Taha süresi, Mekke'nin
ilk dönemlerinde, Peygamber efendimizin gönderilişinin beşinci senesinde nazü
olmuştur.
Hz. Ebubekir gibi bir
iş adamının ve parlamenterin müslüman olması, Hz. Hamza gibi bir pehlivanın
müslüman olması, Mekke'li müşrikleri korkuya sevketmiş ve müşrikler durumu
görüşmek üzere, Dar'ün-Nedve'de (parlamento da) toplanmışlar.
Hattab oğlu Ömer bu
sorunun çözümünü Peygamber efendimizi Öldürmekte görür ve Efendimizin
bulunduğu yere doğru yürür. Ömer, Peygamber efendimizi öldürmenin planını
yaparken Efendimiz'de onun için düa ediyor ve"Âllahım, şu Ebu cehil ile
Ömerden hangisi senin katında daha sevgili ise onunla bu dini güçlendir."
diyerek Allaha yalvarıyordu.[1]
Bizler bizi öldürmeye gelenler için dahi hayırlı dualar etmeliyiz. Hz. Ömer,
Peygamber efendimizi öldürmek için giderken yolda birine rastlar ve efendimizi
sorar. O'da; "Sen islamı dışarda arama İslam senin evine girdi ."
dedi ve kız kardeşinin müslüman olduğunu söyledi.
Ömer doğru kız
kardeşinin evine gitti. Kız kardeşi Fatıma, Kocası Said b. Zeyd ve hocaları
Habbab b. Erat evde kur'an okuyorlardı. Ömerin geldiğini görünce hocalarını ve
sahifeleri gizlediler. Ömer kız kardeşine tokadı vurunca kız kardeşi herşeyi
açıkladı ve Kur'an sahife-lerini Ömer'in eline verdi.
Ömer, "Taha
süresini" okumaya başladı. Sonra "Hadid süresinin" başından
sekizinci ayete kadar okudu. Yedinci ayetteki "Allaha ve Rasülüne iman
ediniz...." ayetini de okuyunca şehadet kelimesini getirerek müslüman
oldu.Böylece Efendimizi öldürmek için yola çıkan Hz. Ömer(r.a.) müslüman olarak
Efendimizin yanma vardı.
İbni Hişam'ın (1/343
de) haber verdiğine göre; Habeşistana hicreti esnasında sahabenin biri
"Hattab'ın eşşeği müslüman olur da, Hattab'ın oğlu Ömer müslüman
olmaz" demişti. Günümüzde bizler'de hiçbir kimse için " O, müslüman
olmaz" demeyelim. Hz. Ömerin hayatı için bak:[2]
1-Tâ-hâ
Sürelerin başında
gelen bu türden harfler, kafirlere meydan okumaktır. "Bakara"
süresinin başında açıkladığımız gibi; "Kur'an Muhammedin sözüdür"
diyen kafirlere Bakara süresin (in 23 ve 24 ncü ayetlerin) de meydan okunduğu
gibi bu tür harflerle başlaması "Buyurun, bu harfler sizin harfleriniz. Bu
kelimeler'de sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin diliniz. Siz ve bütün dünyadaki
ilim adamlarınız, dilcileriniz, bilgi sayarlarınız, Nobel edebiyat ödülü
alanlarınız bir araya geliniz ve Kur'anın bir benzerini yazınız" manasında
bir meydan okumadır.[3]
2- Bu Kur1
anı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik.
3- Ancak
(Allah'dan)korkanlara bir öğüt olmak üzere(indirdik.)
4- O(Kur'an)yeri
ve yüce gökleri yaratan tarafından parça parça indirilmiştir.
"Şaki"
kelimesini biz çoğul olarak kullanırız ve "eşkıya" deriz. Genellikle
eline silah alıp dağa çıkana "eşkiya" denir. Ancak Kur'anı kerime
baktığımızda "A'la süresinin" onbirinci ayetinde; "Asıl eşkiya,
Allah'ın ayetlerinden uzak duranlar olduğu" açıklanmaktadır. Dağa çıkan
eşkiyayı dağa çıkaran da işle bu Kur'ana karşı gelenlerdir.
"Şaki"
kelimesi "said/mutlu" kelimesinin karşıtıdır. Sıkıntıya düşmek,
zahmet çekmek, yorulmak manalarına gelir.
Peygamber efendimiz ve
Ona iman edenler, işkencenin her çeşidini tattıkları ve Habeşistana hicret
ettikleri senede nazil olan bu süre, efendimizin şahsında bütün müminlere
Rabbimizden bir tesellidir.
Müslümanlar o gün
sıkıntı çektiği gibi, bu gün de sıkıntı çekmektedir. Pervanelerin/kelebeklerin
ateşe koşup yandığı gibi Cehenneme doğru koşan kafirler olduğu sürece
müslümanlarda sıkıntı içinde kalmaya devam edeceklerdir.
Hastasının iniltisini
yüreğinin en derin yerinde duyan doktor gibi kafirin küfür yükünü taşırken
müslüman insan o ağırlığın kalkması ve insan gönlünden atılması için bir çok
sıkıntıya katlanır.
Yine bu sürenin,
117nci ayetinde asıl sıkıntının, bedbahtlığın; şeytanın sözüne uymakla meydana
geleceğini, 123ncü ayette ise İslama uyanların şaki olmayacağını vede
sapıtmayacağını haber verir.
"Haşyet":
saygıyla beraber, bilinçli korku manasınadır. "Haşyetullah" diye
dilimizede yerleşen bu kelime, Allah hakkında bilgisi olanların Allanın
kudreti,ilmi ,hilmi, afvı,mafireti,rahmeti vegazabı karşısında O'nun sevgisini
yitirmemek,afvına kavuşmak için heran uyanık bulunma halidir.
Haşyet herkesde
vardır. Kafirler dünyalıklarının ellerinden gidivereceğinden korkarlar.
Müslümanlar ise bütün kâinatı yaratan Allahin sevgisini yitirmekden korkarlar.
İşte bu ayrılık iki dünyada da yollarının ayrılmasına sebeb olur. Onun için biz
bu Kur'an ayetleriyle bütün insanlara nasihat edeceğiz ve hiç bir kimseye baskı
uygulamayacağız.
Kafirlerde kendi
aralarında ikiye ayrılırlar:
1-Kalbini
küfürle doldurup gönül kapılarını doğruya, iyiye, güzele ,Hakka, hakikata
kapayanlar.
2-Kafir
olduğu halde,doğruyu, Hakkı ve haklıyı gördüğü zaman küfründe ısrar etmeyenler.
İşte Hz.Omer bu ikinci
guruptandır. Bu üçüncü ayette bahsedilen insanlar için bu Kur'an bir Öğütttür.[4]
5- O Rahman
Arş'a istiva etti.
6- Göklerde
ve yerdekiler, ikisinin arasındakiler ve toprağın altındakiler O'na aittir.
Gökleri ve yeri O
yarattığına göre yönetmekte ona aittir.
"İstiva"
kelimesi yöneldi manasına gelir[5]
oturdu manasına gelir[6]
binmek manasına gelir[7]
doğrulmak, güçlü kuvvetli olmak manasına gelir[8]
benzeşmek manasına gelir.[9] Yüce
olma, emri altına alma ve emri altındakilerin Allah katında denk olması
manalarına gelir.
Bu ayetteki istiva bu
son manaya göredir. "Arş" kelimesi, tavan, çardak, koltuk manalarına
gelir. Yusuf süresinde (ayet 100 de) devlet başkanlığı koltuğu anlamında
kullanılmıştır. Nemi de Saba melikesinin koltuğu olarak kullanılmıştır.
Kur'anı Kerim'de yirmialtı defa geçen bu "Arş" kelimesinin yirmibiri
Allanın arşı olarak kullanılmıştır. "Rabbül arş" denilmiş:[10]
"Zü1 arş"=Arşın sahibi denmiş:[11]
Peygamber efendimiz
arş'ın büyüklüğünü ifade etmek için şöyle buyurmuş: "Ya Eba Zer, yedi kat
sema ve yeryüzü Kürsinin yanında çöle atılan bir yüzük halkası gibidir. Arşın
yanında Kürsinin büyüklüğü ise yüzük halkasının çöle atılmış hali
gibidir."(Beyhaki, el Esmaü ve s sıfat Arş'ın yaratılmış olduğuna
inanırız. Allah azametini, kudretini, saltanatını biz acizlere ifade etmek
için bizim bildiğimiz kelimeler kullanılmıştır. Yoksa Allah'ın bir mekanının
olması söz konusu değildir.
Tasavvuf ehline göre;
"Arş=: İnsanı kamilin kalbidir." Aliyyül Kari'nin (Şerhu Ayni! Um ve
zeyni! hilm 21134 de) naklettiğine göre; hadisi kudsi de Rabbimiz "Göklere
ve yere,sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım" buyurur.
Bu anlamda bir hadisi
Abdullah b. Ahmed'in "Ez Ziibd" isimli eserinde rivayet edildiğini
haber verir. Bir şairirniz'de şöyle der:
"Anla er-Rahman
al- Arş isteva mefhumunu İstivayi feyzi hakka arşı a'zamdır gönül sür çıkar
hatırdan ağyarı tecelli ede Hak Padişah konmaz saraya hane m'mur olmadan"
Bu Kur'an göklerin,
yerin, yer altındakilerin sahibi ,yaratıcısı ve yöneticisi tarafından
indirilmiştir. Yerde ve gökyüzünde nasıl düzensizlik yoksa her şey yerli
yerinde ise, her şey 'Ona muhtaçsa, bu insan kendi kalbini, kalıbını, kanını
kendisi idare etmiyor ve Allahın idaresine muhtaçsa işte bu insan ferdi ve
sosyal hayatında'da Allah'ın yönetimine muhtaçdır.[12]
7-Sözü açık
söylesen de (gizli söylesen de) muhakkak O, saklıyı da gizliyi de bilir.
Allahdan istekde
bulunurken, şükrümüzü, sevinçlerimizi bildirirken, şikayetlerimizi arzederken
edebii, saygılı, sevgili olmaya dikkat ederken, bağırıp çağirmamaya da dikkat
etmemiz gerekir. A'raf süresinin (205 nci) ayetinde zikrin, gizlice, yalvararak
ve Allahın sevgisini kaybederim korkusuyla yapılması gerektiğine dikkatimizi
çeker.
Dışmuzı halk için
süslediğimiz gibi. içimizi de Hak için süslememiz gerekir. Çünkü AUah(cc)
içimizden geçenleri bilir.[13]
8- Allah
O'durki, O'ndan başka ilah(yaratan,yaşatan ve yöneten) yoktur. En güzel isimler
yalnız O'nundur.
"O Allah ki ondan
başka ilah yoktur.11 Bunu beş vakit namazın ardından, beş defa okuyoruz, ama
ne anlama geldiğini bilemiyoruz. Ne anlıyoruz bundan?
Halbuki Ebu Cehil bu
cümleyi duyduğunda çıldırmış. O kapkara, kupkuru, her türlü imkanı elinden
alınmış olan Bilal-i Habeşi bunu söylediğinde Ebu Cehil çıldınrmış.
Çünkü bu cümle ile
Bilal-i Habeşi diyordu ki, Ebu Cehil'e; "Bugüne kadarki hakimiyetine son
veriyorum, bundan sonra senin dediğin, sizin kanunlarınız geçerli olmayacak,
Allah'ın kanunları geçerli olacak, Allah'tan başka yaratan, yaşatan, yöneten
yok" manasına geliyordu bu cümle.
Allah'ın isimleri bu kadar
mı? Hayır. "Güzel isimler Allah'a aittir." Peygamber efendimiz de
"Allah'ın 99 tane ismi vardır, kim onu öğrenir, doğrultuda amel ederse
Cennete gider" buyuruyor. İmamı Cafer Sadık d\a.) diyor ki; "Allah'ın
bütün isimleri İsmi Azam'dır." Esma-ül Hüsna konusunda alimlerimizin çok
değerli eserleri vardır.
Tefsir yazarı
Fahrüddin Razi diyor ki; "İmam Cafer Sadık'a sordular: "İsmi Azam
hangisidir?" O zaman-kış günü ve hava buz gibi imiş. Adam bu soruyu İmam
Cafer'e sorduğunda bir havuzun kenarındaymış-lar. İmam Cafer yanındakilere;
"Atın şu adamı havuzun içine!"demiş, atmışlar. Adam donacak gibi
olmuş. Ahmet kurtar, Mehmet kurtar diye bağırıyormuş. Ama bu adamlar Cafer
Sadık1 tan emir almadan kurtarmazlarmiş. Adam tüm adamların isimlerini saymış,
hiçbirisi kurtarmamış, artık ölecek dereceye gelmiş ve; "Ya Rabbi"
diye feryad edince Cafer Sadık da; "işte İsmi Azamı öğrendi artık onu
oradan çıkarın" demiş.
Yani bir insanın bütün
eşyayı zihninden sildikten sonra söylediği kelime İsmi Azanıdır. Ama dikkat edin
bütün eşyayı zihinden silmek gerekir. Bu nasıl olur?
Meselâ karateciler
derki; "Hocam biz ilk karateye başladığımızda tuğlayı elimize verirlerdi
de kıramazdık, bir sene sonra kırmaya başladık." Halbuki bir sene önceki
kilomuzla şimdiki kilomuz aynı. Ama bu arada bize yumruk vurmasını öğrettikleri
gibi konsantre olmasını da öğretirler, yani konsantre demek o anda tuğlanın
kırılmasından başka birşey düşünmeyeceksin. İlk olarak kolun oraya gidecek,
zihninde tuğlayı kıracak. Zihnin tuğlayı kırmazsa, tuğlayı kıramazsın. Elin,
kolun ve zihnin birlikte yüklenecektir tuğlaya.
Allah'tan da yardım
talebinde bulunurken böyle olmalıdır. îsm-i Azam Allah'ın isimleri içinde
gizlidir. Hangi ismi söylersek o anda eşyadan, dünyadan tecrid olabiliyorsak o
dur İsmi Azam.
Bu isimleri sadece
saymak yeterli değildir, onu bilip ve o doğrultuda amel edenler Cenııet'e
girer demişlerdir. Öyleyse Allah'ın Esına-ül Hüsnasını nasıl yaparız?
"Er-Rahman"
diyoruz. Yani Rahmetin sahibi O'dur ve O'ndan bize de tecelli ediyor, öyleyse
bizim de Rabbimin yarattıklarına karşı rahmetli olmamız gerekir.
"Cebbar", aynı
zamanda dinime düşman olanların belini kıran Allah demektir. Öyleyse 20. asırda
"Cebbar" ismine inanan bir Müslüman, bir taraftan mazlumun kırılan
kolunu, gönlünü sararken diğer taraftan da zalimin belini kırabilsin.[14]
9- Sana
Musa'nın haberi geldimi?
10- Hani bir
ateş görmüştü de ailesine: "Siz durun, ben bir ateş gördüm. Belki ben size
ondan bir kor getiririm veya onun yanında bir yol gösteren bulurum"
demişti.
11- Ateşe
vardiğmda(şöyle)seslenildi: Ey Musa,
12- Şüphesiz
ben senin Rabbinim, ayakkaplarını çıkar. Çünkü sen mukaddes "Tuva"
vadisindesin.
Rabbim Musa (a.s.)'ın
hilminden ve cebrinden bazı örnekler sunuyor bize: "Hani Musa (a.s.)'ın
(başından geçen olayların) haberi sana geldi mi (yani geldi)?"
Bu ayetten sonra
Rabbim Musa (a.s.)'ın hayat hikayesine giriyor. Musa (a.s.) ailesi ile birlikte
karanlık bir gecede yol alırken, hem yollarını kaybediyorlar ve hem de
üşüyorlar.
Derken Musa (a.s.)
uzaktan bir ateş görüyor ve hanımına diyoriti; "Siz burada durun ben bu
ateşin yanma gideyim, ya oradan bir ateş parçası, yani köz alır gelir burada
ateş yakarım veya bize yol gösterecek birini burada bulurum" diyor.
Orada Musa (a.s.) ilk
defa Rabbimle konuşuyor ve Rabbimin kelamını işitiyor. Yani "Tur"
dağında Rabbimden gelen bir kelamı işitiyor ve böylece Peygamberlikle de
görevlendirilmiş oluyor.
Musa (a.s.)'a ilk
seslenilen şunlar oluyor; "Ya Musa! Senin Rabbin benim ben. Sen Mukaddes
bir vadidesin. Ayağındaki nalın (ayakkabı)leri çıkar."
Son Peygamber Hz.
Muhammede (s.a.v.) nazil olan ilk ayet-i kerime de; "İkra Bismi
Rabbikellezi Halak" diye başlamıştı. Baştan beri dersimizi takip edenler
bilirler ki şunu demiştik. Bu din Önce okumakla büyüyecek, yayılacak. Çünkü
Rabbimin ilk emri Okudur. Ondan sonra herkesi bir tarağın dişi gibi eşil
görmekle.
Yani insanlar arasında
ayırım yok, ayırım Allah'ın koyduğu hukuka kim fazla saygı gösterirse o Allah
katında üstün olacaktır. İşte ayırım ancak böyledir. Yoksa "Allah sizin
suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, kalblerinize ve amellerinize bakar."[15]
Üçüncüsü de, dinimiz
yazmakla yayılır. Onun için Rabbim indirdiği ilk ayeti kerimelerde Kaleme de
dikkat çekmiştir.
Musa (a.s.)'a ise
"Senin Rabbin benim" buyuruyor. Çünkü Mısır'da bir adam var ve
"Sizin en yüce Rabbiniz benim" diyor. Dikkat ederseniz genellikle
kullanılan kelime "Rab" kelimesidir. "Allah" kelimesi
kullanılmıyor. Firavun; "Ben Allah'ım" demiyor, "Ben
Rabbim" diyor.
Rabb demek, terbiye
eden demektir. İnsanlar nasıl terbiye olunur?, konulan kurallarla. Öyleyse
Firavun ben Rabbim demekle sizin kurallarınızı kanunlarınızı koyan benim
diyordu.
Buna karşı söylenecek
olan tabii ki; "Benim Rabbim Allah'tır" sözüdür. Çünkü beni, canımı
yaratan O, beni terbiye eden O'dur. Öyleyse beni yönetme hakkına sahip olan da
ancak O'dur .
İşıe burada da bir put
şehrine girecek olan Musa (a.s.) hazırlanıyor. Üzerinde olduğu yerin mukaddes
bir yer olduğu bundan dolayı ayakkabılarının çıkartılması emrediliyor. Hani
hacılarımız da Kabe-i Muazzama'ya girerken ayakkabılarını çıkarırlar, yalın
ayak, başı kabak oraya girerler. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) öyle yapmıştır ve
orada ayakkabı çıkartmak bir saygı gösterisidir.[16]
13- Ben seni
seçtim, vahyolunani dinle.
Vahye karşı gelen
insanlara kulak verip de uyma. Diyebilirsiniz ki bizi 1400 sene öncesine değil
de belki 10.000 sene öncesine götürüyorsunuz. Musa (a.s.)'a peygamberlik
gelmesi bizi ne ilgilendirir? Rabbim Musa'ya dediğini aynen bize diyor:
"Vahyolunan (Kur'an)'a kulak ver."
O zaman Tevrat'a kulak
veriliyordu, şimdi de Allah'ın vahyi olan Kur'ana kulak verilecektir. O'na
kulak verirseniz, diğerine kulak veremezsiniz. Çünkü aynı anda iki şeye kulak
vermek, yani dinlemek mümkün değildir. Ben dinlerim diyenler olabilir.
Doğrudur, mesela birisi tıp alanında, diğeri de fizik alanında verilen iki
konferansı aynı anda dinleyebilirsiniz. Çünkü iki kulağınız var ama İkisini
birden anlayamazsınız.[17]
14- Şüphesiz
ben, ben Allahım. Benden başka ilah(yaratan,yaşatan ve yöneten)yoktur. Öyle ise
yalnız bana ibadet et, beni zikretmek için namaz kıl.
Allah (c.c.) burada,
"ibadet edin" diyor. İbadet etmek demek, sadece oruç tutmak veya
namaz kılmaktan ibaret değildir. "Abd" Arab'ın dilinde köle demektir.
Yani kölelik, kulluk yapacağız. Sadece Allah'ın dediğini yapacağız, ibadet
ancak bu şekilde olur.
Bu ayet-i kerimedeki
namaz kılma sebebi; "Beni hatırlamak için" şeklinde açıklandığı gibi
"Beni hatırladığında" veya "Benim seni hatırlamam için"
diye de anlam vermişlerdir. Alimlerimiz bu ayetten yola çıkarak, unutarak terkedilen
namazın kaza edileceği kanaatine varmışlardır.[18]
15- Herkes
peşinden koştuğunun karşılığını alsın diye (kıyamet) saati mutlaka gelecektir.
Neredeyse Onu (kıyametin geleceğini) gizleyecektim, (ancak kullarım kıyamete
hazırlansınlar diye kıyamet hakkında bilgi verdim.) Ve Rabbim bize tekrar
"Kıyamet" ile ilgili bir hatırlatmada bulunuyor: "Kıyamet
zamanı yakındır, mutlaka gelecektir Nerede ise onu gizleyecektim. Her insanın
yaptığından dolayı hesaba çekilmeleri için onu gizledim."
Yani kıyametin ne
zaman olacağım gizledim ki; yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz ve
yaptığınız iyiliklerin mükafatını, yaptığınız kötülüklerin de cezasını
göreceksiniz diye.
Allah (c.c.) kıyametin
zamanını belirtseydi, o zaman insanlar bir gusül abdesti alıp, kıyametin
zamanını bildiklerinden dolayı kıyamet beni namazda iken yakalasın diye namaza
dururlardı, Kur'an okurlardı. Buda zaten imtihan olmaktan çıkardı. Ama onun
zamanını sevgili Peygamberine bile bildirmemiştir. Bu ayet-i kerimeyi günümüzde
değişik şekilde tefsir edenlerde vardır.
İslami hizmetlerde
bütün gününü ve ömrünü harcayanlar bir netice alınmadığını görünce; (Tabii onun
istediği netice alınamadı.) başka başka izahlar yapmaya koyuldu.
Mesela bundan 20-30
sene önce ömrünce çalışıp da bir arpa boyu kadar yol alan kimse mağlubiyeti de
kabul etmiyor ve diyor ki: "Mehdi gelip bu işi halledecek, onun gelmesine
şu kadar zaman kaldı." Böylece insanlara maddi olarak da inkarı mümkün
olmayan hayaller, idealler vermeye başladılar.
Kimileri de bu ayeti
kerimenin harflerini saymış, bilmem ne yapmış ve demiş ki kıyamet bu ayete göre
2069 yılında kopacaktır demiştir. Peygamber Efendimiz bile kıyametin vaktini
bilmediğine göre o konuda kimsenin kesin bilgisi olamaz.
Öyleyse bu konuda
tarih ve zaman veren kimselere kesinlikle inanmayız, ama kıyamet kesinlikle
kopacaktır. Mehdinin geleceğini de -inkâr babında söylemiyorum ama- beklemeyin,
biz kendimizden sorumluyuz.
Rabbimiz;
-"Verdiğim imkanları nasıl sarfettin?" diye soracaktır. Mehdi de
bizde yaptıklarımızın karşılığını göreceğiz.[19]
16-O'na(kıyamete)
iman etmeyen ve nevasına uyan, seni o'na(kiyamete) iman etmekten alıkoymasın,
yoksa helak olursun.
Günümüz için ne güzel
söylenmiştir. Bir kısım insanlar inanmamakla kalmıyorlar, inananlardan
rahatsız oluyorlar.
Biz diyoruz ki;
"İnanmazsan inanma, iman işi gönül işidir, biz inanıyoruz", Ama adam
diyor ki; "Yok olmaz, sende inanma." Çünkü onlar korkuyorlar ve
ürperiyoıiar. Ya hocaların dediği gibi, Kur'an m dediği doğruysa diye.[20]
17- O sağ
elindeki nedir ey Musa?
Musa (a.s.)'m elinde
Asası var. Hani dedik ya "Musa deyince Asa, Asa deyince Musa akla
geliyor." Müslüman güçlü olacak. Biraz sonra gelecek Musa (a.s.)'m
yumuşaklılığı.
Müslümanm dili
dünyanın en yumuşak dili olacak, ama elinde de asası olacak. Yani 20. asırda güç
ve otorite ne ise onu elinizde bulundurmalısınız, yoksa size "Gidip de
her biriniz birer baston alın." demiyorum.
Rabbim En fal
suresinde(ayet 60)Ğe; kuvvet hazırlamamızı emrediyor: "Ey Musa, o sağ
elindeki nedir?" Eli yaratan, asayı yaratan Rabbimdir, ama Musa (a.s.)'a
soruyor, elindeki ne diye.
Mesela 5 yaşındaki
çocuğunuz eline bir kalem verdiniz ve sordunuz oğlum o elindeki nedir diye?
Kalem diyecektir çocuk. Tekrar soruyorsunuz peki neye yarar ? İşte bu eğitim
metodlanndan birisidir. Sormak ve karşı taraftan cevabını beklemek veya ona
doğrusunu söylemek.
Birde Musa (as)'ın
elindeki asayı iyi tanıması,ona yabancı olmadığı hususunun ortaya konmasıdır
ki; meydana gelecek mucizeyi kavramaya hazırlama eğitimi vardır.
Musa (a.s.) bu soru
üzerine cevap veriyor.[21]
18- "O
asanıdır. Ben ona dayanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve onda daha
bir çok işlerim vardır." dedi.
19- (Allah):
"At onu (yere) ey Musa" dedi.
20- Onu
(yere) atınca birden koşan bir yılan oluverdi.
21- (Allah):
"Onu al, korkma. Biz onu ilk durumuna döndüreceğiz." dedi.
22-
"Elini koltuğunun altına koy, bir rmı'cize olarak kusursuz bembeyaz
çıkacak."
Bu bizi niye
ilgilendiriyor. Peygamber o günün en güçlü devleti olan Mısır firavununa karşı
fsıîami bir mücadeleye başlayacak ve onun elinde dünyevi imkan olaiak sadece
asası var. Bu asa da koyunlar için yaprak silkmeye ve dayanmaya b'rde birkaç
işe yarayan Hz Musa'nın tanıdığı ağaçlan biv asa.
Altah (c.c.) de buymuyor ki
onunla ciaha nek-: yapılır, yeter ki yar-dnnenî Allah (c.c.) olsun. Bir de
Aliııh (c.f.) Musa (a.s.)'ın elini Lolm-ğıınun altından çıkardığı zanıon ışıl
olacağını söylüyor ve o da oluyor. Bununla Firavuna bir mucize olsun diye
yapıyor Rabbim.
Bizimde elimizde bir
asa gibi olar. makamımız, diplomamız, naramız vardır. İtibarı vardır, rütbesi
vardır, değişik imkanları vardır. Bunlar asa gibi kullanılırsa Rabbim bunları,
karşı tarafa çok büyük ve korkunç gösterir. Çünkü korku birçok şeyi insana
haya] ettirir. Mesela; gece karanlığında giderken-korkuyorsunuz ve karşıdaki
direği adam gibi görüyorsunuz. Hatta bu direk öyle bir adam haline gelir ki
yürümeye, sizi kovalamaya bile başlar, işte bunun .sebebi korkudur, yoksa
direğin kendisi değildir.
Munafikun suresinin
dördüncü ayetinde, oduna benzetilen bu kafirlerden korkmamalıyız.
Sizde mü'mince hareket
ederseniz Allah (c.c.) buyuruyor ki "Kafirlerin yüreğine biz korku
salarız."[22] Korku salındıktan sonra
da işi bitmiş demektir.[23]
23- Sana en
büyük mucizelerimizden bi'ini göstermek için.
24- (Şimdi)
Firavuna git. Çünkü O aldı.
25- (Musa)
dediki:"Rabbim gönlümü genişlet."
26-
"İşimi kolaylaştir."
27-
"Dilimden düğümü çöz"
28- "Ki
sözümü anlasınlar."
29-
"Ailemden bana bir vezir (yardımcı) ver."
30-
"Kardeşim Hanımı (vezirim eyle)"
31-
"Onunla arkamı kuvvetlendir."
32-
"Onu işime ortak yap"
33- "Ki
seni çok teşbih edelim"
34- "Ve
seni çok zikredelim"
35-
"Şüphesiz sen bizi görmektesin."
36- (Allah)
buyurdu: "İstediğin sana verildi ey Musa"
Rabbim Musa (a.s.)'ın eline
mucizelerin, veriyor ve kendisinin Rabb ve Allah olduğunu bildiriyor ve
kendisim ilikadi yönden sağlamlaştır-dıktan sonra vahye kulak vererek, yalnız
kendisine itaat etmesini em-rediyor.
Bundan sonra Rabbim
bir emir daha veriyor. "Bu azan Firavunun yanına git." Firavun tuğyan
etmiş yani Tağutlaşmıştır. "Tağut" demek Allah'ın kanunları yerine
kendi kanunlarını koyan demektir.
Bir başka ayet-i
kerimede de; "Gidin onun yanına en yumuşak kelimelerle anlatın"[24]
deniliyor. En yumuşak kelimelere dikkat edeceğiz.
Ve Musa (a.s.) Rabbine
şöyle yalvardı. "Ya Rabbi gönlümü geniş eyle, işimi kolaylaştir."
Gönlün genişlemesi neyle ve nasıl olur. Öncelikle Allah'tan korkup, insanlardan
korkmama alışkanlığı kazanırsanız, Allah murad etmedikçe; kral veya devlet
başkanı beni öldüre-mez diye inanırsanız. Bu inançta olan insan ölüm korkusu
duymaz.
Zaten biz insanları
sıkan iki korkudur ki; bunun birincisi ölümdür, ikincisi de rızık korkusu. İşte
bu sıkıntılar insanın gönlünü sıkar. Onun için Musa (a.s.) gönlünün
genişletilmesini istiyor. Yani korkumu kaldır . ve Firavuna anlatacak şeylerim
konusunda benim işimi kolaylaştır.
Bu emirler aynı
zamanda bize verilen emirlerdir. Dolayısıyla biz bunlara sahip olduğumuz gibi
işimizin kolaylaşması için İslâm bakımından da güçlü olmalıyız, yani kültürlü
olacağız.
"Dilimdeki düğümü
çöz Ya Rabbi." Bizde müminlere veya kafirlere hitap ederken böyle yardım
talebinde bulunacağız.
"Benim ailemden
olan yani kardeşim olan Harun'u da bana yardımcı ver. Onunla benim ardımı
kuvvetlendir Ya Rabbi.
Ya Rabbi benim bu
işlerime onu da ortak kıl. Onu da risaletle görevlendir.
Ki seni bol bol teşbih
edelim, zikredelim. Sen bizi görüyorsun Ya Rabbi" deyince;
Rabbim de diyor ki
"İsteğin yerine gelmiştir (kardeşin senin yardımcın olmuştur) Musa"
Ve sonra Musa (a.s.)'ın doğumuna geçiyor Rabbim. Burada Musa ile konuşuluyor
ama bizede birçok ibretler veriliyor tabii ki.[25]
37- Sana bir
kerre daha iyilik yapmıştık."
38-
(Firav"un senide kesmemesi için, sen doğduğunda) "Annene vahyolunam
vahyetmiştik."
39-
"Onu sandığa koy ve denize (Nil nehrine) bırak. Deniz Onu sahile bıraksın.
Benim düşmanım ve Onun düşmanı Onu alır. Üzerine benden bir sevgi bıraktım ki
gözlerimin önünde yetiştirilesin."
40- Hani k,z
kardeşin gidip "Ona bakacak birini size göstereyim mi?" diyordu.
Annenin gözü aydm olsun ve üzülmesin diye sen, annene geri verdik. Sen bir adam
öldürmüştünde seni biz kederden kurtardık ve seni imtihandan imtihana attık.
Yıllarca Medyen halkı arasında kaldın sonra bir takdir üzere geldin ey
Musa!"
Firavun o zamana kadar
ve belki de bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük filozoflardan biridir ve Rabbim
onun söylediği bir çok felsefi sözü bizlere bildirmiştir. Öyle ki; Firavun tüm
felsefe pisliklerine sahipti.
Mesela; diyoruz ki bugün
Batıda bir felsefi ekol çıkmış ve şöyle şöyle yeni şeyler söylüyor, iddia
ediyormuş. İddia ediyorum onun söylediklerinin Kur'anda tek tek ayet
meallerini veririm. O filozofun söyle-dikledni ya Nemrut söylemiştir, ya şeytan
söylemiştir, ya Firavun söylemiştir.
Veya eğer o feylesof
çok güzel birşey söylemişse, geçmiş peygamberlerden birinin söylediğini
söylemiştir. Yani kaynağı mutlak olarak Kur'anda vardır. Hatta atasözü haline
gelmiş bir söz vardır. "Bu güneşin altında söylenmedik söz
kalmamıştır." Ama söylemenin üslubu değişecektir.
Rabbim Musa (a.s.)'ı
Firavuna gönderirken bile en güzel kelimeleri söylemesini emrediyor. Yoksa
zorlama yok. Zorlama ile olmaz. Zorla kendimizi bir başkasına sevdiremeyiz,
imanda böyle, küfür de böyle. Onun için Rabbim en yumuşak kelimeler ile dini
Firavuna anlatmayı emrediyor.
Çünkü ifade, yani
anlatma çok Önemlidir. Anlatacağımız şey aynı şey olabilir, ama biz ifademiz
ile anlatacağımız şeyi ya sevdiririz, yada nefret ettiririz, Onun için en
yumuşak kelimeleri kullanmak gerekir. Bunun için Rabbim onlara yumuşak dille
söylemelerini emrediyor. Bunun üzerine de onlar Rabbim bizim dilimizdeki bağı
çöz derler.
Günümüzde birçok Müslümanın
ve özellikle de benim muhtaç olduğum olay budur. Yani dilimizdeki bağın
çözülmesi için gayret sarfetmiyoruz. Evet bu dili Rabbim çözer, ama bizden de
gayret görmesi gerekir Rabbimin.
Bunun için de
konuşacağız, konuşurken de daha önce bizden daha güzel konuşanları taklid
edeceğiz. Onlar kimler, onlar Peygamberlerdir. Çünkü en güzel konuşanlar, en
özlü konuşanlar Peygamberlerdir.
Onlardan konuşmanın
üslubunu ve de özünü aldıktan sonra da muhtaç olanlara vereceğiz. Bazı
arkadaşlar asıl olan sözdür, kalıp değildir derler. Halbuki her ikisi de
önemlidir. Şu anda mesaj götürmeye çalıştığımız 20. y.y. insanı neyi nasıl
anlıyorsa o kalıpla gitmek gerekir. Öz de, şekilde Kur'anın çizdiği şekilde
olmalıdır.
Ve Musa (a.s.)'ın
dünyaya gelme hadisesinden önceki olaylara giriliyor. Konu şöyle: Firavun
Ben-i İsrail'in fazlaca ürediğini görüyor, bunların birgün kendisinin devletini
yıkacağım düşünüyor. Bunu uzmanları söylüyor.
Çünkü o zaman dünyanın
en güçlü iki devletinden biri onlar. Bir Kiptiler var, İki Yahudiler var. Fakat
hükümranlık Kıptilerin emrinde.
Yahudiler yani Beni
İsrail ise onların elinde köle gibi çalışıyor. Zor işlerin yapılması, temizlik
işleri, piramit yapma işleri Beni İsrailin elinden geçiyor, Kiptiler de işin
kaymağını yiyor. Çünkü yönetim onların elindedir. Bunlar kazanıyor, onlar
yiyorlar.
Türkiye'de Anadolu
insanının kazanıp da İstanbul'da üç beş Yahudinin yemesi gibi. Ama Yahudilerin
sayı olarak çoğalmaları Kıpti uzmanları telaşlandırıyor ve diyorlar ki;
"Efendim bunların dünyaya gelen çocuklarını keselim, öldürelim."
diyorlar bir müddet böyle devam ediyor, ancak bakıyorlarki onların ölmesi,
öldürülmesiyle tarlalar, bahçeler ve diğer işlerde çalışacak insanlar yani
işçiler kalmıyor.
Bu sefer de diyorlar
ki, bir sene öldürelim, bir sene öldürmeyelim veya oğlanları öldürelim, kızları
öldürmeyelim. Çünkü kadınlar genelde devlete, yani yönetime sahip olamazlar,
savaşamazlar.
Ve Musa (a.s.) gizlice
dünyaya getiriliyor. Dünyaya gelmiş ama bütün kadınlar gözetim altında. Bütün
kadınlar meydanda toplanıyor ve ebeler vasıtasıyla kadınların yakın bir zamanda
doğum yapıp yapmadıkları da kontrol ediliyor.
Allah (c.c.) buyuruyor
ki "Biz onun annesine vahyettik onu bir sepetin (sandukanın) içine koyup
Nil nehrinin içine at." Annesi de attı ve O'nun Firavun ve ailesi
tarafından beslenip büyütüldüğü bize haber veriliyor.
Ayrıca Allah(cc) bize
bu sepeıi ve Musa'yı kız kardeşinin de takip ettiğini ve snrayda Musa'nın
hiçbir memeden emmediğini görünce bu kız; "ben bir kadın biliyorum, o çok
iyidir ondan emer" diyor. Derken Musa (a.s.) gene annesine kavuşuyor.
Ve Rabbim
"Tarafımdan sana bir sevgi bıraktım." Yani seni sevimli bir çocuk
yaptım. Firavun görüyor; "Aaaa" diyor, hanımı görüyor hayran kalıyor.
Çünkü Rabbim ona bir sevgi bırakmıştır.
Yani Rabbim severse
sevdirir. Onun için Rabbimin rızasını kazandığımızda herkesinde rızasını
kazanabiliriz, Rabbim dilerse Musa'yı Firavunun evinde besler büyütür. Onun
için; günümüzde "Bu şartlar içinde İyi bir adam çıkmaz, Müslümanların
elinden tutacak seviyede adam yoktur" demek yanlıştır. Çünkü görüyoruz ve
iman ediyoruz ki, en kalı adamların yanında bile en iyi adamlar
yetişebilmektedir.
Zaten Allah'ın bize
Musa (a.s.Vın kıssasını bildirmesinin amacı da budur. Yoksa tarihi hikayeleri
öğrensinler, geçmişten bir masal öğrensinler diye değil, bunun için
anlatılmamıştır bize.[26]
41-
"Seni kendim için yetiştirdim."
42-
"Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin ve zikrimde gevşeklik etmeyin."
43- "İkini
Firavuna gidin, çünkü O azdı."
44-
"Ona yumşak söz söyleyin. Belki öğüt alır veya korkar."
45- (Musa
ile Harun): "Rabbimiz, Onun bize saldırmasından veya azgınlığını
artırmasından korkarız" dediler.
46- (Allah)
Dediki:" Korkmayın, şüphesiz ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm."
Biraz ünce anlattığımız
gibi Rr-bbinı yumuşak davranılmasını ve yumuşak kelimeler kullanılmasını
emrediyor. "Olur ki ondan nasihat alır ve Rabbinden korkar/' buyuruyor.
"Ya Rabbi bize
karşı azgınlık yapmasından, taşkınlık yapmasından korkuyoruz." Bunu diyen
Musa ve kardeşi Harun (a.s.). Burada bize şunu dedirtiyor. "Bu kafirlerden
korkuyormuyuz acaba? Acaba imanım mı sağlam değil? Halbuki bakın, peygamberler
de korkuyorlar. Demekki insan olması hasebiyle korkmamız mümkündür."
şeklinde düşünürken, Bize düşen hemen bu korkuyu Rabbime yöneltmek ve ondan başkasından
korkmamaktır.
"Dediki;
"Korkmayın, ben sizinle beraberim sizi işitiyor ve sizi görüyorum."
Mevlana bu ayetin tefsirinde diyurki "Padişahlar ava çıkarlardı, kuş
avlamak için de avcı kuşlar, doğanlar beslerlerdi ve doğanları onların
üstlerine gönderirlerdi ve ellerini yaralamasın diye de doğan kuşunu tutmak
için deriden eldivenler giyerlerdi. Birgün o doğan kuşunu uçurdu av yapsın
diye. O doğan kuşu bir padişah tarafından gönderildiği içindir ki hiçbir
kuştan korkmaz ve gördüğü kuşları yakalar, yakaladığı gibi kendisi de yemez,
doğru padişaha gönderir."
Peygamberler de
Allah'ın yarattığı ve gönderdiği şahinlerdir, doğanlardır. Onlar da hiçbir
insandan korkmazlar ve yakaladıkları insanları Rabbimin rahmetine doğru
fırlatırlar, götürürler.
Günümüzde bazı
insanlar bazı yerlere yaranmak için bazı ayetleri tefsir ederken "Efendim
bu ayet Yahudilerle ilgili, bu ayet Hristiyanlada ilgili onun için bugünün
insanına tatbik edemeyiz" diyorlar. Bu mantıkla hareket edersek,
"Kur'andaki 1000 kadar ayet Yahudilerle, 1000 kadar ayet Hristiy ani arla
ilgili. Geriye kalan ayetler de Mekke müşrikleri ve iman eden ashabla ilgili,
biz 1400 sene sonra geldik, bizimle ilgisi yok demek" gerekir.
Tefsir usulünde bir
kaide vardır. "Kur'anla neshedilmediği sürece peygamberlere indirilenler
aynen bizlere indirilmiş gibidir." Onun için Rabbim burada Musa ve Harun
(a.s.)'a hitaben "Korkmayın" diyor. Rabbim bunu bize anlatmakla siz
onlara inanıyorsanız, Rabbimin yardımı sizinle beraberdir korkmayın diyor. Bir
başka ayette de "Siz Allah'ın dinine yardım edin ki Allah da size yardım
etsin." "Eğer Allah size yardım edecek olursa size galip gelecek
yoktur." buyuruluyor.[27]
47-
"Haydi Ona varın ve deyin: "Biz senin Rabbinin elçileriyiz, israil
oğullarını bizimle beraber gönder ve onlara işkence etme. Biz sana Rabbinden
bir ayetle geldik. Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun."
48- Muhakkak
bize şöyle vahyolundu: "Şüphesiz azap, yalanlayan ve yüz çevirenin
üzerinedir."
Dikkat ediniz burada;
"Rabbimin elçileriyiz" denmiyor da, "Rabbinin elçileriyiz"
deniliyor. Selam da veriyorlar ama "Selam İslama girenlere" diye
selam veriyor. Onun için de Peygamberimiz, mü'minlere selam verirken
"Esselamü aleyküm" der, eğer orada kafirler de varsa, Selam hidayete
tabi olanlara manasına gelen "Esselamü Ala menittebeal hüda" derdi.
Burada Firavunun Beni İsrailoğullanna zulüm işkence yaptığını öğreniyoruz.
Zalimlerin yanına
gideceğinizi düşünün, vede gidin, ama, "Beyefendi onlara zulüm ve işkence
yapma" deyin. Ne olur? Çok hayırlara vesile olacağı gibi sizde işkenceye
uğrayabilirsiniz, ama o da bir hayırdır. Çünkü siz Musa ve Harun (a.s.)'ın
yaptığını yapıyor ve "Onlara azap etme" diyorsunuz.
"Bize vahyolundu
ki asıl azap, Allah'ın dinini yalanlayan ve Allah'ın dinine sırt
çevirenleredir" yani kim zulmederse ona; "sen insanlara azap
ediyorsun, ama asıl azap bu yaptıklarından dolayı Cehennemde sana
yapılacaktır." diyeceğiz[28]
49-
(Firavun) "Sizin Rabbiniz kim? ey Musa" dedi.
50- (Musa)
:" Bizim Rabbimiz her şeye yaratılışını veren, sonra da yol
gösterendir" dedi.
"Firavun: Senin Rabbin
kim ey Musa" dedi. "Rabb edinmek" öyle bildiğimiz gibi ibadet
etmek, tapınmak değildir. Ya nasıldır? Musa (a.s.) diyorki: "Rabbimin
koyduğu kanunlar vardır ona uy!" Firavunda diyor ki, "O kim oluyor,
yani benden başka bir Rabb mı var?"
Yani aslında Firavun
kendisi gibi bir adam anyor. Musa (a.s.)'da diyor ki "O Herşeye
yaradılışını veren bizim Rabbimizdir." Yani seni ve beni bir damla sudan
yaratan ve bizlere kaş, göz, el, ayak çizen ve görünmeyen sevgi ve nefreti o
maddi cisme koyan Allah bizim Rabbimizdir.
Ayet devam ediyor, bu
devam eden ayette bir çok feylesofun fikrine cevap vardır. Firavun Allah'ın
varilliğim kabul ediyor, ama Rabb'liğını kabul etmiyor. Mekke müşriki de
Allah'ın varlığını kabul ediyor ama insanların yönetiminin kendilerinde de
olduğunu söylüyorlardı.
Musa (a.s.) da;
"Hani göğü ve yeri yaratan varya işte o benim Rabbim" dedikten sonra
bitmiyor ve devam ediyor: "Bu yarattığı insanlara bu dünyada neyi nasıl
yapacağını öğretendir," buyruluyor.
Yani bunu sen
öğretmeyeceksin. İnsanın insanla, Allah'la, eşyayla olan münasebetini sen
değil, Allah (c.c.) yani bizim Rabbimiz düzenler, tayin eder. Çünkü insanı ve
tabiatı ve hatta seni de yaratan O'dur, öyleyse doğruyu gösteren de O'dur.[29]
51-
(Firavun): "Ya ilk çağlardakilerin durumu ne olacak?" dedi.
Şimdi çok Önemli bir
kısma geliyoruz ki, bu bizim başımızda da halen bir beladır aslında. Firavun
bakmışki, Musa'nın mantığı fena değil ve kendisini dinleyen bir sürü de
palamenteri var. Bunların içinde Musa'ya kanan insanlar olabilir. Öyleyse ona
şunu sorayım: "Musa sen Peygamber olarak gönderildin. Bundan Önce
Peygamber yoktu.
Peki bu durumda bizden
önceki milletlerin, dedelerimizin, babalarımızın hali ne olacak?" diyor.
Musa (a.s.) ne desin?
"Sizin dedeleriniz, babalarınız da sizin gibi puta taptığı için
Cehennemdedir." derse onları dinleyen 500-1000 kadar insan, anne ve
babasının Cehenneme gideceğine razı olmayacağı için Musa (a.s.)'a cephe
alacaktır. "Sen bizim atamıza laf edemezsin" diyerek. Öyleyse ne
demeli? Aynı soru bize de sorulabilir.
Musa (a.s.) diyorki;
"O konuda ben birşey bilmiyorum. Onlar hakkındaki bilgi Allah'a aittir.
Bir yerde de yazılıdır. (Cennetlik mi Cehennemlik mi olduğu)" Musa (a.s.)
böyle demeseydi de onlar Cehennemdedir deseydi bu sefer geçmişin kavgası
başlayacaktı.
Biz ise bugünden
sorumluyuz, geçmişin kavgasını yapmak için gelmedik bu dünyaya. Birçok insan
100-150 sene öncesinin insanıyla meşgul olmaktadır. Bakın burada Musa (a.s.)
diyorki; "senin baban beni ilgilendirmiyor, beni ilgilendiren
sensin."
Rabbim bir ayetinde
"Onlar geçmiş bir topluluktur, yaptıkları iyilik de kendilerine, zarar da
kendilerinedir" diye söylei. Biz onlardan sorumlu değiliz, bu günün
kafirinden sorumluyuz.
Musa (a.s.) devamla
diyorki:[30]
52- (Musa)
dediki: "Onların bilgisi Rabbim yanında bir kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve
unutmaz."
53-
"O(Rabb)ki, yeryüzünü size beşik yaptı, orada sizin için yollar açtı ve
gökyüzünden su indirdi.» O su ile her çeşit bitkiden çiftler çıkardık,
54- Yeyiniz
ve hayvanlarınızı otlatınız. Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler vardır.
"Hocam günümüzde
biz nasıl mucize gösterelim, baksana Musa (a.s.) mucize göstermiş diyenler var.
Ne yapmış Musa (a.s.)'a Rabbim? Asasını yılana dönüştürmüş.
Rabbim buyuruyorki
yiyecekler, gök, yer, bunlar hep mucizedir. Siz hala Asa'nın yılan olmasına
takılıyorsunuz. Rabbim toprağı çiçek yapıyor. Rabbim her an mucize gösteriyor.
Kime? "Akıl sahiplerine."
Siz vardınız bir adama
İslâmı anlattınız, size yüz çevirdi, veya "Şimdi zamanı değil, zamanım
yok" dedi, terkedip gitmeyin. Bu adam akıl zafiyetine uğramıştır ona da
yavaş yavaş hitap etmek gerekir. Allah(cc) bunları insan olarak yaratmıştır,
onlarla meşgul olmak gerekir.
Mesela eski eserleri
arayanların fırçaları vardır ve çok yumuşaktır, niye? O esere zarar vermesin
diye. O eseri bir Bizanslı, Sümerli yani geçmiş milletlerden biri yapmıştır onu
yeni nesillere gösterecektir. İnsanı ise Rabbim yapmıştır, öyleyse ona da zarar
vermeyeceğiz, onu kırmayacağız, ama asanızda yanınızda dursun, Allah'da
yardımcınız olsun.
Daha önce gördük ki;
Firavun Musa (a.s.) ile tartışırken mantıki deliller getiriyordu ancak bu
mantığı daha sonra çürüyordu.
Şimdi işleyeceğimiz 55
ayette Allah (c.c.) hepimizin esasının toprak olduğunu, topraktan olduğumuzu,
sonradan gene hepimizin toprak olacağını ve Ahirette toplanacağımızı haber
veriyor.[31]
55- Sizi
ondan(Toprakdan) yarattık yine oraya döndüreceğiz ve sizi ondan (Mahşer için)
son bir kerre daha çıkaracağız.
Bu ayet-i kerimelerin
benzerinin daha önce bir kaç kez izahını yapmıştık. Günümüzde İslamı inkar
eden ve ona giden yolu, mantıklarıyla ve Kur'andan deliller getirerek kapatmaya
çalışırlar. Aslında kendileri bir tezatın içine girerler.
Bunlar, Kur'an-ı
Kerimden deliller getirerek Ahiretin olmadığını iddia ediyorlar. Mademki
Allah'a ve Onun kelamına inanmıyorsunuz niye Allah'ın kelamını delil olarak
kullanıyorsunuz.?
Taha suresinin bu 55.
ayeti de onların, yani kafirlerin kendi lehlerine olması için zorladıkları bir
ayettir. Onlar diyorlarki insanlar ölürler ve bir başkasının ruhunda tekrar
geri gelirler. Bunun kabulü mümkün değildir, ama diyelim ki kabul ettik. Allah
(c.c.) "son defa olarak" diyor. Onlar dünyaya çıkartılacağını iddia
ediyorlar Halbuki ayetin manası; "Ahirete çıkartılacağına" işarettir.
Ama dedikya onların dediği gibi olsa bile, bu ayet-i kerime gene kendi
aleyhlerinedir çünkü son defa ibaresi var.[32]
56- Bütün
ayetlerimizi ona (Firavuna) gösterdik de o yalanladı ve yüz çevirdi.
57-
(Firavun) "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi
geldin?" dedi.
"Biz ayetlerimizi
(delillerimizi) onlara gösterdik. Ve bütün ayetleri yalanladı ve ondan yüz
çevirdi" Ayetlerden maksat öncelikle Tevrat'taki ayetlerdir, bugün de
Km'an'daki ayetlerdir.
İkinci olarak da
tabiatta gözümüzle gönlümüzle gördüğümüz ayetlerdir. Bakıyoruzki hiç kimse
elini yaratamıyor, birşeyini yaratamıyor. Buna rağmen yaratıcıyı yalanlıyor ve
bundan yüz çeviriyor.
"(Firavun)
Dediki: "Sen sihirînle bizi ülkemizden çıkartmak mı istiyorsun
Musa?" Ayette "ben" denmiyor da "biz" deniliyor.
Burada etrafındaki insanları da Musa (a.s.)'a karşı kışkırtma vardır. Yani
"Ey ahali, ey ileri gelenlerim, danışmanlarım, uzmanlarım, komutanlarım,
eğer bu adamın dediği gibi Tevrat'ın ahkâmı ilan ve tatbik edilecek olursa sizi
yurdunuzdan kovacaktır. Ve uğrunda tapmakta olduğunuz putlarınızı da yerle bir
edecektir.
Yani üç şeyden
korkuyorlar:
1-Atalarımn
Cehennemlik olmasından,
2-Yurtlarından
çıkartılmasından
3-Uyguladiklan
kanunların artık uygulanamayacağından korkuyorlar.
Bu korkuyu da
etrafındaki ileri gelenlere Firavun söylüyor.[33]
58-
"Elbette bizde senin sihrinin bir benzerini getireceğiz. Bizimle senin
aranda uygun bir buluşma yeri tayin et ki bizde, sende caymayalım."
59- (Musa)
"Buluşma zamanınız zinet günü (bayram günüdür) ve insanların toplandığı
kuşluk vakti olsun" dedi.
60- Firavun
geri gitti oyununu (sihirbazlarını) topladı sonra geldi.
61- Musa
onlara "yazık size, Allah'a yalan iftirada bulunmayın, ile helak eder.
iftira eden muhakkak helak olmuştur" yoksa sizi azap dedi.
62- Onlar
(sihirbazlar) işlerini aralarında tartıştılar ve fısıltılarını gizlediler.
63- Dediler
ki: "Bu iki sihirbaz sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarmak ve en güzel
yolunuzu gidermek (yok etmek) istiyorlar."
64-
"Bütün hilelerinizi toplayın sonra sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen
kazanacaktır."
65-
(Sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! Ya sen at veya ilk atan biz
olalım."
66- (Musa):
"Hayır siz atın dedi. (Onlar attılar) Birde ne görsün, onların ipleri ve
sopaları sihirleri sebebiyle koşarmış hayalini veriyor."
67- Musa
içinde bir korku hissetti.
68- Biz
"korkma, şüphesiz yüce olan sensin" dedik.
69- "
Sağ elindekini bırak, onların yaptıklarını yutacaktır. Çünki onların yaptığı
sihirbazın bir oyunudur. Sihirbaz her nereye gelse felal bulmaz."
70- Bunun
üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. "Harun ve Musa'nın Rabbine iman
ettik" dediler.
71-
(Firavun) Dedi ki: "Ben size' izin vermeden önce mi iman ettiniz? O, size
sihir öğreten büyüğünüzdür. Elbette ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama
keseceğim ve hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve
devamlı imiş bileceksiniz."
72-
(Sihirbazlar) Dediler ki: "Biz, seni, bize gelen açık delillere ve bizi
yaratana tercih edemeyiz. Yapacağını yap, sen ancak bu dünya hayatında
hükmedebilirsin."
73-
"Biz Rabbimize iman ettik ki, bizim hatalarımızı ve bizi yapmaya
zorladığın sihirden dolayı bizi affetsin.
74- Kim
Rabbine suçlu olarak gelirse, şüphesiz onun için Cehennem vardır. Orada ölmez
de dirilme/ de.
75- Kim O'na
(Rabbine) salih ameller yapmış bir mü'inin olarak gelirse, işte onlar için en
yüksek dereceler vardır.
76- Adn
Cennetleri ki, altından ırmaklar akar. Orada ebedi olarak kalırlar, İşte
arınanların mükafatı budur.
"(Eğer sen bunu
sihirle yapacaksan) Biz de sana sihirle karşılık veririz. Bizimle senin aranda
bir randevu var. Bir yerde seninle buluşalım ve sen de, biz de sözümüzden
caymayalım ve orada sen de maharetini göster, biz de gösterelim. Musa (a.s.)
da; "Sizinle olan randevu, bayram günü ve öğleye yakın bir zamanda
olsun" dedi. Firavun oradan ayrıldı ve planını programını yaptı ve geldi.
Musa (a.s.) firavun ve etrafındakilere; "yazık sizlere, Allah'a iftirada
bulunmayın sizi azabıyla yok ediverir. Allah'a iftira edenler yok olup, zarara
uğrarlar." diyerek son bir defa daha uyanda bulunuyor. Ama firavun'un
etrafındaki danışmanları durumlarım tartışıyorlar ve ne yapacaklarını da gizli
tuttular. Dediler ki: "Bu ikisi (Musa ve Harun a.s.) sizi ülkenizden
çıkarmak ve sizi örnek yolunuzdan alıkoymak istiyorlar." "Öyleyse
bütün planlarımzı, programlarınızı, tuzaklarınızı hazırlayın. Sonra saf halinde
gelin. Yüce olan bugün kazanacaktır."
"(İlim adamları,
sihirbazlar) dediler ki: "Ey Musa! ya sen at asanı veya önce biz
atalım." Musa (a.s.)'da; "önce siz atın" dedi ve Birde baktıki,
onların ipleriyle, ellerindeki değnekleri sihir sebebiyle koşan bir yılan
halinde görülüverdi. Bunu görünce Musa (a.s.) kendi iç dünyasında bir korku
hissetti. (Bu insanlar küfürde sebat ederlerse diye.)
Allah(cc) de;
"Korkma, Yüce olan ve üstün gelecek olan sensin. Elindeki asa'ni bırak,
onların yaptıklarını yiyiverir. Onların yaptığı sihirbazın hilesinden başka
birşey değildir. Sihirbazlar da ne yaparlarsa yapsınlar felah bulamazlar."
buyurdu. (Musa (a.s.)'ın asa'sı onların sihirlerini yutuverince) Sihirbazların
tamamı secdeye kapandılar ve "biz Musa'nın da Harun'un da Rabbine iman
ettik" dediler.
Firavun
etrafındakilere dediki: "Ben size izin vermeden mi ona iman ediverdiniz.?
O Musa ki sizin gibilerin (yani sihirbazların) en büyüğüdür. (Halk meydanda
toplanmış onları seyrettiği için firavun; "Musa da onların başıydı"
demek zaruretini hissetmiştir.) Gizlice kendi aralarında anlaşma yaptılar ve
güya mağlup oldular ve Musa'nın yolunu tuttular. Bu bir düzendir, hiledir,
sayın vatandaşlarım, milletim sakın bunlara inanmayın." (Ve arkasından da
tehdit ediyor) "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Hurma
direklerine sizi asacağım. Hangimizin şiddeti, azabı daha çokmuş
göreceksiniz." diyor.
O iman etmiş olan
sihirbazlar da; "Seni, Allah'ın bize indirdiği ayetlere ve de Allah'a
tercih etmeyiz. (Bugüne kadar sana iman ediyorduk, senin kanunlarını
uyguluyorduk, ama bugün gerçek Rabbe iman ettik ve onun kanunu olan Tevrat'a
iman ettik, senin kanunlarını, Tevrat'a, seni de, herşeyin yaratıcısı olan
Allah'a tercih etmeyeceğiz.) Elinden ne geliyorsa yap, senin gücün ancak bu dünyada
geçer. Biz Rabbimize iman ettik. Hatalarımızı ve senin zorlaman suretiyle yaptığımız
sihirleri ancak Allah affeder, hayırlı ve baki olan ancak Allah (c.c.)
tır" dediler.
Rabbîne suçlu olarak
gelen için Cehennem vardır. Orada ölmez de, yaşamaz da.
Kim de iman ederek
gelirse ve salih ameller işlerse, yüce dereceler, makamlar Onlaradır. Altından
ırmaklar akan Cennetlerde ebedi kalacaklardır. Bu temizlenen kişinin
mükafatıdır.
Buradan bize çıkan
dersler nelerdir? firavun ve onun ilim adamlarını gördük. Aslında tüm zalimler,
zulümlerini tek başına icra etmezler. Onların binlerce eli, ayağı, başı vardır.
Onun için zalimlerin yanındaki-lerden bahseden ayetler vardır.
Zalimler, zalimliğine
yardım eden insanlara yardım edip, imkanlar veriri er. Saltanatını,,.koltuğunu
sağlam tutması için bunları yapması gerekir.
Firavun da aynı
şekilde çevresindeki insanlara; eğer Musa'ya iman ederseniz bizi yurdumuzdan
alikoyar, evimizden, barkımızdan uzaklaştırır. Ayrıca bugüne kadar uygulanan
ve atalarımızın yaptığı kanunlar elimizden alınacak, Musa'nın Tevrat'ı
uygulanacak, diyordu.
Günümüzde de aman ha
Müslümanlara fırsat vermeyin, verirseniz içki fabrikaları durur, Kumarhaneler
ve meyhaneler kapatılır, kadınlar orada burada satılmazlar ve onlar kadınlara
asli hüviyetini verirler, kadıntara şahsiyet kazandırırlar. Şahsiyet
kazandmrlarsa da bizde istediğimiz kadını almaktan, kullanmaktan mahrum
kalırız diyorlar ve bunuda kadın haklan adına yapıyorlar. Onların kitaplarında
kadınların adı yoktur. Bizim kitabımızda ise vardır ve hatta onlara has olmak
üzere "suretim Nisa" vardır.
İşte bugünkü
firavunlar bunları söylerken, aman Müslümanlar gelmesin,, gelirse fuhuş
yapamayız, içki içemeyiz, haksızlık yapamayız, rüşvet yiyemeyiz diyorlar,
korkuyorlar, korkutuyorlar. Ve insanlar da hep birden alarma geçiveriyoriar.
Firavun'un tüm imkanlarından yararlanan onca ilim adamı, sihirbaz, Musa
(a.s.)'ın mucizesini görünce ne yapıyorlar, iman ediyorlar.
İşte burada Rabbim
bize ümid ve müjde veriyor: Bütün nimetlerden de yararlansa zalimlerin
yanındaki insanlardan tamamen ümidinizi kesmeyiniz. Hani her insanın kendine
has bir kara sevdası vardır, bu para olur, kadın olur, makam olur, şan şöhret
olur. Burada iman eden insanlar aslında, firavun'un Musa (a.s.) ile yaptığı
mücadelede kendilerine en güvendiği kişiler, yani katmerli kafirlerdir Ama
onlarda iman edebiliyorlar, bunu görüyoruz.
Biz de ümidimizi
kesmeyeceğiz. Ama onların yanında, onların ke-lamıyla Allah'ın kelamını yanyana
getirip, Allah'ın kelamını anlatın, ye-terki onlara Allah'ın mucizesi olan
Kur'an-ı duyurma imkanını yakalayın. Mesela bir insan yanlış yolda birşeyden
zevk alıyorsa, ondan vazgeçirmek için aynı zevki, biz doğru yolda
tattırmalıyız.[34]
77- Andolsun
biz Musa'ya şöyle vahyettik: "Kullarımı geceleyin (şehirden çıkar) yürüt.
Ve (asanı denize ) vur, onlara denizde kuru bir yol aç ki, (Firavun'un)
yetişmesinden korkmayasın ve (boğulmaktan) endişe etmeyesin."
78- Firavun
ordusuyla beraber, onları takib etti ve denizden birşey onları kapladı.
79- Firavun
kavmini saptırdı ve onları doğru yola götürmedi.
80- Ey
İsrailoğulları, biz sizi düşmanınızdan kurtardık ve Tur'un sağ tarafını size
vâdederek sözieştik ve sizin üzerinize kudret helvasiyla, bıldırcın indirdik.
81- Size
verdiğimiz rızkın en güzelinden yeyinîz, ve sakın o konuda taşkınlık yapmayın.
Sonra üzerinize gazabım iner, kimin üzerine de gazabım inerse o mutlaka
(Cehenneme) düşer.
Rabbimiz, Musa (a.s)'a
vahyinden bizi haberdar ediyor: "Biz Musa (a.s.)'a şöyle vahyettik: Bir
gece vakti kullarımı al ve yola çıkararak denizden geçir onları." Denizin
onlara yol vereceğini ve Firavundan da korkmamalarını öğütlüyor, vahyediyor
Rabbim. Firavun onları takip ediyor ama denizin ortasında boğuluyor ve firavun
sapıtıyor, doğru yolu gösteremiyor onlara.
tşte burada Allah
(c.c), Beni İsraile vermiş olduğu nimetleri haber veriyor; "Ben sizi
düşmanınızdan kurtardım ve Tur Daği'nın sağ tarafını da bir sözleşme yeri
olarak (vadettik) sözieştik sizinle. Orada sizin üzerinize kudret helvası ve
bıldırcın eti indirdik. O rızıklann en güzelinden yiyiniz, sakın Allah'a karşı
azgınlık yapmayınız. Yoksa Allah'ın gazabı sizin üzerinize de iniverir. Azab
inince de siz helak olursunuz" buyuruyor Allah (c.c).
Tefsirlerimizin
bazılarında bu denizin Kızüdeniz olduğu rivayet edilmiştir. Ayrıca bazı rivayetlerde
denizin varıldığı, bazı rivayetlerde de deniz donmuş gibi katı hale geldi de
öyle geçildi deniliyor. Kur'anın bize verdiği bilgi bu kadar. Yakın zamanlarda
Tevrattan faydalanılarak tefsirlere gidilmiştir ki, bunlarda da birçok
yanlışlık mevcuttur.[35]
82- Şüphesiz
Ben, tevbe eden, iman eden ve ameli salih işleyen, sonra da hidayet üzere olanı
çok affediciyim.
Yani zaman içinde
yaptığımız günahlarımız, işlediğimiz hatalar affedilmeyecek diye telaş
etmeyelim. Allah (c.c.) afvedeceğini vaad ediyor.
Bazı kişiler şöyle
diyorlar. "Hocam ne bileyim paramız pulumuz giderse, ailemizin,
akrabalarımızın gözünden düşeriz." Hayır bu yanlıştır. İnsan eşlerinin ve
akrabalarının yanında para ile değerlendirilmez. Hatta şunu örnek verelim ki,
birçoğunuz fakirken evlendiniz, ama şimdi zenginsiniz. Yani paranız oranında
değeriniz olduğu, düşüncesini bir tarafa atınız. Bazı kişiler için bu geçerli
olabilir ama biz Müslümanlar için böyle olmamalıdır. Bu vesveseler
şeytandandır.
Bu surenin son
ayetlerinde Allah (c.c.) bizden; ailemize namazı emretmemizi, sabretmemizi,
iman edip ve ameli salih işlememizi istiyor. Mal ve evlatlar Ahirette insana
fayda vermez, ancak selim kalp ve salih amel insana fayda verir.
Burada Musa (a.s.) ve
Ona inananlar bir gece Mısır'dan çıkmış, yerinden, yurdundan edilmişler,
evlerini, makamlarını terketmişler. Yıllardır biriktirerek elde ettiklerini
sadece imanlarından dolayı terketmişler. Allah (c.c.) sadece imanı için yoluna
çıkanı da mahrum bırakmıyor tabii.
Onların yeni
geldikleri yerde su yok, yağmur yağmıyor, ateş gibi birde güneş var. Ve Musa
(a.s.) Rabbine yönelerek su istiyor. Rabbim de; "Asa'ni taşa vur"
diyor ve 12 yerden birden su fışkırıyor ve yiyecek olarak da bıldırcın kuşu ve
kudret helvası indiriliyor. Onun için yola çıkan insanları Rabbim doyuracağını
vâadediyor. Hem de Mısır'da iken Firavun'un artıklarıyla ve soğanla beslenen
insanlar, birgün Rabbimin nizamını sağlamak, O'nun rızasını kazanmak için
ellerindeki herşeyi bırakıp, her imkanı tepip yola çıkarlarsa; Allah(cc) onlara
daha güzel nimetleri vereceğini vâadediyor ve de veriyor.
Burada bize de bir
atıf vardır. Bizler de Allah'ın kitabının gönüllere yerleşmesi ve yaşanması
için topyekün insanların O'na dönmesi için bazı nimetleri boşverecek olursak,
Allah (c.c.) bizlere daha üstün nimetler sunacaktır. Burada bu anlam var.[36]
83-
"Kavminden önce seni acele ettiren nedir ey Musa!.?"
84- (Musa)
Dedi ki: "Onlar benim izim üzerindeler. Rabbim sen razı olasın diye acele
ettim."
Musa (a.s.) kavmiyle
giderken onlardan daha Önce koşmuş ve Tur Dağı'nın sağ tarafına gelmiş. Rabbim
soruyor "Musa, kavminden önce seni acele ettiren nedir? (Musa (a.s.) Dedi
ki; onlar benim izimi takip ediyor ve geliyorlar, senin razı olman için de ben
acele ile geldim."
Hani acele etmek
şeytandandır derler. Ama eğer bir şeyde hayır varsa ve hayır olduğu kesin ise
onda acele etmek gerekir, bu ayet de delildir, ihmal edip geciktirilmemelidir,
hayırlı işler. Rabbim bizim fıtratımıza acelecilik vermişse bu boşuna
değildir. Çünkü; "Rabbim sen hiçbirşeyi boşuna yaratmadın" diye ayet
okuyoruz. Bu aceleciliği Allah'a itaat ve ibadette acele etmek olarak kullanmak
gerekir. Onun için hayırda acele edilir, yani acelecilik burada geçerli ve
iyidir.[37]
85- (Allah)
Dedi ki: "Gerçekten biz senin kavmini, senden sonra imtihan ettik. Samiri,
onları saptırdı."
86- Bunun
üzerine kızgın ve üzgün olarak Musa kavmine döndü. Ve dedi ki: "Ey kavmim!
Rabbiniz size güzel bir va'dde bulunmamış mıydı? Size (ayrılış) süresi mi uzun
geldi? Yoksa Rabbinizden bir aza-bm üzerinize gelmesini mi istediniz de, bana
verdiğiniz sözden döndünüz?"
87- Dediler
ki: "Biz kendi başımıza sana verdiğimiz sözden dönmedik. Ancak kavmin
zinetinden ağırlıklar yüklenmişti. Onları (ateşe) attık, aynı şekilde Samiri
de attı."
88- (Samiri)
Onlara böğüren bir buzağı cesedi çıkardı. (Samiri'ye uyanlar) Dediler ki:
"Bu sizin ve Musa'nın ilahıdır." Fakat o (Musa ilahını) unuttu.
Allah (cc.)..buyurdu
"(Biz senin kavmini) imtihan ettik ve Samiri onları saptırdı"
"Samiri'nin" adı Samiri değildir aslında: tefsirlerde bunun adının
da Musa olduğu söylenir. "Bunu duyunca Musa üzülerek ve de öfkelenerek
kavminin yanına geldi (ve kavmine vaadini hatırlattı) Rabbiniz size güzel bir
vaadde bulunmamış rmydı? Ben aranızdan çok uzun bir süre mi ayrıldım ki hemen
sapıklığa düştünüz (diyerek onları azarladı.)"
Burada bize verilmek
istenen şudur. Musa (a.s.) kavminden ayrılıyor ve Rabbiyle konuşmaya gidiyor.
Derken kavim, Harun (a.s.)'ı dinlemiyor ve altın bir buzağıya tapıyorlar.
Hatta, Samiri buzağıyı öyle yapmıştı ki, o buzağı rüzgarda garip garip sesler
çıkartıyordu. İşte bu ayette böğürmek olarak vasıflandırılmıştır.
Samiri, buzağıyı
göstererek; "işte Musa'nın da, sizin de ilahınız budur" demişti.
Musa (a.s.); o insanlara, bu yaptıklarının hata olduğunu anlatınca kavmi;
"Ne yapalım, kendimize sahip değildik. Yanımızda bizim ağırlıklarımız ,
yani zinetlerimiz vardı, aynı şeyler Samiri'de de vardı. Bizde Samiri de
ağırlıklarımızı attık ve Samiri bu ağırlıklardan bunu yaptı." dediler.
Bazı tefsircilerimiz
Tevrat'tan yararlanarak demişlerdir ki; bu zinet-lerin sebebi şudur. Hani
Yahudiler geceleyin yola çıkacaklardı ya O gece komşularına giderek; "yahu
senin şu zinetini versen de bu gecelik bizim kıza taksak" demişlerdi ve
tüm mahalleyi dolandırmışlardı. Bir çok tefsirci de bunun mümkün olmayacağını
çünkü bu insanların mü’min olduğunu ve Hz. Musa (a.s.)'a iman etmiş
olduklarından dolayı bunu yapmadıklarını söyler.[38]
89- Onlar
gör mü yor lar mı ki, (buzağı) onlara bir tek söz söylemez ve onlara zarar ve
fayda veremez.
90- Harun,
önceden onlara: "Ey kavmim, şüphesiz siz bununla (buzağıyla) imtihan
oldunuz. Muhakkak Rabbiniz Rahmandır (Merhamet eder.) Öyle ise bana uyun ve
emrime itaat edin.
91- Onlar:
"Musa bize dönünceye kadar ona (buzağıya) ibadete devam edeceğiz"
dediler.
92- (Musa):
"Ey Harun, onların saptığını gördüğünde, seni engel leyen ne idi?"
dedi.
93- "Niçin
bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?"
94- (Harun)
Dedi ki: "Ey anamın oğlu, sakalımdan ve başımdan tutma. Ben, senin
"İsrailoğullan arasında ayrılık çıkardın, sözümü gözetmedin"
demenden korktum.
Bakıyoruz ki, Musa (a.s.)
onların yanından bir anlık ayrılınca hemen sapıttılar. "Otorite boşluk
kabul etmez" diye bir söz vardır. Bunun en güzel örneği de Peygamber
Efendimiz vefat ettiğinde, daha cenazesi kaldırılmadan Hz. Ebu Bekir (r.a.)'ın
devlet başkanlığına getirilmesidir. Başkanın nezaretinde de Efendimizin
cenazesi defnediliyor. Bundan başka bir çok seferlerde, Efendimiz kısa bir
müddet için de Medine'den dışarıya çıkacak olsa yerine mutlaka bir vekil tayin
edip Öyle çıkardı.
Musa (a.s.) toplumun
bozulduğunu görünce, kardeşi Harun'un yakasından tutup, hesaba çekmesi bize
bir nasihattir. Toplumun bozulmasından birinci derecede sorumlu
yöneticilerdir.
Neyazık ki Müslümanlar
100 seneden beri başsız başsız dolaşmaktadırlar. Bunun içinde bu boş boş
dolaşan insanlar ilahsız kalmasın, kanunsuz kalmasınlar diye heykeller
dikmişler, kanunlar yapmışlardır.[39]
95- (Musa):
"Ey Samiri, bu senin büyük işin nedir?" dedi.
96-
(Samiri): "Onların görmediğini gördüm. O elçinin izinden bir avuç aldım ve
onu attım. Nefsim bana böylece hoş gösterdi."
Buradaki elçiden
kasıt, kimilerine göre Cebrail (a.s.) kimilerine göre de Musa (a.s.)'dır.
Musa'nın izinden birşeyler aldım, insanların görmediği birşeyleri gördüm ve
bunu yaptım diyen Samiri.. Biraz kapalı bir ifade olduğundan alimler değişik
manalar vermişlerdir bu kelimelere.. Samiri'nin yaptığına benzer şeyler
bugünde yapılıyor. Bir kısım imansızlar, imansızlıklarına delil olarak Kur'an-ı
kullanmışlardır. Allah'ın, Ahiretin, Peygamberin, Peygamber olmadığını
Kur'an'dan ayetler deliller getirerek ispatlamaya çalışmışlardır. Mesela günümüzde
de bir kişi tefsir yazıyor ve Yahudi ve Hristiyanlar için sizin Muhammed'e
inanmanıza tevhid dinini kabul etmenize gerek yoktur sizde Cennete gireceksiniz
diyor. Bunu derken de, yani yazısına başlarken de diyorki; "bunu ilk defa
ben söylediğim için şimşekleri üzerime çekeceğimi biliyorum." Halbuki
Elmalıh Merhum bunu, Cezayir'in işgali sırasında Fransızların yaptığını ve bir
broşür olarak dağıttıklarını kaydediyor, yani bu adamın söyledikleri ilk defa
kendisi tarafından söylenmemektedir.[40]
97- (Musa):
"Defol git. Şüphesiz hayat boyu "Bana dokunmayın" diyeceksin. Ve
senin için va'dolunan bir azap vardır ki elbette sen ona aykırı
kılınmayacaksın. Kendisine taptığın tanrına bak. Elbette biz onu yakacağız,
sonra toz halinde denize savuracağız."
98- Sizin
ilahınız ancak O Allah'dır ki, O'ndan başka ilah yoktur. Hcrşeyi ilmi ile
kuşatmıştır.
Samiri ile
konuşmalarından sonra "Musa dediki: "Defol! Senin şu dünyada
yaşadığın müddetçe söyleyeceğin bir tek söz kaldı: "Bana dokunmayın"
(Yani öyle bir belaya uğrayacaksın ki insanların sana değmelerini hiç
istemeyeceksin)" Ayet-i kerime bu kadar açıklıyor. Tevrat'ta ise denirki
Allah Samiri'ye bir bulaşıcı hastalık verdi. Öyleki kimse ona değmiyor,
yanaşmıyordu, yanaşanlara da o aman bana değ-meyin sizde hasta olursunuz
diyordu ve hayatı boyunca böyle gitti.[41]
Ayet devam ediyor:
"Senin için gerçekleşmesinde şüphe olmayan bir vaid vardır: Cehennem. Ama
Cehenneme gitmeden Cehennemdeki azabı göreceksin. Şu ilahına bak! Onu ben
yakacağım, külünü de denize atacağım. (Bakalım ilahın buna karşı koyabilecek
mi?) Sizin ilahınız kendisinden başka ilah olmayan O Allah'tır. Onun bilgisi
herşeyi ku-şatmjştır." Yani putperestlerin bu dünyada da
cezalandırılacağım görüyoruz. Allah (c.c.) Musa (a.s.)'ın vardığı neticeye
bizleri vardırsın ve bizleri doğru yoldan ayırmasın. Amin..[42]
99- İşte
böylece geçmişin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphesiz sana
tarafımızdan zikri (Kuranı) verdik.
100- Kim
ondan {Kurandan) yüz çevirirse kıyamet günü bir günah yüklenecektir.
101- O günah
yükünün altında ebedidirler. Kıyamet gününde onlar için ne kötü bir yüktür.
102- Sur'a
üfürüldüğü gün, suçluları gömgök mahşere toplarız.
103- Kendi aralarında
"(dünyada) on(gün) kaldınız" diye gizlice konuşurlar.
104- Onların
söylediklerini biz daha iyi biliriz. Onların yoldaki önderleri ise "siz
(dünyada) ancak birgün kaldınız" der.
Musa (a.s.) ile
Firavun arasındaki mücadeleye Kur'an'ın başka ayetlerinde ve surelerinde
bilhassa da Bakara suresinde sık sık ve geniş olarak temas edilmiştir. Bu
mücadelenin sık sık belirtilmesinin sebebi;.Peygamber Efendimizin karşı karşıya
bulunduğu ortamla ilgilidir. İnsanlık tarihi boyunca insanların genelde
yaptıkları, söyledikleri birbirlerinin aynıdır, sadece şekilde değişiklik
olabilir. Aslında özde pek bir değişiklik olmamaktadır.
Peygamber Efendimiz de
Mekke'de insanları yepyeni bir devlete hazırlar, Rabbimin ayetlerini okurken,
çıkar çevrelen onun karşısına dikilmiş ve onun çağrısının duyulmasını
engellemeye kalkışmışlar ve kendilerince bazı mantık oyunlarıyla Efendimiz
(s.a.v.)'ı hafife almış ve aleyhinde uydurulan iftiralarla insanlar nezdinde
değerini düşürmek için gereken herşeyi yapmışlar. Aynen firavun'un yaptığı
gibi.
Firavun'un yaptıkları
Efendimize değişik bir şekilde uygulanınca Allah (c.c.) 'da Musa (a.s.)
kıssasını örnek vererek o mücadeleden Efendimize dersler ve örnekler
göstermiştir.
Musa (a.s.) ile
Firavun, İbrahim (a.s.) ile Nemrud ve Mekke'li müşrikler ile Peygamberimizin
mücadelesi, bizim bugün kafirlerle, İslam düşmanlarıyla yapacağımız mücadelenin
benzer tarafları vardır. Bizde desteği onlardan alacağız, onlar nasıl
davranmışsa öylece davranacağız.
İnsanlara İslamı
anlatırken yeri göğü ve bizleri yaratanın Allah olduğunu söyleriz. Biz böyle
söyleyince karşımızdaki insanlar da kendi mantık oyunlarınca bizleri yenmek
için derlerki: "Mademki beni yaratan Allah'tır hadi beni öldürsün, Mademki
bu dağı yaratan Allah'tır hadi bu dağın yerini değiştirsin."
Peygamber efendimiz
göklerin yarılacağı, güneşin dürüleceğini.söylediği zaman da, Mekke'li
müşrikler: "Mademki Allah bunları yapabiliyor, o zaman ona söyle de şu
dağları Mekke'nin etrafından biraz uzak-laştırsın ve bize ovalar yaratsın, bize
sulak araziler versin" diyorlardı. Dikkat ederseniz günümüzdeki insanların
isteklerine benziyor.[43]
105- Sana
dağlardan soruyorlar. Deki: "Rabbim onları toz halinde savuracaktır."
106- O
(dağları) dümdüz bırakacaktır.
107- Orada
bir girinti ve çıkıntı göremezsin.
"Senden dağlar
hakkında sorarlar (Mademki birgün dağlar atılacaktır, hadi şimdi atılsın, şu
dağlar söyle çekilsin de bize ovalar verilsin gibi) Deki: "Rabbim (zamanı
gelince) onu yerle bir ediverir." Madem ki oraya onu O koymuştur, oradan
kaldıracak olanda O'dur. Onun yerini dümdüz, çorak, ot bitmeyen bir arazi
haline getirir. Orada hiçbir eğrilik ve tümsekde göremezsin."
Bugüne kadar inen surelerin
tefsirini yaparken gördük ki ilk inen surelerin hemen hepsinde ağırlık, ahiret
ve kıyametle ilgilidir. Bu biraz sıkıcı gibi geliyor. Ama biraz düşündüğünüz
zaman görüyorsunuz ki, Allah (c.c.) insanları en hassas yerlerinden yakalıyor:
"Bir gün gelecek ayaklarınızın altındaki evleriniz yok olacak, yıldızlar
dökülecek, denizler kaynayıverecek. Yani insanların en sevdiği, bağlandığı
şeylerin ellerinden gideceğine işaret ediyor Allah (c.c).
Bu Allah (c.c.)'ın
metodudur. Biz de bu metodu uygulamalıyız. Mesela: "Babası ölen bir adamın
yanma gittiğimiz de baban öldü, deden öldü, öncekileriniz hep öldü, bir daha gelmemek
üzere, senin de kendi halinin öyle olmasını istermisin? Eğer onlar iyi iseler
Cennettedirler, kötü iseler Cehennemdedirler. İyilerin yoluna uymak, kötülerin
yolundan dönmek gerekir" diyeceğiz. Bu birçok insanı etkileyecektir.[44]
108- O gün
hiçbir tarafa sapmadan davetçiye uyarlar. Rahman için bütün sesler kısılmıştır.
Fısıltıdan başka birşey işitemezsin.
109- O gün
Rahman'ın izin verdiği ve sözünden razı olduklarından başkasının şefaati fayda
vermez.
Yani o gün insanlar
mahşerin, tekrar dirilmenin hak olduğunu görmüşlerdir. O sebeple ya sadece
fısıltı ile konuşurlar veya sadece ayak seslerini işitirsin, fısıltı ile bile
konuşmaya cesaretlen yoktur, şaşkındırlar. Günümüzde de insanlar bazı yerlerde
sessiz dururlar fısıltı ile konuşurlar, buraları ya saygı duyulan bir yerdir
veya korkulan bir yerdir de onun için.
"O günde şefaat
fayda vermez." Bu dünyada bir çok işlerimizi aracılarla hallediveriyoruz
ama Ahirette aracılar fayda vermeyecektir. Çünkü zaten aracılar olmayacaktır.
Ancak "Rahman'ın izin verdiği (kişilerin şefaati) başka." Bunlar
peygamberlerden bir kısmı, bir hadisi şeriften nakledildiğine göre de en fazla
şefaat etme hakkına sahip olan Peygamber de, Peygamber Efendimizin kendisi
olacaktır.[45]
Kur'an-ı Kerimden
şefaate delil isteyenler için bu ayet-i kerime yeterlidir.[46]
Peygamberler dışında şefaat edecekler için Allah'ın veli kullan deriz de filan
şahıs diyemeyiz. Çünkü sahabeden bazı istisnalar hariç kimin Cennete
gideceğini kesin olarak bilemeyiz. Bunlardan sonra bazı hadislerde haber verilen
şehid kullar, iyi amel sahibi insanların da şefaatleri haktır. Ama bunlar için
kesinlikle şefaat edeceklerdir demek çok zordur.
Ayet-i kerimeyi şöyle
anlamak da mümkündür: "O gün şefaat fayda vermez, o kişiye şefaat fayda
verir ki: Rahman o günahkar kulunun (saflığında) söylediği sözlere razı oldu.
(ve bu amelinden dolayı Allah ona şefaat edilmesi için izin verdi)." Her
ikisi de aynı anlama geliyor ama şefaat edecek kişinin de, edilecek kişinin de
mutlaka mü'min olması gerekiyor. Yoksa kafire şefaat yoktur.
Nitekim birçok yerde
görürüz: Levha halinde asılmıştır hadisi şerif: "Şefaatim ümmetimden büyük
günah sahiplerinedir."[47]
Küçük günah sahipleri ne olacak? Allah bilir Rabbim onlara hadi siz şöyle
Cennete doğru geçin diyecektir. Buradaki ikinci anlama göre Allah (c.c.)
şefaatine izin verdiği kullarının bazı özelliklerinin olması gerekir, nedir
onlar? "Söylediği söze razı olmuştur." Alimlere göre bu razı olunan
söz Kelime-i Tevhid'dir. Yani Kelime-i Tevhid'i söylemesinden dolayı Allah (c.c.)
ona şefaat etmek için peygamberine veya salih kullarına izin verecektir.
Bununla ilgili birde mütevatir hadis vardır: "Kîm Lâ İlahe İllallah derse
Cennete girer." (Otuz dört tane sahabenin rivayet ettiği bu hadisin Ama bu
"Lâ İlahe İllallah'a" şahidlik etmek böyle bilmeden ve boş bir kelime
gibi söylemek değildir. Çünkü şehadet ne demektir, İslam hukukunda da, bugünkü
hukukta da; bildiğini, gördüğünü söylemesi, ifade etmesidir.[48]
110- (Allah)
Onların önlerindekini ve arkalarmdakini bilir. Onlar ise ilimle O'nıın (Allah'ın
zatını) kavrayamazlar.
"(Amel olarak) geriye
bıraktıklarınızı da, tatbik ettiklerinizi de Allah bilir." buyruluyor.
Yaptıklarınızı da yapamadıklarınızı da bilir Allah. Onların "Tecrübe
olarak da ilim olarak da Allah (c.c.)'i kavramaları mümkün değildir."
Bazı inkarcılar; "ben laboratuarda inceleyemediğime inanmam"
demektedir, ama bu yaratılmışlar için geçerlidir, Allah için geçerli olamazki.
Bu inkarcıların
sözlerinin aynısı, daha önce Musa (a.s.)'a da söylenmişti. Hangi söz veya
fikri getirirseniz getirin , geçmişten mutlaka bir kaynağını bulacaktır. Yani,
yeni bir söz yoktur. Musa (a.s.)'a da o zamanın profesörleri "Ya Musa biz
Allah'ı apaçık bir şekilde görmeden sana iman etmeyiz" demişlerdi.(Bakara
55) Allah (c.c.) ise "Onlar ise bilgice Allah'ı kavrayamazlar"
buyuruyor.
Dikkat edin insanoğlu
gözüyle gördüğü, ilmiyle kavradığı herşeye hükmetmiştir. Mesela, dağı
görmüştür, onun üzerinden aşmıştır, delip tüneller açmıştır. Göz onu görmüşse o
görme sınırının içinde kalmıştır. Halbuki Allah (c.c.) herşeyden büyük ve
münezzehtir.
Bununla birlikte
bizler Allah'ı bilip tanıyabilelim diye Allah (c.c.) Esma'sını Kur'an-ı
Kerim'de çeşitli yerlerde veya hadislerde bize bildirmiştir. Biz onlara
bakarak Allah'ın sıfatlarını biraz kavramış oluyoruz, sıfatlarından ayrı
olarak zatını kavramak ise mümkün değildir.[49]
111- Bütün
yüzler Hayy ve Kayyum'a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenenler ise perişan
olmuştur.
112- Kim
Mü'min olarak salih amel işlerse zulümden ve Hazm'dan (hakkının yenmesinden)
korkmaz.
Buradaki "yüz'den"
kasıt; bütün varlıktır. Yani bütün varlığımızla ona boyun eğmişizdir. Mesela,
namazlarımızda Allah'a secde etmemiz için 7 azamız birden yere varmaktadır.
Sadece başın Allah'a secde etmesi için 7 azamız birden secde etmektedir. Buda
böyledir.
"Zulüm taşıyarak
Rabbinin huzuruna gelenler ise zarara uğramışlar, kaybetmişlerdir." Zulüm
taşıyarak Rabbimizin huzuruna varmayalım. Bu zulmün iki manası vardır;
1- Allah'a
isyanla, kulların haklarını gasbetmekle, zarar vermekle ilgilidir. Zaten zulüm
demek haddi aşmak demektir, bu anlama gelir.
2- Bir
diğeri de Şirktir. Eğer bir insan çıkar da hayır Allah yönetemez ben yönetirim
derse, bu insanda zulmetmiş demektir. Çünkü, sen yaratılmak ve yönetilmek için
yaratıldın, yaratmak ve yönetmek için değil. Onun için Allah (c.c); "Şirk
en büyük zulüm'dür. " buyurur.[50] Hani
günümüzde işkence yapanlar için zulüm yapıyor derler. Allah (c.c.) ise asıl
zulmün şirk olduğunu beyan ediyor. Tarih boyunca işkenceyi icad ve tatbik
edenler Rabbime hakkıyla kulluk etmeyen ve isyan edenlerdir.
"Kim de iyi işler
yaparsa, mü'min olarak yaparsa" Eğer Allah (c.c.) burada mü'min kaydını
koymasaydı herkes öbür dünyada -eğer iyi işler yapmışsa- Cennete giderdi. O
zaman kafirler de kendine bir pay ayırırlardı. Genelde bu mesele çok tartışılır
ve bilhassa "Edison" için pay çıkartarak derlerki; "Hocam olur
mu o kadar iyilik yapmış adam var bunlar Cehennememi girecek, bak adam
olmasaydı biz karanlıkta kalırdık." Allah (c.c.) "Yeryüzü dolusu
altunlan olsa ve bunu fidye olarak verseler gene de fayda vermez"
buyurur.[51]
Mesela Rabbim Edison'u
mahşer günü hesaba çekerken sorar; "Dünyadayken ne yaptın?"
"Elektriği icad ettim Ya Rabbi." Rabbim tekrar sorar; "Kimin
için yaptın, benim için mi yaptın?" "Sana inanınıyordum ki ya Rabbi,
senin için yapmadım" Bu halde ne olur.? Zaten, "inanıyorum, senin
için yaptım" derse mesele yok.
Bu şuna benzer; hani
yan komşunuzda akşama kadar çalışan bir işçiye, akşam olunca ücretini siz
verirmisiniz? Kim için çalıştı ise parasını da onun vermesi gerekir değil mi?
Allah'tan başka ilah kabul edenleri de Allah (c.c.) korumayacaktır. "(İyi
amel yapan ve mü'min olanlar Ahirette) bir zulme de uğratılmazlar." Yani
yaptığı kötülük 5 gramlık ise 5 gramlık azap görür, daha fazlasını mümkün değil
görmez.
Bu kötü amellerin affa
uğraması ihtimali de var. Ancak mümin olmak şart. Silah, para, asker ve
teknolojik üstünlüğe sahip olan batı müslü-manları kendi ülkesinde asimile
etmek, eritmek ve kendine benzetmek için tirilyonlar harcıyor ama başaramıyor.
Bir Budist'i bir Kominist'i veya bir Ateist'i kendine benzetip asimile ediyor
ama müslüman asimile olmuyor.
İşte Rabbimiz bu
ayeiinde, "Hazmdan kormaz" buyuruyor. Yani İman ile Ameli salih
işleyen bir Mümin hazmedilmekten korkmaz.O,benzemez, benzetir. Avrupada
müslümanlann dört bin cami açmaları ve Avrupalıları müslüman etmeleri bunun
şahididir.[52]
113- İşte
böylece biz O Kur'an'i Arapça olarak indirdik. Ve onda tehditlerimizi tekrar
tekrar açıkladık ki; sakınsınlar veya onlara hatırlatma yapar.
114- Gerçek
hükümdar olan Allah yücedir. Sana vahiy tamamlanmadan okumayı acele etme.
"Rabbim, bana ilmi artır" de.
Burada Allah (c.c.)
kendisinin, Melik ve Hakk olduğuna vede yüce olduğuna dikkat çekiyor.
Allah (c.c.) bu
isimlerini bize vererek diğer sıfatlarının, isimlerinin de aslında bu isimlerden
türediğini, yansıdığını bize bildiriyor. Melik olunca herşeyi yönetme hakkı da
ona ait olmuş oluyor. O Hakk'tır.
Hukuk,
"Hakk" kelimesinin çoğuludur. Hakk kim ise hukuk ona aittir. Kendisi
Hakk olmayanın hukuku olmaz, hukuk yapamaz. Geçici bir hayatta yaşıyoruz ve
geçip gidiyoruz, öyleyse geçici olan bir insanın kalıcı birşey koymaya ne kadar
hakkı vardır? Hukuk Hakk'dan gelendir. Mülkün sahibi olan Melik O'dur, Hakk
O'dur. Öyleyse bu mülkde neyin nasıl yapılacağını, nasıl yönetileceğini tayin etme
hakkı da O'nundur.
"Kur'an konusunda
acele etme, O Kur'an'm vahyi sana okunmadan veya tamamlanmadan önce,, acele
etme.!" Bu ayet açıklanırken Tefsirlerde "Kur'an-ı acele okuma"
denmek istediği yazılmaktadır. Çünkü Cebrail (a.s.) Kur'an-i getirdiğinde Peygamber
Efendimiz; belki unuturum diye acele acele okuyormuş. Rabbim bununla ilgili
olarak bir başka ayette "Dilini hareket ettirme, onu senin gönlünde
toplamak bize aittir" diye garanti ediyor.[53]
Ben de tefsir
kitaplarını incelerken bu yukarıdaki Taha suresinin ayetinin bağlantısını bir
türlü bulamadım. Yani kendi kendime dedim ki acaba bu ayetle baştaki ve sonra
gelen ayetlerin ne ilgisi olabilirki? Kurtubi'nin tefsirinde beni tatmin eden
güzel bir açıklama gördüm: Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) bir kadın geliyor ve
kocası hakkında bir şikayet bildiriyor. Peygamberimiz de hemen hüküm veriyor.
Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayeti indiriyor. Yani "Sana açıklama
gelmeden Kur'andan bir vahiy gelmeden hüküm vermede acele etme." Sana bir dava
arzedildiğinde Rabbin katında onun açıklaması gelmeden sakın hüküm verme. (İşte
ayet bu sureyle bağlantıya burada geçiyor.) Peygambere bu hak verilmemişken,
kanun koyma hakkı yalnızca Allah'a aitken, kulların vahiyden ayrı hüküm
vermesine Rabbim izin verir mi? elbette vermez.
Derken Rabbimden bir
emir daha geliyor. "Deki, Rabbim ilmimi artır." Peygamberimizin
dualarına baktığımızda "arttır" diye yaptığı bir başka duası daha
yoktur. Allah'ın (cc), Peygamberimize ve dolayısıyla bize öğrettiği dualardan
biri de "İlmimi arttır" diye yaptığı duadır. Çünkü ilmin artmasıyla
arkasından da ibadet, iman, tebliğ ve herşey gelir. Süleyman (a.s.)'a da;
"ilmi mi tercih edersin, mülkü mü?" dendiğinde, ilmi tercih etmiştir
ve ilim mülkü yani padişahlığı da beraberinde getirmiştir. Ama dua ettiği,
ilmimi arttır dediği "ilim", Kur'an çerçevesinde olan ilimdir. Peki
fizik, kimya, biyoloji ilmi..!? Bunlar Kur'an ve sünnetin doğrultusunda hareket
ettikten sonra bunlarda öğrenilmelidir. Ve bunlar akim bulabileceği ilimlerdir.[54]
115- Daha
önce biz Adem'e (şu ağaçdan yeme diye) emrettik de o unuttu, biz onda bir azim
bulmadık.
Burada Hz. Adem
(a.s.)'ın azimli olmamasına da doğrudan değil de delalet yoluyla işaret
edilmiştir. Bir şeye azmederseniz unutma sınırım aşağı düşürürsünüz, ama
önemsemezseniz o şeyi daha çabuk unutursunuz.
Burada insanın niye
bazı konularda unutkan olduğuda anlaşılıyor. Namazı unutuvermişiz diyoruz. Ama
hiç alacağımızla borcumuzu unutmuyoruz. Namaz kılarken kaç defa esnediğimiz
oluyor, ama para sayarken hiç esnememişizdir. Niye? İşte bir şeyde esniyorsak
demek, ki o şeye önem ve değer vermiyoruz demektir.[55]
116- Hani
biz meleklere "Adem'e secde edin" demiştik. Hepsi secde etmişti de
yalnız iblis kaçınmıştı.
117- Biz de
dedik ki: "İşte bu (iblis) senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın ikinizi
Cennetten çıkarmasın, sonra sıkıntıya düşersiniz."
118-
"Orada (Cennette) acıkmayacaksın, çıplak kalmayacaksın."
119-
"Orada susaınayacaksın, kuşluk güneşi ile yanmayacaksın."
120- Şeytan
ona.vesvese verdi ve şöyle dedi: "Ey Adem, sana sonsuzluk ağacını ve
eskimeyen bir mülkü göstereyim mi?"
121- İkisi
(Adem ile Havva) ondan (yasak ağaçdan) yediler ve hemen onlara kötü (ayıp)
yerleri göründü. Üstlerine Cennet yaprağından örtmeye başladılar. Adem Rabbine
karşı geldi ve şaşırdı.
122- Sonra
Rabbi onu (Peygamber olarak) seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yolu
gösterdi.
Rabbim de insanın en
zayıf noktasından yaklaşarak Cennette kaldığınız müddetçe "sırtınız pek,
karnınız tok olur" diyor. Sonra da buyuruyor ki "Burada susamak da
yoktur, sıcak sıkmtısıda çekmeyeceksin." Yani Allah (c.c.) insanın tüm
ihtiyaçlarının Cennette olduğunu ve sakın şeytana- kanılmamasını söyleyerek
şeytanı da gösteriyor. Ama "Şeytan ona vesvese verdi." Bugüne kadar
bu olaylar bize anlatılırken öncelikle şeytanın Havva anamızı kandırdığını
söylemektedirler. Bu Yahudi uydurmasıdır ve kadınları küçük göstermek için
uydurulmuştur. Rabbim ise burada vesveseden bahsederken Arapça olarak
"İleyhi" diyor, "îleyha" deseydi müennes olurdu ve kadın
için kullanılmış olurdu, ama görüyoruzki Adem (a.s.) için kullanılmıştır."
(Şeytan Adem'e) dedi ki: "Ey Adem! sana ebedi olarak yaşayacak meyveyi veren
ağacı göstereyim mi? Hem buradan yersen ölmeyeceksin, eskimeyeceksin,
yıpranmayacaksın. (O meyve de Rabbinin sana yasakladığı meyvedir.)" Bunun
üzerine ikisi birden o meyveden yediler ve avret mahalleri açıldı." Demek
ki bir insan İçin en büyük eksiklik ve en büyük isyanın başlangıcı, birincisi
haram lokmayı yedirmek ve ondan sonrada avret mahallinin ortaya çıkmasıdır.
Bundan sonra bu insan her türlü isyanı, arsızlığı yapabilir.
Uzun zamandan beri
bizim gavurların söyledikleri şu; Kur1 anı kapatalım, kadınları açalım.
Bindokuzyüzlü yıllarda hep bu işlenmiştir. Yani öyle bir şeydirki;
"Kur'anı kapatıyorsunuz, kadın açılıyor, kadını kapatıyorsunuz, Kur'an
açılıyor'." Yani ikisi bir birine muvazi hale getirilmiştir. Bu sadece
kadın için geçerli değildir. En ahlaklı bir adamı anadan doğma soyup 500 metre
yürütün şehrin en kalabalık yerinde, ondan sonraki yaptıkları, hayatı mutlaka
değişir, bazı şeyleri yapmaktan utanmaz artık, hani "Ar damarı
çatlamış" deriz, öyle bir şey.
"Hemen Cennetin
yapraklarından üstlerine kapatmaya başladılar. Adem Rabbine (bu konuda) isyan
etmişti. Sonra Rabbin onu peygamber olarak seçti ve onun tevbesini kabul etti
ve o da Rabbinin hidayeti doğrultusunda yürüdü." Başka bir ayette Rabbim;
"Adem'e tevbeyi öğrettiğini ve Adem'in tevbe ettiğini" beyan ediyor.
Demek ki, yaptığımız
hatalardan tevbe edersek, Rabbim bu tevbe-lerimizi inşaallah kabul edecektir.
Adem babamız örnek verilmek suretiyle bize ümit veriliyor.[56]
123-
"İkiniz oradan (Cennetten) birlikte inin. Siz, (insanla-şeytan)
birbirinize düşmansınız. Size benden bir hidayet geldiğinde kim benim
hidayetime uyarsa sapıtmaz ve sıkıntıya düşmez."
124-
"Kim benim zikrimden (Kuranımdan) yüz çevirirse onun için geçim darlığı
vardır. Onu kıyamet günü kör olarak haşr ederiz.
Allah'ın(cc) zikri
olan Kur'an'dan yüz çevirenler için yaşam sıkıntısı, darlığı vardır.
"Dank" kelimesi darlık manasına geldiği gibi vücudun kırgın ve hasta
olması manasına da gelir.
Allah'ın kitabına sırt
çeviren toplumların sosyal bünyelerindeki uyuşturucu, Aids, soygun, köşe dönme,
vurgun, terör, cinayet ve hıyanet hastalıklarının toplumu nasıl yıprattığını
gördük. Asıl büyük tehlike ahiretteki körlüktür.[57]
125-
"Rabbim, beni niçin kör olarak hasrettin, halbuki ben görüyordum"
dedi.
126- (Allah)
buyurur: "İşte böyle. Ayetlerimiz sana geldi ve sen onları unuttun. Bu
günde sen öylece unutulursun."
127- İşte
biz (kendini) israf eden ve Rabbinin ayetlerine iman etmeyenleri böyle
cezalandırırız. Ahiret azabı daha şiddetli ve süreklidir.
İki gözü dünyaya kapalı
Allaha açık olanlar, iki gözü dünyaya açık Allaha kapalı olanlardan daha
iyidirler. Hac suresinin kırkaltmcı ayetinde açıklandığı gibi, asıl körlük gönül
körlüğüdür. Gözleri görmeyen kaldırımdan düşebilir. Ancak gönül gözü kör olan
kafirler ise cehenneme düşerler ve unutulmuş muamelesi görürler.
İki gözü de kör olan
İbni Ümmü Mektum İran'ın fethinde Kadisiye de kör gözleriyle sancağı elinde
tutarak îran'lıların hakkı görmelerine sebep olmuştur.[58]
128-
Onlardan önce nice nesilleri helak ettik. Onların yurdunda dolaşıyorlar. (Bu
helak olanların hali) onlara bir yol göstermedi mi? Şüphesiz bunda akıl
sahipleri için ibretler vardır.
Diyebilirsinizki
imansızlar bizden daha rahat yaşıyorlar. Hayır sadece öyle görünüyor. Rabbim
rızıkta bir zorluk vereceğiz demiyorki, yaşantıda bir zorluk vereceğiz diyor.
Eğer rıztkta sıkıntı olmuş olsaydı mü'minlerin çok zengin olması gerekirdi.
Fakirliği de övmüyoruz.
Peygamberimiz;
"Fakirlikten Allah'a sığınırım"[59]
diyor, ama tevekkül sahibi olan fakir bir Mü'min çok zengin bir inançsızdan
daha zengin ve mutludur. Allah(cc); "(O bizi anmaktan yüz çeviren kişiyi
de) Kıyamet günü kör olarak hasrederiz. (Sorar) Ya Rabbi beni niye kör
yarattın? Halbuki ben görüyordum (Allah (c.c.) derki sen aslında kördün, görür
olsaydın bizi görürdün ve bizim eserlerimizi görür bize iman ederdin. Sen ise
sadece dünya metamı gördün, bizi ve eserlerimizi göremedin, görmedin,
görmemezlikten geldin) Sen sana gelen ayetleri unuttun, terkettin bizde seni bu
dünyada terkettik. Bu halde seni bırakacağız. İşte israf edenleri böylece
cezalandırırız." buyuruyor.
Televizyonda
görüyoruz, su israfı yapmayın, ekmek israfı yapmayın diyorlar. Bu doğrudur.
Kur'anda 17 yerde israftan bahsedilirken bunlardan 13'ü insan israfı ile
ilgilidir. 4'ü ise kullandığımız şeylerin israfı ile ilgilidir. Öyleyse asıl
israf edilmemesi gereken insandır.
Rabbim de; "İsraf
edenleri böylece cezalandırız. Ahiret azabı da daha şiddetli ve daha ebedidir.
Allah onlara Önceki toplumların haberlerini gönderip de yol göstermedi mi?
Bütün bunlarda (eski kavimlerin harabelerinde, hikayelerinde) akıl sahipleri
için ibretler vardır." buyuruyor. Gördüklerimizden ibret almalıyız.[60]
129- Eğer Rabbin
tarafından geçmiş bir söz (bu ümmetin azabının ahirete bırakıldığı sözü) ve
belirlenmiş bir süre olmasaydı elbette (geçmiş ümmetlerin başına gelen azabı
bunlar içinde) lazım olurdu.
Kâfirlerin azabının,
ahirette cehennem azabı olduğu konusunda ayetler olmasaydı, Allah(cc) bu
kafirleri de Ad, Semud kavimleri gibi helak ederek cezalandırırdı.[61]
130-
Söylediklerine sabret. Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile
teşbih et Gece vakitlerinin bir kısmında ve gündüzün taraflarında teşbih et. Umulur
ki rızaya nail olursun.
Sabah namazına, ikindi
namazına, yatSIya öğle ve akşam namazlarına devam etmemiz isteniyor. Ne
derierse desinler, söylenenlere ve yapılan işkencelere sabredeceğiz. Bakara
suresi takbesmci ayetinde de bildirildiği gibi satar ve namaz birbirini
tamamlayan iki özellik ve güzelliktir.[62]
131-
Onlardan bir kısmına, denemek için verdiğimizi, dünya hayatının süsüne ve
metâına gözünü dikme. Rabbinin rızkı daha hayırlı ve süreklidir.
Kehf suresinin
yirmisekizinci ayetinde de açıklandığı gibi; "Fukaranın gözyaşıyla
sulanmış meyvelerden yiyenler, yetim mallarından yapılmış,.garip kanlarıyla
boyanmış saraylarda oturanlara imrenme. Rabbin verdiği rızık daha
hayırlıdır."[63]
132- Ailene
namazı emret, sen de ona sabret. Biz senden rizık istemiyoruz. Biz, sana rızık
veriyoruz. Sonuç takva (sahipleri)mndır.
Güneşe doğru
yürüyelimki gölge arkamızdan gelsin. Gölgenin arkasından gidersek hiçbir zaman
yetişemeyiz. İşte rızıkta böyledir. Ailece namaza devam etmeliyiz. Rabbimizden
helal ve temiz rızıklar istemeli ve bunun için çalışmalıyız. Elde ettiklerimizi
de Allahtan bilmeliyiz.[64]
133- Dediler
ki: "Keşke bize Rabbinden bir ayet (mucize) getireydi." Onlara daha
önceki salı ife I erdeki delil (mucize) gelmedi mi?"
Kur'an'ı Kerim'de, geçmiş
peygamberlerin mucizeleri ve kafirlerin başına gelenler bize haber veriliyor.
Allah(cc) "Bunlar yetmiyor mu?" diye soruyor.[65]
134- Biz
onları bundan (Kuran inmeden) önce bir azap ile helak etseydik: "Bize bir
elçi göndersende biz alçalmadan ve rezil olmadan ayetlerine uysaydık"
derler.
135 Deki:
"Herkes (sonucu) bekliyor. Siz de bekleyin. Kim dosdoğru yoldadır, kim
hidayet üzeredir, yakında bileceksiniz.
Allah(cc) kafirlere
mazeret ileri sürmemeleri için peygamberlerini göndermiş. Kıyamete kadar
gelecekler için de son peygamber Muhammed (sav) ile son kitap Kur'an'ı
göndermiştir.Müminler Allah'ın yolunda, kafirler şeytanın yolunda yürüsünler
bakalım kim kârlı kim zararlı, yakında herkes görecek ve bilecek.[66]
[1] Tirmizi K. menakıp hadis:
3681
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/45-46.
Buharı K. fezaili-s-sahabe,B.Menakıbi
Omer.Buhari K.menakıbi ensar,B.islamı Ömer.Beyheki,Delailü-n-nü-büvve 21215
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/46-47.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/47-48.
[5] Fussılet 11
[6] Hud 44
[7] Mü'minün 27,Zührif 13
[8] Kasas 14
[9] Enam 50 Fatır 19Mümin 58
[10] Tevbe 129, Nemi 26. Bazan
[11] Buruc 15, İsra 42, Tekvir 20
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/48-50.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/50.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/50-52.
[15] Müslim K. Bin 33
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/52-54.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/54-55.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/55.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/55-57.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/57.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/7-58.
[22] Ali İmran 151
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/578-59.
[24] Taha 44
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/60-62.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/63-66.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/66-68.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/68-69.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/69-70.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/70-71.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/71-72.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/73.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/73-74.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/74-81.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/81-83.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/83-84.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/84-85.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/85-87.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/87-88.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/88-89.
[41] Tevrat Levililer 13145
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/89-90.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/90-92.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/92-93.
[45] Buhari K. Tefsir,
Suretû-İsra
[46] Taha Suresi, Ayet 109
[47] Ebu Davud, sünnet 21, İhni
Mace Zühd 37 Tirmizi Kıyamet 11
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/93-95.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/95-96.
[50] Lokman 13
[51] Ali-İmran 91
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/96-98.
[53] Kıyamet 17
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/98-100.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/100.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/101-103.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/103-104.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/104-405.
[59] Ebu Davut, Edep 101
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/105-106.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/106-107.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/107-108.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/108.