Ankebût suresi;
Mekke'de nazil olmuştur. 69 ayet olup, 41. ayetinde Allah(cc); "kafirlerin
amellerini örümceğin evine benzettiğinden" dolayı bu ismi almıştır. Nasıl
ki, örümceğin evinin soğuğa, sıcağa dayanama-dığı, hafif bir rüzgarda
yırtıldığı, bir kuşun geçişine bile mani olamadığı gibi; kafirlerin de
ellerindeki bütün imkanlarının, müslümamn 'gücü karşısında dayanağının
olamayacağını, Allah fcc) haber vermiştir.[1]
1 -Elif Lam
Mim
Yine bu sure de,
"hurufu mukatta" dediğimiz harflerle başlıyor. Bunların izahı, Bakara
sûresinin birinci ayetinde geçmişti.[2]
2- İnsanlar;
denenmeden (yalnız), iman ettik deyivermekle bırakıvereceklerini mi
sanıyorlar.?
Surenin nuzülü
konusunda alimlerimiz ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmı; Mekke'de ilk
dönemlerde, miislümanların Habeşistan'a hicreti öncesi, nazil olmuştur
görüşünde. Diğer bir kısmı da; Mekke'de en son nazil olan sure'dir görüşünde.
Bazıları da, surenin bazı ayetleri Medine'de nazil olmuştur demektedir.
Hepsinin görüşüne uygun ayetler vardır da ondan kaynaklanmaktadır bu ihtilaf.
Mesela bu ikinci
ayette onlar "iman ettik" demekle kurtuluverecekle-rini
zannediyorlar, deniliyor. İşte bu ayete bakarak, Medine'de nazil olmuştur
demek doğrudur. Çünkü burada bahsedilen Medinede'ki münafıklardır. Fakat
müfessirlerin çoğunluğunun kanaati, surenin Mekke'de nazil olduğudur. Bu ayeti
tefsir ederken de; Mekke döneminde sadece "kelimeyi şehadet" getirmekle,
müslüman olduğunu zannedenler vardı diyorlar.
Yine bu ayet,
günümüzdeki müslümanların fotoğrafını çekip, karşımıza çıkarmış gibidir.
İnsanlar imtihana tabi tutulmadan, denenmeden, bırakılı verileceklerini mi
zannediyorlar?
Ülkemizde %99'u
müslüman olan bu insanlar; siyasi ve ticari çıkarları için dininden
vazgeçebiliyor veya müslüman olmadığı halde, bu çıkarları için müslüman görünme
gayreti içinde oluyorlar. .
Yahudi asıllı adam,
Tahtakale'de, Kap alıç arşı'da dükkanına Besmele'yi asıyor... bu bir ticari
şehadettir. Siyasi yönden de dinime düşmanlık yapmış olup, Kur'ari Kurslarının,
İmam-Hatip okullarının kapanması, geri kalması için uğraşmış insanlar vardır.
Fakat bunlar halkın karşısında müslüman biriyimiş gibi şehadet getirirler, işte
bunlarınki de siyasi bir müslümanlık, siyasi bir şehadettir.
İşte ayeti kerime de;
"iman ettik, demek yeterli değildir", sözüyle Allah (c.c.) bunu
vurguluyor. İmanın gereği olan amelin yapılması gerekir. Bu amel de icraya
konunca, bu sefer kişinin karşısına düşmanlar çıkar.
İslam öncesi, iman
edenlerin topluca ateşe atıldığı, "Buruç suresinde"
açıklanmaktadır ki;
yahudiler insanları ateşe atıp, daha sonra da bunu zevkle seyrederler.
Fransa'da birinci dünya
savaşı sırasında yahudilerin yakıldığı yerleri gezmiştim; insanın boyuna,
vücuduna göre kazanlar, sobalar yapıldığını gördüm. Orada bir defter açmışlar,
gelenler birşey yazıyorlar, ben de bu surenin ayetlerini ve de "Kötü tuzak
sahibini yakalar" ayetini yazdıktan sonra; "kendilerinin geliştirdiği
işkence tuzağına, kendileri düşmüşler" demiştim.
Dinimiz, insanın bu
dünyada yakılarak cezalandırılmasına karşıdır. Allah'a hamd olsun, ecdadımızın
tarihinde böyle yüzkarası bir lekesi yoktur.[3]
3- Andolsun
onlardan öncekileri denedik. Elbette Allah doğru söyleyenleri de, yalan
söyleyenleri de bilir.
İkinci Ayeti kerime de
Allah; (c.c.) inandık diyenleri imtihan edeceğini belirtiyordu. Şimdi bu
dünyada yaşayan biziz, bizi imtihan ediyor. Ayet nazil olduğunda da Hz.
peygamberin etrafında bulunan insanları, sahabeyi imtihan etmişti. Sahabeden
bazılarına, imansızlar çeşitli eziyetler etmiş, Hz. Osman (r.a.) gibi bazı
sahabelere de, soylu bir aileden geldiği için ticari ambargo koymak suretiyle,
eziyet ediyorlardı. İşte bu da onun için bir imtihandı.
İnsanlar çeşitli imtihanlarla
imtihan edilmiştir. Fakat bu imtihan sadece biz ümmeti Muhamme'de mahsus bir
şey değil, "bizden öncekileri de aynı şekilde imtihan ettiğini" ifade
ediyor üçüncü ayeti kerime.
"Doğrusu biz
onlardan öncekileri de, çeşitli imtihanlarla denedik." Yani Hz. İsa
(a.s.)'a inananlar da Hz. Musa(a.s.)'a, Hz. Nuh (as)'a inananlar da imtihan
edilmiştir. Yalnız iman edenler değil, Peygamberlerin kendileri de imtihan
edilmiştir.
Daha önce
"Enbiya" suresinin tefsirinde geçtiği gibi Hz. İbrahim (a.s.),
mancınıkla ateşe atılıyor, ateş gülistana dönüyor. Yusuf suresinde de; Yusuf
(a.s.)'dan ve imtihanın çeşitli merhalelerinden bahsediliyor; kardeşlerinin
kötülük yapmaları, kuyuya atılması, daha sonra hapishane,... arkasından
imtihanın tamamlanması neticesinde devlet başkanı olarak hapishaneden çıkıyor.
İşte bu Peygamberler için bir imtihandır.
İşte günümüzde de
dininden dolayı hapse girenlere "Allah sabır versin" diyerek;
üzülmeyip, bunun bir imtihan olduğunu düşüneceğiz. Onun için biz neyin nasıl
olacağını bilemeyiz. Bize düşen görevi yapmamız gerekir.
Böylece Allah (cc),
"iman ettim" derken, dinine sadık olanlarla, yalan söyleyenleri
bilir, ortaya çıkarır. Herkes iman ettik der ama Allah (c.c.) öyle imtihan eder
ki; o imtihanda kaybediverir.
Hani Anadolu'da bir ata
sözü vardır; "Kişinin sağlamlığı; sarı altınla, kadını görünce belli
olur." Yani kişinin önüne öyle fırsat geçerki, şöyle elinin ucu ile
dokunuverse, bir imza atıverse hayal dahi edemediği rakamlar onun olacak ve de
kimse görmeyip hesab da sormayacak, veya öyle bir kadınla başbaşa kalıyor,
istese çeşitli fırsatlar eline geçmiş gibi. İşte böyle bir durumda gerçekten
"yiğit" delikanlı onlar ki; Yusuf suresinde de Yusuf (a.s.)
"feta" kelimesi ile zikrediliyor, Yusuf misali; "Ben Allah'tan
korkarım" deyip imanını ortaya koyar. Ama yiğit olmayanlar da, bu gibi
imtihanları kaybediverir.
Bu ayetin mealini
bazıları şu şekilde de veriyorlar; Allah'a iman ettik derken, doğru
söyleyenlerle yalan söyleyenleri bilmek için.! Bu da doğrudur, ama izah
edilmezse yanlış anlaşılabilir. Sanki Allah mü'min ile kafiri bilmiyormuydu da
onları imtihan ediyordu, gibi bir durum sözko-nusu olabilir.
Yaratan Allah'tır. O,
herşeyi bilir. Ancak islâm hukukunda bir hareket fiiliyata dönüşmeden önce,
"siz ilerde şu fiili(suçu) yapacaksınız" diye cezalandırma yoktur.
Allah-u teala fiile dönüşmemiş şeylerden dolayı da kişiyi hesaba çekmez. Onun
için bir iyilik olacak ki, ona mükafat versin, Bir kötülük olsun ki, ona ceza
verilsin. Bunlar biz kullar içindir. Yoksa Allah(cc) bizi yaratmadan önce de
kimin ne yapacağını, kimin ne yapmayacağını biliyordu.[4]
4- Yoksa
kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sanıyorlar? Ne kötü
hükmediyorlar.
Kötülük yapanlar da bizi
geçeceklerini mi zannediyorlar.? Yani bizim onları görmeyeceğimizi, hesaba
çekmeyeceğimizi veya çekemeyeceğimizi mi?, bizi atlatacaklarını mı
zannediyorlar? Böyle zannediyorlarsa, çok kötü hüküm veriyorlar.![5]
5- Kim
Allah'a kavuşmayı ümit ederse, şüphesiz Allah'ın belirlediği vakit elbette
gelecektir. O herşeyi işitendir, herşeyi bilendir.
Hepimiz Allah'a ve
cennetin deki nimetlere kavuşmayı, Rasulünün ya-mnda komşu olmayı istiyoruz.
İşte Rabbimiz de; "Birgün Allah'ın belirlediği ecel gelecek"
buyuruyor. Yani ansızın, birgün insanoğlunun eceli, vakti geldiği zaman ölecektir.
Yatakta yatsak da, ayaklarımız üzerinde dolaşsak da mutlaka ölüm gelecektir.
Kişinin, hemen ölüm gelecek
gibi hazırlıklı olması; Allaha olan görevlerimizin yerine getirilmesinde,
borçlarımızın ve mallarımızın tanziminde, kul haklarının ödenmesi konusunda
dikkatli olması gerekir.
Hadis olduğunu
söyleyenler var ama güzel bir söz var; "Vakti geçmeden namazda acele
edin, ölüm gelmeden de tevbede acele ediniz." denilmiş.
Allah herşeyi
işitendir. Allah herşeyi bilendir.[6]
6- Cihad
eden ancak kendisi için cihad eder. Şüphesiz Allah alemlerden
(yaratılmışlardan) müstağnidir, (kimseye muhtaç değildir.)
Allah-û teala Kur'an-ı
Kerim'in birçok ayetinde; "mallarınızla, canınızla cihad ediniz"
emrini vermektedir. Bir başka ayette; "Her can yaptığının karşılığında
rehindir"buyuruyor. "Rehin'in" karşılığı olarak bugün
"ipotek" kelimesini kullanıyoruz. İpotek ise; bir borç karşılığında
verilen maldır. Borç ödenmediği zaman, o ipotek yapılan mal gider.
Ayette Allah (c.c.);
"Yaptıklarınıza karşılık canlarınız ipotektir." buyuruyor.
Yaptığınız kötü davranışları, bu dünyadayken iyiliklerle sildi-remezseniz,
ahirette ipotek olarak canınız cehenneme alınacaktır.
Bu ipoteği çözmenin
yolu da, mal ve can ile Allah yolunda cihad etmektir. Bu da, malgücü
olabildiği gibi, akıl gücü, diploma gücü, beden gücü de olur.
Bu güçlerin
birleştirilmesi gerekir, bu birleştirme de; Karate sporuna giden bir insanın
birkaç tuğla ve kiremit parçasını üs.t üste koyarak, vücudunun herşeyiyle ona
konsantre olup kırması gibi.
Müslümanlarda aynı şekilde,
yukarıda saydığımız bu güçlerini
Allah'ın dininin
yücelmesine konsantre edip, tek bir vuruşla -tuğla ve kiremitleri kıran
karateci gibi- bu günahlarından sıyrılmalıdır,
İşte
islamın"cihad"kelimesi bunu, bu konsantreyi ifade eder. Yani mali gücü,
bedeni gücü, diploma gücü, tecrübe gücü, biraraya getirilip imansızlığın
beline vurmalıdır. Kendim böyle konsantre etmeyip, bedeni camide, ama kalbi ve
zihni başka yerlerde olanlar, karatecinin acemilik zamanında sağa sola bakarak
vurup, kıramadığı gibi, imanda küfre vurur ama vuruşlarda isabet kaydedemez ve
hedefe ulaşamaz. Karatecinin zihni ile değilde, kolu ile vurduğu gibi böyle
müslümanlarda mallan ile cihad edip canlannı ortaya koyamazlar.
Bazıları makamını bu
işte kullanırken, malını Allah yolunda harcamaz başka biri de canını ortaya
koyar, ama makamını veya malını koymaz. İşte bu güçlerin bir araya gelmemesi,
gayreti, cihad olmaktan çıkarır. Onun için Ayette; "cihad eden kendine
cihad eder. Allah bütün yaratılmışlardan zengindir" buyrulur.
Yani Allah'ın cihada,
Namaza, Oruca Kurban kesme gibi bütün ibadet ve itaatlere ihtiyacı yoktur. Bu
ibadet ve itaatler biz kulların menfaatinedir. Cihad eden kendi nefsi, kendi
menfaati için cihad etmiştir.[7]
7- İman edip
salih amel işleyenlerin elbette günahlarını örteriz ve yaptıklarını en
güzeliyle mükafatlandırırız.
Kur'an-ı Kerim'in
hemen hemen çoğu yerinde "iman ve salih amel" ikisi bir arada
zikredilmiştir. Buda ikinci ayette geçen "iman ettik" demekle işin
bitmediğini ifade ediyor ve bu ayeti açıklar bir durum sergilemektedir.
Yani adam; "Ben
Kelime-i tevhid ve Kelime-i şehadet getiriyorum" diyor ama Kur'an'ın
içindeki ayetlere karşı da harp ilan ediyor. Veya Kur'an'daki birkaç ayetin
günümüz şartlarına uymadığını söylüyor. İşte şeytanın hayatında birdefa kendi
mantığını kullanıp; "ben ondan üstünüm" demek suretiyle, Allah'ın
rahmetinden kovulduğu gibi, bu insanlarda mantıklarını kullanıp şeytanın
yoluna gidi veriyorlar.
Allah (c.c.) ise,
"iman ettik" demenin yeterli olmadığını, bunun yanısıra, ""
yapılması gerektiğini, ameli salih işlenirken de imtihanlarla karşı karşıya
gelecek olurlarsa, bu imtihanların onların imanlarındaki doğruluklarını veya
yalandan iman edip etmediklerini ortaya çıkaracağını haber veriyor.
Eğer iyilik işlerlerse
onların da kötülüklerinin örtüleceğini ve de yaptıklarının en güzelleriyle
mükafatlanacaklarını ifade ediyor. Onun için bazı hoca efendiler dua ederken;
"Yarabbi dualarımızı tarafından Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere de
yapılan dualarla beraber ihsanı-kabul ile kabul eyle... bizim dualarımızı da
onların arasına ekle" diye dua ederler ki, işte bu ayetin bir fiili
uygulaması ve de bu ayetin bir ifadesidir.[8]
8- Biz
insana, anne ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Eğer annen, baban
bilgisizce, bana ortak koşman için çalışırlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz
banadır. Yaptıklarınızı ben size haber
vereceğim. Günümüzde
bazı genç kardeşlerimiz, arkadaşlarının veya çevresindeki diğer kişilerin
gayreti diniyyeleri sebebiyle, islam ile müşerref olmuşlar. Fakat ilk tepki de
en yakım olan anne ve babalarından geldiği için, bu konuda bizlere, "ne
yapalım.? şeklindeki sorularına, bu ayet gayet güzel bir cevaptır.
Saad b. Ebi Vakkas
genç yaşta müslüman olur. Müslüman olduğunu duyan annesi, kendini Kabe'nin
yanında güneşin altına bırakır ve oğluna; "islamdan dönmedikçe yemek
yemeyeceğim, su içmeyeceğim ve de güneşin altından ayrılmayacağım"
diyerek, islam tarihinde ilk açlık grevini (müşrike bir kadın) yapmıştır.
Ne de olsa annesi
olunca Saad bin Ebi Vakkas, Hz. Peygambere müracaat eder ve durumu haber
verir, bunun üzerine bu ayet nazil olur.
"Biz insana anne
ve babasına iyiliği emrettik. Bununla beraber anne ve baban seni müşrik yapmak
için çalışıp gayret ediyorlarsa, bu konuda onlara itaat etme."
"Onlara itaat etme" cümlesinden Önce, arada bir cümle var o da;
"Senin, onların müşrikliği konusunda bilgin yok, onların da bilgisi yok,
bilgisizce onların yoluna gitme, onların dönüşü banadır. Yapmakta olduklarını
kendilerine haber vereceğim." buyruluyor.
Anne, baba çocuğunun
müşrik olmasını istese bile, çocuk onlara iyiliğe devam edecektir. Fakat imani
noktadaki isteklerini yerine getirmemelidir. Bu konuyu alimlerimiz,
"hiristiyan ve yahudi anne ve babası olan müslüman genç, onları kilise ve
havra'ya götürmek zorunda değildir. Fakat kilise veya havra'ya kendileri gitse
de, geri getirilmeleri için haber gönderirlerse, çocuk onları oradan geri
getirmek mecburiyetinde-dir" şeklinde Özetlemişlerdir.
Hz. Peygamber (sav);
"Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat yoktur." buyurmuşlar.
Bu hadis herkese şamildir, yani anne babaya da, yakın akrabaya da, yöneticilere
de, kan ve kocaya da şamildir. Allah'a isyan olan veya Allah'a isyanın
emredildiği yerde, karı kocasına, koca karısına, çocuk anne babasına ve
yöneticilere itaat etmez.
Günümüzde, erkek
kadına mı, kadın erkeğe mi itaat etsin? diye soruyorlar. Biri diğerine itaat
etme yerine, Alîah'a(cc) itaat edip, Allah'ın belirtmiş olduğu kanunlar
çerçevesinde karşılıklı görevlerini yerine getireceklerdir. Erkekler kadınlar
üzerinde "kavvam"dır derken ayette erkeğin görevleri
"kavvam" kelimesi ile ifade ediliyor.[9]
Yani kendi koymuş
olduğu kurallara göre değil.!, Allah'ın koymuş olduğu kurallara göre, evirip
çeviren demektir, Her söylediği şey de kanun değildir. Her ikisi de müstakil
varlıktır. Allah(cc) ve Rasulüne itaat etmekle mükelleftir. Karşılıklı
sevgileri de, bu kanunlar çerçevesinde olacaktır.[10]
9 - İman
edip salih amel işleyenleri, elbette salihler arasına kayacağız
Biz müslumanlar da
hemen hemen bütün namazlarımızda ve diğer zamanlarda, yaptığımız dualarımızla
bunu dile getiriyoruz. Buhari'de geçen bir hadiste, Hz Peygamber(s.a.v.);
"Kişi sevdiği ile beraberdir" buyuruyor. Sahabe(r.a.) diyorki;
"Bunu duyduğumuzda öylesine sevindik ki, hiç böylesine sevinmemiştik. Çünkü
biz Allah ve Rasulünü Seviyoruz, ahirette de onunla olma ümidi bizde biraz daha
artiverdi"[11]
Günümüz müslümanları
olarak biz de saflarımızı iyi belirleyip, Salih insanlarla beraber olmaya
çalışmalıyız. Allah(cc); "Ayetlerimize iman edenleri ve salih amel
işleyenleri, salihlerin yanma girdiririz" buyuruyor. Bu, dünyada da olur,
Ahirette de olur.
"Salih"; işi
düzelten ve de düzgün yapan demektir. Yaratılışta herşey düzgündür. İnsanoğlu
yaratıldığında ruhunda herhangi bir kir (pislik) yoktu, akılbaliğ olduktan
sonra düşüncesinde, davranışlarında bozulma meydana geldi ve bu değişiklikler
onun ruhunu lekeledi. İşte "salih insan" bu lekeleri düzelten
insandır,[12]
10-
İnsanlardan bir kısmı; "Biz Allah'a iman ettik" derler. Arkasından
Allah yolunda bir eziyet gördüklerinde, insanların işkencesini Allah'ın azabı
gibi görürler. Eğer Rabbinden bir yardım gelirse "bizde sizinle
beraberdik" derler. Allah herkesin göğüslerindekini en iyi bilen değil mi?
Bakara suresi
14.ayetinde; "O münafıklar, mü'minlerle karşılaştığında; biz de inandık
derler, şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında; biz sizinle beraberiz, biz ancak
onlarla istihza edicileriz derler." buyruluyor. Bu ayet, günümüzdeki
münafıkların da bir fotoğrafıdır.
İşte Ankebut
süresindeki, bu ilk on ayetde anlatılanlardan şunu anlıyoruz; İnsanlar içinde
öyle kimse vardır ki; " Allah'a iman ettik derler, sonra da Allah yolunda
eza görecek olurlarsa veya mallarından birşey alınıverse o zaman;
"-Allah'a imanından dolayı- uğradığı bu dünyadaki insanlardan gelmiş olan
azabı, inanmayanlar için Allah'ın vereceği azapla aynı zannederler." Yani
bunlarınla de Allah'ın azabı gibi, ondan geri kalınıyor derler. Fakat Allah(cc)
"De ki; cehenem ateşi en şiddetli azab-dır." buyuruyor.[13]
Medine döneminde,
Müslümanlara Tebük savaşına giderken münafıklar; "Bu sıcakta hiç savaşa
mı gidilir? savaş mı yapılır.?" diyorlar. Bunun üzerine bu yukarıda
meâl'ini verdiğimiz ayet nazil oluyor. Yine bir başka ayette ise; Ahiretin
azabının çok şiddetli olduğu, hem de daha ebedi ve sonu gelmez olduğu
buyrulmuş.
Eğer Allah'tan bir
zafer gelecek olursa,bu münafıklar bu sefer de; "Biz sizinle beraber
değilmiydik. " derler. Yani önce mü'minlerin yanma gelip "biz de iman
ettik" diyorlar, sonra da imansızların yanma gidip; "müslü-manlarla
dalga geçiyoruz, gerçekte biz de sizdeniz" derler, Bundan dolayı hesaba
çekilip imtihan edilecek olurlarsa; "Biz müslüman değilmi-yiz, sizinle
beraber namaz kıldık, oruç tuttuk ve diğer ibadetleri yapmadık mı?"
derler.[14]
Allah(cc), bütün
insanların göğüslerinde olanı, en iyi bilen değilmi-dir.? Herkesin içinden
geçeni, kalbindeki duygu ve düşünceleri en iyi bilendir. Biz insanların
zahirine göre hükmederiz içine göre hükmeden . Allah (cc)'dür
Herhangi bir makama
gelip, insanlara imkanlar dağıtma durumuna gelen bir müslüman, bu imkanları
dağıtırken etrafında, Önceden çeşitli kılık kıyafette, inanç ve ideoloji de
olan insanlar, birdenbire bir numaralı, hem de aşırı şeriatçı olabilirler.
Böyle bir ortamda, hakiki müslüman ile sahte müslümanı ayırmanın yolu, daha
önceki ayetlerde de geçtiği gibi; dine dalıa fazla hizmet edenler, daha üstün
tutulmalıdır.
Hz. Peygamber de bunu
yapmıştır. Mekke döneminde müslüman olanlarla, Medine döneminde müslüman
olanlar bir tutulmamıştır. Yine Bedir savaşına katılanlarla, Uhud savaşma,
Hendek savaşma katılanlar bir tutulmamıştır.[15]
11- Elbette
Allah iman edenleri de bilir, münafıkları da bilir.
Elbette Allah,
müminleri de, münafıkları da bilir. Çeşitli imtihanlarla imanda samimi
olanlarla, imanda samimi olmayanları ayırır, Tabiki bunu bizim için ayırıyor.
Yoksa o, ilmi ezelisi ile herşeyi bilir. Kimin münafık, kimin kafir, kimin de
müslüman olduğunu ve olacağını bilir.[16]
12-
Kafirler, iman edenlere; "Siz bizim yolumuza uyun, sizin günahlarınızı
biz taşıyalım" dediler. Onlar iman edenlerin günahlarından hiçbir şeyi
taşıyamazlar, şüphesiz onlar yalan söylüyorlar.
Türkçemizde de çok
kullanılan bir husus ki; "Şu işi yap vebalin, günahın benim üzerime
olsun" veya "Şu günahı işle, vebalini bana yükle...." şeklinde
söylenen bu söz, aslında yeni bir ifade olmayıp, daha önceki kafirler
tarafından söylenmiş bir sözdür. O kafirler, mü'minlere; "Bizim yolumuzdan
gelin, bizim izimizden yürüyün, bizim kanunlarımıza uyun, Allah'ın kanunlarına
uymayın da biz sizin günahlarınızı yüklenelim." dediler.
Halbuki onlar yalan
söylüyorlar. Kimse kimsenin günahın yüklenemez, kimse kimsenin günahından
dolayı hesaba çekilmez.
İslamda suçun
şahsiliği esastır. Fakat başkasının günah işlemesine sebep olmuş ise bu
sebebiyyet ayrıdır. Allah (c.c);13. ayet de bu konu üzerinde duruyor[17]
13- Elbette
münafıklar kendi ağırlıklarını, kendi ağırlıklarının yanında daha nice
(saptırdıklarının) ağırlıklarını taşıyacaklar. Şüphesiz kıyamet günü iftira
ettiklerinden sorguya çekilecekler.
Şüpesiz ki onlar,
kendi günahlarını ve sapıttırdıkları insanların, bu sapıklıktan dolayı
kazanmış oldukları günahları birlikte yüklenirler. 12. ayette bahsedilen; işte
şu günahı işleyen..! senin günahını yüklenirim, şeklinde günah işleyenin günahı
kadar bir günah daha yüklenir. Öbürünün günahından ise hiç birşey eksilmez.
Ve iftira ettikleri
şeylerden de kıyamet gününde hesaba çekilecekler, sorumlu olacaklardır.[18]
14 -
Andolsun Nuh'u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onların arasında bin seneden
elli sene eksik (dokuzyüzelli sene) kaldı. Onlar zûlm ederlerken, tufan onları
yakalayıverdi.
Bazı Müslüman
kardeşlerimiz; islami hizmetlerin çok yavaş gittiğinden, Mehmet Akif
merhumlarla başlayan İslamın devlet olma hedefinin 50 - 60 yıldır bir başarıya
ulaşamadığından, bundan sonraki geleceğinin de pek parlak olmadığından söz
etmektedirler.
Ama 14. ayet buna
cevap olacak niteliktedir. "Biz Nuh'u, kavmine Peygamber olarak gönderdik
ve Peygamber olarak onların arasında 950 sene kaldı." Ayetiyle Nuh (as)'ın
kavmi arasında 950 yıl kaldığı sabittir. Hem de tevili mümkün olmayan, sarih
bir ayet.
İşte Allah'ın seçmiş
olduğu bir Peygamber Allah için, O'nun dini için tam 950 yıl çalışıyor, Ve de
ümitsizliğe düşmüyor. Bizim 50-60 yıl içinde yapılan çalışma ve ilerlemeye
bakarak, ümitsizliğe düşmemiz yersizdir.
Atiyi karanlık
görerek, azmi bırakmak Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak. Dünyada
inanmam, hani görsem de gözümle, İmam olan kimse gebermez bu ölümle. Ey dibdiri
meyyit, iki el bir baş içindir Davransana eller de senin, baş da senindir.
Mısralarıyla Mehmet Akif
merhum bunu ne güzel dile getiriyor. Nasıl yapayım, nereden yapayım? gibi
mazeretler uydurmanın anlamı yoktur.
Allah(cc) insanlara;
içinde akıl dolu baş vermiş, aklın ürettiği şeyleri fiiliyata dökebilecek eller
vermiş. Onun için kişi ümitsizliğe düşmemeli. Ve neticede o kadar gayretin,
çabanın sonunda Allah (c.c), Nuh (a.s.)'ıtı kavmini tufan ile helak ediverdi. Peki Nuh (a.s.) ve
O'na inananlar ne oldu?[19]
15- Nuh'u ve
gemi arkadaşlarını kurtardık, ve onları alemlere bir ayet (ibret) kıldık.
Gemiye binen Nuh
(a.s.) ve O'na inananları da kurtardık ve gemiyi daha sonradan gelenlere ibret
kıldık.
Gelecek nesillere
ibret olması ise, insanlığın Nuh (a.s.) ve onun gemisine binen kişilerden
üremesi, çoğalması nedeniyle, bütün milletlerin bildiği bir olaydır. İlahi
dinlerin bütün mensubları tarafından bu olay kabul edilir. Bazı yanlış ve
eksikleri de olsa, dünya edebiyatında bu konuyu işleyen makaleler, kitaplar
yazılmıştır. Bu sebeble bütün insanlığa bir ibrettir.
İkinci olarak,
Peygamberlere inanmayan imansızların, gücü ne olursa olsun sonu hüsrandır.
İnananların da, gücü ne kadar az olursa olsun, sonu zafer ve başarıdır. Bu
yönüyle de insanlığa bir ibrettir.
Günümüz imansızlarının
da durumu bundan başka birşey değildir. Ne kadar güçlü, ne kadar kuvvetli olurlarsa
olsunlar, sonları Nuh'a (a.s.) inanmayan imansızların akıbetine uğramaktır.
Zaten
"Ankebût" ismi; baştarafta da bahsedildiği gibi; örümceğin evinin
zayıf olup tehlikelere dayanamadığı gibi, kafirlerin de islam karşısında
dayanamayacağını ifade ediyor.[20]
16- İbrahimi
de (peygamber olarak
gönderdik) kavmine; "Allah'a
ibadet edin, ondan sakının. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır"
demişti.
17- Siz
Allah'ı bırakıp ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah'dan
başka taptıklarınız size rızık vermeye güçleri yetmez. Rızkı Allah katında
arayın. O'na ibadet edin ve O'na şükredin. O'na döndürüleceksiniz.
İbrahim (a.s.)
kavmine; "Allah'a ibadet edin, ondan sakının, eğer bilirseniz bu sizin
için daha hayırlıdır" demişti. Siz Allah'dan başka, putlara ibadet
ediyorsunuz. Allah'a iftiralar uyduruyorsunuz. Allah'dan başka ibadet
ettikleriniz, sizin için bir rızık vermeye kadir değillerdir..!
İnsanlar ilahlardan
makam, mevki, bol rızık ve bol nimet beklerler. İlahın bir hayat verme gücünün
olması gerekir, bunu yapamıyorlar, öldürme gücünün olması gerekir, bunu da
yapamazlar. Bunları yapamayan da bir ilah olamaz.
Sizin için rızık dahi
yaratamayan o ilahlardan değil, Allah'tan rızık isteyiniz, ona ibadet ediniz
ve ona şükrediniz. O'na döneceksiniz de değil, O'na döndürüleceksiniz. Dönme
veya dönmeme sizin elinizde değil. İbrahim (a.s.) bunu o günün imansızlarına
söylüyor. Allah (c.c.) Kur'an'da O'nun ifadesi ile ümmeti Muhammed'in
imansızlarına aktarıyor.[21]
18- Eğer
yalanlarsanız, sizden önceki ümmetlerde yalanlamıştı. Peygambere düşen apaçık
tebliğdir.
Eğer beni, siz
yalanlayacak olursanız..! sizden önceki ümmetler de Peygamberlerini
yalanlamıştı. Fakat peygamberleri sonunda yine başariya ulaşmıştır.
Peygambere düşen, apaçık
tebliğ etmektir. Allah'tan aldığı risaleti insanlara ulaştırmaktır.
Peygamberin varisi olan biz ümmeti Muhammedin yapması gereken de;
Peygamberimizin bi[22]ze
getirdiği bu ayetleri ve ayetlerin uygulanır şeklini insanlara ulaştırmaktır.
İnsan bu görevini yerine getirecek olursa, Allah(cc) indinde mesuliyetten
kurtulur. Aksi durumda cezasını çeker.
19- Görmüyorlar
mı? Allah yaratışa nasıl başlıyor ve sonra onu iade eder. Bu Allah'a çok
kolaydır.
O kafirler görmediler
mi? Allah(cc) mahlukatı yoktan nasıl yaratıyor.? Hiçbir örneği benzeri olmadan,
modelsiz bir şekilde yaratıp, sonra onu nasıl iade edecek? Allah (c.c.) daha
önceki ayetlerde imansızların küfrünü anlatırken, bir anda dikkatimizi tabiata
ve de yaratılmış mahlukata çekiyor.
Bu mahrukatın baharda
yeşerip, yazda olgunlaşıp, sonbaharda sararıp dökülüp, kışın uykuya daldığını
ve bunun da insanın gözü önünde def-larca tekrar edildiğini..! yine insan
neslinin bir tarafta bir nütfeden yaratılıp, tekrar öbür taraftan aslına iade
edileceğini anlatmasının hikmeti; Allah(c.c), yeryüzünde mü'minlerle kafirlerin
tevhid mücadelelerinde, mti'minlerin kafirler karşısında yenilgiye uğrayıp,
çöküş anlarında morallerinin bozulmaması gerektiğine işaret ediyor.
Tarih boyunca
mü'minler hep galip gelmiştir. Fakat zaman içinde de mağlub olduğu vakidir.
Nasıl kış devamlı değilse, yaz ilkbahar ve sonbaharda devamlı değil.
Yenilmişseniz; ey mü'minler.!, toprağa düşen çekirdeğin yeşermesi nasıl mümkün
ise, Allah'a kolay ise, aslını asaletini kay-betmeyip, çürümeyen mü'minİerin de
tekrar yeşerip canlanması o şekilde Allah'a kolaydır.[23]
20- Deki
"Yeryüzünde geziniz Allah yaratmaya nasıl başlamış görünüz. Sonra Allah
ahiret hayatını yaratacaktır. Şüphesiz Allah herşeye kadirdir.
Burada tabiatı ve
üzerindeki mahlukatı meydana getirdiği gibi, tarihi olayları nasıl meydana
getirdiği de bu mananın içine girmektedir.
Rabbim birini
yaratıyor, arkasından başka biri, ondan sonra başka biri, tarihi olaylarda da
aynı şekilde yaratıyor; Bir zaman geliyor küfür medeniyeti, arkasından İslâm
medeniyeti yeryüzünde hakimiyetini sürdürüyor. -t)nun arkasından tekrar küfür,
küfrün arkasından da yine islam medeniyeti.., devam edip gidiyor.
Bunlar iç içe geçmiş
tarihi olaylar, Küfür medeniyetinden zulüm korkusu, İslam medeniyetinden de
rahmet ve insanlara hizmet gelmektedir.
Bugün etrafımıza şöyle bir
bakarsak, bu surların yapımı, Dikili taşların ta Mısır'dan İstanbula
getirilmesi, binlerce kölenin kanı ve canına mal olmuştur.
Bir Caminin inşası ise
binlerce insanın dostça biraraya gelip maddi ve manevi sığınağı, barınağı
inşaatında çalışan işçinin aldığı maaş bugünün üniversitedeki araştırma yapan
öğretim elemanının maaşına denk bir paradır. İşte bu tarihi eserler,
medeniyetlerin dışa görünen birer çiçek veya bir dikenidir. Asıj medeniyet
insanların kalbindeki iman ve inançtır. Allah(cc) herşeye kadirdir. Küfrü imana
imanı da küfre galip getirir.[24]
21-
Dilediğine azap eder, dilediğine rahmet eder. Ona çevrileceksiniz.
Allah(cc) dilediğine
azab eder, dilediğine merhamet eder; ve O'na çevrilirsiniz. Yukarıda
"döndürülürsünüz" burada aynı manaya gelen "çevrileceksiniz"
kelimesi kullanılmıştır.[25]
22- Yerde ve
gökde (Allah'ı) aciz bırakamazsınız. Size Allah'da» başka bir dost ve yardımcı
yoktur.
Yeryüzünde de
gökyüzünde de Allah'ı(cc) aciz bırakacak durumda değilsiniz. İnsan hiçbir
konuda Allah(cc) ile yarışacak, O'na galib gelecek durumda değildir. Teknik
konuda ilerlemeleri olsa bile, bütün bunlar Allah'ın yoktan var ettiği
cisimlerin (malzemelerin) bir araya getirilip montajıdır, ne kadar büyük
yaparsa yapsın, en sonunda insan Allah'ın yarattıklarını geçemez.
Arap şairinin dediği
gibi; Allah ile yarışa kalkanlar, Keçinin dağa boynuz vurması gibi, ancak
kendilerine zarar verirler.Allah'tan başka onların dostu ve yardımcıları
yoktur.[26]
23- Allah'ın
ayetlerini ve ona kavuşmayı inkar edenler, işte onlar rahmetimden ümit
kesenlerdir. İşte onlar için acıklı azap vardır.
Allah'ın ayetlerini ve
ona kavuşmayı inkar edenler, işte onlar Allah'ın rahmetinden ümit kesenlerdir.
Rabbimin rahmetinden ümidini kesenler, Allah'ı inkara yönelir ve ahireti de
inkar edecektir.
O kadar günaha
dalmıştır ki, ahirete ve rahmete olan inancını kaybeder. Ahiret hatırlatıldığı
zaman rahatsız olur, ya o meclisi terk eder veya oradaki insanların o anda
konuştuğu konuyu başka yöne kaydırmaya gayret eder.
İşte İbrahim (a.s.)
onlara; Allah'a ibadet etmelerini, Allah'a yonelip, O'ndan sakınıp, O'ndan
başkasından rızık istememelerini anlatınca, kavminin cevabı ise şöyledir;[27]
24-
(İbrahim'in) kavminin cevabı; "Onu öldürün veya yakın" oldu. Allah,
İbrahim'i ateşten kurtardı. İşte bunda mü'min kavim için ayetler (ibretler)
vardır.
İbrahim (as)'ın
kavminin cevabı; "Onu öldürün veya yakın" olmuştur.
İnsan herhangi bir
konuda aciz, cevap veremeyecek durumda kaldığı zaman kaba kuvvete veya işi gürültüye
getirmeye gayret eder. İbrahim (as)'ın kavmi de, ibrahim (as)'ın söylediği
şeyler konusunda cevap veremeyecek bir durumda kalınca; cevap verme yerine,
Onun söylediklerinin yanlış veya doğruluğunu tartışmadan, söyledikleri şey; ya
Öldürün veya ateşte yakın olmuştur.
Günümüzdeki imansızlar
da aynı taktiği uygulamaktadırlar, haklı veya haksız oldukların] söylemeden;
onları öldürün, onları yok edin mantığını taşımaktadırlar. Öldürmek veya
yakarak yok etmek, onlara göre; kişinin ortadan kalkması ile fikirlerinin de
ortadan kalkacağı düşüncesinden kaynaklanmaktadır.
Hz. peygamberin
vefatında, imansızlar çok sevinmişlerdi Hz. peygamberin tebliğ ettiği dininin
de ortadan kalkıp Hz. peygamber gibi öleceğini zannediyorlardı. Hatta
Peygamberlik vazifesine başladığı zaman O'nun hapsedilmesine mübarek vücudunun
ortadan kaldırılması kararım vermişlerdi.
Küfür
cephesindekilerin iman karşısında baş vurdukları en pratik yol, onlara göre en
iyi çözüm; böyle lider durumunda olanları öldürmek, vücutlarını ortadan kaldırmaktır.
Nitekim ABD'li Malkom X, Mısır'da Seyyid Kutub, Hasan El-Benna ve daha niceleri
bu yüzden şehit edilmişlerdir, bunlar çağımızın örnekleridir.
Allah(cc) İbrahim'i
(a. s) ateşten korudu. Enbiya Suresi 69. ayetinde açıklaması geçtiği üzere;
Nemrut ve etrafındakiler, İbrahim'i (a.s.) ateşe atarlar. Allah (c.c.)'de
ateşe; "İbrahim'e soğuk ve selametlik ol" emrini verir. Ateşi güllük
ve gülistanlık bir hale getirir.
İman edenler için,
işte bunlarda ibretler, alametler vardır. İbret, iman edenler içindir. İman
etmeyene ibret ve alamet bir sihir ve büyüden ibarettir. Biz iman edenlere
göre; ateşi yaratan ve ona yakma Özelliğini veren Allah(cc)'dır.
"Yak" dediği zaman yakar. "Yakma" dediği zaman yakmaz, bunu
böyle kabul ederiz.
Ateşin yakmaması bize
Allah'ın büyüklüğünün vede herşeyin onun emri altında olduğunun işaretidir.
İnançsıza göre bu olay
görme ve hissetme duyularının yanılmasıdır. Ateş yakar, yakmamazlık yapmaz,
mutlaka bunun bir bilimsel açıklaması vardır diyerek geçiştirir.[28]
25-
(İbrahim) dediki "Siz ancak dünya hayatında aranızda bir sevgi oluşturmak
için Allah'dan başka putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü birbirinize
küfredeceksiniz, birbirinize la'net edeceksiniz. Sığınacak yeriniz ateştir.
Size hiçbir yardımcı da yoktur.
Bu ayet İbrahim'in
(a.s.) diliyle, puta tapınmanın psikolojik yönü üzerinde durmaktadır.
İbrahim(a.s.) dediki; siz, Allah'tan başka şu putları dünya hayatında aranızda
sevgi oluşsun diye; Allah'ı bırakıp bir takım putlara tapındınız. Yoksa
bunların ilah olmadığını siz de biliyorsunuz. Tunçtan, taştan, ağaçtan,
alçıdan, yaptığınız bu heykellerin size bir fayda sağlamadığını, size bir yemek
ve rızık vermediğini, halinizi arz edip size yattığı yerden çözüm vermediğini
siz de biliyorsunuz. Günümüzde de, bazı insanlar bu heykellere tapınılmadığını,
o heykellerin, bir ilah olamayacağını belirttiği halde, belirli gün ve olaylar
sonunda gidip onun huzurunda saygı duruşunda bulunmakta, onun etrafında
kenetlenerek, onun aleyhinde laf söyletmiyorlar. Bunu kendi menfaatlerini
korumak, bir sevgi birliği meydana getirmek için yapıyorlar. Rusya'da Lenin,
bolşevik ihtilalini yaptığında, bütün dinleri ortadan kaldırır ama halkı bir
yerde toplayabilecek, onları etrafında kenetlendire-bilecek birşeye ihtiyaç
olduğunu bildiği için; her tarafa kendi heykelini dikiyor. İşte bu puta,
heykele ibadet veya tapınma bu şekilde ortaya çıkıyor. Lenin de biliyorduki;
kendi heykeli o insanlara bir fayda, menfaat temin etmeyecek, onlara yemek ve
rızık dağıtmayacak. O kendi çıkarının o şekilde korunup, devam edeceğini
biliyordu.
Bu dünyada menfaat ve
çıkar çetelerinin düzeni bu şekilde devam ederken, ahirette ise ayeti kerimenin
ifadesiyle; kıyamet gününde birbirinize karşı nankörlük yapıp, birbirinizi
inkar ve lanetleyeceksiniz. Ahzab suresinde de geçtiği gibi; "Yarabbi
dünyada öncülerimize büyüklerimize itaat ettik, onlar bizim yolumuzu
sapıttırdılar. Ey rabbimiz onlara azabını iki kat et ve onlara lanet et"
diyecekler ve karşılıklı lanetleşecekler. Onların varacağı yer cehennemdir,
onlara da yardım edecek yoktur.[29]
26- Lut, Ona
(İbrahim'e) iman etti ve "Ben Rabbime hicret ediyorum, şüphesiz O
Aziz'dir, Hakim'dir" dedi.
İbrahim (a.s.)'ın
ateşte yanmadığım görünce, Lût (a.s.), İbrahim'e (a.s.) iman eder. Daha sonra
da Allah (c.c.) Lut (a.s.)'ı da peygamber olarak gönderir. O'nu da risalet
görevi ile görevlendirir. İbrahim (a.s.) Allah'ın emirlerini yaşayamaz bir
duruma gelince; "Ben Rabbimin emrettiği yere (Harran'dan- Filistin'e)
hicret edeceğim" dedi.
Bu hicretteki
amaçAllah'ın(cc) emirlerini yerine getirmek ve bu doğrultuda hareket eden bir
toplum meydana getirebilmek içindi.
Bazıları;
"doğduğun yere değil, doyduğun yere bak" şeklinde bir tekerleme
söylüyorlar, bu yanlış bir ifadedir. Doğrusu ise; "Doğduğun yere değil,
dinin en güzel yaşandığı yere bak" şeklinde olmalıdır.
Zira kişi ekmek
peşinde değil, ekmek onun peşinden gelmelidir. Tersi olursa kişi dünya için
çalışmış olur. Ahireti Öne alırsak, dünya mutlaka arkadan gelecektir. Dünyayı
öne, ahireti arkaya attık mı, bu da kişiyi helak eder.
Mü'minun suresinin ilk
ayetlerinde; onlar zekatlarını verirler, ayetinin diğer bir anlamı da;
"onlar zekat vermek için çalışırlar" buyrulur.
Yani ahiret için
çalıştıkmı, aynı zamanda bu dünya nimetleri için de çalışmış oluyoruz. Kur'an'a
uygun yaşamak, ahiret için çalışmak, hiçbir zaman kişinin dünyasını ihmal
etmesine fırsat vermemiştir, arkasından dünyayı da yuvarlayıvermiştir.[30]
27-
İbrahim'e (oğul olarak) İshak'ı ve (torun olarak) Ya'kub'u verdik. Nesline
peygamberlik ve kitap verdik Ona mükafatını dünyada verdik. Şüphesiz O,
ahirette de salihlerdendir.
İbrahim (a.s.), hanımı
Sare validemiz ve de Lût (a.s.) ile birlikte hicret eder. Gittiği yerde
Allah'ın(c.c) lütfü keremiyle, oğlu İshak(a.s.) ile is-hak'ın oğlu (İbrahim
(a.s.)'m torunu) Yakub(a.s,) dünyaya gelir. Allah(cc) İbrahim'e (a.s.) öyle bir
zürriyet veriyor ki; O zürriyetten birçok peygamber dünyaya gelmiştir. Bu
peygamberlere de, Allah (c.c.) kitap ve sahifeler vermiştir.
Allah (c.c);
"İbrahim'e dünyada mükafatını verdik, ahirette de salihlerden kıldık
buyuruyor. Dünyadaki ücreti; devletini kurdurması ve en çok sevilen
peygamberler arasına girmesidir.
İbrahim(a.s.)'ın bütün
dinlerde ve milletlerde ismi geçer. Mesela bizde "İbrahim'dir,"
yahudilikte "Abraham" şeklinde telaffuz edilir. Oğullarından, İsmail'in
neslinden Hz. peygamber gelmiştir. İshak (a.s.)'ın neslinden de, beni israil
oğullarının peygamberleri gelmiştir.[31]
28- Lut'u da
(peygamber olarak gönderdik) o kavmine şöyle demişti; "Alemlerde hiçbir
kimsenin sizden önce yapmadığı bir fuhşu siz yapıyorsunuz.
29- Siz hala
erkeklere gidecek, yolu kesecek ve toplantılarınızda kötülüğü yapacaknıısıniz?
Kavminin cevabı "Eğer doğru soyuyorsan haydi bize Allah'ın azabını
getir" demek oldu.
Lut (a.s.) kavmine;
"Siz öyle bir fuhuş ve ahlaksızlık yapıyorsunuz ki, sizden öncekiler bunu
yapmamıştı" diyor. Yani bugünkü homoseksüellik denilen ibneliği dünyada
ilk icad eden bir toplum oluyorlar. Hz. Adem (a.s.) dan Lut (a.s.)'a kadar hiç
bir kavim böyle birşeyi yapmamış, ilk defa onlar yapıyor.
Siz hala kadınları bırakıp
erkeklere mi gidiyorsunuz? ve insanların yolunu mu kesiyorsunuz?, siz kendi
aranızdaki toplantılarınızda bu kötü işimi işliyorsunuz.? Bu ayette geçen
"Niye bunları yapıyorsunuz? şeklindeki soru, sakın bunları yapmayın
anlamındadır.
Lut (a.s.)'m kavminin
cevabı; (onları kötü amelden yasaklamasına rağmen) "Eğer doğru
söylüyorsan Allah'ın azabını getir. Bizi Allah'ın azabı ile tehdit ediyorsun,
gerçekten doğru sözlü isen o azabı hemen başımıza getir" olmuştur.
O günün kafirleri ile
günümüz inançsızları arasında hiçbir fark yok. Aynı şeyleri inkar ediyorlar,
inkar ettikleri şeylerin mazeretleri de aynı. Bugünküler de; Allah varsa azabı
ile bizi çarpsın, bizi helak etsin şeklinde sözler sarf ediyorlar.
Kur'an-i Kerimin
çeşitli sure ve ayetlerinde, geçmiş Peygamberlerin ümmetlerinin yapmış olduğu
kötü fiilleri ve ahlaksızlıklarını, bizlere lazım olacak şekliyle anlatmasının
hikmetlerinden biri de; bizleri teselli etmek ve günümüzdeki imansızların
yapmış olduğu ahlaksızlık karşısında, moralimizin bozulmaması içindir.
Nitekim bazı imanlı
kardeşlerimiz, günümüzdeki ahlaksızlıklar karşısında; "bu dünya düzelmez
gayri" şeklinde bir kanaate sahipler. Tabiki bu, ülkemizdekilerin yapmrş
oldukları ahlaksızlığa bakarak verilen bir - karar. Bat id ak ilerin i görseler,
küçük dillerini yutarlar. Merhum Necib Fazıl Kısakürek; Paris ve diğer bazı
Avrupa şehirlerini gezer oradaki ahlaksızlığı bizzat kendi gözleriyle görür ve;
-Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama. Çatla Sadom-Gomore, patla Bizans ve
Roma. mısralarını yazar. İşte bu Sodom-Gomore Lut (a.s.)'ın kavminin yaşadığı
şehirlerin adıdır. N.F. Kısakürek; Sodam-Gomore'nin yaptığını bugünküler
fersah fersah ileri geçtiler diyor.
Şairlerin dili,
ifadesi, çevik ve keskin olur ama ben, merhum Necip Fazıl'ın bu görüşüne
katılmıyorum. Ayetin anlattığı bu Lut kavminin yaptığı ahlaksızlığı bu
günkülerin geçmesi mümkün değildir. Onlar bu ahlaksızlıkta o kadar ileri
gidiyor ki,... ifadesi mümkün değil. Ayetler gayet beliğ bir şekilde bunu izah
edivermişler. Lut Aleyhisselamm evindeki misafirlere zorla tecavüze
yeltenmişler vede helak olmuşlardır.
Günümüzün Lutileri,
Lut (a.s.) zamanmdakilerine göre biraz daha edebli. Hiç olmazsa şehrin belirli
mahallesinde toplanıp, ahlaksızlıklarım da ticaretlerini de, kendi aralarında gizli
olarak yapıyorlar. Lut (a.s.)'ın Kavmi ise bu işi aleni olarak, açıktan açığa
yapıyor. Ayette; "Siz bu edepsizliği; insanları toplayıp, belirli
biryerde, gurub halinde yapıyorsunuz" şeklinde ifade ediyor.
Ayette geçen
"Nadi" kelimesi; meclis, parlemento anlamına da gelir. Darun Nedve de
geçen "Nedve" kelimesi de bunun bir isbatıdır. Lut (a.s.)'m kavminin
ileri gelenleri, toplumu yönetenleri ve parlementerleri, bir araya gelip karar
aldıkları yerde, bu işi yapıyorlar.
Günümüzün İngiltere
parlementosu bu Lutilik ahlaksızlığı ile ilgili bir karar alıyorsa, onu teşvik
edici olarak bunu çok görmemek gerekir. İşte Allah (c.c), "bunların
silahlarına, gücüne ve de ahlaksızlığına bakıp da, moralinizi bozmayın."
diyor. Böyle bir ortamda Allah (c.c.) Lut (a.s.)'a iman etmeyenleri helak edip,
O'na devletini kurdurmuştur ve de O'na inananları kurtarmıştır[32]
30- (Lut)
Dediki; "Ya rab bozgunculuk yapan bu kavme karşı bana yardım et.
Bu ayette olduğu gibi,
Peygamberler kavimlerinin aleyhine dua etmiştir. Lut (a.s.) yapmıştır, Nuh
(a.s.) da yapmıştı. Hz. peygamber de; "Bi'ru-1- Maune'de" şehid
edilen, 70 hafız sahabeyi pusuya düşüren Kabile için, bir ay süreyle Sabah
namazlarının ikinci rek'atmdan sonra "Kunut" duasında onları
lanetlemiştir.
Böyle olmakla beraber
genelde Efendimiz; "Yarabbi bunlar ne yaptıklarım bilmeyen topluluktur.
Bunlara hidayet eyle" diye dua etmiştir. Taif den dönerken kendisini
taşlayanlara yaptığı dua gibi.
Bir mü'min olarak Hz.
peygamber gibi dua etmemiz gerekir. Kafirler aleyhinde beddua eden, lanetleyen
bir mü'mini de çok görmemek gerekir. O da Hz. Nuh (a.s.) gibi hareket etmiş
oluyor. Nuh suresi 26-27. ayetlerinde; "Yarabbi imansızlardan yeryüzünde
hiçbir kimseyi bırakma, çünkü sen onları bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve
münkir, facir doğururlar" şeklinde dua etmiştir.
Biz bugünde Efendimiz
gibi, hidayetlerine ve ıslahlarına dua edelim.[33]
31-
Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde " Biz bu şehir halkını helak
edeceğiz. Bu şehir halkı zalim oldu" dediler.
Bu ayetin bir benzeri
de Hud suresi 69. ayetinde geçmiş ve orada tefsir etmiştik. İbrahim'(a.s.)
Misafir perver bir peygamberdir. "Halil İbrahim Sofrası" ata sözümüz
bunun bir ifadesidir. İbrahim (a.s.)'m sofrası, çeşit olarak çok olduğu kadar,
herkese açıktı.
Melekler Lut (a.s.)'ın
kavmini helak etmeden önce İbrahim (a.s.)'ın yanına gelirler. İbrahim (a.s.)
onlara bir buzağı pişirip sofraya koyar. Melekler yemekten yemeyince, İbrahim
(a.s.) korkar, Melekler ise; "Korkma, biz Lut (a.s.)'ın kavmini helak için
gönderildik ve de seni bir çocukla müjdeliyoruz" dediler.
Günümüzde de bol
çeşitli ziyafet verenler var ama İbrahim (a.s.)'mki kadar devamlı değil. O'nun
sofrası inananlara da inanmayanlara da, Zenginine de fakirine de, herkese
açıktı. Osmanlı zamanında daha çoktu ama günümüzde tektük devam eden
"imaret haneler", bu Halil İbrahim sofrasının bir devamı
niteliğindedir.
Melekler, halkı zalim,
sının aşmış bu şehir halkını helak etmeye gelirler. Yukarıda belirttiğimiz
gibi melekler İbrahim (a.s.)'m yanına gelip ona Lut (a.s.) kavminin helakini
haber verince; İbrahim (a.s.) dua eder ve duası kabul edilmez. Bunun üzerine
İbrahim (a.s.);[34]
32- (İbrahim)
"O şehirde Lut'da var" dedi. (Elçiler) orada olanları biz biliyoruz.
Onu ve ailesini kurtaracağız. Hanımı hariç o geride kalanlardan oldu"
dediler.
"Orada Lut (a.s.)
vardır."diyor. Mevlana Mesnevisinde şöyle bir olay anlatıyor; Gazneli
Mahmud Sünni bir komutandı, İranda Şiilerin oturduğu bir şehri fetheder. Oranın
halkı; "dur bizi helak etme, kılıçtan geçirme" diye yalvarır. O'da;
"Bir şartla, bu şehirden Ebu Bekir isminde birini bulup getirirseniz sizi
dinlerim" der. Şehir halkı hertarafı arar, araştırır bir türlü
bulamazlar. Sonradan , oraya birkaç gün önceden misafir olarak gelip, ismi
"Ebu Bekir" olduğu için eziyet edilip bir yere hapsedilen birisi
akıllarına gelir. Adamı hemen bulunduğu yerden çıkarıp, elbisesini
değiştirirler, karnını doyurup Gazneli Mahmudun huzuruna çıkarırlar. O'da Ebu
Bekir ismindeki bu zat'dan dolayı orayı yakıp yıkmaz.
İşte İbrahim (a.s.)
da; orada Lut isminde bir peygamber var, halkı ahlaksız ama O'nun adına, O'nun
yüzüsuyu hürmetine helak etmemelerini ister. Fakat melekler; "orada kimin
olduğunu biz daha iyi biliriz" dediler. Biz Allah'ın emri ile geliyoruz,
orada kimin olup olmadığını daha iyi biliriz diyorlar. Bir mü'min olarak biz de
mahallemizde kimin oturup, kimin oturmadığını veya oturan insanların hangi din
ve inançta olduğunu ne gibi niyet ve düşüncelerinin olduğunu bilmeliyiz.
Ayet bize bir olayı
anlatıyor, ama burıun yanısırada işareten bize bir-- şey ima ediyor. Nasıl ki;
Allah'ın(cc) görevlendirdiği melekler, görevlendirildikleri yerde kimin olup
olmadığım biliyorsa, biz de etrafımızdaki insanları bir müslüman olarak iyi
bilmemiz gerekir.
Melekler; Lut (a.s.)'ı
ve Onun ailesini, -hanımı hariç- kurtaraca-ğız" derler. Ailesinden maksat,
Lut'a (a.s.) iman edenlerdir.
Lut (a.s.)'m hanımı
bazılarının iddia ettiği gibi, fahişe değildi. Hiçbir peygamberin ailesi bu
şekilde olmamıştır. Bu şekilde olmadığına dair Tahrim suresi 10. ayetinde; Nuh
(a.s.) ile Lut (a.s.)'ın hanımlarının ikisi-ninde, Salih iki Peygamberin
nikahında olup her ikisinin de, Peygambere iman etmediklerini, inanmamalarından
dolayı kafir olup cehennemlik oldukları, fahişeliklerinden dolayı helak
olmadıklarını belirtmektedir. Ahlaksız fahişe olduğuna dair bilgiler
israiliyattan kaynaklanmaktadır.
Şu soru sorulursa;
imansız birisi ile peygamber nasıl yaşar? Cevap olarak; Allah (c.c.) bizim,
hıristiyan veya yahudi bir kadın ile evlenmemize müsade etmiştir. O günde
Peygamberine İman etmeyen biri ile evlenmesine müsade etmiştir. İman gönül
işidir, fuhuş ise ayrı bir durumdur. Fuhuş olsaydı, peygambere bir leke
olurdu.[35]
33-
Elçilerimiz Lut'a geldiğinde onlar sebebiyle fenalaştı ve eli kolu daraldı.
Onlar (elçiler) "Korkma, üzülme biz, seni ve aileni kurtaracağız. Hanımın
hariç, çünkü geride kalanlardan oldu.
34- Bu şehir
halkının fasıkhk yapmaları sebebiyle üzerlerine gökyüzünden azap indireceğiz.
Elçilerimiz Lut'a
gelince (Hud suresinde de anlatıldığı gibi) Lut (a.s.)'m içi daraldı, korktu, sıkıntı
içine girdi. Gelen Melekler yakışıklı, erkek suretinde idi. Lut (a.s.) bu
misafirlerin kavmine zarar vermesinden endişelenmişti. "Kendisine fenalık
geldi; onlar yüzünden kederlenip takati kesildi.
Melekler; "Korkma
ve kederlenme, biz seni ve sana irnan edenleri, ehlini -hanımın hariç-
kurtaracağız, hanımın helak olanların arasında kalacak."
Biz bu şehrin halkına,
-yaptıkları kötülüklerden dolayı- gökyüzünden azabı indireceğiz.[36]
35-
Andolsun..! akleden kavim için o şehirden apaçık bir ayet (ibret)i geride
bıraktık.
Biz, aklı başındaki
milletler için, apaçık deliller alametler bıraktık deniliyor. Şu anda Lut
kavminin helak olduğu yerde Lut gölü var. Umreye giden dostlarımız anlattılar;
suyu ağza alınamıyacak kadar acı ve suyun yoğunluğuda çok fazlaymış, etrafında
ve derinliklerinde araştırma yapan aıkeoloklar; eski harabelere ait izlerin
olduğunu belirtiyorlar. Yani bu harabeler Lut golü ve gölün çevresindekiler,
Lut kavminin helaki aklı başında olanlara birer ibrettir. Aklı başında
olmayanlar için ise bu kalıntıları ortaya çıkarıp müzelerine koyarlar, yine de
eski kötülüklerine devam ederler.
Roma'da Pompeyi'de
gezen bir grub arkadaşım nakletmişti ki, orası fuhuşta ileri gidip, daha sonra
ilahi kudretle lavlar altında kalan bir şehirdi. Lavlar altında kalan bu
insanların fosillerini çıkarmışlar. Fuhuş aleminde Allah'ın azabına yakalanıp o
şekilde kalmışlar... Bu fosilleri çıkaran, durumlarını gözleriyle de gören
insanlar, yine ahlaksızlığa, fuhuşa devam etmektedirler.
îslami yönde aklını
kullanamayan insan herşeyi yapar. Bazıları son zamanlarda "Aids"
çıktı da bu fuhuşun önüne belki geçilir kanaatındalar. Aids bir azabdır, ama
fuhuşu kesinlikle Önlemek ve insanı fuhuştan kurtarmak ancak imanla olur.
İnsanlar akıllarını kullanamıyor, nefislerinin heva ve heveslerine, arzularına
esir oluyorlar.
Dünyaca ünlü bir
Aidsli gelip, insanlara ahlaksızlık teklif etse, fuhuş teklif etse, binlerce
insanlar onun bu mikrobu taşıyıp taşımadığına bakmaksızın Kuyruğa girerler.
Onun için bu Aids mikrobunun az olduğu ülkeler bugün islam ülkeleridir. Fakat
dikkat edelim..! buralara da kan yoluyla bu mikrobu sokmaya çalışıyorlar.[37]
36- Medyen'e kardeşleri Şuayb'i gönderdik.
"Ey kavmim, Allaha ibadet ediniz, Ahiret gününe ümit besleyin, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak, anarşi çıkarmayın" dedi.
Şııayb (as)'ın Kavmi
olan Meclyen halkı,' Hindistan'dan Yemen'e ve Şam'a kadar, oradan da o günün
Avrupasma kadar tüccarların kesiştiği yerde ticaret yapan bir toplumdu.
Avrupadan gelen tüccar ile Hindistan'dan gelen tüccar, medyen halkının
yaşadığı yerde buluşuyor.
Hud suresinde de
geçtiği üzere, Şuayb (as) onlara; ölçü ve tartıda hile yapmayıp, adaletle
yapmalarını emreder, fakat Onun toplumu;[38]
37- Onlar
Şuayb'i yalanladılar da hemen onları bir
sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöküverdiler.
38- Ad ve
Semud'u da (helak ettik) Bu size yurtlarından belli olmaktadır. Şeytan onlara
amellerini süsledi, onları yoldan alıykoydu.
Halbuki onlar açıkgöz
idiler. "Ad ve Semud" kavmine de Allah'ın azabı geldi. Onlar da
Peygamberlerini yalanladılar, Sizin için de onların meskenlerinden ve
evlerinden apaçık deliller ortaya çıktı. Ad ve Semud kavminin yaşadığı yerler
ki; Suudi Arabistan'ın güney tarafı ile kuzey tarafındaki Tebük civarlarında,
onlarla ilgili harabeleri ve onların üzerine gelen, -Allah'ın azabı ile yerle
bir olduğuna dair- alamet ve işaretleri o günün Mekke halkı görüp bilip
duruyordu.
Saffet suresi 137.
ayetinde; "Lut kavminin diyarından sabah ve akşam geçip gidiyorsunuz"
buyruluyor.
Görüyorsunuz ad ve
semud kavminin başına gelenleri, ticaretinizde islami kurallara uyunuz, bu
kötülükleri yapmayınız. İslamın da iktidar olması ümidinizi kesmeyiniz.
Peygamberler dünyada devlet oldular. Siz de onların yolundan giderseniz devlete
kavuşursunuz.
Allah(cc) imansızların
kötülükleri yapmasının sebebini de; şeytanın onlara amellerini süsleyerek
onları hak yoldan çevirmesi olarak bildiriyor. Üstelik bunlar görgü sahibi,
açık gözlüdürler, şeytana papucu ters giydiren tiplerden. Kendilerine göre
akıllı insanlardı, Ama şeytan onlara amellerini süsleyerek gösteriyor. Şeytan,
arkasından geri zekalı insanları sürükleyip götürmüyor, nerede kendisini
açıkgöz, zeki zanneden insanlar varsa onların peşinde.
Bu akıllı, zengin,
ilmi kariyeri yüksek insanların, şeytanın peşinde olmaları, onların doğru
istikamette olmalarının kanıtı değildir. Aksine onlar, hep dünyalık peşinde,
menfaat peşinde olduğundan dolayıdır. Bunlar nefsine hoş geldiği için; faizi,
zinayı, kumarı haram olarak görmemektedirler.[39]
39- Karun'u,
Firavun'u ve Haman'ı da (helak ettik). Andolsunki, Musa onlara beyyinelerle
gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. (Azabımızdan) Kaçamazlar.
Bu ayette bahsedilen
imansızların üçü de aynı dönemde yaşayıp, üç ayrı konuda küflün elebaşlarıdır.
Kur'an-ı Kerimdeki
ifadeleri anlamada; birinci olarak mana Önemlidir, ikinci olarak da bu manayı
ifade eden sözlerin dizilişleri önemlidir.
Ayette önce,
"Karun" zikrediliyor ki; bu ekonomiyi ele geçiren, ekonomik güce
sahip küfrün elebaşısıdır. "Firavun" ise yönetimi ele geçiren küfrün
elebaşısıdır. "Haman" da ilmi kariyeri olan ilimdeki, bilgideki
küfrün elebaşısıdır.
Şimdi sıralamada ilk olarak,
ekonomide küfrün elebaşı olan Karun zikrediliyor ki; bu zulme dayalı olan
devletlerde, en büyük gücün ekonomi olduğunun bir işaretidir. İkinci güç
yönetimi, söz geçirmeyi yani devleti elinde tutanlarındır. Ondan sonra da
Haman'ı zikretti, ilimde ileri gitmiş küfrün elebaşısı ilim adamlarıdır.
Son 15-20 seneye
baktığımız zaman, genelde ülkemizde yöneticiler büyük patronların yanında
çalışmış kişilerdir. Veyahutta devletin aldığı kararlarında ekonomik güce sahip
insanların sözü geçmektedir.
Ama Osmanlı devletinde
bu yönetim olayı değişikti. Her nekadar bazıları Osmanlı'nın aleyhine
fikirlerde söyleseler de, bu Osmanlı'yı araştırmamalarından kaynaklanmaktadır.
600 yıllık bir devlette 600 tane yanlış olsa azdır. Yemen'den Viyana'ya kadar
yaptıkları eserlerin fotoğraflarını kitap yapsalar, kitaplar dolusu bir
kütüphane olur. Ama iki inançsızın yazmış olduğu kitaplara dayanarak
söylenilenler ve bir sürü inançsıza lanet edilmesi gerekirken, Osmanlı'ya
lanetler yağdırmak büyük bir haksızlıktır.
Osmanlı, yönetime
gelecek olan bir adamı, hiçbir ekonomik gücün önünde eğdirmeden eğitimden
geçirmiştir. Padişahın ne para sıkıntısı ne kadın sıkıntısı, hiç bir şeyi
yoktu. Haremlikte yetiştirilirken İslam şeriatından, musikisinden edebiyatına
diğer ilimlerine varıncaya kadar her şey öğretilmiş ve kültürlü biri ile de
evlendiriyorlardı.
En iyi yönetim;
kimsenin etkisinde kalmadan, kimseye minnet borcu olmayan yönetimdir. Ama
Kur'an'ın örnek verdiği, Karun gibi insanların denetiminde ve Firavun gibi
adamların yönetiminde yetişen insanların yönettiği devlet ise, Pavlos'un köpeği
gibi şartlanıp; Karun'ları ve Firavun'ları gördükçe ceketini düğmeleyip hazır
ol vaziyetine geçer.
Üçüncü sırada da Haman
var. O da ilim adamlarını temsil ettiği için, ilim adamlarının da devlet
yönetiminde ve insanlar üzerindeki etkisi 3. derecededir.
Musa (as) onlara
delillerle, mucizelerle gelince kibirlendiler. Karun, Musa (as)'a karşı mal ve
servet çokluğu ile kibirlendi. O'na; "Ne kadar servetin var? eğer akıllı
olsan benim gibi biraz servet edinirdin" diyor.
Günümüz insanları da
aynı mantıkla hareket etmektedirler. Şöyle alim, böyle bilgili dendiğinde,
"ne kadar serveti var?" diye araştırıyorlar. Firavun'un karşısına
çıkınca, Firavun da Musa (as)'a karşı; "Kaç-tane arkanda adamın var? Benim
ise ordularım var" şeklinde kibirlerip, büyük-lendi.
Günümüz
demokrasilerinin aldatmacası da bundan kaynaklanıyor. "Bak benim arkamda
şu kadar adamım var, şu kadar kişi bana oy vermiş" mantığı devam
etmektedir, demokrasi aldatmacası ile devam eden bu mantık, Musa (as) zamanında
da yukarıda izah edildiği vecihle devam ediyordu. Hâman ise, Musa (as)'ın
bilgisizliği ile eğlendi. Zira Hâman "Kıpti" tarihini biliyordu.
Kendisini herşeyi bilen olarak kabul ettirmişti.
İşte bunlar, Rabbini
geçecek değillerdir. Allah'ın azabından kurtulacak, her yönden de Rabbinden
üstün olacak değillerdir. Onları yaratan ve öldürecek olan da O'dur.[40]
40-
Herbirinin günahı sebebiyle yakaladık Kimine taş yağdıranı gönderdik, kimini
sayha (korkunç ses) yakalayiverdi, kimini o (günah) sebebiyle yere batırdık,
kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendilerine
zulmetti.
İşte ekonomisine
güvenen Karun, otoritesine güvenen Firavun, üniversiteyi elinde tutan
Hâman....Ayette; "Hepsini de günahları sebebiyle y akalayı verdik, onları
günahları sebebiyle cezalandın verdik." buyrulu-yor.
"Onlardan bir
kısmının üzerine taşlar yağdırdık, bir kısmım da şiddetli bir ses ile helak
ettik, bir kısmını da -altlarından yerin kayıvermesi ile-malını ve mülkünü yok
ediverdik." Bununla kastedilen Karun'dur. Üzerlerine taş yağdırılan ve
şiddetli sesle helak edilen Ad ve Semud kavmidir.
Onlardan bir kısmını
da suda boğdu. Suda boğulan kavim de Nuh (as)'ın kavmidir ki; O'nun
peygamberliğini kabul etmemişlerdi.
Günümüzün
inançsızlarının Hz. Peygamber için, "Bir dahidir" deyip de
Peygamberliğini kabul etmedikleri gibi kavmi de; Nuh (as)'ı kabul edip O'nun
Peygamberliğini kabul etmemişlerdir.
İşte Allah(cc)'ün bu
kavimlerin başına taş yağdırması, ses ile helak etmesi, suda boğması gibi
azabları insanalara zulüm olması için değil, bilakis bu insanların
kendilerinin zalim olmasından dolayıdır. Allah(cc) onlara zulüm edici
değildir. Fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdir.
Peygamberler şu, şu
haramları işlemeyin diyor; Elektrik tehlikesini bilen bir adamın elektrik
tellerine yaklaşan kişiye; "bu tellere yaklaşma, elektrik çarpar"
diye uyarıldıktan sonra. Bu uyarıyı dikkate almayan adamın, ölmesinin sebebi
kendisinin elektrik tellerine yaklaşması olduğu gibi. Zulme uğrayan insanlarda uyarıcı
insanların uyarılarına uyması gerekir, aksi halde zulme uğramalarının sebebi
kendileridir.[41]
41-
Allah'dan başka sığınacak dostlar edinenlerin durumu örümceğin durumuna
benzer. Şüphesiz evlerin en zayıfı Örümceğin evidir, "keşke
bilselerdi."
Zirvedeki kafirlerin
durumlarını anlattıktan sonra onlarla ilgili bir de örnek veriyor.
"Allah'tan başka kendilerine yönetici ve dost edinenler, örümcek
misalidir."diyor. Kafirleri örümceğe benzetiyor. Kafiri görünce örümceği,
örümceği görünce de kafirleri hatırlamak gerekir. Zira bu ayet açıkça bunu
ifade ediyor. Makamı, mevkii ne olursa olsun Allah'ın ayetini inkar ediyor,
O'nun varlığını ve birliğini kabul etmeyen örümcek gibidir.
Örümcek kendine bir ev
edinir. Ama evler içinde en zayıfı, örümceğin evidir. Küfür, sistemini oturtmak
için önce kendisine bir yönetici seçer, sonra bu yönetimin yerleşmesi için
çeşitli gizli servisler ve dünyanın çeşitli yerlerine üsler, ateşeler,
konsolosluklar kurup ağlarını geliştirilen İşte bu, küfrün Örümcek ağına
benzeyen ağıdır.
Müslüman da bunları
çok güçlü, yıkılmaz, parçalanmaz sistemler, kuruluşlar olarak zanneder.
Bunlarla başa çıkmanın, onlara galip gelmenin çok zor olduğu kanaatine varır.
Nitekim günümüz müslümam da hemen hemen buna inanma eğiliminde. Halbuki güçlü
gibi görünen bu sistemler örümceğin ağı gibidir. Sineğin örümcek ağma
takıldığı gibi, bazan müslümanlarda takılabiliyor. Ama Mehmet Akif Ersoy'un
arkadaşı Ferit Kam bu ayetle ilgili olarak,
"Tutulur
sinekler, lakin yırtar geçer kuşlar Örümcek ağına benzer bugünkü kanunlar."
diyor.
Bu ayetten alınan
ilhamla yazılmış, söylenmiş bir şiir. İşte bugünkü dünya kanunlarına, sinekler
gibi güçsüz olanlar tutulur. Ama kuş gibi güçlü olanlar kanunları da deler
geçer.
Günümüzün kanunları da
güçlü olana, kuvvetli olanlara işlememektedir. Mesela bizde parlementerlerin
dokunulmazlığı vardır. Biz müslümanlar kuşlar gibi güçlü olmamız gerekir. Güçlü
olmak için de, Peygamberlerin yolundan gitmek, onları kendimize -her yönüyle-
yaşayan canlı örnekler edinmemiz gerekir.[42]
42- Şüphesiz
Allah, onların Allah'dan başka yalvardıkları şeyi bilir. O Aziz'dir, Hakim'dir.
Allah yarattığı
herşeyi bilir. Onun için o ilahlardan korkmayın, onları da yaratan Allah'a
ibadet edin ki; O her şeye gücü yetendir. Yarattığı her şeyde hikmet sahibi
olandır.[43]
43- İşte bu
misalleri insanlara veriyoruz. Onları ancak alimler anlar.
Biz, bu misalleri
insanlara açıklıyoruz. Bu misallerden ancak alim olanlar anlar. Onlar
aklederler. Alim olmayanlar bunlardan ibret çıkaramaz. Bu ayette
"teşbih-i temsili" vardır. Teşbihi temsili demek; benzetilen yönler
birden çok ise, bu teşbihi temsilidir. "Ali, Aslan gibidir" teşbihinde,
benzetme bir tanedir. O da cesarette aslan gibi olmasıdır. Yukarıda geçen,
kafirlerin amellerinin örümceğin evine benzetilmesi, teşbihinde birden çok yön
vardır.
Küfrün de örümcek
ağına benzeyen bir ağı vardır. İşte bazı din kardeşlerimiz bu ağın başlangıç
noktasını arama ve araştırma yapma eğilimindeler. Benim kanatım buna gerek
yoktur. Bir yerinden başlayıp, küfrün ağını atmaca ve şahin kuşlarının örümcek
ağını delip geçtiği gibi delip geçmek gerekir.
Nitekim Afganistanlı,
başlan sarıklı, büyük şalvarlı insanlar Rus kafirinin ağını kırık dökük
silahlarıyla deliverdiler.
Bir arkadaş;
"Taşkent Elden Nasıl Çıktı" diye bir kitap getirmişti. Ben de;
"o kitabı ben okumam, bana "Taşkent nasıl elde edilir'i" anlatan
kitap getir" dedim. Allah(cc) insana iki kulak vermiş, bu kulakların da
yönü öne doğru, önden gelen sesleri almaya ayarlanmış, arkadan gelen sesleri
daha az alır. Onun için biz de; daima ileriye dönük programlar yaparak,
hedefimiz daima ileri olmalıdır.[44]
44- Allah
gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda müminler için ayet (ibret)
vardır.
45- Kitaptan
sana vahyolunanı oku. Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz, fuhşiyattan ve kötülükten
alikoyar. Allah'ı zikretmek ise en büyük (iş)dir. Allah yaptıklarınızı bilir.
İnsanların iyi gününde
de, kötü gününde de Allah'ın kitabını okumaları istenmektedir. Efendimiz
(as)'ın şahsında bize hitaben; (Manasını anlamak ezberlemek ve gereği ile amel
etmek üzere Ey Rasülüm) Sana vahyedilen Kur'an'ı oku ve namazım da kıl. Ayet
zahiren Hz. Peygamber'e emirdir, ama bu aynı zamanda biz ümmetine de şamildir.
Kur'an'ı Kerim'i
hakkıyla okumak; harflerin mahrecine dikkat ederek manasını da anlayarak ve gereği
ile amel ederek okumaktır. Hakkiyle okuma da bu üç hususun bulunması gerekir.
Allah'ın ayetlerini
hem kendimiz okurken hem de başkalarına okurken manasını da bilmemiz gerekir.
Kur'an, bir ölüm anında okunmak için değil kendisiyle amel olunması için nazil
olmuştur. Kendisiyle de istenilen amellerin gerçekleştirilebilmesi için de
manasının, anlamının bilinmesi iyi anlaşılması gerekir. Anlamadan okumak hedefe
ulaştırmaz.
Kur'an okuma emrinden
sonra ayet, ikinci emir olarakta herkese teker teker, namazı dosdoğru kılmamızı
emrediyor. Namazı dosdoğru kılmanın sebebi olarak; namazın insanı fuhuştan ve
kötü şeylerden alıkoyması gösterilmektedir. "Fahşa" kelimesi cimrilik
anlamına gelir. Kişiyi cimrilikten de ahkoyar. Yani; "şüphesiz namaz,
kötülük ve fuhuştan alıkoyar" buyrulmaktadır.
İmansız insanların,
müslümanlara en çok sataşıp rahattsız ettiği hususlardan biri namazdır. Namaz;
imansızın gözüne batar. "Sanki namazla herşeyi halledecekmisin, namaz
kılınca en iyi sen misin?, Namaz kılmakla mı kalbimiz düzelecek?"
şeklinde mü'minin namazına sataşılıp, rahatsız edilmek istenir. Onun için
mü'min namaz ibadetine daha çok önem vermelidir.
Allah'ın zikri ise
(namazda anmak) daha büyüktür, en büyük zikirdir, en büyük ibadettir. Allah'ın
zatıda ismi de en büyüktür.
Dünyada kendisini
büyük olarak kabul ettiren insanlar, zorba insanlardır. Zorla insanlara kendi
büyüklüklerini kabul ettirmişlerdir. Kainatta ise -inkarcıların gönlü hariç-
bütün yaratılmışlar Allah (cc)'a ibadet ve teşbih edip O'nun büyüklüğünü kabul
etmişlerdir.
Alimlerimiz, kişi
Allah'a en büyük ibadet olarak hangi ameli işlemeli? diye münazara yapmışlar ve
"namaz" olduğu kanatine varmışlar. Zira namazda hem Kur'an okuma hem
de rüku ve secde gibi hususlar vardır.
Sadece Kur'an okumak
da zikirdir ama, onda rüku, secde, kıyam gibi diğer hususlar yoktur. Namazda
dil zikri, beden zikri, kalp zikri vardır. Ariflerinde tariflerine göre namaz,
yaratılmış mahlukatın hepsinin ibadetini toplamıştır. Çiçek ve böcekler yerde
secde halinde ibadet ederler, namazda secde ibadeti var. Hayvanlar rüku halinde
ibadet ederler, ağaçlar dağlar kıyam halinde ibadet ederler ki, namazda bu
ibadetler var.
Bakara suresinde;
"Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyiniz" bu-yurulur. Namaz, ilk
günden beri müminlerin en büyük dayanağı, mescidler de en büyük sığınağıydı.
İnsan başına gelen felaket ve sevinçli olayları başkasına anlatma ihtiyacı
hisseder. Müminlerin ise böyle duygu ve düşüncelerini anlatıp teselli
bulacakları yer mescidlerdir. Mescidler olmasaydı müslümanlar nerelerde
buluşacaktı?
Bütün islami
hizmetlerin karara bağlandığı, uygulama için fikir birliği yapıldığı yer
mescidler olmuştur.
Hz. Peygamberin
mescidi; devlet konağı, üniversite ve askeri karargah idi.[45]
46 - Ehl-i
Kitapla en güzeliyle mücadele et. Ancak onlardan zulmedenler hariç. Şöyle
söyleyin: "Bize indirilene de size indirilene de iman ettik. Bizim
ilahımız da sizin ilahınız da birdir. Biz O'na teslim olmuşuz."
Mekke döneminde ehli
kitap hemen hemen hiç yoktu. Hz peygamber ilk müslümanlardan bir guruba Habeşistana
hicret için izin verince; Habeşistan halkının hıristiyan olduğunu ve
hıristiyanlığa göre yönetildiğini bildiği için, onlara bu ayeti okuyor.
"Ehli kitapla mücadele ederken, en güzeliyle mücadele edin, ancak onlardan
zalimleri hariç". Ayet ehli kitabtan olup, zalim olanlara da dikkat
çekiyor.
Türkiyede bazı
kardeşlerimiz ehli kitabla ilgili bütün ayetleri alırken ayetin, -bektaşilerin
"içkili iken namaza yaklaşmayın" ayetinden "namaza
yaklaşmayın" bölümünü aldıkları gibi- sadece bir bölümünü almaktalar.
Bunun için de Önceleri
koministlere karşı, bizim ABD kapitalizmini tutmamız gerekiyormuş? gibi
makaleler yazıldı. Allah (c.c) Maide suresinde ehli kitabın pişirdiği
yemekleri yiyebileceğimizi bildirmiştir.
Ayetde islâmı
anlatırken; nezaket kuralları içinde davranıp, haddi aşmamamız gerektiğini,
zalimlerine karşı da misli misline mukabelede bulunmamızın gereği vurgulanıyor.
Ehli kitapla mücadele ederken, en güzeliyle mücadele edeceğiz. Hristiyan olan
Habeş kralının sorduğu her soruya, Kur'an'dan ayetler okuyarak cevap veren
Cafer b. Ebu Talip en güzeliyle cevap vermiştir.
Ehli kitaba şöyle
deyiniz; Biz, hem bize hem de size indirilene (tevrat ve incil'e) iman ettik.
Bizim ilahımızla sizin ilahınız birdir. Yani siz de, biz de aynı ilaha iman
ediyoruz. Biz O ilaha (Allah'a) teslim olmuşuz.
Bakara suresi 135.
ayetinde yahudiler; "yahudi olun kurtulun, hıristi-yanlarda; hıristiyan
olarr kurtulun" diyorlar. Bu ayet 1400 yıl Önce ümmeti Muhammed'e nazil
olmuş bir ayet.
Aynı şeyi bugünün ehli
kitabı; "AT'a (avrupa topluluğu) girmeniz için bir şart vardır o da;
dininizden vazgeçip hıristiyan olmanızdır."diyorlar. Türkiye'den 30 sene
sonra müracaat edenleri alıyorlar, Türkiye'yi müs-lüman olduğu için almıyorlar.
Biz de onlara cevap olarak ayetin ifadesiyle; "Buyurun İbrahim'in
dinine" demek suretiyle onlarla olan ortak yönümüze dikkat çekeceğiz, zira
onlarda ibrahim (a.s.)'ı severler.
Bu 46. ayette de; biz
size indirilene de bize indirilene de inandık buy-ruluyor. Yani biz Hz. İsa'ya
da inanıyoruz. Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil'e de iman ediyoruz. Hz. Musa'ya
da ve O'na indirilen Tevrata da inanıyoruz. Sizin ile bizim tek olan ilahımız,
Allah'a (c.c.) teslim olduk, demek suretiyle onlarla aramızda olan iyi, olumlu
yönlere dikkat çekiyor ve olumsuz yönleri ortaya getirmeden davranmamızı
öğütlemektedir.
Hakikaten bazı
hıristiyanlar ülkemize gelip, camilerimizi gezip gördüklerinde etkilenip
müslümanlar arasına ibadet etmeye dalıveriyorlar. "Müslüman oldunuz
mu?" denildiğinde; "hayır..!, belki sizin dininizde haktır
düşüncesiyle ibadet ediyoruz" diyorlar.
Biz haklı olduğumuzu
onlara kanıtlayabiliriz. Zira biz hem onların kitap ve peygamberine inanıyor ve
hem de kendi kitabımıza ve Peygamberimize inanıyoruz. Böylelikle her iki
yönden kendimizi garantiye alıyoruz. Yanılma ihtimalimiz yok; ama onlar ise
bizim kitap ve peygamberimize inanmadıkları için, bize göre daha aşağı
durumdalar.
Kur'an'da hıristiyan
ve yahudiler fazlaca zikrediliyor. Çünkü Dünyanın yarıdan çoğu yahudi ve
hıristiyan, tarihde de savaşlar çoğunlukla yahudi ve hıristiyan ile
müslümanlar arasında cereyan etmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir.
Onun için ehli kitabı iyi tanımak gerekir.[46]
47- Böylece
sana da kitap indirdik. Kendilerine kitap verdiklerimiz ona (Kur'an'a) iman
ederler. Bunlardan (müşriklerden) da Kur'an'a iman edenler vardır. Ayetlerimizi
ancak kafirler inkar eder.
İşte böylece biz sana
da kitabı (Kur'an-ı) indirdik. Yani İncil'i Hz. İsa (a.s.)'a, Tevrat'ı Hz.
Musa'ya (a.s.) indirdiğimiz gibi, sana da bu Kur'an-ı indirdik. O kendilerine
kitap verdiklerimizden bir kısmı sana verdiğimiz kitaba inanır, ve bunlardan,
ona iman edecek kimseler vardır. Ayetlerimizi ancak kafirler yalanlar. Kimin ne
zaman iman edeceğini, kimin de iman çizgisinden -Allah korusun- çıkacağını
Allah(cc) bilir. Onun için "şu kafir imana gelmez" demeyin.
Leyla isimli bir
sahabi Habeşistan'a hicret için hazırlanırken, evinin önünden geçen Hz. Ömer;
(daha müslüman olmadan önceki hayatında) "Ne oluyor bir yere yolculuk mu
var?" diye sorar. Sahabi kadın da; "sizin zulmünüzden hicret
ediyoruz" der ve Hz. Ömer de; iyi yolculuklar diler gider. Sonra Sahabi
Lelya'nm kocası çıkar; "kiminle konuşuyordun?" der, Hanımı da; Ömer
bize iyi yolculuklar diledi deyince Kocası; Ömerin müslüman olacağını mı
zannediyorsun? demesi üzerine hanımı; "Vallahi Ömer'in Eşeği müslüman olur
da kendisi yine müslüman olmaz" der. Ama sonra Hz. Ömer müslüman olur.
Onun için konuşmalarımıza dikkat etmemiz gerekiyor.
Yine müslümanlar
Habeşistana hicret eder. Habeş meliki Necaşi'nin ülkesine sığındığında Necaşi,
hıristiyandır, Mekke'den gelen iki kişilik elçi oraya sığınan müslümanları geri
almak için müracaatlarında Necaşi; "müslümanları da dinlemeden
vermem" der ve müslümanlar dan Cafer b. Ebu Talip temsilci olarak
Necaşi'nin huzuruna çıkar.
Günümüzde olduğu gibi
protokola uymadan, yani kralın Önünde eğilmeden, dininden taviz vermeden
meseleyi anlatır ve Necaşi'nin müslüman olmasına sebep olur. Onun için
insanlara islamı anlatırken şahsiyetli bir şekilde taviz vermeden ve de bütün
herkesin müslüman olacağı ümidiyle, islamı anlatmak gerekir. Can boğazdan
çıkmadan hiç kimseden ümit kesmemek gerekir.[47]
48- Bundan
(Kur'an'dan) önce sen, herhangi bir kitap okumuş değildin. Sağ elinle de onu
yazmış değildin. (Eğer okuyup yazsaydın) o zaman batıl peşinde koşanlar şüphe
ederlerdi.
Mekke müşrikleri
Kur'an karşısında aciz kalınca, Hz. Peygambere iftira edip, "evvelkilerin
masallarını bize anlatıyorsun" diyorlardı. İşte bu iftiralarına cevaben
Allah (c.c); "Sen bundan önce hiçbir kitap okur değildin, elinle de yazı
yazmış değildin" buyuruyor.
Hz. peygambere
getirilen; "Allahümme Sallı Ala Seyyidina Muhammedin
Ninnebiyyil-Ümmiyyi" derken "Ümmi" kelimesi Kur'an'dan alınmış
bir kelimedir. Hz. Peygamber Ümmi bir insandı, okuma yazması yoktu.
Ayetin devamında; Eğer
okuma ve yazman olsaydı, O zaman batıl peşinde koşanlar şüphe duyarlardı,
buyruluyor. Zaten şüphe içindeler, bir de okuma yazması olsaydı bu şüpheleri
katbekat artardı.
Halbuki bütün
Mekke'liler bilirlerki; Hz. Peygamber (a.s.) okuma yazma bilmiyordu. Kur'an'ın
bunu haber vermesinin hikmeti de; günümüzdeki ve bundan sonra gelecek olan
Mekke müşrikleri düşüncesine de bir cevap olması içindir. Peygamber okuma yazma
bilmezdi. Bunları size Rabbinden bildirmektedir.
Yinede imansız, iman
kalb işi olduğu için bu tür şeylere inanmakta güçlük çekmekte. Bundan 1400 yıl
önce Ümmi olan, okuma yazma bilmeyen bu insan, bugünkü kurgu filimlerinin yeni
yeni ortaya koymaya çalıştığı, eşyanın biryerden biryere nakli veya insan
suretinin anında bir-yerden başka biryere uçması gibi olayları Hz. Süleyman
(a.s.)'ın yanındaki bir alimin yardımıyla "Saba Melikesi Belkıs'ın"
tahtını kendinden önce nakledivermesinden bahsetmesi ve bunu hayalinden
düşünmesi..., Yusuf (a.s.)'ın kokusunu 500 km'lik yoldan Yakup (a.s.)'ın duyması
ve bu okuma yazma bilmeyen kişinin bunu 1400 yıl önce haber vermesi.!!
İşte sayılamıyacak
kadar bu Örnekler, Kur'an'ın Hz. Peygambere Allah (c.c.) tarafından bildirildiğinin bir
delilidir.[48]
49- Hayır!!
Kur'an, ilim verilenlerin gönüllerinde apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi
ancak zalimler inkar eder.
Peygamberin, -okuması
yazması olmayan (Ümmi) birinin-, böyle şeylerden bahsetmesi, kendilerinde ilim
olan, ilim sahibi insanların nezdinde, onun peygamberliğinin delili ve
mucizesidir.
Ceza yasası profösörlerinden
birisi; "sanık, şüpheden yararlanır" kaidesini dersinde anlatmış ve
bu görüşün Alman hukukçularından filan kişiye ait olduğunu. Ve bu kuralın, ayın
keşfinden daha önemli olduğunu söylemiş.
Bende bu hukuk
fakültesinde okuyan öğrencilere "Şüphelerle cezayı gideriniz"
hadisini anlatmıştım, bu konuyu destekleyen bir başka hadiste Efendimiz;
"Affederek yanılmak, cezalandırarak yanılmaktan hayırlıdır" buyurmuş.[49]
Öğrencilerden biri söz ister ve bu hadisleri ceza hukuku hocasına arz eder.
Profösör; "hemen hadisin metnini tercemesini vede kaynağını yazarsanız
memnun olurum" der.
Sahasını bilen birisi,
Kur'an ve sünnette bazı prensibleri görüp, 1400 yıl önce söylenen, ortaya konan
bu kurallara dikkat çekmekte...
"Ancak zalimler
ayetlerimizi inkar eder." Zulümde, haksızlıkda, hak olanı yerine
getirmekte, akıl terazisinin dengesini bozmuş insanlar, ancak ayetleri inkar
eder.[50]
50-
Dedilerki; "O'na Rabbinden mu'cizeler indirilmeli değil-miydi?" Deki;
"Mu'cizeler ancak Allah'tandır. Ben ancak apaçık bir uyanayım."
Ve şöyle dediler:
"Peygamber olduğuna dair Allah'tan mucizeler indi-rilseydi" şeklinde
itiraz ettiler. Cevaben Allah (c.c); "Deki, mucizeler, ayetler Allah
katındandır. dilediği zaman gönderir dilediğinde göndermez. Ben apaçık bir
uyarıcıyım". Ben sizleri uyarmak ve bu hayat yolunun sonunda uyarılara,
emir ve yasaklara uymayana ateş var, dikkat edin yanmaym demeye geldim.
Bu hayat yolunun
sonunda; emir ve yasaklara uyanlara da cennet var, oraya gidin diye sizi
uyarmak için geldim diyor. Ben size mucize göstermek mecburiyetinde değilim,
mucizeler Allah kalındadır.
Biz de günümüzdeki
insanlara; böyle bir Peygamberin ümmetiyiz, O'na iman etmişiz, bu ölümlü dünya
hayatının bir sonu vardır sizi uyarıyoruz. Bu dünyadan sonsuz dünyaya
gittiğinizde cennet veya cehenneme gideceksiniz, tercih bu dünyadadır ahirette
tercih hakkı yoktur.
"Efendim bugün
müslümanlar perişan durumda, eğer islam iyi olsaydı, müslümanlar böyle olmaması
gerekirdi" gibi fikir ve düşünceler yanlıştır. Rabbim istese islamı aziz,
küfrü zelil eder. O'nun bileceği bir durum, bize düşen O'na kulluk yapmaktır.[51]
51- Onlara
okunan bu kitabı sana indirmemiz onlara (mu'cize olarak) yetmiyormu? Şüphesiz
bunda iman eden kavim için bir rahmet ve iöğüt vardır.
Onlara okunan ve sana
indirdiğimiz ayetler delil olarak onlara yetmiyor mu? Tabiatdaki ayetler
yetmiyor mu? Kur'an'da indirilen ayetler yetmiyor mu? Kişinin eline bakması ve
elindeki incelikler yetmiyor mu? O parmak uçlarındaki izler, Eli ile yaptığı
diğer işler... Eğer bu ayetler yetmiyorsa, yeni ayetler gelse bile ona da
inanmazlar, yeniden ayet göndermeye gerek yok.[52]
52- Deki:
"Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O göklerde ve yerde
olanı bilir. Batıla iman eden ve Allah'ı inkar edenlere gelince, işte onlar
zarara uğrayanların ta kendisidir.
Peki sizinle benim
aramda şahid olarak Allah yeter, benim peygamberliğimi bütün dünya inkar etse
yalnız Allah'ın (c.c.) benim peygamberliğimi kabul etmesi yeter. Bütün
insanlar sevmese, Allah sevse ne gam var..! bütün insanlar sevip, Allah sevmese
ne fayda, bu hayatta yaşıyoruz, onun için önemli olan Allah'ın sevgisini ve
rızasını kazanmak gerekir.
Yasin suresi 3.
ayetinde Allah (c.c); Hz. Peygamberin, peygamber olduğunu iki tekid edatı
kullanarak belirtmiştir. "Şüphesiz sen, hakikaten gönderilen
Peygamberlerdensin."
O Allah (c.c)
yerdekini de, göklerdekini de bilir. Allah'ı inkar edip batıla inananlar, işte
zararda olanlar onlardır. Belki, batıla imanın, küfre hizmetin sonunda bol
maaş, bol kredi şeklinde faydasını görmektedir. Ama bu da sınırlıdır, eceli
gelinceye kadardır.
Ecel de bir gün insana
gelir. Bu imkanlara da yaşının ilerlemesinden sonra kavuşur, onun içinde çoğu
nimetlerden faydalanamaz, midesinde ülser, ayaklarında romatizma, göğsünde kalb
olur heyacana ve sevinmeye gelemezler.[53]
53- Senden
azabı çabucak istiyorlar. Eğer belirlenmiş bir süre olmasaydı elbette azap
onlara gelirdi. Elbette (azap), onlar farkına varmadan ansızın geliverecek.
Senden azabın acele
inmesini istiyorlar. Eğer Allah'ın sünnetinde koymuş olduğu zaman, yani
"ecel" olmamış olsaydı; onlar böyle sözleri söyler söylemez, azab
onlara o anda gelirdi. Ama herşeyin bir zamanı vardır. Azab, birgün onların
başlarına ansızın geliverecek de onlar bunun farkına varamayacaklar.
İnsanoğlu acelecidir,
birşeyin ansızın olmasını ister. "Efendim şu, şu kötülükleri yapan
insanlara Allah niye azab etmiyor?" şeklinde tevhid akidesine de ters
düşen sözler söylüyorlar. Yani ben bu işi biliyorum da, Rabbim niye bilmiyor?
anlamına gelen bir söz oluyor. Gerçi bu niyetle söylenmiyor ama sabırsızlığın
bir neticesi olarak söylenmiş bir söz oluyor. Allah(cc) herşeyin zamanını ve
saatini en iyi bilendir. O azabın getirilmesi, belki de bizim aleyhimize
olacak bir durum olduğu için getirmiyordur.
Özbekistan'dan gelen
iki kişi ile tanıştım. Akşam namazını beraber kıldık. Namaz sonunda Kuran
okudum, Türkçe anlaşamadık ama Arapça ile gayet güzel anlaştık, konuştuk.
"Nasıl oldu da Rusya içinde böyle yetiştiniz" dediğimde; "Şeyh
Abdul Hakim bize gizli gizli arapça ve Kuran dersleri okutmuştu." dediler.
Demekki, bu dönemde
müslümanlar kendilerini hazırlayıp, ileriye dönük birşeyler yapmalı. Biz
elimizdeki mevcut güç ve imkanlarımızı kullanmalıyız.[54]
54- Senden
azabı çabucak istiyorlar. Şüphesiz, cehennem kafirleri kuşatmıştır.
Ayet yine
tekrarlanıyor. Senden acele azab istiyorlar. Halbuki ahirette cehennem
kafirleri kuşatacaktır.
Mevlana anlatıyor;
Ormanda hayvanlar toplanıp, Aslanla anlaşma kararı almışlar. Aslan, hergün
rasgele bir kaçımızı yiyeceğine, sırayla birimizi yesin, diğerleri de sırası
gelinceye kadar rahat etsin derler. Bu fikir kabul edilir, ama aslana götürmeye
kimse cesaret edemez. Buna kızan sinek ortaya atılır; "Neredeymiş o
aslan, çıksın ortaya da haddini bildireyim şuna" diyerek avaz avaz
bağırırmış. Halbuki bağırdığı yer aslanın başı imiş.
Mevlana; "bire
sinek, aslanın ne olduğunu anlamak ve ondan korkmak için ceylan olmak
gerekir." diyor.
Çocuk elektriğin
tehlikesini bilmediği için pirize parmağını veya elindeki oyuncağını sokar Anne
ve baba elektrikten korktuğu için değil onun tehlikesini bildiği için ondan
uzaklaştırır. Eğer biz Allah'ın azabından korkuyorsak, bu konuda bilgimizin
olmasından dolayıdır.
Kafirlerin Allah'tan
korkmaması; sineğin aslanın ne olduğunu bilmediği gibi, sinek tabiatlı olan bu
kafirler de, Allah'ın azabının ne olduğunu bilmeyip azabı acele istemelerinden
dolayıdır.[55]
55- O gün
azab onları üstlerinden, ayaklarının altından kaplar ve "yaptıklarınızı
tadın" der.
O cehennem günü
geldiğinde; Azab, onları üstlerinden, ayaklarından ve her taraftan bürür,
sarar. Yani üstleri alev, yanlan alev, ayaklarının altı alev... Ve dünya
ateşine benzemeyen kendine has özelliği olan bir ateş.
İşte o zaman Allah
(c.c); "yaptıklarınızın karşılığı olarak, tadın bu azabı" der. Bu,
kafirlere bir tehditdir. Yunus'un dediği gibi; -"herkes ateşini bu
dünyadan götürür" Nisa suresinde(ayet 10) tefsiri geçtiği gibi;
"yetim malı yiyenler karınlarına cehennem ateşi doldururlar" Yani bu
dünyada Allah'ın yasakladığını yapan, cehennem odununu çoğaltıyor demektir.
Peki ya mü'minler?
Mekke'de Mü'minlerin
zayıf olduğu, İslam devletinin kurulmadan önceki döneminde, Müslümanlara
işkence ve eziyetlerin yapılıp, mallarının talan edildiği, peygamber ve O'na
iman edenlerin "Şib-u Ebu Talib" denilen mahallin dışına
çıkarılmayıp, ekonomik ambargonun uygulandığı, alış verişin, hatta kız alıp
vermenin yasak olduğu bir dönemde, Allah (c.c.) şöyle buyuruyor;[56]
56- Ey iman
eden kullarım, şüphesiz benim yeryüzüm geniştir. Ancak bana ibadet edin.
Ey benim iman eden
kullarım! benim arzım geniştir. Ancak bana kulluk yapın. Herhangi bir yerde
İslamı yaşamak çok zor ise, Orada imansızlara ibadet ederek kalmayın, yeryüzü
geniştir. Başka bir ayette; "Allah'ın arzı geniş değilmiydi? Oralara
hicret etseydinizya." buyruluyor.[57]
Tarih boyunca, medeniyetin
gelişmesini ve yayılmasını sağlayanlar, genelde hicret eden muhacirlerdir.
Hicret edenler; geldiği yerin bilgisi ve kültürü ile hicret ettiği yerin bilgi
ve kültürünü birleştirip genişletip, geliştirerek ticarette olsun sanatta
olsun ileri gitmektedir. Birde hicret eden kişi gittiği yerde daima tayakkuzda
olur. Ya kazanamazsam veya başaramazsam diye çok dikkatli olur. Buda onu
başarıya, yani icadlara, gelişmelere götürür.
Onun için insanlık
medeniyetleri daima hicretlerle gelişmiştir. Hz. İbrahim (a.s.) hicret
etmiştir. Musa (a.s.) hicret etmiştir. Hz. Peygamber hicret etmiştir. İsa
(a.s.), Yusuf (a.s.) hicret etmiştir. Kurdukları devletler hep hicret
devletidir. Türkler orta asyadan hicret etmiştir. Bugünkü A.B.D. hicret
devletidir... Ancak Amerika'ya 1500 yıllarında sömürgecilerle birlikte giden
bir papaz, burada "milyonlarca yerlinin nasıl öldürüldüğünü"
hatıratına yazmıştır, bu hatırat Türkçeye de çevrilmiştir.
Yer değişimi insanlara
birçok menfaatlar sağlar. Onun için islamın ya-şanamadığı bir yerde imansızlara
itaat edip, bu dünyada alçak bir hayat yaşayıp, öbür dünyada cehennemlik
olmaktansa; Allah'a(cc) ibadet edebileceği yerleri araması, kişiye hem bu
dünyada izzeti, hem de ahirette cenneti kazandırır.[58]
57- Her
nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.
İnsanın iki endişesi
olur; bir can endişesi, bir de mal ve rızık endişesidir. 60. ayette mal ve
rızık endişesi üzerinde durulacak, bu ayette de can endişesi üzerinde
duruluyor.
İslamı yaşama ve onun
yücelmesi için çalışırken can endişesi çekmeyin. Allah'm(cc) yeri geniştir.
Küfrün hakimiyeti altında kalıp, Allah'ı(cc) tanımayan kafirlerin emri altında
kalıp ezilmeyin. Ecel geldiği zaman, bir an'hğına bile önceye veya sonraya
bırakılmaz. Eceliniz geldiği zaman, kişi nerede nasıl ve ne şekilde olursa
olsun ölümü tadacaktır.
Ayetlerde;
"Nerede olursanız olun, velevki gökyüzündeki burçlarda, kulelerde bile
olsanız, ölüm size ulaşır" buyrulmaktadır.[59] Onun
için kafirlere itaat konusunda ecelinizi bahane etmeyin. Boyun eğmezsem beni,
çoluğumu, çocuğumu öldürürler demeyin. Her can, bir defaya mahsus olarak ölümü
tadacaktır.[60]
58- İman
edip salih amel işleyenleri elbette altından ırmaklar akan Cennetteki köşklere
ebedi kalmak üzere yerleştireceğiz. (Salih) amel işleyenlerin mükafatı ne güzel.
59- Onlar
ki, sabrettiler ve yalnız Allah'a tevekkül ederler.
Yani Allah'a(cc)
tevekkül edip, sabreden. Sabır deyince; kapılan pencereleri kapatıp, sabır
teşbihi çeken değil. İslamı yaşamak ve onu yüceltmek için etraftan gelecek
sözlere, ekonomik ambargo ve diğer her türlü sıkıntı ve belalara geriye
dönmeden dayanabilmektir. Bunlar için cennette mükafat çok güzel olacaktır.
İnsanın can endişesinden sonra rızık endişesine karşı Allah (c.c.)[61]
60- Nice
hayvanlar vardır ki, rızkını taşıyamaz. Onlara da size de Allah rızık verir. O
her şeyi işiten ve her şeyi bilendir.
Ey mü'min!, islamı
yaşayamıyor s an Allah'ın yeryüzü geniştir, dini yaşayabileceğin yere hicret
et.!! Ticaretinin bozulması, ziraâtini hasat etme endişesi taşıma. Dini yaşamak
için gittiğin yerde, geçim sıkıntısı çekerim diye endişelenme. Hiçbir canlı
yaratık rızkını sırtında taşımıyor.
Allah(cc) onları
nzıklandırıyor, senin rızkını da verecek olan O'dur. Sizi de rızıklandıran
Allah (c.c.) dür. O herşeyi işitendir, O herşeyi bilendir. Nerede olursanız
olun sizi görür, bilir, gönlünüzden geçen isteklerinizi duyar.
Başka bir ayette:
"Kim Allah'tan korkarsa, Allah(cc) ona bir çıkış yolu verir ve onu hiç
hesab etmediği yerden de rızıklandırır."[62]
Kimya mühendisi bir
arkadaşım 12 Eylül ihtilalinde, İslâmi hizmetlerinden dolayı cezalandırılıp
biraz hüküm giydi, 9 ay da gözaltı hapsinde kaldı. Göz hapsinde kaldığı
yöremizde müslümanlar ona evini tutarlar ve birhayli yardımcı olurlar.
Arkadaşın 9 ay boyunca gezmediği köy kalmaz. Her gittiği yerde sütle, tavukla,
hindilerle beslenir. Göz hapsi sona erdikten sonra, eski işine ve memleketine
geri döner. Daha önceden is-lami hizmetlerine kızan hanımı bu sefer; "şu
dokuz ay çok güzel geçti, tekrar böyle bir suç daha işlesen" demiş.
İşte bunlar hesapta olmayıp
ansızın gelen şeylerdir. Gerçi insan tedbirini alacak, bütün sebeplere
sarılacak, ondan sonra Allah'a tevekkül edecek. İşte tevekkülün neticesinde de
Allah(cc) onu ummadığı yerden, ummadığı şekilde rızıklandırır.
Kişi ana rahminde
göbeğinden beslenirken, dünyaya geldimi; anne göğsündeki iki süt çeşmesinden
beslenir. O da kuruyup bittimi; tatlı, tuzlu, ekşi ve acı olmak üzere dört
gurupta toplanan gıdalar ile bu dünyada beslenir. Ömrü bitince de cennetin 8
kapısından nzıklandırılır ki, bu hep katlanarak giden bir rızık yoludur.[63]
61- Andolsun
onlara "gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emri altında tuttu?
diye sorsan elbette "Allah" derler. Öyleyse nasılda döndürülüyorlar?
Kişinin
"Allah" kelimesini kullanması, dini konularda söz söylemesi, onun
müslüman ve mü'min olduğunun delili değildir. Mekke müşrikleri de
"Allah" kelimesini kullanıyorlardı ve Allah'ı(cc) da kabul
ediyorlardı. Onlar; "Allah kainatı yaratmıştır ama kainatın yönetimi bize
aittir" diyorlardı. Bunu yunan filozofları da aynı şekilde söylüyordu.
Günümüzün azılı Ebu
cehilleri de aynı fikri savunmaktalar. Bunun anlamı; "Allah kainatı
yaratmıştır ama, insanın yönetimini bilmez. Onu biz biliriz" demektir. Ve
bu da; Allah'ı kabul ettikleri halde Allah'ın(cc) sonsuz kudretini ve ilmi
ezelisini kabul etmemektir. O halde "nasıl da döndürülüyorsunuz."
Demek ki, insanları islam'dan küfre bir döndürenler, bir de döndürülenler var.
Döndürenlerin azabı iki kat, döndürülenlerinki de onlannkinin yansı kadar
olacaktır.[64]
62-
Kullarından dilediğine rızkı bolartan, dilediğine de daraltan Allah'tır.
Şüphesiz Allah herşeyi bilir.
Bu ayeti fert bazında
değerlendirdiğimiz gibi, devlet bazında da değerlendiririz. Yani dilediği
devlete bol rızık, dilediği devlete de daha az rızık verir. Ama Allah(cc)
herşeyi bilendir. Bol rızık verdiği kişiye verilişinin hikmetini, rızkı kısılan
kişiye de kısılışının hikmetini en iyi bilendir. Biz bunu kavr ay amayız.
Buna bazı ayetlerde
açıklamalar getirmektedir. "Onları bu dünyada biraz metâ'landırır, O
metâ'landıklan kadar da ahirette cezalandırır." Yani azablarımn artmasına
vesile olur.[65]
Rızkın akılla ilgisi
vardır. Ama tamamen de akla bağlı değildir. Akıllı olanların da akılları
nisbetinde azıkları olur diye birşey yoktur. Çok zeki muhasebeciler, malının
hesabını parmaklarıyla toplayan, aklı kıt insanların yanında çalışmaktadır.
Eğer bu iş akılla olacak olsaydı, muhasebecinin daha çok malı olması
gerekirdi.[66]
63- Eğer
onlara "gökyüzünden yağmuru indirip onunla öldükten sonra yeryüzünü
dirilten kimdir?" diye sorsan, elbette, "Allah" derler.
"Elhamdülillah" de. Onların çoğu akletmezler.
64- Bu dünya
hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Şüphesiz gerçek hayat ahiret
yurdundakidir. Keşke bilselerdi.
Bu dünya hayatı bir
oyun ve oyuncaktır. Tiyatro sahnesi gibidir. Nasıl ki, tiyatro sahnesinde
oynanan oyunda; iyi kalbli, kötü kalbli, alim ve sıradan insanları canlandıran
insanlar var, bunlar rolleri icabı -kendisi kötü kalbli bile olsa- nasıl iyi
kalbliliği canlandmyorsa, bu dünya sahnesinde de aynı.
Her insan bir rol alıyor ve
rolünü kendisi Allah'ın vermiş olduğu akıl ile seçiyor. İnsanın kendi
seçmesinden dolayıdır ki; rolünü iyilikten seçip, oynayana mükafat, kötülükten
seçip oynayana da ceza vardır. Yani insana, Rahmani olanla şeytani olanı seçmek
düşüyor.
Firavun, Nemrut, Ebu Cehil
gibi insanlar, zalimlik rolünü almışlar, mü'minler de iyi kalblilik rolünü
almışlar. Başka bir ifade ile mü'minler; Allah'a kulluk rolünü oynamış
insanlardır. Kafir ve zalim kişilerde; bu rollerini hakkıyla tam oynayamayan
kişilerdir. Sahne bittimi, rollerde bitiyor. Ondan sonra diğer insanların ve
ümmetlerin rolleri başlıyor. Keşke, bilmiş olsalardı asıl yaşantı yeri ahiret
yurdudur ve ahiret yur dunda hayat devamlıdır.[67]
65- Gemiye
bindiklerinde, dini yalnız Allah'a halis kılarak dua ettiler. Ancak onları
karaya çıkardığımızda hemen şirk koşarlar.
66- Onlara
verdiğimiz (nimetler)e nankörlük etmeleri için (ortak koşarlar). Faydalansınlar
bakalım. Yakında (gerçeği) bilecekler.
Gemiye bindiklerinde,
karanlık bir gecede veya dalgalı bir havada, gemide sarsılmalar meydana
geldimi; Samimiyetle, gerçek ihlasla Allah'a yalvarırlar.
Denizden karaya
kurtardık mı, bir bakmışsın ki; Allah'a şirk koşarlar. Dünyanın nimetlerinden
faydalanmak üzere Allah'a(cc) şirk koşar, onun nimetlerini inkar ederler.
Müslümanlardan da
kötülük yapıp, içki içen var ama rahat içemiyor. Rahatça bu haramı yapabilmesi
için imansızlığı tercih etmesi gerekiyor. O zamanda kendisi gibi adamlarla bir
araya geliyor. Müslümamn yanma da geldimi kendinde günahın vermiş olduğu bir
aşağılık ve eziklik hissediyor.
Bir komşum vardı,
akşamları içerek gelirdi. Merdivende karşılaştığımız zaman, benim rahatsız olmamam ve de imanın vermiş
olduğu edeb ve saygıdan dolayı merdivenin öbür tarafından çıkar. Birgün evine
misafir olduk, hoşbeşten sonra; "ver elini, tevbe edeceğiz" dedim,
tevbe ettik. Hanımına da "bu günden itibaren sabah namazına kaldır"
dedim. Elhamdülillah o gün bu gün bu haliyle devam ediyor.
"Birkaç gün sonra
tanıdığı bir arkadaşı önüme geçti; "Hocam benim hanım sana duacı"
dedi, niye? dedim. "Bir kaç gün önce içki içmemek için, beraber tevbe
ettiğiniz kişinin, akşamcı arkadaşı ben idim. Ertesi sabah bana geldi,
"ben, bundan sonra sana arkadaşlık etmiyorum," dedi. Ben de, zaten
beni alıştıran sendin, sen bırakırsan ben de bunu bırakıyorum dedim"
diyordu.
Yani Müslüman bu
işleri yaparken de bir sıkıntı duyuyor. Bu dünya nimetlerinin haramından,
helalinden faydalanabilmesi için müşrikliği seçiyorlar ama onlar yakında
neticeyi bilecekler, buyruluyor.[68]
67- Çevrelerindeki
insanlar çarpılıp, kapılırken; (Mekke'yi) güvenli ve korunmuş kıldığımızı
görmediler mi? Batıla iman ediyorlar da Allah'ın nimetlerini inkar mı
ediyorlar?
Onlar görmüyorlar mı?
biz o Mekke'yi emin bir yer kıldık, haram kıldık. Mekke'nin dışındaki o günkü
devletlerde savaşlar vardı.
Dara'nm harbinde 100
binin üzerinde insan kılıçtan geçirilmişti.
İşte böyle bir
dönemde, sadece Mekke'de emniyet var. Sadece Yemen valisi Ebrehe Kabe'yi yıkmak
için gelir. Allah(cc)'da peygamberin doğumundan 52 gün önce Kabe'yi Ebabil
kuşları ile koruyor.
"Bunlar, batıla
iman edip, Allah'ın nimetlerini mi inkar ediyor?"; Allah'ın vermiş olduğu
nimetleri inkar edip, Ebu Cehil'in koymuş olduğu kanunlara inanıyorsunuz, onları
uyguluyorsunuz.
Aynı şey bugün bizde
de geçerli. Allah'ın nimetlerinden faydalanıyoruz, onun yarattığı, onun
öldürdüğü bir kulun veya kurumun sözleri ve fikirleri doğrultusunda hareket
ediyoruz.[69]
68- Allah'a
yalan iftira eden ve kendine gelen hakkı yalanlayandan daha zalim kim var?
Kafirler için Cehennemde kalacak yer mi yok?
Bugün hapishanelerde,
çeşitli eziyetler işkenceler yapılıyor, bu işkence ve zalimliğin sebebi onunda
başında bulunan Allah'a inanmayan insandır. İşkenceyi yapan, insana pisliği
veren, ona pisliği sıçratan kişidir en zalim.
Kafirler için,
cehennem kötü bir yatak değilimdir.?[70]
69-
Uğrumuzda cihad edenlere elbette yollarımızı göstereceğiz. Muhakkak Allah ihsan
yapanlarla beraberdir.
Bizim yolumuzda gayret
gösterene, cihat yapana biz yollarımızı hidayet eder, ona sıratı mustakıym
yolunu gösteririz.
Kişi ben ne yapayım?
dememeli, birşey yapmak için faliyete geçmeli ki, Allah (c.c.) gerisini devam
ettireceğini vaat ediyor. Eve oturup sunumu yapayım, bunumu yapayım, şunu
yaparsan bu çıkar, diye başlanacak olursa yapılacaklardan daha fazla
korkulacak şeyler gelir hatıra.
Dünyanın en büyük şeyh
namesini "Firdevsi tusi" yazmış, İranlı bir edebiyatçıdır. Eseri
dünyaca ünlü kahramanlık destanı imiş. Gerçi ben okumadım ama adam kendisi
geceleri dışarıya çıkamayacak kadar korkak biriymiş.
Korkak adam korkunun
herçeşidini iyi tarif edebilen biridir ve gönlü hep korkular üretir.
Onun için siz, olumlu
şeyler üretin ve onu yapmak üzerede yürüyün. Allah(cc) insanın bilmediği
şeyleri de öğretir. İslânım tebliğ yolunu değil, yollarını öğretecektir.
Allah(cc) iyilikte
bulunan, iyi konuşan, İyi söyleyen, iyi düşünen ve iyi davranan insanlarla
beraberdir.[71]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49.
Şifa Tefsiri cilt 1/79
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/49-51.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/51-53.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/53.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/53-54.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/54-55.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/55-56.
[9] Bakı. Nisa 34
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/56-58.
[11] Buhari, Edep 96, Müslim Bin
165
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/58-59.
[13] Tevbe 82
[14] Bakz. Nisa 141
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/59-61.
Hadid 10
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/61-62.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/62-63.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/63-64.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/64-65.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/65-66.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/66-67.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/67.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/68-69.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/69-71.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/71-72.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/72-73.
Bakz. Kasas 77
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/73-74.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/74-76.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/76-77.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/77-78.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/78-80.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/80.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/81.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/82.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/82-83.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/83-86.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/86-87.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/87-88.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/88-89.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/89.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/90-92.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/92-94.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/94-95.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/95-97.
[49] Tirmizi Ebvabül Hudut 2,
İbni Mace Hudut 5
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/97.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/98.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/98-99.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/99-100.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/100-101.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/101-102.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/102.
[57] Nisa 97
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/103.
[59] Nisa 78
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/104-105.
[62] Talak 2
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/105-106.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/106-107.
[65] Bakz. Hud 48, Lokman 24
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/107-109.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/109-110.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/110-111.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/111.