LOKMAN SURESİ 2

 


LOKMAN SURESİ

 

Lokman suresi, Kur'an-ı Kerim'in 31. süresidir. Mekkede nazil olup, 34 ayettir. İçinde Lokman- Hekim'den bahsettiği için bu ismi almıştır. Türkçemizde de Hakim yerine, "Lokman hekim" derler. Bazı alimler de, "Lokman Aleyhisselam" derler. Onu Peygamber olarak kabul ederler. Sebeb olarakta, Allah (c.c.) ayeti kerimesinde; "Biz Lokman'a hikmeti verdik, Allah'a şükredesin diye" buyurmakta. Buradaki, "hik­metten" kasıt Peygamberliktir, şeklinde tefsir etmiştir alimler. Bazı alimler de, O'nun peygamberliğine delalet eden açık bir ifade yoktur. O salih bir kuldur, demişlerdir.

Lokman (a.s)'ın Peygamber olup olmaması bizim için o kadar önemli değildir. Önemli olan Lokman (a.s.)'ın dilinden onun oğluna vermiş olduğu öğütlere kulak verip, kendimizi onların yerine koyup, aynı öğütleri de çocuklarımıza vermemiz gerekir.

Yoksa Kur'an, -daha Öncede bahsettiğimiz gibi- Peygamberlerin doğduğundan yaşadığından vede onların akrabalarından bahsetmez. O sadece Mü'minler için gerekli olanını, uyulması gerekeni örnek bir dav­ranış olması için geçmiş Peygamber ve ümmetlerin olaylarından bah­seder.

Lokman (a.s) diğer Milletlerin kültüründe de mevcuttur. Onların ta­rih kitaplarında da bahsedilmekte ama, en doğru ve en güzeli Kur'an'dadır. Bizim edebiyatımızda bile, "Lokman hekim gelse  yaram azdırır" deyişi çok meşhurdur. Demir eksikliği olan vucud, kendindeki bu eksikliği gidermek için kişiyi toprak yemeye sevk edermiş. Bazı çocuklarla hamile kadınlarda bu daha fazla görülürmüş. Yani vucud demir eksikliğini topraktan gide­rebilecek kabiliyette yaratılmış.

İşte Hikmeti tarif ederkende; "görüşte isabet, sözde isabet" diye tarif ederler. Allah(cc); Lokman (a.s.)'a da görüş ve düşüncede öyle hassasiyet vermişki, o hassasiyetiyle insanlar üzerine öylesine yö­nelmiş, onların derdini derdi bilmiş ve eşyaya o gözle baktığı için, o insan hastalığın ilacını bulmuştur.

Bizde toplumun sosyolojik, psikolojik, ekonomik vede en önemlisi inançsızlık hastalıklarını kendimize dert edinirsek, onlara bu gözle ba­kacak olursak, onların tedavisi için gerekli hususları ortaya koyup yar­dım etmiş oluruz.

Bu toplumunda gördüğümüz fuhuş, hırsızlık, adam öldürme gibi hu­suslar yukarıda saydığımız hastalıkların birer görüntüsüdür. İşte bun­ların tedavisinde Lokman hekimin sözlerine, öğütlerine kulak verirsek, bu konuda daha da başarılı oluruz.[1]

 

1- Elif, Lam, Mim.

Diğer 27 si Mekki, 2 tanesi de Medeni olan ve hu rufu mukatta ile başlayan sureler gibi, bu sure de "hurufu mukatta" ile başlamaktadır. Bu hurufu mukatta'ların başlangıçta Bakara suresinde izahı yapılmıştı. Kur'an bu harflerden meydana gelen kelimelerden oluşmuştur. Yani "Kur'an'a, Muhammed (sav)'in uydurmasıdır" diyorsanız, evvelkilerin masalları diyorsanız; "buyurun sizde, bu harflerle Kur'an oluşturun," Kitap oluşturun demektir.[2]

 

2- İşte bu, Hakim kitabın ayetleridir.

İşte bu, içinde hikmet dolu vede ayetleri gayet muhkem, sağlam, geçerliliği zamanla aşınmayan ve her çağın ihtiyacını görecek olan kita­bın ayetleridir.

Kur'an okunurken; onu geçmişten bir hatıra olarak veya ölmüşlerin ruhuna sevabı olsun diye değil, hükümleri her çağın ihtiyacını karşıla­yacak vede her ayetinin bir hükmü vardır diye okumak gerekir.[3]

 

3- İyilik yapanlar için yol gösteren ve rahmet olandır.

O ayetler, ihsan sahiplerine hidayet ve rahmetdir. Yani bu kitabın ayetleri Muhsin olan, güzel davranışlar ortaya koyan insanlara hidayet rehberi olup, doğru yolu gösterir. Vede rahmete vesile olur. Muhsin, "ihsan" kelimesinden gelme. İhsan'ı, cebrail(a.s) peygambere sorar. Hz. peygamber de cevaben; "Allah'ı görüyor gibi ibadet etmendir, Her ne kadar sen Allah'ı görmüyorsan da, Allah seni görüyor" buyurur. İşte böyle olan insana, Kur'an hidayet rehberidir.

Her nekadar tefsir usûlcüleri; "sözün mefhumu muhalifine itibar edilmez" demişlerse de, İmamı Safi; "mefhumu muhalifine itibar edilir" demiştir. Buna göre ayetten, "Muhsin olmayanlara Kur'an hidayet reh­beri ve rahmet olmaz," anlamı da çıkar.

Bu üçüncü ayete benzer bir ayet, Bakara suresinin ilk ayetlerinde geçmişti. Orada da "bu Kur'an Muttakilere bir hidayet kaynağıdır" Yani Muttakilere yol gösterir anlamındadır. Burada ise; Muhsin'e hi­dayet rehberidir, diyor. Tabiki alimlerimiz, ihsan makamının takvasını, biraz ileride görürler. Zira "ihsan"; heran Allah (c.c.) tarafından görül­düğünü ve bilindiğini hissederek hareket etmektir.

Bazı cahil sofular, şeyhinin bütün davranışlarını kontrol ettiğini, ya­tağında bile "sağından soluna döndüğünü bildiğini" iddia ederler. Bu Allah (c.c.)'ın sıfatının şeyhlere verilmesidir. Yaratan her halimizi gö­rür vede bilir. Yaratamayan bunu bilemez. Ancak Allah'ın vermiş ol­duğu izin ve müsade dahilinde buna muvaffak olur.

Bir de ayet şuna işaret ediyor; İslamdan başka sistem arayan in­sanların bu sistemlerinin onlara bir rahmet ve hidayet olmayacağına da işaret vardır.[4]

 

4- Onlar namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar ahirete kesin inananların ta kendisidirler.

O muhsin ki; Allah'ı görür gibi ibadet eden kişiler, namazlarını dos­doğru kılarlar, zekatlarını da verirler. Onlar ahirete de yakınen iman ederler. Ahirete iman konusunda zerre kadar şüpheleri de yoktur.

Bizi dosdoğru olmaya sevk eden birinci derecede Allah'a iman, ikinci derecede de ahiret'e imandır. Kur'an'da da ençok tekrar edilen; Allah'a imandan sonra, ahirete iman gelir. İnsanın gelip geri döneceği yer ahirettif. Ve kişi kendisini ahirete hazırlaması gerekiyor ki, bunla­rında başında namaz ve zekat geliyor. Bunlar Kur'an'da ençok tekrar edilen vede Önemli iki ibadettir. Kur'an-da 37- 38 yerde ikisi beraber ard arda geçmektedir.

Hz. peygamber Muaz b. cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken; "Muaz önce insanlara "kelimeyi tevhidi" öğret, daha sonrada namaz kıl­malarını emret. Namazı da kıldılar mı, bu insanlara zekatı emret, zengin­lerinden al fakirlerine ver." buyurmuştur. (Buharı tevhid) Hani insanların bir slogan altında toplanması gerekir ki, o slogan "kelimeyi tevhiddir." Bu hususta birleşen insanlarında bir yerde top­lanmaları gerekiyor ki, o da Namaz için mescidlerdir. Mescide toplanan insanlar yalnız bedenle değil, mal varlıklarıyla da yan yana gelecekler, arlarında ekonomik dengesizliğin kalkması vede bir araya gelen bu in­sanların çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için zekatlarını vermeleri ge­rekir. İşte namaz ile zekatın ardarda gelmesinin hikmetlerinden biride

budur.

Bu şekilde ahirete yönelmiş, toplu olarak ahirete yürüyen   insanlara;[5]

 

5- İşte bunlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve işte bunlardır kurtuluşa erenler.

İşte onlar rablerinden bir hidayet üzeredirler ve onlar kurtuluşa er­miş kişilerdir. Hem bu dünyada kurtuluşa ererler, hemde ahirette kur­tuluşa ererler.

Bu dünyada kurtuluşa ermeleri, toplumun fertlerinin hiç bir çıkar gö­zetmeksizin bir araya gelmeleridir.

M. Akif merhum,

"-Girmeden bir millete tefrika, düşman giremez

-Toplu vurdukça yürekler top asla sindiremez." Der Ahiretteki kurtuluşları da Allah'ın rızasını ve onun cennetini kazan­malarıdır.[6]

 

6- İnsanlardan bir kısmı Allah'ın yolundan sapıtmak için, bilgi­sizce eğlendirici sözler satın alır ve o (Allah'ın yoluyla) alay eder. İşte onlar için alçaltıcı azap vardır.

Bu ayetin tefsirinde alimler; "boş sözleri satın alırlar" derken her çağın mufessiri kendine göre yorumlar yapmıştır. Hakk'ın karşısında, batıl sözü almak; boş söz anlamındadır. "Kur'an ayetlerini dinlemek yerine boş, faydasız sözler dinlemek" demişlerdir.

Bu ayetin sebebi nuzûlii olarak şu anlatılır; Rivayete göre, Nadr b. Haris İran taraflarına gider ve oradan dönüşte yanında İsfendiyar gibi, Zaloğlu Rüstem gibi insanların masallarını dinler ve getirir. Mekke hal­kına da; "Muhammed (a.s.) Ad, Semud ve diğer kavimlerin hikayelerini anlatıyor. Bende size Rum ve Acem masalları, olayları anlatacağım" der. Kendi cariyelerine de güzel musiki dersleri vererek, güzel şarkılar öğretip onlara; "Mü'minlerin karşısına çıkıp onlara hem şarkı söyleyin, hem yedirin, hem eğlendirin. Yeterki Muhamed'in yanma gitmesinler" der.[7]

Kısaca, "Kur'an'm okunup, onunla amel edilmesine engel olan her-şey ayette bahsedilen, boş söz"dür. Tarih boyunca Kur'an'la, hadisle, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili hayli kitaplar yazılmış. Alimler, bunlar ara­sında Kur'an'a yönelmeyi engelleyenlerin olabileceği endişesini taşı­mışlar.

Günümüzde ise bu, islami bir televizyon ile, islarm olmayan telev.z-yonU terem etmek gibidir, islam, bir gazete ile, islami olmayan, ahlak-i resimler basan bir gazetey. tercih etme sekimde, kendini ortaya koymakür. işte bu, kişinin imammn derecesini, zayıflık ve kuvvethhğt-nin bir göstergesidir.[8]

 

7- Ayetlerimiz ona okunduğunda, sanki hiç işitmemiş gibi, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi, kibirlenerek sırt çevirir. Ona acıklı azabı müjdele.

O Allah'ın ayetlerini alaya alan ve ona karşılık boş sözler satın alanlar. Herhangibir bayanın mahrem yerlerini teşhir eden şarkıyı, O'mm ayetlerine tercih edenler, kibirlenerek Kur'an'dan uzaklaşanlar­dır.

Müfessirlerimiz bu ayeti tefsir ederken, "türkü dinlemenin caiz olup olmadığı konusunda bilgi edinmek isteyen kişilerin, Lokman suresi 6.-7. ayetlerine bakması gerekir" diyorlar. Abdullah, ibni Mesud; "lehvel Hadis" şarkı dinlemektir diyor.[9]

Bu konuda Gazali de "İhya-u ulumiddin" isimli eserinde uzun izah­lardan sonra özetle : şarkının sözlerinde küfrü gerektiren bur durum yoksa. Allah'ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram gös­teren cümleler yoksa. Belirli bir şahsın da gıybetini yapmıyorsa, insan­ları da nifaka sokacak değilse, böyle şarkıları dinlemek caizdir" der. Kuşeyri ve Zehebi gibi alimler de Gazali'nin bu görüşündedirler.

Tabiki bu şarkı kişiyi;  Kur'an-dan ibadetten alı koymamalıdır. Allah'ın ayetlerinden insanı alıkoyan herşey "Lehv'dir"

İşte Allah'ın ayetlerini alaya alan kişilere ayetlerimiz okunduğu za­man, kibirlenerek geriye döner. Sanki işitmemiş gibi, duymamazlıktan gelerek, sanki kulağında sağırlık varmış gibi.

Günümüzde de öyle insanlar vardır ki, konuşurken ayetten bahsedi­lince, kibirlenerek hemencecik yüzünü çeviriverir. Yüz hatları değişir, sararır solar, ne diyeceğini bilemez ses tonunu değiştirerek, içine düş­tüğü durumu kurtarmaya çalışır ve büyüklük taslar.

İşte böyle insanlara; "acıklı, elem veren azabı müjdele" Bir önceki ayette; "alçaltıcı azabdan" bahsedilirken bu ayette de "acıklı, elem ve­ren azabdan" söz edilmekte.

Kişinin makamı, mevki ne ise, bu azabı hak etmiş ise bundan kurtu­luş olmayacaktır. Hemde bu azab, sevdiklerinin peşinden giden kişile­rin gözü önünde verilecek bir azabdır. Kur'an ayetleri okunduğunda ondan yüz çeviren kişi, tıpkı doktora gidip doktorun tavsiyelerine uymayan, verdiği yemek ve ilaçları zamanında almayan kişi gibidir. Doktor nasıl ki bu hastasını o İsrarlarına rağmen tedaviye devam ediyorsa, bizde bu insanların manevi tedavisi için canla başla, bıkmadan usanmadan, Allah için çalışmalıyız.[10]

 

8- Şüphesiz iman edip salih amel işleyenlere mı i m cennetleri var­dır.

9- Allah'ın gerçek bir va'di olarak, orada ebedi kalacaklardır. O Aziz'dir, Hakim'dir.

İman etmeyenler alçaltıcı ve elem veren azabın içine giderken, "iman edip salih amel işleyenler" için de "Naim cennetleri" vardır.' Hertürlü nimetin bolca bulunduğu bir cennettir. Orada ebedi kalırlar.

Biz bu dünyada bir bahçe veya bir ev kurmaya kalktıkmı, bunu ku­runcaya kadarda kendimizden bir çok şey kaybederiz. Artık ağzımı­zın tadı kaçmaya başlar. Cennet böyle değildir. Nimetler her an taze­lenir.

Allah'ın vaadi haktır. Vaâd edilen bu şeyler elbet birgün gerçekleşe­cektir. O, herşeye gücü yeten, hükmeden, hüküm koyan, hükmünde de hikmet sahibi olandır.[11]

 

10- Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsar diye yeryü­züne dağlar bıraktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyüzünden su indirdik ve orada her güzel çiftten nicelerini bitirdik.

Allah(cc) gökleri direksiz olarak yarattı, sizde görüyorsunuz. Buradaki "görüyorsunuz" da anlam biraz eksik kalıyor" Görüyorsunuz semanın direksiz olduğunu" şeklinde anlaşıldığı gibi, "Allah semayı di­reksiz yaratmıştır görüyorsunuz" anlamı da vardır.

Yani gökyüzünde güneş herhangi bir yere dayanmadan durmakta birde, "Allah direksiz olarak yaratmıştır. Ama siz onun nasıl durdurul­duğunu görüyorsunuz" anlamındadır. Onunda belirli kanunları vardır. O kanunlar çerçevesinde cereyan etmektedir.

Allah(cc) yeryüzüne dağlan çivi gibi çakmıştır. Dağlar, dünyanın kendi ekseni vede güneş etrafında dönerken, üzerinde sallanmamanız vede dünyanın dengesinin sağlanması için   yaratılmıştır.

Yine Allah(cc) yeryüzüne hayvanları, herçeşit canlıyı yaydı. Dünyanın her tarafında iklimine göre   canlılar yayılmıştır. Kutuplarda beyaz ayılar, Afrika'da maymunlar, güney kutbunda ise foklar, bulun­dukları coğrafi iklime uygun olarak yayılmışlardır. Bazı canlılarda var­dır, dünyanın bütün iklim şartlarında yaşayabilecek kabiliyettedirler ki, insanoğlu bunun başında gelir.

Gökyüzünden suyu indirdik ve o yeryüzünde her nimetten çift çift, güzel bir şekilde bitirdik. Yani yağmurların yağması ve bu sayede her-türlü nimetin bitmesi de, Allah(cc)'ün bir lutfudur.[12]

 

11- İşte bunlar Allah'ın yarattıkları. Gösterin bana, Onun dışın­dakiler ne yaratmış.? Hayır!! zalimler apaçık bir sapıklığın içindedir­ler.

Allah'ın kanunlarını kabul etmeyip, kitabını okumayan ve ondan başka ilahlar kabul edenlere, Allah (c.c); "gösterin bakalım!! başka ilah-kabul ettikleriniz ne yarattı.?" Öyle ise neden benim kanunlarıma ve emirlerime değil de, benden başka -kanun koyucular olarak- kabul et­tiklerinizin kanunlarına uyuyorsunuz.? İşte bunlar zalimdirler. Zalimlerde apaçık bir sapıklığın içindedirler." diyor.

Zalim deyince; insanlara eziyet ve işkence yapan demektir. Asıl en büyük zalimler, yönetici kadrodur. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoy­mak suretiyle onlara zulüm etmiş kişilerdir. Haddi aşmış kişilerdir. Onlarda apaçık bir sapıklık içindedirler.[13]

 

12- And olsun biz, Allah'a şükretmesi için Lokman'a hikmeti verdik. Kim şükrederse kendinedir. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz Allah Ganidir (kimseye muhtaç değildir.) Hamiddir.

Hikmet: Kişinin sözünde ve amelinde, sağlam bilgi ile dengeli bir şekilde konuşup, hareket etmesidir. Kısaca sözde ve amelde isabetli olmadır. Hikmetin verilmesinin sebebi olarak da Allah'a şükretmesi gösterilmekte. Zaten verilen her nimetin sebebi Allah'a şükretmek içindir.

Mesela ellerimizi vermiş, onlarla rabbe şükretmek için. Elin şükrü de; onu yaratılışı doğrultusunda çalıştırmak ve kullanmak demektir. "Çok şükür yarabbi" dese bu dilin şükrüdür. Elin şükrü iyi işler yap­mak, sevilmesi gerekeni sevmek, dövülmesi  gerekeni de dövmektir.

Kim rabbine şükrederse kendine şükretmiş olur. Faydası kendisine olur. Allah'ın insanların şükrüne ihtiyacı yoktur. Hz. Adem (a.s)dan son insana kadar bütün insanlar istisnasız şükretse; Allah'ın ilminde, gücünde, mülkünde bir artma olmaz. Tam tersi olsa yani isyan etseler; yine mülkünde, ilminde, gücünde bir eksiklik olmaz.

Kim Allah'a nankörlük yapıp, onu inkar ederse, Allah herşeyden müstağnidir. Kimsenin imanına, şükrüne, ibadetine ihtiyacı yoktur. O kendi zatında övülmüştür. Asıl bizim iman, ibadet ve şükre ihtiyacımız vardır. O'nu övmemiz, bizim kendimize fayda verir.[14]

 

13- Lokman, oğluna Öğüt vererek şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma, şüphesiz ortak kasmak, büyük bir zulümdür.

Dünyanın neresinde olursa olsun, ne kadar büyük işkenceler yapı­lırsa yapılsın, hiçbir zulüm büyüklükte şirki geçemez. Hertürlü işkence ve eziyetin başı şirktir. Hapishanelerde olsun, karakollarda olsun ve daha diğer müesseselerde yapılan eziyetler; fuhuş, soygun, adam Öl­dürme, köşe dönme, uyuşturucu ticareti gibi kötülükler, oradaki iman­sızların kalbinde imanın olmayışından, acıma duygusunun olmayışından vede o şirk devletinin sisteminden kaynaklanmaktadır.

"Şirk" ile "şirket" kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Şirket: ticari bir müessesede, birden fazla kişilerin -hisseleri oranında- söz sahibi olmasıdır. Şirk ise: bu alemde Allah'tan başka hak ve yetkilere sahip ilahlar edinmektir. Yani "Yarabbi evet, sen varsın, birsin, bu kainatı ve bu alemi yarattın ama biz senin kanunlarına değil, şu adamın, kanunla­rına uyacağız" dedimi, işte bu şirktir. Onun kanunlarına uydumu da ar­tık ondan sonra meydana gelecek bütün pislikler, o ortak koşma neti-cesi olarak meydana gelir.[15]

 

14- Biz insana anne-babasına karşı (iyilik yapmasını) tavsiye et­tik. Annesi onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşımıştır. Onun (sütten ayrılması iki senede olmuştur. Bana ve anne-babana şükret, dönüş banadır.

Ankebut suresinin sekizinci ayetinde anlatıldığı gibi; "Saad, genç yaşında müslüman olmuş, cennetle müjdelenen "aşere-i mübeşşere'-dendir." Müslüman olunca, putperest annesi Kabe'nin yanında meydan yerine çıkar ve "Ey Saad, tekrar dinine dönünceye kadar burada durup, yemeyeceğim içmeyeceğim"der. Bir nevi modern tabiriyle; açlık grevine başlar. Vede bu, İslam tarihinde ilk açlık grevi yapan kadındır.

Durumu öğrenen Saad ibni Ebi Vakkas, Hz. Peygambere gelir ve durumu arz eder, bunun üzerine Ankebut suresinin sekizinci ayeti nazil olur "Bütün insanlara, anne ve babasına iyilikte bulunmalarını vasiyet ettik" yani emrettik anlamındadır. Ayette anne ve baba ikisi birden zikredilmekte, kişi herne olursa olsun anne ve babasına itaat edecek­tir.

Bundan sonra da, annenin özelliklerine dikkatimizi çekmekte. "Onu, annesi zayıflık üzerine, zayıflıkla taşıdı." Yani hamileliğin başlaması ile annede bir zorluk güçsüzlük başlar, hamileliğin ilerlemesi ile günden güne artan bir zahmet, doğumdan sonra yine çocuğun bakımı, gece uykularında rahatsız olması, 2-3 yaşına kadar kucakta gezmesi, büyüyüp yürümesi, hep bir zorluk ve meşakkat içindedir.

Ayet, annenin çocuğu üzerindeki hakkının, babaya nazaran daha çok olduğuna işaret etmektedir. Hernekadar İsra süresinde; "Rabbin kendisinden başka hiç bir ilaha ibadet etmemeyi emretti, anne babayada iyiliği emretti" ayeti ile ikisini de zikretse de, bu surede annenin çocuk üzerindeki çektiği çileye dikkatmizi çekmekte.

Çocuğun annenin sütünden ayrılması iki sene içindedir. Bu ayete dayanarak imam-ı Safi ve imam-ı Ebu Yusuf, imam Muhammed; "süt kardeşliğinin, çocuğun ilk iki senesine kadar olan. süt emme döne­minde oluşacağını, süt emme dönemi geçtikten sonraki dönemde emi­len sütten dolayı süt kardeşliği olmaz" demişlerdir. İmam Ebu Hanife ise ihtiyaten; "Onun hamli(ana karnında taşınması) ve sütten kesil­mesi 30 aydır " ayetine dayanarak, 30 aya çıkarmıştır. Buna göre iki değil 2,5 seneye kadar emerse süt kardeşi olmuş oluyor.

Ayete dönersek; "Bana, Anne ve babana şükret." buyuruyor. İsra suresi yirmi üçüncü ayetinde Anne ve babaya iyilik yapmayı emreder­ken, bu ayetle de "Anne babaya teşekkür etmemizi" emrediyor. Anne babayı her iki ayetle, Allah'a ibadet'in arkasından getiriyor. Bu ayetlere dayanarak ulema; "Rabbin rızası, anne ve babanın rızasını almaktan geçer," demişlerdir. Fakat anne baba inançsız olursa, o zaman .!!? tabiki durum değişiyor.[16]

 

15- Hakkında bilginin olmadığı şeyi, bana ortak koşman için, anne ve baban seni zorlarsa, sakın onlara itaat etme.! Bu dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ba­nadır. Yaptıklarınızı size haber veririm.

Eğer anne ile bahanız, müşrik olmanız için çalışırlar, hatta zorlarlarsa. Senin, herşey olabileceğini ancak, sadece mü'min olmanı iste­mezlerse.! Onlara itaat etme.

Fakat bu dünyada onlara yine de iyilikle arkadaş ol, sahip çık. Sadece imansızlığı emreden sözlerine ve emirlerine uyma. İnsani ilişkilerde onlara hürmet et, her türlü maddi ve manevi yar­dımda bulun.

Bu konuya açıklık getirecek bir hâtıramı anlatayım; "Müslüman olup daha sonra Cemil ismini alan Kore'li bir din kardeşimizle tanıştım. Bizim İstanbul üniversitesinde doktarasını tamamlamıştı. Bana şunları anlatmıştı; "Birgün Anne ve babama müslüman olduğumu açıkladım. Babam, budist dinine mensub bir profesör olduğu için, beni evden kovdu. Ben de okulun pansiyonuna taşındım ve babama her hafta tam 4 yıl düzenli birşekilde mektup yazdım. Daha sonra üniversiteden me­zuniyetimizde, Dekanımız -babamla benim aramdaki bu durumu bildiği için- aramıza girip bizi barıştırdı."demişti."

Tabiki bu konuda müslüman olup Cemil ismini alan bu kişinin ba­basını hiç bırakmamasının büyük bir payı var. Onun için iyilikten hiçbir kişiye zarar gelmez.

Bazen, "işte filanca kişiye iyilik yaptımda ondan kötülük veya zarar gördüm" deniliyor. Bu, o kişinin tedbiri bırakmasından ileri gelen bir şeydir. Diyelimki, birisine borç para vermiş, sonrada ondan dolayı za­rar eden kişi, Kur'an'ın; "Bir borçla borçlandığınız zaman, onu bir yazıcı katibin (noterin) huzurunda kayda alın" ayetine göre hareket etmedi­ğinden, tedbirini almadığından dolayı zarara uğramış olur.

Bana yönelen, bana tevbe eden, teslim olan kişinin yoluna uy. O da Hz. peygamberin yoludur. Allah'ın yoludur.

Yapılan herşey yazılmakta kayda alınmakta ve bunlar birgün gele­cek bize haber verilecek. Öyle ise kişi yaptığı, söylediği duyduğu her-şeyden sorumludur. Bunların güzel olmasına dikkat etmelidir.[17]

 

16- Oğulcuğum, yaptığın (iyi veya kötü) iş hardal danesi ağırlı­ğında olsa, o da bir kayanın içinde veya göklerde veya yeryüzünde olsa, Allah onu getirir. Çünkü Allah herşeye nüfuz edendir, herşeyden haberdardır.

Lokman (a.s) oğluna olan öğütlerine devamla Lokman (a.s.) yuka­rıdaki ayetle oğluna asla şirk koşmamasını öğütlemişti. Bizde evlatla­rımıza aynı şekilde ne surette olursa olsun, Allah'a asla şirk koşma­masını, Allah'tan başkalarının yoluna gitmemelerini öğütleyeceğiz.

Ancak Kur'an'a ve sünnete sarılmış salih insanların yolundan yürü­nür, onların peşinden gidilir. Bu kişilerin yolu, Allah'a boyun eğenlerin yoludur. Allah (c.c.) bu kişilerin yoluna tabi olmamızı emrediyor.

Bu ayetle de; "yavrucuğum! eğer yaptığın amel hardal tanesi kadar da olsa ki, "hardal" tanesi "Afyon" denilen haşhaş tanesinden daha küçüktür. Kur'an öyle bir kelime kullanmışki, hardal tanesinden daha küçük maddeler mesela molekül veya atom, hatta atomun elektronları olduğu halde, hardal tanesini seçmesinin hikmeti şudur; Yeryüzü in­sanlarının çoğu hardalı bilir de, haşhaşı bilmez. Atom'un, maddenin en küçük parçası olduğu gerçeği sonradan keşfedildi. İşte Kur'an, seçtiği kelimelerinde bu şekilde bütün insanların anhyabileceği kelimeler ol­masına dikkat eder.

İşte Lokman (a.s) oğluna;  "yaptığın amel hardal tanesi kadarda olsa, o da bir kayanın içinde kalsa veya yedi kat semada olsa, Allah onları ahirette getirir" diyerek, Amellerden zayi olacak hiçbirşey yok­tur. Ayetle, amellerin en küçüğünün bile Önemsenmesine işaret et­mekte, "ya o namazı kılsan ne olur kılmasan ne olur? O kadar parayı versen ne olur vermesen ne olur" dememeli. Nasılki, insan vücuduna bulaşan grip hastalığının çoğalması ile koskoca vücudu mahvı perişan ettiği gibi  o kadar küçüklükte anti mikrop verilerek bu sefer de iyi edi­lebiliyor.

Aynı şekilde Allah indinde iyi bir  amel kat be kat çoğalırken, kötü bir amelde çoğalabilir. Oda kişiyi mahveder.[18]

 

17- Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğü ya­sakla ve başına gelene sabret- Çünkü bunlar yapılması gereken iş­lerdir.

Kişi, namazım kılar, Allah'a ibadet eder diğer insanları da kendisi gibi ibadete çağırır, kötülük yapmalarına mani olursa; bu sefer etraftaki inançsızlarda rahatsızlıklar ve huzursuzluklar başlar. Namaz kılanlarla alay ederler veya onları da kendileri gibi kötülüklere zorlarlar veya iyi­lik yapmalarına engel olmaya çalışırlar. Maddi yönden zararlar söz konusu   olmaya başlayabilir. İşte bunlardan sana isabet eden olursa, ona da sabret.

İşte bu da, işlerin en büyüklerinden, en kârlı olanlarındandır. Yani namazı kılıp, iyiliği emretmek kötülükten alıkoymak ve bunları yapar­ken de gelecek olan bela ve musibetlere sabretmek en büyük işler­dendir buyuruluyor.[19]

 

18- İnsanlara böbürlenerek surat asma, boyun eğme, yeryü­zünde çalımla yürüme. Şüphesiz Allah böbürleneni, öğüneni sevmez.

19- Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.

Bu ayetlerle Allah(c.c) biz insanlara, nasıl yürüyeceğimizi, nasıl konuşacağımızı vede ses tonumuzun nasıl olması gerektiğini? öğreti­yor.

Kısaca şöyle diyoruz; Kur'an, bize kapı çalma âdabından, devlet ida­resine kadar herşeyi öğreten bir kitaptır.

Allah (c.c), Lokman (a.s)'ın dilinden bize; "insanları küçümseyerek, başını döndürerek yüz çevirme vede yeryüzünde böbürlenerek yürüme" diyor.

Sahabe, Hz. peygamberi anlatırken; "O hiçbir zaman insanlardan yüz çevirerek, yönü bir tarafta, konuştuğu adam başka bir tarafta ola­cak şekilde konuşmamıştır. Göğsü ile beraber dönerek konuşmuştur." demişlerdir.

Konuşulan kişi, kim olursa olsun değer vermeli, kafirle bile olsa kü­çümseyerek, hafife alarak, yüz çevirerek, yanak bükerek konuşmamalı­yız. Kur'an'da; "Güzelliklerin güzel konuşulması gerektiğini" anlatan bir çok ayet vardır.

Yeryüzünde de yürüyüşün kibirli olmasın. Hz. peygamber Uhud sa­vaşında bir kılınç alır; "kim verir bu kılıncın hakkını?" der, sahabeden biri; "ya Rasulallah onu bana ver" der. Kılına alır ve kibirli kibirli yürür. Hz. peygamber; "bu yürüyüş Allah'ın hoşuna gitmez" buyuruyor, fakat harp meydanı olduğu için yürümesine müsade eder.[20]

Allah kibirlenen vede başkalarına karşı büyüklük taslayanlan sev­mez. Yürürken orta halli yürü, yani zillet içinde yürüme. Kibirlenerek te yürüme.

Mekke sokaklarında eğilerek yürüyen birini görünce Hz. Ömer (R.A), onu doğrultur. "Sen doğru bir şekilde yürüyebilirsin" der. Adamda; "tevazu olsun diye böyle yürüyorum" deyince, Hz. Ömer "sen dinimizi öldürüyorsun, müslüman kibirlenerek değil ama zillet içinde de yürümez, şahsiyetli, heybetli, orta bir yürüyüşle yürümeli." der.

Konuşmanı da sesinin tonunu da orta halli tut. Gürültülü, yukarıdan bakarcasma, kibir, gurur ifade eden sesle değil, orta bir ses tonuyla ko­nuş. Ayet böyle insanların seslerini "seslerin içinde en çirkin olan eşeğin sesidir" buyurarak, bundan sakınmamız emrediliyor.[21]

 

20- Görmedinizmi? Allah, göklerdeki ve yerdekileri emrinize verdi. Size açık ve gizli nimetlerini bolca verdi. İnsanlardan bir kısmı ise bilgisi olmadan, yol göstereni bulunmadan, aydınlatan bir kitabı olmadan Allah ile tartışıyor.

12. ayetten 19. ayete kadar olan kısımda, Allah (cc) Lokman (as)'ın oğluna olan öğütlerini, Onun dilinden bize aktarıyordu. Özetlersek Lokman (as) oğluna; "oğulcuğum namazını dosdoğru kıl, iyiliği emret kötülükten alıkoy, Allah'a asla şirk koşma, çünkü şirk en büyük günah­tır. Bu .öğüt ve emirleri yerine getirirken, önüne çıkabilecek bela ve musibetlere sabret. İnsanlara karşı kibirlenme, çokcada zillet içinde olmadan, orta halli yürümeyi, sesini de normal tutmasını bil" diye öğütlemişti.

Bu ayette ise, "göklerdeki ve yerdeki nimetlerini size verdi" derken gökyüzünün nimetlerinden; yağmurundan, havasından, Güneşin ışığı ve ısısından Ay'ın ışığından, vede her ikisinin de zamanımızı tayin et­medeki faydalarından, aynı zamanda yeryüzündeki topraktan, deniz­lerden, sulardan, ormanlardan ve daha nice nimetlerden söz ediliyor. Bunlar bizim bildiklerimiz. Daha bilmediğimiz nice nimetler ve fayda­ları vardır.

Ayetin devamında, "Allah size açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan etmiştir." buyuruluyor. Yukarıda saydıklarımız birer açık nimettir. Bir de görmeden ve farkına varmadan istifade ettiğimiz nimetler vardır ki, onlarda açık olan nimetlerden fazladır. Mesela bir göz nimeti o kadar pek önemsenmez ama, insan bu nimetini kaybettiği zaman farkına va­rabiliyor.

Ayrıca "İslam dini" de başlı başına bize bir nimettir.

"Ol maniler ki derya içreler, deryayı bilmezler."

Misali insan bu İslam nimeti içinde bile bazen onun kadrini kıyme­tini farkedemiyor. Allah'ın nimetleri sayılsa kişinin buna gücü yetmez.

Bazıları nimet deyince aklına ekmek geliyor. Günümüzde fakir in­sanları da galeyana getirmek için, "Allah sana ne verdi ki?" gibi hayli fakirlik edebiyatı yapıldı bu memlekette. Ama ne hikmetse bunda da başarılı olamadılar.

İşte bu da Allah'ın diğer bir nimetidir. Hem de insana giyecek, yiye­cek gibi şeylerin az verilmesi, "o kişiye az nimet verildi" anlamına gel­mez. İnsanın bir gözü, bir iç organı onun için bir nimettir. Sağlık başlıbaşına bir nimettir. Hz. Peygamber (sav) hadisinde; "İnsan iki şeyde aldanmıştır, Sıhhat ve Boş vakit." buyuruyor.[22] İnsanlardan öyleleri de vardırki Allah hakkında bilgisizce, cahilane bir şekilde münakaşa ederler. Bunlar; Allah'ın varlığı yokluğu, O'nun sıfatları ve O'nun hakimiyeti gibi konulardır. Allah yeri göğü yaratmış­tır, fakat insanın yönetimini insana bırakmıştır gibi.

İşte onların Allah hakkında ne bir delilleri, ne yol göstericileri, ne de onları aydınlatan, onlara ışık tutan bir kitapları vardır. Allah'a hamd ol­sun, biz Allah hakkında konuşuyoruz, onun varlığını, birliğini, sıfatlarını anlatıyoruz ve ispata çalışıyoruz. Bizim elimizde kitabımız da, delille­rimiz de, rehberlerimiz de var.

Kur'an, Allah'ı (c.c.) bize nasıl anlatıyorsa, biz öyle anlıyoruz. Aklımız, o ilahi gücü, o yüce varlığı kavrayacak güçte değil. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ya rahbi sen kendini nasıl övüyorsan, sen öylesin" buyuruyor.[23] Yani sen kendini nasıl tanıtıyor­san, ben öyle tanımaya çalışıyorum diyor.

Kur'an'da, Allah (c.c) "alimdir", "herşeyi işitendir", "herşeyi gören­dir", "her şeye gücü yetendir", gibi üstün sıfatlarla, Rabbimiz bize kendini tanıtıyor.

İşte bizde, bu bize verilen bilgilerle, onu tanıyor, biliyor, ona öyle iman ediyoruz. Kur'an'a göre değilde akıllarına göre hareket edenlerde ikiye ayrıldılar; Allah vardır diyenler vede Allah yoktur diyenler.

Allah vardır diyenler de ikiye ayrıldılar; Allah yeri göğü yaratıp, yö­netimi bize bırakmış diyenler, Bir diğeri de Allah'ın sıfatlarında ihtilafa düşmüş olanlar vardır ki, bunlarda Allah'ın yanında yer tanrısı, gök tanrısı gibi ilahlar edinmişlerdir. Yani filozof dediğimiz kişilerin ortaya koymuş olduğu fikirler doğrultusunda hareket etmişlerdir.[24]

 

21- Onlara "Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde "biz baba­larımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" dediler. Ya şeytan onları

alevli azaba çağırmışsa?

Kanunlar açısından ele alınacak olursa, mesela o imansızlara; "Allah'ın kanunlarına uyalım" denildiğinde, "biz atalarımızın kanunla­rına uyarız" derler.

Bu tip insanlar her çağda mevcuttur. Küfür cephesinde herhangi bir yenilik olmamıştır. 1400 yıl önceki, hatta daha önceki ümmetlerin za­manındaki kafirlerde, bugünün çağdaş denilen ateistleri de, tanrı tanı­mazları da biz atamızın yolundan, onun kanunları doğrultusunda devam edeceğiz diyorlar.

Birde, Tükiye'mizde olduğu gibi bazı insanlar; "ben mü'minim" de­diği halde, islam'ın kaldırıldığı dönemden sonra dünyaya gelip, batı ka­nunlarıyla yönetilmeye alışmış, islami olmayan kanunların etkisinde kalmışlardır. Örf ve adetleri islami prensiplerin Önüne geçmiş, islam'a taban tabana zıt bir şeyleri bile, "çevrem bana neder?" endişesiyle yapmışlardır. Yani "İslam'ın herhangi bir emrini yerine getirirsem, çev­rem beni ayıplar" demektedir.

Bu, inançsız insanların, "biz atalarımızın yolundan gideriz" mantı­ğının etkisi altında kalmanın neticesidir diyoruz.

Şayet, şeytan onları yakıcı azaba davet ediyorsa, o zamanda mı? babalarının yolunda gidecekler.

Zaten şeytan ve şaytanlaşmış insanlar, onları cehennem azabına doğru götürmektedir.[25]

 

22- Kim iyilik yaparak yüzünü Rabbine teslim ederse, muhak­kak sağlam bir kulpa sarılmıştır. İşlerin sonucu Allah'a aittir.

Kim yüzünü Allah'a teslim ederse, Ayet "yüz" ifadesini kullanmış. Buna edebiyatta; "cüzi söyleyip, küllünü (tamamını) kast etmek" denilir.

Yüz, insanın en önemli organıdır. Hatta insanın odak noktası deni­lebilir. Zira yüz, diğer organların çalışmasının göstergesi ve diğer in­sanlarla iletişim kurma yeridir. Mesala Midemiz, Başımız gibi herhangi bir organımız ağrırsa yüzümüzde hemen ifadesi ortaya çıkar. Biriyle konuşurken ona doğru yüzümüzle yöneliriz.

İzmir Tıp Fakültesi Profesörlerinden biri; "O hale geldikki, hastala­rın yüzüne bakarak kan guruplarını yüzde doksan tutturur olduk" de­mişti. Tabiiki herhalükarda tahlilini isteyip ona göre işlem yapıyoruz.

"Yüzünü yönelmek" insanın, mali ve bedeni ibadetlerle Allah'ın rı­zasını kazanmayı arzu edip, onun emir ve yasakları doğrultusunda yü­rümeye, hareket etmeye çalışmaktır.

"Hasen" arabın dilinde güzel anlamındadır. Buna görede "muhsin"; herşeyi güzel yapan, annesine babasına ailesine olan görevlerini en güzel ekilde yerine getiren, Her an Allah (c.c.) görüyormuş düşünce­siyle hareket edip Allah'a karşı ibadet ve fillerini de en güzel şekilde yerine getiren kişidir.

Kişi Muhsin olarak Allah'a yüzünü teslim ederse, yani kendini tesli-mederse "sapa sağlam kulpa yapışmış olur" Ali-imran suresinde; "Hepiniz birden Allah'ın ipine sanlınız" buyruluyor,(Ayet 103) Bu ipten maksat, Allah'ın kelamı Kur'an'dır. Ayette geçen "cemian" kelimesi; siz anlamına gelen "küm" zamiri: Topluca, hepiniz sarılınız, anlamına geldiği gibi "Cemian" kelimesi: "hablullah" kelimesinin hali olarak kabul edersek, bu sefer mana;    "Hepiniz Allah'ın bütün emirlerine sarılınız anlamına gelir."

İşte böyle topluca Allah'ın ipine veya Allah'ın emirlerinin tamamına sarılsak, sağlam bir kulpa, kopması olmayan bir ipe sarılmış, tutun­muş oluruz.

Bugün insanlar bir yere tutunuyor, tutunmak için de çeşitli dernek­ler, vakıflar, hatta sistemler geliştiriyorlar. Bakkalın bakkallar derne­ğine, sanayicinin sanayiciler derneğine kayıd olması gibi, o sahada ayakta kalabilmek, sorunlarını çözebilmek için, sosyalizim, kominizim, kapitalizim ve bütün izim'ler,  sistemler geliştiriyorlar.

Bir bakıyorsun senelerce peşinden gittikleri bir sistem, birgün olup toplumu uçurumun kenerına getirip, iflas ettiriveriyor. Allah'ın insana koymuş olduğu hayat sistemi ise, en sağlam iptir. Bütün herkes buna sarılmalıdır,[26]

Mesela en karanlık bir gecede, bir komando taburu, nehir üzerine kurulan bir sağlam ipten tutunarak, nasıl karşı tarafa geçip hedefe varabiliyorsa, aynı şekilde küfür karanlıklarında insanlar Kur'an'a sarılsa hidayete, nura, Rahman'a ulaşır.

Kur'an birde; "Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor da, ipe sarılanın eline sarılın demiyor. Herkesin ayrı ayrı ipe sarılmasını istiyor. Filan hoca, filan şeyh Allah'ın ipine sarılmış, bende onun eline sarılayım demek yanlıştır, O hoca ile şeyhin görevi; insanları kendilerine sarilttırmak değil, Kur'an'a, Allah'ın ipine nasıl sarılacaklarını öğretmek, onların hangi hususta, hangi emrine uyup, hangisinden kaçınacaklarını öğret­mektir. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir. Ona dönecektir, sonucu tayin eden odur. Bütün iyi işlerde, kötü işlerde, iyi insanlarda, kötü insanlarda Allah'ın huzuruna dönecektir.

Ayetin diğer bir anlamı da; "işlerin sonucunu bu dünyada tayin eden" dir. Bazan bu dünyada müslüman zayıf, kafir kuvvetli gibi görü­nüyor. Zahiri görünüşe göre, Müslümanın galip gelmesi mümkün değil gibi görünür. Mekke'lilerde; "şu adam mı bize galip gelecek?" demiş­lerdi ama işin sonucu öyle olmadı. Allah(cc) peygamberini zafere ulaş­tırdı.[27]

 

23- Kim inkar ederse, onun küfrü seni üzmesin. Onların dönüşü bizedir, biz onlara yaptıklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah, gö­ğüslerdeki özü bilir.

Hz. peygamber, bu insanlar niye müslüman olmuyor?, bende bir ek-siklikmi var? diye üzülüyor, Hatta Taif den dönüşünde; "Allah'ım kuvve­timin azlığından, çarelerimin yokluğundan sana kendimi şikayet ederim" şeklinde hüznünü, acizliğini dile getiriyor.[28]

Böyle olaylar üzerine, Hz. peygamberin üzülmemesi için indirilmiş bir çok ayet vardır. Kehf ve Yasin surelerinde; "Onların bu sözü seni üzmesin", Şuara suresi 3. ayetinde; "Neredeyse kendini onlar iman etmiyorlar diye parçalayacaksın!" buyruluyor. İşte bu ayette de aynı anlamda; "onların küfretmeleri seni üzmesin" buyrul-makta ve Allah (c.c.) Hz. Peygamberi teselli etmektedir.

"Onların dönüşü banadır. Onların hesabını ben görürüm ve yaptıkla­rını da biz haber veririz." Haber verme, siz şunu şunu yaptınız şeklinde değil; yaptıklarının karşılığını biz onlara gösterir, cezasını da ve­ririz anlamındadır.

Şüphesiz Allah(cc) gönüllerde olanı dahi bilir. Değil yaptıklarını, söylediklerini gönüllerinden geçeni de bilir. Bakara 284. ayetinde; "Allah nefislerinizde olanı gizleseniz de, açığa çıkarsanız da Allah onlar­dan sizi hesapa çeker." Ayeti nazil olunca sahabe, Hz peygambere; "ya Rasulallah kalbimizden öyle kötü şeyler geçiyorki, biz mahvolduk" de­yince, Hz. peygamber yine;[29]"Allah hiçbir nefsi gücünün üs­tünde hiçbir şeyle mükellef tutmaz." ayetini okur. Kötülük, kalbe ilk gel­diğinde insanın buna gücü yetmez ama ilk gelişten sonra, o kalbe gelen kötülüğü hayalinde plan yapıp devam ettirmezse bir sorumluluk yoktur. Fakat devam ettirirse sorumlu olur.[30]

 

24- Onları biraz faydalandırırız, sonra kaba bir azaba sürükleriz.

"Onları azda olsa bu dünyadaki çeşitli nimetlerden faydalandırırız. Sonra da o yakıcı, kaba, kötü ve azabı çok olan cehenneme atarız." Zaman zaman imansızlar, müslümandan fazla imkanlara kavuşabilir. Bu onların küfrünün artması için verilen bir nimet olduğu gibi, bu dünyada faydalanmaları için verilmiş bir meta'dır. Bu onların doğru istikamette olduklarının işareti anlamına gelmez. Müslümanın da fakir olması, onun yanlış yolda olduğunun alameti değildir. Bu bir imtihandır. Allah malı, serveti, dünya imkanlarını dilediğinden alır, dilediğine verir. Dilediğine de dilediği kadar kullandırır.

Fakir mü'min ile zengin kafirin durumu şudur. Zengin; her tarafı süslü zinetlerle dolu, çirkin bir kadın gibidir. Fakir müslümanda; güzel ama üzerinde eski yamalı elbiseleri olan bir kadın  gibidir.

Müslümanlar son 150 yıl içinde bu fakirlik içine düşmüşler ama, on­dan önce l300 yıl daima hem dünya, hem de ahiret nimetlerine sahip olmuştur. Son 150 yıldan bu yana kafirler, yönetimi vede dünya imkanlarım ellerine geçirmişlerdir. Eskilerin dediği gibi; "Tökezlemeyen at olmaz" veya "Tutulmayan güneş olmaz." Tökezleme ve tutulma geçi­cidir.

Mülkün sahibi olan Allah, yine bu mülkü müslümanların emrine ve­recektir inşallah. Ayetlerde; biz onlara az bir zaman verir, faydalandı­rır, sonra tekrar dünyada iken alırız. Veya bu dünyada az faydalandırır, ahirette azaba atarız buyurmaktadır.[31]

 

25- Andolsunü, eğer onlara; "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "elbette Allah" derler. "Elhamdülillah" de, onların bir çoğu bilmezler.

Onlara, "yeri göğü kim yarattı?" diye sorsan hepsi birden; "elbette Allah yarattı" derler. Atalarının izinden giden imansızlara, inkarcılara, sekülaristlere bu soru sorulacak olsa, bu cevabı verirler. Bunu duyan bizim Müslümanlarda, büyük bir marifetmiş gibi; "adam "Allah" keli­mesini söyledi, bu adamın aleyhinde konuşmamalıyız" kanaatine varı­yorlar.

Allah (cc.) ayetinde, geçmişteki imansızlarda aynı şeyi söylüyor­lardı diyor. "El Alim vel muteallim" isimli kitabında imam Ebu Hanife bir adama; "inciden bahsedince, adamın inciyi görmediği, bilmediği için üzümü eline alır, galiba bahsedilen inci budur" dermiş. Bir başkası ay­vayı eline alır, ona inci dermiş. Bir başkası da toprak parçasını alır; işte inci dermiş. Bunların üçüde inci hakkında bir şeyler duymuşlar, ama in­ciyi bilmiyorlar.

Bunun gibi imansızlar da; "Allah yeri göğü yarattı" diye duymuşlar, bilmişler ama Allah'ı tanımadıklarından dolayı, herbiri kendi kendine bir ilah tarifine gitmişlerdir. Biz insanlara sadece Allah'ın varlığını ve bir­liğini değil, aynı zamanda O'nun sıfatlarını da anlatmamız gerekiyor. Bir grub müsltiman kardeşimiz, Sadece Allah'ın varlığını ve birliğini is-bat için çalışmakta, sadece "Allah vardır" dedirtmek için uğraşıyor, bu

yeterli değil.

Günümüzde bazı imansızlarda; Allah'ı inkar etmiyor, onun varlığını kabul ediyor, Ama Kur'an, haşa ve kella geçerliliğini yitirmiş bir kitap­tır diyor. İslam aleyhinde makaleler yazıyor.

Deki Allah'a hamd olsun. Biz, Allah(cc) yeri göğü yaratır, çiçekleri donatır diye inanıyoruz. Buna da hamd edeceğiz, Allah, bize kendisini tanıttığı şekliyle iman ettiğimiz için, biz "Allah'a hamd olsun" diyoruz.[32]

 

26- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. Şüphesiz o Allah zengindir hanide layıktır.

Şüphesizki Allah gani'dir, zengindir. Hiç bir şeye muhtaç değildir. Hamid'dir, övülmüştür. Yeri ve gökyüzünü yaratan O'dur. Yarattıklarının içinde herşey O'nundur. Yarattığı içinde ayetler ve ki­taplar indirir. Kitaplar indirmeye, ayetler göndermeye, insanları yarat­maya hiç ihtiyacı yoktur.

İnsanların Allah'ın emir ve yasaklarına uymaması ona hiçbir zarar, uymaları da ona bir fayda temin etmez. Fayda ve zarar ancak insanın kendisinedir.[33]

 

27- Eğer, yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkeb olsa, ondan sonra yedi denizde yardıma gelse Allah'ın kelimeleri tü­kenmez . Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir, herşeye hükmeden­dir.

Bu ayetin bir benzeri de, Kehif suresi (ayet 109'da) geçmişti "Deki denizler mürekkeb olsa, Allah'ın kelimeleriyle deniz biter de, Allah'ın keli­meleri bitmez. Bu denize bir böyle deniz daha eklense" Burada ise bu ayetin daha değişik bir ifadesi var, "yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkeb olsa, denizler bitse de, buna yedi deniz daha geti­rilse, yine de Allah'ın kelimeleri bitmez." buyruluyor.

Hergün Allah (c.c.) yeni bir iştedir.[34] Doktorların bize verdiği bilgilere göre, insan vücudunda hergün milyonlarca hücre ölü­yor, onun yerine milyonlarca hücre doğuyor. Ölen hücreleri de, vucud boşaltım sistemi ile dışarı atıyor. Bunun yerinede yiyip içtiğimiz mad­delerden yenisi alınıyor. Tabiki bu bir insanın vücudunda olan hadise­dir. Bir de milyonlarca canimin, milyonlarca hücrelerini saymak, yaz­mak acaba mümkün olur mu?

İnsanoğlunun kendisinin yaptığı herhangi bir plan sayfalar tutuyor, neredeyse en ince teferruatına varıncaya kadar yapılan bir plan, çanta dolusu kağıt tutmakta. Kalemler ancak kendi yaratılışları ile ilgili hik­met ve kelimeleri yazmaya yeter.[35]

 

28- Sizin yaratılmanız da, ahirette diriltilmeniz de birtek can gi­bidir. Şüphesiz Allah herşeyi işiten herşeyi görendir.

Hz. Adem'den en son insana kadar bütün insanların yaratılışı vede ahiretteki dirilişi bir insanın yaratılış ve diriltilişi gibidir. Nasüki, önemli olan modelse insan için de durum aynıdır.

Bir fabrika bir mamulü elde etmek için milyarlar harcar, onu gerçek­leştirdikten sonra yani ana modeli ürettikten sonra, artık binlercesinin imalatına geçiyor. (mesela;buzdolabı, televizyon, otomobil vb. gibi.) Önemli olan o ilk bir taneyi yapmak onu yaptıktan sonra seri üretimde adet önemli değildir.

İşte insanın yaratılışı da, diriltilişi de aynı şekildedir. Bir insanın ya­ratılması kadar, ahirette diriltilmesi de  kolaydır.Şüphesiz Allah herşeyi işiten ve herşeyi görendir.[36]

 

29- Görmedin mi? Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü geceye katıyor ve güneşle ay'ı emrine amade kılıyor. Herbiri belirli bir za­mana kadar akıp gidiyor. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Bir Önceki ayette bütün insanların yaratılışını ve diriltilmesinin tek bir insanın yaratılması ve diriltilmesi gibi olduğunu bahsettikten sonra inanmayan, inanmamada da inad eden insana Allah (c.c); görmedinmi, Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye girdirmekte, bunu görüyor­sun buyuruyor.

Dünyanın 24 saat içinde, binlerce an değişmesi vardır. Belirli bir vakte doğru akıp giden güneş ve ayı emrinize veren odur. Milyonlarca yıldızı yine gökyüzünde, belirli bir yörüngede tutan odur.

Bunları yapabilen, bunları heran kontrol ve emri altında tutan ilahi varlık için; Milyarlarca insanı tekrar diriltmek onların herbirine hayat vermek çok kolaydır. Şüphesiz ki, Allah sizin yaptıklarınızdan haber­dardır. Sizin nerede, nasıl, ne şekilde hareket ettiğinizi bilir.[37]

 

30- İşte bu, Allah'ın hak olmasından ve onun dışında yalvardık-larımn batıl olmasındandır. Şüphesiz o Allah yücedir, büyüktür.

İşte böylece bu ilahi güce delalet eden şeyleri bize bildirdikten sonra; "şüphesizin o Allah haktır, gerçektir. O'nun vaadi, kanunları, cenneti ve cehennemi haktır. Fakat sizin Allah'dan başka çağırdıkları­nız batıldır. Allah en yüce vede en büyük olandır" deniliyor.[38]

 

31- Görmedin mi? Allah'ın ayetlerini size göstermek için, gemi denizde Allah'ın nimetiyie kayıp gidiyor. İşte bunda çok sabredip şükredenler için ibretler vardır.

Allah'ın nimetiyie geminin denizde hareket ettiğini gormedinmi? Bu size ayetlerini göstermek içindir. Suya kaldırma kuvvetini verip, o ge­minin su yüzünde hareket etmesini sağlayan Allah (c.c.)dür. Tabiat kanunu denilen, bütün kanunların yaratıcısı Allah (c.c.)dür.

İşte bunda da bütün sabredenlerle, şükredenler için çok ayetler ve çıkarılacak dersler vardır.[39]

 

32- Dalgalar onları gölgeler gibi bürüdüğünde, dini yalnız ona has kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları karaya çıkarıp kurtardığında, onlardan bir kısmı orta yolu bulur. Ayetlerimizi ancak gaddar nan­körler inkar ederler.

O imansızları, karanlık gölgeler gibi dalgalar bürüyü verdiğin de; yani insanoğlu denizde gemi veya tekne ile giderken, dalgalar sarıverip, batma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaman, gerçekten ihlasla Allah'a dua ederler. Onu çağırırlar.

Allah'a başka zaman inanmaz, dua etmez, ibadet etmezler. Denizde böyle bir tehlike ile karşı karşıya kaldıkları zaman, ölümle pençeleştiklerinde hemen bütün samimiyetleriyle Allah'a yalvarırlar.

Evinde veya koltuğunda rahat içinde olan bir ateist adama bu anla­tılsa, vereceği cevap herhalde şu olur; "Ölürümde demem" fakat ge­miye bindirilip öyle Atlas okyanusunda veya Hint okyanusunda biraz dalgalarla başbaşa bıraktmızmı, o zaman herhalde değişir.

Fakat onları denizden karaya doğru kurtardığımızda; birkısmı iman­sızlığına geri dönerken, bir kısmı da orta yolu bulur. Yani İslama dö­nüverir. O olay, onun bazı hakikatleri görmesine vesile olur.

Bugünlerde İngiltere'nin en ünlü adamının müslüman olmasına se­bep, denizde boğulma tehlikesiyle karşılaşmış olması, olduğu dünya gazetelerinde yayınlandı.

Bizim ayetlerimizi hainlerle, inatçı nankörler inkar ederler. "Kefür" nankör diye terceme edilir. Kafir kelimesinden türetilmiştir. Nankör; verilen bir nimeti görmemezlikten gelen demektir. Kafir de; Allah'ı görmemezlikten, tanımamazhktan gelen adamdır.[40]

 

33- Ey insanlar, Rabbinizden sakının!, Babanın oğula, oğlunun babaya hiçbir fayda sağlamayacağı o günden korkun. Şüphesiz Allah'ın va'di hakdir. Dünya hayatı sizi aldatmasın, O aldatıcı sizi Allah ile de aldatmasın.

Bütün  insanlara hitaben;  Ey insanlar!!  Rabbinizden sakınınız!, O'nun emirlerine karşı gelmekten, yasaklarını çiğnemekten sakınız. Ayet, "Ey insanlar" hitabı ile başlamakta ve bütün insanları içine al­makta, bazı ayetlerde; "Ey iman edenler" hitabı ile başladığı için, o ayetlerde mü'minleri ilgilendirmekte. Bazı müsteşrikler   (batılı olup, doğu ilimlerini ve dinlerini inceleyen kişilere verilen bir ad.); Kur'an'ın sadece   Mekke'lilere  indiğini   bütün   insanlığa  hitab  etmediğini savunmaktalar. Mantıklı insanlar için     bu yanlıştır. "Biz seni bütün

insanlara gönderdik"[41] ayetlerini de görmemezlikten gelmektir. Öyle bir günden korkun ki, o günde baba oğlunun yerine cezayı

yüklenemez, oğlu da babasının yerine yüklenemez. Ne baba oğlunun cezasını çeker, nede oğul  babanın cezasını çeker. Herkes kendi günahı ile başbaşa kalır.

Allah (c.c) Bunları örnek olarak veriyor. Bu dünyada insan evladı için herşeye katlanır. Fakat ahirette Kıyametin dehşeti o kadar fazla olacak ki, evladı için canından vazgeçen insan, orada artık vazgeçeme­yecek veya anne ve babaya evlatları için canlarından vazgeçme fırsatı verilmeyecektir.

Hiçkimse diğer bir insanın günahını yüklenmez, herkes kendi güna­hının veya sevabının karşılığım yaptığı ölçüde, -ne fazla nede eksik-alacaktır.

Allah'ın vaadi haktır. Mü'minlere cennet va'dedildiği için, onlar cen­nete. Kafirlere de cehennem va'd edildiği için, onlarda cehenneme gide­ceklerdir. Ahiret hayatı va'd ediliyor buda gerçektir, bunda da hiçbir kimsenin şüphesi olmasın.

Dünya hayatı da sakın ha sizi aldatmasın. Dünyada çok nimetlere sahip olanlar; "Allah bize bu nimetleri iyi olduğumuz için verdi, biz doğru yolda olmasaydık vermezdi" dememeli. Fakir olanlar da; "bizi neden hesaba çekecek, malımız yok, mülkümüz yok, verseydi de he­saba çekseydi" dememeli. Dünya hayatına, onun süslü, çekici cazibe­sine kapılmamalıyız.

Evliyadan birinin dünya da bir giyecek elbisesi, bir de elindeki bas­tonundan başka hiç bir şeyi yokmuş. Başka bir evliyanın da hertürlü dünya nimetleri, yatları, katları altınları vs. varmış. Dünyaya meyi et­meyen evliya, birgün; "şu evliyanın yanma gideyimde, bunu Allah için uyarayım, benim üzerime vazifedir" diyerek yola çıkar. Ve diğer zengin olan evliyanın evine varır.

Kapıda hizmetçiler karşılayıp içeri alırlar. Biraz dinlendikten sonra, bastonunu hizmetçilerden birine vererek evliyanın huzuruna girer, gi-rerkende bastonu aklına gelir; "yahu bu hizmetçi bastona birşey yapar mı?" diye de gönlünden geçirir.

Nihayet diğer evliyanın yanına varır ve sorar; "niçin bu kadar dünya nimetlerine daldınız?" der. Diğer evliyada cevap verir; "bu nimetler, senin bastonun kadar da olsa, benim gönlümde hiçbir iz bırakmadı" der.

Mal varlığı çok olan insanlardan; "Allah beni çok seviyor da veriyor" diyen aldanır. Mal varlığı hiç yok ama ibadeti çok ve iyi olanlardan; "Allah benden iyi kulmu bulacak?" diyen de aldanır. Kişi mevcut enerjisi vede gücü oranında, Allah'ın çizdiği prensipler dahilinde ibadet etmeli.

"Aldatanlar, sizi Allah'la aldatmasınlar/' derken, Günümüzde bazı insanlar, bazı insanları Allah ile aldatmakta, Allah hakkında yanlış bilgi   vermekte, Allah'a imanı yanlış yönlendirerek aldatmaktadırlar.

Kendilerine göre İslam'ın tarifini vererek anlatırlar. Kişiyi imanından vaz geçiremiyorsa, ona yanlış inançlar ve yanlış bilgiler vererek, İslam yolundan ayırmaya çalışırlar.

Mesela Kur'an'ın indiriliş gayesi; İnsanları dalaletten hidayete çı­karmak, zulmetten nura çıkarmak, insanların aralarındaki ihtilafı gider­mek, Allah'ın gösterdiği doğrultuda hareket etmelerini sağlamaktır.

Biri de çıkar; "Kur'an'ı gece gündüz okuyacaksınız" anlamını, mana­sını düşünmeyin onu okuyun derse!, işte bu Allah ile aldatmadır. Yani Allah'ı vesile kılarak aldatmaktır.[42]

 

34- Şüphesiz kıyamet saatinin bilgisi Allah katindadır. Yağmuru o indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir nefis, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir nefis nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır.

Derslerime başladığımdan bu yana, Kur'an ayetlerini çağımızın tek­niği ve teknolojisine uygun tefsir etmeye fazla yanaşmadım. Halbuki, bir zamanlar bu konu hayli ilgi ve alaka topladı. Mesela gökyüzündeki ozon tabakasının delinmesi teorisi gibi. Müslümanlardan da, bu konu ile ilgili Kur'an'dan ayetler ve deliller getirmeye çalışanlar çıktı. "1400 yıl Önce İslam bunu haber vermişti" deyiveriyorlar.-

Aynı şekilde bu ayeti delil gösterip; "Yağmurun ne zaman yağaca­ğını Allah'tan başkası bilmez. Rahimlerde olanın erkek mi, dişi mi? ola­cağını Allah'tan  başkası  bilemez"  dediler. Halbuki,  ayette geçen; "Rahimlerde olanı Allah bilir. Yağmuru Allah indirir" şeklindedir. Yani "yağmurun ne zaman yağacağı," "erkek mi, dişi mi?olacağı" lafızları ayette yoktur.

Hz. Peygambere biri gelir. "Kıyamet ne zaman kopacak?, memleketi kıtlık sardı yağmur ne zaman yağacak?, ben hanımımla yattım benim çocuğum nasıl olacak?, bugün kazandığımı biliyorum yarın ne kazana­cağım?, nerede ve ne zaman öleceğim?" diye sorular sorar. Hz. Peygamberde; "ilmin anahtarları beştir, onları Allah'tan başkası bilmez" deyip bu ayeti okur.Bakınız;[43] Şimdi, "bilemez" kelimesini biz hadise dayanarak söylüyoruz. Hadis sahihtir fakat şunu da iddia etmiyoruz. Allah'ın bildiği insanların bilemediği yalnız bu beş şeydir demiyoruz. "Gaybı O bilir, şu anda bize gaib olan, göremediğimiz, duyamadığımız şeyleri Allah bilir."

Birde, alametleri belirmiş yağmurun yağmasını tahmin etmek gayet normal bir olaydır da, bir yıl sonra yağacak yağmurların zamanını ve yerini tahmin elbette insan oğlunun gücünün üstündedir. Ayrıca hava tahminleri de kesinlik ifade etmez, zaman oluyor ki, hava raporlarının tam tersi bir durum ortaya çıkabiliyor.

Ana rahmindeki çocuğun erkek mi?, kız mı? olduğu biliniyor. Bu bilgi ayete ters değil, Ayette; "Rahimlerdekini Allah bilir" buyuruyor. Bizim bildiğimiz herşeyi Allah bilir ama,Allah'ın bildiği herşeyi biz bilmeyiz.[44] Bu ayetin tefsirinde anlatılır; Süleyman (a.s)'ın yanındaki bir adama Azrail (a.s) biraz dikkatli bakar. Süleyman (a.s) o yanındaki adama; "bu azraildir" deyince Adam; Süleyman (a.s)'a "ne olur rüzgara emret te beni Hindistana götürsün" der ve rügar adamı götürür (Süleyman (a.s) emrine rüzgar verilmiştir,).

Sonra Süleyman (a.s) Azraile, "niye adama dikkatli baktın" diye sorduğunda, Azrail; "ben o adamın canını Hindistan'da almakla emr olundum, adam ise burada, hayret ettim!" der.[45]

İşte kişi ne zaman, nerede öleceğini bilemez. Ölüm geldiğinde Allah'ın razı olduğu bir hal üzerine bulunmak ve onun dininin yücelmesi için gayret gösteriyor olmamız en güzelidir. Buda hükmü şehiddir. Rabbim cümlemize bunu nasib etsin. Allah herşeyi bilendir, herşeyden haberdardır.[46]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/165-166.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/166-167.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/167.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/167-168.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/168-169.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/169-170.

[7] Semerkandi Bahr-iil ulum 3119

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/170-171.

[9] Tefsiru İbni Mesud 2/479, Hakim Müstedrek 2/411

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/171-172.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/172-173.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/173-174.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/174.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/174-175.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/175-176.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/176-177.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/178-179.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/179-180.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/180-181.

[20] İbni Hisam 2/67

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/181-182.

[22] Buharı Rikak , TirmiziZühd I

[23] Müstüm salat 222

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/182-185.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/185-186.

[26] Bakınız Bakara 256

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/186-188.

[28] Es-siretün-Neheviyye İbni Kesir 21150

[29] Bakara 286

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/188-189.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/189-190.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/190-191.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/191.

[34] Er-Rahman 29

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/191-192.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/192-193.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/193.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194.

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/194-195.

[41] Sebe 28

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/196-198.

[43] Buharı Tefsiri Sureti En'am veTefsir-i Lokman, Ahmed Müsnet 2/122-2/24,52,58, Buharı İstiska 29

[44] Bu konudu geniş bilgi için bakınız; Şifa Tefsiri 3/52, En'am 59

[45] Semerkandi Bahml-ulum 3126

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/198-200.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///