FURKAN SURESİ 2

 


FURKAN SURESİ

 

"Furkan" kelimesi Türkçede pek kullanılmaz, ama aynı kelimeden türetilen "Fırka" yani grup veya ayırt edici anlamında kullanılan "Fark" kelimesi Türkçede kullanılır. Furkan kelimesi ise; iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı bir terazi hassaslığı ile ayırt eder. Allah (c.c.) Kur'an'ı Kerim'in bir ismini de "Furkan" olarak isimlendirmiştir. Nitekim ilk ayeti kerimede de buna işaret edilmiştir. Mekke'de nazil olmuştur 77 ayettir.[1]

 

1- Alemlere uyarıcı olması için kuluna Furkanı parça parça indiren (Allah'ın şanı) ne yücedir.

2- O ki göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Hiçbir çocuk edinmemiştir. Mülkünde ortağı yoktur. Herşeyi yarattı ve belirli bir düzene koydu.

Burada dikkatimizi çeken bir kelime "Lil Alemin" dir. Yani bütün alemlere uyarıcı olsun diye indirilmiştir. Allah (c.c.) burada Müslüman yazar çizerlere de adeta şu mesajı vermektedir; yazdığınız şeylere dik­kat edin, evrensel olmalıdırlar, evrensel olması için çalışın.

Yani belli bir grubu, kesimi hedef almasın, herkese hitab etsin. Burada evrensel bir dil kullanılması tavsiye ediliyor. Yani evrensel dil derken belli bir lisanı hedeflemiyoruz ama herhangi bir dilde yazarken öyle ifadeler kullanmki, başka bir dile tercüme edildiğinde*herkes anla-yabilsin bunu.

Meselâ bıçaktan bahsederken İbrahim'in bıçağı derseniz bu pey­gamber tüm dinlerde yer aldığı için hangi dile çevrilirse çevrilsin mut­laka anlaşılacaktır. Öyleyse bizler aynı zamanda iyi insanların iyi hal­lerinden, davranışlarından söz edeceğiz, insanlara onları örnek olarak göstereceğiz.[2]

 

3- Ondan başka hiçbirşey yaratmayan, kendileri yaratılan, kendile­rine fayda ve zarar veremeyen, ölüme, yaşama ve dirilmeye gücü yetme­yenleri ilahlar edindiler.

Bu ilahlar genelde insanlardandır. Çünkü putları yapanlar da insan­lardır. Hicri 300 yıllarında yazılmış olan ve Ankara İlahiyat Fakültesi tarafından Arapça ve Türkçe olarak basılan bir kitap var; "Putların (putçuluğun) Tarihçesi", Tarih boyunca ilk pulculuğun çıkışı Nuh (a.s.)'ın zamanıdır ki, insanlar velilerin, iyi insanların anısına taş dik­mişler ve onları ilah edinen insanlar da çıkar sağlamış oldular.

Demek ki ilah aslında putlar değil o putları yapıp onun üzerinde çıkar sağlayan insanlardır. Allah (c.c.) da "Allah'ın dışında ilahlar edindiler. Halbuki o ilahlar hiçbir şey yaratamazlar, kendileri yaratılmışlardır. Onlar kendilerine bile zarar veya fayda veremezler. Onlar öldürmeye veya diriltmeye kadir değillerdir" diyor.

Biz, Allah'a hamdolsun diyoruz, putçuluk yok. Çünkü heykellerin karşısında putlara ibadet maksadıyla eğilmiyoruz, ibadet etmiyoruz diye şükür ediyoruz. Mekke'li insanlar da televizyonda gösterildiği gibi bir putun karşısına geçip de secde etmiyordu. Ama o putların etrafında insanları toplayıp kendi yanlarından çıkardıkları kanunları yürürlüğe ko­yarak çıkarlarını sağlıyorlardı.

Böylelikle asıl putlar insanların kendisi oluyordu. Çünkü diğer insan­lar da onların söylediklerini, kanunlarını Allah'ın söylediklerine (kanunlarına tercih ediyorlardı.) Doğasıyla insanlar onları put edin­mişlerdi.

Öyleyse bir adam Allah'ın yasağını değil de, bir başkasının yasağını kabul eder veya Allah'ın helalini değil de, insanların putların helallerini kabul ederse; onları put edinmişler demektir. Halbuki yarının ne getire­ceğini bilemeyen ve bilse de müdahale edemeyen ve öldüremeyen, diriltemeyen, nzık veremeyen insanlara, putlara tapmak kabul edilemez. O putun sözleri de Allah'ın sözüne karşı tercih edilemez.[3]

 

4- Kafirler: "Bu ancak O'nun uydurduğu bir iftiradır. O'na başka bir topluluk yardım etmiştir" dediler. Onlar zulüme yalanla geldiler.

Bundan sonra devam eden ayetlerde daha önce de geçtiği gibi Peygamber Efendimizin (s.a.v.) getirdiği Kitaba "Eskilerin hikayesi" demişlerdir. "Ona başkaları öğretiyor" diyorlardı. Yani Efendimize iftira

ediyorlar.

Bu iftira konusunda müsteşrikler çok azılıdır. Bunlar sırf dini konu­ları yönlendirmek ve insanları sapıtmak için çalışmakta, öğrenim gör­mektedirler.

Mesela Mevlana konusunda bu çarptırma çoktur. Vereceğim bir konferans nedeniyle Meviana hakkında yazılmış olan eser ve makale­lere baktım, özellikle şu beş konunun dışında Mevlana'ya temas edil­memiş: Birincisi Mevlana'da aşk. Bu aşk bildiğimiz etli butlu kadına aşık olmak demek. İkincisi: Mevlana'da Sema, yani oynama. Üçüncüsü: Mevlana:da Hümanizm. Dördüncüsü: Gül. Beşincisi ise: Şaraptır.

Bu beş konunun dışında pek birşey yoktur. Bu konuda söz söyleyen­ler tüm araştırmalarını bu beş konuya hasretmişlerdir. Hümanizm de­mek tabii ki insancılık demektir. Ama o adamlar bizleri sevmiyorlar çünkü bizleri insandan saymıyorlar. Sadece Batı insanını insan sayıyorlar. Öyleyse onlara göre tüm insanlar Batı insanına hizmet etmek zo­rundadır.

Ama Mevlana'yı baştan sona okuduğumda şunu gördüm. Diyor ki: "Ahir zaman peygamberine inanmayan bir insan, insanlığın kıymetini bilemez, bilemeyince de pirenin, itin, sivrisineğin insanın kıymetini bi-lemeyip de kanına hücum ettiği gibi, YaTıudisi, Hristiyanı ve Mecusisi de Müslümanm kanını emmek için yöneldiler. Nasıl ki sivrisineği ve pi­reyi öldürmek bize nasıl helalse bu insanları öldürmekde aynı öyle he­laldir."

Bunu şunun için anlatıyorum, her konuda müsteşriklerin yaptığı şu: Meselâ Unesco'nun başına zenci ve Müslüman olan bir Afrikalı seçili­yor. Bilindiği gibi A.B.D. ve İngiltere Unesco'da olduğu halde bu Müslümanm seçilmemesi için büyük çaba sarfediyorlar ama ikinci se­çimde de aynı Müslüman seçimi kazanınca diyorlar ki "biz maddi des-teğimiziçekiyoruz." Niye? Çünkü UNESCO kanalıyla kendi kültürlerini dünyaya sunacak, satacaklardı ama bu Müslüman onların bu düşünce­sini engellediği için böyle karar almışlardır.

Mevlana'yı da öyle bir hale getiriyorlar ki, adeta Mevlana hiçbir dine inanmayan, gavur bir adam olarak çıkıyor karşımıza. Ama o da di­yor ki: "Ben Kur'an'm hizmetkârıyım. Muhammed'in yolunun tozuyum. Kim benim mesnevimde bu ikisinin dışında söz duyarsa ben ondan şi­kayetçiyim."[4]

 

5- (Kafirler) "Bunlar, Öncekilerin uydurduğu masallardır. Onları(kendisi) yazdırdı ve sabah akşam onlar kendisine okunur" dediler.

6- Deki: "O'nu (o Kur'an'i) göklerde ve yerdeki gizliyi bilen (Allah) indirdi. Şüphesiz O Gafurdur, Rahimdir."

Kafirler Peygamberimize diyorlardıki: "O geçmişteki insanlardan

duyduğunu size anlatıyor. Buna binaen de Muhammed, Hristiyan rahiblerden rahib Bahira'dan duyduğunu, gördüğünü bize anlatmaktadır."

Hukuk fakültesindeki insanlar ise İslâm Hukuku için bu Roma Hukukundan kaynaklanmıştır demektedirler. Ama İslam kendi gücünü gösteriyor, gösterince insanlar İslama yöneliyor, Böyle oluncada "Efendim İslâm Hukuku Roma Hukuku'ndan alınmıştır. Muhammed Rahib Bahira ile görüşmüş ve ondan duyduklarım anlatmıştır. Onunla görüştükten sonra İslâmı anlatmaya başlamıştır" demektedirler. Doğru! Peygamberimiz Rahib Bahira ile çocukken, yani 15 yaşlarında iken görüşmüştür. Ama sadece yemek esnasında birlikte olmuşlardır. Şimdi düşünün bir insan sırf yemek esnasında 6000 küsur ayet-i keri­meyi nasıl öğrenebilir, nasıl ezberleyebilir? Üstelikde Efendimiz okuma yazma bilmemekte idi, yani ürnmi idi. Ve sözde 25 sene sonra, yani gö­rüşmeden 25 yıl sonra bunu hiç unutmamış ve unutmadığı bu Kur'an ayetlerini tebliğ etmeye başlamış. Bunu akıl ve mantık kabul edemez, mümkün değildir.[5]

 

7- (Kafirler) dedilerki: "Bu Peygambere ne oluyorki yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilmeli ve onunla beraber uyarıcı olmalı değilmiydi?"

8- "Veya ona bir hazine bırakılmalı değilmiydi? Veya ondan yiyeceği bir bahçesi olmalı değilmiydi?" Zalimler: "Siz ancak sinirlenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler.

9- Bak, sana nasıl misaller getirerek saptılar. Artık onlar (Hakka) hiçbir yol bulamazlar.

10- Eğer dilerse bundan daha hayırlı, altından ırmaklar akan, bah­çeleri ve köşkleri sana kılacak olan (Allah'ın şanı) ne yücedir.

İsra suresinin (90-91 nci) ayetlerinde açıkladığımız gibi müşrikler Peygamber Efendimizin yemesini, içmesini, çarşılarda gezmesini, Peygambere yakıştıramıyorlar. Halbuki bize örnek olacak bir Peygamberin bizim gibi yaşaması gerekir. Eğer o bir melek olsaydı ya­ratılışımız ayrı olduğundan bize örnek olamazdı. Müşrikler genelde maddeci, materyalist olduklarından "Peygamberin yanında tonlarca al­tını olsaydı, bahçeleri olsaydı" diyorlar. Ama görüyoruzki yanında altını ve bahçeleri olmayan ama yüce Allah'ın yüce kelimeleri bulunan Peygamber karşısında altına ve devlet otoritesine sahip kafirlere galip geliyor. Paranın gücüyle yüce mesajlara ulaşmıyor ama, ilah mesajlarla iki dünyayı cennet ediyor.[6]

 

11- Hayır, onlar (kıyamet) saatini yalanladılar. Bizde (kıyamet) sa­atini yalanlayanlara alevli bir ateş hazırladık.

12- Ateş onları uzak bir yerden gördüğünde onun öifcesini ve uğul­tusunu işitecekler.

13- Bağlanmış olarak Cehennemin dar bîr yerine atıldıklarında orada yokolmak için bağrışacaklar.

14- "Birtek yok oluş için bağrışmayın, birçok yokoluş için bağrışın."

15- Deki: "Bumu daha hayırlısı yoksa müttakilere va'dohınan ebedi­lik cennetimi? Onlar için mükafat ve dönüş yeridir."

16- Onlar için orada (Cennette), sonsuza değin diledikleri vardır. Bu Rabbinden istenen bir va'ddir.

İlahi mesajın içinde ahiret olmasaydı, yaptıkları zulmün, haksızlığın, soygunun, köşe dönmenin cezasından bahsedilmeseydi belki Peygambere inanabilirlerdi. Ama Peygamber hep ahiretten bahsediyor.

Cennet ve Cehennemden bahsediyor. Kafirlerde kendilerinin kötü dü­şünce ve kötü işlerini bildiklerinden Cennete değil, Cehenneme gide­ceklerini düşündüklerinden ahireti inkara yöneldiler.

Allah (c.c.) onları bekleyen Cehennemi tasvir ediyor. Elleri boyun­larına bağlanmış olarak Cehennemin daracık yerine atılıyorlar. Cehennem homurdanarak onları bekliyor. Daracık yerde yanarken ölüp kurtulmak isterler ama orada ölüm yok. Cehennemden kurtuluş bu dün­yada mümkündür.

İmansızlara Kur'an'm anlattığı kadarıyla Cehennem anlatılmalıdır. Çünkü su ağaçlarda çiçeğe dönüşür ama demiri yumuşatamaz. Demiri yumuşatmak için ateş gerekir.[7]

 

17- O gün onları ve Âllah'dan başka taptıklarını toplar ve şöyle der: "Şu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar mı yoldan saptılar?"

18- Dedilerki: "Seni tenzih ederiz. Senden başka veliler edinmek bize yakışmaz. Ancak sen onlara ve babalarına bol dünyalık verdiğinde zikri unuttular ve helak olan bir kavim oldular."[8]

 

19- Söylediklerinizde (tanrılarınız) sizi yalanladılar. (Ahırette tanrılar kendilerinin tanrı olmadığını söylerler) Azabı defetmeye de, yardıma da gücünüz yetmez. Sizden kim zulmederse biz ona büyük bir azabı tattırırız.

Put insanların iki eli, iki ayağı vardır. Kendisine tapınanların hepsini zorlayacak gücü yoktur. Put insanlar, o toplumun iç dünyasının dışa yansımış halidir. Bir put bütün insanları sapıtamaz. Sapmak isteyen­lere yol gösterir.

1925 yıllarında milletvekillerinden biri halka şöyle diyor: "Siz Müntehipsiniz, yani seçmensiniz. Bende Müntehabım yani seçilenim. Meclisde Müntehabün iley, yani seçilenlerin toplandığı yer. Kelimenin kökü "Nuhbe" dir. Siz ne iseniz bizde sizin içinizden süzülüp, seçilen kaymağız."

İşte milletvekilinin söylediği. Biz yanlışların kabahatini kendimizde arayacağız. Ahirette hayıflanmanın, pişmanlığın faydası yok. Bu dün­yada pişmanlık duyalım.[9]

 

20- Senden önce gönderdiğimiz rasullerde yemek yer, çarşılarda yü­rürdü. Bazınızı bazınıza imtihan kıldık. Sabredermisiniz? Rabbin çok iyi görendir.

Yedinci ayette kafirler, Peygamberin yemek yemesini, çarşılarda dolaşmasını, kısaca insan olmasını kabul etmiyorlardı. Allah (c.c.) ise gönderdiği Peygamberlerin hepsinin insan olduğunu, çarşılarda gezdi­ğini, yemek yediğini haber veriyor.

Çünkü Peygamberler yiyecek, içecek ve giyeceklerin haram ve hela­lini insanlara bildirmek, çarşılarda adaleti temin etmek, can güvenliği, mal güvenliği, din güvenliği, akıl güvenliği ve nesil güvenliğini sağla­mak için gönderilmişti.

Onun için çarşılarda gezecek ve eğrileri doğrultacak. Peygamberler imtihan sorularından bindir. Ona iman ederlerse sorunun cevabını doğru vermiş olurlar.[10]

 

21- Bizimle karşılaşmayı ummayanlar: "Melekler bize inmeli veya Rabbimizi görmeli değilmiydik?" dedi. Muhakkak onlar kendi içlerinde kibirlendiler ve büyük bir azgınlığa düştüler.

22- Melekleri gördükleri gün, o gün suçlulara müjde yoktur. (Melekler kafirlere): (Cennet size) yasaklanmıştır" derler.

23- Yaptıkları herhangi bir (iyi) amelin önüne geçeriz ve saçılmış toz haline getiririz.

Mü'minler melekleri görmeden iman ettikleri için imanlarının Rab katında değeri vardır. Kafirler melekleri, ahireti görecekler ama, Melekler onlara müjde değil, azabı haber vereceklerdir.

Bu kafirler küçücük akıllarıyla bu dünyada Allah'ı görmek isterler. "Küfür cephesinde yeni birşey yok" isimli eserimizde açıkladığımız gibi her çağın kafiri aynı sözü söylüyorlar. "Görmediğimiz Allah a iman et­meyiz" diyorlar. Günümüz ateistleri de aynı şeyi söylüyorlar.

Akıllarını da göremeyen bu kafirler, kendilerinin akıllı olduğunu zan­nediyorlar.[11]

 

24- O gün Cennet ehlinin karargahı daha hayırlı ve dinlenme yeri daha güzeldir.

25- O gün gökyüzü bulutla yarılır ve melekler ardarda indirilir

26- O gün gerçek mülk Rahmanındır. Kafirlere çok zor bir gün olur.

27- O gün zalim ellerini ısırır ve derki: "Keşke Peygamberle yol al­saydım"

28- "Yazık bana keşke filanı dost edinmeseydim"

29- "Bana geldikten sonra beni zikirden saptırdı." Şeytan insanı yardımsız bırakır.

Kıyametin dehşetli sahnelerini gören herkes mülkün Rahman olan Allah'a ait olduğunu anlar ama faydasız. Hür iradesiyle daha önceden "Mülkün sahibi Allah'dır" diyenler Cennete yerleşecekler. Kafirler ise durumu görünce parmaklarını ısıracaklar.

Peşinden gittiği dost edindiği sapıklarla arkadaşlık ettiğine pişman olacak ama son pişmanlık fayda vermeyecek.

Allah (c.c.) devam eden ayetlerde; bu iftira eden insanları, kafirleri Cehenneme attığını ve o insanların orada azab gördüğünden bahsedi­yor.

Daha öncede çok temas ettiğimiz gibi, "Mekki" surelerin birçok yerlerinde Cehennem azabına temas ediliyor. Öyle olması da gereki­yor. Çünkü inançlının da inançsızın da ençok korktuğu şey Ahiret aza­bıdır.

İman etmeyenler ne kadar iman etmeseler ve bunu ne kadar bas bas bağırarak söyleselerde, evlerinde yalnız başına ve karanlıkta kal­dıklarında, bir ürperme hissettiklerinde, acaba kabirde halimiz ne ola­cak diye akıllarından geçirmektedirler.

Ya bu Müslümanların dediği doğruysa.!! diye düşünecek. İşte bu in­sanların bu tip endişeleri taşımaları nedeniyledir ki, televizyona kadar getirip "Ahiret yoktur" diye konuşturup; Ahiretin olmadığı ve ölen in­sanların başkasının kalıbına girerek, tekrar dünyaya geldiğini ispatla­maya çalışıyorlar.

Allah (c.c.) kâfirlerin Cehennem'deki yerlerinden bahsettikten sonra da Müslümanların Cennet'teki yerlerinden hallerinden bahsediyor, oranın yaşanacak en güzel yer olduğunu belirtiyor.

Dünyadaki birçok insanın sapıtmasına sebep mutlaka bir başkasıdır. Yani bir insan sapıtıyorsa onu bir başkası ayartıyor demektir. Allah (c.c.) da Ayet-i Kerimelerde bundan bahsediyor. Kâfir insanlar Cehennem'deki yerlerini görünce; "O gün zalim kimseler ellerini ısıra­rak şöyle der: Keşke ben Peygamberin yoluna gitseydim (çünkü onlar Cennete gidecektir) Ne yazık bana! Keşke şu adamı kendime dost edinseydim."

Allah (c.c.) böylece bu dünyada iken; dostlarınızı iyi seçin diye aynı zamanda bizi uyarıyor. Öbür dünyada beraber olmak istediklerinizle bu dünyada da beraber olun. Çünkü "kişi sevdiğiyle beraberdir."[12]

 

30- Rasul şöyle dedi:Ya Rabbi benim kavmim,bu Kur’an-ı terkedilmiş bir şey kıldı.

31- İşte böylece biz her Peygambere suçlulardan düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.

Peygamber dedi ki: "Ya Rabbi benim bu kavmim Kur'an'dan göç ettiler." Bu ayet kâfirler için söylenmiştir ama bizim halimizin de bundan pek farkı yoktur. Çünkü bizlerde uzun bir zamandan beri ahkâm olarak, ahlâk olarak Kur'an'dan göç etmiş durumdayız.

Biz Kitab'ı arkamıza atmışızdır. Peki Kitab'ı arkamıza atınca kitap­sız olmuş oluyormuyuz? Hayır, Çünkü ayet-i kerime'de "Şeytan'm uy­durduğuna tabi oldular"[13] buyuruluyor.

Yani Kur'an-ı dürüp, kaldırıveren insan, insanlara bir kitap vermek zorundadır ki; işte buda şeytanın uydurduğudur.

Hocam evimizde Kur'an var deniliyor. Evimizde varda hep duvarda asılı duruyor. Kur'an'a saygı önemlidir ve göbekten aşağı düşürmemek sadece Türklere mahsus bir saygı ve gelenektir.

Meselâ Araplar, Kur'an'ı okurlar, okurlar ve yorulunca başlarının al­tına koyar uyurlar. Sorduğunuz zaman derki; "Başımın altına koyacak Allah'ın kitabından daha sağlam ve rahat birşey yok ki!" Baktığınız zaman doğru söylüyordur ve kendine göre bir saygı anlayışı vardır.

Hatta Türkler Öyle bir saygı gösterirler ki işlenmiş çantaların içine koyup ve kimsenin ulaşamayacağı bir yere asarlar. Şimdi, bu mu saygı?, yoksa hergün okumak mı? Tabii ki hergün okumak.

Ama hürmet bununla kalmıyor, yani yalnız okumakla kalmayacağız, ayrıca Kur'an'ı anlamaya çalışacağız ve onu hayatımıza uygulamak için çalışacağız. Nasıl ki "bal" demekle ağız tatlanmıyor, illada bal yemek gerekiyorsa, işte Kur'an'ı okumak da böyledir.

Yani anlamını bilmeden ve tatbik etmeden okuyacak olursak asıl gayeye ulaşamayız sadece "bal" demiş oluruz. Halbuki manasını da anlayarak, Kur'an'a yeniden dönüş yapmak zorundayız.[14]

 

32- Kafirler dedilerki: Kur'an ona birden, topluca indirilmeli değilnıiydi" Senin kalbine yerleştirmemiz için (böyle parça parça indirdik. Ve onu tertil üzere (ağır ağır) okuduk.

Kâfirlerin bir itirazını da Allah (c.c.) şöyle belirtiyor. "Kur'an topluca inmeli değil miydi? (Yani 6000 küsur ayet birden bire indirilseydi olmaz mıydı?) Allah (c.c.) buna cevaben buyuruyor ki; Biz yenin kalbinde onu sabit kalmak için ayrı ayrı zamanlarda (23 senede) indirdik, (manasım anlatarak, harflerini öğreterek)"

Topyekün indirilseydi tabii ki insanların hazmetmesi de zor olurdu. Günümüzde de insanlara İslâm'ı götürürken Allah'ın indirdiği usulü iz­leyelim, birden bire götürmeyelim. İşte bizde buna uygun olarak, Kur'an'ı Kerim'in nüzul sebebine ve sırasına göre ve en önce Allah'a ve Ahirete iman ve Cennet Cehennem'in hak olduğunu anlatıyoruz.

Allah (c.c.) bunun peşinden, Peygamberleri öldürenlerin, yalanla­yanların, yurdlarından kovanların, kötü akıbetlerini ve bunların neler ol­duğunu Nuh, Semud, Ad kavmini örneklendirerek bizlere anlatıyor ve örnek veriyor. Zalimler zulümleriyle abad olamamışlardır ancak berbad olmuşlardır. Günümüzdeki kâfirlerde size güçlü görünseler bile bir gün gelırki, siz Müslümanlar onlara galip gelirsiniz müjdesini veriyor Allah (c.c).[15]

 

33- Onların sana getirdiği misalin, daha doğrusunu ve açıklaması daha güzel olanını, biz sana getiririz.

34- Yüzüstü Cehenneme toplanacak olanlar, işte onlar yeri en kötü ve yolu en sapık olanlardır.

Kafirlerin, mantık oyunlarıyla inkarlarını pekiştiren, Müslümanların imanında şüphe uyandırabilecek her türlü dedikodularının Kur'an'da ce­vabı vardır. Rabbim onun en güzel açıklamasını yapmıştır.

Onların Cehenneme yüzüstü atılacaklarını haber verir. Onlar cehen­neme atılmadan önce bu dünyada iken engelleyelim. İman etmelerini is­teyelim.[16]

 

35- Andolsun biz Musa'ya kitabı verdik. Kardeşi Harun'u da ya­nında vezir yaptık.

36- "Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik. Sonra onları (yalanlayanları) yıkıp yok ettik.

37- Nuh kavmini de Peygamberlerini yalanladıklarında su'da boğuverdik ve onları insanlara bir ibret kıldık. Zalimlere acıklı bir azap hazırladık.

38- Ad'ı, Semud'u, Res halkını ve bu arada birçok kavmi helak ettik.

39- Bunların hepsine (akıllarını başlarına alsınlar diye) misaller verdik, (iman etmeyince) hepsini helak ettik.

40- Andolsun onlar (Mekke'liler), belâ yağmuruna tutulan şehre geldiler. Orayı görmediler mi? Hayır onlar (ahirette) dirilişi ummuyor­lar.

Peygamberimize inanmayanlara geçmiş hatırlatılıyor. Musa, Harun, Nuh, Hud, Salih, Lut (a.s.)'lann kafirler karşısında galip geldikleri, ka­firlerin helak edildikleri haber verilirken uyarıyor, Peygamberimizi ve bizi yüreklendiriyor.

Biz azlığımıza ve maddi eksikliğimize bakmayız. Biz herşeyi yara­tan Allah'a iman etmişiz ve ona güvenmişiz. O herşeye gücü yetendir.

"Ashabı Ress" için; Hazreti İsa'ya iman eden hristiyanları yakan, yahudiler olduğu söylenir.[17]

 

41- Seni gördükleri zaman; "Allah bunumu elçi olarak gönderdi?" diyerek alaya alıyorlar.

42- "Eğer onlara (ilahlarımıza) sıkıca sarılnıasak neredeyse bizi ilahlarımızdan saptıracak" (diyorlar) Azabı gördüklerinde kimin yolu sapıknuş yakında bilecekler.

Yetim olarak büyüyen, fakir olarak yaşayan Efendimize Peygamberlik verilmesine şaşıyorlar ve alaya alıyorlar. "Zuhruf sure­sinde" (37 nci ayet); "Peygamberliğin şu iki şehrin en büyük adamına verilmesini istiyorlardı."

Rabbim rahmetini, kime dilerse ona verir. Kafir insanlar, maddeden başka güç tanımadığından; Peygamberin de arkası kalın, kasası dolu birinden olmasını istiyorlar.[18]

 

43- Hevasim ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?

Hiçbir kafir, Ateist putsuz değildir. Ateistler "Biz hiçbir ilaha inan­mayız" diyorlar. Ama kendi fikirlerini Allah'ın sözlerinden üstün gör­düklerinden, kendi kendilerine tapmıyorlar. Kendi koyduğu kanunu, Allah'ın kanunundan üstün görenler de kendilerine tapmanlardır.[19]

 

44- Yoksa sen onların çoğunun dinleyeceklerini yahut anlayacakla­rını mı zannediyorsun. Hayır onlar hayvanlar gibidir. Hatta onların yolları daha sapıktır.

"Yoksa sen o kâfirlerin çoğunluğunun işitip, anlayacağını mı zan­nediyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, hatta hayvandan da aşağıdadır­lar." Hayvanlık derecesinde kalamıyor kâfirler hatta daha aşağıya dü­şüyorlar.

Hani "Tin" Suresinde olduğu gibi, Allah insanı en güzel kıvamında yaratmıştır ama, eğer isyan ederse aşağıların aşağısına düşer. Dünyadaki her nimet, her güzellik insan için yaratılmıştır.

İnsan da kendini iyi gözetlemeli ve canını aşağılara düşürerek de­ğerini kaybetmemelidir. Ama inanmayanlar hayvanlar gibidirler ve daha da aşağıdadırlar. Niye? Çünkü hayvanlar sahihlerini tanırlar da genelde diğer insanları tanımaz ve onların sözlerini dinlemezler.

İşte bu kâfirler de sahibleri olan Rab'lerini tanımazlar. Onun için de hayvandan daha da aşağıdadırlar. Madem ki bu insanlar dereke olarak hayvanlardan daha da aşağıdalar ve madem ki; "bizler kanımızı emdiği zaman biti, pireyi, sivrisineği öldürebiliyorsak, insanlığın kanını emen insanları öldürmek de bizim için helaldir" der Mevlana.[20]

 

45- Bakmadınmı Rabbinc, gölgeyi nasıl uzatmış? Eğer dileseydi göl­geyi sabit kılardı. Sonra güneşi gölgeye delil kıldık.

46- Sonra kolayca onu kendimize durduk.

Güneşi uzatan Allah ve onu kısaltan da gene Allah'tır. Şimdi ışığın hızı saniyede 300.000 km, peki karanlığın hızı ne kadardır? Karanlığın hızı da saniyede 300.000 km.dir.

Allah (c.c.) buyuruyorki; güneş geliyor ve eşyanın gölgesi yükseli­yor ve güneş yükseldikçe de gölge kısahyor.

Müslümanlarda yükseldikçe kâfirin otorite gücü kısalacaktır. Müslümanlar daha ufukta yeni doğmakta olduğundan şimdilik kâfirin saltanatı otoritesi uzundur. Zannediliyor ki, bununla başa çıkılmaz. Ama Müslümanlar uzadıkça, yani çoğaldıkça kâfirin de gölgesi kısala­caktır, vede sıfırlama noktasına gelecektir.

Öyleyse meydanları boş bırakmayın ve kafire kabahati yüklemeyin, çünkü zaten kabahat olarak küfrü ona yeter. Bundan sonra da adam gö­revini yerine getiriyor. Peki bunun gelmesine sebep nedir? Tabii ki ışı­ğın yani Müslümamn çekilmesinden kaynaklanmaktadır bu.[21]

 

47- O'ki geceyi sizin için elbise, uykuyu dinlenme ve gündüzü dirilip yayılma (zamanı) kıldı.

İnsanlar bütün dünyalığı verseler, kadın, kız, para ve aklınıza gel­meyen daha nice dünyalıklar var ama, Allah (c.c.) uyku özelliğinizi al­dığı zaman, iki üç gece dayanırsınız ondan sonra tüm ağzınızın tadı ka­çıyor. Ağzınızın tadı kaçtıktan sonra da ne yerseniz yeyin, acı gelir.[22]

 

48- O'ki rahmetinin önünde müjdeci olarak rüzgarı gönderdi. Gökyüzünden tertemiz su indirdik.

49- Onunla (su ile) ölü bir beldeyi diriltelim, yarattığımız birçok hay­van ve insanı onunla sulayalım.

50- Andolsun ki, öğüt alsınlar diye onu aralarında döndürdük dur-duk.(Ayetleri tekrar tekrar indirdik. Su, gece, gündüz gibi tabiat ayetle­rini döndürdük durduk.) İnsanların çoğunluğu ise küfürde direndi.

"Gökyüzündeki bulutlardan tertemiz suyu indiren de Allah (cc)' dır."

Araştırmacılar, pis suların tekrar arındırılıp yine içme suyu olarak kullanılması için çalışıyorlar. Aslında kainatta olan da budur. İçtiğimiz, kullandığımız her türlü artık sular bir yere akıyor ve Allah(cc) onu kendisine has arıtma tesislerine alıyor ve tekrar bizlere gönderiyor.

İçtiğimiz su'da belki de Hz. Adem'in elbisesini yıkadığı, abdest al­dığı sulardan bir parça var, Nemrut'un, Firavun'un sularının artığından bir parça var.

Allah (c.c.) bu suları alıyor ve kendi katında arıttıktan sonra tekrar bizlere indiriyor hem de şifalı olarak indiriyor. "Ölü arazileri diriltmek ve onu sulamak ve (yarattığımız) birçok hayvan ve insanı da sulamak için (ve onları diriltmek için) bu tertemiz suyu gökyüzünden indirdik." "Allah'ı hatırlamaları Hani zeytin üreticiliği yapmış olanlar bilirler; Zeytin bir mevsim yani bir yıl ürün verir bir yıl vermez. Bu sadece Türkiye'de böyle değildir tüm Dünyada böyledir. Ama Allah (c.c.) dünyayı iki kısma ayırmıştır adeta. Şöyle ki Dünyanın yarısında bu sene zeytin ürün vermişse diğer yarı­sında vermez, gelecek sene diğer yarısında verdiğinde ise o takdirde de bir yarısında yetişir zeytin.

Yani Allah (c.c.) bunu evirip çevirerek, aynı zamanda bize bir ders veriyor. Allah (c.c.) yağmurları yağdırma konusunda da böyle eşitçe davranmıştır. Ama bazı yerlerde yağmurlar hiç durmaz, bazı yerlerde de çok kuraklık olur. Bütün bunlar aralarında mübadele olsun içindir.

Yani dinim bize şunu öğretiyor. Sizler belirli sınırlar içinde kala­mazsınız. Sizler tüm dünya insanlarına hitap edeceksiniz. Tüm eserle­riniz dünyanın her insanına hitap edebilmeli, dünyanın neresindeki in­san okursa okusun sizin mesajınızı anlaması gerekiyor.[23]

 

51- Eğer dileseydik her şehre bir uyarıcı gönderirdik.

Ama kâinatın efendisi Efendimiz (s.a.v.)'ı tüm insanlığa göndermiş Allah (c.c). Diğer peygamberler ise kendi kavimlerine, belli topluluk­larına gelmişlerdir. Hepsi bir bütünü oluşturuyorlar. Peygamber Efendimizin Risaleti hepsini kucaklayacak şekildedir.[24]

 

52- O halde kafirlere itaat etme. Onlara karşı bununla (Kur'an'Ia) büyük bir cihad yap.

Allah (c.'c.) Peygamberimize hitap ederek buyuruyorki; "Sakın kâfir­lere itaat etme!" Burası çok önemlidir, çok dikkat edelim buna. Etrafımızdaki imansız insanlara itaat etmeyelim.

Ama itaat etmek de yeterli değil: "Onlara karşı bütün gücünle büyük bir savaş ver." Onlara karşı malınla, canınla, diplomanla, makamınla mücadele etmelisin. Kâfiri kendi haline bırakmayacağız. Kâfire itaat etmeyeceğiz ve ihmal de etmeyeceğiz.[25]

 

53- İki denizi birbirine salıveren O'dur. Bu tatlı susuzluğu giderici­dir. Şu ise tuzlu ve acıdır, ikisinin arasına bir perde ve engel koymuş­tur.

Hepinizin veya bir çoğunuzun bildiği bir ayete geldik. "İki denizi birbirine salıveren o Allah (c.c.) birisinin içimi gayet tatlı bir deniz, bi­risinin de içimi gayet tuzlu ve acı bir deniz! İkisi birbirine salıverilmiş­tir, ama aralarındaki perde nedeniyle birbirine geçemiyorlar."

Bu konu geçtiğimiz yıllarda gazete ve dergilerde, Kaptan Custo bunu keşfetti diye çokça yazıldı, bahsedildi. Benim asıl dikkatimi çeken şudur: Bu ayet o kadar fazla işlenmesine rağmen bir önceki ayet insan­lara hiç ama hiç hatırlatılmadı.

Allah (c.c.) ise bu ayeti kerimeye gelmeden önce bir ayeti kerimeye işaret ederek sakın kâfirlere itaat etme ve onlarla mücadele et, onların imana gelmesi için gayret sarfet. Bak görmüyormusun iki deniz birbi­rine bulaşmıyor!

Dünya da da kâfirle mü'min beraber yaşıyor ama birbirine bulaşmı­yor. Çünkü aralarında bir perde var. Üstelik bu karışmama yalnız de­nizde yoktur. Havada da, aydınlıkla karanlık karışmıyor. Aydınlık ge­lince karanlık gidiyor. Kafirler acı su gibidir. Toplumun hayatını acilaştırıyorlar.[26]

 

54- Sudan insanı yaratan O'dur. O insanı nesep ve evlilik yoluyla akraba kılandır. Rabbin herşeye gücü yetendir.

Şimdi üç ayeti yanyana getiriyoruz: Kâfirlere itaat etme, Allah'a itaat et, onlarında müslüman olması için cihad et. Görmüyormusun tatlı denizle tuzlu denizi birbirine salıvermeyen Allah'tır. Ve sudan insanı yaratan da yine Allah (c.c.)tır.

Üstelik kâfirlerle mü'minler bir arada biryerde yaşarlar da, aralarında bir perde vardır, birbirlerini sevmezler, bulaşmazlar, ayrı yaşarlar. Bununla birlikte kâfirleri ihmal etmeyeceğiz ve İslâm'a kavuşması için cihad edeceğiz ve onları tatlı deniz tarafına alacağız, en azından onları olmasa bile evlatlarını tatlı su haline getirmeliyiz.[27]

 

55- Allah'dan başka, kendilerine fayda ve zarar veremeyenlere ibadet ediyorlar. Kafir, Rabbine karşı (gelenlere) yardımcıdır.

Allah (c.c), Peygamberimiz (s.a.v.)'in müjdeci ve sakındırıcı oldu­ğunu beyan ettikten sonra, bir ayet-i kerime geliyor. "Deki buna (peygamberliğime) karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum." Rabb'inin yoluna giren insanlar istiyor peygamberimiz.

Peygamberimiz öldükten sonra kilim, ibrik ve seccadesinden başka birşey bırakmamıştır. 2 milyon kilometrekareyi yöneten Peygamberimizin vefatından sonra kalan mirası işte bunlardır.!!!

Ama günümüzde milletvekili olan insanların kendileri olduğu gibi oğulları da hala milyarderdir, ağadır, vs.[28]

 

56- Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

Dünyada devleti, izzeti, iffai müjdeleyen, ahirette Cenneti müjdele­yen, kula kul olmanın kötülüğünü ve Cehennem ateşine karşı insanları uyaran Peygamberin ümmetisiniz. Bizde aynı görevi yerine getirelim.[29]

 

57- Deki: "Buna karşılık sizden, Rabbine giden yolu edinmesini dile­yen kimseler olmanızdan başka bir ücret istemiyorum.

Bütün Peygamberlerin tekrarladığı "Sizden ücret istemiyorum" cümlesidir. Çok önemlidir.

Günümüzde İslamı tebliğ edenlerin en çok dikkat etmesi gereken şey insanların eline değil, gönlüne bakmasıdır. Biz insana talibiz. O in­sanın doğru yola Rabbin yoluna gitmesini istemeliyiz.[30]

 

58- Ölmeyen diriye tevekkül et. Onun hamdi ile teşbih et. Kullarının günahlarına O'nun haberdar olması yeter.

59- O ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakiler! altı günde yarattı. Sonra arş üzerine istiva etti. (O) Rahmandır. Bunu bir bilene sor.

60- "Rahmana secde edin" denildiğinde, "Rahman nedir? Senin bize emrettiğine mi secde edelim?" dediler ve nefretleri arttı.

Yapayalnız kalsak bile korkmayız. Allah'a tevekkül ederiz ve yürü­rüz. Daima O'na hamdeder, ve O'nu tenzih ederiz. Gökleri ve yeri O yarattı. O Rahmandır. O Rahman'a sarılan rahmetten uzak kalmaz.

Biz beş vakit namazımızda Rahman'a secde ederiz: Kafirlere; "Sizde Rahman'a secde edin" denilse, "Rahman'ı tanımadıklarını" söylerler. Tanıdıkları insanların suretine secde ederek nefretlerini artırırlar. Onlar secde etmeselerde biz bu ayeti okuyunca hemen kalkar ve "Tilavet secdesi" yaparız.[31]

 

61- Gökyüzünde burçlar kılan, orada (güneşi) kandil, ay'i aydınlatıcı kılan ne yücedir.

62- Öğüt almak veya şükretmek isteyene geceyle gündüzü ardarda kılan O'dur.

Gök'te burçlar yaratan, yıldızlarla donatan, geceyle gündüzü ardarda getirendir yüce olan.

Geceyle gündüzün ardarda gelmesi, bizim aklımızı başımıza alma­mız ve o vakitlerde Allah'ı zikretmemiz ve şükretmemiz içindir.[32]

 

63- Rahmanın kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller onlara (edebsızce) konuştuklarında "selâm" derler.

64- Rableri için secde ve kıyamla gecelerini geçirirler.

65- "Rabbimiz !!, Cehennem azabını bizden çevir. Şüphesiz onun azabı kuşatıcıdır" derler.

66- Orası ne kötü bir yerleşim yeri ve ne kötü bir makamdır.

67- Onlar infak ettiklerinde israf etmezler, cimrilik de yapmazlar. Bunun arasında orta bir yol tutarlar.

Nur suresinin 54 ncü ayetinin tefsirinde Vehb b. Münebbih'den İbni Kesir bir nakil yaparak Efendimizi tarif ediyor. "Öyle sakin yürürdü ki, yanan mumun yanından geçse onu söndürmezdi. Kuru kamışlar üze­rinde yürüse ses çıkartmazdı" diyor.

Rahmanın kulları da rahmet gibi olurlar. Vakarla yumuşak yürürler. Yerde bir halkı incitseler Hakkı inciteceklerine inanırlar.

"Cahil" kelimesi burada "Kafir" anlammadır. Her kafir cahildir. Ama her cahil kafir değildir. Olur mu hocam, Ay'a giden adama cahil denir mi? demeyin. O kafirAy'a gider ama, kendini yaratan, kalb atışını sağ­layan, kanını coşturan Allah'tan habersiz ise bu cahildir.

İşte bu cahiller, iman edenlere hakeret etseler; iman edenler onlara hakaretle cevap vermezler. Güzel bir şekilde cevap verirler. Çünkü ya­rın tebliğ için yine gelecekler. Hiçbir insanın gönül kapısını kapatacak söz etmeyin.

Akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılarak Rabbimize kıyam ve secdeye devam edin. Cehennemden uzak kalmak için Rabbe dua edin.

İsraf edip elinizi boynunuza bağlayıp oturmayın. Cimrilik de yapma­yın. Çünkü cimrilik yapan kendine cimrilik yapmış olur.[33]

 

68- Onlar, Allah'la beraber diğer ilahlara dua etmezler. Allah'ın ha­ram kıldığı cam haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahla karşılaşır.

69- Kıyamet gününde onun azabı katlanır ve orada alçalmış olarak ebediyen kalır.

70- Ancak pişman olan, iman edip ameli salih işleyen müstesna. Allah onların kötülüklerini iyiliğe değiştirir. Allah Gafurdur, Rahimdir.

71- Kim tevbe eder ve ameli salih işlerse şüphesiz o tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.

Mü'min, Allah'dan başkasına dua etmez. Haksız yere adam öldür­mez. Zina etmez. Günümüzde haksız yere adam öldürme olayları kafir­ler tarafında olduğunu görüyoruz." Yahudiler Filistin'de, Ruslar Kafkaslar1 da, Batılılar üçüncü dünya ülkelerinde adam öldürmeye de­vam ediyorlar. Müslüman ülkelerde ise dinsizleştirilmiş insanlar hak­sız yere adam öldürüyorlar.

Rabbimiz Mü'm inleri tanıtırken "Onlar zina etmezler" buyuruyor. Kur'anda "zina etmeyin" diye bir emir yok. "Zinaya yaklaşmayın" ya­sağı vardır.[34] "Mü'minler zina yapmazlar" derken bize eğitimin metodunuda gösterir.

Çocuklarımıza "şunu yaparsan döverim" diye söylemek yerine "be­nim çocuğum akıllı, bunu yapmaz" demek daha etkilidir.

Kötülük yapanlar cezasını çekecek, ama Rabbimiz kendisinin Rahman olduğunu bu surede özellikle vurguluyor ve iman edip tevbe edenlerin afvedileceğini haber veriyor.[35]

 

72- Onlar yalana şahitlik yapmazlar. Boş lakırdıya uğradıklarında likle. Perin oirlprlpr

iyilikle geçip giderler.

73- Onlar, Rablerinin ayetleri hatırlatıldığında, sağır ve kör olarak yere (secdeye) kapanmazlar. (Bilerek ve gönülden inanarak secdeye ka­panırlar.)

74- Onlar, "Rabbimiz, bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve çocuklar bağışla ve bizi müttakilere önder kıl" derler.

75- işte onlar sabırları sebebiyle(cennet köşküyle) mükafatlandırılırlar ve orada sağlık dileği ve selamla karşılanırlar.

76- Orada ebedi olarak kalırlar. Ne güzel bir yerleşim yeri ve ne güzel bir makamdır.

77- Deki: "Eğer duanız olmasaydı Rabbim size hiçbir değer ver­mezdi. Muhakkak siz yalanladınız. Artık yakında cezalandırılmanız ge­rekir.

Mü'minler yalan söylemezler, yalanı dinlemezler, yalan şahitlik yapmazlar, boş sözlerle, lakırdılarla vakit geçirmezler, öyle yerlere uğ­rarlarsa durmazlar, nazik bir şekilde çekip giderler. Hayatlarını Kur'ana göre ayarlarlar. Kendilerine Allah'ın ayetleri hatırlatıldığında duymaz-lıkdan gelmezler.

Günümüz Müslümanlarının bu öğüte çok ihtiyacı vardır. Herkes kendi yaptığının iyi olduğunu zannediyor. Halbuki mihengimiz Kur'an olmalıdır.

Eşimiz ve çocuklarımız bizim gözlerimizin nuru olsun. Nasıl gözü­müzü tehlikelerden korursak eş ve çocuklarımızı da günahlardan koru­yalım. Yoksa yanarlar.

Allah'dan sakınan bir toplum meydana getirelim ve onlara önder olalım. Tarihde hiçbir zaman zalimlerin başına adil bir önder gelmemiş. Adil bir toplumda zalim bir önder gelmemiş.[36]

Emir ve yasaklara dikkat eden muttaki toplum, ahirette Önderleriyle birlikte toplanırlar ve ebedi kalmak üzere Cennete koyulurlar. Bu kula kul olmayıp Rahman'a kul olmanın mükafatıdır.

Zaten Rabbimize kulluğumuzun dışında bizim değerli olan neyimiz varki? Altına, gümüşe, yakuta, inciye, mercana, ve dünya nimetlerine sahip olanlar bilsinlerki; bu nimetleri yaratan Allah'dır. Bunlara sahip olmak Allah katında değer kazandırmaz.

Ancak bu dünyada her hareketimizi Rabbin istediği doğrultuda ya­parsak Rabbimiz katında kulluğumuzun ve dualarımızın bir değeri olur.

Rabbim senden başkasına kul edip yalvartma. Amin.[37]

 



[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/405-406.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/406-407.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/407-408.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/408-409.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/409-410.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/410-412.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/412.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/413.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/413-414.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/414-415.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/415-417.

[13] Bakara 102

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/417-418.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/418-419.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/419.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/419-421.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/421.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/422.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/422.

    Mesnevi Tahir-ül-Mevlevi tercemesi, Beyit No: 3311-3313 ve 4113-15 ve3857

[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423.

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/423-424.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/424-425.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/425.

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/425-426.

[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/426.

[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/426-427.

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/427.

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/428.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/428-429.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/429.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/429-431.

[34] İsra 32

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/431-432.

[36] Bak Furkan 18, ve Bakara 124

[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/432-434.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///