizanslılar ile İranlılar arasında geçen bir harbi okumanımn bir faydası var
mı? Tarihçiler bunları okutuyorlar. Onlardan ibret alınması için.
Okullarımızda tarih kitaplan niçin okutulur? Siyasiler, Sosyal Bilimciler,
coğrafyacılar, kısaca her dalda kafa yoranlar, tarihten dersini alır.
Bu sebeble geçmişte
yapılanların bu günün insanlarına anlatılması, geçmişteki insan aklının
gücünden yararlanmak içindir.
Kur'an-ı Kerim'in
bildirdikleri ise, kesin doğrulardır. O'nun dışındaki tarih kitaplarının
yazdıkları ise tarihi yazan insanın kanaatiyle, düşüncesiyle, hissiyle,
heyecanıyla bağımlıdır, sınırlıdır.
Kur'an'ın
bildirdikleri ise, Allah (c.c.) tarafından bildirildiği için kesin doğrulardır.
Bu kesin doğrular, kıyamete kadar da doğruluğunu ve topluma her çağda faydalı
olacağını gösterecek durumdadır.
İnsanların koyduğu
ilkeler ise, onu koyan insanların aklının gücü kadar insanlar üzerinde etki
yapar. İnsanların gelecek hakkındaki görüşlerinin gücü oranında devamlılık
kazanır.
Halbuki çağları
yaratan ve her çağdaki insanları da yaratan Allah(c.c) bize, sevgili
peygamberimizin hayatının bazı bölümlerini veriyor. Çünkü O'nun karşılaştığı
olaylarla bizim de karşılaşacağımızı biliyor. O'nun yaptığı gibi yapmamız
gerektiğini ifade etmek üzere de Kur'an-ı Kerim'den ayetlerini indirmiştir.[1]
1- Ey
Peygamber! Allah'tan sakın!, kafirlere ve münafıklara itaat etine. Şüphesiz
Allah bilendir, hükmedendir.
"Allah'tan
sakın" derken, her hangi bir konu belirtmemiş. Öyleyse bu, "Allah'ın
(c.c.) yasakladığı her şeyden sakın" anlamına gelir. Allah'ın
emrettiklerini yapmamaktan sakın anlamına gelir. Yapma dediklerine de riayet
et, onları yapma diye Allah (c.c.) uyarıyor.
Kafirlerle yapmış
olduğun sözleşmelere riayet et. Kafir de olsa, münafıkta olsa, Yahudi de olsa,
Hıristiyanda olsa, eğer bir sözleşme yapmışsan, sözleşmeye imzanı atmışsan, ona
muhalefet etmekten sakın.
Burada akla şu soru
gelebilir. O sözleşmeyi yaparken dine uymayan birşey yapmışsa? Öyle birşey
olmaz. Çünkü mü'min dine muhalif, Allah'a karşı gelen hiçbir yere söz vermez,
imza da atmaz.
Ama Medine'nin
etrafında yaşayan, Beni Kurayza, Beni Nadr, Beni Kaynuka yahudileri ile yapılan
bir sözleşme vardır. Bu sözleşmeye sadık kalınması istenmektedir. Peygamber
efendimizin daha sonrada sözleşmeleri olmuştur. Sözleşmeyi bozan taraf olmaması
istenmektedir.
Allah (c.c.) Maide
suresi birinci ayetinde; "akidlere riyate ediniz" diyor. Bu ticaret
akdi de olsa, nikah akdi de olsa, devletlerin birbiriyle yapmış olduğu sözleşme
de olsa, bunlara riayet edilmesi gerekir. Ama haram üzerine akid olmaz. Yani
arkadaşına; "söz veriyorum akşama geleceğim, meyhanede içeceğiz "
diye yapılan bu sözleşme haram üzerine yapıldığından sözleşme sayılmaz. Ama
oraya kadar gider de arkadaşını da oradan vazgeçilirse, bu sebeble sözüne
sadık kalabilir. Veya ikimiz beraber olalım, filan adamı öldürelim diye de
sözleşme yapılmaz. Haram üzerine sözleşme yapılmaz. Meşru bir zeminde yapılan
sözleşmelere dikkat et, o konuda cayan taraf olmaktan sakın ve Kafirlere ve
Münafıklara itaat etme diyor. Allah (c.c.) Mü'min karşısında Hizbu'ş-şeytan
olanları da ikiye ayırıyor Allah (c.c); Birisi kafirler, diğeri münafıklar.
Kur'an-ı Kerim'in "Kafir" diye isimlendirdiklerinin içerisine putperestler
de, Yahudiler de, Hıristiyanlar da girer. "Hocam Hristiyanlara kafir
diyebilirmiyiz" diye soranlara, bunu Rabbim diyor ben demiyorum.
"Allah, Meryemoğlu Mesihtir diyenler kafir oldular" diyor. Allah
(c.c.)[2]
Yani bizim dememizin
hiçbir değeri yok. Desek de, demekes de, bir değeri yok. "Hocam çağdaş
dünyada yaşıyoruz, Hıristiyan dünyası ile ilişkilerimiz sürecek, bunlara karşı
kafir kelimesini kullanmasak olmaz mı?"
Geri zekalı olmanın
anlamı yok. Adamlar geri zekalı değiller. Adamlar senin neye inandığını
biliyorlar. Sen Kur'an- Kerim'e inanıyorsun, Kur'an-ı Kerim de de Rabbim'in
onlar için "Kafir" kelimesini kullandığını onlar çok iyi biliyorlar.
Bu konuda ingilrzce, Fransızca, Almanca ve diğer dillerde binlerce kitap
yazmışlar. Kur'an-ı Kerim'de Hristiyanlara, Yahudilere kafir denildiği, onların
ilim adamları tarafından bilinmektedir.
Şimdi siz gideceksiniz
Sorbon Üniversitesinde konferans vereceksiniz ve diyeceksiniz ki, "biz
hristiyanlara kafir deyemiyoruz." Dinleyenlerden birisi size ayetin
numarasını söyleyiverecek. "Peki bu Kur'an'a iman ediyormusun?"
"Evet" ama "Kur'an böyle diyor" dediğinde ne diyeceğiz?
Hızbû'ş-Şeytan diye
bilinen bu İslam'ın dışında kalan insanlar iki gruba ayrılıyorlar. Karfirler ve
Münafıklar. Münafıklar da kafir ama, "Ben kafirim" deme cesaretini
göstermeyen şahsiyetsiz insanlar. Şahsiyetini ne kafirin yanında, ne de
müslümanın yanında gösteremeyecek kadar korkak insanlar. Çıkarları için
alçaklığın her çeşidine razı olmuş insanlar.
Cami ile Kilise
arasında kalmış, ikisinden birisine girememiş insanlar. Menfaat kilisede
dağıtıldığında oraya koşan, camide dağıtıldığını gördüğünde hemen geri camiye
dönen, ikisi arasında koşması nedeniyle de ikisindende yararlanamıyan
insanlardır bu münafıklar. Bunlar inançsız olupta, imanlı görünmeye çalışan
insanlardır.
Buradaki münafık,
sevgili peygamberimizin; "üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa onda
münafıklık alameti vardır. Konuştuğunda yalan söyler, emanete hıyanet eder,
vadinde durmaz" (Müslim İman 108, Buhari İman 24) dediği münafık değil.
Yalan söyliyen bir insan münafık değildir. Münafıklık alametlerinden bir alamet
onda bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'in burada kasdettiği münafık; gerçekte iman
etmediği halde, iman etmiş gibi davranan kişidir. Onlara da itaat etme diyor.
Dikkat ediniz!. "Kafirlere ve münafıklara itaat etme" diyor Allah
(c.c). Efendimizin şahsında bu emir bütün ümmetedir, bütün mü'min-lere, bütün
müslümanlaradır. Kafire itaat edilmez, münafığa da itaat edilmez. "Ben de
müslümanım" deyip de İslam'ın dışında emir ve yasakları dayatan
insanlarada itaat edilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeye hükmeden,
hükmünde hikmet sahibi olandır.
Peki, kafirlere itaat
edilmezse ne yapılır? Rabbim diyor ki;[3]
2- Rabbinden
sana vahyedilene uy, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Rabbinden sana
indirilene uy. Birileri dayatıyor. "Benim koyduğum kurallara
uyacaksınız" diyor. Allah (c.c.)da diyor ki; Rabbinden indirilene,
vahyedilene uy" Biz tercihimizi zaten yapmışız ve Kur'an'a iman etmişiz.
Allah'ın herşeyi en iyi şekilde bildiğine iman etmişiz. Yaratanın yaşatanın ve
yönetenin O olduğuna inanıyoruz.
Allah (c.c.) bizim
insani ilişkilerimizi, insanla tabiat arasındaki ilişkileri, insanla rabbi
arasındaki münasebetleri düzenlemek üzere peygamberi vasıtasıyla Kur'an-ı
Kerim'ini indirmiştir. Biz o Kur'an'a uyacağız. Çünkü Allah, bizim yaptığımız
herşeyden haberdardır.
Bir iş yaparken,
binlerinin bize baktığını görsek ne yaparız? o işi güzel yapmaya dikkat ederiz.
Kötü bir iş yapmaya niyet etmişsek, o kötü işi yapmamaya yönelir, yapmaktan
kaçınırız. Rabbim bize bunu çokça hatırlatıyor. "Allah sizin ne yapmakta
olduğunuzu bilmektedir." "Allah sizin yapmakta olduklarınızdan
haberdardır" buyuruyor.
Yani Allah (c.c);
"hayatınızı, sanki kameranın önündeymişsiniz gibi düzenleyiniz"
diyor. Kamera bozulabilir, elektiriği kesilebilir, pili bitebilir ama Allah
(c.c) 24 saat bize bizden daha yakındır.[4]
3- Allah'a
dayan, Vekil olarak Allah yeter.
Ahzab; bütün İslam
düşmanlarının bir araya gelmiş şeklidir. Bütün İslam düşmanları bir araya
gelmişlerse buna karşı mü'min insan ne yapabilir? sualine cevaben, Allah(cc);
"sen Allah'a tevekkül et" buyuruyor.
Şu anda dünya
genelinde imansızlar bir araya geliyorlar. Kendi aralarında çıkar çatışması
olanlar, müslümana karşı birleşiyorlar. Almanla İsrail'U birbirlerini hayatta
sevmez. Alman'la Amerika'lı birbirini hayatta sevmez. İngiliz'le Alman da
birbirlerini sevmezler. Birbirleriyle çıkar nedeniyle tarihte çokça
çatışmışlar. Almanlarla Fransızlar arasındaki harb daha 1945'te bitti.
Bütün bunlara rağmen
bunlar müslümana karşı birleşebilirler. Bir Ahzab ordusu meydana
getirebilirler. Mekke'li Müşriklerle Yahudi ve Hınstiyanlar'm birleşerek
Medine'ye saldırdığı gibi, bunlar mü'minlere karşı birleşebilirler. Böyle bir
hazırlıklarının olduğundan basm-yayın organlarından ve siyasilerin ağzından
dinliyoruz.
Geçmişte de bir çok
haçlı seferleri yapıldığını biliyoruz. Peki ne yapalım? Korkup teslim mi
olalım? Hayatımızı, vatanımızı, milletimizi, dinimizi, imanımızı, namusumuzu,
haysiyetimizi, şerefimizi teslim mi edelim? İnsan parasız yaşayabilir ama
haysiyetsiz dinsiz imansız ya-şaşamaz.
Onun için biz dinimizi, imanımızı, haysiyetimizi, şerefimizi,korumakla
görevliyiz.
Bunu ne ile
koruyacağız? Dinimizi hakkıyla yaşamak suretiyle. Peki ya engel olmak
isterlerse? Kafir devletler engel olmak isterlerse? Bütün devletlerdeki
insanları yaratan Allah (c.c.) onların imkanlarını yaratan Allah (c.c). Onların
ellerindeki silahları yapacak akıl gücünü veren Allah (c.c)dır. Onların
ellerini, kollarını yaratan Allah (.c) dır. Bu sebeble biz onlardan, onları
yaratan, yöneten Allah'a sığınıyoruz.
"Allah'a tevekkül et" diyor, Allah'a tevekkül edeni de Rabbim yalnız
bırakmaz.
"Ad kavmi"
de Peygamberleri Hud' (A.S.)a karşı çıkmışlardı. O'na işkence yapacaklarını,
ülkelerinden süreceklerini söylemişlerdi. Bir kaç tane kendisine iman edeniyle
beraber Hud (A.S.) şöyle diyor. "Hud suresi 55. Ayet" "Hepiniz
bir araya geliniz, bülün tuzaklarınızı, planlarınızı, stratejilerinizi
uygulayınız. Bana da fırsat vermeyiniz. Yani elinizden geleni geriye
bırakmayınız." Bu, bir meydan okumadır.
Rabbimiz olan Allah'a
tevekkül edip, O bütün yaratılmış, hareket eden canlıları yöneten, onları
istediği gibi emrinde itaat ettiren Allah'dır. deyip, O'na sığınacağız.
Sevgili Peygamberimiz;
"Ey kalpleri evirip çeviren Allah'ım" buyurmuş. Ülkeleri yöneten
insanların kalplerini evirip çeviren Allah'dır. Biz Allah'a sığınacak olursak
ki, tarih boyunca çok görülmüştür. Düşmanların kalplerini mü'minler tarafına
çeviriveriyor. Düşmanlardan sıcacık dostlar meydana getiriyor.
Uhud'da peygamber
efendimize büyük zararlar açan Halid b. Velid, kısa zaman sonra iman ediyor,
Medine devletinin genel kurmay başkanı oluyor. Bu sebeble biz Allah'a
sığınalım. Allah dilerse atom bombasını elinde tutan adamın gönlünü imana
çeviriverir.
Allah(cc) dilerse
büyük ordulara hükmeden, dünyanın siyasetine yön veren insanın gönlünü, İslam'a
çeviriverir. Biz rabbimize tevekkül edeceğiz.
Tevekkül; kulun
üzerine düşenin gereğini yaptıktan sonra, gerisini Allah'a bırakmasıdır. Yani
tarlaya tohumu atacaksınız, sulamasını, ilaçlamasını, gübrelemesini
yapacaksınız sonra da Allah'a tevekkül edeceksiniz.
İstanbul' da doğup
büyüyen, tarlada tohumun nasıl büyüdüğünü bilmeyen biri şöyle diyebilir?
"Hocam ben tarlayı sürersem, sulamasını yaparsam, ilaçlamasını ve
gübrelemesini yapar yağmurlama sistemini de kurarsam, Allah'a niye tevekkül
edeyim" Bunu bir çiftçi demez.
Çünkü çiftçi hayatı
boyunca, Allah dilerse yağmuru çok verir ekini yağmurun çürüttüğünü, vermeyip
kuruttuğunu çok görmüştür.
Senin yağmurlama
sisteminde fayda vermez. Yerin tabanındaki suları da çekiverir Allah (c.c.)
Vekil olarak Allah
yeter. Güvenilecek, dayanılacak yer olarak Allah yeter.
Günümüzde insanımız
fazla akılcı olmuştur. Yani kendi aklının her şeyi çözebileceğine inanmaktadır.
Halbuki kendi vücudu üzerinde bile Aklı hayretler içerisindedir, şaşırmaktadır.
Bir ekmeğin nasıl olupta kana tırnağa, saça dönüştüğünü daha açıklamaktan
aciziz biz. Koyunda yeşil bir otun bir tarafta beyaz bir süt'e, bir tarafta
kırmızı kan'a, Öbür tarafta idrar'a öbür
tarafta yün'e dönüştüğünü görüveririz.
Bunlar, akılla izah
edilecek şeyler değil. Haydi bakalım siz bir fabrika kurun, bir taraftan ot
verin de, fabrika size bir taraftan süt imal etsin, bir taraftan kan imal
etsin, bir taraftan gön imal etsin, bir taraftan yün i.nal etsin, bir taraftan
da et imal etsin. İnsanoğlu bunu yapamamaktadır.
İşte biz böylesine
ince, böylesine sanatkarane, böylesine güçlü şeyleri yaratan Allah'a tevekkül
etmişizdir. O'ndan daha güzel bir vekil de yoktur.
"Hocam hem
Allah'a itaat etsek, O'na ibadet etsek, hem de çağdaş putlarımız var, onlarada
itaat etsek. İkisini birden idare etsek olmaz mı?" Yani hem gavurluktan,
hem de müslümanlıktan vazgeçmesek diyenler, hatta günümüzde, "ikisini
beraber götürsek" diyenler, ayrıca "ikisini birden götürmek
mümkündür" diyorlar. Allah(c.c) da buyuruyor ki;[5]
4- Allah
hiçbir adamın göğüs boşluğunda iki kalb yaratmadı. Zihar yaptığınız (mahrem
yerlerini annenize benzettiğiniz) eşlerinizi sizin anneleriniz kılmadı. Bu
sizin ağızlarınızın sözleridir. Allah doğruyu söyler. O doğru yola ulaştırır.
Allah bir insanın
göğsünde iki kalp yaratmamış diyor. Aynı odanın içinde, arada bir engel
bulunmaksızın karanlıkla aydınlık bir arada bulunabilir mi? Bunu yapabilir
misiniz? Bu mümkün değildir.
Bir gönülde iki ilah olmaz.
Şair Agah Semerkantlı; "Bir dilde iki suz'i muhabbet olmaz Bir fanus içre
iki şem' etmez ca" diyor.
Bu tip insanlar,
"kurt dumanlı havayı sever" ata sözündeki gibi bir ortam istiyorlar
ve kendileri yapmadıkları halde Mehmet Akif in istiklal Marşında ifade ettiği
gibi; "ele alıp sıktığında şüheda fışkıracak". Bir toprağın üzerine
bir imansız çıkıyor ve müslümana diyor ki; "sana ibadet hakkını da
verdim, konuşma hakkını da verdim" Sen kimsin ki, bu haklan bana
veriyorsun?
Senin bu yaptığın ev
sahibinin evine gelip, köşeye oturup, ev sahibini hizmet ettirip sonra da,
"bak sana ayakta durma hakkını veriyorum veya kapının önünde yağmurdan
korunman için müsade ediyorum" demek gibidir bu.
Allah (c.c.) burada
cahiliye toplumunda geçerli olan bir hukuk kuralını da yürürlükten kaldırıyor.
Bu sureden Önce nazil olan Mücadele Suresinde bu konu kesin bir karara
bağlanmış, burada bir hatırlatma yapılıyor.
Efendimizden önceki
dönemde Mekke ve Medine'deki insanlar eşlerine, "sen bana annem
gibisin" veya "senin sırtın annemin sırtına benziyor" gibi bir
ifade de bulundu mu, o kadın o andan itibaren boş oluyordu. Bu toplumsal yarayı
Allah (c.c.) düzeltiyor. Zaten Kur'an-ı Kerim ayetleri geçmişi tamamen silmek
üzere inmez. Niye? Çünkü insanlık peygamberle başlamıştır. Dünyanın neresine
giderseniz-gidin, en bedevi bir toplumla karşılaşsanız dahi, onların yaşam
tarzlarında islam'a uygun kaide ve kurallar bulursunuz. Nereden kaynaklanıyor
bu?
İnsanlar Hz. Adem'den,
Hz. Havva'dan, Hz. Nuh'dan türemişlerdir. İnsanlar Hz. Musa'nın, Hz. İsa'nın
eğitiminden geçmişlerdir. Onun içindir ki, MÖ. bilmem kaçıncı binde insanlar
çok güzel sözler söylemişler. Bunlar vahye dayanan sözlerdir. O insanlara
vahiy gelmiş değil. Daha önceki peygamberlerin vahyinden etkilenerek
kitaplarına geçirmişlerdir.
İnsanların sosyal
hayatlarındaki güzel kurallar ise yine o peygamberlerin eğitiminden onlara
yansımış, olanlardır. O kırılmış güzel kâsenin güzel parçalarıdır. Geçmişin
güzelliklerini devam ettirmek, bozuk olanlarını ortadan kaldırmak ve yeni
hükümler koymak üzere Allah (c.c.) Kur'an-ı Kerim'i indirmiştir.
Bu ayetle, Allah
(c.c.) o cahili toplumda bir yara olan, o kötü hükmü yürürlükten kaldırıyor.
"Sizin zıhar
yaptığınız kadınlarınız anneleriniz değildirler." Yani, "sen benim
annem gibisin" demekle o kadın annen olmaz. Anneleriniz sizi
doğuranlardır. Bundan dolayı keffaret vermesi gerektiğini Mücadele Suresinde
bize bildirmişti.
Oğulluklarınız da
sizin çocuklarınız değildir. Mekke ve Medine döneminde şöyle bir uygulama
vardı. Bir insan kendine evlatlık aidimi, o onun varisi olurdu. O onunla nikah
açısından da oğlu veya kızı gibi olurdu. İslam bu hükmü de kaldırıyor.
Bir insan birini
evlatlık olarak almışsa ileride o evlatlığı ile kendi kardeşi, yani evlatlık
alan adamın kardeşi evlenebilirler. Çünkü o bir başka insanın çocuğudur. O
kızla evlatlık alan adamın çocuğu evlenebilir. Rabbim bu hükmü getiriyor.
Neseb yoluyla ve sıhriyet yoluyla meydana gelen haramlık bu evlatlık edinme ile
meydana gelmez. Ayet bunu ifade ediyor.
Yahu insan evlatlığı
ile evlenir mi? Niye Kur1 an bunu konu ediniyor diye birisi söyleyebilir.
Evlatlığı ile evlenmesin. Evlenme mecburiyeti yok. Ama evlatlık olarak aldığı
bir kız ileride kendi oğlu ile evlenmek isterse dinim diyor ki, engel yoktur.
Evlatlık olarak aldığı bir oğul evlatlık alan adamın kızı ile evlenmek
isterlerse bir engel yoktur.
Rabbim kısaca diyorki,
evlatlıklarınız sizin çocuklarınız değildir. Örnek olarak da bizzat peygamber
efendimizi vermiş. Peygamber efendimizin evlatlık olarak aldığı Zeyd (R.A.)
vardır. İnsanlar Zeyd'den bahsederlerken Zeyd b. Muhammed diyorlar.
(Muhammed'in oğlu Zeyd.) Halbuki Zeyd, Mekke'li zorbalar tarafından kaçırılmış,
çok uzak diyarlardan Mekke'ye getirilmiş, köle diye satılmış bir çocuktur.
Zeyd'in esas babası
çocuğunun Mekke'de olduğunu duyar Mekke'ye gelir, çocuğu ile görüşür, çocuğunu
götürmek istediğini bildirir. Sevgili Peygamberimiz Zeyd'e der ki; "baban
bu, dilersen burada kılırsın, dilersen babanla beraber gidersin" Zeyd
(R.A) babasının da rızasını alarak Peygamber efendimizin yanında kalmayı
tercih etmiştir. Ama ayet-i Kerime nazil olmuştur. "Muhammed hiçbirinizin
babası değildir. O Allah'ın rasülü ve Peygamberlerin sonuncusudur."
Evlatlıklarımızın babası değiliz, bunu bilelim.
Ayet-i Kerime
bunu söylerken evlat
edinmeyi yasaklamıyor. Dinimin
yasakladığı nedir? O çocuğu alıp kendinize mirasçı yapmakla mirasçılarınızı
mahrum bırakmanız yasaklanmıştır. Ama bir yetimi alır besleyip büyütür,
eğitimini verip bol sermaye verip iş
yaptırır, evlendirirsiniz, Dinim buna engel olmuyor.
Bu sizin ağızlarınızla
söylediğiniz bir sözdür. Yani oğlum demekle
oğul olunmaz. Kişi hanımına, annem demekle annesi olmaz.
"Allah doğruyu,
hakkı söyler. İnsanları en doğru yola götürür." Yani doğruyu söyleyen de
Allah (c.c)'dır İnsanlar da doğruyu söylerler. Ama insanların düşünceleri;
vucuddaki göz gibi, kulak gibi sınırlıdır. O görüşleri içerisinde doğru
söyledikleri de vardır yanlış söyledikleri de. Biz ihtimallerle hareket
etmiyoruz. Her işimizde işi sağlama almaya gayret ediyoruz. Bütün işlerimizde
işi sağlama almaya gayret ediyoruz da sonu gelmez senelerde kabir ötesi hayata
gideceğiz. 60 senelik hayatımızda işlerimizin sağlam olmasına dikkat ediyoruz
da, sonu gelmez senelerde yaşacağımız hayat için niçin işimizi sağlama
almıyoruz. En doğru söz hangisi ise ona uyalım. En doğru, en güzel söz de,
Allah'ın sözüdür. En güzel sözü Allah indirmiştir.[6]
5-
Evlatlıkları (hakiki) babalarıyla çağırınız. Allah katında bu daha doğrudur.
Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kar-deşlerinizdir ve
dosUarınızdır. Bu konuda hatalarınızdan size günah yoktur. Ancak kalplerinizin
bile bile yaptıklarının (günahı vardır) Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Kur'an-ı Kerim bize
yardımı emreder. İyilik de yarış yapmamızı, fakirleri doyurup yetimleri
korumamızı emreder. İslam tarihinde "Sokak Çocuğu" deyimi
görülmemiştir. Babasız ve annesiz kalan çocukları, hayır sever müminler,
"ahirette peygamberimizin komşusu oluruz" diye himayelerine almışlar,
besleyip, büyütüp, evlendirmişler, iş kurmuşlar. Sonra bu hayrı
kurumlaştırmışlar ve "Daru'l-Eytam'ı" kurmuşlar. Buralaradan
sadrazamlar, kadılar, ilim adamları, paşalar çıkmış.
Yanımızda büyüyen
çocukların adı anılırken, biz onların babalarıyla anacağız. Kendimize nispet
etmeyeceğiz. Mesela Peygamber Efendimizin yanında yetişen Zeyd'e Mekkeliler,
"Muhammed'in oğlu" diyorlardı. Ayet böyle denilmesini yasakladı.
"Harise oğlu Zeyd" denilmesini istedi.
Eğer babasını
bilmiyorsak, o zaman yine de kendimize kaydettirmeyeceğiz. Onları din
kardeşimiz ve dostlarımız olarak göreceğiz.
Günümüzde kimsesiz
çocuklara sahip .çıkan, evine alan aileler, onları kendi nüfûslarına
geçirmeden bakıp büyütsünler, evlendirsinler, mahremiyete dikkat ederek bir din
kardeşi ve dostu olarak görsünler, güçleri yeterse iş kuruversinler. Ama onları
nüfûsuna kaydederek, gerçek mirasçılarını mirasdan mahrum etmesinler.
Günümüzde bir kısım
feminist kadınlarımız "biz kocalarımızın soyadını almak istemiyoruz.
Kendi soy adımızla kalmak istiyoruz." derken, İslami bir istekte bulunmuş
oluyorlar. İbn Hacer el-Askalani, el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe isimli eserinde,
üçbin kadar kadm sahabenin hayatını anlatırken, hepsini ailesine nispet ederek
anlatır. Yani aile isimleriyle anılırlar. Kısacası aslında bütün insanların
fıtratı İslâm'ı istiyor.[7]
6-
Peygamberler, müminlere canlarından daha evladır. Peygamber hanımları
müminlerin anneleridirler. Zevil erham (Yakın akrabalar) bir birine, Allah'ın
kitabında mümin ve muhacirlerden daha evladır. Ancak dostlarınıza bir iyilik
yapmanız bunun dışındadır. Bunlar kitapta yazılmıştır.
Peygamber Efendimizi
kendi canımızdan daha çok seveceğiz. Bunu da kendi canımız için yapacağız. Biz
kendi canımızı sevdiğimizden temiz hava, bol gıda, güzel giyeceklerle
süslüyoruz. Ama kimyagerin gözünde gıdalı görünen, fakat iki dünyada da
zararlı görünen yiyecekleri bize bildiren peygamberimizdir.
Peygamberimizin bize olan
hırsı ve hassasiyeti. Annenin yavrusunu zararlı ve tehlikeli şeylerden korumak
için gösterdiği gayret ve hassasiyetten daha fazladır.
Anne ve babalar
bilmeden ve istemeden haram yiyeceklerle bizi besleyip büyütebilirler. Ülkeleri
sömürürler ama büyütüp süsledikleri çocuklarını cehenneme hazırladıklarının
farkında olmazlar. Ama peygamberimiz, bizim iki dünyamızın da güzel olmasını
ister. O bizi, bizim canımızdan daha fazla sever.
Biz iman eden herkesi
din kardeşimiz olarak severiz. Ensar ve Muhacirin, "kardeşlik
müessesesi" dünya tarihinde eşine rastlanmayan bir kardeşliktir.
Birbirlerine varis olacak şekilde kardeş olan bu mü'minlerin durumu bu ayetle
yeniden düzenleniyor ve miras için kan bağı ve evlilik bağının olması
gerektiği, bunun dışında kalan dostluklarda ancak hediye ve vasiyetin devam
ettiği belirtilmiştir.
Yani siz, din
kardeşinize dilediğiniz oranda hediye verebilirsiniz. Malınızın üçde birini
vasiyet edebilirsiniz ama, kan ve evlilik bağı olmayanları malınıza varis
yapamazsınız.[8]
7- Biz
peygamberlerden söz almıştık.
Sen'den, Nuh'dan, ibrahim'den,
Musa'dan, Meryem oğlu İsa'dan da sağlam söz aldık.
8-
Doğrulara, doğruluklarından sormak için (söz almıştık.) Kafirlere acıklı bir
azab hazırlamıştır.
Kur'an-i Kerim, Tarih
boyunca Peygamberlerden ve ümmetlerden alınan sözlerden bahseder. Bakara sûresi
84. ayetinde; "Allah'tan başkasına kulluk yapmayacakları......"
konusunda İsrail oğullarından söz aldığı, Al-i İmran 187. ayetinde de; Ehl-i
Kitap'tan; kitabı insanlara olduğu gibi açıklamaları ve gizlememeleri
konusunda söz aldığı ve daha yirmi beş yerde alman sözlerden bahsedildiğini haber verir.
A'raf 2 ve Hud 12.
ayetlerinde ifade edildiği gibi, "bazı ayetleri insanlara duyururken,
efendimizin göğsünün daraldığı" haber verilir ve daralmaması gerektiği
bildirilir.
Bütün peygamberlerden
bu söz alınmıştır. Hak'dan gelen mesajları olduğu gibi, halka duyuracaklarına
dair söz alınmıştır. Al-i imran 81. ayetinde; "her peygambere, kendinden
sonra gelecek peygamberin geleceğini haber vererek, Ona yardım etme sözü
alınmıştır." Hz. İsa, "kendinden sonra Ahmed isimli bir müjdecinin
geleceğini" haber vermiştir.[9]
Yuhanna İncili'nin 14.
bölümünün 16, 27, 28, 29ncu sözleri de bu ayeti desteklemektedir. Al-i İmran 81
de, "çağdaş sahte peygamber ve sahte ümmetlerin iddialarına cevap"
vardır.
Allah'a verilen söze,
ne kadar sadık kalındığının hesabı, bir gün muhakkak sorulacaktır. Doğruluktan
dem vurmak yeterli değildir. Doğru olmak, doğru yaşamak ve doğruluk üzere ölmek
gerekir.[10]
9- Ey iman
edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de,
biz onların üzerine rüzgarı ve sizin görmediğiniz orduları gönderdik. Allah
yaptıklarınızı görmektedir.
10- Hani
onlar sizin üstünüzden ve altınızdan gelmişlerdi. Gözler kaymış, yürekler
boğaza gelmiş, Allah hakkında zan'da bulunmuştunuz.
Uhud harbinin
müsltimanlann mağlubiyeti ile sonuçlanması, çevredeki kabileleri ve milletleri
ümitlendirmiş ve Medine'ye saldırmaya, sözleşmelerini bozmaya yöneltmiştir.
Haşr suresinde
açıklandığı gibi; "Ben-i Nadr" Yahudileri ihanetleri sebebiyle
sürgüne gönderilmiş ve Nad'l-Kur'a ya Haybere yerleşmişlerdi.
Yahudiler boş
durmadılar. Mekke'li müşrikleri ve çevredekileri,. "Beni Kurayza"
yahudilerini ikna ederek, Medine'ye saldırttılar.
Üst taraftan; Hayber,
Vadi-1-Kura yahudileri, Gatafan kabilesi, Alt tarafdan; Mekke Müşrikleri ve
onlara katılan kabileler Medine'yi kuşattılar.
Sevgili peygamberimiz,
sahabeden Selmanı Farisi'nin "hendek kazılması" teklifini kabul
ederek, Medine'nin kuzey batısına dokuz metre eninde, dört buçuk metre
derinliğinde faeşbuçuk km. uzunluğunda bir hendek kazdırdı. (Bak. M.
Hamiduliah, Hz. Muhammed'in savaşları)
Allah'ın kulu ve
Rasülü olarak efendimizin aldığı tedbirler, Rabbimizin yardımını çekmiş, Hicri
7, şevval 5 perşembe günü başlayan düşmanın muhasarası, 1 zilkade 5 cumartesi
günü kafirlerin bozguna uğramasıyla sona ermiştir. Şiddetli rüzgarın esmesi,
Meleklerin kafirlerin yüreklerine korku düşürmesi, Allah'ın yardımıdır.
En ümitsiz anlarda,
"yardım gelemez" dediğiniz zamanlarda, Allah(cc) "sizin hiç
hesap etmediğiniz yerden" yardımını gönderir.[11]
11- Orada
mü'minler denenmiş ve çok şiddetli bir şekilde sarsılmışlardı.
Bol ve güzel günlerde
herkes dost olur. Barış zamanlarında herkes kahramanlık türküleri söyler.
Kahramanlar ise, hakkında türküler yakılacak işler başarır.
Hendek=Ahzap harbi de,
müminlerin arasındaki münafıkları ortaya çıkardı. Gerçek müminler çok sarsıntı
geçirdiler ama, imanları biraz daha kuvvetlendi. Altın neslin içindeki çerçöp
durumunda olan münafıklar ayrıldı.[12]
12- Hani
münafıklar ve kalblerinde hastalık olanlar, "Allah ve Rasülü bize ancak
boş va'adlerde bulundu" diyorlardı.
13- Onlardan
bir gurup; "Ey Medine halkı! artık size tutunacak yer kalmadı, geri dönün
demişti. Onlardan bir kısmı evleri koruma altında olduğu halde; "evlerimiz
korumasızdır, açıktır" diyerek Peygamberimizden izin istiyordu. Onlar
ancak kaçmak istiyorlardı.
Kalbi hasta olan bu
münafıklar, derhal yer değiştirdiler. Bu saf değiştirmeyi açıkdan yaptılar.
Böylece Müslümanların moralini bozmak istediler. "Vaa'd edilen zafer
gerçekleşmedi. Cepheden kaçın, burada kalacak yeriniz yok, Medineye ve eski
dininize dönün" diye bağrıştılar.
Bu haraketleriyle
düşmana destek veriyorlardı. Medine'deki aileler, efendimizin aldığı
tedbirlerle korunduğu halde, ailelerinin korunmadığını yayıyorlardı, kaçmak
için bahane arıyorlardı.[13]
14- Eğer
Medine'nin her tarafından onlara girilip ulaşılsa, sonra fitne çıkarmaları
istense, hemen hiç durmadan yerine getirirler.
15- And
olsun! daha önce, "geri dönüp kaçmayacakları" hakkında Allah'a söz
vermişlerdi. Allah'a verilen söz sorulacaktır.
Mekke müşrikleri ve
yahudiler; Bu harpden kaçanlardan, Medine'de fitne çıkarmalarım istediklerinde,
hemen yerine getiriyorlardı.
Günümüzde düşmanlarla
işbirliği yapan imansızların, islamı ve müslümanlan yıpratmak için kalemlerini
ve kirli kalplerini sattığı gibi. Bunlar kaçmayacaklarına dair, Allah'a
verdikleri sözü tutmadılar kaçtılar.[14]
16- Deki:
"Eğer ölmekten veya öldürülmekten kaçıyorsanız, bu kaçış size fayda
vermez. Bu durumda çok az yaşatılırsınız."
17- Deki:
"Eğer Allah size kötülük dilese veya size rahmet dilese, sizi Allah'dan
kim korur. Kendilerine Allah'dan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar."
Ölümden kaçılmaz.
Gökyüzünde uzay istasyonları kursalar, ölüm meleği oraya da ulaşır. Cephede
aslanlar gibi çarpışarak ölmekden kaçanları düşman kovalar, evinde yakalar,
eceli gelmişse evini ona mezar yapar. Allah'ın koruduğuna kimse zarar veremez.[15]
18- Allah,
sizin aranızdan (savaşdan) alıkoyanları ve kardeşlerine "bize gelin"
diyenleri bilir. Onların çok azı zor'a (savaşa) gelir.
Bu surenin bize,
"Ahzab savaşını anlattığını" ayrıca bunun "Hendek harbi"
olarak da bilindiğini söylemiştik. İşte bu harpte, Medine'nin etrafına toplanıp
gelen bütün müşrikler, Hıristiyanlar ve Yahudiler siyasi, ekonomik, askeri
güçlerini biraraya getirerek, hem İslam'a son darbeyi vuracaklar hemde dünya
hayatından İslam'ın izlerini tamamıyla silmeye karar vermişlerdi. Sevgili
peygamberimiz başta olmak üzere, O'na inananların tamamı çocuklarıyla beraber
yok edilerek, peygamberimizin tebliğinin önüne geçmeye karar vermişlerdi.
Neticede başarılı
olamadılar. Ama! Allah (c.c.) bu olayı, Ahzab suresinde bize nakledivermek
suretiyle, Kıyamete kadar gelecek olan mü'minlere de şu mesajı vermiş oluyor. O
gün için karşıdaki Mekke müşriklerinin, çevredeki kabilelerin, Hrıstiyanların
ve Yahudilerin iş birliği yaparak, peygamber efendimizi yok etmek üzere
geldiklerinde, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ve kendisine iman etmiş bir avuç
o değerli insanların "gösterdikleri metaneti, ahde vefayı,
Allah(c.c.)'dan hiçbir zaman ümit kesmemeyi başardıklarından dolayı, o günün
düşmanlarına galib geldiklerini" bize bildiriyor.
Böylelikle günümüzde
bize de "müşriklerin, kominist'lerin, Çinli'lerin Japonların, Avrupalının,
Amerikalının, hülasa yerlisinin, yabancısının kim olursa olsun, Allah'ın
kitabı'na ve peygamber (s.a.v.)'ın sünnet-i seniyyesine karşı harb ilan etmiş
insanların başarılı olamıya-caklarının" bir işaretini vermiş oluyor.
Onun için Ahzab
suresi'ni çokça okuyacağız. Hele hele bu günlerde biraz daha çok
okuyacağız. "Fiil suresini"
de fazlaca okuyacağız. Fil suresinde de o günün güçlü imparatorluklarından biri
olan Habeş ima-patorluğunun, Yemen Valisi ve Komutanı olan Ebrehe'nin Kabe'yi
yıkmak için geldiğinde, kendisinin yıkılıp gittiğini okuyoruz.
Bunları tarihi
olayları tekrarlamak için okumuyoruz. Allah (c.c.) bize bunları tekrarlamakla,
bize bunları bildirmekle "Kıyamete kadar da yardımının mü'minler üzerinde
olacağını" ifade etmiş oluyor.
Bu 18. ayet bize;
mü'minler içerisindeki münafıkların davranışlarını segiliyor. "Allah sizin
aranızdan geride kalan ve insanları geride bırakmaya çalışanları bilir."
Mü'minlere, "bizim yanımıza gelin, bizim yanımıza gelin" diyenleri
de bilir
Mü'minlerin
peygamberimizin yanında oluşundan rahatsız olan insanlar bağırıyorlar:
"Bizim yanımıza gelin bizim yanımıza gelin" "Düşmana karşı
gitmeyin, Medine'de kalın, canlarınızı kurtarın diye bağırıyorlar.
Aynı şeyler günümüzde
de tekrarlanmaktadır. Birileri kalkıyor komi-nizme gelin, birileri kalkıyor
kapitalizme gelin diyorlar. Türkiye'de gazeteleri takip ettiğimizde
görüyoruzki siyasiler için bile, filan Alman yanlısı, filan Amerikan yanlısı.
Yahu bu adamlar bu ülkenin insanının yanında değiller mi? ki, bu ifadeler
kullanılıyor. Peki yanlısı olmak ne demek? Çevrenizdeki ve kendisine tabi olan
insanları da oraya doğru davet etmek demektir.
Biz insanlarımızı
Allah'a davet edeceğiz. İnsanları Allah'a davet etmek kadar güzel bir şey
yoktur. Çünkü insan insanın peşinden gitmez. İnsan insanı sever, insan insanın
gönlünü kırmaz, insan insanın hatırını yapmakla görevlidir, ama hiçbir insanın
aklı diğer insanın aklını hapishane gibi kullanamaz veya onun aklını kendi aklı
içerisinde mahpus edemez.[16]
19- Size
karşı cimrilik yaparak (gelirler), Korku geldiğinde üzerine ölüm bürüyen insan
gibi, gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gittiği zaman ise
iyiliğinizi çekemeyerek keskin dilleriyle sizi incitirler. İşte bunlar iman
etmediler. Allah onların amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a gayet kolaydır.
O münafıklar size karşı
cimrilik yaparlar. Yani sizin yanınızda canları ile olmadıkları gibi,
mallarıyla da sizin yanınızda olmazlar. Harbin korkusunu görüverdiklerinde,
korkudan ölüm kendisine gelmiş, ölümün bürüdüğü kişinin gözleri nasıl yerinden
oynarsa onlarda harbin korkusunu gördüklerinde, gözleri yerlerinden oynar.
Yani korku yüreklere
kadar geliyor, yürekler boğazlara dayanıyor, gözler yerinden oynuyor, neredeyse
gözleri kayacak hale geliyor. Bunlar kafirin korkusunun dışa vurmuş halini
belirtiyor. Korku kendilerinden gidecek olursa, keskin dillerini kılıç gibi
mü'minlere kullanıverirler.
Allah'u zülcelal
burada münafıkların halet-i ruhiyelerini anlatıveriyor. Günümüzde de aynı
şeyler olmuyor mu? Bazılarının korkudan yüreği hoplarken, bazıları da
kendilerini emniyette hissettiği anda dillerini kılıç gibi kullanıveriyorlar.
Kalemlerini kılıç gibi kullanıveriyorlar.
Burada Allah (c.c.)
"dil" kelimesini kullanmış. Çünkü yazılanlar da konuşulanlardır
genellikle. İnsanın iç dünyasında kurduğu cümlelerin dışta kalem yoluyla
insanların üzerine bombardıman yapılması olayıdır.
İşte onlar iman
etmemiş insanlardır. İman etmiş gibi görünüyorlar ama iman etmemiş insanlardır.
İman etmeyen insanların amellerinin de boşa gideceğini ifade ediyor Allah
(c.c).
Mü'minlere yaranmak
için namaz kılıyor, oruç tutuyor görünüyorlardı münafıklar. Bunların onlara
faydası olacak mıdır? olmayacaktır. İman etmeyince hiçbirinin faydası
olmayacağını Allah (c.c.) burada bu ayette ifade etmiştir. Onların amellerini
boşa gidermekte gayet kolaydır.[17]
20- Onlar
düşman birliklerinin gitmediğini zannediyorlardı. Eğer düşman birlikleri
gelirse, çölde bedeviler arasında olup sizin haberlerinizi sormayı arzu
ederlerdi. Eğer sizin aranızda olsalardı çok azı, çok az savaşırlardı.
Onlar, Medine'nin
çevresini kuşatan düşman birliklerinin gİtmedİk-lerini zannediyorlar. Halbuki
Allah (c.c.) orada bir kaç gün kaldıktan sonra şiddetli bir rüzgar ve bir soğuk
estirmek suretiyle kafirlerin çadırlarını altüst etmiş, atlar ve develer
iplerini koparıp kaçmaya başlamışlar. Müşrikler mü'minlerin kendilerine saldırdıklarını
zennetmişler.
Halbuki mü'minlerden
hiçkimse karşıya geçmemişti. Kendi aralarında yüreklerine korku salınmak
suretiyle kaçmaya başlamışlardır. Medine'deki münafıklar bu durumu bilmiyorlar.
Onlar şunu istiyorlar: "Keşke biz çöllere doğru gitseydik, çölden
haberleri izleseydik" diyorlar. Yani tehlike mıntıkasının dışında
olsaydık diyorlar. Allah (c.c),"Onlar sizin aranızda olmuş olsalardı bile
ancak çok azı sizinle beraber harbederdi." diyor. Yani münafıkların hiçbir
zaman müslümanlarm yanında yer almıyacaklarını,düşmana karşı müslümam
desteklemeyeceklerini veya çok azının destekleyebileceğini ifade ediyor. Bu da
bize şunu göstermektedir. Günümüzdeki münafık insanlardan da mü'minlere yardım
eden çok az da olsa, olur mu? olur. Neden dolayı olur? Bir çok sebebten dolayı
olabilir? şahsi çıkarının, ekonomik gücünün, siyasi gücünün korunması için
mü'minlerin yanında olabilir.[18]
21-
Andolsun, Allah'ı ve ahireti uman ve Allah'ı çokça zikreden sizler için,
Allah'ın Rasülü'nde en güzel örnek vardır.
Peki biz bunları niye
okuyoruz? Kur'an-ı Kerim bize peygamber efendimizin hayatından bir çok bölüm
anlatıyor. Son günlerde İslami kesimden dini bilgileri insanlara duyurma
gayreti içinde olan bir kısım insanlarımız Sevgili peygamberimizin hayatını
devre dışı bırakmak istiyorlar.
"Ben Kur'an'dan
başka referans kabul etmem" diyen bu insanlar, aslında Kur'an-ı devre dışı
bırakmak istiyorlar. Niye? Çünkü Kur'an-ı Kerim'de bir çok ayet'de Allah (c.c.)
sevgili peygamberimizin hayatını bize nakletmektedir. Bedir Harbi, Uhud harbi
uzunca bir şekilde Kur'an-ı Kerim'de yer almaktadır. Hendek Harbi, Hudeybiye
Musalahası, Mekke'nin fethi Kur'an-ı Kerim'de anlatılmaktadır.
Sevgili
peygamberimizin ailesi ile olan münasebetleri de Kur'an-ı Kerim'de
anlatılmaktadır. Bütün bunların anlatılmasmdaki gaye nedir? O peygamberin
hayatı bizim örneğimiz olacak da ondan.
"Katiyyetle sizin
örneğiniz Allah'ın Rasülü'dür" buyruluyor. Allah'ın Rasülü bize nasıl
örnek olacak? Eğer yalnız Kuran'a tabi olmamız istenmiş olsaydı, sizin
örneğiniz Kur'an denilirdi.
Teşbihte hata olmazsa,
Kur'an ayetlerini şöyle düşünelim. 6 bin küsur ayet-i kerime, 6 bin küsur renkte iplik gibidirler.
Yahut 6 bin küsur rahmet damlası gibidir. O rahmet damlaları yeryüzüne damlar
ve oradan menekşeler, laleler, karanfiller, güller, çıkar.
İşte o zaman biz de
rahmet damlalarının eserini görürüz. Ayet-i Kerimeler rabbim tarafından nazil
oluyor ama bunlar lafızdır, kelimedir. Bu kelimelerden bir hayat kumaşı
dokunmalıdır ki, kıyamete kadar gelen insanlara bu örnek olsun.
İşte sevgili
Peygamberimizin hayatı Kur'an'a göre şekilleniyor. Bunu da Rabbim ifade ediyor.
"Şüphesiz sen çok büyük bir ahlak üzeresin" Ahlak nereden belli
olur?" (Kalem 4) "Şu insan çok ahlaklı" dediğinizde neyi
kastediyorsunuz? Jestleri, mimikleri, sevinmesi, üzülmesi v.b., kısaca sözleri
ve davranışları kurallara uygun olursa, dışta da biz onu görürsek biz ona
ahlaklı diyebiliriz.
Sevgili
Peygamberimizin sözleri, davranışları ve onaylamaları O'nun ahlakım ortaya
koyar ki, bu üç yönde görünen ahlakı da, Rabbimiz tarafından onaylanmış bir
Peygamberdir.
İşte o peygamberin
hayat kumaşı Kur'an ayetlerine göre dokunmuş, sözden fiile geçirilmiş ve bize
de rabbim tarafından "İşte örneğiniz" deniliyor.
Aile hayatınızdan,
komşuluk ilişkilerinizden, mahkemedeki davranışınızdan, mesciddeki
hareketinizden, sokaktaki gezişinizden, işleri yönetişinizden, top yekûn
insanlığa bakışınıza, gösterdiğiniz nezaket kurallarına kadar, bütün bunlarda
önderimiz ve örneğimizin, sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed olduğunu Allah
(c.c.) bize emrediyor.
Kur'an'ı referans
kabul edenler, Kur'an'ın bütün ayetlerine iman etsinler. Kur'an'm bir kısmına
inanır, bir kısmına inanmayız diyen kafirlerden kendilerini ayırt etsinler.
Eğer Allah'ı ve ahiret gününü umuyorlarsa, Ahirette Allah'ın rızasını kazanmak
ve cenneti elde etmek için gayret gösteriyorlar ve Allah'ı da çok
zikrediyorlarsa, bilsinlerki Allah'ın zikri olan Kur'an-i Kerim; "Allah'ın
Rasülü'ne uymayı" bize emretmektedir. (Bu konuda "Sünnet savunması
ve Hadis usûlü" isimli eserime hakiniz.)[19]
22-
Mü'minler düşman birliklerini gördüklerinde "işte Allah ve Rasülü'nün
va'dettiği budur. Allah ve Rasülü doğru söyler" dediler. Bu onların ancak
iman ve teslimiyetini artırdı.
Daha önce bir ayet
geçmişti. "Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başanıza gelmeden
cennete girivereceğinizimi zannediyorsunuz." O mü'minlerin başına her
musibet gelmiştir. Onlar sarsıldılar da peygamber ve O'na iman edenler;
"Allah'ın yardımı nerede?" diye feryad ediyorlardı.
"Dikkat edin,
uyanık olun Allah'ın yardımı yakındır."[20] ayetlerini
biliyorlardı. Allah Rasülü'nün harbde de galip geleceğini, ahzab harbine
gitmeden Önce Allah Rasülü mü'minlere bildirmişti. Bu bir hal meselesidir.
Allah (c.c) Kur'an-ı
Kerim de şehitleri anlatırken; "Onları daha önce tarif ettiği cennetine
koyar" Veya "Onları kokusunu koklattığı cennetine koyar"[21]
Sahabeden birisi Uhud harbinde; "Ben cennetin kokusunu alıyorum" dedi
ve ondan sonra düşmanın üzerine yürüdü ve şehid oldu.[22]
Cennetin kokusunu
almış bir insanın önünde durabilecek bir ordu yoktur yeryüzünde.
Ahzap harbine
katılanlar da; "işte Allah ve Rasülü'nün va'dettiği" diyerek şehit
olmak için yürümüşlerdir.[23]
23-
Mü'minlerden öyle er kişiler vardır ki, Alah'a verdikleri sözü yerine
getirdiler. Onlardan bir kısmı adağını yerine getirdi, (canını verdi) kimi de
(Allah için canını vermeyi) beklemektedir. Sözlerini hiç değiştirmediler.
24- Çünkü
Allah doğrulan, doğrulukları sebebiyle mükafatlandıracak, münafıklara dilerse
azap edecek veya onların tevbelerini kabul edecek. Şüphesiz Allah
bağışlayandır, merhamet edendir.
"Hazır ol cenge,
eğer istiyorsan sulhu salah" demiş atalarımız. Yani eğer gerçekten
yeryüzünde barış istiyorsan, cenge hazır duracaksın. Çünkü pislikler güneşin
ışığından uzak kalacak olurlarsa çoğalırlar. Ama güneş mikroplan kırıcı
etkisini gösterecek olursa, onlar gizlenirler.
Mü'min; yeryüzünde barışı
isteyen insandır. "İslam" kelimesi de, "Silm" kökünden
türemiştir ve yeryüzüne barışı yaymak üzere topyekün insanların, insana ibadeti
değil, Allah'a ibadet ve itaatini sağlayarak, şahsiyetini onlara kazandırarak,
birilerinin himayesinde, onların artığıyla -kuyruk sallamak suretiyle-
geçinmekten insanı kurtarmak, insanları kendine kul ve köle yapan ve onları
belirli paralarla çalıştıran, onları bazen silah tetikçisi, bazen kalem
tetikçisi olarak kullanan insanlara karşı, verilen mücadelenin adıdır İslam.
Mü'minler de işte öyle er kişilerdir.
Rabbim, yeryüzündeki
şer güçlere, fitne ve fesadın yayılmasını isteyenlere karşı; "biz bu
dünyada kötülüklere karşı mücadele etmek üzere çıkarılmış vasat bir ümmetiz,
adil bir ümmetiz, orta bir ümmetiz. İyilikleri emrederiz, kötülüklerden
insanları ahkoyanz. Bu yolda malımızı ve canımızı vermeye de hazırız"
diyerek bekleyen insanlar vardır diyor.
Bunlar hiç bir zamanda
bu düşüncelerini, imanlarını ve amellerini hiçbir şekilde değiştirmezler.
Allah (c.c.) bunları
niye bize haber veriyor? Çünkü Allah(c.c) sadıkları, doğrulukları nedeniyle
mükafatlandırmak istiyor.
Bu mücadelenin
neticesinde, sadıklara cenneti, fasıklara ve kafirlere de cehennemi va'd
etmiştir. Allah (c.c.) Tevbe edenlerin tevbesini kabul etmek için bunları bize
anlatmaktadır. Çünkü Allah azab etmek istemez.
Rabbim bir Hadis-i
Kudsi de; "Rahmetim Gazabımı geçti" diyor.[24]
Rahmeti kainatı kuşatmıştır. Ayet-i kerimelerde ifade edilen budur.[25]
Allah gafurdur, Rahimdir. Yani Allah (c.c) günahları örtüyor.
Eğer yaptığımız
günahlar alnımızda görünüverseydi, halimiz nice olurdu bizim?
Bu dünyadan hiç
günahını söylemeden gidenler var. Rabbim onları açığa çıkarmıyor. Eğer tevbe
edecek olursa, mahşer yerinde de çıkarmayacaktır. Orada da gizleyecektir.
Günahınız ne kadar büyük olursa olsun, yeterki rabbimize tevbe edelim.
Yeryüzündeki bütün insanların günahını bir araya getirseniz, Allah onları
affetse, rabbimin rahmetinden eksilen bir şey yoktur.
Denize batan bir
iğneyi çıkardığımızda iğne denizden ne kadar almışsa, günahlarımız
affedildiğinde de rabbimin rahmetinden ancak o kadar eksiltebilir. Yani
eksiltmez manası vardır. Öyleyse günahlarımızın büyüklüğü bizi ümitsizliğe
sevketmesin.[26]
25- Allah
kafirleri hiçbir hayra kavuşturmadan kinleriyle geri döndürdü. Savaşta
müminlere Allah yeter, Allah güçlüdür galiptir.
Mekke'yi kuşatan
düşman birliklerini geriye çevirdi. Kinleri ile beraber çevrildiler. Onları
kinleri sevketmiştir. Sevgili peygamberimize kin duyuyorlardı.
Günümüzde bazı
insanlarımız birilerinin etkisinde kalarak, "biz muhabbet erleriyiz"
diyorlar. Biz şöyle muhabbet erleriyiz; Kafirlerin yan-maması için gayret
gösteren, onların yüreklerine iman girmesini isti-yenleriz biz. Bizim muhabbet
erliğimiz buradan kaynaklanıyor.
Yoksa insanlara şirin
görünmek için, onların gavurluklarına hoşgörü gösterilmez, insana hoşgörü
gösterilir.
Mesela hastaya
hoşgörülü davranıhr ama hastanın hastalığına hoşgörülü davranılmaz. O hastalık
ilaçla tedavi edilmelidir. Hastaya iyi muamele edilir ama kanserine saygı
duyulmaz. Kanser yok edilmelidir.
Kafirin, şahsına insan
olarak saygı duyulur. Ama içindeki kinine, içindeki imansızlığına aids'ten daha
tehlikeli olan küfürüne, gavurluğuna, ataistliğine ve ateistliğine saygı
duyulmaz.
Bulaşıcı hastalık
insana bir süre zarar verebilir veya sonuçda ölebilir, O kadar. İmansızlık ise
sonu gelmez senelerde yanmasına sebeb olur. Hiç birimiz sevgili
peygamberimizden daha sevimli olamayız. Bunu bilelim. "Kinlerinden
parmaklarını ısırdılar" diyor Allah (c.c.)[27]
Rabbim onları
"estirdiği bir rüzgarla döndürdü." Savaş konusunda mü'minlere Allah
yetti. Yani mü'minler harbe girmeden, Allah (c.c.) kafirlerin hakkından geldi,
"o zaman olmuş ama günümüzde acaba olur mu?" diyenler olabilir.
Gönül gözümüzü basiretimizi biraz açacak olursak, günümüzde de olduğunu
görürüz. Samimi, yürekten inanmış bir kaç insanın varlığı Rabbimin rahmetinin
gelmesine sebeb olur.
Dünyada iki
süpergüçten biri sayılan Rusya, Afgan dağlarında yürekten inanmış, bir kaçtane
ak donlu ihtiyarın, çakar almaz tüfekleriyle dağıldı.
Bir avuç yiğit Çeçen
mücahidi karşısında, kızıl ordu inim inim inledi. Şeyh Şamil'in torunu Şamil
kızıl ordu ile alay etti. Hemde bütün dünya televizyonlarının ve gazetelerinin
gözü önünde alay etti. Bütün çevresi tanklarla kuşatıldı ama bütün dünya
müslümanları dua etti; "Ya rabbi gökyüzünden meleklerini gönder de onları
zafere ulaştır." dediler. Rabbim diyor ki; "kişiye hesap etmediği
yerden rızık verir "(Ta/a* 3) Bizim hesaplarımıza göre iş bitmişti ama,
Rabbim bir yerden düşmana açık verdiriyor.
Öyleyse biz kul
olarak, elimizdeki mevcut imkanlarımızla İslam'ın Öğretilmesi ve yayılması için
uğraşacağız. Bunu şahsi çıkarlarımız için de yapmayacağız. Bunu top yekûn
insanlığın saadeti ve selameti ve Rabbin rızasını kazanmak ve cenneti elde
etmek için yapacağız.
Bizim insan
severliğimiz budur. Yeryüzünde en insancıl insanlar müslümanlardır. Çünkü onlar
hiçbir insanın yanmaması için insanların imana gelmesini istemektedirler.
Kafire yaran ilam ayacağını, Tevbe sûresi 57. ayetinde açıklamıştık.[28]
26- Ehli
kitapdan onlara (düşman birliklerine) yardım edenleri kalelerinden indirdi.
Onların kalblerine korku saldı da, onlardan bir kısmını öldürürsünüz, bir kısmını
esir edersiniz.
27- Onların
yerlerini, yurtlarını, mallarını ve ayak dahi basmadığınız nice yerleri de
size miras bıraktı. Allah herşeye kadirdir.
Bu ayet-i kerime,
"Ben-i Kurayza" Yahudileri ile ilgili haberlere dikkat çekiyor.
Efendimiz Medine'ye vardığında çevredeki Yahudilerle de anlaşmalar imzalamış.
Müslümanlara bir saldırı olursa Yahudiler yardım edecek, Yahudilere bir
saldırı olursa müslümanlar yardım edecekler. Bir kaç madde halinde bu anlaşma
yazılmış ve onaylanmıştır.
Fakat savaş başlarken
çevredeki bütün müşrikler Medine'yi kuşatınca, Beni Kurayza Yahudileri
anlaşmayı bozup müşriklerle beraber oluyorlar. Müşrikler öntaraftan, Yahudiler
de arkadan Medine'ye saldırmaya karar veriyorlar.
Allah (cc) Yahudilerin
kalplerine bir korku salıyor. Mü'minlerde onların yurdlarını savaşmadan ele
geçirirler. Bu da Rabbimin bir yardımıdır.
Bu gün dünya siyasetini
yönlendirmeye çalışan imansızların da yüreğine bu korku girmiştir. İngiltere
de bir araştırmacı, İngiliz parlementosuna "müslümanlar geliyor" diye
bir rapor vermiştir.
"Allah size, şu anda
ayak dahi basmadığınız yerleri de va'd etti." ifadesi de bir müjdedir.
Sevgili Peygamberimiz Hendek harbinde bunun işaretlerini vermiştir.
"Yemen'in Şam'ın, doğunun ve batının size açıldığını görüyorum" diyor.
Efendimiz;"Yeryüzü
hana dürüldü." diyor. Yani yer yüzünün doğusunu ve batısını gördüğünü,
orada islam ordularının var olduğunu, peygamberimize gösterildiği,
belirtiliyor hadis-i şeriflerde. Buradaki ifade genel bir ifadedir. "Şu
anda ayak basmadığınız yerlere de, Allah sizi varis kılacak" diyor
ashaba, ashabın şahsında bize de söylemiş oluyor.
Yani topyekün dünya
üzerinde İsam'ın hüküm sürdüğü günlerin geleceği rabbim tarafından
bildiriliyor. Ne zaman?, onu biz bilemeyiz.[29]
28- Ey
Peygamber, hanımlarına söyle; "eğer siz dünya hayatını ve süsünü
istiyorsanız, geliniz size mihrinizi vereyim ve sizi iyilikle bırakayım."
Allah'a hamd olsunki
evimizden, dükkanımızdan, dairemizden, caddemizden kışlamızdan,
üniversitemizden televizyon ve radyolarımızdan kulaklarımıza hoş olan veya hoş
olmayan sözler girerken; bu arada Allah (c.c.)'ın kelamı da gözlerimizden,
kulaklarımızdan gönüllerimize doğru akıp durmaktadır.
Nasıl ciğerlerimizden
hücrelerimize kadar hepsinin havaya ihtiyacı vardır, suya ihtayacı vardır,
yiyecek ve giyecek maddelerine ihtiyacı vardır aynen ruhumuzun da, kanımızmda,
canımızında, kalbimizinde, kahbımızmda Kur'an'a ihtiyacı vardır. Bazen
gıdasızlıktan hastalanan hastanın gıdalı maddeleri görünce; yüzünü çevirmesi,
içinin kaynaması, nefret etmesi gibi bazı insanlarımız Kur1 an gıdasından
öylesine mahrum kalmış, öylesine unutmuş ki, Kur'an'a karşı yüz çevirmekte, onu
görünce tiksinti duyar hale gelivermektedir. Bu tür insanlara, biz şefkatle,
merhametle, hassas bir doktorun hastasına yaklaşması gibi yaklaşmalıyız.
Bu ve bundan sonraki
ayet-i kerimelerde sevgili peygamberimizin özel hayatını bize anlatmaktadır. Bu
sûre Medine'de nazil olmuştur. Medine'ye varan sevgili peygamberimiz orada
devletini kurduktan sonra, çevredeki dost ve düşmanlarla münasebetlerini, İslam
Hukuku çerçevesinde düzenliyor.
Daha sonra bir
rahatlama meydana gelmiştir. Mekke'deki sıkıntılar gitmiş, Medine'de mü'minler
rahat bir nefes almışlardır. İşte böyle bir dönemde sevgili peygamberimizin
hanımları ki, onlar bizim anneleri-mizdir. Diğer insanlar gibi -biraz da
peygamber eşi olmayı hesaba katarak- evin içerisinde yedikleri, içtikleri,
giydikleri kullandıkları malzemelerin değişmesini ve ortama uygun bir şekilde
olmasını arzu etmişler. Peygamber efendimize(s.a.v.)'de bunu bildirmişlerdir.
Bu olay üzerine bu
ayetler nazil oluyor. Bu her ne kadar Sevgili peygamberimizin özel hayatı ise
de, onun özel hayatı hakkındaki bilgiler, bizleri de ilgilendiren emirler,
tavsiyeler, yasaklar, nasihatlar yerine geçer.
Özellikle efendimizin
hayatına aittir, mü'minlerin hayatı ile ilgili değildir derse, o tür ayetler,
emir ve yasaklar efendimizin hayatı ile ilgilidir.
Öyle bir ifade yoksa,
efendimizin hayatı ile ilgili bilgiler, bizim de ne yapmamız gerektiği
konusunda, bize tavsiyeler veya emirlerdir.
Efendimiz (S.A.V) bu
duruma biraz üzülüyor. Yani eşlerinin kendisinden daha fazla lüks bir hayat
istemelerine üzülmüş. Şunun için üzülüyor. Peygamber Efendimiz; yepyeni bir
toplum meydana getiriyordu. Daha önce Mekke'deyken Mekke parlementosunun üyesi
olan yeraltı dünyasının babası olan insanlar da İslam'a girmişlerdi. Onlar o
babalığın ve parlementerliğin getirmiş olduğu dünyevi imkanları terkeden
insanlar. Mekke'de zengin iken, Medine'de bir anda fakir oluveren insanlar var,
Sevgili peygamberimizin
etrafında yıllarca köle olarak alınıp satılan insanlar var, onlar
hürriyetlerine kavuşturulmuş. Peygamberimizle beraber aynı koltuklara
oturabilen, aynı sofrada yemek yiyebilen toplumun en saygı değer insanları
arasına gelmiş Bilal'ı Habeşi, Ammar b. Yasir, Süheyb-i Rumi gibi insanlar yar.
Sevgili peygamberimiz eline bir şey geçtiğinde, o can dostlarıyla paylaşıyor.
Topluma hergün grublar
halinde katılanlar var, müslüman olanlar var. Bunların içerisinde durumu iyi
olanlar var, durumu iyi olmayanlar var. Peygamber efendimiz kendi evinin
geçimini kendi temin ediyor. Kendi ihtiyacını karşılamakla birlikte
birtaraftanda dağıtıyor. O insanların hem dünyevi, hem uhrevi ihtiyaçları ile
doğrudan ilgileniyor. Yani hem mideleri ile ilgileniyor, hem de gönülleriyle
ilgileniyor.
Öyleyse biz de 2000
lere, doğru giderken bu dünya insanına ikisini de temin etmek için yürümemiz
gerekiyor.
Sevgili
Peygamberimize, eşlerinden; "kazanılanların evde harcanması ve dışarıya
yapılan yardımların biraz durdurulması" ile ilgili teklif gelir. Bu konuda
Buharı de bir hadis-i şerif vardır. Hz. Aişe rivayet ediyor. "Bir zamanlar
benim bir elbisem vardı. Düğün yapan kızlar gelinlik olarak o elbiseyi
giyerlerdi. Medine'ye gelip belirli bir zaman geçtikten sonra refah seviyesi
epeyce yükseldi. Benim elbisemi isteyen yok. Herkes gelinlik elbiseler kadar
güzel elbiseler giymeye başladı" buyuruyor.
İşte bu refah
seviyesinin yükselişinde Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Şevde validelerimiz
peygamberimizden(s.a.v.); kendilerinin de evlerinin, eşyalarının değişimi
konusunda istekte bulunuyorlar. Sevgili peygamberimiz buna üzülüyor. Fakat
üzüntüsünü çevreye duyurmuyor. Fakat Hz. Ebubekir, Hz. Ömer bunu hissediyorlar
ve sevgili peygamberimize durumu öğrenmek üzere geliyorlar. Karşılıklı konuşuyorlar.
Hz. Ömer, peygamber efendimizi o üzüntülü gününde epeyce güldürdüğünü nakleder
hadis-i şerifler. Bazı şeyler söyleyerek peygamber efendimizi neşelendiriyor.
Bu olay üzerine ayet-i kerime nazil oluyor.
"Ey Peygamber!
Hanımlarına söyle; eğer siz dünya hayatını istiyorsanız, bu dünyanın süsünü
istiyorsanız, geliniz size bazı dünyevi imkanlar vereyim ve sizinle iyilikle
ayrılayım. Sizi serbest bırakayım."
buyruluyor.
İfadelere dikkat
edelim, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), eşlerine bir teklifte bulunuyor.
Günümüzde bazı ailelerin başında da aynı olay mevcuttur. Hoca olmamız itibariyle ailevi durumlarını
anlatanlar var.
"Hocam boşayayırn
mı?" diyorlar. "Hayır"
diyorum katiyyetle boşanmiyacaksmız. "Ne yapalım?" Bunu tatlıya
bağlıyacaksınız.
Sevgili peygamberimiz;
isteklerinin olmayacağını ifade ediyor. O bir yöneticidir. O'nun giydiği,
yediği herkesin gözünün önünde cereyan etmektedir. O, binlerce insanın
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan bir insan olarak, onların midelerine de
asgari olan bazı şeyleri yerleştirmekle görevlidir. Onların hem kalpleriyle
hem de kalıplarıyla ilgilenmektedir.
Onun için O'nun kendi
yaşantısı insanların imreneceği bir yaşantı olmamalıdır. Mesela Bilal-i Habeşi
evindeki yiyecek ve giyeceğe bakıyor, bir de Peygamber efendimizin evine
bakıyor, bir fark yok. Böyle olunca kendi durumundan memnun oluyor.
Peygamberimiz köleleri
hürriyetlerine kavuşturmuş ve onların durumunu kendisinden biraz daha iyi
yapmış. Eşlerinden de böyle bir fedakarlık istiyor. Hanımlarına "Biz bu
insanların öncüleriyiz" diyor. Ayet-i Kerime onu ifade ediyor zaten.
"Sizin yaptığınız iyiliğin karşılığı iki kat sevaptır. Sizin yaptığınız
kötülüğünün karşılığı da iki kattır" Neden? Bütün gözler peygamber
efendimizde ve O'nun ailesinde de ondan. Kötü maksatla değil, iyi niyetlerle
bakıyorlar.
Örnek alınacak bir
aile! peygamber efendimizin ailesi. Bu sebebie hanımlarının meşru ve hukuki
olan bu istekleri, bazı mahzurlarından dolayı yerine getirilmiyor. Rabbim de
yerine getirilmemesi konusunda peygamberimizi uyarıyor. Onlar kıyamete kadar
gelecek olan bütün insanların örnekleri. Bu isteklerinden dolayı peygamberimiz
onları azarlıyor mu? Hayır! Dövüyor mu? Hayır, Efendimizin nikahı altında
dokuz tane hanımı olduğunu biliyoruz. Dokuz hanımından bir tanesine, bir tek
tokat vurduğu hiç bir hadis kitabında nakledilmemiştir.
Buhari'nin
naklettiğine göre; "Peygamberimiz eşlerinden Hz. Aişe validemizin evinde
kalırken diğer eşi bir tatlı getiriyor. Diğer eşi bir tatlı göndermiş. Tatlıyı
getiren insan, tatlıyı Hz. Aişe validemize takdim edince; Hz. Aişe validemiz
elinin tersiyle bir tokat vuruyor ve tabak yere düşüyor, kınlıyor. Sevgili
Peygamberimiz kalkıyor tabağı birbirine yapıştırıyor, tamir ediyor. Hz. Aişe
validemize de bir şey demiyor.[30]
Dünyada hiçbir şey eşinizin gönül telini kırmaya değmez. Bunu böyle bilelim.
Hanım efendiler içinde aynı şey geçerlidir. Dünya da hiçbir şey eşlerinizin
gönül telini kırmaya değmez.
İlla ki,
ısrarlıysanız, ayet-i kerimenin anlamı bu. Yani dünyevi hayatı yaşamak istiyorsanız
o zaman bir tercihte bulunacaksınız. Rabbim Peygamberimize; "Ben size
dünyevi imkanlar vereceğim, de onlara" diyor "Ama iyilikle ayrılacağız"!!!,
İfadeye dikkat ediniz.
Ben sizi güzellikle
boşayacağım. İsterseniz ayrılabilirsiniz. Ama nasıl ayrılabiliriz. Çok
iyilikler yaparak ayrılacağız.
Sahabeden de
ayrılanlar olmuştur. Yani bizim altın nesil, örnek nesil diye
değerlendirdiğimiz, kabul ettiğimiz, gül devri dediğimiz o devrede de sahabeden
de eşlerinden ayrılanlar olmuştur. İzdivaç olmuştur ama imtizaç olmamış
olabilir. Evlenilir ama insanların mizaçlarının ayrılığı bunların hayatlarını
50 sene zindana çevirmeyi gerektirmez. Ayrılınabilir, ayrılmalarda olmuş.
İman, İslam kardeşliği devam etmiş. Ayrılan eşler ayrıldıktan sonra, kadın
evleneceğinde boşayan kocası maddi yardımda bulunmuş. Hatta birbirlerine
dünürcü olarak gitmişler.[31]
29-
"Eğer siz Allah'ı, Rasülü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, muhakkak
Allah sizden iyilik yapanlara büyük mükafat hazırladı."
Allah'ı isteyen,
Allah'ın rızasını isteyen kişi, Rasülü'nü isteyen, Rasülü'nün muhabbetini
isteyen kişidir.
"Allahümme inni
eselüke hubbeke, ve hubbe ne yuhibbuke ve hubbe amelin yukarribu ila
hubbike" diye bir dua vardır. "Allahım senin sevgini istiyorum,
(senin sevgini isti} Drum"un iki türlü manası vardır. 1-Senin beni sevmeni
istiyorum, 2- Senin sevginin benim gönlüme yerleşmesini istiyorum) Yani Ya
rabbi! en sevgili sen ol, sen kendini bana sevdir. Gönlüm seni sevsin. Sen de
beni sev. Seni sevenin sevgisini bana ver. Seni sevdiren ameli bana sevdir.
Bende O amel sevgisi olsun, demektir.[32]
Allah'ı ve Rasülünü
seversek, Allah ve Rasülü de bizi sevecek olursa, ahiret yurdu kazanılmış
demektir. Cennette Allah (c.c.) inşallah kendisini sevdiğimizden dolayı,
Rasülü'ne olan bağlılığımız, O'nun peşinden gidişimiz sebebiyle; O'nun yanında
komşu olmayı hepimize na-sib etsin (amin).
"De onlara! Eğer
siz Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin" Yani biz
Allah'ı seviyorsak, Allah'ın emir ve yasaklarına nasıl uyacağımız konusunda örneğimiz
peygamberimiz (s.a.v.)'e uyacağız. O'na uyarsak ahirette onunla beraber
olacağız inşallah.
"(9 gün bütün
insanları önderleri ile beraber çağıracağız" diyor Allah (C.C.)[33] Bu
dünya da kimin peşinde gitmişseniz, ahirette onun yanında olacaksınız. Hud
Suresi 98. ayetinde Rabbim, Firavun ve ona uyanlardan bahsederken;
"Kavminin önüne düşer, onları cehenneme götürür. O ne kötü bir gidiş
yeridir." buyuruyor. Firavun'a uyanlar onunla beraber ateşe doğru
gidiyorlar ve en önde de Firavun var.
Biz Allah (c.c.)'ı
istiyoruz, Rasülünü istiyoruz. Bu ikisini isteme de samimi olursak; Allah
(c.c), ahiret yurdunu da bu mü'minlere bağışlayacağını, büyük mükafatlar
vereceğini va'd ediyor.[34]
30- Ey
Peygamber kadınları, sizden kim, açık bir terbiyesizlik yaparsa ona azap ikiye
katlanır. Bu Allah'a çok kolaydır.
Sizin yaptığınız kötü
bir hareket, ağzınızdan çıkan kötü bir söz ve bir davranışınız; diğer
insanlarınki gibi değildir. Sizin azabınız iki kat olur. Niye iki katı olur?
Siz Piygamber terbiyesinden geçmiş insanlarsınız, O'nun eğitimi ile
eğitildiniz, siz insanların örnek alacağı bir aile hayatı sergiliyorsunuz. Bir
kendi yaptığınızdan dolayı günaha girersiniz, bir de öbürüne örnek
olduğunuzdan dolayı günaha giriverirsiniz.
Sevgili Peygamberimiz
Bizans Kralı Heraklıyus'a yazdığı mektubunda da öyle diyor du; "Müslüman
ol, kurtul. Allah senin mükafatını iki kat verir" (Buharı Bedulvah 6) Yani
Bizans'lı herhangi bir insan müs-lüman olmakla, dünya ve ahiretini kazanır,
büyük sevablâr alır. Ama yönetici durumundakiler müslüman olacak olursa, iki
sevab alır diyor hadis-i şerifinde. Aynı zamanda yönetici kadro günah işlerse,
cezanın
iki katını alır.
Günümüzde biz, bu
ayetten nasıl Örnek alacağız? İnsanların önünde yönetici durumunda olan
insanlar, Yani Kaymakamlar, valiler, Başbakanlar, Reisi Cumhurlar, Üniversite
Rektörleri, Dekanları v.b. Onların eşleri ve çocukları milletin gözünün
önündedirler. Onların iyi halleri iyi olarak, kötü halleri kötü olarak, aşağıya
yansır. İnsanlar ayna gibi onlarda olanları yansıtmaya başlarlar. İyi
elbiselerle aynanın karşısına çıkarsanız, kendinizi iyi görürsünüz. Kötü
elbiselerle çıkarsanız kötü elbiselerinizi görürsünüz. Gülümserseniz gülümser
görünürsünüz, kaş çatarak çıkarsanız kaşı çatık çıkarsınız.
Sevgili Peygamberimiz
de; "Mü'min, müminin aynasıdır" buyurmuş.[35] Onun
İçin İnsanların, bütün söz ve davranışlarını kontrol etmeleri gerekir.
Kontrol ederken de
kriterleri, ölçüleri Kur'an olacaktır. Zira Allah-u Teala Hud suresinde,
"Festekim Kema Ümirte" "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol"
buyuruyor.
Günümüzde
ahlaksızlığın herçeşidini yapan bir erkek veya kadın, televizyonda kendisinin
çok haklı olduğunu ifade ediyor, Çağın gerisinde kaldıklarını ifade ediyor.
Doğruyu ve doğruluğu kendisinde topluyor. Sizde onun karşısına çıkıp bir doğru
ileri sürerseniz hanginizin ki doğrudur?, doğruluğu ölçen nedir?
Bizim ölçümüz, bizi
yaratan Allah'ın emir ve yasaklarıdır. O'nun doğru dedikleri kesin doğrulardır.
O'nun yanlış, haram ve yasak dedikleri de kesin yanlışlardır.
Öncü durumunda olan
insanlarımız, onların eşleri ve çocukları çok dikkatli olacaklardır.[36]
31- Sizden
kim Allah'a ve Rasülü'ne itaat eder, salih amel işlerse ona mükafatım iki kat
veririz, ona güzel bir rızik hazırladık.
Ameli salih,
bir insanın dışa yansıyan bütün
amelleri Kur'an'a uyarsa, buna amel-i salih denir. Eğer sizden iyi
ameller ortaya çıkarsa mükafatınız iki kattır. Nimetle, külfet dengesidir bu.
Sevgili
Peygamberimizin eşi olma nimetini elde ettiler. Bu büyük bir nimettir.
Yeryüzünde hiçbir insana nasip olmayan bir nimete sahib oldular.
Bunun nimeti,
yaptıkları iyiliklerin iki kat sevabının olmasıdır. Külfeti ise, kötü
hareketlerinin iki kat günahının olmasıdır.
Günümüzde insanların
önünde olanlarımız davranışlarına dikkat edecekler ve en güzel bir şekilde
olmasına dikkat edeceklerdir. Onlar için çok güzel nimetler hazırladık diyor
Rabbim.[37]
32- Ey
Peygamber kadınları, siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiziniz. Eğer
sakınırsanız sözü yumşak (eda'lı) bir şekilde söylemeyin. Yoksa kalbinde
hastalık olan tama1 ederler. Güzel söz söyleyin.
Ey Peygamber
Hanımları! Siz diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Dikkatli
olmanız gerekiyor. Çünkü siz Peygamberimizin hayatının yarısını, yani gece
hayatını da görerek yaşayan insanlarsınız. (Mesela Hz. Aişe validemiz ikibinin
üzerinde hadis rivayet etmiştir.)
Eğer Allah'tan sakınıyorsanız, konuşmalarınıza dikkat ediniz. Konuşurken
kırıtarak konuşmayınız.
Burada şu akla
gelmesin. Onlar böyle konuşuyorlarmış da, bu sebeble uyanlıyorlar, anlamında
değil. Onlar dikkat ediyorlar. Ama rabbim yine de uyarıyor.
"Kalblerinde
hastalık olan insanlara, ümit verici konuşmalar yapmayınız." İfadeler ne
kadar güzel.
Ümit veren konuşma, ne
demek? Kelimelerde bir ümit verici bir şey yok. Kelimelerin ifade edilişinde
vardır. Gazete de okumuştum İngilterede bir şirket sekreterini görevden
uzaklaştırmış. Kadın da mahkemeye vermiş, tekrar görevine dönmek istiyor.
Mahkeme, bilir kişiye
havale ediyor. Şirketten çıkartan insanlar diyorlar ki; "ses tonu
telefonun ucundaki müşterilerimizi gıcıklıyor." Bilir kişi görevden alman
hanımı telefondan dinliyor ve gerçekten uzaklaştırılmasına karar veriyor.
Konuşulan kelimelerde bir sakınca yok ama kelimelerin ifade edilişinde bir
sakınca var. Rabbim buna dikkatimizi çekiyor.
Güzel sözler söyleyiniz.
Maruf sözler söyleyiniz Maruf iki türlü anlaşılır.
1-Toplumun
müştereken kabul ettiği tavırlar ve sözler söyleyiniz.
2- Allah'ın
tasvib ettiği; söylenmesini isteği ve söylenmesini istemediği şeylere dikkat
ederek konuşmaktır.[38]
33- Saygın
bir şekilde evlerinizde oturun. İlk dönem cahiliye açılıp saçılması gibi,
açılıp saçılmayın. Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasülü'ne
itaat edin. Ey ehli beyt, ancak Allah sizden pisliği gidermek ve sizi tertemiz
yapmak istiyor.
"Evlerinizde
izzetiniz, iffetiniz ve vakarınızla oturunuz" Bazıları burayı yanlış
anlıyor. Diyorlar ki; bak burada evde oturmak emrediliyor, dışarı çıkmak
yasakmış" Öyle bir şey yok. Hz. Aişe validemiz ve diğer hanımları
Peygamberimizle Uhud'a gitmişlerdir, Bedir'e gitmişlerdir, Mekke'ye
gitmişlerdir.
Peygamber efendimiz
hanımıyla yatsıdan sonra caminin kapısında konuşurken, iki sahabe yanlarından
süratle geçmiş, peygamberimiz onları durdurmuş ve "hak hu benim eşim
Safiyye" demiş. Sahabe aklına böyle bir şey gelmediğini belirterek özür
beyan eder;"Suhhanaîlah Ya rasulallah" diyor.[39]
Sevgili peygamberimiz
bunu niye yapıyor? Sahabe hiç kötülük düşünmez ama ya düşünürlerse!? vede kıyamete kadar
gelecek olanları da uyarmak için, bu hareketi yapıyor. Karşıdaki insana suizan
besletmemek bizimde görevimizdir.
Burada yasaklanan;
dışarıda gezilirken ilk dönem cahiliye kadınları gibi dolaşmaktır. Bütün
allıklarını pulluklarını sürdükten sonra, erkeklerin iştahını çekecek
yerlerini de açtıktan sonra çarşılarda dolaşanlar var. Böyle dolaşmamaları
gerektiğini Allah (c.c.) ifade ediyor. Evlerinizde izzetlerinizle ve
iffetlerinizle oturunuz. Namazlarınızı dosdoğru kılınız, zekatlarınızı
veriniz, Allah'a ve Rasülü'ne itaat ediniz. Bunları niye emreder Allah (c.c.)?
Sizden kötülüğün, pisliğin uzaklaşması ve size bulaşmaması için.
Ehl-i Beyt-i tertemiz
yapmak için, Peygamber efendimizin hanımlarından evlerde fazla kalınması
isteniyor. Onun sebebide açıklanıyor.[40]
34-
Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti (sünneti) hatırlayın. Şüphesiz
Allah herşeye nüfuz eden, herşeyden haberdar
olandır.
Sizin evinizde okunan
ayetleri hatırlayınız. Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayınız. Yani, siz
vahyin geldiği evde yaşıyorsunuz. O vahyin nasıl yaşandığını peygamberden
görüyorsunuz. Hikmet burada. İslam, peygamber efendimizin bütün sözleri,
davranışları, onayladıklarıdır. Bunları siz gözünüzle görüyorsunuz. Bunları
hatırlayınız. Yani sevgili peygamberimiz kendisine nazil olan ayetleri çeşitli
vesilelerle insanlara duyuruyor. Eğitim merkezi olarak mescid birinci
derecede, çarşılar, dükkanlar, işyerleri, dağlar, tepeler kullanılıyor.
Kur'an'ın üslubuna
baktığımızda dünya bir medresedir.
Eğitim salonu yalnız
okullar değildir. Oralarda eğitim salonudur ama yeryüzü bir eğitim salonudur.
Buralarda eğitim devam ederken, peygamber efendimizin ömrünün yansıda evde
geçiyor. Evde peygamber efendimizin hanımları nazil olan ayetleri, ve o
ayetlerin paygamber efendimiz tarafından yapılan hem sözlü, hem de davanış
yorumlamalarının da kıyamete kadar gelecek insanlara nakledilmesi gerekiyor.
İşte bu nakletme
görevi de o annelerimize düşüyor. Bu sebeble Allah (c.c.) onları uyarıyor.
Evleri onların eğitim merkezi olmuş oluyor. Öğretmenleri de sevgili
peygamberimizdir. Ders kitapları Kur'an-ı Kerimdir ve efendimizin hayatıdır.
Bütün bunların
nakledilmesi gerektiğinden rabbim bunu emrediyor. O annelerimiz de gerekeni
yapmışlar. Allah o annelerimizle bizi, cennetinde buluştursun inşallah. Allah
herşeye nüfuz edendir, Allah herşeyden haberdardır.[41]
35- Müslüman
erkekler ve mûslüman kadınlar, Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, itaat eden
erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden
erkekler ve sabreden kadınlar, (Allah'dan) korkan erkekler ve (Allah'dan)
korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan
erkekler ve oruç tutan kadınlar, namuslarını koruyan erkekler ve namuslarını
koruyan kadınlar. Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar, Allah
onlar için büyük mükafat hazırlamıştır.
Dürüst erkekler ve
dürüst kadınlarla birlikte hareket edeceğiz. Dünyevi hayatımızda, maddi
hayatımızı birlikte yürüttüğümüz gibi, dini hayatımızı da beraber yürüteceğiz.
Müslüman erkekle,
müslüman kadınlar el ele verecekler, gönül gönüle verecekler, dünyalarını güzel
eyleyecekler, ahiretlerini de güzel eyleyecekler. Cennette beraber olmak için
birbirlerine yardım edecekler.
Başlarına gelebilecek
herşeye de birlikte sabredecekler.
Allah'ı çok zikretme
konusunda erkek hanımına, hanım erkeğine yardımcı olacak.
İhtiyaç sahiplerine
birlikte yardım edecekler.
Orucu tutma konusunda
birbirlerine yardımcı olacaklar.Allah'ın kitabım anlama konusunda, birbirlerine
yardımcı olacaklar.Allah'ın yurdunda, Allah'ın verdiği ayaklarla yürürken,
Allah'ın verdiği dillerle konuşurken, gözlerle bakarken, bu verdiği nimetleri
kullanırken, kötü yerlerde kullanmamaya dikkat edecekler.
Namuslarım korumada
bir ürpertinin içerisinde olacaklar. İşte bu mümin kadın ve erkeğe de
Allah(cc); bildikleri veya bilmedikleri mükafaatlar hazırladığını müjdeliyor.[42]
36- Bir iş
hakkında Allah ve Rasülü hükmetdiği zaman, hiçbir mü'nıin erkek ve mü'min
kadına, işlerinde istediklerini yapma hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Rasülü'ne
isyan ederse, apaç,k bir sapıklığa sapmış olur.
37- Hani sen
Allah'ın nimet verdiği, senin de nimet verdiğin kişiye (Zeyd b. Harise)
"Hanımını yanında tut (boşama) Allah'dan kork" diyordun ve Allah'ın
açığa vuracağını içinde gizliyordun ve insanlardan korkuyordun. Korkmaya layık
olan Allah'dir. Zeyd (b. Harise) Ondan (Zeyneb binti Cahş'dan) boşanınca, biz
onu (Zeyneb'i) sana nikahladık ki, evlatlıkları eşlerini boşadiğında (onlarla
evlenme konusunda) mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri yerine gelir.
38- Allah'ın
Peygambere farz kıldığı şeylerde ona hiçbir güçlük yoktur. Daha önce geçenlerde
de Allah'ın yasası böyledir. Allah'ın emri belirlenmiş bir işdir.
39- Onlar
Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler. Allah'dan korkarlar. Allah'dan başka
hiçbir kimseden korkmazlar. Hesab görücü olarak Allah yeter.
Bu ayetlerde
Allah(c.c), sevgili Peygamberimizle Hz. Zeyneb validemizin evliliğine
dikkatimizi çekiyor. Zeyneb validemiz Peygamberimizin halasının kızı, Kocası
da; Hz. Zeyd, Peygamberimizin eğitiminden geçmiş ve O'nun yanında yetişmiş bir
insan. İlk hanımı vefat etmiş. O zenci bir hanımmış. Onunla çok mutlu bir
hayatı varmış. Ondan Üsame dünyaya gelmiş. Üsame(r.a.) sevgili Peygamberimizin
Genel kurmay başkanı olmuştur.
Dikkat edin!!, Üsame
bir kölenin çocuğuydu. Peygamberimiz babasını hürriyetine kavuşturmuştu.
Kölenin çocuğu sevgili Peygamberimizin genel kurmay başkanı oldu.
Amerika'da zenci
insanlar, hâlâ belirli yerlere getirtilmezler. Beyaz saraydan içeri giremezler
hala.
Zeyd. (r.a.)
Peygamberimizin halasının kızı Zeyneb validemizle evlendi. Geçim olmadı.
Huzursuz bir hayat sürdüler. İkisi de Peygamberimize gelip şikayette
bulunuyorlar. Peygamberimiz buna çok hayret etmiş ve "Ey kalpleri evirip
çeviren Allah'ım" demiş Yani Zeyd zenci kadınla çok mutlu idi ama
Peygamberimizin halasının kızı Zeyneb validemizle mutsuz oldu. Birbirlerini
sevemediler ve ayrıldılar. Ayrıldıktan sonra da Peygamberimiz (s.a.v.) Zeyneb
validemizle evlendi.
Medine'de bir dedikodu
aldı yürüdü. Evlatlığının hanımiyla evlendi diye. Bunun üzerine nazil olan,
ayet kıyamete kadar gelecek insanlara da bir hükmü bildirmiş oluyor Peygamber
sizden herhangi birinizin babası değildir. Yani evlatlıkların, o ailenin
evladı olmadığını, yabancı bir insan olduğunu ama beslenip büyütülebileceğini,
fakat mirasta ve nikahta yakınlık meydana getirmiyeceğini, ifade ediyor.
O güne kadar ki
Mekke'de ve Medine'de hüküm süren örfe göre evlatlık, o ailenin evladı olur,,
onunla ve onun çocukları ile evlenilemezdi. Rabbim bu hükmü de böylelikle
kaldırmış oldu. Yani Sevgili peygamberimizin hayatının her yönü bize ve
kıyamete kadar gelecek olan insanlara örnek olma önemini taşımaktadır.
Hayatımızı O'nun
hayatına uyduralım Altıbin küsur ayetlerle hayat kumaşımızı dokurken, renk ve
desenlerini peygamberimizin hayatına göre ayarlarsak yarın mahşerde O'nunla
beraber haşrolanlarla, O'nun sancağı altında cennete yürüyenler arasına
gireriz.[43]
40-
Muhamnıed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Ancak Allah'ın
Rasülü, Peygamberlerin sonuncusudur. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir.
BıTayette Allah (c.c.)
sevgili Peygamberimizin; bizlerden herhangi birinin babası olmadığını, ancak
Allah'ın Rasülü olduğunu ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu bildirmektedir.
O bir Rasül'dür. Bunu
vurgulamanın anlamı şudur. Eğer Efendimiz (s.a.v.) o Zeyd'in boşadığı Zeyneb'le
evleniyorsa, bu da Allah'ın kontrolünde oluyor demektir.
Bu ayet-i kerime
kıyamete kadar gelecek sahte peygamberlerin Önünü kesiyor. Aynı zamanda
Peygamber mührüdür. Mühür nereye vurulur? Bir
yazının, bir dilekçenin, bir raporun en son kelimesinden sonra vurulur.
Sevgili Peygamberimiz de Hz. Adem'den kendi zamanına kadar gelen bütün
peygamberlerin son mührüdür, ve sonuncusudur
Tarih boyunca bir çok
insan; "Ben peygamberim" diye ortaya çıkmıştır. Bundan sonrada
çıkmaya devam edecektir. Bundan dolayı üzülmeyiniz. O şahsa üzülünüz. Yaptığı
yanlışı düzeltmeye çalışınız.
Bütün bu sahte
peygamberlerin ortaya çıkışı mü'minlerin inancının doğruluğunu da ortaya
koymaktadır. Hangi şey revaçta ise o şeyin sahtesi de piyasaya çok sürülür. Bu
günlerde dünyanının her tarafında dolar geçmektedir. Onun için kalpazanlar
doların sahtesini basmaktadırlar. Bu günlerde de dünyanın her tarafında
geçerli olan İslam Dinî'dir. Yükselen
İslan dinidir. Her yerde yükselen islam'dır.
Bahar mevsimi gelince,
ağaçların gövdesinden dalların ucuna doğru sular yükselir ve dalların en yüksek
yerlerinde bembeyaz, kırmızı, ve rengarenk çiçekler, insanlara görünür ya, işte
aynen öyle.
İslam da
Türkiye'sinde, Japonya'sında, Amerika'sında, Afrikasında, İngiltere'sinde,
Avrupa'sında, Rusya'sında kısaca her tarafta, insanların yüreklerinden
ellerinin uçlarına doğru, alınlarından ayaklarına, ayaklarından alınlarına
doğru yükselmekte ve amel çiçekleri de açmaya devam etmektedir.
Bütün kavgalar bunun
neticesidir. Yani bu gün gazeteleri okuyupta, televizyonları izleyipte, radyoları
dinleyipte moralinizi bozmayın. Moralinizi yüksek tutun. Bu batılı ajanlar,
Türkiye içinde kargaşa meydana getirmek isteyenler, müslümanları yok edeceğini
zannedenler yanılıyorlar. Bunların ataları bunları başaramadı. 8 defa haçlı
seferleri düzenlediler başaramadılar. Ataları başaramadı da bunlar mı
başaracakmış?
Bu konuda gönlünüze
kederden , üzüntüden bir nokta dahi düşürmeyin. İşinizi yapmaya devam edin.
Güzel hizmetlerinizi devam ettirin. Bu topraklar üzerinde, Allah'ın emrettiği
şekilde yaşamaya devam ediniz.
Siz Ay gibi doğunuz,
karanlığın çokluğundan hiç endişe etmeyiniz. Siz güneş gibi doğunuz. Binlerce
çiçek sizden ışık almaya, renk almaya hazır vaziyettedir. Zirvelerde olanlar
dahi, sizden ışıklarını ve renklerini alacaklardır. Derelerin derinliklerinde
olanlar dahi sizden İslam'ın rengini, Kur'an'm ifadesiyle
"sıbgatullah"ı yani Kur'an'ın rengini almaya devam edeceklerdir.
Kavgayı bırakınız.
Kavga içerisinde olmayın. Çünkü kavga edecek zamanımız yok. Bu toplumun, bu
insanların hem dünyevi, hem de uh-revi ihtiyaçlarını Kur'an'ın belirlediği
doğrultuda karşılamaya yönelive-riniz.
Allah her şeyi en
güzel şekliyle bilmektedir.
Biz bir sahnede oyun
oynuyoruz. Bütün dünya insanı bir oyunun içerisindedir. Allah (c.c); "Bu
dünya hayatı bir oyun ve oyuncaktır" buyuruyor, Koskocaman dünya sahnesi
üzerinde rollerimizi almışız. Allah'ımıza hamdü senalar olsun ki, mü'min rolünü
aldık. Kafirler de kendi iradeleri ile küfrü tercih ettiler. Bir oyundur devam
ediyor. Rabbim de bizim amellerimizi hep kayda geçiyor. Kameranın kayda geçtiği
gibi melekler, Rabbimin emri üzerine bütün amellerimizi kayda geçiriyorlar.
Öyleyse biz iyi
görüntüler verelim, iyi pozlar verelim, iyi davranışlar şergiliydim. Ağzımızdan
çıkan kelimeler kimseyi rahatsız etmesin. En doğruyu en güzel şekilde ifade
edelim.
Allah (c.c.) sevgili
Peygamberimize; "sana kıssaların en güzelini, en güzel şekilde
anlatacağız" diyor. Rabbimin ifadesindeki güzelliğe bakınız.
Biz en güzel olan
îslam'i ki, bu Rabbimin kelamı olduğu için en güzeldir en güzel şekilde
insanlara duyuracağız. Yani hayatımızda yaşayacağız. Şırıl şırıl akan
kelimelerle, pırıl pırıl parlayan bir yaşantı sergi-liyeceğiz. İnsanlar şu anda
mü'minlerin davranışlarını ve sözlerini takib ediyorlar Niçin? Çünkü yeryüzünde
bütün devletler de yükselen değer İslamdır.[44]
41- Ey iman
edenler, Allah'ı çokça zikrediniz.
42- Sabah
akşam onu teşbih ediniz.
43- O sizi
karanlıklardan aydındığa çıkarmak için size rahmet eder, melekleri de (istiğfar
eder). O Mü'minlere çok merhametlidir.
Allah'ı çok çok
zikredeceksiniz. Bu şu anlamlara gelmektedir.
1- Allah,
Allah, lailahe illallah, estağfirullah subhanellahi velham-dülillahi vela ilahe
illallahu vallahu ekber. Vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.
2-Bazen
karınıza, bir yerden düşmanın büyüklüğünü anlatan bir makale, bir haber
okuyuverirsiniz. "Efendim, Avrupalı güçler müslüman-lara karşı
yönelmişler, Nato'yu İslam'a karşı yöneltiyor!armış, eskiden kırmızı renkler
karşı tatbikat yaparken, şimdi yeşil renge karşı tatbikat yapıyorlarmış.
İslam'a karşı hazırlıklar içerisindelermiş.
Almanya'ya konferansa
gittiğimde , o günkü gazetelerde, Alman askerlerinin müslümanlara karşı
psikolojik yönden hazırlanması için bir konferans verildiğini haber olarak
okumuştum. Bu tür haberleri okuduğumuzda veya duyduğumuzda biz yine Allah'ı
hatırlayacağız.
Düşmanların gücü ne
olursa olsun, Rabbim bize; "Allah'ın izniyle nice az topluluklar çok
topluluklara galip gelmiştir" diyor.[45]
Geçmişten misaller
veriyor. Musa (a.s.) kendini "rabb" kabul eden Firavun'a karşı galib
gelmişti. İbrahim (a.s.) Nemrud'a karşı galib gelmiştir. Sevgili peygamberimiz
o günün Bizansı, İran'ı ve Mekke müşrik devletine karşı galib gelmiştir.
Rabbimizi çokça
zikredeceğiz. Düşman ne kadar çok olursa olsun, Allah (c.c.)'ın daha büyük
olduğunu hatırlayacağız. Daha büyük olanın Allah olduğunu bileceğiz.
"Allah dostları
bu dünyada da, ahirette de korkmazlar. Onlar üzülmezler de" diyor Allah
(c.c.)[46]
Başkalarının yaptıklarına üzülmeyelim. Biz kendi görevimizi yapamadığımıza
üzülelim. O Allah (c.c) size rahmet eder. Melekler size istiğfar eder. Allah
size rahmet ediyor. Niçin rahmet ediyor? sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için. Allah merhametiyle sizi küfrün karanlıklarından imanın aydınlığına
çıkarır.
Meleklerin mü'minler
için istiğfar ettiğine dair ayetler Kur'an-ı Kerim'de birkaç yerde
geçmektedirler.(Mümin 7) Bu bizim için şu anlamda bir delildir. Bir mü'minin,
diğer insanlar için de istiğfarı mümkin-dir. Yakub (A.S)'a geliyorlar ve
"Ey babamız! Ne olur bizim için istiğfar et" diyorlar. Yakub (a.s.)
da "ben sizin için istiğfar edeceğim" diyor ve İstiğfar ediyor.
Biz mü'min
kardeşlerimiz için istiğfar edelim. İmanını yitirmiş insanlarımız için de
Allah'tan hidayet dileyelim. Kimsenin helakine dua etmeyelim. Bed-duaya
dilimizi alıştırmiyahm.
Allah'ın Rasülü Ebu
Cehil ölünceye kadar onun mü'min olması için dua etmişti. İşte merhamet,
mehabbet, sevgi budur. Günümüzde "sevgi" kelimesini yalama yaptılar.
Kafir Cehenneme doğru koşuyor. "Hayranım sana" diyor. Ateşe doğru
koşan adam alkışlanmaz,
Allah mü'minlere karşı
çok merhametlidir. Ahirette azıcık amellerini jçok kabul edecektir. Bir'e 700'e
kadar hatta daha fazlasını da verecekler.[47]
44- Ona
kavuştukları gün esenlik dilekleri "selam"dır. Onlar için çok değerli
mükafat hazırlamıştır.
O gün onlar
"selam"la karşılaşırlar. Birbirlerine karşı iyilik ve esenlik
ifadeleri "selam" kelimesiyle olacaktır. Yasin süresindeki
"selamun kavlen mirrabbirrahim" "Gafur ve Rahim olan Allah
(c.c.)dan bütün cennettekilere "selam" sesi duyulacaktır.
Şöyle düşünün Çok
saygı duyduğunuz, çok sevdiğiniz erişilmez kabul ettiğiniz bir insanı düşünün
ve o insandan size bir selam geldiğini düşünün.
Çölde kavrulmuş
yüreklerinize su serpilmiş gibi olur. Karanlıktan sıkıldığınızda bir aydınlık
açılıvermiş gibi olur. Daraldığınız ve bunaldığınız bir anda en sevdiğiniz
insanın yanınıza gelivermesi gibi olur. Bu dostunuz bir anda yanınıza geliyor
ve "selam" diyor.
Yerleri, gökleri
yaratan, çiçeklerle donatan Allah (c.c) cennette müminlerine "selam"
diyor.
Meleklerde mü'minlere;
"selam sizin üzerinize olsun. Buyurun! Ebediyyen kalmak üzere cennete
giriniz" diyeceklerdir.
Öyle veya böyle
ahirete doğru gidiyoruz. Bu dünya sahnesinde rolünü alan mü'minler, kafirler
ve münafıklar; öyle veya böyle onlarda kabre doğru gidiyorlar. Son perdeyi
kapatmak üzere herkes, her an bir nefes boyu eceline doğru yaklaşıyor.
Zenginler köşklerinde,
fakirler viranelerinde otururken perdelerinin inmesini bekliyorlar.. Kimse
perdelerinin inmesine engel olamıyor. Öyleyse biz tedbirimizi alalım. Bu
dünyadaki rolümüz güzel olsun.
Rolleri Rabbim; mü'min
olarak, kafir olarak, münafık olarak dağıtmış. İrademizi de bize bırakmış.
Diyor ki; mü'minlerin oynayacağı roller şunlardır. Herkesin seçme hakkı
vardır. Buyurun seçin. Ben sizin bu tarafta (Mü'minler safında) olmanızı
istiyorum diyor. Allah (c.c.) Kafirler safında da olabilirsiniz ama gazabımı
çekersiniz. O tarafta olmayınız diye de bizi uyarıyor. Hatta bu rol dağıtımında
peygamberler gönderiyor, peygamberler de bütün insanların mü'min rolünü oynamaları
için bizzat davet ediyor, dellallık yapıyor.
Büyük yerle ticaret
yapalım, büyük tacir olalım.
Büyük yerle ticaret
yapmak. Yani En büyük Allah (c.c.) olduğu için, O'nunla ticaret yapalım. Rabbim
diyor ki;
"Allah
mü'minlerin canlarını ve mallarını alır, karşılığında cennet verir" Bir
alışveriş yapılır. "Mallarını alır karşılığında cennet verir" Yani
siz canınız ve malınızı İslam'ın yoluna şöyle bir hazırladınız mı? Allah (c.c.)
bu dünyada malı çok verebilir ama ahirette kesin cenneti verir. Biz bu yola
hazır olalım. Yunus Emre;
-Canım feda olsun
senin yoluna,
-Adı güzel kendi güzel
Muhammed, diyor.
Ashabın söylediği de
zaten bu idi. "Anam babam sana feda olsun Ya Rasülallah"[48]
45- Ey
Peygamber, biz seni Şahid müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
46- Allah'ın
izni ile Allah'a davetci ve ışık saçan bir lamba olarak (gönderdik)
47- İman
edenlere, AIlaR'dan büyük bir lütuf olduğunu müjdele.
"Ey Peygamber!";
Sevgili peygamberimize, Allah'ın (c.c.) bir hita-besidir. Allah (c.c.)'ın
muhatabı olmak ne güzel!. Biz de muhatablarındanız. "Ya Eyyühellezine
Amenü! ayetleri beni Öylesine etkiler ki; Rabbim bize adeta bağırıyor veya
çağırıyor; "Ey iman edenler!!" Çok sevdiğiniz bir insan tarafından
çağrılmak çok büyük bir nimettir.
Ama bütün
sevdiklerimizi yaratan Allah (c.c.)dır. Denizin derinliklerindeki o mercanları
yaratan Allah, dağların tepesindeki kar çiçeklerini, derelerdeki nar
çiçeklerini yaratan Allah (c.c), bu dünya sahnesinde, bu yıldız dekorlarının
altında bize çağırıyor. "Ey iman edenler!" Hemen koşmamız lazım. İman
edenler arasına girip rabbimin bu nidasının, bu çağrısının bize de olduğunu,
oradan nasibimizi almamız gerektiğini hemen bilmemiz ve koşmamız lazım.
"Ya
Eyyühennebiyyü" ifadesi peygamberimiz için özel bir taltiftir. Milyonlarca
insanın arasından bir tanesi. Bir tane O Özellikle seçilmiş, süzülmüş, tasfiye
edilmiş, insanların arasından filitre edilerek (Mustafa'nın manası bu) alınmış
bir Peygamber. O Peygamber için
Rabbim;
"Biz seni şahit
olarak indirdik. Sen şahitsin."
1-Bir defa
Peygamber efendimiz bütün insanlara şahittir.
2-Bir de
ahirette şahittir.
Yarabbi ben görevimi
yerine getirdim. Ben senin mesajım duyurdum. Veda Hutbesinde Hz. Peygamber
(s.a.v.); "Ben size tebliğimi yaptım mı?" diyor. Bütün sahabe;
"Yaptın Ya Rasülallah" diye cevap veriyorlar. Bu soru ve cevap üç
defa tekrarlanıyor. Bunun sonunda peygamberimiz "Şahid ol Ya rabb, Şahid
ol ya rabb" diyor. Bizim de aynı şeyi, her şeyimizle söylememiz gerekiyor.
Sevgili peygamberimiz,
"Mübeşşir"'dir, yani müjdeleyen insandır. "Nezir'"dir, yani
uyaran insandır.
Mübeşşir'dir derken;
bu dünyada amellerinizin neye dönüşeceği müjdesini veriyor. Amellerimizin, bize
ahirette cenneti kazandıracağı müjdesini de bu dünyada bildiriyor. İslam'ı
yaşarsanız bu dünyanız güzel olur, ahiretiniz de güzel olur diye müjdeliyor.
Günümüzde islam'a pek gönül
vermemiş ama, dünya insanın saadeti ve mutluluğu için, dünyanın her tarafında
söylenen sözlere kulak veren, iyi niyetli insanlar var.
Onlar diyorlar ki;
sizde bir teklif getiriniz, mantıklı teklif getiriniz. Nasıl olacak bu?
diyorlar. Onlar şuna alışıklar. Mesela Gümrükle ilgili 80 bin sayfalık kanun
var. Sizin müslüman olarak İslami usullerle yazılmış 80 bin sayfalık gümrük
mevzuatınız var mı? Ekonomi ile ilgili doyurucu 5 bin sayfalık bir kitabımız
var mı?
Buna cevabımız hemen
"Evef'tir. 1400 sene içerisinde yazılmış fıkıh kitaplarımız var. Hem de
sizin hatırınıza ve hayalinize gelmedik konularla ilgili asgari bir ciltlik
kitaplarımız var bizim. Bunların günümüz diline nakledilmesi gerekir.
Bir de sevgili
Peygamberimiz sahabesine; "şu ayet nazil olmuştur, buna inanın"
demiş, onlarda inanmışlar ve hemen yerine getirip, amele dönüştürmüşler.
Neticesini de rabbim göstermiştir. Bütün bunlar islam medeniyetinin
meyveleridir.
İşte mübeşşir olan sevgili
peygamberimiz, bu dini yaşarsanız, her-şeyiniz güzel olur diyor.
Bu güzelliklerin
yansımasını çeşmelerde, medreselerde, köprülerde ve diğer İslami eserlerde
görüyoruz. Bunlar dünya ile ilgili güzelliklerdir.
"Hocam bu tür
sanat eserlerini batı insanı da yapmıştır, diyenlere; buyurun, Süleymaniye ile
Noturdam'ı mukayese ediverin. Dom kilisesinin zerafetiyle, sultan Ahmet
camisinin zerafetini karşı karşıya geti-riverin. Veya Dikilitaş ile Sultan
Ahmet yanyana. Buyurun mukayese ediverin. Yani Allah kelamına gönül vermiş
güzel insanların bu dünyayı nasıl güzelleştirdiklerini görünüz. Roma'nın o
zalim insanlarının yaptıkları ile Sultan Ahmet karşı karşıyadır.
Onun için nerede
güzellik var ise, orada İslam medeniyetinin meyvelerinin olduğunu
görüyorsunuz. Ayrıca sevgili peygamberimiz; dünyadaki rolümüz bittikten sonra,
cennette ebedi kalmayı müjdeliyor. O peygamber o kadar merhametle dolu ki,
cehenneme girmememiz için bizi uyarıyor, feryad ediyor. Gecelen evinde rahat
yatamıyor. Çarşılarda, fuarlarda, panayırlarda dolaşıyor, hatta ev ev geziyor.
Siz de İnsanları
İslama davet ederken, kendi mantık kurallarınız içerisinde, kendi doğrularınızı
sunmayınız. Allah'ın izniyle Allah'a davet edeceksiniz. Yani iyiliğin ve
kötülüğün ölçüsünü rabbim belirler.
O "Nur" olan
peygamberimizin (s.a.v.) her hareteki, her sözü, her davranışı bizim kıyamete
kadar gelecek hayatımızı aydınlatan bir ışıktır. O'nun ışığında yürüyelim,
Allah'ın ve O'nun meleklerinin cennetteki selamı ile karşı karşıya kalıp, bu
dünyada dost yüzü gördüğümüz gibi, dostlarla, peygamberimizin komşusu olarak
O'nun yanında, yakınında -Allah (c.c.) cemâlini seyreden insanlardan- olmaya
çalışalım. Dünyamızı güzel eyleyelim, ahiretimizi de güzel eyleyelim.[49]
48-
Kafirlere ve münafıklara itaat etme ve onların eziyetine aldırma. Allaha
güven, vekil olarak Allah yeter.
En'am suresinin 116.
inci ayetinde; "yeryüzünde çoğunluğa itaat edersen seni Allah'ın yolundan
saptırırlar" buyuruyor.
Burada kafirlere ve
münafıklara itaati yasaklıyor. Bakara 145. nci ayette ise; "onların
hevasına uyduğu takdirde zalimlerden olacağını" bildiriyor.
Kafirlerin ve
Münafıkların emrine itaat etmeyenler» bazı eza ve cefaları da göze almalılar.
Namlunun deliğinden cenneti gören Müslümana kurşun ne yapsın.!! Gonca gülüne
kavuşan bülbül dikenlerin batmasını duymazki.
Eziyetlerine aldırma,
eziyet de etme incinme de, incitme de,
-Kafirlerin askeri ve
ekonomik gücü ne kadar büyük olursa olsun aldırma.
-Sen Allah'a tevekkül
et yürü.
Zalimlere hizmet eden
filleri, ebabil kuşlarının mağlup ettiğini hatırla ve fil suresini oku.[50]
49- Ey iman
edenler! mü'min kadınlarla nikahlandıktan sonra temasta bulunmadan onları
boşadığınız zaman, onlar için iddet saymanıza gerek yok. Onlara bağışta
bulunun ve güzellikle serbest bırakın.
Rabbimiz buyuruyorki;
Nikah kıyıldıktan sonra cinsel ilişkide bulunmadan, "halveti sahiha"
olmadan boşanma meydana gelirse, boşanan kadın için iddet beklemek yoktur.
Eğer mihir belirlenmiş ise belirlenen mihrin yansım boşadığı kadına verir.
Mihir belirlenmemiş ise, boşayanın ekonomik durumuna göre boşadığı kadını
gönülleyecek eşya verir.
Burada "Mümin
kadınları nikahladığınız zaman" sözüyle mümin kadınların ehli kitaba
tercih edilmesini de işaret etmiş oluyor. İddet ve mihir hükmü ise hem mümin
kadını, hemde ehli kitab kadını içine alır.
İzdivaç olurda,
imtizaç olunmayabilir. Onun için ayrılan eşlerin, iyilikle ayrılmalarını
emrediyor Rabbimiz.
Bu ayete göre hareket eden
Ashabı kiramdan boşanan eşler ayrıldıktan sonra kadın boşandığı kocasının
evlenmesine yardımcı olmuş, Kocada boşadığı kadının evlenmesine yardımcı
olmuştur.[51]
50- Ey
Peygamber, mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah'ın sana ganimet olarak
verdiği elinin altında bulunan cariyeleri, seninle beraber hicret eden amcanın
kızlarım, halanın kızlarını, dayının kızlarım, teyzenin kızlarını sana helal
kıldık. Mü'min bir kadın kendini peygambere bağışlarsa, peygamberde onu
nikahlamak isterse (Onu da helal kıldık) Bu yalnız senin içindir. Müminlere
değil, (müminlere dörten fazla ve mehirsiz evlenmek yasakdır.) Sana bir zorluk
olmasın diye, eşleri ve cariyeleri hakkında, üzerlerine farz olanı onlara bildirmiştik.
Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
51- Onlardan
dilediğini bırakır dilediğini yanında alıkoyabilirsin. Bir sûre ayırdıklarından
dilediğini yanına almanda sana bir günah yoktur. Bu onların gözlerinin aydın
olmasına, üzülmemelerine ve verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah
kalbltı inidekini bilir. Allah bilendir, Halimdir.
52- Bundan
(şu andaki hanımlarından) sonra kadınlar sana helal değildir. Güzellikleri
hoşuna gitsede (birini boşayıp başkasını almak suretiyle değiştirmende helal
değildir. Elinin altındaki cariyeler hariç, Allah herşeyi gözetendir.
Bu ayet yalnız
Peygamber efendimize has olan ahkamı bildirir. Sevgili peygamberimiz mihrini
verdiği kadınlarla evlenebilir, evliliğini devam ettirir.
2- Kendisiyle Mekke'den Medine'ye hicret eden
akraba kızlarıyla
evlenebilir.
3- Mihirsiz kendi kendini Efendimize bağışlamak
isteyen kadınlarla evlenebilir.
4- Eşleriyle
birlikte olmada sırayı takip etme zorunluğu yok.
5- Yanından uzaklaştırdığı eşlerinden,
dilediğini geriye getirme hakkı vardır.
Efendimize tanınan bu
özel hakların, sevgili eşlerinin lehine, çıkarlarına olduğunu ifade ediyor
Rabbimiz.
"Eşlerin
üzülmesin, hoşnud olsunlar ve gözleri aydın olsun için, sana da bir sıkıntı
olmasın için" buyurmuş
Kıyamete kadar gelecek
insanların sorununu yüreğinde hissetmiş "Ümmetim, ümmetim" diye
çırpınmış olan peygamber efendimizin is-lamı gelecek nesillere ulaştırmada
kendisine yardım edecek eşleri seçmede, yanında bulundurmada, dilediğinin
yanına gitmede serbest olması gerekir.
Bir insan ömrünün uzun
bir bölümü ailesinin yanında geçer. O zaman zarfında geçen hadiseleri ve
hadisleri nakleden sevgili eşleridir.
Ayetin böyle nazil
olması eşlerini de sevindirmiş. Efendimiz de;
"Ayette tanınan
hakların tamamım kullanmamış.
Mihirsiz kadın
almamış,
Sıraya dikkat etmiş,
Sefere çıkarken
yanında götüreceği hanımını kurra çekerek belirlemiş"
Hz. Aişe validemiz
"günler geçerdi evimizde su ile hurmadan başka birşeyimiz olmazdı"
der.
Ashabının karnının
doymasıyla sevinen efendimizin evinde böylesine bir fakirlik hüküm sürerken,
birçok kadın gelip hiçbirşey istemeden Efendimize eş olmayı teklif etmişler.
Bu ayetler nazil
olduğunda efendimizin dokuz eşi vardı. 52. ayetle bu sınır korunmuş. Bu dokuz
hanım: Ebu Bekir'in kızı Aişe, Ömer'in kızı Hafsa, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü
Habibe, Ümeyye'nin kızı Ümmü Seleme, Zema'a'nın kızı Şevde, Cahş'ın kızı
Zeyneb, Huyey'in kızı Safiyye, Harisin kızı Cüveyriye Haris el Hilali'nin kızı
Meymune'dir(ra)[52]
53- Ey iman
edenler, Peygamberin evine yemek için izinsiz girme-yin.(yemekten önce gelipte)
yemeğin pişmesini gözetmeyin. Ancak da'vet edildiğiniz zaman girin ve yemeği
yedikten sonra konuşmaya dalmadan dağılın. Bu yaptığınız Peygamberi incitiyor.
O size (Bir şey söylemekden) haya ediyor. Allah ise hakk (söylemek)'dan haya etmez.
Onlardan (peygamber hanımlarından) birşey istediğinizde perde arkasından
isteyiniz. Bu sizin gönülleriniz içinde, onların gönülleri içinde daha
temizdir. Bundan sonra Allah'ın Rasülü'nü incitmek ve ebediyyen onun hanımları
ile evlenmek de size yakışmaz. Şüphesiz bu Allah katında çok büyüktür.
54- Siz
birşeyi açıklasamz veya onu gizleseniz, şüphesiz Allah herşeyi bilir.
Peygamber efendimiz
Allah'ın elçisidir. Onu Hak göndermişti, halkın içinde yaşıyordu. Şahlar,
padişahlar, krallar, başbakanlar, reisi cumhurlar gibi, halkdan bir kurşun
menzili uzakta durmuyordu. Camide imam, mahkemede hakim, harp meydanında
komutan, hendek kazarken işçi idi.
Arkadaşları hep onunla
olmak, Ayetleri dinlemek, yorumunu sözlü ve fiili olarak işitip görmek
istiyorlardı.
İslam yayıldıkça,
Ashabın sayısı'çoğaldıkca, efendimizin evine gelenlerin çokluğu ve
zamansızlığı işlerini engelliyor, fakat edebinden de birşey söyleyemiyordu.
Derken bu ayet,
efendimizin yanına girmeyi izine ve davete bağladı. Camide beşvakit
görüyorlardı.
Evine izin isteyerek
veya da'vetle gelenler, efendimizin eşleri olan mü'minlerin annelerinden birşey
isteyeceklerinde, perde arkasından isteyecekler.
Bu davranışların iki
tarafın kalbinin temizliği için daha iyi olduğu belirtilmiştir.
Peygamber efendimizin
eşleriyle evlenmek yasaklanmıştır. Efendimiz vefat ettikten sonra geride kalan
eşleri mü'minler tarafından anne olarak bilinmiştir.
Bu durum yalnız
peygamber efendimizin hanımlarına Özel bir durumdur.
Hiçbir hocanın veya
şeyhin hanımını peygamber hanımlarına kıyaslamayın. Hoca veya şeyhler Ölürler
veya boşamrlarsa, geride kalan hanımları, diğer mü'min erkeklerden
diledikleriyle evlenebilirler.[53]
55- O
kadınlara, babaları, oğulları, erkek kardeşleri, kız kardeşleri, kardeşlerinin
oğulları (yeğenleri), mü'min kadınlar, ellerinin altında bulunan (köle ve
cariyeleri ) hakkında bîr günah yoktur. Kadınlar!!, Allah'dan sakınınız.
Şüphesiz Allah herşeye şahiddir.
Nur suresinin
30-31-nci ayetlerinde Nisa suresinin 23. ayetinde açıklandığı gibi kadınlar;
babalarının, dedelerinin, oğullarının, torunlarının, erkek kardeşlerinin,
kardeşlerinin oğullarının kendi kadınlarının amca ve dayılarının yanında
başörtüsüz, perdesiz bulunmalarında hiçbir günah yoktur.[54]
56- Şüphesiz
Peygambere Allah (rahmet eder) Melekler (istiğfar eder) Salavat getirirler. Ey
iman edenler, sizde ona çokça salatü selam getiriniz
Bu ayet- kerime 1400 sene
içerisinde insanlarımızın yüreğini hep hoplatan bir ayettir. Özellikle Türk
Milletinin yüreğini daha çok hop-latmıştır.. Her hangi bir camiide binlerce
cemata hitab ederken, o sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa ( S.A.V.)'m adı
geçtiğinde; binlerce cematın elinin göğsünün üzerine gittiğini, dilinin de
"Allahümme salli ala Muhammedin ve sellim" diye salat-ü selam getirdiğini
görürüz.
Erzurum'dan Edirne'ye
kadar bir çok vilayetemizde konferanslar verdim^ Konferansların arasında ne
zaman sevgili peygambirimizin adı söylense, hemen eller göğüslerin üzerine
gidiyor, diller; "Allahümmesalli ala seyyidina Muhammedin ve sellim"
diye salat-ü selamını hemen getiriveriyor.
"Salat-ü
Selam" getirmek bütün ümmetin bir görevidir. Çünkü Alah (c.c.) bunu
emretmiştir. Ama eli göğüs üzerine getirmeyi yalnız Türkiye'de görüyorum, Türk
halkında görüyorum. Bunu hiç bir kitapta da görüp, okumadım. Yani niye
"eller göğüs üzerine gider" diye hiç bir kitapta görmedim.
Fakat ilmine, irfanına
güvendiğim bir insana sorduğumda dedi ki; Efendimiz (s.a.v.)'m adı anıldığında
mü'minin neredeyse kalp çırpıntısı kaburgasını kıracak derecede şiddetli
attığından o kalbinin üstünü tutmak ve kaburgasını desteklemek gibi bir
durumdur diyorlar.
Belki de o günün
ortamında insan dili ile efendimize sevgisini ve saygısını ifade ederken eliyle
de saygısını ifade ediyor. Onun için yapılmış ve bize kadar da gelmiştir. Şunu
söylemek yerinde olacaktır. Bu Türk milletinin adetidir, sünnet değildir.
Sünnet olan, Sevgili Peygamberimizin adı anıldığında salat-ü selam getirmektir,
İbn Kesir'in Ebu Davud-u
Tayalisi'den naklederek verdiği hadis-i şerifte, Efendimiz (S.A.V) şöyle ifade
ediyor; "Kimin yanında benim adım andırsa hemen salat-ü selam getirsin.
Kim bana bir defa salat-ü selam getirirse Allah ona 10 kere rahmet eder.
"
Yalnız biz mi Allah
Rasülü'ne salat-ü selam getiriyoruz? Rabbim öylesine ince bir sanatla ayet-i
kerimede bize emrediyor ki, "Ey iman edenler! O peygambere salat-ü selam
getirin" emrini vemeden önce şöyle diyor. "Şüphesiz Allah ve melekler
peygamber üzerine salat getirirler" Sıralamaya dikkat ediniz.! Allah'
(c.c), ümmeti Muhammed'e bir emir verecek ve Rasülü'ne salat-ü selam
getirmemizi isteyecek.
Bu isteğinden Önce, bu
emrinden önce de diyor ki; "Allah O peygamberine salat eder"
"Melekler de O peygambere salat ederler" Tabi tefsirlerimizde bir çok
ayetin anlamı bir araya getirilerek "salavat" şöyle anlatılmış;
Salavat; Allah'tan
rahmettir, meleklerden istiğfardır, mü'minlerden duadır. Yani; "Allah
peygamberine salavat getirir" derken, O'na rahmet eder manasındadır.
"Melekler peygamber'e salavat getirir" derken O'nım için istiğfar
ederler, "Mü'minler salavat getirirler" derken de O'na dua ederler
manasındadır.
Biz bu salavatı
peygamberimizin duaya ihtiyacı olduğu için getirmiyoruz. Bizim duaya
ihtiyacımız olduğu içindir. Duamızı sevgili peygamberimizin adıyla
ballandırıyor, tatlandırıyor, kabul edilir hale getiriyoruz.
Çünkü ibn Mace'nin
rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, bize ibn Abbas haber veriyor, kendisi de
sevgili peygamberimizden dinlemiş Efendimiz buyuruyor ki; "Kim bana
salavat getirmeyi unutursa cennetin yolunu şaşırır.. "Bizim nihai
hedefimiz nedir? Dünya da cennet hayatını kazanmak, ahirette de cennet hayatını kazanmaktır.
Eğer sevgili
peygamberimiz (s.a.v.)'e salat-ü selamı terkedersek, dünyada da mutluluğu kazanamayız,
ahirette de cennet yolunu kaybederiz. Biz iki dünyamızın cennet olması için,
Onun adını anarak yürüyeceğiz.
Günümüzde, gönlünde
sevginin zerresi bulunmayan, ömründe bir çiçek koklamayan, sevmeyen, sevgiyi
bilmeyen insanlarımız vardır. Bunlar mü'min olduklarını da söylerler. Ama
ümmet-i Muhammed'in peygamber efendimize (s.a.v.) olan sevgilerine, sataşma
ihtiyacım da hissediyorlar. "Olmaz böyle sevgi " diyorlar.
Bir müslümanın
peygamberimize, günde 100 defa salavat getirmesine kızıyor bu insanlar. Bunlar
Türkiye de oluyor. Ben bunu bir makalede okudum.
Bir profesör,
Celaleddin suyuti'nin (Allah ona rahmet eylesin) efendimiz için yazdığı bir
övgüsünü, medhiyesini terceme etmiş ve arkasından da Celaleddin Suyuti'ye ağıza
alınmaz şekilde hakaretler yağdırmış. Kendilerini haklı çıkarabilmek için
birde şöyle bir mantık yürütüyorlar. Allah'ı bu kadar anmıyorsunuz, Peygamberi
niye çok anıyorsunuz?
Yani bir mü'min ben
günde bin defa "salavatı şerife" getiriyorum derse kafasının tası
atıyor adamın. Diyor ki, sen yüz defa Allah'ı zik-rediyormusun ki, Peygamberi
zikrediyorsun.? Bre geri zekalı adam! salat-ü selam'ın başındaki kelimeye bir
baksana! "Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed" Yani
efendimize salat-ü selam getirilirken, Allah'ın adıyla başlıyoruz, "ey
benim Allah'ım" diye başlıyor.
Hemen devam eden
ayetinde Allah (c.c.) "Allah ve Rasülü'ne eziyet edenler" diye
başlıyor. Allah kendi adından sonra hemen Rasülü'nün adını getiriyor.
"Allah'a itaat
ediniz, Rasülü'ne itaat ediniz." ayetlerinde önce Allah'a itaat sonra
Rasülü'ne itaat emrediliyor.
"Allah'a ve
Rasülü'ne eziyet etmeyiniz" yasaklarında da, yine önce Allah (c.c.)'ün
sonra efendimizin adı zikrediliyor. Yani Kur'an-ı Kerim'de Allah (c.c), kendi
adından sonra hep Rasülü'nün adını zikre-
divermiş.
Bizim "Kelime-i
Tevhidimiz" Kur'an'ın ruhuna uygundur, "salat-ü selamımız"
Allah'ın emrine uygundur.
Bu ayet nazil olunca
sahabe sormuş. "Ya Rasülallah! selam'ın nasıl olduğunu öğrendik, (selamı
"Tahiyyat" duasında öğrendiler) Salat nasıl olacak?" Sevgili
Peygamberimiz de bizim namazın son tahiyyatının sonunda okuduğumuz,
"Salli, Barik" dualarını okuyarak salat-ı öretmiştir.
Efendimizin adı
anıldığında mutlaka salat-ü selam getirmemiz gerekmektedir. Kısaca yapmamız
gereken salat: "Allahümme salli ala Muhammed'in ve sellimü"
şeklindedir. "Ve sellim" kelimesini ilave edelim, çünkü imam Nevevi
diyorki; Rabbim; "sallü aleyhi ve sellimü teslima" "O'na salat
ve selam getiriniz" diyor. Öyleyse bizde "ve sel-lim"i
ekleyeceğiz.
Peygamberimiz (s.a.v.)
bir hadis-i şerifinde de; "bana getirdiğiniz salavatınız bana arz
olunur." buyurmuştur. Ulaştıran Allah (c.c.)dır. Milyonlarca mü'min aynı
anda Allah Rasülü'ne salavat getirirlerse, Allah diledikten sonra Rasülü'ne onu
bildirir.
Bizim işimiz salavat
getirmeye devam etmektir. Ne anlamı var? diyenler sözlerini söylesinler.
Ferhat, Şirin için dağlan delerken, bir çok insan bunu anlamsız bulmuşlardır.
Mecnun, Leyla'sı için çöllerde dolaşırken bir çok insan bu işi boş kabul
etmişlerdi. Anlamsız bulanlarda kendi akılları oranında çok haklıydılar. Ama o
işleri bir Ferhat'a, bir de Mecnun'a sormak lazım.
Allah'ın Rasülü'ne
rahmeti, aslında ümmetinedir. Biz aslında kendimize rahmet istiyoruz. Onun
için salat-ü selama çokça devam edelim.[55]
57- Şüphesiz
Allah'ı ve Rasülünü incitenlere Allah dünyada ve ahirette la'net etti ve onlar
için alçaltıcı bir azap hazırladı.
58-
Yapmadıkları bir şeyle mü'min erkek ve mü'min kadınları incitenler muhakkak bir
iftira ve apaçık bir günahı yüklenmiş olurlar.
Allah'a ve Rasülü'ne
eziyet edenler!! Allah'a kim ve nasıl eziyet edebilir? Hiç bir insanın gücünün
Allah'a ulaşması mümkün değil. İnsanın Allah'a eliyle eziyet vermesi mümkün
değil. Allah(c.c) kendisine eziyet edenleri kendisi açıklamış.
Buhari'nin naklettiği
bir sahih hadiste Peygamberimiz; "Allah en sabırlıdır" buyuruyor.
"Kendisine çocuk isnadında bulunurlar da, Allah yine de sabreder."[56] Yani
onları helak etmez. Ama insanların Allah'a çocuk isnad etmesi, "Hz. İsa
Allah'ın oğludur" demesi Allah'a (c.c.) bir eziyettir. "Ben bunları
ibadet etsinler diye yarattım. Bir çocuğun mahiyetini öğrensinler diye akıl
verdim. Öğrenemeyeceklerini öğretmek üzere kitaplar gönderdim" Buna rağmen
insanlar tepiyorlar o akıllarını pislikle karıştırıyorlar, Allah'a oğul
izafesinde bulunuyorlar, bir kısmı Allah'ın verdiği eli, dili, beyni kullandığı
halde Allah'ı inkara yöneliyorlar. Bu Allah'a eziyettir."
Bizim anladığımız
anlamda Allah'a eziyet etmemiz mümkün değil. Allah kulunun cennete gitmesini,
iyi işler yapmasını arzu eder. Kulunun inkarı ve isyanı Allah'a bir eziyettir.
Rasülü'ne eziyet,
Rasülün getirdiğini kabul etmemek, O'nun sünnetini reddetmek, O'na iftira
atmak, O'nun yoluna çıkıp; "sen insanları kurtarmak istiyorsun, biz ise
cehenneme atmak istiyoruz" diyen zorbaların yaptığı, Allah Rasülü'ne bir
eziyettir.
İmansız Ölen her
insan, efendimizin (s.a.v.) yüreğini parçalamıştır. "Cehenneme
yuvarlandı" demiştir. O Allah'ın Peygamberine eziyet edenler, dünyada ve
ahirette Allah'ın lanetini hak etmişlerdir. Onlar için çok alçaltıcı bir azab
hazırlanmıştır.
Mü'min erkeklere ve
mü'min kadınlara yapmadıkları şeyi söylemek suretiyle ve iftira ederek eziyet
edenler de, büyük bir iftirayı sırtlarında taşımaktadırlar.
Burada mü'minler
olarak değerimizi anlıyalım. Allah (c.c.) kendisine eziyeti, Rasülüne eziyeti,
mü'min erkeklere eziyeti, mü'min kadınlara eziyeti ard arda sayıveriyor. Bir
hadiste sevgili Peygamberimiz; "Bana itaat eden Allah'a itaat etmiş olur,
bana isyan eden Allah'a isyan etmiş olur" diyor.[57]
Mü'minlere eziyet
eden, Rasülüllah'a eziyet eder, Allah Rasülü'ne eziyet eden Allah'a eziyet
etmiş olur.
Mü'minlere eziyet;
imanlarından dolayı onlara baskı yapmaktır, i m ani arıyla alay etmektir,
kitaplarına hakaret etmektir.
Allah'ın veli
kullarına eziyet edenler, bu dünyada felah bulmazlar. Allah'ın veli kulları
derken, havada uçan, karada kaçanları kasredmiyo-rum. Allah'ın kitabına,
Rasülü'nün sünnetine sımsıkı sarılanlar ve gücü oranında emir ve yasaklarını
yerine getirenleri vede bundan hiç taviz vermeyenleri kastediyorum.[58]
59- Ey Peygamber,
hanımlarına, kızlarına, mü'minlerin kadınlarına söyle; cilbablarını üzerlerine
alsınlar. Onların tanınmaları ve in-citilmemeleri için bu daha uygundur. Allah,
Gafur'dur Rahim'dir.
Ey Peygamber!
Eşlerine, kızlarına, mümin hanımlara söyle. Cilbablarını baştan aşağıya
salıversinler, üzerlerine örtsünler. Bu, mü'min ve hür bilinmeleri ve eziyet
edilmemeleri için en iyi, en kestirme, en yakın yoldur. Allah günahları
bağışlayan ve merhamet edendir.
Tesettür ayetlerinden
bir tanesi de Nur suresi 31. ayetinde geçmiştir. Bütün mü'min kadınlar
tesettüre riayet etsinler.
Tesettürün modası,
sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından tayin ve tarif edilmemiştir. Ancak,
bileklerden itibaren el, topuklardan itibaren ayak ve çene ile alnımızdaki saç
bitimi ve iki kulak arasındaki yüz hariç geri kalan tarafın kapatılması
emredilmiştir.
Kapatma şeffaf bir
elbise ile olmayacak. Dar olup vücut hatlarını belli etmeyecek, belirli bir
kafir grubun özel kıyafeti olmayacak. Bunun dışında nereden, hangi tür elbise
mümin hanımlara giydirilirse, o onun için meşrudur. Mesela kutuplarda yaşayan
müslüman kadınlar ayı postundan başlarına bir kalpak geçirirler, sırtlarına
ayı postundan bir kürk giyerler ve böylece tesettürlerini yerine getirmiş
olurlar. Ekvatordakiler de; bölgesine göre kendilerini serin tutacak elbiseler
giyerek, tesettüre riayet etmiş olurlar. Bölgelerin farklılıklarına göre,
mü'min kadınların giyimleri de değişiklikler arzeder, yeterki tesettüre riayet etsinler.[59]
60- Eğer
münafıklar, kalbinde hastalık olanlar, şehirde kötü haber yayarak kargaşa
çıkaranlar, bundan vazgeçmezlerse seni onların üzerine süreriz. Sonra senin
çevrende çok az bir zaman kalabilirler.
Eğer münafıklar, iki
yüzlüler, kalpleri hasta olanlar ve şehrin içerisinde yalan haberi yaymak
suretiyle, toplumda panik yaratmak isteyenler, işte onlar üzerine seni
yürütürüz, seni onların üzerine saldırtırız ve senin yanında onlar azbir zaman
dahi kalamazlar.
Yani bu şehirde
yaşayabilmenin yolu, bu iç hastalıktan kurtulmaktan geçmektedir. İki yüzlülük
yapmayacaklar, kalbi hasta insanlar olmaktan kurtulacaklar ve yalan haber
yaymak suretiyle toplumda huzursuzluk çıkarmayacaklar.
Ayet bize; 1400 sene
öncesinin Medine hayatını mı haber veriyor?, yoksa yaşamakta olduğumuz şu son
yılların durumunu, medya ile mafya terörünü mü haber veriyor? ne dersiniz?[60]
61-
Lanetlenmiş olarak nerede yakalanırlarsa cezalandırılırlar ve öldürülürler.
Onlar Allah'ın
lanetine uğramış olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar, tutulurlar,
cezalandırılırlar ve öldürülürler. Toplumun huzurunu bozan insanlar, o şehirden
çıkarılır.[61]
62- Önce
geçen (toplumlar)da Allah'ın bir kanunu olarak (cezalandırılırlar), Allah'ın
kanunlarında bir değişiklik bulamazsın.
Bu Allah'ın genel
tabiata koyduğu bir kanundur. Sünnetullahdır. Allah'ın sünnetini de sen
değiştiremezsin.
Musa (A.S) zamanında
da, bu böyle idi. Toplum huzurunu bozan Firavun denizde boğuldu. Allah'ın
kanunları kıyamete kadar da değişmeyecektir.[62]
63- İnsanlar
senden kıyametin saatini soruyorlar, deki; "Onun ilmi Allah katındadır. Ne
bilirsin? belki o saat yakında olacaktır.
Onun saatini Cebrail
(a.s.) bilmiyor, peygamberimiz bilmiyor. Öyleyse onların bilmediğini, günümüzde
hiç kimse bilemez. Bu bizi de ilgilendirmez. Bizim kendi kıyametimiz zaten
kopacak. Biz kendi kıyametimize hazırlıklı olalım.[63]
64- Şüphesiz
Allah kafirlere la'net etmiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır.
65- Orada
ebedi olarak kalacaklar, ve bir dost ve bir yardımcı da bulamayacaklar.
66- Yüzleri
ateşe çevrildiği gün:"Keşke Allah'a itaat etseydik ve Rasüle itaat
etseydik" diyecekler.
Allah kafirlere lanet
etmiştir. Onlara alevleri kaynayıp duran bir ateşi hazırlamıştır. Orada, Ebedi
olarak kalacaklar ve onlara hiçbir dost, hiç bir yardımcı da bulunmayacaktır.
O kafirlerin yüzleri
cehenneme doğru çevrilir. Orada derler ki, keşke Allah'a ve Rasülü'ne itaat
etseydik.
Ahirette herkes pişman
olacak ama, son pişmanlık fayda vermeyecektir.[64]
67- Ve şöyle
söylerler:"Ey Rabbimiz, biz yöneticilerimize ve büyüklerimize uyduk ve
onlar bizi yoldan saptırdılar."
68- "Ey
Rabbimiz, Onlara azabı iki kat ver ve onlara çokça la'net et".
Ey rabbimiz! Biz,
bizim ileri gelenlerimize, büyüklerimize itaat ettik, bizim yolumuzu
sapıttılar. Yani uyanlar uyulanlara, yönetici kadroya; "Yarabbi bunlar
bizim yolumuzu sapıttılar." diyecek. Onlar da kendilerini savunacaklar.
Yarabbi bana iki el, iki ayak verdin. Milyonlarca el ve ayak uymuşsa benim
kabahatim ne?.
Bu ayet,
"yönetici kadronun azabının iki kat olacağına dair" ayet-i
kerime'dir.
Bütün yönetici kadrolara
bunu duyurmada fayda vardır.[65]
69- Ey iman
edenler siz Musa'yı incitenler gibi olmayınız. Allah, Musa'yı onların
dediklerinden beraat ettirdi. Musa, Allah katında değerli biri idi.
70- Ey iman
edenler, Allah'dan sakının ve doğru söz söyleyin.
71- Ki
Amellerinizi size uygun kılsın ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve
Rasülü'ne itaat ederse muhakkak büyük bir başarı sağlamıştır.
Ey İman Edenler!
Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Allah'tan sakının ve sağlam ve güzel söz
söyleyin. İnsanları kötülüklerden engelleyen, iyilikleri emreden güzel sözler
söyleyiniz. Allah sizin amellerinizi düzeltsin. Günahlarınızı affetsin. Kim
Allah'a ve Rasülü'ne itaat edecek olursa o büyük bir başarıyı kazanmış olur.
Dünyada en başarılı adam kim? denildiğinde bundan sonra şunu hatırlayın: En
Başarılı adam; Allah'a ve Rasülü'ne itaat eden adamdır.[66]
72- Şüphesiz
biz emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar onu yüklenmekten
kaçındılar ve ondan korktular da, onu insan yüklendi. Şüphesiz o (insan) çok
zalim, çok cahildir.
Yani bilgisi olmasına
rağmen, bilgisini kullanmayan, hata eden, cahilce hareket eden, insan olduğu halde, emaneti üzerine
yüklendi.
Emanetin ne olduğu
konusunda alimlerimiz bir çok şey söylemişler ama hepsinin müşterek söylediği
şudur; "Tekalif-i ilahi" Yani Allah (c.c.)'ın kuluna yüklediği
yetkiler ve sorumluluklardır.
Allah kuluna hem yetki
veriyor, hem sorumluluk veriyor. Hem hak veriyor, hem de, sorumluluk veriyor.
Bunu dağlara da yüklemiş, yani arzetmiş ama onlar; "Ya rabbi eğer
irademizle bize bırakıyorsan biz senin emanetini taşıyacak kapasite de değiliz.
Sana karşı gelmekten sakınırız. Biz kendimize hakim olamayacağımız
inancındayız, irademizi kötüye kullanıp sana karşı gelebiliriz." demişler.
İnsan oğlu kendisine
irade verildiğinde, sonunun ne getireceğini fazla da hesab etmediğinden dolayı,
mükafatına, cennetine Özenerek bu sorumluluğu kendi üzerine almıştır. Zaten
Rabbim insanı o kıvamda yaratmıştır.
Bizde, bize yüklenen
emanete hıyanet etmeyelim. "Ellerimiz" emanettir, dövmek için değil,
sevmek için yaratılmıştır. "Gözlerimiz" emanettir. Bu gözün zevkini
helal ile giderin, harama bakmayın. Namaz, oruç, gusul, Kur'an emanettir Akıl
emanettir, Kelime-i tevhid emanettir. İnsan Ödülün cennet olduğunu öğrenince
hemen emaneti kabul etmiş, ama yükün ağırlığım bilmemesi ve emanete riayet
etmeyince, azabı hak ederek, kendisine zulmetmesi nedeniyle de "Zalum ve
Cehul" olmuştur[67]
73- Münafık
erkek ve münafık kadınlarla müşrik erkek ve müşrik kadınlara azap etmek ve
mümin erkeklerle mümin kadınlarında tevbelerini kabul edip afvetmek için
(emaneti insana yükledi) Allah Gafurdur, Rahimdir.
Akıl emaneti ile nakil
olan Kur'an emanetini iyi kavrayıp koruyalım. Göz ve gönlümüzü, kalp ve
kalıbımızı bir emanet gibi görüp, haramdan koruyalım, münafıklardan ve
müşriklerden koruyalım.[68]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/229-231.
[2] Maide 72,73,17
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/231-234.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/234
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/235-237.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/237-241.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/241-242.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/242-243.
[9] Saf 6
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/243-244.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/245-246.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/246.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/246-247.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/247-248.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/248.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/249-250.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/251-252.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/252-253.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/253-254.
[20] Bakara 214
[21] Muhammed 6
[22] Buharı Cihad 12
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255.
[24] Buhari Tevhit 55, Müslim
Tevbâ 15
[25] A'raf 56
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/255-257.
[27] Ali imran 1/9
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/257-259.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/259-261.
[30] Buharı Nikah HadisNo 4896
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/261-265.
[32] Tirmizi tefsiri suret-i sad
hadis no;3233
[33] İsra 71
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/265-266.
[35] Ebu Davut Edep had. no;49l8
Tirmizi Bir 1930
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/266-268.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/268-269.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/269-270.
[39] Buharı İtikafbab8 hadis no;
1909
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/270-271.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/271-272.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/272-273.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/273-276.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/276-278.
[45] Bakara 249
[46] Yunus 62
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/279-280.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/281-282.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/282-285.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/285-286.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/286-287.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/287-289.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/290-291.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/291-292.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/292-296.
[56] Buharı Tevhid 3, Hadis
no;6929
[57] Buharı Cihad 109
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/296-298.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/298-299.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/299.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/300.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/301-302.
Bu
konu için bakımz;Sebe 32, Mü'min 47, İbrahim 21-22, Kaf'28, Sad 62, Bakara
166-167, Meryem 72, Ankebut25. Saffat 27-32
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/302-303.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/303-304.