Mekke döneminin
ortalarında nazil olmuştur. Bu surede Allah'a kulluk, Peygambere iman ve ahiret
inancı üzerinde durulmaktadır. Mü'minlerle kafirlerin aynı olmadığı, ışıkla
karanlığın farkı gibi farklı olduğu vurgulanıyor. Mü'minleri dost edinmemiz,
kafirleri de hidayete gelmeleri için gayret göstermemiz gerektiği
anlatılmaktadır. Otuz ayettir.[1]
1-
Elif-Lam-Mim.
Bu sure de Mekke
döneminin ortalarında nazil olmuş. Allah bu sureye üç harfle başlamış; Elif,
Lam, Mim, Kur'an-ı Kerim'de 19 surede harfle başlıyor. Bazı surelerde, bu
harflerden biri ile başlamışsa hemen ardından gelen birinci veya ikinci veya
üçüncü ayeti kerimeleri Kur'an-ı Kerim'den bahsetmektedir. Mesela Bakara
suresinin ilk ayeti buna bir örnektir. Değerli tefsircilerimiz bunu şöyle
yorumlamışlar. Manasını Allah bilir. Ancak Allah (c.c.) böyle başlamak
suretiyle o günün Mekke müşriklerine olduğu gibi, kıyamete kadar gelecek olan
bütün imansızlara da bir meydan okumada bulunmuştur. Mesela; "Eğer
kulumuz Muhammed'e indirmiş olduğumuz bu ayetler konusunda şüphe içerisinde
iseniz, buyurun bir surede siz getiriniz"diyor.
Bu Kur'an, Arabın dili
ile inmiştir. Yusuf suresinde Allah (c.c); "Biz Onu anlayasmız diye Arapça
indirdik" buyuruyor.[2] Yani
Hz. Ebu Bekir'in, Ebu Cehil'in konuşmakta olduğu dil, onların bilmekte olduğu
kelimelerle indirilmiştir. Elif, Lam, Mim, Nun, Sad, Kaf, gibi harflerden
meydana gelmektedir. Yani Kur'an-ı Kerim'in lafzının ana maddesi olan harfler
ve kelimeler müşrikler tarafından da bilinmektedir.
Şu andaki imansızlar
tarafından da bilinmektedir. Buyurun Kur'an'm bir benzerini de siz getirin diye
meydana okuyarak, Allah (c.c.) bu tür surelere harfle başlamıştır deniliyor.
Bizde aynısını söyleyelim.
"Şu anda dünyanın
her tarafındaki, Arap dilini çok iyi bilen, Arap Edebiyatından nobel ödülü de
alan insanlar var. Bu insanlar bir araya gelsinler, dünyanın geliştirmiş olduğu
bilgisayardan da yararlansınlar. Arab'ın cahiliye döneminden, günümüze kadar
kullanılan bütün kelimeleri bilgisayara yüklesinler. Sibeveyh, Kisai,
Zemahşeri'ye kadar bütün Arap dil bilimcilerinin kurallarını da bilgisayara
alsınlar ve dünyanın bütün bilim adamlarını da Meclisde toplasınlar, bir heyet
kursunlar, gök biliminden yer bilimine, deniz biliminden, hayvan bilimine kadar
bütün bilim dallarındaki en üst seviyedeki insanları da toplasınlar ve Allah
(c.c.)'m indirdiği bir sureye benzer bir sure yazsınlar." desek de
yazamazlar. Bu güne kadar çeşitli denemeler olmuş ama başaramamışlar.
Peki bu tür bir
harekete kalkışan sapık insanlar diğer insanlar tarafından nasıl değer
kazanırlar? diyecek olursanız, cevabı şudur. Hikaye olarak anlatılır. Fravun'a
arkadaşı sormuş; "Yahu Fravun! çocukluğumuz beraber geçti, beraber oyun
oynadık, sokaklarda beraber gezdik, beraber acıktık, beraber doyduk, sende
benim gibi bir insansın. Kendi rablığım nasıl ilan ettin? ve buna nasıl
inandın?" Fravun cevaben; "ben inanmadım ama, inananlar olduğu için
ben de devam ettirdim. Yani bir defa rablığımı ilan ettim, baktım ki inanan ve
secdeye kapanan o kadar insan var ki, bende devam ettirdim" demiş.
İşte imansızların
imansızlıklarının, tutarsızlıklarının tutarlı hale gelmesi, kabiliyeti zayıf,
zayıf iradeli, kendine güveni olmayan, şahsiyetsiz insanların teslimiyeti,
bazı insanların kendilerini ilahlaştırmasına sebeb oluveriyor.
İşte bir kısım
surelerin bu tür harflerle başlamasının hikmetlerinden bir tanesinin veya
mesajlarından bir tanesinin bu olduğunu müfessirlerimiz nakleder. Yani bütün
insanlığa bir duyuru. Kur'an bu harflerden meydana gelmektedir, Bu güne kadar
insanlar tarafından yazılamaması bundan sonrada yazlamayacağının işaretidir.[3]
2- Kitabın
indirilisi alemlerin Rabbi tarafından dır. Bunda hiçbir şüphe yoktur.
Bu kitab'ın indirilişi
alemlerin Rabbi tarafmdandır. Bu konuda da hiçbir şüphe yoktur. Hemen hemen
Bakara suresinin baş tarafını bize hatırlatıyor. Rabbin tarafından demiyor;
"alemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir" diyor. Yani bir tarafta
Allah'ın kitabı, öbür tarafta Allah'ın yarattığı alemler. Aleme bu ismin
verilmesi, herşeyin Allah'ın varlığına ve birliğine "alem"
olduğundan, yani "işaret" olduğundandır.
Ağacın dalında
kıpırdayan bir yaprak, yerde rüzgarın önünde sürüklenen bir gazel, Allah'ın
ezeli ve ebedi olduğunu bize ilan etmektedir. Bütün yaratılmışlar; "Rabbim
Allah" diyor[4]
3- Yoksa
"Onu (Muhammed) uydurdumu diyorlar?" Hayır O rabbinden olan bir
haktır. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarmak içindir.
Belki yola gelirler.
Bu ayette Allah(cc),
bütün bunlara rağmen Mekke'li Müşrikler ve kıyamete kadar gelecek olan imansız
kafirler, alemleri gördükleri, bu alemdeki bir tek şeyi dahi yaratamadıkları
halde ve bunları yaratan birinin olduğunu kabul etmek zorunda oldukları halde;
Allah'ın gönderdiği bu kitabı Muhammed uydurdu mu? diyorlar.
Mekkeli müşrikler
sevgili Peygamberimizin durumunu biliyor. Kırk sene beraber yaşadıkları, bu
kırk sene içerisinde Peygamber efendimizin çevresinden edindiği kültürü
biliyorlar. Peygamberimizin dil konusundaki belağatini ve maharetini de
biliyorlardı. Buna rağmen "Muhammed bunu uydurdu mu? diyorlar"
Buyuruyor Allah (c.c).
O Rabbimiz tarafından
indirilmiş bir hakikattir ve geçmişte kendilerine bir uyarıcı gelmeyen
toplumlar, hidayet bulsun diye gönderilmiş bir uyarıcıdır. Sevgili
Peygamberimizin bizi uyarmak üzere gönderildiğini Allah bize haber veriyor. O
günün Mekke müşrikleri ve çevredeki insanlar uyarılmışlardı, o peygamber
varisleri olan insanlar vasıtası ile de, kıyamete kadar bu Kur'an'la uyarılmaya
devam edilecektir.
Hepimiz Peygamber
varisiyiz. Mirasımız, Peygamberimizin bıraktığı bu Kur'an'ı açıklayan
hadislerdir. Herkes gayreti oranında bu mirastan bir bölümünü almıştır. Şu
anda bu kitabı okuyan müslümanların hepsinin kalbinde Allah sevgisi peygamber
sevgisi vardır. Allah'ın ayetlerinden hiç değilse ihlas suresi vardır
zihinlerinizde. Bu Peygamberimizin Allah'tan alıp bize bıraktığı en güzel
mirastır.
Öyleyse kendimize
olduğu kadarıyla başkasına da yardımcı olmaya ve uyarıcı görevimizi yapmaya
dikkat edeceğiz. "Nezir" uyarıcı demektir. Nasıl ki bir yangın
alarmı vardır ve bu yangın için bir uyarıcıdır, bütün Peygamberler de nefsine
uyan insanların tuttuğu yolun sonunda cehennem olduğunu, bir uçurumdan aşağıya
düşüvereceklerini ve oradan çıkışlarımnda mümkün olmadığını daha insanlar
ölmeden ve uçuruma varmadan peygamberler yol kavşaklarına duruyorlar ve
insanları uyarıyor.
Aynı zamanda
Peygamberler "beşir"dirler. Yani cenneti müjdelemektedirler. Yani
hem bu dünyada cenneti yaşatmak, nemde ahirette cennete ulaştırmak için
"beşirlik" görevini de Peygamberler yapmaktadırlar. O Peygamberin
yolundan giden biz mü'minlerde; bu günkü insanların, dünyalarının da,
ahiretlerinin de cennet olması için, Kur'an'a göre hayatlarını yaşamaları ve
yaşatmaları için gayret göstermemiz
gerekmektedir.
Hocam sen ne diyorsun?
Gazete ve televizyon haberlerinden haberin yok galiba? Sen bu memlekette
yaşamıyormusun? Televizyonlarda milletin birbirlerine girdiğini görmüyormusun?
diyebilirsiniz. Ancak siz geminin kaptanı olun. Güvertede insanlar kavga
edebilirler. Geminin rotasını Allah'ın çizdiği yola doğru yöneltmeye çalışınız.
Kavgayı bırakınız. Laf etmeyi bırakın, iş yapmaya başlayın.
Güzel bir söz vardır.
Binlerce insanın olduğu bir salonda, bir insan gelse de elektrik şarteîine
basıp söndürüverse, binlerce insan da orada bağırıp dursalar elektrik yanar
mı!!? Yanmaz, sabaha kadar elektriği kesen insana karşı "Allah bunu
kahretsin, Allah lanet etsin" deseler elektrik yanar mı? elbette yanmaz. Ancak
birisi kalkar sessiz sedasız elektrik şartelini kaldınverirse elektrik yanar.
Yani elektiriğin düğmesine basmak gerekiyor.
İşlerin yürümesi için
kaptan köşküne çıkıp rotayı Allah'ın yoluna, İslam'ın çizdiği sıratı müstakime
çeviriverin. Ondan sonra güvertede kavga edenler de kavgayı bırakacak,
birbirleriyle barışacaklardır.[5]
4- Allah'dır
gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden. Sizin için Ondan
başka bir dost ve şefaatçi yoktur. Düşünmüyorm usunuz?
5- Gökten
yere kadar bütün işleri Allah düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre bin yıl
tutan bir günde, ona yükselir.
Yani göklerin ve yerin
hakimi Allah (c.c.) Gökler ve yer arasmdakiIeri de yaratan Allah (c.c.)'dür.
O'nun yaratmasının ve yönetiminin dışında kalmış bir şey yok. Arşın üzerinde,
gökyüzünden yeryüzüne kadar bütün işleri idare eden Allah (c.c.)dır. Allah
için büyük veya küçük iş yoktur. O'nun için zor iş yoktur. "Ol"
deyivermesiyle oluverir.
Yaprağın
kımıldamasından denizin derinliklerindeki parmak ucu kadar küçük hayvanların;
hareketi, rızkı ve yaşamasına kadar her şey Allah (c.c.)'ın gözetimindedir.
Sevdiğimiz ve beslediğimiz vücudumuz da kaç tirilyon hücre olduğunu biz
bilmeyiz fakat Allah (c.c) bilmektedir. İnsanoğlu vücudumuzdaki hücreleri
tespit edecek kadar rakam bulabilmiş değildir. Allah vücudumuz daki hücrelerin
sayısını bilir, onların ihtiyacı olan rızkını onlara gönderir ki, biz ayakta
duruyoruz.
İşte gökleri ve yeri
yaratan Allah (c.c.) insanların sosyal, siyasal, hukuki bütün ihtiyaçlarını
karşılamak üzere de Kitabını (Kur'an'ı) indirmiştir.
Bizler tabiatı
görüyoruz. Tabiattan imansız da yararlanıyor, kafir de yararlanıyor, mü'minler
de yararlanıyor, puta tapanlar da yorumunda zorluk çekmesine rağmen bu
tabiattan yararlanıyorlar. Rabbim de bizim gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla
duyduğumuz, elimizle tuttuğumuz ve faydalandığımız şeylere dikkatimizi
çekiyor. Bak! Bunları yaratan Allah, bunları yöneten Allah, sizide yönetmek
üzere Kur'an'mı indirmiştir, ona uymanız gerekir!!
Allah'ın bize göre çok
uzun zamanda olması gereken işlerinin kendi katında bir günde olduğunu,
"Allah'ın bir günde yaptığı işler, sizin sayımınıza göre, bin seneye denk
zaman içinde olur" buyuruyor.
Bunun böyle olduğunu
bu gün bizde görüyoruz. İnsanoğlu gökyüzü, yeryüzü denizaltı ve hayvanlar alemi
ile ilgili bilgilerde fevkalade mesafeler almış ve almaya da devam etmektedir.
Fakat şunu siz hiç
düşündünüzmü? İnsanlar bir konuyu araştırıyor, sonunda bildiklerimizin yanında
bilmediklerimizin çok olduğu ortaya çıkıyor. Mesela son günlerdeki kopyalanan
bir koyun üzerinde konuşuluyor. Koyun hakkında bilinenler, bilinmeyenlerin
yanında çok azdır. Bu herşey hakkında böyledir. Ama insanlık öğrenmeye devam
ediyor.
İnsan, koyun, arı,
kelebek, çiçek, böcek, deniz, vb. gibi yaratılmışlar, yaratilalı binlerce sene
oldu deniliyor. Yani araştırmacılar; "milyonlarca yıl önce yaşamış bir
hayvanın fosili bulunmuştur" diyorlar. Milyonlarca yıl önce Allah'ın
mükemmel bir şekilde yarattığını, insanoğlu şimdi yaratmıyor, ancak bilmeye
çalışıyor!!
Rabbimin altı günde
yarattığını insanlık 6 milyon senede değil, 6 milyar senede anlamaya çalışıyor.
Yeni bir şey yapmıyor. Parmağınızın ucu kadar bir ipek böceğinini ipeğini
cinliler İstanbul büyüklüğündeki bir fabrikada üretiyor. Ama ipek böceğinin
ürettiğine denk değil. Çin ipeğinin metresi mesela 300 bin liradan satılırsa
ipek böceğininki 3 milyondan satılıyor. İpek böceğinin ürettiği insanoğlunun
ürettiğinin 10 katıyla satılıyor. Hiç bir zaman birbirine denk olmuyor.
Rabbimin her
yarattığının binlerce hikmetini, ilim bize anlatmaya devam edecektir.[6]
6- İşte O,
gizliyi de açığı da bilen, herşeye gücü yeten, merhamet edendir.
O Allah (c.c.) gaybı
da bilir, gizli olanı da açık olanı da bilir. O, her şeye gücü yeten ve
kullarına rahmet eden ve merhamet sahibi olandır.[7]
7- Yarattığı
herşeyi güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayandır.
8- Sonra
Onun soyunu, bayağı bir sudan yarattı.
9- Sonra onu
düzeltti ve ona ruhundan üfürdü. Size kulaklar, gözler ve gönüller yarattı. Ne
kadar az şükrediyorsunuz
Herkesin yemeğe ihtiyacı
olduğu gibi, "iman" etmeye de ihtiyacı vardır. Yemek yemenizi nasıl
ki, başkasının başına kakmıyorsunuz, iman etmenizi de başa kakmayın. Yemek
içmek nasıl ki vücudunuzun bir ihtiyacıdır, iman da kalbinizin ve ruhunuzun bir
ihtiyacıdır. Bundan dolayı Allah'a hamdü sena etmeniz gerekir. "Bana bu
hidayeti verdiğinden dolayı, Allah'a hamdü senalar olsun" dememiz
gerekir.
Allah (c.c.) herşeyi
engüzel şekilde yaratmıştır. Ama bu en güzellerin içerisinde, insanı daha
güzel bir kıvamda yaratmıştır. Yaratılışımız çamurdandır. Sonra erkekle kadının
bir araya gelmesiyle insanın menisinden yaratıldığımıza dikkat çekiyor.
Yaratılışımızın başlangıcı toprak, devamı ise sudur.
Aynanın karşısına
geçip bedeniniz güzelleşmesi için çalışıyorsunuz. Sonra çalışmaya gidiyorsunuz?
Neden?; Kendi bedeninizi, eşinizi, çocuğunuzu beslemek, büyütmek, kimseye
muhtaç etmemek, sıhhat ve afiyet içerisinde yaşatmak, helalinden kazanmak için.
İşte bu tenimize
Rabbim dikkat çekiyor. Bu tenin topraktan geldiğini söylüyor. Topraktan yaratılan
bu insana beden veriyor, kalp veriyor, göz veriyor, gönül veriyor, O'na
ruhundan üfürüyor.
Kur'an-ı Kerim'de
"kalp" diye isimlendirilen şey bizim bildiğimiz et parçası değildir.
Manevi anlamda İnanan, seven, kızan bir özelliğimiz varya işte kalp odur. İşte
Allah (c.c.) bunu bize lütfetmiştir. Bunu çamurdan yaratılmış bir varlığa
lütfetmiştir.
Bazı insanlar, Darvin
nazariyesine inanıpta, "biz çamurdan gelmedik maymundan geldik"
diyebilirler. Siz bunlara da acıyın, merhamet edin. Bunlar çocuk akıllı
insanlardır. Olur mu hocam? Bunu profesörler söylüyor. Olsi'n Profesör olupta
bunayan insan yok mu? bu memlekette? Bunlar bunamış insanlardır. Onun için
bunlara merhamet etmek lazımdır.
İmansız insanlar,
topraktan insanın çıktığına inanmazlar. Onlara şöyle seylememiz gerekir.
Topraktan çiçeğin, ağacın çıktığını görüyorsun değil mi? Paristeki parfüm
fabrikasının ürettiği koku sayısı bellidir ve sınırlıdır. Ama tabiattan çıkan
her koku sayısı sınırsızdır. Tabiatta biten her çiçeğin kokusu ve rengi birbirinden
farklıdır. İnsanlık hala örnek ve önder olarak tabiatı kendisine rehber
edinmektedir.
Öyleyse Allah (c.c.)
bu kara topraktan laleyi sümbülü, karanfili, bülbülü çıkardığı gibi insanı da
çıkarmıştır. "Topraktan geldiğime inanmam" diyen bir adam kendisinin
nereden geldiğim bilmektedir. Doktorların ifadesiyle bir meninin beş milyonda
birinden küçük bir yaratıktan meydana gelmiştir. İşte o küçücük yaratığa göz
veriyor, kulak veriyor, bir de gönül veriyor. Bu insanlığın yapabileceği bir
şey değildir. Bu güne kadar yapmak için uğraşmış ama yapamamıştır.[8]
10-
"Toprakda kaybolduktan sonra, biz yeniden mi yaratılacağız? dediler. Evet
onlar Rablerine kavuşmayı inkar edenlerdir.
Kafirler diyorlar ki,
biz toprağın içerisinde kaybolup gittikten sonra yeniden mi diriltileceğiz.
Allah bizi nereden bulacak? Yeryüzünde biz kaybolup gideceğiz diyenler için,
konunun izahını Bakara suresinin başında, iman bahsinde vermiştim. Arzu
edenler oraya bakabilirler.
Son günlerde bu
imansız propagandası bizim müslüman kesimde de görülüyor. Hocayım diye ortaya
çıkan arkadaşlarımızdan bazıları, kabir azabının olmayacağı konusunda mantık
yürütüyorlar.
Yani denizde boğulup
ölen adamı Allah kabirde nasıl azab edecek? diyorlar. Hindistan'da yakılan ve
küçücük bir şişenin içerisinde kül olarak toplanan insana Allah nasıl kabir
azabı verecek? diyorlarmış. Hindistana gitmelerine gerek yok bizim bu geri
zekalılarımızın. Edirnekapı mezarlığına gitsinler mezarları kazıversinler,
bakalım ne görecekler? Hepsi toprak olmuş, binlerce yıl içerisinde kemikler de
toprak olmuş. Onlar ne olacak? Onlara sanki Allah azab edemiyecek mi?, Allah
onları toplayamaz mı?
"Benzemez hesabı
hesabımıza" demiş Yunus Emre. Bunlar şöyle birşey zannediyorlar. Geri
zekalının biri, annesi ölünce, cesedin yanına uzun şeritli teyblerden birini
koymuş "Bakalım melekler anneme ne soracak, annem ne cevap verecek?"
diye. 9 saat sonra gitmiş teybi çıkarmış, 9 saat dinlemiş hiçbir sorgu sual
yok. sonra hocaya; "bak teyb burada baştan sona bomboş." demiş.
Hoca oğlum
evlimisin" demiş adam "evet" demiş. Hoca; "yatakta
hanımınla yatıyorsun, hanımın senden önce uyudu, sen uyanıksın, uykun gelmedi.
Hanımın bir süre sonra dehşet içinde uyanıyor ve sana da "niye
uyandırmadın" diye kızıyor. "Hayrola ne olduki?" dediğinde,
"arkama bir yılan düştü beni kovaladı, derken karşıma bir arslan çıktı ve
ben bunaldım. Bağırdım ve sen duymadın." dese, Peki sen duydunmu?, onun
rüyasında geçen bağırmaları ve kaçışları? tabiki duymadın, ama o azabı çekti
değilmi?." tıpkı böyle bir azap demiş.
Azab, ruhen değil
bedenen de çekiliyor. Bedenen azab çektiğini nereden anlıyoruz? Vücudunun
terlemesinden. Kan, ter içinde kalıyor o çektiği sıkıntıdan dolayı. Ruhu azab
çekiyor gibi ama bedenden ter geliyor. İşte aynı yatakta yatan karı ile
kocadan biri cennette dolaşıyor, biri cehennemde, biri keyif çatıyor, öbürüsü
yılanların, akreblerin arasında, ateş çukurlarında korkunç rüyalar görüyor.
İkisi de aynı yorganın altındalar.
Kabir azabını
reddetmeye yönelen geri zekalılarımız, "efendim.Hz. Adem'den bugüne kadar
aynı kabre, müsiümünda koyuldu, kafirde koyuldu. Bunlara nasıl azab
edilecek?" diyorlar. Azabı sanki kendisi yapacak., Allah (c.c.) dilerse
-aynı yorganın altında birisi azab gören, birisi mutluluk gören insanlar gibi-
kabirde de hem mutluluğu, hem saadeti, hem de azabı aynı anda yaşatır.[9]
11- Deki:
"Size vekil kılınan ölüm meleği sizi öldürecek, sonra Rabbinize
döndürüleceksiniz.
Hepimiz rabbimize
döndürüleceğiz. Halkımızın dilinde "Azarail"diye isimlendirilen bu
kelime Kur'an-ı Kerim'de "Melekü'l-Mevt" diye de geçmektedir. Yani
ölüm melekleri" anlamındadır. İkisini bir araya getiren müfessirlerimiz;
"Azrail: ölüm meleklerinin başıdır. Ve onun emrinde görevli melekler
vardır. İnsanların canını da onlar alır, hayvanların canını da yine melekler alır."
demektedirler.
Hatta bu ayetin
tefsirinde İbn Kesir bir hadis rivayet etmiştir ki, "Ölüm meleği, bir
sivri sineğin dahi canını Allah'ın izni olmadan alamam" diyor. Buradan
anlıyoruz ki, diğer hayvanlarında canını alan meleklerdir. Bizim de canımız melekler
tarafından alınacak ve Rabbimize yöneleceğiz.
Öyleyse Rabbin
huzuruna alnımız açık, kalbimiz tertemiz, bütün vücudumuzda haram lokmalardan
gelişmiş bir et parçası bulunmadan, yüreğimizde Allah'a şirk koşmanın kokusu
dahi olmadan, varmaya gayret gösterelim.[10]
12-
Rablerinin huzurunda başlarım öne eğerek; "Rabbimiz, gördük ve işittik.
Bizi (dünyaya) geri döndür de salih amel işleyelim. Biz kesin olarak
inandık" diyen suçluları bir görsen.
Kafirlerin bu dünyada,
peygamber sözü dinlememeleri ve Allah'ın (c.c.) göndermiş olduğu kitaplara iman
etmemeleri neticesinde, bu dünya hayatında helali ve haramı tanımamaları,
haramlarla ömürlerini geçirme ve dünyayı kan gölüne ve gözyaşına çevirmeleri
vede insanların birbirlerini yemesine vesile olduklarından dolayı, ahirette
mutlaka cezalarını çekeceklerini, Rabbim Kur'an-ı Kerim'indeki ayetlerinde
haber vermiş. Bir de diğer Peygamberlerle gönderilen sahifelerde de haber
vermişti.
Buna rağmen o
suçlular, Ahirette, Rabbimin huzuruna vardıklarında, yaptıklarını karşılarında
gördüklerinde; suçlarının altında önce kafaları ezilecek, yani utançlarından
kafalarını önlerine eğecekler.
Sevgili Peygamberimize
ve O'nun şahsında bize diyor ki; suçlu insanları, başlarını eğmiş olarak
rabbin huzurunda bir görsen. Bir görsen onları. İnsan suçlu olunca, sevdiği bir
büyüğünün Önünde onun yüzüne bakamayıp, başını yere eğmesi vardır ya, işte bu
dünyada iken peygamber sesine kulak vermeyen insanlar, bütün suçlarının
ağırlığı altında, utanç içerisinde, başlarını rabbin huzurunda yere
eğeceklerini ifade ediyor Allah (c.c).
Orada Rabbimize
yalvaracaklar "Ya Rabbi! Biz gördük. Biz bu dünyada azabı gördük, dünya
da iken inanmadığımızı bu ahiret dünyasında gördük. Dünyada iken kulak
vermediğimiz Peygamber sözlerini bu dünyada işittik. Ne olur ya Rabbi!"
diyecekler. Fakat ata sözünde olduğu gibi; "son pişmanlık fayda
vermeyecektir."
Aklımız başımızda
iken, elimiz ayağımız tutarken, bu bedenimizi doyurmak, beslemek, ve tertemiz
yerlerde gezdirmek için, bu dünyada bir çok meşakkatlere, bir çok çilelere
katlanıyoruz. Ama ne kadar besleyebiliriz ki? 60- 70- 80- sene, o kadar. Sonu
gelmez senelerde yaşanacak bir diyara doğru çekip gidiyoruz. Bunu kimse inkar
edemez. Oraya doğru gidişi herkes kabul etmektedir.
Kabirden sonraki alem
ile ilgili konularda inananlar ve inanmayanlar var tabiki. Ama inkarcılar kabir
ötesi hayatında olduğunu gördüklerinde ve kötü amelleriyle karşı karşıya
geldiklerinde, "yarabbi! ne olur bizi geriye döndürde iyi ameller
işleyelim" diye rabbime yalvaracaklar. Fakat fayda vermeyecektir diyor
Allah (c.c).[11]
13- Biz
dileseydik herkese hidayetini verirdik. Fakat benden; "Cehennemin tamamını
cinler ve insanların bir kısmıyla dolduracağım" sözü gerçekleşti.
Rabbim diyor ki, biz
dilesek her nefse, her can sahibi insana hidayetini de verirdik. Dileseydik
verirdik. Ama Rabbimiz hidayet veya dalaleti seçme hakkını insana verdiğini
ayet-i kerimeleriyle bize bildirmiştir.
"İki yolu da
gösterdik insanlara. Dilerse şühedenlerden olur, dilerse küfredenlerden
olur" Yani "küfretme veya şükretmeye meyletmek" dediğimiz şeyi
meydana getirecek olan, insanın bizzat kendisidir. Hür iradesinin neticesinde
ya sevab kazanacak, cennete gidecektir veya günah kazanacak, cehenneme
gidecektir.
Bakınız!! dünya
hayatımızda biz canımızın ve tenimizin rahat edeceği yerlerde irademizi
kullanıyoruz. Birkaç senelik ömrümüz için bunu yapıyorsak, sonu gelmez
senelerde yaşanacak biryer için de iyi tarafı, doğru tarafı ve güzel tarafı
tercih ediverelim.
Bazı insanlar
ağızlarından çıkan kelimenin ne anlama geldiğini dahi düşünmeden, "efendim
işte filan, filan ünlülerde cehenneme gidecekse cehennem şenlik yeri
olacak" diyorlar. Böyle diyen insanlara, hemen bir kibrit yakın ve
parmağını kibritin üstüne tutmasını isteyin. Parmağını tutabilirmi? Kibrit
alevi nedir Jci? Görüntüde hiçbir şey değildir ama o kibritin alevine dahi
dayanamıyoruz biz. Parmağınızın ucu ateşte yanarken, diğer taraftan herhangi
bir şeyden zevk almanız mümkün değildir. Öyleyse bu dünyada iken aklımızı
başımıza alalım, cehennemi görür gibi, cenneti görür gibi hareket edelim,
Rabbin rızasına muhalif iş yapmamaya çok dikkat edelim.
Rabbimiz diyor ki,
dileseydik herkese hidayet verirdik. Yani dile-seydim kafir insan yaratmazdım
diyor. Yani dileseydi insanlara küfretme meylini vermezdi. Ama hidayete veya
dalalete meyletme iradesini veriyor ve neticede hidayete tabi olanların
cennete, dalaletin yolundan gidenlerinde cehenneme gideceğini ayetleriyle
bildiriyor. İnsana hür iradeyi vermiş ama o hür iradeyi iyi yolda kullanmaları
için Allah(c.c) Peygamberler göndermiş, son peygamber olarak da Efendimizi
(A.S.V.) ve Onun getirdiği Kur'an-ı Kerimle insanlara kopya vermiş.
Yani bu dünya
sahnesinde binlerce nimet verilmiş ki, bunların her biri imtihan sorusudur, bu
imtihan sorularımızda başarılı olabilmemiz için Allah (c.c.) bize kopye veren
bir kitap ve kopyeleri de okuyuveren hir nevffamber ve onların varislerini de
göndermiştir.[12]
14-
Bu(kıyamet) gününüzü unutmanız sebebiyle(azabı) tadın. Bizde sizi unuttuk,
yaptıklarınızın karşılığı olarak, ebedi azabı tadın.
15- Bizim
ayetlerimize ancak şunlar iman ederler: Ayetler hatırlatıldığında secdeye
kapananlar, Rablerini hamd ile teşbih edip, büyüklük taslamayanlar.
Allah'a secde ederken,
Allah'a hamd-ü senalar ederken, Allah'ı teşbih ederken, yani
"sÜbhanallah, sÜbhanallah...", "elhamdülillah, elhamdülillah..."
derken hiçbir zaman Allah'a karşı kibirlenmediğinizi de ortaya koymuş
oluyorsunuz. "Secde"ederken, hiçbir insan önünde eğilmeyen,
yukarılarda gezen başınızı Allah'ın huzurunda secdeye kapatıyorsunuz. Secde
ki, ayak hiz.amzdadır, topraktan yaratılmış olan halılar, kilimler üzerine
alnınızı koyuyorsunuz. Yani topraktan geldik toprağa gideceğiz.
Ya Rabbiü, bu baş
yücelerden yüce ola/ı Allah (c.c.)'a itaat ve ibadet ettiği oranda yücelir.
Onun için "subhane rabbiyel Ala" "yüceler yücesi Allah (c.c.) teşbih
ederim" diyoruz ve oradan canımızı tenimizi yüceltiyoruz. Rabbimize ibadet
ve itaatle ruhumuzu ve bedenimizi yüceltiyoruz. Mehmet Akif Merhum ne güzel
ifade etmiş; "-O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar."
Çanakkale'de Allah'ın
huzurunda eğilen askerlerimiz, düşmanın huzurunda eğilmemişler, cesetleri
dağları doldurmuş ama yurdumuza düşmanları doldurmamışlardır.
Günümüzde gazetelere
bakınız, yazarlarımız, çizerlerimiz birbirlerinin aleyhlerinde verip
veriştiriyorlar. Biri diğerine CIA ajanı diyor, diğeri de ona Mossad ajanı
diyor. İkiside Türk bunların. Fakat bütün bunların müşterek tarafları, yani
birlikte oldukları taraf; İslam'a yan bakışlarıdır. Rabbim huzurunda bir defa
olsun eğilmemeleridir.
Alnım secdeye koyan
insanlardan; dinine, imanına, vatanına ihanet eden insan çıkmamıştır. Rabbine
secde eden, rabbine rüku eden, rabbin huzurunda boyun eğen insan, düşmanın
önünde boyun eğmez.[13]
16-
Yanlarını yataklardan (ibadet için) uzak tutanlar, ve korkarak ve umarak
Rablerine dua edenler ve kendilerine verdiğimiz rizıkdan infak edenler (bizim
ayetlerimize iman ederler.)
Rablerinden korkarak
ve ümitle dua edenler, gecenin bir zamanında yanlarım yataklarından uzak
tutarlar.
Buhari'nin
bildirdiğine göre, Hz. Aişe validemiz; "Peygamberimizin ayakları şişinceye
kadar geceleri ibadet ettiğini" haber veriyor.
Hatta Hz. Aişe
validemiz diyor ki; "Ya Rasülallah, Allah(cc) senin gelmiş ve geçmiş
günahlarını affetti, hala mı dua ediyor sun?" Efendimizde diyor ki;
"şükreden bir kul olmayayım mı?" Yani affı arttıkça şükrü artıyor.
Doğrusu da o değil mi?
İnsanın sevdiği birisine karşı sevgisi arttıkça, saygısı da artıyor. Ona karşı
hata etmemek için hassasiyeti artıyor. İşte Efendimiz (a.s.v.), Rabbine
yaklaştıkça ibadetleri daha fazla
artı veriyor.
Biz de Rabbimize olan
bağlılığımızı devam ettirdikçe ibadetlerimizi daha da artırmalıyız. Hatta bu
ayetin tefsirinde, Ebul -Leys es-Semerkandi şöyle diyor; Akşamla yatsı arasında
da yatsı namazını geçiririz diye uyumazlar.
Rabbin vermiş olduğu
rızıktan da infak ederler. Mü'minlerin vasıflarını sayarken şunları
sıralıyoruz; Allah'ın ayetlerine iman ederler, Allah'a secde ederler, Allah'ı
teşbih ederler, Allah'a hamd ederler. Allah'a karşı büyüklenmezler.
Büyüklenemezler ne demek? Kim büyükleniyor Allah'a karşı? Bir çok imansız var
ki, Allah'ın büyüklüğünü kabul ediyor. Ama bu Müstekbirler diyorlarki,
"Evet yeri göğü Allah yarattı ama, Allah'ın bundan 1400 sene Önce koymuş
olduğu hükümlerden, emir veya yasaklardan biz daha iyisini koyarız"
İşte bu kibirlenmedir,
büyüklenmedir. "Allah'ın indirdiğini Kur'an'dan bizim yazdıklarımız daha
iyidir ve daha değerlidir" demek müstekbirler arasına girmek demektir,
İnkarcılar arasına girmek demektir.
Yeri göğü Yaratan
Allah'ı bir tarafta kabul edeceksin. O'nun yarattığı mahlukatta bir tek kusur
bulamıyacaksın, ondan sonrada diyeceksin ki, Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim'den
benim ağabeyim, benim amcam, benim sam amcam daha iyi kanun koyar, ben ona
iaat ederim!!!" İşte buna çağdaş putperestlik denilir.
Mü'min ise Allah'a
karşı kibirlenmez. Allah'a dua eder, yatacağı zamanlar vardır, çalışacağı
zamanlan vardır, ibadet edeceği zamanlan vardır ve Allah'ın kendisine vermiş
olduğu nimetlerden de infakta bulunur Yani dağıtır. Nedir o nimetler?
Akıl nimeti; Akıl
nimetininde dağıtılması gerekir. İnsanlara yol göstermelidir. İlim nimeti;
İlim nimetini dağıtacaksınız, okutacaksınız. Mal nimeti; O maldan da
zekatlarınızı ve sadakalarınızı vereceksiniz.
Makam ve Mevki
nimeti', Belirli bir makama gelmişseniz o alanların da hakkını vereceksiniz.[14]
17-Yaptıklarına
karşılık olarak, onlar için göz aydınlığı olan nimetlerden nelerin
saklandığını hiçbir kimse bilemez.
Yaptıklarının
karşılığı olarak, "bir mükafat olarak" Allah'ın onlara vereceği
nimetler Öyle nimetler ki, gözleri aydın eden, pırıl pırıl yapan o nimetleri
hiçbir nefis bilemez, önceden kestiremez.
Onlar için Rabbimiz
öyle nimetler hazırlamıştır ki, onları gizlemiştir. O nimetlerle karşı karşıya
gelince gözler pırıl pırıl olacaktır, gözler aydın olacaktır ve mutlu
olacaklardır. Yaptıklarının karşılığı olarak bunlar verilecektir ama, hiçbir
can bunu bilemez.
Buradaki tarifin
cennet için olduğunu söylemiş tefsircilerimiz ama, "cennet" kelimesi
açıkça ayette geçmemektedir. Bundan da anlaşılıyor ki, diğer birçok ayet-i
kerimenin tefsirinde de görüldüğü gibi, bu dünyada da yaptıklarımızın
karşılığı olarak Allah (c.c.), öyle mutlu anlar yaratır ki, amellerimizin neye
vesile olacağını önceden kestiremeyiz.
Şimdi şu soru
soruluyor? İslam gelince ne olacak? İslam'ı yaşarsak ne olacağını bayramlarda
görüyoruz. Mesela Kurban bayramından önce sorsalardı. İslam'ı yaşarsak ne
olurdu? deselerdi tarif etmemiz biraz zor olurdu. Yaşayınca görüldü. Ancak bu
yaşama, ferdi olarak değil, toplum olarak yaşama olacak. Zaten İslam'ın bir
topluma mutlu anlar yaşatabilmesi için de, toplu olarak yaşanması gerekiyor.
Cumhurbaşkanından
dağdaki çobana kadar herkes bayramını yaşıyor. Önce hep beraber namaz kılıp,
gücü yetenler Kurban kesiyor. Bütün sokaklar tektemiz oluyor.
Üç günlüğüne vacip
olan İslam'ın bir emri, Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar yaşanır hale
gelince, Genelkurmay başkanından erine kadar herkes tarafından yaşanır hale
gelince ne oluyor? Bütün sokaklar, Kışlalar, karakollar, üniversiteler birkere
tertemiz oluyor, bayram temizliği oluyor.
Elbiseler rengarenk
oluyor, ağızlarda şeker var, ağızlar tatlı, ağızdaki kelimeler tatlı ve güllü,
midelerimizde et, zengininden fakirine kadar herkesin evine et giriveriyor.
Birde akraba arasındaki ziyaretleşmeler. Üç günlüğüne bir vacip toplum
tarafından yapılınca toplumsal bir değişim meydana geliveriyor.
Önceden bunu kestirmek
mümkün değil. Ama yaşanınca oluyor. Eğer topyekün bir millet tekrar namazından,
zikrinden, fikrinden, mali, ticari, siyasi, her sahada Kur'an'ın emrettiklerini
yaşar hale gelince, dillerini yalandan, gönüllerini iftiradan gıybetten,
hasetten, şirkten temizleyecek olurlarsa kulaklarını kötü sözlerden uzak
tutup, iyi sözlere kulak verecek olurlarsaki ayet-i kerimede; "Onlar her
sözü duyarlar, en güzeline uyarlar" buyuruluyor.[15]
Gözlerin göreceği bütün manzaraları güzelleştirecek olursak, hem gönül hanemizi
hem de dış dünyamızı güzelleştirecek olursak, bu dünyamızda cennet olur.
Bu dünyada cennet gibi
bir hayat yaşayan, İslam'a göre hayatını geçiren, İslam'ın o ılık ikliminde
ailesiyle mutlu hayatını yaşayan insanlar, cennette yaşayacak hale geldikten
sonra, Allah (c.c.) eceliyle beraber o insanları cennete uçuruverir.[16]
18- Mü'min
olan, fasık olan gibimidir? Bunlar denk değildir.
Mü'min insanla fasık
insan denk değildir, eşit değildir. Mekke fethi esnasında sevgili
Peygamberimizin yanına, Mekke'yi temsilen Ebu Sufyan (henüz iman etmemiş)
geliyor. Sahabe-i Kiram'dan Aiz b. Amr'ı da yanına alıyor. Efendimizin yanına
girerken sahabeden biri takdim ediyor; "Ya Rasülallah Ebu Sufyan'la, Aiz
b. Amr geldiler" diyor. Sevgili Peygamberimiz cümleyi düzeltiyor,
"Aiz b. Amr'la, Ebu Sufyan geldiler" diyor.[17] Yani
sahabe uyarılmış oluyor, onun şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün
mü'minler uyarılmış oluyor. Ne demek oluyor? Konuşurken bile mü'minin adının
önüne kafirin adını geçirmeyiniz.
Arkasından
Peygamberimiz şu hadis-i şerifi irad ediyor. "İslam yücedir. O'nun Önüne
geçilmez, onun üstüne çıkılmaz" diyor".
Yani Aiz b. Amr
müslümandır, Ebu Sufyan ise o zaman kafirdir. Ebu Sufyan'ın adını müsltimanın adının
önüne koymayınız. İşte denk olmamayı biz burada ortaya koyuyoruz. Yoksa insani
haklan, İslam'ın koyduğu kurallar içerisinde verirken bu kurallara uyulacaktır.
İyilikle kötülük denk
değildir. Aydınlıkla karanlığın denk olmadığı gibi, zehirle panzehirin denk
olmadığı gibi, acı ile tatlının denk olmadığı gibi, mü'minle kafirde birbirine
denk değildir.[18]
19- İman
edip ameli salih işleyenlere gelince, onlar için yaptıklarına karşılık
ağırlanmak için varacakları cennet vardır.
İman edip amel-i salih
işleyenler için o mc'va cenneti vardır. "Me'va", sığınılacak yer,
yarılacak yer, girilecek yer manasına gelir. Yani mü'minlerin sığmağı olan
cennetler vardır.
Mahşer yerinde cennetten
başka sığınılacak hiçbir yer yok işte o cennete sığınılacak, o cennette konaklanacak.
Bu dünyada yaptıklarımıza karşılık Allah (c.c.) lutfıı kereminde., rahmuinder
ve merhametinden cennette konaklatacak ve misafir safirlik geçici değil ebedi
olacaktır.[19]
20-
Fasıklara gelince, onların sığmağı ateştir. Oradan her çıkmak isteyişlerinde
oraya geri çevrilirler ve onlara " Yalanla makda olduğunuz ateşin azabını
tadınız!" denir.
"Fasık" burada
imansızlığı ifade etmektedir. Yuni îtaaıtan dışa çıkan, isyan eden fasık.
Onlarında nğır.acp.ğı yer cehennemdir. Cehennem ateşi yanmış alev alev
insanları bekliyor. Herkes ateşini bu dünyadan götürecektir. Bu dünyada
cehennem ateşinin bizde alev alması için bir damlacık haram bırakmamaya,
şirkten küfürden bir alev alıcı madde bırakmamaya dikkat edeceğiz.
Üzerinde benzin olan
bir adam ateşin yanından geçerken alev alır. İşte cehenem ateşi yanmış bekliyor
orada. Onun üzerindeki sırat köprüsünden geçilecektir.
Eğer gönlümüzde
şirkten, küfürden birşey varsa, bedenimizde haram lokma varsa, gönlümüzde
kötülüklerden, dilimizde yalanlardan, iftiralardan, gıybetlerden varsa,
kulaklarımız bol dılemişse. gözlerimiz hep haramlarda dolaşmışsa alevi oradan
ahverir. Ayaklar kötü yollarda dolaşmışsa, alevi oradan kapıverir Allah
korusun.
Rabbim, bu dünyada
tedbir alın diyor. Ahirette tedbir almanın faydası yok "Ya rabbi beni
dünyaya döndür de tekrar amel edeyim" demeniz size fayda vermeyecektir.
"Ne zaman o
cehennemden çıkmak isteseler, geriye iade edilirler. Çukurlar vardır orada, o
çukurlardan çıkmak üzere kenara doğru gelir ama kenarından yine içine doğru atılırlar,"
diyor Allah (c.c). Ve de Melekler tarafından, "dünyada iken yalanlamış
olduğunuz bu ateşin azabını tadın bakalım" denilir.
Hiç değilse
yalanlamıyalım. Cehennem ateşinin varlığım yalanlamı-yalım, cennetin varlığını
yalanlamıyalım Yani amentüdeki 6 iman esasına gönülden iman edelim. Ben size
yalvarıyorum. Amelimizde eksiklik varsa bile imanımız tamsa, cennete
kesinlikle gidilecektir.
Ama bir insan alnını
hiç secdeden kaldırmadan ömür boyu namaz kılsa, bütün günlerini oruçlu geçirse
de arkasından; "ben bunları spor için yapıyorum, yok canım öldükten sonra
insan dirilirmiymiş, ahiret diye bir şey olurmuymuş?" derse ebedi
cehennemde, kalır. Zira Rabbim bu ayette," yalanlamış olduğunuz cehennem
ateşini tadın" buyuruyor. İman'ın 6 şartına biz "Kur'an'da
bildirilenlerin tamamı" diyoruz.
Misal olarak, bir
insan rakı içiyor, şarap içiyor, ama diyor ki, "rabbim affet beni"
Bunu yürekten söylüyor. Bir insan ki hiç içmiyor. Adama, "ne güzel sen hiç
içmiyorsun" diyorsunuz, adamda; "yok canım haram olduğundan dolayı
içmemezlik yapmıyorum, İçki harammı olurmuş? Çağımızda bunun haram olması
mümkün değil. Ben vücuduma zarar olduğu ve midem kaldırmadığı için
içmiyorum" diyor. Böyle diyen insanın cehennemden çıkma ümidi yoktur. Ama
rabbim beni affetsin diyen insanın işi Allah'a kalmıştır. Allah onu dilerse
affeder. Rabbim bir ayetinde; "Allah dilerse şirk hariç bütün günahları
affeder"[20] diyor. Öyle olunca bir
kere inancımızı sağlam tutmaya çok dikkat edeceğiz.[21]
21- Belki
dönerler diye, onlara büyük azaptan önce, küçük azabı tattıracağız.Yalnız
ahirette mi azab edilecek?
Onlara o büyük azabtan
önce de azab edeceğiz diyor Allah (c.c). Cehennem azabından önce de azab
edilecektir. Mahşer yerinin, kabrin ve bu dünyada iken imansızlığın getirdiği
bir azab vardır.
İmansızlığın getirdiği
azab nedir? şimdi ben "Amerika, İngiltere azab içerisindedir" desem,
bir çok insanımız şöyle diyecek, "yahu hocam onlar bizden rahat, niye
bunu söylüyorsunuz?" Ben şöyle cevap vereyim; "Ben Avrupayı gördüm,
orada 1,5 sene kaldım. Paris'i gördüm, Amsterdam'ı gördüm, Kö.ln'ü gördüm, iyi
göreyim diye çok iyi de gezdim. Size şunu söyleyeyim. Bir hayatınız vardır,
eşiniz, çocuklarınız var, geçim sıkıntısı çekiyorsunuz, evinizin kirası pahalı
geliyor, veya eviniz bodrum kattadır ve siz bir çeşit sıkıntı çekiyorsunuz.
Böyle bir hayatla, mesela Nevyork'ta büyük bir alan içerisinde bir eviniz var,
eviniz önündeki bahçede her türlü çiçekler, meyveler var, o evde rahat
yaşayabileceğiniz bir geliriniz de var, eşinizin bir arabası, sizin bir arabanız
var, çocuklarınızın birer arabası var, bunlarla işe gelip gidiyorsunuz.
Çeşmenin birinden sıcak su akıyor birinden soğuk su akıyor, dilediği her şey
evin içerisinde var. Şimdi bu hayatla, sizin hayatı mukayese edersek tabiki o
rahat."
Böylesi bir hayatı biz
istiyelim mi? isteyelim. Bu tarafını istiyelim. İslami kurallar içerisinde
bizim hayatımızda böyle olsun. Ecdadımız bunu yapmış. Osmanlının eski evlerine
bakacak olursanız böyle bir hayatı islami kurallar içerisinde başarmışlar.
Fakat islami olmayan kurallarla bu neticeyi alanlara bakıveriniz. Akşamleyin
kocası bir tarafta hanımı bir tarafta. Birisi bir başka yer de kendisine bir eş
bulmuş, öbürü bir başka yerde eş bulmuş. Sabah oluyor karıyla koca arabalarına
biniyorlar hastanedeki AİDS tedavisi gören kızlarını ziyarete gidiyorlar.
Oğulları ise o da bir başka ahlaksızlığın içerisinde, o da eroinman. Yani
imansızlık bu tür hastalıkları da beraberinde getirmiştir.
Rabbim de;
"inançsızlığın azabım, o büyük azab gelmeden önce beri tarafta da biz
onlara taddınrız" diyor.
AİDS hastalığı da,
uyuşturucu hastalığı da, anne -baba tanımamaz-lık hastalığı da imansızlıktan
kaynaklanmaktadır.[22]
22- Rabbinin
ayetleri hatırlatıldıktan sonra, ondan yüz çevirenden daha zalim kim vardır?
Şüphesiz biz suçlulardan intikam alırız.
Ayetler kendilerine
hatırlatıldığında, Ondan yüz çeviren suçlu insanlardan mutlaka intikam alınır.
Cehennemde mutlak cezalarını çekerler.[23]
23- Andolsun
biz Musa'ya kitab verdik. Sen ona kavuşacağından şüphe etme. Onu israil
oğullarına hidayet rehberi kıldık.
24-
Sabredip, ayetlerimize iman ettiklerinden, onlar arasından emrimizle yol
gösteren imamlar kıldık
25- Şüphesiz
Rabbin kıyamet gününde, ihtilaf ettikleri konularda hükmedecektir.
Bu ayetlerde. Rabbim
Peygamberimizin gözünün önüne geçmişten bir sahneyi getiriveriyor.
Sana bir kitap
verdiğimiz gibi, Musa'ya da bir kitap vermiştik. Yani peygamber efendimizin
yolunun yeni bir yol, metodunun yeni bir metod olmadığını Allah (c.c.)
Peygamberimize hatırlatıyor.[24]
26-
Kendilerinden önceki nesillerden helak ettiklerimiz ki, şimdi bunlar onların
yurtlarında geziyor. Bu onları doğru yola götürmedi mi? Şüphesiz bunda ibretler
vardır. Hâlâ kulak vermiyorlar mı?
Şu an biz bu ayet-i
okuduğumuzda İstanbul şehrinde, daha önce yaşamış insanların meskenlerini görüyoruz,
surları, kaleleri, sarnıçları, Roma'mn harabelerini, Mısır Pramidlerini
görüyoruz. Yani Allah'a isyan etmiş insanların ne hallere geldiğini görüyoruz.
Bu dünyada iken
azablannı tatmış bir kısım insanlar, Musa (a.s.) ve O'na inanan bir avuç müslümana
karşı mağlub olmuşlar, denizde boğulmuşlar. Pramidleri yapabilecek güce sahib
Fravun, elinde yalnız asası, dilinde de Allah'ın kelamı olan Musa (a.s.)
karşısında mağlub olmuştur.
Yıllarca zulüm
üzerinde kurulan İstanbul'un, "Allahû Ekber" nidaları karşısında
surlarını ve kapılarını müslümanlar açmış ve İstanbul'u teslim almışlardır.
Allah (c.c);
"Nice az topluluklar Allah'ın izniyle çok topluluklara galip
gelmiştir" diyor. (Bakara 249) Bütün bunları görmek onlar için hidayet
olmaz mı? diyor rabbim.
Yani şu anda ben
koministim, ben ateistim diyen insanlar bilsinler ki, 100 senelik kominizm de
gitti ama Hz. Adem'den beri uzun bir tarihi olan İslam 2000'li yıllara
girerken dünya gündeminde birinci sırayı alıyor.
Bu günün gazete ve
dergilerine bakacak olursanız ki, yalnız Türkiye'de çıkan gazeteler İslam'ın
sesinin gür sedasını bütün gönüllerde tatlı bir yankı meydana getirdiğini
yazıyorlar. Bu da dinimizin, hak bir din olduğunu gösteriyor.[25]
27-
Görmüyorlar mı? biz suyu kurak yere sevkederiz de onunla ekin çıkarırız ondan
hayvanları ve kendileri yerler. Hala görmüyorlar mı?
Allah (c.c),
buğdaylar, arpalar çıkanyor, biz yiyoruz, hayvanlarımız yiyor. Yani çorak ve
ölü araziden yemyeşil bitkiler çıkaran Allah (c.c.)'dür.
Bir kısım insanlarımız
bazen ümitsizliğe düşüp "bu bizden mi olacak" diyor, kendini
beğenmiyor. Rabbim, çorak araziye yağmur sularını gönderiyor, oradan yemyeşil
otlar çıkarıyor.
"Ben
imansızım" diyen insanların da yüreklerine, o Kur'an'm altı bin küsur
ayeti rahmet damlaları halinde bir inecek olursa, onların yüreklerinde Öyle
bir iman çiçekleri açar ki, herkes şaşar kalır. Ot bitmez arazilerden yemyeşil
otların, sebzelerin, meyvelerin, bembeyaz, masmavi çiçeklerin, mor
menekşelerin, kırmızı güllerin çıkışı gibi insanların yüreklerinde de imanın
çiçekleri bir gün açıverir.[26]
28-
"Eğer doğru söylüyorsanız fetih (kıyamet) ne zaman?" derler.
Bazıları, "Peki
ama bu fetih ne zaman gelecek" diyorlar. Buradaki "fetih";
insanların gözlerini açan kıyamet alametleridir demiş alimlerimiz. Siz hep
kıyametten bahsediyorsunuz, bu kıyamet ne zaman gelecek diyenlere[27]
29- Deki;
fetih (kıyamet) günü geldiğinde, kafirlere imanları fayda vermez. Onlara
zamanda tanınmaz.
De ki; o kıyamet
geldiğinde, kıyamet alemetleri de çıktığında kafirlere imanları fayda vermez.
Yani mahşeri gördüklerinde, kıyamet koparken iman etmeleri onlara fayda vermez
ve onlar hiç gözetilmez diyor Allah (c.c.)[28]
30- Vazgeç
onlardan ve bekle, şüphesiz onlar da bekleyecekler.
Bırak onları, Onlar da
beklesin, biz de beklemekteyiz, diyerek Allah (c.c), Efendimize hitaben ,
kafirlere meydan okuyor.
Bekliyeceğiz. Bakalım.
Bekleyen görecektir. Neyi görecektir? Dünya genelinde İslam'ın zaferini
görecektir. Üstad Necip Fazıl'ın dediği gibi;
Bekleyin, görecektir
duranlar yürüyeni -Sabredin, gelecektir solmaz, pörsümez yeni.[29]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/201.
[2] Yusuf 3
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/201-203.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/203.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/204-205.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/206-208.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/208-210.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/210-211.
Kabir azabı için bakınız; Kur'an'ı Kerim
Mü'min suresi 46, Buharı Cenaiz 87, Müslim Cennet 67, Ahmed Müsned 51271,
Tirmizi fezail-ül Cihad25, Nesai Sehv 64
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/211-212.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/212-213.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/213-215.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/215-216.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/216-218.
[15] Zümer 18
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/218-219.
[17] Fethul Bari 31220, K. Cenaiz,
Damkutni veFevaidi Ehi Yaladan naklen
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/220.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/220-221.
[20] Nisa 48,116
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/221-223.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/223-224.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/224.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/224-225.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/225-226.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/226-227.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/227.