Lokman suresi, Kur'an-ı Kerim'in 31. süresidir. Mekkede
nazil olup, 34 ayettir. İçinde Lokman- Hekim'den bahsettiği için bu ismi almıştır.
Türkçemizde de Hakim yerine, "Lokman hekim"
derler. Bazı alimler de, "Lokman Aleyhisselam"
derler. Onu Peygamber olarak kabul ederler. Sebeb olarakta, Allah (c.c.) ayeti kerimesinde; "Biz Lokman'a hikmeti verdik, Allah'a şükredesin diye"
buyurmakta. Buradaki, "hikmetten" kasıt Peygamberliktir, şeklinde
tefsir etmiştir alimler. Bazı alimler de, O'nun peygamberliğine delalet eden
açık bir ifade yoktur. O salih bir kuldur,
demişlerdir.
Lokman (a.s)'ın Peygamber olup olmaması bizim için o kadar önemli değildir.
Önemli olan Lokman (a.s.)'ın dilinden onun oğluna
vermiş olduğu öğütlere kulak verip, kendimizi onların yerine koyup, aynı
öğütleri de çocuklarımıza vermemiz gerekir.
Yoksa Kur'an, -daha Öncede bahsettiğimiz gibi- Peygamberlerin
doğduğundan yaşadığından vede onların akrabalarından
bahsetmez. O sadece Mü'minler için gerekli olanını,
uyulması gerekeni örnek bir davranış olması için geçmiş Peygamber ve
ümmetlerin olaylarından bahseder.
Lokman (a.s) diğer
Milletlerin kültüründe de mevcuttur. Onların tarih kitaplarında da
bahsedilmekte ama, en doğru ve en güzeli Kur'an'dadır.
Bizim edebiyatımızda bile, "Lokman hekim gelse yaram azdırır" deyişi çok meşhurdur.
Demir eksikliği olan vucud, kendindeki bu eksikliği
gidermek için kişiyi toprak yemeye sevk edermiş. Bazı çocuklarla hamile
kadınlarda bu daha fazla görülürmüş. Yani vucud demir
eksikliğini topraktan giderebilecek kabiliyette yaratılmış.
İşte Hikmeti tarif ederkende; "görüşte isabet, sözde isabet" diye
tarif ederler. Allah(cc); Lokman (a.s.)'a da görüş ve
düşüncede öyle hassasiyet vermişki, o hassasiyetiyle
insanlar üzerine öylesine yönelmiş, onların derdini derdi bilmiş ve eşyaya o
gözle baktığı için, o insan hastalığın ilacını bulmuştur.
Bizde toplumun
sosyolojik, psikolojik, ekonomik vede en önemlisi
inançsızlık hastalıklarını kendimize dert edinirsek, onlara bu gözle bakacak
olursak, onların tedavisi için gerekli hususları ortaya koyup yardım etmiş
oluruz.
Bu toplumunda
gördüğümüz fuhuş, hırsızlık, adam öldürme gibi hususlar yukarıda saydığımız
hastalıkların birer görüntüsüdür. İşte bunların tedavisinde Lokman hekimin
sözlerine, öğütlerine kulak verirsek, bu konuda daha da başarılı oluruz.[1]
1- Elif,
Lam, Mim.
Diğer 27 si Mekki, 2 tanesi de Medeni olan ve hu rufu mukatta ile başlayan sureler gibi, bu sure de "hurufu mukatta" ile
başlamaktadır. Bu hurufu mukatta'ların
başlangıçta Bakara suresinde izahı yapılmıştı. Kur'an
bu harflerden meydana gelen kelimelerden oluşmuştur. Yani "Kur'an'a, Muhammed (sav)'in uydurmasıdır" diyorsanız,
evvelkilerin masalları diyorsanız; "buyurun sizde, bu harflerle Kur'an oluşturun," Kitap oluşturun demektir.[2]
2- İşte bu,
Hakim kitabın ayetleridir.
İşte bu, içinde hikmet dolu
vede ayetleri gayet muhkem, sağlam, geçerliliği
zamanla aşınmayan ve her çağın ihtiyacını görecek olan kitabın ayetleridir.
Kur'an okunurken; onu geçmişten bir hatıra olarak veya
ölmüşlerin ruhuna sevabı olsun diye değil, hükümleri her çağın ihtiyacını
karşılayacak vede her ayetinin bir hükmü vardır diye
okumak gerekir.[3]
3- İyilik
yapanlar için yol gösteren ve rahmet olandır.
O ayetler, ihsan
sahiplerine hidayet ve rahmetdir. Yani bu kitabın
ayetleri Muhsin olan, güzel davranışlar ortaya koyan insanlara hidayet rehberi
olup, doğru yolu gösterir. Vede rahmete vesile olur.
Muhsin, "ihsan" kelimesinden gelme. İhsan'ı, cebrail(a.s)
peygambere sorar. Hz. peygamber de cevaben;
"Allah'ı görüyor gibi ibadet etmendir, Her ne kadar sen Allah'ı
görmüyorsan da, Allah seni görüyor" buyurur. İşte böyle olan insana, Kur'an hidayet rehberidir.
Her nekadar tefsir usûlcüleri; "sözün mefhumu muhalifine
itibar edilmez" demişlerse de, İmamı Safi; "mefhumu muhalifine itibar
edilir" demiştir. Buna göre ayetten, "Muhsin olmayanlara Kur'an hidayet rehberi ve rahmet olmaz," anlamı da
çıkar.
Bu üçüncü ayete benzer
bir ayet, Bakara suresinin ilk ayetlerinde geçmişti. Orada da "bu Kur'an Muttakilere bir hidayet kaynağıdır" Yani
Muttakilere yol gösterir anlamındadır. Burada ise; Muhsin'e hidayet
rehberidir, diyor. Tabiki alimlerimiz, ihsan
makamının takvasını, biraz ileride görürler. Zira "ihsan"; heran Allah (c.c.) tarafından görüldüğünü ve bilindiğini
hissederek hareket etmektir.
Bazı cahil sofular,
şeyhinin bütün davranışlarını kontrol ettiğini, yatağında bile "sağından
soluna döndüğünü bildiğini" iddia ederler. Bu Allah (c.c.)'ın sıfatının şeyhlere verilmesidir. Yaratan her halimizi görür
vede bilir. Yaratamayan bunu bilemez. Ancak Allah'ın
vermiş olduğu izin ve müsade dahilinde buna muvaffak
olur.
Bir de ayet şuna
işaret ediyor; İslamdan başka sistem arayan insanların
bu sistemlerinin onlara bir rahmet ve hidayet olmayacağına da işaret vardır.[4]
4- Onlar
namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar ahirete
kesin inananların ta kendisidirler.
O muhsin
ki; Allah'ı görür gibi ibadet eden kişiler, namazlarını dosdoğru kılarlar,
zekatlarını da verirler. Onlar ahirete de yakınen iman ederler. Ahirete
iman konusunda zerre kadar şüpheleri de yoktur.
Bizi dosdoğru olmaya
sevk eden birinci derecede Allah'a iman, ikinci derecede de ahiret'e
imandır. Kur'an'da da ençok
tekrar edilen; Allah'a imandan sonra, ahirete iman
gelir. İnsanın gelip geri döneceği yer ahirettif. Ve
kişi kendisini ahirete hazırlaması gerekiyor ki,
bunlarında başında namaz ve zekat geliyor. Bunlar Kur'an'da
ençok tekrar edilen vede
Önemli iki ibadettir. Kur'an-da 37- 38 yerde ikisi
beraber ard arda geçmektedir.
Hz. peygamber Muaz b. cebel'i
Yemen'e vali olarak gönderirken; "Muaz önce
insanlara "kelimeyi tevhidi" öğret, daha sonrada namaz kılmalarını
emret. Namazı da kıldılar mı, bu insanlara zekatı emret, zenginlerinden al
fakirlerine ver." buyurmuştur. (Buharı tevhid)
Hani insanların bir slogan altında toplanması gerekir ki, o slogan
"kelimeyi tevhiddir." Bu hususta birleşen
insanlarında bir yerde toplanmaları gerekiyor ki, o da Namaz için mescidlerdir. Mescide toplanan insanlar yalnız bedenle
değil, mal varlıklarıyla da yan yana gelecekler, arlarında ekonomik
dengesizliğin kalkması vede bir araya gelen bu insanların
çeşitli ihtiyaçlarının karşılanması için zekatlarını vermeleri gerekir. İşte
namaz ile zekatın ardarda gelmesinin hikmetlerinden
biride
budur.
Bu şekilde ahirete yönelmiş, toplu olarak ahirete
yürüyen insanlara;[5]
5- İşte
bunlar Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve işte bunlardır kurtuluşa
erenler.
İşte onlar rablerinden
bir hidayet üzeredirler ve onlar kurtuluşa ermiş kişilerdir. Hem bu dünyada
kurtuluşa ererler, hemde ahirette
kurtuluşa ererler.
Bu dünyada kurtuluşa
ermeleri, toplumun fertlerinin hiç bir çıkar gözetmeksizin bir araya
gelmeleridir.
M. Akif merhum,
"-Girmeden bir
millete tefrika, düşman giremez
-Toplu vurdukça
yürekler top asla sindiremez." Der Ahiretteki
kurtuluşları da Allah'ın rızasını ve onun cennetini kazanmalarıdır.[6]
6-
İnsanlardan bir kısmı Allah'ın yolundan sapıtmak için, bilgisizce eğlendirici
sözler satın alır ve o (Allah'ın yoluyla) alay eder. İşte onlar için alçaltıcı
azap vardır.
Bu ayetin tefsirinde
alimler; "boş sözleri satın alırlar" derken her çağın mufessiri kendine göre yorumlar yapmıştır. Hakk'ın karşısında, batıl sözü almak; boş söz anlamındadır.
"Kur'an ayetlerini dinlemek yerine boş, faydasız
sözler dinlemek" demişlerdir.
Bu ayetin sebebi nuzûlii olarak şu anlatılır; Rivayete göre, Nadr b. Haris İran taraflarına gider ve oradan dönüşte
yanında İsfendiyar gibi, Zaloğlu
Rüstem gibi insanların masallarını dinler ve getirir.
Mekke halkına da; "Muhammed (a.s.) Ad, Semud ve
diğer kavimlerin hikayelerini anlatıyor. Bende size Rum ve Acem masalları,
olayları anlatacağım" der. Kendi cariyelerine de güzel musiki dersleri
vererek, güzel şarkılar öğretip onlara; "Mü'minlerin
karşısına çıkıp onlara hem şarkı söyleyin, hem yedirin, hem eğlendirin. Yeterki Muhamed'in yanma
gitmesinler" der.[7]
Kısaca, "Kur'an'm okunup, onunla amel edilmesine engel olan her-şey
ayette bahsedilen, boş söz"dür. Tarih boyunca Kur'an'la,
hadisle, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili hayli kitaplar yazılmış. Alimler,
bunlar arasında Kur'an'a yönelmeyi engelleyenlerin
olabileceği endişesini taşımışlar.
Günümüzde ise bu, islami bir televizyon ile, islarm
olmayan telev.z-yonU terem etmek
gibidir, islam, bir gazete ile, islami
olmayan, ahlak-i resimler basan bir gazetey. tercih
etme sekimde, kendini ortaya koymakür. işte bu,
kişinin imammn derecesini, zayıflık ve kuvvethhğt-nin bir göstergesidir.[8]
7-
Ayetlerimiz ona okunduğunda, sanki hiç işitmemiş gibi, sanki kulaklarında
ağırlık varmış gibi, kibirlenerek sırt çevirir. Ona acıklı azabı müjdele.
O Allah'ın ayetlerini
alaya alan ve ona karşılık boş sözler satın alanlar. Herhangibir
bayanın mahrem yerlerini teşhir eden şarkıyı, O'mm
ayetlerine tercih edenler, kibirlenerek Kur'an'dan
uzaklaşanlardır.
Müfessirlerimiz bu
ayeti tefsir ederken, "türkü dinlemenin caiz olup olmadığı konusunda bilgi
edinmek isteyen kişilerin, Lokman suresi 6.-7. ayetlerine bakması gerekir"
diyorlar. Abdullah, ibni Mesud;
"lehvel Hadis" şarkı dinlemektir diyor.[9]
Bu konuda Gazali de
"İhya-u ulumiddin" isimli eserinde uzun
izahlardan sonra özetle : şarkının sözlerinde küfrü gerektiren bur durum
yoksa. Allah'ın haram kıldıklarını helal, helal kıldıklarını da haram gösteren
cümleler yoksa. Belirli bir şahsın da gıybetini yapmıyorsa, insanları da
nifaka sokacak değilse, böyle şarkıları dinlemek caizdir" der. Kuşeyri ve Zehebi gibi alimler de
Gazali'nin bu görüşündedirler.
Tabiki bu şarkı kişiyi;
Kur'an-dan ibadetten alı koymamalıdır.
Allah'ın ayetlerinden insanı alıkoyan herşey "Lehv'dir"
İşte Allah'ın
ayetlerini alaya alan kişilere ayetlerimiz okunduğu zaman, kibirlenerek geriye
döner. Sanki işitmemiş gibi, duymamazlıktan gelerek,
sanki kulağında sağırlık varmış gibi.
Günümüzde de öyle
insanlar vardır ki, konuşurken ayetten bahsedilince, kibirlenerek hemencecik
yüzünü çeviriverir. Yüz hatları değişir, sararır solar, ne diyeceğini bilemez
ses tonunu değiştirerek, içine düştüğü durumu kurtarmaya çalışır ve büyüklük
taslar.
İşte böyle insanlara;
"acıklı, elem veren azabı müjdele" Bir önceki ayette; "alçaltıcı
azabdan" bahsedilirken bu ayette de
"acıklı, elem veren azabdan" söz
edilmekte.
Kişinin makamı, mevki
ne ise, bu azabı hak etmiş ise bundan kurtuluş olmayacaktır. Hemde bu azab, sevdiklerinin
peşinden giden kişilerin gözü önünde verilecek bir azabdır.
Kur'an ayetleri okunduğunda ondan yüz çeviren kişi,
tıpkı doktora gidip doktorun tavsiyelerine uymayan, verdiği yemek ve ilaçları
zamanında almayan kişi gibidir. Doktor nasıl ki bu hastasını o İsrarlarına rağmen tedaviye devam ediyorsa, bizde bu
insanların manevi tedavisi için canla başla, bıkmadan usanmadan, Allah için
çalışmalıyız.[10]
8- Şüphesiz
iman edip salih amel işleyenlere mı i m cennetleri
vardır.
9- Allah'ın
gerçek bir va'di olarak, orada ebedi kalacaklardır. O
Aziz'dir, Hakim'dir.
İman etmeyenler
alçaltıcı ve elem veren azabın içine giderken, "iman edip salih amel işleyenler" için de "Naim cennetleri" vardır.' Hertürlü
nimetin bolca bulunduğu bir cennettir. Orada ebedi kalırlar.
Biz bu dünyada bir
bahçe veya bir ev kurmaya kalktıkmı, bunu kuruncaya
kadarda kendimizden bir çok şey kaybederiz. Artık ağzımızın tadı kaçmaya
başlar. Cennet böyle değildir. Nimetler her an tazelenir.
Allah'ın vaadi haktır.
Vaâd edilen bu şeyler elbet birgün
gerçekleşecektir. O, herşeye gücü yeten, hükmeden,
hüküm koyan, hükmünde de hikmet sahibi olandır.[11]
10-
Gördüğünüz gökleri direksiz yarattı ve sizi sarsar diye yeryüzüne dağlar
bıraktı ve orada bütün hayvanları yaydı. Gökyüzünden su indirdik ve orada her
güzel çiftten nicelerini bitirdik.
Allah(cc) gökleri direksiz olarak yarattı, sizde görüyorsunuz.
Buradaki "görüyorsunuz" da anlam biraz eksik kalıyor"
Görüyorsunuz semanın direksiz olduğunu" şeklinde anlaşıldığı gibi, "Allah
semayı direksiz yaratmıştır görüyorsunuz" anlamı da vardır.
Yani gökyüzünde güneş
herhangi bir yere dayanmadan durmakta birde, "Allah direksiz olarak
yaratmıştır. Ama siz onun nasıl durdurulduğunu görüyorsunuz"
anlamındadır. Onunda belirli kanunları vardır. O kanunlar çerçevesinde cereyan
etmektedir.
Allah(cc) yeryüzüne dağlan çivi gibi çakmıştır. Dağlar, dünyanın
kendi ekseni vede güneş etrafında dönerken, üzerinde
sallanmamanız vede dünyanın dengesinin sağlanması
için yaratılmıştır.
Yine Allah(cc) yeryüzüne hayvanları, herçeşit
canlıyı yaydı. Dünyanın her tarafında iklimine göre canlılar yayılmıştır. Kutuplarda beyaz
ayılar, Afrika'da maymunlar, güney kutbunda ise foklar, bulundukları coğrafi
iklime uygun olarak yayılmışlardır. Bazı canlılarda vardır, dünyanın bütün
iklim şartlarında yaşayabilecek kabiliyettedirler ki, insanoğlu bunun başında
gelir.
Gökyüzünden suyu
indirdik ve o yeryüzünde her nimetten çift çift,
güzel bir şekilde bitirdik. Yani yağmurların yağması ve bu sayede her-türlü
nimetin bitmesi de, Allah(cc)'ün bir lutfudur.[12]
11- İşte
bunlar Allah'ın yarattıkları. Gösterin bana, Onun dışındakiler ne yaratmış.?
Hayır!! zalimler apaçık bir sapıklığın içindedirler.
Allah'ın kanunlarını
kabul etmeyip, kitabını okumayan ve ondan başka ilahlar kabul edenlere, Allah
(c.c); "gösterin bakalım!! başka ilah-kabul ettikleriniz ne
yarattı.?" Öyle ise neden benim kanunlarıma ve emirlerime değil de, benden
başka -kanun koyucular olarak- kabul ettiklerinizin kanunlarına uyuyorsunuz.?
İşte bunlar zalimdirler. Zalimlerde apaçık bir sapıklığın içindedirler."
diyor.
Zalim deyince;
insanlara eziyet ve işkence yapan demektir. Asıl en büyük zalimler, yönetici
kadrodur. İnsanları Allah'ın yolundan alıkoymak suretiyle onlara zulüm etmiş
kişilerdir. Haddi aşmış kişilerdir. Onlarda apaçık bir sapıklık içindedirler.[13]
12- And olsun biz, Allah'a şükretmesi için Lokman'a
hikmeti verdik. Kim şükrederse kendinedir. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz
Allah Ganidir (kimseye muhtaç değildir.) Hamiddir.
Hikmet: Kişinin sözünde ve
amelinde, sağlam bilgi ile dengeli bir şekilde konuşup, hareket etmesidir.
Kısaca sözde ve amelde isabetli olmadır. Hikmetin verilmesinin sebebi olarak da
Allah'a şükretmesi gösterilmekte. Zaten verilen her nimetin sebebi Allah'a
şükretmek içindir.
Mesela ellerimizi
vermiş, onlarla rabbe şükretmek için. Elin şükrü de; onu yaratılışı
doğrultusunda çalıştırmak ve kullanmak demektir. "Çok şükür yarabbi" dese bu dilin şükrüdür. Elin şükrü iyi işler
yapmak, sevilmesi gerekeni sevmek, dövülmesi
gerekeni de dövmektir.
Kim rabbine şükrederse
kendine şükretmiş olur. Faydası kendisine olur. Allah'ın insanların şükrüne
ihtiyacı yoktur. Hz. Adem (a.s)dan son insana kadar
bütün insanlar istisnasız şükretse; Allah'ın ilminde, gücünde, mülkünde bir
artma olmaz. Tam tersi olsa yani isyan etseler; yine mülkünde, ilminde, gücünde
bir eksiklik olmaz.
Kim Allah'a nankörlük
yapıp, onu inkar ederse, Allah herşeyden müstağnidir.
Kimsenin imanına, şükrüne, ibadetine ihtiyacı yoktur. O kendi zatında
övülmüştür. Asıl bizim iman, ibadet ve şükre ihtiyacımız vardır. O'nu övmemiz,
bizim kendimize fayda verir.[14]
13- Lokman,
oğluna Öğüt vererek şöyle demişti: Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma, şüphesiz
ortak kasmak, büyük bir zulümdür.
Dünyanın neresinde
olursa olsun, ne kadar büyük işkenceler yapılırsa yapılsın, hiçbir zulüm
büyüklükte şirki geçemez. Hertürlü
işkence ve eziyetin başı şirktir. Hapishanelerde olsun, karakollarda olsun ve
daha diğer müesseselerde yapılan eziyetler; fuhuş, soygun, adam Öldürme, köşe
dönme, uyuşturucu ticareti gibi kötülükler, oradaki imansızların kalbinde
imanın olmayışından, acıma duygusunun olmayışından vede
o şirk devletinin sisteminden kaynaklanmaktadır.
"Şirk" ile
"şirket" kelimeleri aynı kökten gelmektedir. Şirket: ticari bir
müessesede, birden fazla kişilerin -hisseleri oranında- söz sahibi olmasıdır.
Şirk ise: bu alemde Allah'tan başka hak ve yetkilere sahip ilahlar edinmektir.
Yani "Yarabbi evet, sen varsın, birsin, bu
kainatı ve bu alemi yarattın ama biz senin kanunlarına değil, şu adamın,
kanunlarına uyacağız" dedimi, işte bu şirktir.
Onun kanunlarına uydumu da artık ondan sonra meydana gelecek bütün pislikler,
o ortak koşma neti-cesi olarak meydana gelir.[15]
14- Biz
insana anne-babasına karşı (iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Annesi onu
zayıflık üstüne zayıflıkla taşımıştır. Onun (sütten ayrılması iki senede
olmuştur. Bana ve anne-babana şükret, dönüş banadır.
Ankebut suresinin sekizinci ayetinde anlatıldığı gibi; "Saad, genç yaşında müslüman
olmuş, cennetle müjdelenen "aşere-i mübeşşere'-dendir."
Müslüman olunca, putperest annesi Kabe'nin yanında meydan yerine çıkar ve
"Ey Saad, tekrar dinine dönünceye kadar burada
durup, yemeyeceğim içmeyeceğim"der. Bir nevi
modern tabiriyle; açlık grevine başlar. Vede bu,
İslam tarihinde ilk açlık grevi yapan kadındır.
Durumu öğrenen Saad ibni Ebi
Vakkas, Hz. Peygambere
gelir ve durumu arz eder, bunun üzerine Ankebut
suresinin sekizinci ayeti nazil olur "Bütün insanlara, anne ve babasına
iyilikte bulunmalarını vasiyet ettik" yani emrettik anlamındadır. Ayette
anne ve baba ikisi birden zikredilmekte, kişi herne
olursa olsun anne ve babasına itaat edecektir.
Bundan sonra da,
annenin özelliklerine dikkatimizi çekmekte. "Onu, annesi zayıflık üzerine,
zayıflıkla taşıdı." Yani hamileliğin başlaması ile annede bir zorluk
güçsüzlük başlar, hamileliğin ilerlemesi ile günden güne artan bir zahmet,
doğumdan sonra yine çocuğun bakımı, gece uykularında rahatsız olması, 2-3
yaşına kadar kucakta gezmesi, büyüyüp yürümesi, hep bir zorluk ve meşakkat
içindedir.
Ayet, annenin çocuğu
üzerindeki hakkının, babaya nazaran daha çok olduğuna işaret etmektedir. Hernekadar İsra süresinde;
"Rabbin kendisinden başka hiç bir ilaha ibadet etmemeyi emretti, anne babayada iyiliği emretti" ayeti ile ikisini de
zikretse de, bu surede annenin çocuk üzerindeki çektiği çileye dikkatmizi çekmekte.
Çocuğun annenin
sütünden ayrılması iki sene içindedir. Bu ayete dayanarak imam-ı Safi ve imam-ı
Ebu Yusuf, imam Muhammed; "süt kardeşliğinin,
çocuğun ilk iki senesine kadar olan. süt emme döneminde oluşacağını, süt emme
dönemi geçtikten sonraki dönemde emilen sütten
dolayı süt kardeşliği olmaz" demişlerdir. İmam Ebu
Hanife ise ihtiyaten; "Onun hamli(ana karnında
taşınması) ve sütten kesilmesi 30 aydır " ayetine dayanarak, 30 aya
çıkarmıştır. Buna göre iki değil 2,5 seneye kadar emerse süt kardeşi olmuş
oluyor.
Ayete dönersek;
"Bana, Anne ve babana şükret." buyuruyor. İsra
suresi yirmi üçüncü ayetinde Anne ve babaya iyilik yapmayı emrederken, bu
ayetle de "Anne babaya teşekkür etmemizi" emrediyor. Anne babayı her
iki ayetle, Allah'a ibadet'in arkasından getiriyor. Bu ayetlere dayanarak
ulema; "Rabbin rızası, anne ve babanın rızasını almaktan geçer,"
demişlerdir. Fakat anne baba inançsız olursa, o zaman .!!? tabiki
durum değişiyor.[16]
15- Hakkında
bilginin olmadığı şeyi, bana ortak koşman için, anne ve baban seni zorlarsa,
sakın onlara itaat etme.! Bu dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenin yoluna
uy. Sonra dönüşünüz banadır. Yaptıklarınızı size haber veririm.
Eğer anne ile bahanız,
müşrik olmanız için çalışırlar, hatta zorlarlarsa. Senin, herşey
olabileceğini ancak, sadece mü'min olmanı istemezlerse.!
Onlara itaat etme.
Fakat bu dünyada
onlara yine de iyilikle arkadaş ol, sahip çık. Sadece imansızlığı emreden
sözlerine ve emirlerine uyma. İnsani ilişkilerde onlara hürmet et, her türlü
maddi ve manevi yardımda bulun.
Bu konuya açıklık
getirecek bir hâtıramı anlatayım; "Müslüman olup daha sonra Cemil ismini
alan Kore'li bir din kardeşimizle tanıştım. Bizim
İstanbul üniversitesinde doktarasını tamamlamıştı.
Bana şunları anlatmıştı; "Birgün Anne ve babama müslüman olduğumu açıkladım. Babam, budist
dinine mensub bir profesör olduğu için, beni evden
kovdu. Ben de okulun pansiyonuna taşındım ve babama her hafta tam 4 yıl düzenli
birşekilde mektup yazdım. Daha sonra üniversiteden mezuniyetimizde,
Dekanımız -babamla benim aramdaki bu durumu bildiği için- aramıza girip bizi
barıştırdı."demişti."
Tabiki bu konuda müslüman olup
Cemil ismini alan bu kişinin babasını hiç bırakmamasının büyük bir payı var.
Onun için iyilikten hiçbir kişiye zarar gelmez.
Bazen, "işte
filanca kişiye iyilik yaptımda ondan kötülük veya
zarar gördüm" deniliyor. Bu, o kişinin tedbiri bırakmasından ileri gelen
bir şeydir. Diyelimki, birisine borç para vermiş,
sonrada ondan dolayı zarar eden kişi, Kur'an'ın;
"Bir borçla borçlandığınız zaman, onu bir yazıcı katibin (noterin)
huzurunda kayda alın" ayetine göre hareket etmediğinden, tedbirini
almadığından dolayı zarara uğramış olur.
Bana yönelen, bana tevbe eden, teslim olan kişinin yoluna uy. O da Hz. peygamberin yoludur. Allah'ın yoludur.
Yapılan herşey yazılmakta kayda alınmakta ve bunlar birgün gelecek bize haber verilecek. Öyle ise kişi
yaptığı, söylediği duyduğu her-şeyden sorumludur. Bunların güzel olmasına
dikkat etmelidir.[17]
16- Oğulcuğum,
yaptığın (iyi veya kötü) iş hardal danesi ağırlığında
olsa, o da bir kayanın içinde veya göklerde veya yeryüzünde olsa, Allah onu
getirir. Çünkü Allah herşeye nüfuz edendir, herşeyden haberdardır.
Lokman (a.s) oğluna
olan öğütlerine devamla Lokman (a.s.) yukarıdaki ayetle oğluna asla şirk
koşmamasını öğütlemişti. Bizde evlatlarımıza aynı şekilde ne surette olursa
olsun, Allah'a asla şirk koşmamasını, Allah'tan başkalarının yoluna
gitmemelerini öğütleyeceğiz.
Ancak Kur'an'a ve sünnete sarılmış salih
insanların yolundan yürünür, onların peşinden gidilir. Bu kişilerin yolu,
Allah'a boyun eğenlerin yoludur. Allah (c.c.) bu kişilerin yoluna tabi olmamızı
emrediyor.
Bu ayetle de;
"yavrucuğum! eğer yaptığın amel hardal tanesi kadar da olsa ki,
"hardal" tanesi "Afyon" denilen haşhaş tanesinden daha
küçüktür. Kur'an öyle bir kelime kullanmışki,
hardal tanesinden daha küçük maddeler mesela molekül veya atom, hatta atomun
elektronları olduğu halde, hardal tanesini seçmesinin hikmeti şudur; Yeryüzü insanlarının
çoğu hardalı bilir de, haşhaşı bilmez. Atom'un, maddenin en küçük parçası
olduğu gerçeği sonradan keşfedildi. İşte Kur'an,
seçtiği kelimelerinde bu şekilde bütün insanların anhyabileceği
kelimeler olmasına dikkat eder.
İşte Lokman (a.s)
oğluna; "yaptığın amel hardal
tanesi kadarda olsa, o da bir kayanın içinde kalsa veya yedi kat semada olsa,
Allah onları ahirette getirir" diyerek,
Amellerden zayi olacak hiçbirşey yoktur. Ayetle,
amellerin en küçüğünün bile Önemsenmesine işaret etmekte, "ya o namazı kılsan ne olur kılmasan ne olur? O kadar parayı
versen ne olur vermesen ne olur" dememeli. Nasılki,
insan vücuduna bulaşan grip hastalığının çoğalması ile koskoca vücudu mahvı
perişan ettiği gibi o kadar küçüklükte
anti mikrop verilerek bu sefer de iyi edilebiliyor.
Aynı şekilde Allah
indinde iyi bir amel kat be kat
çoğalırken, kötü bir amelde çoğalabilir. Oda kişiyi mahveder.[18]
17-
Oğulcuğum, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğü yasakla ve başına
gelene sabret- Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdir.
Kişi, namazım kılar,
Allah'a ibadet eder diğer insanları da kendisi gibi ibadete çağırır, kötülük
yapmalarına mani olursa; bu sefer etraftaki inançsızlarda rahatsızlıklar ve
huzursuzluklar başlar. Namaz kılanlarla alay ederler veya onları da kendileri
gibi kötülüklere zorlarlar veya iyilik yapmalarına engel olmaya çalışırlar.
Maddi yönden zararlar söz konusu olmaya
başlayabilir. İşte bunlardan sana isabet eden olursa, ona da sabret.
İşte bu da, işlerin en
büyüklerinden, en kârlı olanlarındandır. Yani namazı kılıp, iyiliği emretmek
kötülükten alıkoymak ve bunları yaparken de gelecek olan bela ve musibetlere
sabretmek en büyük işlerdendir buyuruluyor.[19]
18-
İnsanlara böbürlenerek surat asma, boyun eğme, yeryüzünde çalımla yürüme.
Şüphesiz Allah böbürleneni, öğüneni sevmez.
19-
Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini de kıs. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin
sesidir.
Bu ayetlerle
Allah(c.c) biz insanlara, nasıl yürüyeceğimizi, nasıl konuşacağımızı vede ses tonumuzun nasıl olması gerektiğini? öğretiyor.
Kısaca şöyle diyoruz; Kur'an, bize kapı çalma âdabından, devlet idaresine kadar herşeyi öğreten bir kitaptır.
Allah (c.c), Lokman
(a.s)'ın dilinden bize; "insanları küçümseyerek,
başını döndürerek yüz çevirme vede yeryüzünde
böbürlenerek yürüme" diyor.
Sahabe, Hz. peygamberi anlatırken; "O hiçbir zaman insanlardan
yüz çevirerek, yönü bir tarafta, konuştuğu adam başka bir tarafta olacak
şekilde konuşmamıştır. Göğsü ile beraber dönerek konuşmuştur."
demişlerdir.
Konuşulan kişi, kim
olursa olsun değer vermeli, kafirle bile olsa küçümseyerek, hafife alarak, yüz
çevirerek, yanak bükerek konuşmamalıyız. Kur'an'da;
"Güzelliklerin güzel konuşulması gerektiğini" anlatan bir çok ayet
vardır.
Yeryüzünde de
yürüyüşün kibirli olmasın. Hz. peygamber Uhud savaşında bir kılınç alır;
"kim verir bu kılıncın hakkını?" der,
sahabeden biri; "ya Rasulallah
onu bana ver" der. Kılına alır ve kibirli kibirli
yürür. Hz. peygamber; "bu yürüyüş Allah'ın
hoşuna gitmez" buyuruyor, fakat harp meydanı olduğu için yürümesine müsade eder.[20]
Allah kibirlenen vede başkalarına karşı büyüklük taslayanlan
sevmez. Yürürken orta halli yürü, yani zillet içinde yürüme. Kibirlenerek te yürüme.
Mekke sokaklarında
eğilerek yürüyen birini görünce Hz. Ömer (R.A), onu
doğrultur. "Sen doğru bir şekilde yürüyebilirsin" der. Adamda;
"tevazu olsun diye böyle yürüyorum" deyince, Hz.
Ömer "sen dinimizi öldürüyorsun, müslüman
kibirlenerek değil ama zillet içinde de yürümez, şahsiyetli, heybetli, orta bir
yürüyüşle yürümeli." der.
Konuşmanı da sesinin
tonunu da orta halli tut. Gürültülü, yukarıdan bakarcasma,
kibir, gurur ifade eden sesle değil, orta bir ses tonuyla konuş. Ayet böyle
insanların seslerini "seslerin içinde en çirkin olan eşeğin sesidir"
buyurarak, bundan sakınmamız emrediliyor.[21]
20- Görmedinizmi? Allah, göklerdeki ve yerdekileri emrinize
verdi. Size açık ve gizli nimetlerini bolca verdi. İnsanlardan bir kısmı ise
bilgisi olmadan, yol göstereni bulunmadan, aydınlatan bir kitabı olmadan Allah
ile tartışıyor.
12. ayetten 19. ayete
kadar olan kısımda, Allah (cc) Lokman (as)'ın oğluna olan öğütlerini, Onun dilinden bize aktarıyordu.
Özetlersek Lokman (as) oğluna; "oğulcuğum namazını dosdoğru kıl, iyiliği
emret kötülükten alıkoy, Allah'a asla şirk koşma, çünkü şirk en büyük günahtır.
Bu .öğüt ve emirleri yerine getirirken, önüne çıkabilecek bela ve musibetlere
sabret. İnsanlara karşı kibirlenme, çokcada zillet
içinde olmadan, orta halli yürümeyi, sesini de normal tutmasını bil" diye
öğütlemişti.
Bu ayette ise,
"göklerdeki ve yerdeki nimetlerini size verdi" derken gökyüzünün
nimetlerinden; yağmurundan, havasından, Güneşin ışığı ve ısısından Ay'ın
ışığından, vede her ikisinin de zamanımızı tayin etmedeki
faydalarından, aynı zamanda yeryüzündeki topraktan, denizlerden, sulardan,
ormanlardan ve daha nice nimetlerden söz ediliyor. Bunlar bizim bildiklerimiz.
Daha bilmediğimiz nice nimetler ve faydaları vardır.
Ayetin devamında,
"Allah size açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan etmiştir." buyuruluyor. Yukarıda saydıklarımız birer açık nimettir.
Bir de görmeden ve farkına varmadan istifade ettiğimiz nimetler vardır ki,
onlarda açık olan nimetlerden fazladır. Mesela bir göz nimeti o kadar pek
önemsenmez ama, insan bu nimetini kaybettiği zaman farkına varabiliyor.
Ayrıca "İslam
dini" de başlı başına bize bir nimettir.
"Ol maniler ki
derya içreler, deryayı bilmezler."
Misali insan bu İslam
nimeti içinde bile bazen onun kadrini kıymetini farkedemiyor.
Allah'ın nimetleri sayılsa kişinin buna gücü yetmez.
Bazıları nimet deyince
aklına ekmek geliyor. Günümüzde fakir insanları da galeyana getirmek için,
"Allah sana ne verdi ki?" gibi hayli fakirlik edebiyatı yapıldı bu
memlekette. Ama ne hikmetse bunda da başarılı olamadılar.
İşte bu da Allah'ın
diğer bir nimetidir. Hem de insana giyecek, yiyecek gibi şeylerin az
verilmesi, "o kişiye az nimet verildi" anlamına gelmez. İnsanın bir
gözü, bir iç organı onun için bir nimettir. Sağlık başlıbaşına
bir nimettir. Hz. Peygamber (sav) hadisinde;
"İnsan iki şeyde aldanmıştır, Sıhhat ve Boş vakit." buyuruyor.[22]
İnsanlardan öyleleri de vardırki Allah hakkında
bilgisizce, cahilane bir şekilde münakaşa ederler. Bunlar; Allah'ın varlığı
yokluğu, O'nun sıfatları ve O'nun hakimiyeti gibi konulardır. Allah yeri göğü
yaratmıştır, fakat insanın yönetimini insana bırakmıştır gibi.
İşte onların Allah
hakkında ne bir delilleri, ne yol göstericileri, ne de onları aydınlatan,
onlara ışık tutan bir kitapları vardır. Allah'a hamd
olsun, biz Allah hakkında konuşuyoruz, onun varlığını, birliğini, sıfatlarını
anlatıyoruz ve ispata çalışıyoruz. Bizim elimizde kitabımız da, delillerimiz
de, rehberlerimiz de var.
Kur'an, Allah'ı (c.c.) bize nasıl anlatıyorsa, biz öyle
anlıyoruz. Aklımız, o ilahi gücü, o yüce varlığı kavrayacak güçte değil. Hz. Peygamber bir hadisinde; "Ya
rahbi sen kendini nasıl övüyorsan, sen öylesin"
buyuruyor.[23] Yani sen kendini nasıl
tanıtıyorsan, ben öyle tanımaya çalışıyorum diyor.
Kur'an'da, Allah (c.c) "alimdir", "herşeyi işitendir", "herşeyi
görendir", "her şeye gücü yetendir", gibi üstün sıfatlarla,
Rabbimiz bize kendini tanıtıyor.
İşte bizde, bu bize
verilen bilgilerle, onu tanıyor, biliyor, ona öyle iman ediyoruz. Kur'an'a göre değilde akıllarına
göre hareket edenlerde ikiye ayrıldılar; Allah vardır diyenler vede Allah yoktur diyenler.
Allah vardır diyenler de
ikiye ayrıldılar; Allah yeri göğü yaratıp, yönetimi bize bırakmış diyenler,
Bir diğeri de Allah'ın sıfatlarında ihtilafa düşmüş olanlar vardır ki, bunlarda
Allah'ın yanında yer tanrısı, gök tanrısı gibi ilahlar edinmişlerdir. Yani
filozof dediğimiz kişilerin ortaya koymuş olduğu fikirler doğrultusunda hareket
etmişlerdir.[24]
21- Onlara
"Allah'ın indirdiğine uyun" denildiğinde "biz babalarımızı
üzerinde bulduğumuz şeye uyarız" dediler. Ya
şeytan onları
alevli azaba
çağırmışsa?
Kanunlar açısından ele
alınacak olursa, mesela o imansızlara; "Allah'ın kanunlarına uyalım"
denildiğinde, "biz atalarımızın kanunlarına uyarız" derler.
Bu tip insanlar her
çağda mevcuttur. Küfür cephesinde herhangi bir yenilik olmamıştır. 1400 yıl
önceki, hatta daha önceki ümmetlerin zamanındaki kafirlerde, bugünün çağdaş
denilen ateistleri de, tanrı tanımazları da biz atamızın yolundan, onun
kanunları doğrultusunda devam edeceğiz diyorlar.
Birde, Tükiye'mizde olduğu gibi bazı insanlar; "ben mü'minim" dediği halde, islam'ın
kaldırıldığı dönemden sonra dünyaya gelip, batı kanunlarıyla yönetilmeye
alışmış, islami olmayan kanunların etkisinde
kalmışlardır. Örf ve adetleri islami prensiplerin
Önüne geçmiş, islam'a taban tabana zıt bir şeyleri
bile, "çevrem bana neder?" endişesiyle
yapmışlardır. Yani "İslam'ın herhangi bir emrini yerine getirirsem, çevrem
beni ayıplar" demektedir.
Bu, inançsız
insanların, "biz atalarımızın yolundan gideriz" mantığının etkisi
altında kalmanın neticesidir diyoruz.
Şayet, şeytan onları
yakıcı azaba davet ediyorsa, o zamanda mı? babalarının yolunda gidecekler.
Zaten şeytan ve şaytanlaşmış insanlar, onları cehennem azabına doğru
götürmektedir.[25]
22- Kim
iyilik yaparak yüzünü Rabbine teslim ederse, muhakkak sağlam bir kulpa
sarılmıştır. İşlerin sonucu Allah'a aittir.
Kim yüzünü Allah'a
teslim ederse, Ayet "yüz" ifadesini kullanmış. Buna edebiyatta;
"cüzi söyleyip, küllünü (tamamını) kast etmek" denilir.
Yüz, insanın en önemli
organıdır. Hatta insanın odak noktası denilebilir. Zira yüz, diğer organların
çalışmasının göstergesi ve diğer insanlarla iletişim kurma yeridir. Mesala Midemiz, Başımız gibi herhangi bir organımız ağrırsa
yüzümüzde hemen ifadesi ortaya çıkar. Biriyle konuşurken ona doğru yüzümüzle
yöneliriz.
İzmir Tıp Fakültesi
Profesörlerinden biri; "O hale geldikki, hastaların
yüzüne bakarak kan guruplarını yüzde doksan tutturur olduk" demişti. Tabiiki herhalükarda tahlilini
isteyip ona göre işlem yapıyoruz.
"Yüzünü yönelmek"
insanın, mali ve bedeni ibadetlerle Allah'ın rızasını kazanmayı arzu edip,
onun emir ve yasakları doğrultusunda yürümeye, hareket etmeye çalışmaktır.
"Hasen" arabın dilinde güzel
anlamındadır. Buna görede "muhsin";
herşeyi güzel yapan, annesine babasına ailesine olan
görevlerini en güzel ekilde yerine getiren, Her an
Allah (c.c.) görüyormuş düşüncesiyle hareket edip Allah'a karşı ibadet ve
fillerini de en güzel şekilde yerine getiren kişidir.
Kişi Muhsin olarak Allah'a
yüzünü teslim ederse, yani kendini tesli-mederse "sapa sağlam kulpa yapışmış olur" Ali-imran suresinde; "Hepiniz birden Allah'ın ipine
sanlınız" buyruluyor,(Ayet 103) Bu ipten maksat,
Allah'ın kelamı Kur'an'dır. Ayette geçen "cemian" kelimesi; siz anlamına gelen "küm"
zamiri: Topluca, hepiniz sarılınız, anlamına geldiği gibi "Cemian" kelimesi: "hablullah"
kelimesinin hali olarak kabul edersek, bu sefer mana; "Hepiniz Allah'ın bütün emirlerine
sarılınız anlamına gelir."
İşte böyle topluca
Allah'ın ipine veya Allah'ın emirlerinin tamamına sarılsak, sağlam bir kulpa,
kopması olmayan bir ipe sarılmış, tutunmuş oluruz.
Bugün insanlar bir
yere tutunuyor, tutunmak için de çeşitli dernekler, vakıflar, hatta sistemler
geliştiriyorlar. Bakkalın bakkallar derneğine, sanayicinin sanayiciler derneğine
kayıd olması gibi, o sahada ayakta kalabilmek,
sorunlarını çözebilmek için, sosyalizim, kominizim, kapitalizim ve bütün izim'ler, sistemler geliştiriyorlar.
Bir bakıyorsun
senelerce peşinden gittikleri bir sistem, birgün olup
toplumu uçurumun kenerına getirip, iflas
ettiriveriyor. Allah'ın insana koymuş olduğu hayat sistemi ise, en sağlam
iptir. Bütün herkes buna sarılmalıdır,[26]
Mesela en karanlık bir
gecede, bir komando taburu, nehir üzerine kurulan bir sağlam ipten tutunarak,
nasıl karşı tarafa geçip hedefe varabiliyorsa, aynı
şekilde küfür karanlıklarında insanlar Kur'an'a
sarılsa hidayete, nura, Rahman'a ulaşır.
Kur'an birde; "Allah'ın ipine sarılın" buyuruyor
da, ipe sarılanın eline sarılın demiyor. Herkesin ayrı ayrı
ipe sarılmasını istiyor. Filan hoca, filan şeyh Allah'ın ipine sarılmış, bende
onun eline sarılayım demek yanlıştır, O hoca ile şeyhin görevi; insanları
kendilerine sarilttırmak değil, Kur'an'a,
Allah'ın ipine nasıl sarılacaklarını öğretmek, onların hangi hususta, hangi
emrine uyup, hangisinden kaçınacaklarını öğretmektir. Bütün işlerin sonu
Allah'a aittir. Ona dönecektir, sonucu tayin eden odur. Bütün iyi işlerde, kötü
işlerde, iyi insanlarda, kötü insanlarda Allah'ın huzuruna dönecektir.
Ayetin diğer bir
anlamı da; "işlerin sonucunu bu dünyada tayin eden" dir. Bazan bu dünyada müslüman zayıf, kafir kuvvetli gibi görünüyor. Zahiri
görünüşe göre, Müslümanın galip gelmesi mümkün değil
gibi görünür. Mekke'lilerde; "şu adam mı bize
galip gelecek?" demişlerdi ama işin sonucu öyle olmadı. Allah(cc) peygamberini zafere ulaştırdı.[27]
23- Kim
inkar ederse, onun küfrü seni üzmesin. Onların dönüşü bizedir, biz onlara
yaptıklarını haber vereceğiz. Şüphesiz Allah, göğüslerdeki özü bilir.
Hz. peygamber, bu insanlar niye müslüman
olmuyor?, bende bir ek-siklikmi var? diye üzülüyor,
Hatta Taif den dönüşünde; "Allah'ım kuvvetimin
azlığından, çarelerimin yokluğundan sana kendimi şikayet ederim" şeklinde
hüznünü, acizliğini dile getiriyor.[28]
Böyle olaylar üzerine,
Hz. peygamberin üzülmemesi için indirilmiş bir çok
ayet vardır. Kehf ve Yasin surelerinde; "Onların
bu sözü seni üzmesin", Şuara suresi 3. ayetinde;
"Neredeyse kendini onlar iman etmiyorlar diye parçalayacaksın!" buyruluyor. İşte bu ayette de aynı anlamda; "onların
küfretmeleri seni üzmesin" buyrul-makta ve Allah
(c.c.) Hz. Peygamberi teselli etmektedir.
"Onların dönüşü
banadır. Onların hesabını ben görürüm ve yaptıklarını da biz haber
veririz." Haber verme, siz şunu şunu yaptınız
şeklinde değil; yaptıklarının karşılığını biz onlara gösterir, cezasını da veririz
anlamındadır.
Şüphesiz Allah(cc) gönüllerde olanı dahi bilir. Değil yaptıklarını,
söylediklerini gönüllerinden geçeni de bilir. Bakara 284. ayetinde; "Allah
nefislerinizde olanı gizleseniz de, açığa çıkarsanız da Allah onlardan sizi hesapa çeker." Ayeti nazil olunca sahabe, Hz peygambere; "ya Rasulallah kalbimizden öyle kötü şeyler geçiyorki,
biz mahvolduk" deyince, Hz. peygamber yine;[29]"Allah
hiçbir nefsi gücünün üstünde hiçbir şeyle mükellef tutmaz." ayetini okur.
Kötülük, kalbe ilk geldiğinde insanın buna gücü yetmez ama ilk gelişten sonra,
o kalbe gelen kötülüğü hayalinde plan yapıp devam ettirmezse bir sorumluluk
yoktur. Fakat devam ettirirse sorumlu olur.[30]
24- Onları
biraz faydalandırırız, sonra kaba bir azaba sürükleriz.
"Onları azda olsa
bu dünyadaki çeşitli nimetlerden faydalandırırız. Sonra da o yakıcı, kaba, kötü
ve azabı çok olan cehenneme atarız." Zaman zaman
imansızlar, müslümandan fazla imkanlara kavuşabilir.
Bu onların küfrünün artması için verilen bir nimet olduğu gibi, bu dünyada
faydalanmaları için verilmiş bir meta'dır. Bu onların doğru istikamette
olduklarının işareti anlamına gelmez. Müslümanın da
fakir olması, onun yanlış yolda olduğunun alameti değildir. Bu bir imtihandır.
Allah malı, serveti, dünya imkanlarını dilediğinden alır, dilediğine verir.
Dilediğine de dilediği kadar kullandırır.
Fakir mü'min ile zengin kafirin durumu şudur. Zengin; her tarafı
süslü zinetlerle dolu, çirkin bir kadın gibidir.
Fakir müslümanda; güzel ama üzerinde eski yamalı
elbiseleri olan bir kadın gibidir.
Müslümanlar son 150
yıl içinde bu fakirlik içine düşmüşler ama, ondan önce l300 yıl daima hem
dünya, hem de ahiret nimetlerine sahip olmuştur. Son
150 yıldan bu yana kafirler, yönetimi vede dünya
imkanlarım ellerine geçirmişlerdir. Eskilerin dediği gibi; "Tökezlemeyen
at olmaz" veya "Tutulmayan güneş olmaz." Tökezleme ve tutulma
geçicidir.
Mülkün sahibi olan
Allah, yine bu mülkü müslümanların emrine verecektir
inşallah. Ayetlerde; biz onlara az bir zaman verir, faydalandırır, sonra
tekrar dünyada iken alırız. Veya bu dünyada az faydalandırır, ahirette azaba atarız buyurmaktadır.[31]
25- Andolsunü, eğer onlara; "gökleri ve yeri kim
yarattı?" diye sorsan, "elbette Allah" derler.
"Elhamdülillah" de, onların bir çoğu bilmezler.
Onlara, "yeri
göğü kim yarattı?" diye sorsan hepsi birden; "elbette Allah
yarattı" derler. Atalarının izinden giden imansızlara, inkarcılara, sekülaristlere bu soru sorulacak olsa, bu cevabı verirler.
Bunu duyan bizim Müslümanlarda, büyük bir marifetmiş gibi; "adam
"Allah" kelimesini söyledi, bu adamın aleyhinde konuşmamalıyız"
kanaatine varıyorlar.
Allah (cc.) ayetinde, geçmişteki imansızlarda aynı şeyi söylüyorlardı
diyor. "El Alim vel muteallim"
isimli kitabında imam Ebu Hanife
bir adama; "inciden bahsedince, adamın inciyi görmediği, bilmediği için
üzümü eline alır, galiba bahsedilen inci budur" dermiş. Bir başkası ayvayı
eline alır, ona inci dermiş. Bir başkası da toprak parçasını alır; işte inci
dermiş. Bunların üçüde inci hakkında bir şeyler
duymuşlar, ama inciyi bilmiyorlar.
Bunun gibi imansızlar
da; "Allah yeri göğü yarattı" diye duymuşlar, bilmişler ama Allah'ı
tanımadıklarından dolayı, herbiri kendi kendine bir
ilah tarifine gitmişlerdir. Biz insanlara sadece Allah'ın varlığını ve birliğini
değil, aynı zamanda O'nun sıfatlarını da anlatmamız gerekiyor. Bir grub müsltiman kardeşimiz, Sadece
Allah'ın varlığını ve birliğini is-bat için çalışmakta, sadece "Allah
vardır" dedirtmek için uğraşıyor, bu
yeterli değil.
Günümüzde bazı
imansızlarda; Allah'ı inkar etmiyor, onun varlığını kabul ediyor, Ama Kur'an, haşa ve kella
geçerliliğini yitirmiş bir kitaptır diyor. İslam aleyhinde makaleler yazıyor.
Deki Allah'a hamd olsun. Biz, Allah(cc) yeri
göğü yaratır, çiçekleri donatır diye inanıyoruz. Buna da hamd
edeceğiz, Allah, bize kendisini tanıttığı şekliyle iman ettiğimiz için, biz
"Allah'a hamd olsun" diyoruz.[32]
26- Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi Allah'a aittir. Şüphesiz o Allah zengindir hanide
layıktır.
Şüphesizki Allah gani'dir, zengindir. Hiç bir şeye muhtaç
değildir. Hamid'dir, övülmüştür. Yeri ve gökyüzünü
yaratan O'dur. Yarattıklarının içinde herşey
O'nundur. Yarattığı içinde ayetler ve kitaplar indirir. Kitaplar indirmeye,
ayetler göndermeye, insanları yaratmaya hiç ihtiyacı yoktur.
İnsanların Allah'ın emir
ve yasaklarına uymaması ona hiçbir zarar, uymaları da ona bir fayda temin
etmez. Fayda ve zarar ancak insanın kendisinedir.[33]
27- Eğer,
yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkeb
olsa, ondan sonra yedi denizde yardıma gelse Allah'ın kelimeleri tükenmez .
Şüphesiz Allah herşeye gücü yetendir, herşeye hükmedendir.
Bu ayetin bir benzeri
de, Kehif suresi (ayet 109'da) geçmişti "Deki
denizler mürekkeb olsa, Allah'ın kelimeleriyle deniz
biter de, Allah'ın kelimeleri bitmez. Bu denize bir böyle deniz daha
eklense" Burada ise bu ayetin daha değişik bir ifadesi var,
"yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkeb
olsa, denizler bitse de, buna yedi deniz daha getirilse, yine de Allah'ın
kelimeleri bitmez." buyruluyor.
Hergün Allah (c.c.) yeni bir iştedir.[34]
Doktorların bize verdiği bilgilere göre, insan vücudunda hergün
milyonlarca hücre ölüyor, onun yerine milyonlarca hücre doğuyor. Ölen
hücreleri de, vucud boşaltım sistemi ile dışarı
atıyor. Bunun yerinede yiyip içtiğimiz maddelerden yenisi alınıyor. Tabiki bu bir insanın vücudunda olan hadisedir. Bir de
milyonlarca canimin, milyonlarca hücrelerini saymak, yazmak acaba mümkün olur
mu?
İnsanoğlunun
kendisinin yaptığı herhangi bir plan sayfalar tutuyor, neredeyse en ince
teferruatına varıncaya kadar yapılan bir plan, çanta dolusu kağıt tutmakta.
Kalemler ancak kendi yaratılışları ile ilgili hikmet ve kelimeleri yazmaya
yeter.[35]
28- Sizin
yaratılmanız da, ahirette diriltilmeniz de birtek can gibidir. Şüphesiz Allah herşeyi
işiten herşeyi görendir.
Hz. Adem'den en son insana kadar bütün insanların
yaratılışı vede ahiretteki
dirilişi bir insanın yaratılış ve diriltilişi gibidir. Nasüki,
önemli olan modelse insan için de durum aynıdır.
Bir fabrika bir mamulü
elde etmek için milyarlar harcar, onu gerçekleştirdikten sonra yani ana modeli
ürettikten sonra, artık binlercesinin imalatına geçiyor.
(mesela;buzdolabı, televizyon, otomobil vb. gibi.) Önemli olan o ilk bir taneyi
yapmak onu yaptıktan sonra seri üretimde adet önemli değildir.
İşte insanın yaratılışı da,
diriltilişi de aynı şekildedir. Bir insanın yaratılması kadar, ahirette diriltilmesi de
kolaydır.Şüphesiz Allah herşeyi işiten ve herşeyi görendir.[36]
29- Görmedin
mi? Allah geceyi gündüze katıyor, gündüzü geceye katıyor ve güneşle ay'ı emrine
amade kılıyor. Herbiri belirli bir zamana kadar akıp
gidiyor. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Bir Önceki ayette
bütün insanların yaratılışını ve diriltilmesinin tek bir insanın yaratılması ve
diriltilmesi gibi olduğunu bahsettikten sonra inanmayan, inanmamada da inad eden insana Allah (c.c); görmedinmi,
Allah geceyi gündüze, gündüzü de geceye girdirmekte, bunu görüyorsun
buyuruyor.
Dünyanın 24 saat
içinde, binlerce an değişmesi vardır. Belirli bir vakte doğru akıp giden güneş
ve ayı emrinize veren odur. Milyonlarca yıldızı yine gökyüzünde, belirli bir
yörüngede tutan odur.
Bunları yapabilen,
bunları heran kontrol ve emri altında tutan ilahi
varlık için; Milyarlarca insanı tekrar diriltmek onların herbirine
hayat vermek çok kolaydır. Şüphesiz ki, Allah sizin yaptıklarınızdan haberdardır.
Sizin nerede, nasıl, ne şekilde hareket ettiğinizi bilir.[37]
30- İşte bu,
Allah'ın hak olmasından ve onun dışında yalvardık-larımn
batıl olmasındandır. Şüphesiz o Allah yücedir, büyüktür.
İşte böylece bu ilahi
güce delalet eden şeyleri bize bildirdikten sonra; "şüphesizin o Allah
haktır, gerçektir. O'nun vaadi, kanunları, cenneti ve cehennemi haktır. Fakat
sizin Allah'dan başka çağırdıklarınız batıldır.
Allah en yüce vede en büyük olandır" deniliyor.[38]
31- Görmedin
mi? Allah'ın ayetlerini size göstermek için, gemi denizde Allah'ın nimetiyie kayıp gidiyor. İşte bunda çok sabredip
şükredenler için ibretler vardır.
Allah'ın nimetiyie geminin denizde hareket ettiğini gormedinmi? Bu size ayetlerini göstermek içindir. Suya
kaldırma kuvvetini verip, o geminin su yüzünde hareket etmesini sağlayan Allah
(c.c.)dür. Tabiat kanunu denilen, bütün kanunların yaratıcısı Allah (c.c.)dür.
İşte bunda da bütün
sabredenlerle, şükredenler için çok ayetler ve çıkarılacak dersler vardır.[39]
32- Dalgalar
onları gölgeler gibi bürüdüğünde, dini yalnız ona has kılarak Allah'a
yalvarırlar. Onları karaya çıkarıp kurtardığında, onlardan bir kısmı orta yolu
bulur. Ayetlerimizi ancak gaddar nankörler inkar ederler.
O imansızları,
karanlık gölgeler gibi dalgalar bürüyü verdiğin de;
yani insanoğlu denizde gemi veya tekne ile giderken, dalgalar sarıverip, batma
tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı zaman, gerçekten ihlasla
Allah'a dua ederler. Onu çağırırlar.
Allah'a başka zaman
inanmaz, dua etmez, ibadet etmezler. Denizde böyle bir tehlike ile karşı
karşıya kaldıkları zaman, ölümle pençeleştiklerinde hemen bütün
samimiyetleriyle Allah'a yalvarırlar.
Evinde veya koltuğunda
rahat içinde olan bir ateist adama bu anlatılsa, vereceği cevap herhalde şu
olur; "Ölürümde demem" fakat gemiye bindirilip öyle Atlas
okyanusunda veya Hint okyanusunda biraz dalgalarla başbaşa
bıraktmızmı, o zaman herhalde değişir.
Fakat onları denizden
karaya doğru kurtardığımızda; birkısmı imansızlığına
geri dönerken, bir kısmı da orta yolu bulur. Yani İslama
dönüverir. O olay, onun bazı hakikatleri görmesine vesile olur.
Bugünlerde
İngiltere'nin en ünlü adamının müslüman olmasına sebep,
denizde boğulma tehlikesiyle karşılaşmış olması, olduğu dünya gazetelerinde
yayınlandı.
Bizim ayetlerimizi
hainlerle, inatçı nankörler inkar ederler. "Kefür"
nankör diye terceme edilir. Kafir kelimesinden
türetilmiştir. Nankör; verilen bir nimeti görmemezlikten
gelen demektir. Kafir de; Allah'ı görmemezlikten, tanımamazhktan gelen adamdır.[40]
33- Ey
insanlar, Rabbinizden sakının!, Babanın oğula,
oğlunun babaya hiçbir fayda sağlamayacağı o günden korkun. Şüphesiz Allah'ın va'di hakdir. Dünya hayatı sizi
aldatmasın, O aldatıcı sizi Allah ile de aldatmasın.
Bütün insanlara hitaben; Ey insanlar!!
Rabbinizden sakınınız!, O'nun emirlerine karşı gelmekten, yasaklarını
çiğnemekten sakınız. Ayet, "Ey insanlar" hitabı ile başlamakta ve
bütün insanları içine almakta, bazı ayetlerde; "Ey iman edenler"
hitabı ile başladığı için, o ayetlerde mü'minleri
ilgilendirmekte. Bazı müsteşrikler
(batılı olup, doğu ilimlerini ve dinlerini inceleyen kişilere verilen
bir ad.); Kur'an'ın sadece Mekke'lilere indiğini
bütün insanlığa hitab etmediğini savunmaktalar. Mantıklı insanlar
için bu yanlıştır. "Biz seni
bütün
insanlara
gönderdik"[41] ayetlerini de görmemezlikten gelmektir. Öyle bir günden korkun ki, o
günde baba oğlunun yerine cezayı
yüklenemez, oğlu da
babasının yerine yüklenemez. Ne baba oğlunun cezasını çeker, nede oğul babanın cezasını çeker. Herkes kendi günahı
ile başbaşa kalır.
Allah (c.c) Bunları
örnek olarak veriyor. Bu dünyada insan evladı için herşeye
katlanır. Fakat ahirette Kıyametin dehşeti o kadar
fazla olacak ki, evladı için canından vazgeçen insan, orada artık vazgeçemeyecek
veya anne ve babaya evlatları için canlarından vazgeçme fırsatı
verilmeyecektir.
Hiçkimse diğer bir insanın günahını yüklenmez, herkes kendi
günahının veya sevabının karşılığım yaptığı ölçüde, -ne fazla nede
eksik-alacaktır.
Allah'ın vaadi haktır.
Mü'minlere cennet va'dedildiği
için, onlar cennete. Kafirlere de cehennem va'd
edildiği için, onlarda cehenneme gideceklerdir. Ahiret
hayatı va'd ediliyor buda gerçektir, bunda da hiçbir
kimsenin şüphesi olmasın.
Dünya hayatı da sakın
ha sizi aldatmasın. Dünyada çok nimetlere sahip olanlar; "Allah bize bu
nimetleri iyi olduğumuz için verdi, biz doğru yolda olmasaydık vermezdi"
dememeli. Fakir olanlar da; "bizi neden hesaba çekecek, malımız yok,
mülkümüz yok, verseydi de hesaba çekseydi" dememeli. Dünya hayatına, onun
süslü, çekici cazibesine kapılmamalıyız.
Evliyadan birinin
dünya da bir giyecek elbisesi, bir de elindeki bastonundan başka hiç bir şeyi
yokmuş. Başka bir evliyanın da hertürlü dünya
nimetleri, yatları, katları altınları vs. varmış. Dünyaya meyi etmeyen evliya,
birgün; "şu evliyanın yanma gideyimde,
bunu Allah için uyarayım, benim üzerime vazifedir" diyerek yola çıkar. Ve
diğer zengin olan evliyanın evine varır.
Kapıda hizmetçiler
karşılayıp içeri alırlar. Biraz dinlendikten sonra, bastonunu hizmetçilerden
birine vererek evliyanın huzuruna girer, gi-rerkende bastonu aklına gelir; "yahu bu hizmetçi
bastona birşey yapar mı?" diye de gönlünden
geçirir.
Nihayet diğer
evliyanın yanına varır ve sorar; "niçin bu kadar dünya nimetlerine
daldınız?" der. Diğer evliyada cevap verir; "bu nimetler, senin
bastonun kadar da olsa, benim gönlümde hiçbir iz bırakmadı" der.
Mal varlığı çok olan
insanlardan; "Allah beni çok seviyor da veriyor" diyen aldanır. Mal
varlığı hiç yok ama ibadeti çok ve iyi olanlardan; "Allah benden iyi kulmu bulacak?" diyen de aldanır. Kişi mevcut enerjisi
vede gücü oranında, Allah'ın çizdiği prensipler
dahilinde ibadet etmeli.
"Aldatanlar, sizi
Allah'la aldatmasınlar/' derken, Günümüzde bazı insanlar, bazı insanları Allah
ile aldatmakta, Allah hakkında yanlış bilgi
vermekte, Allah'a imanı yanlış yönlendirerek aldatmaktadırlar.
Kendilerine göre İslam'ın
tarifini vererek anlatırlar. Kişiyi imanından vaz
geçiremiyorsa, ona yanlış inançlar ve yanlış bilgiler vererek, İslam yolundan ayırmaya çalışırlar.
Mesela Kur'an'ın indiriliş gayesi; İnsanları dalaletten hidayete
çıkarmak, zulmetten nura çıkarmak, insanların aralarındaki ihtilafı gidermek,
Allah'ın gösterdiği doğrultuda hareket etmelerini sağlamaktır.
Biri de çıkar; "Kur'an'ı gece gündüz okuyacaksınız" anlamını, manasını
düşünmeyin onu okuyun derse!, işte bu Allah ile aldatmadır. Yani Allah'ı vesile
kılarak aldatmaktır.[42]
34- Şüphesiz
kıyamet saatinin bilgisi Allah katindadır. Yağmuru o
indirir. Rahimlerde olanı o bilir. Hiçbir nefis, yarın ne kazanacağını bilmez.
Hiçbir nefis nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah herşeyi
bilendir, herşeyden haberdardır.
Derslerime
başladığımdan bu yana, Kur'an ayetlerini çağımızın
tekniği ve teknolojisine uygun tefsir etmeye fazla yanaşmadım. Halbuki, bir
zamanlar bu konu hayli ilgi ve alaka topladı. Mesela gökyüzündeki ozon
tabakasının delinmesi teorisi gibi. Müslümanlardan da, bu konu ile ilgili Kur'an'dan ayetler ve deliller getirmeye çalışanlar çıktı.
"1400 yıl Önce İslam bunu haber vermişti" deyiveriyorlar.-
Aynı şekilde bu ayeti
delil gösterip; "Yağmurun ne zaman yağacağını Allah'tan başkası bilmez.
Rahimlerde olanın erkek mi, dişi mi? olacağını Allah'tan başkası
bilemez" dediler.
Halbuki, ayette geçen; "Rahimlerde
olanı Allah bilir. Yağmuru Allah indirir" şeklindedir. Yani "yağmurun
ne zaman yağacağı," "erkek mi, dişi mi?olacağı" lafızları ayette
yoktur.
Hz. Peygambere biri gelir. "Kıyamet ne zaman
kopacak?, memleketi kıtlık sardı yağmur ne zaman yağacak?, ben hanımımla yattım
benim çocuğum nasıl olacak?, bugün kazandığımı biliyorum yarın ne kazanacağım?,
nerede ve ne zaman öleceğim?" diye sorular sorar. Hz.
Peygamberde; "ilmin anahtarları beştir, onları Allah'tan başkası
bilmez" deyip bu ayeti okur.Bakınız;[43]
Şimdi, "bilemez" kelimesini biz hadise dayanarak söylüyoruz. Hadis
sahihtir fakat şunu da iddia etmiyoruz. Allah'ın bildiği insanların bilemediği
yalnız bu beş şeydir demiyoruz. "Gaybı O bilir,
şu anda bize gaib olan, göremediğimiz, duyamadığımız
şeyleri Allah bilir."
Birde, alametleri
belirmiş yağmurun yağmasını tahmin etmek gayet normal bir olaydır da, bir yıl
sonra yağacak yağmurların zamanını ve yerini tahmin elbette insan oğlunun
gücünün üstündedir. Ayrıca hava tahminleri de kesinlik ifade etmez, zaman
oluyor ki, hava raporlarının tam tersi bir durum ortaya çıkabiliyor.
Ana rahmindeki çocuğun
erkek mi?, kız mı? olduğu biliniyor. Bu bilgi ayete ters değil, Ayette;
"Rahimlerdekini Allah bilir" buyuruyor. Bizim bildiğimiz herşeyi Allah bilir ama,Allah'ın bildiği herşeyi biz bilmeyiz.[44] Bu
ayetin tefsirinde anlatılır; Süleyman (a.s)'ın
yanındaki bir adama Azrail (a.s) biraz dikkatli bakar. Süleyman (a.s) o
yanındaki adama; "bu azraildir" deyince
Adam; Süleyman (a.s)'a "ne olur rüzgara emret te
beni Hindistana götürsün" der ve rügar adamı götürür (Süleyman (a.s) emrine rüzgar
verilmiştir,).
Sonra Süleyman (a.s) Azraile, "niye adama dikkatli baktın" diye
sorduğunda, Azrail; "ben o adamın canını Hindistan'da almakla emr olundum, adam ise burada, hayret ettim!" der.[45]
İşte kişi ne zaman,
nerede öleceğini bilemez. Ölüm geldiğinde Allah'ın razı olduğu bir hal üzerine
bulunmak ve onun dininin yücelmesi için gayret gösteriyor olmamız en güzelidir.
Buda hükmü şehiddir. Rabbim cümlemize bunu nasib etsin. Allah herşeyi
bilendir, herşeyden haberdardır.[46]
[1] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/165-166.
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/166-167.
[3] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/167.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/167-168.
[5] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/168-169.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/169-170.
[7] Semerkandi
Bahr-iil ulum 3119
[8] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/170-171.
[9] Tefsiru
İbni Mesud 2/479, Hakim Müstedrek 2/411
[10] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/171-172.
[11] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/172-173.
[12] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/173-174.
[13] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/174.
[14] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/174-175.
[15] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/175-176.
[16] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/176-177.
[17] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/178-179.
[18] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/179-180.
[19] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/180-181.
[20] İbni
Hisam 2/67
[21] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/181-182.
[22] Buharı Rikak
, TirmiziZühd I
[23] Müstüm
salat 222
[24] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/182-185.
[25] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/185-186.
[26] Bakınız Bakara 256
[27] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/186-188.
[28] Es-siretün-Neheviyye İbni Kesir 21150
[29] Bakara 286
[30] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/188-189.
[31] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/189-190.
[32] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/190-191.
[33] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/191.
[34] Er-Rahman 29
[35] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/191-192.
[36] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/192-193.
[37] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/193.
[38] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/194.
[39] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/194.
[40] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/194-195.
[41] Sebe
28
[42] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 6/196-198.
[43] Buharı Tefsiri Sureti En'am veTefsir-i Lokman, Ahmed Müsnet 2/122-2/24,52,58,
Buharı İstiska 29
[44] Bu konudu
geniş bilgi için bakınız; Şifa Tefsiri 3/52, En'am 59
[45] Semerkandi
Bahml-ulum 3126