RUM SURESİ 2

 


RUM SURESİ

 

"Rum" ; Bizans'ın başkenti, eski adı Konstantinopol olan ve fetihten sonra "İstanbul" diye değiştirilen şehirde ve buraya bağlı olan yerlerde yaşayanlara ve onların soyundan gelenlere verilen isimdir.

Araplar da o günkü zamanda Antakya, İskenderun, İstanbul gibi bölgelerde yaşayan insanlara "Rum" diyorlardı,

Bu surenin 2. ayetinde "Rum" kelimesi geçtiğinden dolayı, ve bir de İranlılarla yapılan savaşta mağlup olan Rum devletinin, tekrar galip geleceğinden bahsettiği için, bu sureye "Rum suresi" denilmiştir. 60 ayet olup, sadece 17 ayeti Medine'de, diğerleri ise Mekke'de nazil ol­muştur.

Bu sure, ehli kitabı (hırıstiyan ve yahudileri), -mecusi gibi, putpe­rest gibi- kitabı olmayan dinlere karşı tercih etmemiz gerektiğine de işaret eder.[1]

 

1- Elif, Lam, Mim.

Elif, Lâm, Mim. Bu harflere Hurufu Mukattâ diyoruz. Bu konu ile ilgili açıklama en geniş şekliyle Bakara suresinde ve birde diğer Hurufu Mukatta bulunan, diğer surelerin başında açıklama yapılmıştır.[2]

 

2- Rumlar yenildiler.

3- Bu yenilgiden sonra onlar, en yakın bir yerde galip gelecekler­dir.

4- Birkaç sene içinde, önünde sonunda emir Allah'a aittir. O gün mü'minler sevinecekler.

5- Allah'ın yardimına(sevindiler). O dilediğine yardım eder. O Aziz'dir, Rahim'dir.

Rumlar mağlup oldular. Arapların bulunduğu bölgeye en yakın yerde mağlup oldular. Tefsirlerde Suriye, Ürdün ve Antakya'da Rumların İran'a karşı mağlup olduklarını ifade ettikten sonra. Çok yakın bir za­manda, "Bida'sinin" yani "Üç'den dokuz'a kadar" şeklinde kullanılan bir ifadedir. Türkçemizdeki küsur kelimesinin ifade ettiği şeye yakın bir ifade. 20 küsur dediğimizde 20'den 30'a kadar olan sayılar anlaşılır. İşte ayette de 3'den 9'a kadar olan sayıları "Bida" kelimesi ile ifade ediyor.

İşin önünde de, sonunda da hüküm emir Allah'a aittir. Bundan önce olduğu gibi kıyamete kadar da işleri evirip çevirmek, galip ve mağlub etmek, yönetmek Allah'a aittir. O gün mü'minler sevinirler. Yani Rum'ların İran'lılara galip gelmesine mü'minler sevinirler. Allah'ın yar­dımıyla mü'minler sevinirler. Allah dilediğine yardım eder. O herşeye gücü yetendir. O merhamet sahibidir.

Olayın tarihçesi şöyledir. Miladi 610'da Hz. Peygambere peygam­berlik verilir ve Hz. Hatice validemizle başlayan inananların sayısı 5 yılda hayli artar. 5 yıl içinde Mekke'lilerin zulmü de artmaya başla­yınca, Habeşistan'a hicret etmek üzere, 80 kadar müslüman hareket eder.

İşte bu esnada bu sure nazil olur. Elmalı merhum gibi müfessirler, batılı tarihçi Gibbon'un tarihinden naklettiklerine göre; 615 yılında Rum'ların devlet başkanı Fakos denilen adam, Murisyus denilen komu­tanı tahdından indirir. Bu ihtilal esnasında durumu fırsat bilen İran devlet başkanı Husrev Perviz saldırır. Suriye, Ürdün, Antakya'yı alır Mısır'a kadar dayanır.

hatta Kur'anın bahsettiği mağlubiyet budur. Bu haber Mekke'ye ge­lince Mekke'li müşrikler, bu İran'ın galibiyetine Rumların da mağlubi­yetine bayram ederler. Kendileri puta, İranlılarda ateşe taptıkları için, İranlıları kendilerine..dost kabul ederler. Müslümanlar da Hristiyan Rumları, kendilerine yakın addederler.

Müşrikler, "hani Allah kendine inananlara yardım ederdi? Ateşe tapanlar Allah'a inananlara galip geldi. Biz puta tapanlar da size galip geliriz" diye övünürler.

"Rum'ların galip geleceğini" haber veren bu ayet nazil olunca, imansız Ubey b. Halef ile Hz. Ebubekir bahse girerler. Beş sene içinde başarı sağlanırsa, Übey on deve verecek, sağlanamazsa Hz. Ebubekir on deve verecek. Efendimiz Hz. Ebu Bekir'e; "seneyi dokuza, deveyi yüze çıkar" der ve öyle de yapılır. Dokuz sene sonra 624'de Bizans kralı Heraklius, İran Kisrası Hüsrev Perviz'i mağlup eder. Bu bahis kumar yasağı gelmeden önce yapılmıştı. Hz. Ebu Bekir yüz deveyi ka­zanır ve fakirlere dağıtır.[3] İşte bu sure bunun üzerine nazil olur. Rumlar mağlup oldu ama 3 ile 9 sene arasında. Nitekim 624'de Herakliyus devlet başkanlığına gelir ve İran'a karşı harbi başlatır. İran'a kadar giderek onların ateşe ta­pınma yerini de tahrip eder. Nitekim Rumlar'da İrana galip gelmiştir. Böylece Kur'an, 615 yılından 9 yıl sonra 624'de meydana gelecek olayı haber vermesi ile, Hz. peygamberin de bi;- mucizesini ortaya çıkarmış­tır.

Hz. peygamber 622 yılında hicret eder, bir yıl sonra Hicretin ikinci yılında, Bedir savaşı olur. işte o günde mü'minler Allah'ın yardımı ile sevinirler. Ayetin ifade ettiği mü'minlerin sevinmesi, Bedir savaşını kazanmaları ve birde Bizans kralı Heraklius'un İran'ın kisrası Hüsrev Pervizi yenmesi ile Allah'ın vaadinin ortaya çıkmasıdır.

Bazı tarihçiler; Bizans'ın (Rumlar'ın) İran'ı yendikleri gün ile, mü'­minlerin Mekke müşriklerini yendikleri günün aynı olduğunu, her iki ta­rafın da Allah'ın yardımıyla aynı günde zafere ulaştığını ifade ediyorlar.

Onun için buradan bize çıkacak bazı dersler vardır.

1- Kim olursa olsun, müslüman daima haklının yanında yer almalıdır.

2-  Ehli kitabın, her zaman, puta tapan ve mecusi gibi kutsal kitabı olmayan diğer dinlerin mensuplarına karşı da tercih edeceğiz.

Fakat bugünkü ehli kitap dediğimiz devletlerin yöneticileri de, ilah tanımaz, ateist insanlardır. Bunu da göz ardı etmemek gerekir.

3- Müslüman, dünyadan ve diğer dünya devletlerinden uzak kala­maz. Boğazdan geçen bir gemi nasıl boğazdaki sandalları etkilerse, Rusya'daki bir santralin Radyoaktif sızıntısı Türkiye'deki olayları etki­liyor ise, müslümanda elbette dünyadaki siyasi askeri ve ekonomik gelişmelerden etkilenecektir.

Geleceğe dönük plan ve programların günü birlik değil, belirli geliş­meler hesap edilip uzun vadede düşünmesi, buna göre kararlar alması gerekir. Kur'an buna işaret ediyor.

Hz. peygamber Mekke'de daha devletini kurmamış ama uzağında olan savaş ile ve bu savaşın sonucu ile ilgili ayetler nazil oluveriyor. Ve tavrını ona göre ayarlayıp mesajını veriyor.

Rusya devletinin çöküşü ile orda baskı ve zulüm içinde yaşayan müslümani ara, nasıl yardım edeceğimiz konusunda biz hazırlıksız ya­kalandık. Daha önceden böyle bir çalışma yapılmamıştı.

Hz. Peygamber, ayeti müslümanlara duyuruyor, sevinmeleri için. Kafirlere de duyuruyor ki üzülsün, yürekleri hoplasın diye. Aynı şekilde Fatih Sultan Mehmet'de İstanbul'u feth edince, İran'a övücü ifadelerle fetihname mektubu yazar. İran'da bir hafta bayram ilân edilir. Fatih ve diğer müslümanlar hakkında dualar edilir. Bu mektubun, fetih namenin bir benzeri de korkutucu ifadelerle Roma'ya, Fransa'ya gönderilir. Onlara da kaleniz durumunda olan yerler feth edilmiştir. Hazır olun veya kendiniz boyun eğerek, gelin teslim olun, denilmek istenmiştir.

Daha önce Maide suresinde 82. ayette ehli kitapla ilgili ayetler geç­mişti. Allah (c.c.) iman edenlere düşmanlık yönünden en şiddetli olanı yahudiler ve puta tapanlardır dedikten sonra insanlar içinde de mü'min-lere sevgi bakımından en yakın olanları da Hristiyanlardır. Fakat ih-lasla, gerçekten İncil'e gönül verip Hz. İsa (a.s.)'ı seven insanlar.

Onlar kibirlenmezler, onlar peygambere indirilen ayetleri işittikleri zaman, sen onların gözlerinden yaşların aktığını görürsün, müslümana yakın olan bu vasıflara sahip hristiyanlardır.

Hz. peygamber Heraklius'a da İran Kisra'sma da mektup yazar. İran Kisra'sı okumadan yırtıp atar vede elçimizi öldürtür.

Fakat Rum devlet başkam saygıyla alıp, gözyaşı ile okur. Mektup vardığında Ebu Süfyan'da -daha müslüman olmadan- onun ülkesine, ti­caret için gider ve o da Heraklius'un huzuruna çıkarılır. Ebu Siifyan ön tarafa, diğerleri de Ebu Süfyan'ın arkasına konur. Bir takım sorular so­rar. Ebu siifyan da bunlara doğru cevap verir. Oraya komutanlarını ve diğer devlet erkanım çağırır, onlara; "Beklenen peygamber budur, gelin isterseniz iman edelim" der. Oradakiler kapıya doğru yürüyüverirler.

Bunun üzerine; "Sizi kandırdım, dininize olan bağlılığı denemek için bunu söyledim" der. Genelde tarihçiler, Heraklius'un iman etmediğini söylerler, ama onun gizliden iman ettiğini söyleyenler de vardır. (Buharı "keyfe kane bedul vahiy" hadis no;6, ayrıca hadisin şerhi için Fethul Bari'ye bakınız.)

Diğer bir husus da, galibiyetler kişilerin haklı olduğunu ortaya koy­maz. İran Kisra'sı galib gelince hristiyanlara; bakın haklı olduğum için sizi yendim der. Eğer siz haklı olsaydınız, siz galib gelirdiniz der.

Yine İslam aleminin bugünkü hali, onun tekrar eski haline dönmeye­ceği anlamına gelmemelidir. Nasılki, "tökezlemeyen atın bulunması mümkün değilse," sistemlerin de insanların hatasından tökezlemesi mümkündür. Onun için Allah'ın yardımı geldimi, İslam alemi de birgün gelecek, eski saadetine kavucaktir.[4]

 

6- Bu Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez. Ancak birçoğu bilmezler.

Bu Allah'ın va'didir. Yani yardım Allah'ın va'didir. Bu yardımda Allah'ın dinine yardım edenedir. Ayette; "Eğer siz Allah'a yardım eder­seniz, Allah'da size yardım edecektir. Eğer Allah size yardım edecek olursa, size galib gelecek olan da yoktur."[5] Bu va'di, biz mü'minlere vermektedir. Onun için kesinlikle yardım edecektir. Çünkü "Allah va'dinden dönmez. Fakat bunun böyle olaca­ğını da insanların çoğu bilmezler."[6]

 

7- Onlar dünya hayatının görünen tarafını bilirler. Onlar ahiretten gafildirler.

Dünya hayatının dışta görünen yüzü hakkında bilgileri vardır. Fakat ahiret hakkında hiç bilgileri yoktur. Onlar ahiretten de gafildirler. Ekmeğin nasıl kazanılacağını, elmanın tatlı, biberin acı olduğunu bilir­ler. Vasıflan hakkında da bilgileri vardır. Ama bunların nasıl yaratıldı­ğını, bunlara o tatlılığı, acılığı veren şey nedir? bilmezler. Halbuki her ikisi de aynı topraktan beslenmekte, aynı suyu içmekte, biri büyüyüp ağaç üzerinde olgunlaşırken, diğeri küçücük bir fide üzerinde olgunlaş­makta. İşte bunların bilgilerinden gafildirler.

Kısacası bu inançsızlarda, dünya hayatının dış görünüşü ile ilgili bilgiler vardır, ama perdenin öbür yüzü hakkında bilgileri yoktur. En bilginleri Einstain: "İnsanoğlu olarak maddeyi enerjiye çevirdik, ener­jiyi de maddeye çevirdik. Maddeyi enerjiye çeviriyoruz ama onun da gerisinde bir gücü görüyoruz. Yani bunu evirip çeviren biri var" diyor.

Hiç birşey başı boş değil. İşte bunu görebilmek, zahirin gerisini gör­mek, gerçek yiğitliktir. Ve biz bu yiğitliğe mü'minlik diyoruz.[7]

 

8- Onlar kendi kendilerine düşünmedilermi ki Allah gökleri ve yeri ve ikisi arasında olanları hak (hikmet) ile ve belirli bir süreyle ya­ratmıştır. Şüphesiz insanlardan birçoğu Rablerine kavuşmayı inkar ederler.

Onlar kendi canlan üzerine düşünmezler mi?, insanın saçının ucun­dan, tırnağının ucuna kadar olan vücudu bir dış görünüşü, göz, kulak, el, ayak ve diğer organlar ve kalbimiz, olaylar karşısında duygulanması, hayal etmesi, hatırlaması zeka gibi.

İşte Allah (c.c.) bizim dikkatimizi, bu iç ve dış dünyamıza çek­mekte. Yani bir önceki ayetle bağlantı kuracak olursak ki, ayetler ara­sında vede sureler arasında böyle bağlantılar mevcuttur. Herşeyin bir dışı var, birde iç alemi vardır. Mesela ticaretin bile bir dış görüntüsü birde iç görüntüsü vardır. Hatta Öyle olurki; "bu iş, dıştan göründüğü gibi değil" denilir. İşte insan, bunlara ibret nazarıyla baksa, bunun far­kına varacaktır.

Allah gökleri ve yeri hak üzerine yaratmıştır. Ve bu belirli bir za­mana kadardır. İnsanın eceli olduğu gibi, dağm taşın, suların denizlerin de, gökyüzündeki yıldızların, herşeyin yani yaratılan, mahluk olan her­şeyin eceli vardır.

Ama insanlardan bir çoğu Rabbi ile karşılaşmayı inkar etmektedir. Ana rahmindeki çocuğa nasıl dünyanın genişliğini anlatmak mümkün değilse, ona göre en geniş yer ana rahmi ise, kafire de ahiretin varlığını anlatmak, Rabbine kavuşmayı anlatmak o kadar güç bir olaydır.

Vede kafir hayat olarak, sadece bu dünya hayatını kabul eder, ahireti kabul etmez. Onun için gönlünü kapattığından dolayı ona; "kafir" -örten, kapatan anlamında- denilmiştir.[8]

 

9- Yeryüzünde dolaşıp onlardan öncekilerin akibetinin nasıl ol­duğuna bir bakmazlarını? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü kazıp bunlardan daha çok imar ettiler. Onlara peygam­berleri beyyinelerle geldiler. Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendilerine zulmettiler.

Onlar yeryüzünde dolaşmazlar mı? Seyahat etmezler mi? Şair:

Yok senin için ihtiyaç ayineyi İskender'e Cevher zatında görünür her suretin misali.

Şiirde İskender'den bahsedilmekte: Bu tarihde meşhur İskender'dir. Ünlü danışmanı Aristo ona bir ayna yapmış, bu ayna ile belirli kilomet­redeki düşmanı bile görebilmekte. Bugünün modern radarları mesabe­sinde. İşte senin böyle bir İskender aynasına ihtiyacın yok. Sen öyle bir ermiş insansın ki, gönlüne bir baktınmı kainattaki herşeyi gönül ay­nasından görürsün diyor.

Millet olarak biz pek seyahat etmeyiz ama bugünün ekonomisi iyi Avrupa devletlerinin bilhassa Almanların %60'ı kendi ülkelerinden başka bir ülkede seyahat etmiş insanlardır. İşte bu insanlar şairin şi­irinde ifade ettiğinin tam tersine, ibret alınması gereken şeyleri değil de, nerede lüzumsuz şeyler varsa onlarla iştigal edip, gezmesi ona bir fayda vermemektedir.

İşte ayet; onlar yeryüzünde dolaşsınlar, kendilerinden öncekilerinin akıbetlerinin (sonlarının) ne olduğunu görmezlermi? Onlar kuvvet bakı­mından daha güçlü idiler. Yeryüzünün altını üstüne getiriyorlardı. Ve bunlardan daha fazla imar yapıyorlardı.

Fakat peygamberlerimiz onlara da ayetlerle, mucizelerle geldiler. İman etmemelerinin neticesinde de helak olup gittiler. İşte bu helak olmaları, onlar için bir zulüm değildir. Allah(cc) onlara zulüm yapacak değildir. Onlar kendilerine, kendi nefislerine zulüm etmişlerdir.

Yani çok güçlü bir devlet, ziraata önem vermiş, sanayisine Önem vermiş, güçlü binalar kurmuş. Fakat peygamberlerine iman etmemenin neticesinde helak olmuşlardır.

Günümüzde dünyanın yedi harikası diye bilinen harikaları incelediği­mizde hakikaten bu günün imkan ve teknolojisi ile bunları yapmak pek mümkün değildir. Mısır'daki bir Ehram'in en üstündeki taşı kaldırmaya, Mısır'ın teknolojisinin gücü yetmemekte. İşte bunları yapanlar, bu imarları meydana getirenler de, bu dünyadan çekip gittiler.

Yani sanayiinize, sermayenize, ordularınıza ki, ayet bunlara işaret ediyor. "Eşeddü minhüm kuvveten" derken, ordu bakımından güçlü, yeri kazmaları, altını üstüne getirmeleri derken, ziraata ekonomiye bir işarettir. Yeryüzünün imarında da sizden fazla güçlüler derken mimari teknoloji bakımından ileri olduklarına işaret etmekle üçüne dikkatimizi çekmekte.

İşte bu üçünde güçlü olanlar bile helak oldular. Bize de şu mesajı veriyor. Karşınızdaki inançsızlar kuvvet bakımından, sanayii bakımın­dan vede ekonomi bakımından güçlü olsalar bile, siz gerçekten pey­gambere iman etmiş iseniz, onun yolunda devam ediyorsanız bunlar­dan korkmayın.

Nasıl ki, tarihde bu zalimler helak olmuşsa, peygamberler de dev­letlerini kurmuşlarsa, aynı şekilde bizim de neticeye varacağımızın işa­retidir bu.[9]

 

10- Sonra Allah'ın ayetlerini yalanlamaları, ve o ayetlerle alay et­meleri sebebiyle kötülük yapanların sonu çok kötü oldu.

Sonra bu kötülüklerin en kötüsünü işleyen, Allah'ın ayetini de yalan­lamaları sebebiyle akıbetleri kötü olmuştur. Ve onlar Allah'ın ayetleriyle de alay etmişlerdi. İşte Allah'ın ayetlerini yalanlamaları ve bu ayetlerle alay etmeleri sebebiyle cezaların en kötüsü ile karşı karşıya gelmişlerdi. Bu dünyada cezalandırıldıkları gibi bir de ahirette ceza1andirilacaklardır.[10]

 

11- Allah önce yaratır, sonra onu (ahirette eski haline) döndürür, sonrada O'na döndürülürsünüz.

Yaratılışı ilk başlatan Allah (c.c). İlk yaratan O'dur. Öldükten sonra tekrar diriltecek olan, insana hayatını geri iade edecek olan da O'dur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.

Bu ayet, ahirete iman etmeyenlere ikna edici bir metodla onlara bir delildir. Yoktunuz var etti, yoktan var edebilen, toprak olduktan sonra da tekrar var etmeye gücü elbette yeter. İkinci olarak, insanı yaratan, öldüren Allah (c.c.) bunlara gücü yeten yine ahirette de insanları tekrar diriltmeye gücü yetecektir.

Allah katında ne güçlü devletlerin, ne de güçlü insanların bir değeri yoktur. Ne kadar güçlü kuvvetli olursalar olsunlar, Allah'ın gücü ya­nında sıfır kalırlar. Öyle ise mü'minde Allah'a tevekkül ettiğine göre karşısındaki güç ne olursa olsun korkmadan İslamı tebliğe devam ede­cektir. Tabii ki bütün tedbirleri de alarak.[11]

 

12- Kıyamet saati geldiği gün suçlular ümitlerini keserler.

13- Allah'a ortak koştuklarından onlara şefaatçi da yoktur. Ortak koştukları (putları)nı inkar ettiler.

O kıyamet gününde mücrimler, suçlular. (Burada birinci derecede suçlu denilince akla gelmesi gereken inkarcılardır. Daha sonra bu in­karcılığın neticesinde meydana gelen hırsızlık, zina, faiz yemek, adam Öldürme gibi suçlar anlaşılmalıdır.) İşte bu suçlular kıyamet gününde ümitsizlik vede çaresizlik içinde kalırlar, "Yüblis" kelimesi; -ki, iblisin de yani şeytanın bir ismi de bu kelimeden gelmekte- Allah'ın rahmetin­den ümidi kesince şaşırıp kalan anlamındadır.

Mücrimlerde böyle ümitsizlikten şaşırıp kalacaklardır. Onlar için putlarından da yani Allah'a şirk koştukları şeriklerinden de hiç yardım edecek yoktur. Ahirette yardım edemeyecekleri gibi bu dünyada da ba­zen yardım görememekteler.

Mesela peşinden gidip ilah edindiği insanlar, o tabii olan ölümüne veya çok zengin olmalarına rağmen, yakalandıkları bir hastalıktan kur­tulmalarına hiçde yardım edememekteler. Yaratılan mahluk elbette acizdir, yardımda da aciz kalacaktır.

Ayet-i kerime devamında zaten ahirette onlar ortaklarını inkar ede­cekler. Daha Önce geçtiği gibi Allah(c.c) bunlara azabını iki kat verir. Bir kendilerinden dolayı, bir de başkalarını sapıttırmalarından dolayı.[12]

 

14- Kıyamet saati geldiği gün onlar darmadağın olurlar.

O günde, kıyamet saati gerçekleşince o gün onlarda paramparça olurlar. Kendilerine tabi olunup ilah edinilenlerle, onlara tabi olanlar birbirlerine düşerler. Birbirlerine lanetlerler okuyup, birbirleri aleyhinde beddua ederler. Ve aralarında artık neseb ve akrabalık kalmaz, herkes kendi derdine düşer.

Ahirette böyle bir parçalanmaya düşmemek için, "Habibullahil-Metin" diye isimlendirilen Allah'ın ipine, yani Kur'an'a iyi sarılmak ge­rekir. Peygamberin sancağı altında toplanan mü'minlerde parçalanma olmayacaktır.[13]

 

15- İman edip, salih amel işleyenler, onlar bir bahçede ağırlanır­lar.

îman edip, salih amel işleyenlerde, orada Allah'ın bahçesinde yani cennette mutlu bir hayat içinde olacaklar.

Ayet iman ile sınırlandırılmıyor. İman ile beraber de salih amel ya­panlar şeklinde belirtmektedir. Kur'an'da belirtilen namaz, zekat, oruç vb. gibi amelleri gücü yettiği kadar yerine getirenler cennette mutlu bir hayat sürecekler.[14]

 

16- İnkar edip ayetlerimizi ve ahiretteki buluşmayı iyalanlayan-lara gelince, işte onlar azabın içine getirilecekler.

Fakat Allah'ı inkar eden, Allah'ın ayetlerini yalanlayan, ahireti ve ahirette kavuşmayı da inkar edenler (cennet ve cehennemi kabul et­meyenler) ise, işte onlar azab ile yüzyüze getirilirler. "Muhzarun" ke­limesi mahkemelerde kullanılan bir kelimedir. "Suçlunun da ihzarına karar verildi" denilir. Yani "suçlununda bizzat mahkemeye getirilme­sine" demektir.

Ahirette de suçlu gitmek istemeyecek, ama zebaniler onu yakala­mış olarak, onu alıp azaba götürecekler. Ve yüz üstü cehenneme sü­rükleyecekler. Allah'ı ve O'nun kitabını ve Rasulünü inkar etmelerinden dolayı.[15]

 

17- O halde akşama erdiğinizde, sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı teşbih ediniz.

18- Günün sonunda da, öğleye geldiğinizde de göklerde ve yerde hamd O'na aittir.

Yani akşam da, sabah da, gece de,  gündüz de ve öğleyin de Allah'ı teşbih edin. Yani namaz kılın anlamındadır.

Çünkü teşbih yapmak için belirli bir zamana ihtiyaç yoktur, Yürürken, otururken, seyahat ederken yolda da yapılır. Zamana bağlı değildir. Fakat namaz belirli vakitlere bağlı kalınarak yapılan bir tesbihdir. Allah'a hamd etmektir. Rükû ve secdelerde "Sübhane Rabbiyel azim-ve-Sübhane Rabbiyel A'la" birer tesbihdir. İşte bu ayet beş vakit namaza bir işarettir.[16]

 

19- O diriyi ölüden çıkarır, ölüyü diriden çıkarır. Öldükten sonra yeryüzünü O diriltir. İşte siz de böylece çıkarılırsınız.

O Allah (c.c), ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkarır. Bu ayetin iza­hına misal olarak, yumurtadan civcivi çıkaran, tavuktan da yumurtayı çıkaran O'dur. Taneden, çekirdekten sebze ve meyveleri çıkaran ve meyve, sebzelerden de tane ve çekirdeği çıkaran O'dur.

Kafir anne ve babadan mü'min çocuğu, mü'min anne ve babadan kafir çocuğu çıkaran O'dur. Nuh (a.s.)'ın oğlu kafirdir, İbrahim (a.s.)'ında ba­bası kafirdir.

Geceden gündüzü, gündüzden geceyi çıkaran O'dur. Öldükten sonra yeryüzünü dirilten de O'dur. Güz mevsiminde ki, ağaçlar yapraklarını dökmekte, yerdeki yeşillikler ve canlılık gidiyor. Kefen olsun diye de kışın beyaz kar yağıyor. Bahar mevsiminde ise o ölen yeryüzü ağa­cıyla, toprağıyla, şelalesiyle tekrar canlanıveriyor.

İşte bunu canlandırmaya insanın gücü yetmez, insanın seralarda yaptığı ise Allah'ın tabiata koyduğu kanunlar çerçevesinde cereyan eden olaydır. Onun kanunlarına en güzel uyan seracılıkta en başarılı olan kişi demektir. İşte bunları ey insanoğlu gözünle görüyorsun, böy­lece "sizde çıkarılacaksınız"[17]

 

20- Sizi topraktan yaratması O'nun ayetlerin (mucizelerin) den­dir. Sonra birden siz beşer olarak dağılıvermişsiniz.

Sizi topraktan yaratması,  O'nun rnucizelerindendir. Yani O'nun var­lığına işaret eden delillerdendir. Daha öncede belirttiğimiz gibi, Kur'an ayetleri ve tabiatta gördüğümüz herşey Allah'ı işaret eder. Biz müslümanlar her ilcisine de inanmış kişileriz. Tabiattaki ayetlerle, Kur'an ayetleri uyum içindedir. Hiçbir tezat yoktur aralarında.

Derslerime ara sıra devam eden bir profesör bana şunu söyledi. "Benim araştırma saham insanların kültürleri ile kullandıkları veya icad ettikleri eşyalar arasındaki uyumluluktur." Mesela Japonların arabaları kendi tiplerine uygundur. Evleri de aynı şekilde onlarda Japon kültü­rüne uygundur. A.B.D.'nin ürettiği arabada büyüktür. Çünkü onda da . büyüklük duygusu vardır. Bu büyüklük duygusu ürettiği arabasına yansımaktadır.

İşte Allah'ın tabiat kanunları ilede bu kanunlara göre yaşayan in­sana gönderilen kutsal emirleri arasında uyum vardır.

Başka bir deyişle Kur'an'ın koymuş olduğu İslam hukuku, tabiat ka­nunlarına uygundur. İnsanoğlu da bunu uyguladığı zaman dünya ya­şantısında zorluk çekmeyecek, ve dünyada da mutlu olacaktır. Onun için bugün Avrupa tabiat kanunlarına en uygun yaşam tarzını seçmek için gayret edip habire araştırmalar yapıyor, o da kabul ediyor ki tabiat kanunlarında eksiklik yok. Kendi koymuş olduğu kanunlarda eksiklik var. O eksikliği gidermek içinde çalışıyor.

Bizde diyoruz ki, tabiat kanunlarını koyan Allah(cc), İnsanın düze­nini kurması için de kanunlar hukuklar göndermiştir. İkiside aynı yer­den geldiği için birbirine uygundur diyoruz. Fakat bunu insanlığa an­latmada bir türlü başarılı olamıyoruz. Sonra beşer olarak siz, etrafa yayılıyor vede tasarrufta bulunuyorsunuz.[18]

 

21- Kendilerinde sükûn bulaşınız diye kendinizden sîzin için eşler yaratması O'nun ayetlerindendir. O aranıza sevgi ve rahmet kıldı. Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için ibretler vardır.

Bir önceki ayette Hz. Adem'i topraktan yarattığını bildirdikten sonra nimetleri bahsetmeden eşinin yaratıldığından söz etmekte. Nisa sure­sinde birinci ayetinde de aynı şekilde anlatıldığı gibi insan için hayatta önemli olan eşdir. Dünyanın bütün nimetleri bu dünyada kalıcıdır. Fakat kişinin eşi kadın için erkeği, erkek içinde kadını öbür dünyaya beraber gidicidir.

Sizin nefsinizden eşinizi yaratması da Allah'ın varlığına ve birliğine bir delildir. Yani Hz. Adem'den Havva validemizi yaratması Allah'ın varlığına ve birliğine delildir. Yaratmasının sebebi de, onlarda huzur bulaşınız diye, ve sizin aranızda sevgi ve merhamet kıldı.

Sevgide insanın elinde olmayan birşeydir, o da yaratılmıştır. Hz. peygamber; "dünyadan üç şey hana sevdirildi" buyuruyor.[19] Sevdim demiyorda, sevdirildi di­yor. Sevgide, korkuda, nefrette yaratılmıştır. İnsana düşen şey bunları iyiye güzele yönlendirmektir. Ayette sizin nefsinizden kadınlarınızı ya­rattı buyuruluyor. Yani kadın ile erkek bir araya gelince tamlaşır. Hz. Peygamber hadisinde; "Kadınlar erkeklerin tam ikiye ayrılmış bir parçasıdır" buyurmaktadır.[20] Kişinin bakmakta, ilgilenmekte usanmadığı tek şey eşidir, ailesidir. Dünyanın en güzel manzaralı yerinde insan kalsa kalsa ençok bir iki ay kalır. Daha sonra eşine ailesine geri döner.

Ayette "Liteskünü aleyha" deniliyorda "Liteskünü indeha" denilme­miştir, "indeha" olsaydı o zaman; "onların tenlerinde huzur bulursunuz" anlamı çıkardı diyor Fahrettin-i Razi. Huzur kadının sadece teni, vü­cudu değil aynı zamanda onun ruhudur, herşeyidir. Eğer sadece bede­ninde insan huzur bulsaydı eşi Öldükten sonra da onun cesedinden ür-permezdi. Ama ruh bedenden ayrılınca o sevdiği eşinden insan korkar duruma geliveriyor.                                                                                 

Eşlerimiz yalnız çocuk üretmek için yaratılrnamıştır,öyle olsa idi hayvanlar gibi senede bir defa cinsel ilişki ile çocuk oluşurdu. Rabbim insanı hayvanlar gibi yaratmamıştır. Gaye yalnız cinsel ilişki değildir. Öyle olsa, eşler cinsel ilişkiden sonra ayrılmaları gerekirdi. Halbuki eşler, yirmi dört saat birlikte olmaktan, aynı şeyleri paylaşmaktan, "afiyet olsun yarim, sen yedikçe ben doydum" demekten zevk alırlar. Birde ayette "Mevedde" kelimesi önce gelmiş, Kişi kendi eşine karşı  sevgi  ile  bakacak,  başka  kadınlara merhametle  bakacaktır.

Onların da islamı yaşamaları, Allah'a kul olmaları için gerekli ortamı hazırlaması gerekir. İşte düşünen toplumlar için bu ayetlerde, bu işaretlerde güzel ibret­ler vardır.[21]

 

22- Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda alimler için ayetler vardır.

Gökleri ve yeri yaratması Allah'ın ayetlerindendir. Yıldızlan, deniz­leri, böcekleri, çiçekleri yaratması bir ayettir. Hepside Allah'ın varlığına ve birliğine birer işarettir. En küçük bir çiçek bile ressamın yapacağı çi-çekden daha güzel, renkleri, kokusu, canlılığı apayrı şeylerdir.

Bir de dillerinizin vede renklerinizin farklılığı Allah'ın varlığına bir delildir. 5 milyar insanın rengi, yüz şekli farklı, aynı ana ve babadan dünyaya gelen kardeşlerin bile sesi de şekli de farklıdır. İşte bu farklı­lık ona işarettir. Menekşeye niçin morsun?, karanfile niçin kırmızısın? denmediği gibi, insanlar dilleri ve renklerinin ayrılığı nedeniyle ayıp­lanmazlar. İşte alimler için bunda da ibretler, deliller vardır. Alimler için denili­yor. Zira bu kadar apaçık delilleri görüp de Allah'ın varlığına, birliğine inanmayıp onu kabul etmeyen insana alim dememek gerekir. Alim de­mek bilen demektir. Demek ki bunlar bunu da bilemeyecek kadar bilgi­siz cahil insanlar. Onlar yukarıdaki 7. ayette de geçtiği gibi işin hep dış görünüşünü bilirler, ama perde arkasını bilmezler.[22]

 

23- Gecede ve gündüzde uyumanız ve Allah'ın lutfundan rızık aramanız onun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda işiten kavim için ib­retler vardır.

Allah'ın ayetlerinden, O'nun varlığının delillerindendir. Geceleri uyu­manız, O'nun fazlından, nimetleri istemeniz, onları aramanız, yani gün­düzleri çalışmakta bir ayettir, işarettir. O'nun varlığına dinlenip uyu­manızda bir işarettir. İnsan öyle bir an gelince elinde olmadan uyuyor. Öyle bir anda geliyor ki, uykunuzu almış olarak uyanıyorsunuz. İnsan uykusu geldimi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, uykusunu durduramaz. Ancak belki bir iki gün uyumayabilir ama ondan sonra uyumak zorunda kalır. Bir de uyandımı, tekrar uyumak için çalışsa uyuyamaz. İşte in­sanın elinde olmayan bu uyku da, Allah'ın yarattığına bir işarettir. İşte bunlar işiten kavimler için, yani hakkı duyabilen insanlar için ayettir.

Ayet; "tekvini ve teşrii" ayetler olmak üzere ikiye ayrılır. Tabiattaki ayetlere tekvini ayetler diyoruz, yani yaratılmış, sonradan meydana gelmiş ayetlerdir. Teşrii ayetler ise; Kur'an, Tevrat, İncil, Zebur ve di­ğer sahifelerden meydana gelmiş ayetlerdir. Bu ayetlerin hepsi de yani tekvini ayetlerde, teşrii ayetlerde Allah'ın varlığına, birliğine işaret ederler.

Zaten ayet demek birşeyin varlığına işaret eden demektir. 24. ayet­ten önceki ayetlerde de; insanın topraktan yaratılması ve nefsinden ona, kendisinin de sükûn bulacağı eşlerin yaratılması, yerin göğün ya­ratılıp insanların dillerinin ve renklerinin farklılığı, insanoğlunun gece­leyin uyuyup, gündüzünde onun fazlından nimetler taleb etmesini de düşünelim.

Ve de işte bilen kavimler için ayetler olduğunu, bunların hepsinin O'nun varlığına ve birliğine işaret etmektedir.[23]

 

24- Size korku ve ümit veren şimşeği göstermesi, gökyüzünden su indirip, onunla öldükten sonra yeryüzünü diriltmesi, Onun ayetle-rin(mucizelerin)dendir. Şüphesiz bunda akleden kavim için ibretler vardır.

Allah'ın(cc), şimşeği korku ve ümit içinde size göstermesi de ayet-lerindendir. Gökyüzündeki bulutların birbirleriyle çarpışması esnasın­daki gözleri alacak kadar parlayan bir şimşeğin çakması da ona bir işa­rettir.

İşte insan bu şimşekten korkar, yıldırımın çarpmasından veya şid­detli bir dolunun yağıp mahsulü mahvu perişan etmesinden veya şid­detli yağmurun evlere, bahçelere zarar vermesinden korkulur. Ama aynı bulut ve şimşek insanlara ümit de verir. Çünkü o bereketin nime­tin habercisidir.

Allah gökyüzünden yağmuru indirir, öldükten sonrada onunla yeryü­zünü diriltir. Yani yeryüzünden suyu buhar halinde gökyüzüne çıkaran, bulut halinde ihtiyaç olan yerlere sevk eden ve orada o yağmurları indi­ren, indikten sonrada yeryüzündeki ölü toprağı dirilten Allah (c.c.)'dür. Bütün bunlar O'nun varlığını ve birliğini tanıtmak için birer alamet ve işarettir.

Bütün bunlarda aklı başında olan kavimler ve toplumlar için ibretler, alametler, mucizeler vardır. Eğer aklı başında değilse, bütün bunlardan faydalanırlar, yine de ondan başkasına tapınmaya devam ederler.[24]

 

25- Göğün ve yerin onun emriyle ayakta durması onun ayetlerin-dendir. Sonra size bir çağrıda bulunduğunda birde bakmışsınızki yerden çıkıvermişsiniz.

Gökyüzü ile yeryüzünün Allah'ın emri ile ayakta durması da O'nun ayetlerinden, delillerindendir. İnsanın görevi, Rabbine ibadet olduğu için gökyüzü ile yeryüzünü ayakta tutmak değil, üstelik bunada gücü yetmez. Teknik açıdan ileri giden insanlar gücü yettiği kadar bu alem­deki güneşin, ay, yıldız ve diğer gezegenlerin bazı kanunlarına vakıf olmakta. Onların nasıl sistemli bir şekilde çalıştığına hayran kalmakta, sonra yeryüzünden bir davet ile davet ediverdiği zaman, yani ahiret için "haydi gel" deyiverdiği zaman, siz topraktan mahşere doğru çıkı­vermişsiniz.

Hz. Adem (a.s.)'dan, son insana kadar olan insanlar, İsrafil (a.s.)'m Sura üfürmesi ile davet ediverildiği zaman bütün insanlar hesaplarını vermek vede cezalarını görmek üzere topraktan çıkıp ahirete doğru aynı anda yürüyeceklerini, bu ayetle haber veriyor. Belki bazı kişilere bütün insanların bir anda kabirden kalkıp aynı anda yürümeleri garib gelebilir. Nasıl mümkün olabilir bu diyebilirler. Fakat bu kadar yıldızı gökyüzünde tutan, bu kadar canlının rızkını veren Allah bunada elbette kadirdir.[25]

 

26- Göklerde ve yerde olanlar Onundur. Hepsi ona itaat etmek­tedir. Gökyüzünde ve yeryüzünde her ne varsa ona aittir. Bizim mülkiye­timiz geçicidir. Asıl sahibi Allah (c.c.)'dır. İnsanoğlu gökyüzünden bile yer kapsa, belirli bir yeri işgal etse ölümlü dünyada en sonunda bırakıp gidecekler. İnsanoğlu Hz. Adem (a.s.)'dan bugüne kadar her gelen bir avuç toprak alıp öbür dünyaya götürseydi dünyada hiçbirşey kalmazdı diyorlar. İnsan bu dünyadan bir avuç toprak bile götüremiyor. Sırtındaki kefenini bile kabirde bırakıp toprağa terkediyor.

Herşey ona itaat eder, boyun eğicidir. İnkar edenler sadece gönül aleminde inkar eder, onun kalbi de, kanı da, diğer hücreleri de Allah'ı zikreder. Herşeyin yaratılmış olduğu doğrultuda hareket etmesi, onun zikretmesi, teşbih etmesi demektir. Kafirin de bünyesi yaratılışı doğ­rultusunda hareket etmekte. Yani kalbi çalışıyor midesi çalışıyor, diğer organları çalışıyor. Fakat o kendi iradesi ile gönlünü imandan alıkoyu­yor.

Onun için kafirler, akılsız insanlardır. Akıllı olsa, düşünse kendi vü­cuduna baksa, kendi vücuduna bakarak aklını çahştırsa bile ona yeterli olacaktır. Kendinde meydana gelen olayları etkileyecek, onlara yön ve­recek güçte değil. Gözü bozulduğu zaman veya duygulanıp ağlaması gerektiğinde bunu önleyecek durumda değil.[26]

 

27- Yaratmayı başlatan sonra onu (ahirette eski haline) döndüre­cek olan O'dur. Bu O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce örnek/ sıfatlar O'na aittir. O, Aziz'dir Hakim'dir.

Yaratılışı ilk başlatan O'dur. Yeryüzünü, gökyüzünü ilk defa yaratan O'dur.

İmansız insanların, üzerinde ehemmiyetle durduğu şey ahireti in­kardır. Çoğu Allah'ın varlığını kabul ediyor da, ahirde gelince yan çizi­yor. Bu inkarlarının da sebebi ahireti inkar, çoğu günahın kapısını açı­yor.

Ahiretin varlığını ispat konusunda da diyoruzki; yeri ve göğü ilk defa yoktan var eden Allah'dır. Bunda hiçbir şüpheniz yoksa, elinde hiçbir malzemesi, ana maddesi olmadan birşeyler ortaya koyan, herhalde bu yaratılmış olanları da ahiret için tekrar iade etmesi yani ikinci defa ya­ratması Allah'a daha kolaydır.

Fakat ilk yaratılışı inkar eden kişiye de diyoruz ki, bak etrafında binlerce, milyonlarca eşya var, dağlar, taşlar, insanlar ve ismini bilme­diğimiz trilyonlarca canlı. İşte bunları yoktan var eden biri var.

Eğer bunlarada tesadüfen olmuştur dersen önada cevabımız şudur. Bu kadar sistemli bir şekilde bir ölçü içinde hareket eden bu varlıkların tesadüfi olması mümkün değildir. Eğer tesadüfi diye ısrar edecek olur­san bizde şunu söyleriz. Acaba tesadüfi olan varlıkların da tesadüfi kanunları gelişi güzel hareket edip kendi başlarına buyruk olmaları ge­rekmez mi?

En yüce sıfatlar Allah'a aittir. En yüce örnek O'dur. Ondan daha Alim, O'ndan daha güçlü hiçbir şey yoktur. Herşeye gücü yetendir. Yarattığında da hikmet sahibidir.[27]

 

28- Size kendinizden bir örnek verdi. Size verdiğimiz rızkı elinizin altındakilerle ortak olarak bölüşüp, rızık konusunda eşit olurmusunuz? Kendi aranızda korktuğunuz gibi onlardan korkarmismız? (siz bunu yapmazsanız Ben mülkünde yarattıklarımı yönetimde ortak ederıniyim? Akleden kavim için ayetleri işte böyle açıklarız.

Allah (cc.) sizin kendi nefsinizden, size bir temsil getiriyor, örnek veriyor. Yani Allah'a ortak koşmanın yanlışlığını anlatmak için bizim kendi hayatımızdan bir örnek getiriyor. Sizin kendi ellerinizle kazandı­ğınız, Allah'ın vermiş olduğu rızıkları elinizin altındaki kölelerle, kendi malınızı ortak bir şekilde bölüşülmüşünüz. Günümüzde Hz. peygamber zamanındaki gibi kölelik yok, ama işçilik var. Düşünün ki fabrikatörler kazandıkları servetlerini, mahiyetinde çalışan işçilerle bölüşürler mi? Mümkün değildir. O rızık Da Allah'ın vermiş olduğudur. Yine kendi malı değildir. Böyle Allah'ın lütfü ile kazandığınız azıklarda kendinize bir ortak kabul etmezken, Onun mülkünde, Ona nasıl ortaklar kabul edersiniz.[28]

Ayrıca kendiniz gibi hür olan, köle veya işçi olmayan kişilerin sizin mallarınızı, servetlerinizi almasından da korkarsınız. Öyle ise ben ka­inatı yarattım, insanları yarattım, bunlar arasından ben birine ilahlık vasfı verirmiyim. Elbette vermem bunu hiçbir kişi veya peygambere vermedim. İşte ayetlerimizi aklı başında olan kavimlere, toplumlara böyle açıkladık. Aklı başında olmayan ibret almaz.

Her zaman tekrar ettiğimiz bir hususa deyinmeden geçemeyeceğim. Ayette aklı başında olan kavme deniliyor. Mekke dönemindeki müşrik­lerde o karşılarına geçip ibadet ettikleri putların birer taş olduğunu bili­yordu. Bugün her ne kadar insanlar taşlara, tunçlara tapınmıyor dese-nizde aslında o cahiliye döneminde putun karşısına geçen insan da, o taşın ona bir fayda vermeyeceğini biliyordu. O orada tapınırken taşa değil o taşın ifadesi olan kişiye ibadet ediyor, ona tapınıyordu.

1917'de Rusya'da ihtilal olunca Rusya bütün dinleri kaldırdığını ilan etmişti, ama o da biliyordu ki, dini kaldırınca, onun yerine insanları bir araya getirecek, etrafında toplanmasını sağlayacak birşeyin olması gerekiyordu. Nitekim de Lenin'in heykelini dikiverdiler.

İslamdan uzaklaşan her toplumun, etrafında toplanacağı birini, icat etmesi gerekir ki, bu da yapılmıştır.[29]

 

29- Hayır, zulmedenler bilgisiz olarak nevalarına uydular. Allah'ın saptırdığına kim hidayet verebilir. Onlar için yardımcıda yoktur.

O zalimler, bilgisizce kendi istek ve arzularına uydular. Buna "heva" dediğimiz gibi, kişinin kendi düşüncesi de denir.

Şeytan kişiye bu düşüncesini güzel gösterir, ona süsler. Bu seferde düşüncesini, Allah'ın emrinden üstün görmeye başlar. Başkalarımnda kendi düşüncesinden yararlanmasını, onların da o düşüncesine göre ha­reket etmesini ister. İşte bunu yaparkende bilgisizce yaparlar.

Bazıları da; "benim her fikre saygım var" sloganı ile hareket et­mekte , Önce sarıldığı bir fikrin, düşüncenin yanlış yönlerini gördümü bu sefer başka fikir sistemine geçivermekte, ve onun tellallığını yapmakta.

İnsan aklı kamil değil, nakıstır. Hergün değişmekte ve yeni düşün­celer ortaya koymaktadır.

"Allah'ın sapıttığını kim hidayette kılabilir. Onlar için hiçbir yardmcı da yoktur. "Allah(cc), kimseyi zorla sapıttırmaz, zorla onu kafir yap­maz. Hatta yeni doğan insanoğlunu, İslam fıtratı üzerine yani İslama meyledecek şekilde yaratmıştır. Fakat onların yaptıkları kötülüklerin sonunda, Allah onlar için bu dalaleti, hikmeti gereği yaratmaktadır. Hidayeti de, dalaleti de yaratan Allah olduğu için; "Allah kimi dalalette kılarsa" diye dalaleti de kendine izafe etmekte.

İşte böyle kişiler için kıyamet gününde vede bu dünyada yardımcı yoktur. Ölürken, ölümün önüne kimse geçemez."[30]

 

30- Sen hertürlü şirke meyletmekden arınmış olarak yüzünü dine doğrult Allah'ın fıtratınaki insanları onun üzerine yarattı. Allah'ın yarattığını değiştirmek yok. İşte doğru din budur. Ancak insanların birçoğu bilmezler.

Yüzünü hanif olan dine çevir. Ayette geçen "Hanifen" kelimesi gra­mer kaidelerine göre "hal'dir. Fiil de, emir fiil olunca, failin hali olur. Buna göre; "İslam'a meyleder olduğun halde" anlamındadır. Bazıları da, "vecheke" den hal'dir. Yüzünü dine meyleder şekilde dine çevir, veya-hutta "Din"den hal'dir. "Hanif olan dine yüzünü çevir" anlamındadır.

Yüz insanın tamamını temsil eder. Yüz kelimesinde vücudun ta­mamı anlaşılır.Yüzden hal olunca, bütün vücudunla hanif olan dine yönel.

Allah(cc) insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise o fıtrata çevirir. Bu ayetin açıklamasında alimlerimiz; Hazreti Peygamberden; "Her do­ğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra anne ve babası onu ya yahudi yapar, veya mecusi yapar, veya da hristiyan yapar." hadisini nakle­derler.[31] Hz. peygam­ber bu hadisinde, "müslüman yaparlar" demiyor. Çünkü çocuk İslam fıt­ratı üzerine doğmuştur. Onun bir daha müslüman olmasına gerek yok­tur.

İnsanlıkla ve onun psikolojik yapısı ile ilgili araştırma yapacak kişi­lere bu ve benzeri ayetler birer kaynaktır.

Hani anlatırlar, J. J. Russo; "Bırakın benim çocuğumu, ne kilise mü­dahale etsin, ne de Sorbon üniversitesi profesörleri, onu kendi haline bırakın. Çocuğum dağda kendi haline kalsa, Sorbon üniversitesi vede kilisenin bozmasından daha az bir bozulma ile, ilk yaratılıştaki hal üzerine kalır" demiştir.

Anne ile babanında çocuk yetiştirmede esas alacağı ayetlerden bi­ridir. Anne ve baba çocuğuna birşeyler vermekten daha ziyade, kötü şeylerin çocuğa sirayet etmesini önlemektir. İyi şeyler çocuğun fıtra­tında vardır. Ama kötü şeyleri çocuk sonradan, dış alemden öğrenir.

İlk defa vazoyu kıran çocuk, hiç yalan söylemeden suçunu kabul ederek, "ben kırdım" der. Fakat orada bulunanların "ben kırmadım de" gibi telkinleri onu yalana alıştırmaya başlar ve böylece ilk kötülük ço­cuğa girmiş olur. İşte anne babaya düşen, ailede, çevrede vede okulda kötü şeyleri öğrenmesini, bunları alışkanlık haline getirmesini engelle­mektir.

Bir savaş esnasında Öldürülen birkaç kafir çocuğunu duyunca, bunu Öldürenlere fena bir şekilde gadaba gelir. "Ben size çocukları öldürmeyin demedim mi?" Sahabeden biri Ya Rasûlallah onlar kafir çocuklarıydı de­yince, "sizin en değerlilerinizde kâfir çocuğu değilmiydi" buyurur.

Buluğ çağından önce Ölenler, kâfir çocuğu da olsa, Müslüman çocuğu da olsa, İslam fıtratı üzerine Ölmüştür. Ve bunlar Cennete gidecekler­dir.

"Müslümanların dünyadaki nüfusu şu kadardır" şeklinde zaman za­man rakamlar tesbit edilmekte. Aslında bu ayet ve hadislere göre ha­reket ederek,.bütün dünya çocuklarını da müslüman olarak kaydetmek, onları da mlislümanlar sayısına dahil etmek gerekir.

Diğer dinlere mensup insanların çocuklarına, onların anne ve baba­larının dini telkin ettikleri kadar, bize de hak ve zaman ayırsalar ina-nmki o çocukların yarıdan çoğu, kendi istek ve iradeleriyle İslamı seçe­ceklerdir. Yani zaten müslümandı, yine islam üzerine devam edecek­lerdir.

Allah'ın yaratılışında değişme yoktur, veya Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyin anlamı da vardır. Bu çocukları İslam fıtratı üzerine ya­ratmış bunu değiştirmeyin.

Dünya edebiyatlarında pek meşhur olan üç kardeş hadisesi vardır. Baba servetini üç kardeş arasında paylaştırdıktan sonra, en değerli yüzüğünü kim doğru olursa ona vereceğim der ve içlerinden en doğruda en küçük kardeş çıkar. Sebep olarakta, en küçük olarak daha az bozul­ması gösterilir.

Ayet genel olduğu için, "insanı bozmayın, tabiatı bozmayın" anlam­lan da çıkar. İşte bu en değerli, en devamlı, en sağlam, insanları da en iyi yönetmeye layık olan dindir. "Kayyım" kelimesi, hem "kıymetli" ke­limesinden türetilmiş, hemde "Kâme" fiilinden türetilmiştir. Yani yöne­ten, ikame eden anlamındadır. Kıyamete kadarda devam edecek olan bir dindir. 1400 küsur yıldır hiç bozulmadan geldiği gibi, bundan son­rada devam edeceğinin işaretidir.

Fakat insanlardan birçoğu da bunu bilmezler. Bilmediklerinden do­layı da üzülmeyin. Yani üzülmeyin şu anlamdadır. Onlar hakkında keşke İslamı kavrasalardı diye üzüleceğiz, fakat "acaba bizim dini­mizde bir şeylermi varda onlar inanmıyorlar?" diye üzülmeyeceğiz. 1400 yıl. hiç bozulmadan gelmiş, "İslam yok oluyor" dedikleri bir za­manda daha güçlü bir şekilde yeniden kuvvetlenmiştir.[32]

 

31- O'na yönelerek ondan sakının. Namazı dosdoğru kılın. Müşriklerden olmayın.

Bu dünyada tevbe ile, ibadet ile O'na yöneleceğiz. Bir de ahiretten sakınınız, namazınızı kılınız, müşriklerden olmayınız. Namazınızı da kılınız.

Hani; "kedi, pişmiş tavuğu yermi?" vardır. Birde; "kedi pişmiş, ta­vuğu yermi?" cümlesinde virgülün bir önce veya bir sonraya alınması anlamı çok değiştirir.

İşte bu ayette de Allah'a yönelin, ondan korkun, namazınızı dos­doğru kılın, müşriklerden olmayın, denilirken; namaz kılmayan adam müşrik olmaz, günahkardır. Fakat "Allah'a yönelerek ondan sakının, namazınızı kılın, müşriklerden olmayın." Yani namaz kılın ki, müşrik­lerden olma yolunuz kapansın, anlamı da çıkar. Bir zata sormuşlar; "namaz kılmayan gavur olurmu" demişler. O da "gavurlar namaz kıl­maz" demiştir. Zaten namaz kılmayan, gavur olur demek bizim fıkhı­mıza aykırıdır.[33]

 

32- Dinlerini parçalayıp, guruplara ayrılan (müşriklerden olma­yın). Her gurup kendi yanındakiyle sevinir.

Sakın ha o müşriklerden olmayın. O müşrikler ki, dinlerini param­parça ettiler ve bölük bölük oldular. Herkesde kendi elindeki ile iftihar etti. Mesela müşrik hristiyanlar o kadar bölündülerki 300 ün üzerinde İncil yazıldı.

Bu şunun ifadesidir. Üçyüz tane grub vardı ki, her grub kendi incili ile övünüyordu. Ama İslamdaki bazı fırkaları da buna benzeten insanlar vardır. Fakat bu yanlış bir durumdur.

Müslüman grublar aynı kitaba inanır, aynı kıbleye yönelirler. Farklılık İslami devlete varışdaki metod farklılığından böyle bölünmüş­lerdir. Almanya bu müslüman grublann ayrılığım araştırma konusu ya­par, üniversiteye görev verir ve üniversiteden bir profesör bunun için iki yıl çalışır ve sonra bir cemaatin lideri aynı zamanda benimde sevdi­ğim hocaya gelir. O da bizim aramızda ihtilaf yoktur der. Profesör; "bakınız şu grubun senin aleyhinde şöyle bir makalesi var" deyince, "bizimki çıkar ayrılığıdır. Cemaatimizi artırmak içindir. Şu kadar cemaat olsa beşer marktan şu kadar para eder" demişti.

Bende cemaati toplayabilmek için elbette onun arkasında namaz kıl­mayın bana gelin, oda benim için onun arkasında değil benim arkamda kılın diyecektir. Biz müslümanların hali gece karanlıkta bozulmuş bir ordunun hali gibidir. Herkes zafere gitmek istiyor ama kendi yanındaki kıpırtıları da düşman sanıyor.[34]

 

33- İnsanlara bir zarar dokunduğunda Rablerine yönelerek dua ederler. Sonra tarafından onlara bir rahmet tattırdığında birde bakmışsinki onlardan bir gurup Rablerine ortak koşarlar.

34- Onlara verdiklerimize nankörlük yapmak için (ortak koşar­lar) Haydi faydalanın yakında (gerçeği) bileceksiniz.

İnsana bir zarar geldiğinde hemen Rabbine yönelir. Diyelim bir has­talığa yakalandı, doktorlara gitti bir çare bulamadı. İşte o zaman yöne­lir. İmansız bile ümidini kestimi Allah'a yönelirmiş.

Fakat Allah(cc), onları o zarardan kurtarıp rahmeti ona taddırıverdimi, bu sefer onlardan bir kısmı yine Allah'ın nimetlerine karşılık Allah'a ortak koşar.

Mesela insanoğlu tabii bir afete duçar olduğu zaman Allah'a öyle yalvarır ki, o zararın etkisi gidip eski haline geldimi, sıkıntı ortadan kalktımı, bu sefer verdiğimiz nimetleri inkar için eski müşrikliğine geri döner.

Allah(c.c) de; faydalanın bakalım çok yakın bir zamanda bunun ne demek olduğunu bileceksiniz. Sefanızı sürün, nankörlüğün neticesini göreceksiniz diyor.[35]

 

35- Yoksa biz onlara bir ortak komalarını söyleyen bir fermanını indirdik?

Yoksa biz onlara bir delil mi indirdik ki, o delil konuşupta; "bakın Allah bana yetki verdi Allah'ın kanunlarıyla değilde benim kanunlarımla amel edeceksiniz. Ben Allah adına geldim" diyen bir adam mı gönder­dim de, onlar Allah'ın kanunlarına değilde Allah'ın yarattığı insanın ka­nunlarına uyuyorlar?.[36]

 

36- İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda onunla sevinirler. Eğer onlara yaptıkları sebiyle bir kötülük isabet ederse hemen ümitlerini kesiverirler.

Rahmet deyince insanın hoşuna giden herşey iyi bir mal kazanması, bol mahsul, ticaretin çok kazançlı olması, salih evlat gibi şeyler. Bunlar oldumu sevinir. Yaptıkları kötülükler sebebiyle bir zarar geldiğinde, kö­tülük isabet ettiğinde bu sefer ümitsiz kırgın, bitgin bir hale geliverirler. Müslüman ise Yunus'un deyişi ile "Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim" der.[37]

 

37- Allah'ın dilediğine rızkı bol verdiğini, dilediğine ölçülü verdi­ğini görmüyoiiarmi? İşte bunda iman eden kavim için ibretler var­dır.

Görmezlerini Allah rızkı dilediğine bol verir, dilediğine de kısar. Nimet bol verilince sevinmeye, birgün gelipde kısılıvermesine de üzül­meye gerek yoktur. Bu konu ile ilgili ayetler başka surelerde de mev­cut. Bir ayette "hiç bir canlı nzk'ını sırtında taşımaz."[38]

Hz. Peygamberde; "Kuşlar gibi olunuz. Akşam olunca yuvalarına dö­nerler, sabah oldumu rızık aramaya tekrar çıkarlar." buyuruyor.[39] Hadis mal kazanmayın demiyor, mal kazanmayı, rızık kazanmayı kendinize dert edinmeyin.

Ailenize ve etrafınızdaki kişilere sıkıntı vermeyiniz. Gerçekten iman eden toplumlar için bunda da birçok ibretler vardır. Elbette görüp duru­yoruz ki Rabbimiz Haktır. Hak olan, gerçek olan şeyleri söyler. Kimimize az, kimimize de çok vermekte. Rızık olayı öyle bambaşka bir hadiseki akıl işi değil, yani akılla olsa idi, en akılsız hayvanlar rızıksız-lıktan ölmesi gerekirdi. Hiçte öyle olmuyor, insana düşen çalışmak. Çalışıp çok kazandımı sevinmek yok, az kazandımı da üzülmek yok.[40]

 

38- Akrabaya hakkını ver. Yoksula ve yolda kalmışa da, Allah'ın rızasını isteyenlere bu daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenler­dir.

Yakınlara, (yani akrabayı taallûkat dediğimiz anne baba, eş dost, hala, teyze, amca, kardeşler ve yeğenler) bu Allah'ın verdiklerinden veriniz. Onların hakkım veriniz. Bunların hakkı birinci derecede zekat­tır. Akrabanın yanında miskinlere, (fakirlere) ve yolda kalmışlara verin. Bu bir iyiliğin de ötesinde onların hakkıdır.

Gönenli Mehmet Efendi, Sultanahmet'te imam iken bir gün camiinin önünde sarı, garib garib düşünen bir adam görürler. Dilinden de anla­madığı için tercüman aracılığı ile anlaşırlar. Meğer bir İtalyan'mış. Parası bitip yolda kalmış. Onu o gün akşam Sirkeciden yolcu ediverir. Beş-altı yıl sonra o adam bir tomar para ile gelir, hocaya; "bunu yolda kalanlara harcayıver" diye bırakıp gider.

Yani yolda kalmışlara, fakirlere ve yakın akrabalara hakkını vermek, Allah'ın rızasını aramak için en iyi yoldur. İşte bunu yapanlar kurtuluşa ermişlerdir. Artık bugün parayı tabiiki, sistemin gereği olarak put ha­line getirdiler. Müslümanlar olarak bu konuya daha bir ağırlık vermek gerekir. Onu gönlümüzde yatan bir put olmaktan çıkarıp, ihtiyaçların görüldüğü, gerektiğinde de başkasına verilebilen bir araç olarak gör­mek gerekir.[41]

 

39- İnsanların mallan içinde artması için verdiğiniz her faiz Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz her zekata ge­lince, işte onlar kat kat artanlardır.

İnsanların mallarında artması için vermiş olduğu riba (faiz) onların malını artırıyor gibi olsada Allah katında artmaz. Bu konuda yani faiz konusunda Bakara suresi 275. ayetinde "Allah faizi yok eder, zekatı artırır" buyrulmakta idi.

Bu ayette de; faizin "Allah katında artmayacağı" ifade ediliyor. Adam şunu iddia etse, "ben şu kadar paramı faize yatırdım, bir yıl sonra %50 arttı, çoğaldı, hani artmaz diyordunuz" dese, doğru. Evet ama ayette Allah (c.c), Allah katında artmaz, sevabı artmaz. Paralarınız rakam olarak artabilir. Ama değer kaybını hesaba katmaz­lar. Sosyal yaraların getiriceği belaları hesap etmekler.

Ayetin devamında ise Allah (c.c), onun rızasını arayarak vermiş olduğunuz zekatlar ise işte onlar, sevaplarını ve mallarım kat kat artı­rırlar.[42]

 

40- Allah'dır sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüre­cek olan, sonra sizi diriltecek olan. Allah'a ortak koştuklarınızdan bunları yapacak biri varmıdır? Allah onların ortak koştuklarından

yücedir, münezzehdir.

"Sizi yaratan O'dur" Öyle ise rızık endişesi çekmeyin. Parayı put yapmayın, ana rahminden dünyaya geldiğimizde üzerimizde hiçbirşey yoktu. Elbise giydirdiler, sonra annenin göğsünde iki hazır süt çeş­mesi. Doğum yapıncaya kadar bir damla süt yok, doğum bitiyor, süt başlıyor. Başka zaman dünya doktorları bir araya gelse bunu gerçek­leştiremezler.

Sizi öldürecek ve tekrar diriltecek olan O'dur. O'ndan başkasını O'na ortak koşmayın. Kur'an'da ençok tekrar edilen husus Allah'ın varlığı ve birliği ile hiçbir şeyin ona eş ve ortak koşulmamasıdır.

Müslümanında buna dikkat etmesi gerekir. Şirk ile gidenin durumu vahimdir. Ama iman ile giden günahları da olan bir mü'mini Allah di­lerse affeder, dilerse de günahlarının cezasını çeker.

Diyelim ki bir adam; faizin haram olmadığını söyleyip, "Allah Kur'an'da böyle buyurmuş ama, günümüz şartlarını Allah bilmiyordu" demesi kişiyi küfre götürür, küfür de cehenneme götürür.

Fakat günün şartlarından dolayı faizi vermek zorundayım, başka çı­kar yolum yok. Allah'da kitabında yasaklamış, haram kılmış, bile bile günah işliyorum, inşallah Allah affeder şeklinde düşünür ve bunu böyle yaparsa günaha girer, ama imanı gitmez.

Ayette;[43] "Allah, şirk hariç dilerse bütün günahları afveder" buyrulmakta. Onun için imanımıza sahip çıkıp, salih ameller işle­meli, bu hususdâ gereken gayret ve hassasiyeti göstermeliyiz.[44]

 

41- İnsanların elleriyle yaptıkları sebebiyle karada ve denizde bo­zulma ortaya çıktı. Belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını on­lara tattırmak için (bozulma ortaya çıktı).

Bu ayette Allah (c.c), 20. yüzyılın modern insanının karşı karşıya kaldığı bir problem üzerinde durmakta. O da çevre kirliliği, ozon taba­kasının delinmesi, denizlerin kirlenmesi gibi hususlardır. Rahman su­resinde Allah (c.c.), birkaç defa "mîzan'dan" bahsetmekte, tabiatta ve alemde herşeyin bir ölçü dahilinde olduğunu, Kur'an'ı da bu dengeyi bozmamak için indirdiğini ifade ediyor. "Karada ve denizde insanların elleriyle yaptıklarının neticesi olarak fesat çıktı." Fesat; bir işin bozul­masıdır. İtikadın bozulmasına da, iki ailenin arasındaki dostluğun bo­zulmasına da, sıhhatin bozulmasına da "fesat" denir.

Ayette de; insanların elleriyle yaptıkları şeyler sebebiyle, düzenin bozulduğunu ifade etmekte. Biz bunu harpler olarak anlayabiliriz ki, sulh içinde yaşamaları gerekirken kendi yaptıkları sebebiyle sulhun yerini savaşırı almasıdır. Sıhhatin devam etmesi gerekirken, havanın temiz bir şekilde devam etmesi gerekirken, çevrenin düzenli olması ge­rekirken insanların elleriyle yaptıkları düzensiz beslenme, kendine sı­cak ve soğukta dikkat etmeme, zararlı şeyler üretme, onları havaya ve çevreye alma gibi etkilerin neticesinde bozulma oluşmaktadır. Allah dilese idi insanın sıhhatinin, yaşadığı ortamdaki havanın ve çevrenin, daha önemlisi ahlaklarının bozulmasını önler, bunlarda bozulmazdı. Bu bozulmayı, fesadı yaratmasının sebebini ise ayet açıklıyor.

Kişiler yaptıklarının neticesinde azabı tadsınlar. Yani kendi elleriyle yaptıkları pisliğin azabını tadsınlar da, aslına dönsünler, diye fesadı ya­ratıyor. Bu fesadı yaratan Allah (c.c.) dedik. Bozulmayı da kesb eden -ayetin ifadesiyle- insandır. Öyle ise insan bunu niye kesb eder. Halbuki bu yukarıda bazı örnekler verdiğimiz bozulma, yani ahlaki bo­zulma, sıhhatin bozulması, çevrenin, denizin ve havanın bozulması, dengenin kaybolması onun zararına bir durumdur.

İşte zararına olan birşeyi insan niye kesb eder? Cevabı imansızlı­ğından, inançsızlığından dolayı. İnsan Allah'a, Rabbine inanmadımı, O Allah'ın yarattığı şeylere önem vermez, onu hor kullanır. Bu hor kullanmada peşinden bozulmayı getirir. Allah'a inanmayan, ahirete inanmaz, ahirete inancı olmayanda; "Bu dünyada yaşadığım benim için kârdır" inancından hareketle israf eder, ihtiyacından fazla üretir ve tüketir.

Diğer taraftan, inançsız insanların bol olduğu ve yönetime hakim ol­duğu yerlerde kan hiç eksik olmaz. Barış sloganıyla giderler ama her tarafta kan gövdeyi götürür.

A.B.D.'nin dış işleri bakanının dolaştığı yerlerde, onun uçağının in­diği her ülkede, huzursuzluk ve iç çatışma hemen başlıyor. Atalarımız bu inançsızların yeryüzünde bu kadar fes ad çıkardıklarını ifade için; "gavurun dolaştığı yerde ot bitmez" demişlerdir.

Onun için Allah (c.c); "insanların kendi yaptıkları sebebiyle karada ve denizde fesat ortaya çıktı" buyuruyor. Bunu sosyal düzenin bozul­ması anlamında alabileceğimiz gibi, çevrenin bozulması anlamında da anlıyacağiz.

Bu bozulmaları da insanlar elleriyle yaptıklarının neticesinde mey­dana getiriyor. Yaptıkları kötülüğü anlamaları ve asıllarına, yani İslama Allah'ın yarattığı fıtrata dönsünler. Kurtuluşun İslamdan geçtiğini, her insanında çocukluk hayatından itibaren Allah'ın yarattığı herşeye değer verme eğitiminin gerekliliğini kavramaları içindir.

Zaten müslümanlar, teoride olan bu düşünce ve prensipleri hac mevsiminde; çevreye ve o kutsal toprakların ağaçlarına, vahşi hayvan­larına zarar vermeme şeklindeki uygulamasını da, sembolik olarak yapmaktadırlar.[45]

 

42- Deki, "Yeryüzünde dolaşın da, daha öncekilerin sonu nasıl olmuş bir görün Onların çoğunluğu müşrik idi.

Deki onlara yani elleriyle sosyal yaşantıda ve çevrede fesat çıka­ranlara yeryüzünü dolaşın ve daha öncekilerin bir akıbetine bakınız. Onların çoğu müşrik idi, Allah'a ortak koşuyorlardı.

Lut gölünü gören insan nasıl ki Lut kavminin ahlaksızlığını hatırlı­yorsa, Mısır'da ehramları gezenlerin Firavun'un iîahlık iddiasında bu­lunmasını hatırlaması gibi, işte bunları hatırlayın da, siz onların gittiği yoldan gitmeyip İslama geri dönünüz.[46]

 

43- Allah'dan gelmesi engellenemeyen (kıyamet) günü gelmeden önce yüzünü doğru dine doğrult. O gün parça parça olacaklar.

Yüzünü değerli, insanları yönetmeye layık vede kıyamete kadar de­vam edecek olan dine çevir. İşte Allah (c.c.) bu ayetiylede bize yerde ve gökte açığa çıkan veya çıkabilecek olan azabın çıkmaması için bize adeta bir reçete vermekte, bunlara uyarsanız, sağlam olan dinine sarılırsanız, ona yönelirseniz bu fesadı önlemiş, ortada olan fesadıda kal­dırmış olursunuz.

Yönünü, Allah katında dönüşün olmadığı birgünden Önce dön. O kı­yametin gelmesini engelleyecek hiçbir güç yoktur. Ve o günde insanlar paramparça olacaktır.[47]

 

44- Kim inkar ederse,   inkarı kendi aleyhinedir. Kim de salih amel yaparsa kendileri için döşemiş olurlar.

45- İman edip, salih amel işleyenleri, kendi fazlından mükafat­landırmak içindir. Şüphesiz Allah kafirleri sevmez.

Kim inkar ederse, küfrü kendi zararınadır. Kim de salih amel ya­parsa, iyi işler ortaya koyarsa, yani İslama göre hareket edecek olursa, kendisini Allah'ın lütfü kereminden mükafatlandırması için, bir ön ha­zırlık yapmış olur. Allah kafirleri sevmez.

Doktorlukta asıl olan koruyucu hekimliktir. Birinci derecede önemli birşeydir. Kişi hasta olmadan, hasta olmaması için gerekli tedbirleri aldırmaktır. Fakat kişi hasta olduktan sonra, o hastalığı da iyileştirmek esastır, buda doktorluktur.

İşte Allah (c.c), yerde ve gökte bozulmanın olmaması için, ilahi ka­nunlarını göndermiştir. Bu kanunlar (ayetler) tabiattaki kanunlara (ayetlere) uygundur. İnsan Allah'ın bu kanunlarına yani İslam huku­kuna uyarsa koruyucu hekimlik gibi bozulma (fesat) meydana gelme­den önce tedbir almış demektir.

İşte toplum bu düşünce ve inançta hareket edecek olursa, fabrikayı kurarken, o fabrikanın etrafındaki yaratılanları, yaratana saygıdan do­layı oluşan sevgi ve rahmetten, fabrikanın bacası insana zarar verme­yecek şelkide filitreli yapılır.

Fakat bu kanunlara uymayan ise önce etrafı bozar, her tarafı hasta eder, ondan sonrada tedavi hekimliğinin hastalığı tedavi ettiği gibi, onların tedavisi için onumu yapsak, nasıl önlem alsak gibi çare ara­maya başlar.

Düşünmezki, ey gafil!, önce insanların gönüllerine imanı yerleştir.[48]

 

46- Rüzgarları müjdeci olarak göndermesi, rahmetinden size tat­tırması, lûtfiından rızık aramanız için emriyle gemileri akıtması, Onun ayetlerindendir. Olur ki şükredersiniz.

Allah'ın varlığına ve birliğine işaret eden ayetlerdendir. Müjdeci rüz­garları göndermesi ki, o rüzgarlar bize rahmet, bereket müjdesi getirir. O rüzgar ile hava serinler, pis kokuları uzaklaşır, yağmurun haberi ile birlikte tabiattaki ağaçlar, otlar, çiçekler yeşerir.

Diklcate  şayan  bir husus da  şudur.  Bundan  sonraki  ayette  ve ,   Kur'an'ın birçok yerinde Allah(cc); "Peygamberler gönderdik" ifade­sinde "ersele" fiilini kullanmıştır. Bu ayette de; "yağmurları müjdeleyen rüzgarı göndermesi" ifadesinde yine "Ersele" fiili kullanılmaktadır.

Yağmur öncesinde rüzgar gelir, yağmuru müjdeler, yağan yağmur damlaları ile yerde çiçekler ve diğer yeşillikler oluşur. O yeşillik ve gü­zellikte kendi hal ve lisanıyla O'na    işaret eder.  Yani Allah(cc) Peygamberler gönderir. Onlarda rahmet ve bereketle, Allah'ın kela-mıyla kitapla gelir, insanlara cenneti müjdeler.

Bu Kur'an'a uyanlardan, yağmurun yağması ile çiçeklerin bittiği gibi salih insanlar yetişir. ,Bu salih insanlarda kendi dilleriyle Allah'ın var­lığını ve birliğini anlatır. Onun için    Peygamberin rahmetiyle yetişen salih çiçek Yunus Emre; "Sordum san çiçeğe" ilahisinde bunu dile ge­tirmekte.

İşte bu rüzgarı göndermesinin sebebi "Rahmetinden birşey taddırmak için, gemilerin denizde akıp gitmesi için, Rabbimizin lütfü kere­minden aramamız için yani ticaret yapmamız için" Allah rüzgarlar gön­dermiştir.

İşte bu rüzgarı ve diğer nimetleri ve rahmeti bize taddırmasmın se­bebi, ola ki şükrederiz. Onun için denizi, onun üzerinde cereyan eden gemileri ve o gemileri sürükleyen rüzgarları vermiştir.

Nasıl ki, insan birisinden gördüğü küçük bir iyilik, yardım ve güleryüz için dönüp dönüp teşekkür ediyorsa, işte bir damla suyu yaratmaya bile gücü yetmeyen insanın elbette Rabbine şükretmesi gerekir.[49]

 

47- Senden önce, kavimlere peygamberler gönderdik. Onlara beyyinelerle geldiler. Bunun üzerine suç işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize bir hak oldu.

Senden önce biz, kavimlerin kendilerine peygamberler gönderdik. O peygamberler onlara delillerle geldiler. Onları dinlemeyen suçlu ve gü­nahkârlardan biz intikamımızı aldık. Mü'minlere de yardım etmek bizim üzerimize hak oldu. Yardımda birinci şart mü'min olmaktır. Ayette Allah (c.c.) biz kafirlerden yaptıkları günahlardan dolayı intikamımızı alırız diyor.

Bu intikamı kulları vasıtasıyla alır. Bunlar, birinci derecede Peygamberlerdir. Yani Peygamberler var güçleriyle İslamı, hak dini in­sanlara anlatır. İnsanlardan onlara inananlar olduğu gibi, hak ve haki­katin ortaya çıkmasını engelleyen inançsızlar çıkıp karşı koydularmı, işte o zaman Allah (c.c); mü'minlere yardımın hak olduğunu ve onlara yardım edeceğini ifade ediyor. İşte mü'minlere bu yardımın yapılması kafirlerden birinci intikamın, Peygamberler ve ona inanan insanlar salih kullar vasıtasıyla almasıdır. Allah (c.c.) diğer bir intikamını da, ahi-rette kafirleri rahmetinden kovarak ve onları cehennemine koyarak ala­caktır.[50]

 

48- Rüzgarları gönderip bulutu savuran, gökyüzünde dilediği gibi yayıp parça parça kılan AHah'dir. Bulutların arasından yağ­muru çıkarken görürsün. Kullarından dilediğine o yağmuru isabet ettirdiğinde, onlar sevinirler.

O Allah (c.c.) rüzgarları gönderir. O rüzgarlarda bulutlara takılır, onları hasefcrte geçirir. Ve onu gökyüzüne dilediği kadar yayar. Onları dilediği kadarda parça parça eder.

Bilim adamlarının yağmurun oluşumunu anlatırken, ocak üstünde kaynayan tencerenin kapağında oluşan su damlacıklarını örnek göste­rirler. Elbette bunlar doğrudur. Bu buharlarıma kanununu koyan, belirli bir yükseklikten sonra su taneleri haline dönüşmesini sağlayan, son­rada onu yeryüzüne indiren, bir olan Allah (c.c.)'dür.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi peygamberlerin gönderilmesini konu alan ayetlerle, rüzgar ve yağmurun gönderilmesini konu alan ayetlerin arka arkaya gelmesi, bizim tezimizi biraz daha kuvvetlendirmektedir. Tabiat ayetleriyle, Kur'an ayetlerini uyumlu bir şekilde tatbik eden bir toplum veya kişilerden kötülüğün çıkması mümkün değildir.[51]

 

49- Herne kadar yağmur kendilerine indirilmeden önce ümitle­rini kesmiş olsalar bile (yağmur yağınca seviniverirler.)

Kırksekizinci ayette; "O bulutların arasından yağmur tanelerinin çıktığını görürsün. O taneler hangi kullarıma isabet ederse onlar sevi­nir" buyruluyordu. Bu ayette ise; "Yağmur yağmadan önce, yağmurun yağmasını bekleyen kişiler, bitkin bir vaziyette ümitlerini kesmişler. Öyle olur ki, insan yağmur yağmayınca yağmuru bekler. Karabulutları görünce sevinir, tam bulutlar yağacak bir ortam oluşturduğu bir za­manda bakıyorsunuz ki bulutları rüzgar dağıtıveriyor. Burada tabiat olaylarına dikkatimiz çekiliyor.

Bununla beraber Peygamberlerinde yağmurlar gibi geldiklerini ve ondan istifade edenlerin iki dünyada da sevineceklerini, aksi hareket edenlerinde şeytana benzeyeceklerini bildiriyor. Buna işaret ediyor.[52]

 

50- Allah'ın rahmetinin izlerine bir bak, ölümünden sonra yeryü­zünü nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüler işte böylece diriltir. O herşeye gücü yetendir.

Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak, nasıl yeryüzünü öldükten sonra diriltiyor. Kış gelince tabiat bir ölümü andırır hale giriyor, beyaz­larla kefenini giyiyor. Güz mevsiminde ise insanın ihtiyarladığı gibi ta­biat sararıp solmaya, o yaz günlerindeki neşeli, kuvvetli sıcaklar orta­dan kalkmaya başlıyor. Hiç dört mevsimi birden yaşamayan bir bölge­den veya diyelimki diğer gezegenlerden, kış mevsiminde dünyaya gelen insana; "bak, bu gördüklerin yeşildi, burada kuşlar öter, otlar biter, kuzular, koyunlar, arılar, böcekler olur" denilse, herhalde sadece o kış gününü gören insan, bahan ve yazı görmediği için; "bu söylediklerinizin bu ölü toprak üzerinde olması mümkün değil" cevabından başka bir şey söylemez.

İşte ana rahminden gelen insana da bu dünya hayatından sonra, ahi-retin varlığını anlatmaya çalışmak o kadar zor ve onun kabul etmesi de biraz daha güç olacaktır.

Ama Rabbim; bakın.! bu dört mevsimi siz yaşıyorsunuz, tabiat ölü­yor, üzerinden kış, yani "berzah" hayata geçiyor. Sonrada ilkbaharda tekrar onu diriltiyoruz. Şüphesiz (insanı da öldüğü zaman) ölüleri bu şekilde diriltir. O herşeye kadirdir. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıka­ran O'dur.

Nasıl ki, onu bir meniden, menininde bir sperminden, 55-90 kg.lık bir insan haline getirdi ise, Ölü topraktan insanı diriltmeside aynı şe­kilde olacaktır.[53]

 

51- Eğer biz bir rüzgar göndersek, onu da sararmış görseler, onun ardından hemen küfre başlarlar.

Şüphesiz ki, andolsun onlara, biz bir rüzgar göndersek, onlarda bir baksalarki, yemyeşil ziraatları, mahsulleri sapsarı oluvermiş. Bundan sonra da (arkasından) kâfir oluverirler, nankör oluverirler.

Kişi iyilik gorüncede, kötülük görüncede kalbinde iman duygusu yoksa kâfir oluveriyorlar. Yani yağmuru yağdırıyor Allah (c.c.) her ta­rafı yeşertiyor sonra güz mevsiminde rüzgarlar estiriyor veya sam yeli denilen rüzgar ilede sarartıveriyor. Bunu gördüklerinde de Allah'ı in­kara yöneliyorlar. Dirilmeyi vede Ölmeyi bizzat gözleriyle görüyorlar fakat buna rağmen yinede kâfir oluveriyorlar. Bu kişilerin kâfir olmasını sağlayan genelde Elmalının tabiriyle kodaman takımıdır. Günümüzün tabiriylede devlet yönetiminde söz sahibi, olanlardır.[54]

 

52- Şüphesiz sen ölüye duyuramazsin sağırda dönüp gittiğinde çağrıyı duyuramazsın.

Sen ölüye duyuramazsın, arkasını dönüp giden bu sağırlara da se­sini duyuramazsın, çağrını ulaştiramazsm. Sağır deyince ayetin ifade etmek istediği, doğuştan sağır olan veya sonradan her hangi bir arıza­dan dolayı meydana gelenler değil.!!? Allah'ın kelamına ve İslami me­sajlara kulağını kapatan insanlardır.

Bu, sosyal yaşantımızda İslam'ı anlatan basın yayınını takip etme­mek, müslüman düşünür ve liderlerinin fikirlerini önemsememek, kale almamak gibidir.

İşte bu, ölü olan insanlara mesajı duyuramamadır. Ayet bize bir te­sellidir. Bize düşen tebliğe devamdır. Nasılki, hakikaten sonradan sa­ğır olmuş, bir insanın, kulağını iyileştirmek mümkün ise veya gözünü eski haline getirme imkanı varsa, biz de bu düşünceden hareketle bık­madan, usanmadan İslama gelir ümidiyle tebliğe devam edeceğiz. Ama bunu başaramadıksa bunada üzülmeyeceğiz.

Ayet Hz. Peygamberin şahsında her mü'mine sen ölüye duyuramaz, sağır olana tebliğini ulaştıranı azsın. Ama üzülmeye gerek yok. Yani hakikaten sen görevini yaptıysan gerisi Allah'a kalmış demektir.

Böyle kişileri, biyolojik nedenlerden dolayı hasta olmuş insan gibi düşünmeliyiz. Nasıl doktor hastasını; "sen iyi olamazsın" deyip onu makamından, dairesinden kovmuyor, tedavi yollarını öğretip, onları uy­guluyorsa; bizim de bu imansızları dışlamadan, çevresinden koparıp, hasta olmayan, manevi temizlik içinde olan insanların arasına almamız gerekiyor.[55]

 

53- Körleri, sapıklıklarından hidayete erdirici değilsin. Sen an­cak, ayetlerimize iman edeceklere işittirirsin de, işte onlar müslüman olurlar.

Sen, kör olana hidayet veremezsin, bu kör maddi gözleri kör değil, manevi gözleri kör olan insandır. Biz, hidayet verecek olan değil, hida­yetin verilmesine sebep olan insanlarız. Hidayeti Allah (c.c.) verir. Peygamberlerde hidayet edemez. Ayette; "Sen dilediğine hidayet vere­mezsin, ancak Allah dilediğine verir" buyruluyor.[56]

Bizim ayetlerimizi ancak müslüman olarak iman edenlere işittirebilirsin. Allah'ın ayetlerini severek kabul eden, dinleyen, onlarla amel etme gayreti içinde olanlar müslümanlardır, Ona gönülden inananlardır. Allah'ın ayetlerini bütün insanlara duyurabilmek için insanların önce iman etmesi gerekmektedir.

20. yüzyılda batıdaki küfür hareketlerinin dalga dalga İslam dünya­sını sarmaya başladığı bir zamanda, biz İslam alemi hazırlıksız yaka­landık. İnsanlar önce ahlaksızlığa, arkasından iman zafiyetine uğradı­lar.

Bu esnada bizim düşünürlerimizde, insanlara iman duygusu aşılama yerine, İslam ekonomisinin, İslam hukukunun üstünlüklerini anlatan eserler kaleme aldılar, ama buda fayda vermedi. İnsanların üzerini ka­rabulutlar gibi küfür bulutları kapladı. Artık insanlar dinden uzaklaş­maya.  adadıkları gibi inanmaya başladılar.

Sonuç olarak; önce kişilere Allah'a iman duygusunu aşılayıp, ondan sonra da İslam'ın diğer amel ve üstünlükleri anlatılmalıdır.[57]

 

54- Sizi zayıf olarak yaratan, zayiflıkdan sonra kuvvetli kılan kuvvetten sonra zayıf ve ihtiyar kılan Allah'dır. Dilediğini yaratır. O herşeyi bilendir, herşeye gücü yetendir.

Bu ayette de, yaratılışımızdaki dönemlere dikkatimiz çekiliyor. "O (Allah (c.c.)) sizi zayıf olarak yarattı."demek, İnsanoğlu yemekten iç­mekten aciz bir şekilde küçük bir bebek olarak dünyaya getiriliyor, yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını annesi ve babası karşılıyor. Allah(cc),  zayıflıktan sonra kademe kademe kuvvet verdiğini, ifade ediyor.

Ayrıca insanoğluna yaşına oranla maddi gücün yanında, -"insanları etkileme" olarak tarif ettiğimiz- birde ruhi güç veriliyor. Sonra da zayıf­lığa vede ihtiyarlığa yöneltiyor. Allah dilediğini yaratır, O herşeyi bi­lendir. Herşeye gücü yetendir.

Allah (c.c), varlığına vede birliğine işaret eden delilleri, tabiattaki ayetlerden daha fazla insanın yaratılışı, iç dünyası vede onun diğer özelliklerinde ortaya koyuyor. Bunun sebebide insan, dışındaki delilleri duyar, görür, akıl eder ama onları hissedemez. Fakat kendi nefsi ile kendi vücudunun yaratılışı ve diğer özellikleri duymanın, akıl etmenin, işitmenin ötesinde iç dünyasında bütün ruhuyla hisseder.

İnsanın yaşantısı söylediklerini yalanlar, yani inanmayan insanlar iç dünyasında bir çatışma içindedir. İnsan zayıf iken yaratılıyor, istesede istemesede güçlenip kuvvetlendiriliyor ve sonunda bu gücü ve kuvveti istesede istemesede elinden alınıveriyor. İşte bunu her inanan ve inanmayan insan dış alemdeki delillerden, misallerden daha fazla his­setmekte.[58]

 

55- Kıyamet koptuğu gün suçlular, bir saatten başka kalmadık­larına yemin ederler (dünyada). İşte böyle çevriliyorlardı.

O günde kıyamet meydana gelir. Suçlular "biz bir saatten fazla ka­birde kalmadık" diye yemin ederler. Hani Hz. Adem (a.s.) den sonra gelen ilk kâfir, o günden bugüne kadar kabirde kaldığı halde, kıyamet günü kabre getiriüpde dehşetli sahneleri görünce, geçmişte çektiği azabın tamamını unutacak da, "ne kadar zaman kaldın?" denildiği za­man, "bir saatten fazla kalmadım" diye yemin edecektir. Halbuki nice seneler o kabirde kalmıştır.

Böylece Allah (c.c.) bize, cehennem azabının kabir azabından da şiddetli olduğunu haber veriyor. O günahkarlara, cehennem azabının yanında, kabir azabı hiç yokmuş gibi gelecek, kabirde hiç azab görme­mişler gibi olacaklar.

İşte böylece onlar döndürülüyorlar. Ayette, "dönüyorlar" demiyor da, "döndürülüyorlar" ifadesini kullanmış, insanlar İmansızlığı, iman­sızlığı yöneten insanların gösterdiği istikamete göre seçerek, onların etkilemesi ile o yöne gidiyorlar. Onun için Kur'an'da da; günahı işleyen­den daha ziyade, onu insanların işlemesine sebep olanlar hakkında daha fazla ayetler bulunmaktadır.

Mesela Kur'an'da zinanın cezasını bildiren ayetlerin yanında, "zina etmeyin" diye ayet yoktur. Ancak "zinaya yaklaşmayın" ayeti vardır.[59] Yöneticilere, büyüklere yönelikte, "kızlarınızı fuhuşa zorlama­yın." emri vardır.[60] Bu nasıl oluyor? denirse, kültür yönüyle in­sanların beyinlerini yıkayarak içini boşaltıp, sonrada ekonomik yönden zor durumda bırakarak zinaya zorlama vardır.

İşte zina edenlerde, insanları zinaya sürükleyenlerde aynı günahı alır. Meydana gelen günahdan eşit şekilde paylarını alırlar. Mehmet Akif merhumun söylediği gibi; Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunu, Adli ilahide Ömer'den sorar onu. Onun için yöneticinin (devlet başkanının) Hz. Ömer (r.a.) inancında ve düşüncesinde olması gerekir. Halkının huzuru, güvenliği için her or­tamı hazırlamalı ve insanların Allah'a olan ibadet ve itaatlerini yapma kolaylığını sağlayıp toplumu, "menfaati celb, mefsedeti def" kaidesi ge­reği ahlaksızlığa, çöküntüye götüren hususları ortadan kaldırması ge­rekir.[61]

 

56- Kendilerine ilim ve iman verilenlerde; "Yemin olsunki siz Allah'ın kitabında olduğu gibi, diriliş gününe kadar kaldınız. İşte bu diriliş günüdür, ancak siz bilmiyordunuz" dediler.

Kendilerine ilim ve iman verilenler, "imansızların kabirde çok az yattıklarını sanmalarına karşılık ki, insan hayatında bu gerçekleşebilir. Mesela insan herhangi bir rahatsızlıktan dolayı ağrı çeker, bu bir iki ay devam edince artık bir bağışıklık kazanır. Fakat öyle bir zaman gelirki, o bir iki ayı unutturabilecek şiddette başka bir ağrı geldimi; "yahu ben önceden hiç ağrı çekmemişim, keşke eski ağrılı günlerim gibi olsam" der.

İşte kâfirlerin bu şekildeki zanlarına karşılık, mü'minlerede; "Allah'ın takdirinde kıyamet gününe kadar orada kaldınız, işte siz şimdi kıyamettesiniz, ancak siz bunu bilmiyordunuz" derler.

Daha öncede geçtiği, gibi işte o kıyamette mahşerde olduklarının far­kına vardılarmı, bu seferde mazeretler, özürler öne sürecekler. "Ne olur bizi dünyaya geri gönderde, orada sana ibadet edelim" diyecekler.[62]

 

57- O gün zalimlere özür fayda vermez. Onlara tevbe fırsatı da verilmez.

O gün o zalimlerin mazeretleri onlara fayda vermeyecek. Ve onlara tevbe için de fırsat tanınmaz. Allah (c.c); o kâfirlerin, mazeret ve özürleri kabul edilip, dünyaya tekrar gönderiîseler bile, yine iman et­meyeceklerini bildiriyor.

Bunun canlı örneklerini şu anda görüp duruyoruz. Daha ahirete var­madan dünyada iken bile annesini, babasını kaybedenler veya büyük bir kaza veya bela ile karşı karşıya gelenler, hemen Allah'a yönelirler. Namazlarına ibadetlerine başlarlar. İnsanlara kötülük yerine hep iyilik yapıp, bununda devamını düşünürler. Ama aradan bir müddet geçtikten sonra artık eski hallerine geri dönüverirler.[63]

 

58- Andolsun insanlar için şu Kur'an'da her türlü örnek verdik. Eğer sen onlara bir ayet getirsen, kafirler; "Siz ancak batıl şeylerle uğraşanlarsınız "derler.

Biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali getirdik. İnsanlar bu Kur'an'da sineğin yaratılmasını, örümceğin evini, arıları, dağları, denizleri hatta ve hatta insanın kendi yaratılışını ve diğer inceliklerini bula­bilirsin.

"Sen onlara mucizeler getirsen, ayetler getirsen o kâfirler; "siz batıl bir yoldasınız derler." İşte iman etmeyene ne kadar akli ve nakli delil­leri getirirsen getir. Mucizeleri gözünün içine bile soksan, yine söyle­yeceği şey, eğer kalbi mühürlenmişse "siz sihirbazlık yapıyorsunuz" veya "siz yobazlık yapıyorsunuz" diyecektir. Ama bu sözler müslümanları korkutmayıp onların güçlenmesini, azimlerinin artmasını sağ­lamaktan başka birşey yapmamaktadır.[64]

 

59- İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böylece mühürler.

Kalblerin mühürlenmesi hususu, Bakara suresinde (ayet 7); "Allah onların kalblerini, kulaklarını, gözlerini mühürledi" ayetinde geçmişti. Bazıları bu konuyu Allah mühürlemiş, mühürlenenlerde her hangi bir suç yokmuş gibi anlamaktalar. Yani başka bir ifadeyle Allah insanların suçlu suçsuz olmasına bakmaksızın iradesinin isteğine göre mühürledi şeklinde anlamakta, bu yanlıştır.

Doğrusu onlar mühüıienmeyi gerektiren suçu, günahı işledi. "Herşeyi yaratan Allah'dır" ayetin gereği olarak onların kalbini, kula­ğını, gözünü mühürledi ve yine herşeyin yaratıcısı o olduğu içinde bu mühürleme eylemini kendine izafe etmiştir.[65]

 

60- Sabret, şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Yakini bilgisi olmayan­lar, sakın seni hafifliğe sevk etmesinler.

Onların; "siz batıl yoldasınız, boşuna uğraşmayın" gibi sözlerine ve "sizi Allah'ın yolundan alıkoyma çalışmalarına" sabret.

Günümüzde bazı müslümanlar bile, artık İslam'ın sonu geldi. A.B.D. herşeyi ile bizi hegamonyası altına aldı. Bundan sonra çalışmaya gerek yok diyorlar. Ama, bizim peygamberimiz Mekke'ye tek kişi olarak gönderildi. 13 yıl sonra Medine'de devletini kurdu, ondan 10 yıl sonra da ikibuçuk milyon metre kareye ulaşan bir sahada İslamı yaydı. Onun yolundan giden Osmanlı dedemiz, Viyana kapılarına dayandı.

Biz de bütün bu yapılanlara karşı çalışıp, yorulup, sonunda da sabrı elden bırakmayacağız. Allah'ın vaadi haktır. Bunu hafife alıp iyice iman etmeyenler seni gevşekliğe sürüklemesin.[66]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/113-114.

[3] Bakz, Ahmet Müsnet 11276,304 - Taberani Kebir; 12129 hadis 12377 - Hakim müstedrek;2l410. -Beyheki; Delail 21330. -Tirmizi; Tefsir hah, suretür-Rum Hadis,3193

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/114-118.

[5] Muhammed 7, Ali İmran 160

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/118-119.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/119-120.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/120-122.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/123.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/123.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/124.

   Bakz.; Mi'min 47, Bakara 166-167, Meryem 72, Ankebut 25, Saffat 27-32, Sebe 32, Ka/28, Sad 62

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/125-126.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/126.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/127.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/127-128.

[19] Nesai İşretünnisa, Ahmed Müsned 31128-199,285

[20] Tirmizi Taharet 83, Ebu Davut taharet 94

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/128-130.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/130-131.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/131-132.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/132-133.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/133-134.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134.

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/134-135.

[28] Bak; Nahl 71

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/136-137.

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/137-138.

[31] Buharı cenah 80-92, Tirmizi Kader 5, Müslim Kader 25

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/138-141.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/141-142.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/142-143.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/143.

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144.

[38] Hud suresi 6. ayet

[39] Tirmizi Zühd 32, İbni Macc Zühd 14, Ahmeâ Müsned 1130-52

[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/144-145.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/145-146.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/146.

[43] Nisa 48-116

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/146-147.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/148-149.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/150.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/150.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/151-152.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/152-153.

[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/153-154.

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/154.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/155.

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/155-156.

[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/156-157.

[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/157.

[56] Kasas 56

[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/158.

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/159.

[59] İsra 32

[60] Nur 33

[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/160-161.

[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/161-162.

Enam 27-28

[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162.

[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/162-163.

[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163.

[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/163-164.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///