KEHF SURESİ
Mekke döneminin
sonlarına doğru, müşriklerin zulmünün en ağır ve şiddetli bir zamanında nazil
olmuştur. Müslümanlar zulmün, işkencenin, baskının altında daralıyor, bir
çıkış yolu arıyordu. İşte böyle bir dönemde "Kehf suresi" nazil
olur.
Bu sure; bir taraftan
müslümanlara hitap ediyor ve teselli veriyor.
Yedi mücahidin kafir
bir devlete karşı baş kaldırışını, hiç bir kimsenin hesap edemediği yerden
Rabbimizin onları koruduğunu, onları koruduğu gibi, sizi de koruyacağını
bildirir. Öbür taraftan kafirlere hitap ediyor ve "Ashabı-Kehf i
öldürmeye, yok etmeye çalışan kafir devletin bunda başarılı olamadığı gibi, bu
müslümanlara karşı siz de başarılı olamayacaksınız mesajı verilir.
Şu anda biz de bu
sureyi okurken aynı mesajı alalım ve ilgili yerlere aynı mesajı verelim.
Yine bu sure de dünya
zinetinin geçici olduğu vurgulanır. Ahireti istememiz emredilir. Ancak
Zulkarneyn gibi Allanın salih kulunun, dünyanın doğusuna ve batısına hakim
olup Allahın adaletini yaydığını ve bununda "Rabbinin rahmeti olduğunıTsÖylediğini
bize haber verirken, bu değersiz dünyayada müslümanların İslam adaleti içinde
hakim olması gerektiğine dikkat çeker.
Herşeyin Allahın
dilemesiyle olduğunu,onun için İnşaallah, Maşaallah ve La kuvvete illa billah
kelimelerini dilimizden eksik etmememiz gerektiğini bize bildirir.
Buyurun sureyi
birlikte okuyalım.
1- Kuluna kitabı
indiren, onda hiçbir eğrilik koymayan Allah'a hamdolsun.
Kur'ân'da 5 sûre
Elhamdülillah diye başlar. Ve bu âyetleriyle Allah'ın ni'metleri övülür.
Allah'a hamdü senalar yapılır. Yememiz, içmemiz ve giymemizde yani bize
verilen bütün ni'metlerde Allah'a hamd etmemizi gerektirir. Bu ni'metlerin en
büyüğü biz insanlara Kitab'ın indirilmesidir. Onun için bize bu Kitab'ı
indirdiğinden dolayı hamd ediyoruz. O Kitap'ta hiçbir eğrilik kılmadı. Yani
Kur'ân'ın lafızlarında eğrilik yoktur. Manasında eğrilik yoktur. Ayetlerin
manalarında birbirleriyle çelişkili, birbirini yalanlayan bir durum yoktur.
Bugün düşüncede en güçlü insanlar^ yazdığı söylediği ve savundukları fikirlerde
bir Önceki veya sonraki düşünce ve fikirlerine aykırı davranabiliyor veya o
günkü şartlarda böyle düşünmüş, bu fikri savunmuştum ama şartların değişmesiyle
veya şu şu nedenlerden dolayı bundan vaz geçiyorum, şu fikrimi veya hatta
önceki fikrimi tekrar kabul ediyorum şeklinde açıklama ve beyanatlarda
bulunabiliyor. Tabiiki insan olması hasebiyle...
Allah'ın ahkâmında da
bir eğrilik yoktur. İnsanların ahkâmı ise bu gün içinde gözlerimizle görüyoruz.
1924 Anayasası 196O'ta değiştiriliyor, 1960 Anayasısı da 1980'de
değiştiriliyor. Şimdi de 80 Anayasası'na itirazlar ediliyor. İtiraz edilmesi
normaldir. Fakat yine İlâhî kanunlara göre değil de insanların düşünce ve
görüşlerine göre yapılması anormal bir olaydır. 1980 Anayasası oya sunulup
kabul gördükten sonra, onaylandıktan sonra, devrin cumhurbaşkanı Anayasa
Mahkemesi'ni ziyarete gider ve orada bir konuşma yapar ve Anayasa Mahkemesi
üyelerinden birisi kabul edildiği haftalar içinde bazı maddelerinin
değiştirilmesi gerektiğini kendisine söyleyince "Koruyacak olan sizsiniz,
ilk değiştirilmesini savunan da yine sizsiniz der".
İnsanları kendilerinin
yaptığı kanunlarla yaz boz tahtası olarak kullanma yerine, onları Allah'ın
Kelamı Kur'ân'a çevirmek lazım. Bugün avukatlarımızın, yeni çıkan kanunları,
içtihad kararlarını sıraya dizip ezberlemekten canı çıkıyor. Avukatın biri bir
kira sözleşmesindeki ihtilaftan dolayı haksız olduğu halde davasını üstlendiği
kişiye eğer o şu içtihad kararını bilmiyorsa, haberi yoksa biz kazanırız. Yoksa
kayb
ederiz diyor. Müvekkili
haksız olduğu halde, avukat karşı tarafın, hasmın o son içtihad kararını
bilmediğinden faydalanarak davayı kazanır. Buradan şu anlaşılıyor. Hukuku bile
hukukçular bilmiyor, belirli kanunlardan ve ictihadlardan habersiz.
Ama insanlığa mal
olmuş 1400 yıldan beri hiçbir hükmü değişmeyen Kur'ân ise herkes tarafından
bilinmektedir. Eğer O hayata hâkim olursa insanlar arasında problem, anarşi,
terör ve kargaşa kalmaz, temiz bir toplum, güvenilir bir toplum ortaya çıkar.
2- Kendi katından
şiddetli bir azab ile korkutması iman edip ameli salih işleyenleri güzel
mükâfat ile müjdelemesi için dosdoğru olarak
(indirdi)
Kur'ân-ı Kerim'de var
olan dört sekte'den biri de bu âyettedir. Durakta durmayıp vasıl yapmak isteyen
bir kişi, nefesi kesmeden sesi keserek durması gerekir. Bunu şunun için yapar
"ivecen"den sonra "kayyimen" kelimesi gelmiştir. Buna göre
"Onun dilinde eğrilik kılmadı, âyeti vasıl ile okunup sekte yapmadığı
zaman da "O Kur'ân'ı, doğru kılmadı" manası çıkar. Yani O, Kur'ân'ı
eğri de kılmadı, doğruda kılmadı anlamı çıkar. Halbuki durum böyle değildir.
"Kayyimen" kelimesi birinci âyetteki "Kitap" kelimesinin
halidir. Mana "Dosdoğru olarak, Kitab'ı kuluna indiren Allah'a
hamdolsun" şeklindedir. "Kâyyim" kelimesinde dosdoğru anlamına
geldiği gibi, anlamı yukarıda belirttiğimiz gibidir. Bir de Kayyim:
yönetme anlamına da
gelir. O zaman
da "İnsanları
yönetmek için kuluna
Kitab'ı indiren............" şeklinde olur. Kayyim,
devamlı manasına
gelir, buna göre de "Kıyamete kadar devam edecek. Kitab'ı kuluna indiren
Allah'a hamd olsun" şeklinde olur.
Bazı insanlar gelir,
Allah'ın Kitabının hükmünü bu ülkede kaldırır. Şu ülkede kaldırır da
yeryüzünden kaldırmaya gücü yetmez Kıyamete kadar devam edecektir. Ne tarihdeki
haçlı seferleri, ne de doğudan gelen Cengiz Han'ı ve ne de günümüzün Cengizleri
bu işin sonunu getirmeye güc yetiremez.
Kur'ân'ı Öğretenlere
eziyetler etmişler asıp idam etmişler, ama başkaları çıkıp Kur'ân'ı öğıetmiş,
İslâm'ı anlatmış günümüzde de öğretimi devam ediyor Elhamdülillah.
Kendi katında şiddetli
bir azapla insanları sakındırmak ikaz etmek için indirdi. Yani ileride çok
şiddetli bir azap vardır. Oraya düşmeyin diye Kitabını uyarıcı olarak indirdi.
İnsanların durumu zor yola çıkmış bir kişinin hali gibidir. Yol ilende ikiye
ayrılıyor. Biri emniyetli, uçurumu ve tehlikeleri yok. Diğeri de tehlikeli
uçurumlar, gece zifiri karanlığı ve çeşitli tehlikelerle dolu. İşte Kur'ân
sonunda çetin azap ve tehlikeleri olan bir yola gidilmemesi içirt insanları
uyarıyor.
Salih amel işleyen
mü'minleri de iyi ve güzel mükâfatla müjdelemek için Kitab'ını indirmiştir.
Yukarıda verdiğimiz yol misalinde Allah emniyetli yola giden mü'minleri de
ahirette Allah'ın Cennetine varacaklarım, gözlerin görmediği, gönüllerin
düşünemediği güzel ni'metlere kavuşacaklarını müjdelemek üzere Kur'ân'ı
indirmiştir.
3- Orada ebediyen
kalacaklardır.
Yani Cennette ebedî
olarak kalmak vardır. Bu dünyadaki şeyler son bulucudur. Kişinin bahçeye
diktiği güller bir gün gelip son bulabiliyor. En sevdiği annesi, babası, evladı
kendinden ayrılabiliyor, ebedî devam etmiyor. Veya kendisi onlardan ayrılıyor.
Ama Cennetteki ni'metler ebedîdir sonsuza kadardır. Sıcağı yakmaz, soğuğu yok,
insanı üşütmez. Yaşlanma ve ihtiyarlama yok.
4- "Allah çocuk
edindi" diyenleride korkutmak için (kitabı indirdi)
Buradaki Mesaj da
Hrıstiyanlaradir. Onlar Hz. İsa (a.s.)'ya ^a§" langıçta fazla muhabbet ve
sevgilerinden dolayı, Onu ilahlaştırmışlar-dır. Onun için Hz. Peygamber
"Hrıstiyanların Meryem oğlu İsa (a.s.)'yı aşın derecede sevdikleri gibi
beni de sevmeyin buyurmuştur.(7?»/îan K. Enbiya 48) Peygamber'i canımızdan anne
ve babamızdan çok seveceğiz (Buharı K. İman 7) ama Onun insan olduğunu hiç
hatırımızdan çıkarmayacağız. Sevelim derken ona ilahhk makamı vermeyeceğiz.
Arab'ın dilinde ilah; yaşatan, yöneten anlamındadır. Allah'tan başka da
yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. Mutlak hâkimiyet Allah'ındır.
Kaside i bürde de:
"Muhammed'de bir
insandır. Sıradan bîr insan değildir.
Bilakis o yakut taşı,
insanlar ise değersiz bir taş gibidir,"
Bu surenin sonunda
belirtildiği gibi.; "Deki; ben de sizin gibi bir beşerim ancak bana
vahyolunuyor." Allah rasulü de bir insandır. Bu 4 âyet ile Hrıstiyanlara
bir reddiye yapılmaktadır.
5- Bu konuda onlarında
atalarınında hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan söz çok büyüktür. Onlar
ancak yalan söylerler.
Bilerek yapmıyorlar,
bu konuda ne Tevrat ne de İncil'de âyet yoktur. Onlar fazlaca muhabbetten Hz.
İsa (a.s.)'ya insan demeye dilleri varmıyor ve bu sefer de buna ilahdır, yan
ilahdir. Şeklinde münâkaşalar yapmışlar. İlah, hem üçdür, hem de tekdir
şeklinde insan aklının almayacağı şekilde izahlar yapmışlar.
Biz bilgisizce
insanlar hakkında bile söz söylediğimizde utanıyoruz hatta "büyük lokma ye
de büyük laf etme, büyük lokmanın zararı boğaza mideye olur" diyoruz. Ama
büyük lafın kişinin kendi şahsına, evladına ve karşısındaki insanlara zarar
olur. Ayetin devamında da Allah (c.c.) "Onların ağzından çıkan bu kelime
ne büyük oldu." Kelime olarak yani hata olarak ne büyük bir hatadır.
Allah'a ortak koşmaktır.
Bütün hacıların,
hocaların ve Allah'a şirk koşmayan müslümanların bütün hatalarını toplasak
Yahudi, Hnstiyan ve dinsiz imansız insanların hataları daha fazla gelir.
Elbette bizim Müslüman hacı hocanın da hatası vardır. Ama bir tek Hrıstiyan'ın
hatasına denk olmaz, zira Müslümanın hatası ameldedir, diğerlerinin hatası
temeldedir.
6- Bu söze
inanmazlarsa sen onların arkasından üzülerek belki kendini helak edeceksin.
6. âyet ile Hz.
Peygamber'i anlatıyor; öyle bir peygamber ki "Onu anamızdan, babamızdan
kardeşimizden, canımız ve malımızdan daha çok sevmedikçe iman-ı kâmile
ulaşmamızın mümkün olmadığını bildiren" bir peygamber:
"Bu Kur'ân'a iman
etmemelerinden dolayı sen onlara olan üzüntünden neredeyse kendini helak
edeceksin." Yani bu imansızlar, Allah'ın verdiği lisan ile Onu inkâr edip
Onun verdiği ellerle iş yaptıkları halde bu adamlar niye iman etmezler diye,
Hz. Peygamber fazlaca üzülüyor oturduğu yerden değil, çarşı-pazarlarında
dolaşarak tek tek her birine İslâm'ı anlattıktan sonra üzülüyor, öyle anlatıyorki
gündüz hayalinde gece düşünde İslâmın insanlara duyurulmasını istiyor.
Üzülmekten nerede ise kendini helak edecek. Bu âyette bunu anlatmak suretiyle
Hz. Peygamber'in İslâm için nasıl çalıştığını bize anlatıyor. Hz. Peygamber;
işkence ve eziyet gören Müslümanlara üzüldüğü kadar eziyet edenlere de
üzülüyor. Zira eziyet gören Müslüman sonunda Cennete gidecek, bu dünyanın
geçici eziyetlerinden kurtulacak. Ama küfür eden imansız ise ebedî hayatını
mahvu perişan etmektedir.
Hz. Peygamber;
"zâlim kardeşine de mazlumun kardeşine de yardım et" buyuruyor,
Sahabe, "mazlumu anladık, zâlime nasıl yardım edeceğiz.?"
dediklerinde; Hz. Peygamber, zâlimi zulmünden vazgeçirmek ona yardım etmektir
buyurdu.(Buharı K. Mezalim hah 4) Zulm eden insanların zulümlerini anlatma
yerine bu sahada kitap yazarak onların zulümlerini işkencelerini ifşa etme
yerine, onlara zulmün kötülüğünü işkencenin kötülüğünü anlatan kitaplar yazıp,
hadisdeki zâlime yardım onu zulmünden vazgeçirmektir, diye ifade edilen hususu
hayata geçirmek daha uygun olur. Hz. Ömer de Mekke döneminde eziyet eden zulüm
eden bir insandı ama Müslüman oldu. Ondan sonraki insanlar Onu hep hayırla yâd
ettiğini, hayır dua ile andığını bu zâlim olan insanlara hatırlatmak gerekir.
Hatırlatmakta fayda vardır.
7- Hangisinin daha
güzel amel edeceğini denemek için yeryüzün-dekileri ona bir süs kıldık.
Yeryüzündeki eşya ve
varlıklar biz insanlara ziynet olarak yaratılmıştır. Çiçekler bir ziynettir.
Altın, gümüş, yakut..... birer ziynettir.
Geçenlerde Van Gogh'un
bir ayçiçek resmi 5 milyon dolara satıldı. Tabiatta bulunan bir eşyanın sahte
kopyası, hakikisi değil, çekirdeğini çıkarıp yemek mümkün değil, sahtesine 5
milyon dolar veriyor ama aslına fiyat biçmek mümkün değil. Aslının Sahibi
sadece kendisine ibadet edip kırkta biri olan zekâtı vermemizi istiyor.
Allah'ın yarattığı
kötü olmaz. Al-i İmran sûresi'nde âyetin'de tefsiri geçtiği gibi altın, gümüş
ve kadınlar ve diğer metaların ona güzel gösterildiğini, kullanılması
gerektiğini de Allah'ın koyduğu kurallar içinde,
mesela kadının nikâh
kuralı ile altın, gümüş gibi eşyaların ticaret, alışveriş yoluyla elde
edilmesi gerekir.
İşte bunları insana
vermesinin sebebi amel bakımından hangisinin daha güzel olduğunu imtihan etmek
için. Bazıları bu hususu yanlış anlıyor. Sanki Allah bilmiyordu da bizi
imtihana tabi tuttu. Bu yanlış bir düşünce ve yanlış bir bilgidir. Mülk
Sûresi'nde; "Hiç o, yarattığını bilmez mi?" Bu imtihanı kendisi
bilmediğinden dolayı değil, imtihanı yapıp güzel amel yapanla yapmayanı ortaya
çıkarıp bize göstermek içindir. Yoksa bizi imtihana tâbi tutmadan nasıl olsa
kimin Cennete kimin de Cehenneme gideceğini bildiği için Cennete veya Cehenneme
götürseydi insan itiraz ederdi. Kaldıki imtihan olduğu halde insanoğlu bu Kitab
benim değil diye itiraz edecek. Yasin Sûresi'nde belirtildiği gibi, "O gün
kişinin elleri ayakları konuşturulup ağzı da mühürlenecektir." (Yasin 65)
8- Ve elbette biz
yerin üzerindekileri kupkuru toprak yapacağız.
Bu âyetler ahirete
imana bir delildir. Birgün bahar mevsimi ile her tarafı yemyeşil yapan,
zîynetlendiren Allah, daha sonra kış ve sonbahar mevsimlerinin gelmesi ile
kupkuru çorak hale döndürdüğü gibi bu dünya hayatından sonra da âhireti var
edeceğini, bu dünyayı kupkuru hale getireceğini, düşünen akıllar için bize
haber veriyor. Böylelikle de âhiret hayatının varlığını ispat etmiş oluyor.
9- Yoksa sen Ashab-ı
Kehfi ve Rakımı bizim ayetlerimizden şaşılacak bir şeymi sandın.
Bu âyet'ten itibaren
de Ashâb-ı Kehf hakkında bilgi veriyor. Yalnız bundan önceki bölümde Ashâb-ı
Kehf hakkında bir ön hazırlık yaptı, sayıları kesin olmamakla beraber
tefsircilerin bildirdiğine göre 7 tane insan "zamanın zâlim sultanına
itaat etmeyip, Allah'a itaat ederiz" deyip, ölüm tehlikesi ile karşı
karşıya gelince bir mağaraya çekilip orada 309 sene kalmışlar.
Müslüman olarak
insanın hatırına bir kişinin böyle bir mağarada hem de 309 yıl kalması aklen
mümkün olmadığı, düşünülebilir ama Allah (c.c.) Mü'minin de kâfirin de hatırına
böyle birşey gelmeden önce imansızların ürettiğinin yalan olduğunu iftira
olduğunu, Allah'ın yeryü-
zünde çeşitli
ni'metleri bitirip insanlara ziynet yaptığını, ama birgün gelip onları kupkuru
hale getireceğini anlatıyor.
Daha sonra da olayı
anlatmaya geçiyor. Tabiattaki olaylara dikkatimizi çektiğinden dolayı tabiatı
dikkatli incelersek olayı daha iyi anlarız. Zira sonbaharda yere düşen bir
çekirdek Mart, Nisan aylarına kadar aşağı yukarı 3-4 aya yakın bir zaman
toprakta kalıp üzerinden bir kış geçiyor, boy ve büyüklük açısından meseleye
baktığımızda 3-4 ay toprakta kalan bir çekirdek ilahi kudretle, ondan kat be
kat büyük olan insanın da 309 yıl toprakta kalması insanın mantığına en azından
ters gelmez. Yine Anadolu'da ayrık otu denilen bir ot cinsi yedi yıl topraktan
uzak kaldığı halde tekrar toprağa düştüğünde yeşeriyor çimlenip eski halini
alıyor.
Doğum, ölüm olayı
görmeyen Afrika ortalarında bulunmuş bir adama, sen dünyaya nasıl geldin
denilip ona sen önce bir su idin sonra bak şöyle bir kadının karnında 9 ay 10
gün kaldıktan sonra 3-4 kiloluk bir bebek olarak dünyaya gelip, sonrada 80-90
kiloluk adam oldun deseler her halde o adama herşeyi yutturdunuz fakat bu
konuyu yuttura-mazsmız. demesi gibi bir şeydir. Bu gün Ashâb-ı Kehf olayı,
aslında etrafta gördüğümüz bütün olaylar birer mucize. Bu Ashâb-ı Kehf de her
zaman görmediğimiz mucizelerdendir. Onun için bazı insanların aklına yatmıyor.
"Sen mağarada
kalan insanlar ve O mağaranın kapısında olan yazıları bizim acaib
olaylarımızdan mı zannettin?" Yani olağan üstü akıl almaz bir şey mi
zannettin? Yani öyle acaib bir olay değil, benim gücüm için de acaib birşey
değil, çünkü tabiattaki binlerce olay bunun bir benzeridir.
10- Hani o
delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve "Ey Rabbimiz bize tarafından bir
rahmet ver ve şu işimizde bize bir kurtuluş yolu hazırla" demişlerdi.
Biz kâfir devlet
başkan na başkaldırdık, onun gazabından senin rahmetine sığındık, şu işimizdede
bize çıkış yolu hazırla. Yani bu işten nasıl çıkış yapacağız? Sana sığınıyoruz,
şu bizim işimizi kurtuluşa erdir.
Allahu Teâlâ Kur'ân'da
peygamberlerin ve sâlih zatların dualarını veriyor ve böylelikle de bize nasıl
dua edeceğimizi, dua etmenin adabını öğretiyor. Dua memleketi düşman istila
edip Müslüman da evine çekilip, kapılarını kapatıp, Yarabbi, şu düşmanları
kahreyle, demesi değildir. Aksine kişi bu duasından dolayı da muaheze edilir.
Dua onçe, sebeplere
sarılıp ondan sonra Allah'ın azametine sığınarak kişinin aczini itiraf ederek
istek ve hacetini bildirmesidir. Bu âyet'te bu yiğit delikanlı gençler zâlim
hükümdara baş kaldırmışlar, karşılıklı mücadele verilmiş. Allahın mesajını da o
adama ulaştırmışlar. Ondan sonra da şehirden çıkıp mağaraya sığınıp, sonunda da
Allah'a dua edip ve Allah'dan çıkış yolu istemişler.
11- Bunun üzerine
bizde onların kulakları üzerine senelerce (perde) vurduk (uyuttuk)
Mağaranın etrafındaki
insanların, çobanların çanlarından, köpeklerin havlamasından rahatsız
olmasınlar diye tefsir edilebilir. Bazı insanlar sese karşı çok hassas
olduklarından dolayı, yatarken kulaklarına birşeyler bağlayıp o şekilde
yatarlarmış, çok hassas olduğundan dolayı..!
12- Sonra iki tarafdan
hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini bilmemiz için onları
uyandırdık.
13- Onların haberini
doğru olarak sana biz anlatacağız. Onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi. Bizde
onların hidayetini artırmıştık.
Onların hikâyesini
sana gerçek yönüyle biz anlatacağız. Yahudi ve Hristiyanlar'dan bilgi almana
gerek yok. Bu konudaki olayın gerçek yönünü sana biz anlatacağız.
Onlar bir gençler
topluluğu idi. Rablerine iman ettiler ve biz de on--ların hidâyetini artırdık
imanları kuvvetlendi.
14- Onların kalblerini
bağladık (sağlanılaştirdık. Birbirine bağlı kıldık.) ve kıyama kalkıp şöyle
dediler: "Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Ondan başka hiçbir
ilaha dûa etmeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz."
Ve onların kalblerini
güçlendirdik, metin kıldık, birbirine bağladık. Kıyama kalkdıklannda, bizim
Rabbimiz, yerin ve göğün Rabbidir. Biz Ondan başka hiç bir ilaha çağırmayız,
dua da etmeyiz, itaat ta yapmayız. Eğer biz Allah'tan başkasına ilah olarak
çağıracak olursak o zaman haddi aşmış oluruz. Sınırı geçmiş oluruz. Allah Teâlâ
bize şunu veriyor, burada onların kalbleri birbirine kenetlenmiş, birbirine
bağlanmıştı. Ve onlar devlet başkanına "yerin ve göğün Rabbi bizim
Rabbimiz'dir. Biz yeri ve göğü Yaratanı Rab kabul ederiz. Eğer Ondan başkasını
çağıracak olursak yoldan çıkmış haddi aşmış oluruz" dediler.
Biz de kalbleri mi zi
birbirimize kenetlemeliyiz. Bir Müslümana yapılan hakaret ve eziyeti diğerleri
de hissetmeli Hz. Peygamber (s.a.v.)'de hadisinde, Müslümanlar bir vücudun
azaları gibidir" buyurmaktadır. (Buharı K. Edep 27) Toplu kıyamın öncesi
kalblerin önce birbirine bağlanmasından geçmektedir.
15- "İşte şu
bizim kavmimiz AHah'dan başka ilah edindiler. Onlara karşı apaçık bir delil
getirmeli değillermiydi. Allah'a karşı yalan yere iftira edenden daha zalim
kim vardır."
O ilah dedikleri de
bizim gibi bir insan, anne ve babadan doğdu. Bizim gibi yiyip içiyor, ve de
bizim gibi birgün gelip Ölecek. "Allah'a yalan uydurandan daha zâlim kim
vardır?" Yani Allah'a yalan uydurandan daha zâlim bir kimse yoktur. Bazen
insanlara eziyet eden, bu dünyada onları sıkıntılara duçar eden kişiler ve
yapılan işlemi zâlim ve
zülüm olarak
değerlendiririz. Evet bunlar birer zulümdür. Yapanlar da zâlimdir. Ama kalbinde
iman taşımayan ve Allah'a üstelik iftira eden bu saydığımız işleri yapandan
daha zâlimdir.
16- Mademki onlardan
(kafirlerden) ve AHah'dan başka ibadet ettiklerinden ayrıldınız mağaraya
sığmınki Rabbiniz rahmetinden size yaysın ve işinizde size kolaylık hazırlasın.
17- Güneş doğduğu
zaman Mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini görürsün. Battığı zaman sol
tarafdan makaslar geçer. Onlar mağaranın geniş bir yerindedirler. İşte bu
Allah'ın ayetlerindendir. Allah kimi doğru yola iletirse o doğru yolu
bulmuştur. Kimide sapıtırsa artık ona yol gösterecek bir dost bulamazsın.
Güneşin etkisinde
kalmıyorlar tam güneş etkileyip yakmıyor, tamamen de kesilip güneşten alınacak
gıdayı engellemiyor, ışıksız da kalmıyorlar. Bir önceki âyette sizin için lazım
olacak size fayda verecek malzemeyi size hazırlayacaktır buyuruyordu. İşte
bunlardan birisi güneşin etkisinden korumak ve onun ışığından da
faydalandırmak. O Allah dilediğini hidâyette kılar. Kime hidâyet Sıratı
Müstakim vermişse o doğru yoldadır. Kimi de sapıtmışsa onun için yol göstererek
bir dost yardımcı bulunmaz.
18- Onlar uykuda iken
sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviririz. Köpekleride ön
ayaklarını kapının eşiğine uzatmıştır. Eğer onları görseydin elbette onlardan
kaçarak dönerdin ve onlardan için korkuyla dolardı.
Demek ki nefes alıp
veriyorlardı. Biz onları bir sağa, bir de sola döndürüyorduk. Yani hep sağ
tarafta kalsa altı çürür; sağına soluna dönmek suretiyle altlan da çürümeden
duruyorlar. Köpekleri de onların ayaklarını uzatmış mağaranın önünde yatıyor.
Eğer sen onların üzerine geliverseydin korkarak kaçardın ve yüreğin korku ile
dolardı. Sahabe Hz. Peygamber'e sorar: Müslüman insan da korkar mı? Efendimiz
de, evet! buyurmuştur.(Muvatta Kelam 19)
Şimdi bu âyet'te Hz.
Peygamber'e hitaben "Eğer sen o mağaradaki-lerini görmüş olsaydın
korkardın, yüreğin korku ile dolardı ve geriye kaçardın. Hz. Peygamber için bu
söylendiğine göre demekki insanda korku olayı vardır. Korkusu olmayan yalnız
Allah'dır. Korkuyu da Yaratan O'dur. Kişide korkunun olmaması hayra alâmet
değildir. Aklî dengesi yerinde yoktur. Yiğitlik korkuyu yenmektir. Korkaklık
korkuyu yenmemektir.
19- Birbirlerine
sorsunlar diye onları uyandırdık, içlerinden bir sözcü: "Ne kadar
kaldınız?" dedi. "Birgün veya bir günün birazı kadar kaldık"
dediler. "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi içinizden
birini şu gümüş paranız ile şehre gönderinde hangi yemek daha temizse ona
baksın ve ondan size bir yiyecek getirsin. Çok çabuk, dikkatli ve nazik
davransın ve sizi hiçkimseye hissettirmesin.
» Ayet bir olayı hikâye
ediyor o da şudur. Mağaraya sığınan gençler
orada uyanıyorlar ve
kendi aralarında soruyorlar, ne kadar kaldık diye, kimi, birgün, kimisi de bir
günden daha az, bir kışımı da diyorki; bizim burada ne kadar kaldığımızı en iyi
bilen Allah'dır. Şimdi en iyisi birimizi şehre gönderelim. En temiz ve helal
yiyeceklerden alsın demişler. Git bize ekmek al gel demiyorlar, yiyecek
maddelerinin en temiz ve helalini getir diyorlar.
Kişi en aç olduğu
zamanda bile yiyeceği gıda maddesinin helâl olup olmadığına bakması gerekir.
Zira gıda maddesi temiz olmadı mı kişiyi hasta eder, hastaneye gitmesine sebeb
olur. Ama helâl olmadığı zaman kişinin Cehenneme gitmesine ebedî hayatının
mahvolmasına sebep olur. Âyet bize işte bu mesajı veriyor.
Ayrıca; nazik
davransın, ince davransın ve kimseye çaktırmasın, bizim hakkımızda kimseye
bilgi vermesin buyuruyor. Şimdi bazıları da bu âyeti kendilerine delil
getirerek kâfire karşı kişi imanım saklayabilir sonucuna varıyorlar da bu
yanlış bir metoddur. Buradaki gençler zâlim hükümdara karşı açıkça "bizim
Rabbimiz yerin ve göğün Rabbi olan Allah'dır" fermanını açıkça söyleyip
ondan sonra da ceza almamak için kaçmışlardır ve nazik davranması uyarısında
bulunuyorlar arkadaşlarına, nazik davranmak da bizim imanımız gereğidir.
20- Şüphesiz eğer
onlar sizi ele geçirirlerse ya sizi taşla öldürürler veya sizi dinlerine
döndürürler. O vakitte ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.
21- Allah'ın va'dinin
gerçek olduğunu ve kıyamet konusunda şüphe olmadığını bilmeleri için onları
tanıttırdık. (Halk onları tamdı ve böylece öldükten sonra diriltileceklerini
daha iyi anladılar.) Onların işini ara-
larında
tartışıyorlardı. (Bir kısmı) "üzerlerine bina yapın" demişlerdir.
Rableri onları daha iyi bilir. Onların işleri üzerine galip olanlar (iman edip
yönetimi elinde tutup Ashab-ı Kehf'i tanıyanlar) ise: "Mutlaka onların
üzerine mescid yapacağız" dediler.
Burada âyet teferruata
girmiyor. Onların kim olduğunu insanlara öğrettik. Aradan 309 sene geçtikten
sonra şehre inince paranın üzerinde, geçmiş krallardan Kral Dekyanos'un resmi
var. Şehir halkı adamı, bir hazine bulduğunu sanarak devrin kralına götürürler.
Fakat meselenin iyi yönü o zâlim Kral Dekyanos'un saltanatı sona ermiş o toplum
Hrıstiyan olmuş yani Müslüman olmuşlar ve bu insanlar hakkında kulaktan dolma
bilgileri de olduğundan dolayı mağaranın yanına giderler.
O şehire giden genç te
oraya girince yedisi de orada ölür. O durumu gören şehir halkı münakaşa etmeye
başlarlar. Bir gurup bunların anısına bir bina yapalım dedi. Onların Rabbi
onların kimliğini daha iyi bilir. Onların durumuna vakıf olanlar ise elbette
onların yanına mescid yapacağız derler.
Bu âyetten hareketle
Türkiye ve dünya genelinde Müslümanların şöyle bir münakaşası vardır. Ölülerin
bulunduğu yere mescid yapılmaz, orada namaz kılınmaz; kendilerine delil olarak
Hz. Peygamber'in "Kabirleri mescid yapmayınız, kabirlerini mescid yapan
Yahudi ve Hrıstiyanlar'a Allah lanet etmiştir." hadisleridir.(Buhari
K.Salat 48, K. Cenaiz 62)
Bir kısmı da bu âyet
delildir. O zamanın Müslüman insanları bu Ashâb-ı Kehf in mağarasına mescid
yaptılar. Hz. Peygamber vefat edip, Hz. Aişe Validemiz'in evine defn edilince
Hz. Aişe Validemiz, evinde namaz kılmıştır. Yine Kabe'de Makamı îbrâhim
etrafında Allah için namaz kılıyoruz. Yani "peygamber ve veli insanların
anıları olan yerde Allah'a namaz kılmak caizdir derler." Her iki tarafın
delilleri de kuvvetlidir. İbadet sadece Allah'a yapılır. (Şifa Tefsiri cilt
1/249)
22- "Onlar üç
kişidir, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler. "Beşdir, altıncıları
köpekleridir" diyecekler, (ikiside) gaybı taşlıyorlar. "Yedidir,
sekizincileri köpekleridir" diyecekler. Deki: onların sayısını Rabbim daha
iyi bilir. Onları pek azı bilir. Onlar hakkında açık (deliller) dışında
münakaşaya girme ve onlar hakkında kimseden hiçbir şey sorma.
Bu Ashâb-ı Kehf sadece
bizim dinimizde değil bütün dünya edebiyatlarında "yedi uyuyanlar"
diye mevcuttur. Bu konuda yazılan ilk eserin miladi 5. asırda yazıldığını
kaydeder Mevdûdî. Daha sonra Batı dillerine tercüme edilmiş. Batılılar Ashâb-ı
Kehfin kendi memleketlerinde olduğunu iddia ederler. Bizim ülkemizde de Efes,
Tarsus, Maraş gibi vilayetlerdedir iddiasında bulunulmaktadır.
Dikkat edilmesi
gereken husus; Allah (c.c.) yer bildirmiyor, tarih bildirmiyor, sayıları konusunda
da kesin açık bir bilgi vermiyor. Alimlerimiz yedi olduğu görüşündeler. Zira
âyette Yahudi ve Hrıstiyanlar 3 idi 4'üncüleri köpekleriydi, 5 idi 6'ıncıları
köpekleri dedikten sonra, onlar gaybı taşlıyorlar dedikten sonra yediydi
8'incisi köpekleriydi dedikten sonra, onlar gaybı taşlıyorlar demiyor. îşte
buradan sayılarının yedi olduğuna bir işarettir, deniliyor. Kur'an ve sahih sünnetin
açıkça bilgi vermediği konularda yahudi ve hıristiyanlara geçmişle ilgili
tarihi bilgileri sormamamız istenmektedir. Çünkü onlarda gayba taş atıyorlar.
(Ahmet B. Harihel, Müsned 61395)
Sayı önemli değil
önemli olan çalışmaktır. Allah'ın dini için gayret göstermektir. Kendi
hesabımızı yapacağız ama Allah'ın da hesabını unutmayacağız.
23- Hiçbir şey için
"bunu yarın muhakkak yapacağım" deme.
Bu âyetin anlamı
halkımızın dilinde yer etmiş halkımıza malolmuş her konuşmasında yapacağını
vaadettiği bir işin yapılması için, "inşaallah yapacağım, inşaallah
geleceğim, inşaallah söyleyeceğim" şeklindedir.
Geçmişte âlimlerimiz bu
İslâm kültürünün yerleşmesi için çok gayret göstermişler, Kur'ân ve sünneti
hayata nakşetmişler, örf ve adetlerimizin güzel olanlarının hemen hemen tamamı
Kur'ân'dan veya hadisten hayata geçirilenlerdir. Hatta sözlerimizin,
şiirlerimizin birçoğu âyet ve hadislerden alınmıştır.
Allah (c.c.) bu âyet-i
kerimeyi Peygamber (s.a.v.) şahsında bize herhangi birşey için, bunu yarın
yapacağım, inşaallah, Allah dilerse, de.
Yani inşaallah (Allah
dilerse anlamında) demeden, bu işi ben yarın yaparım deme. İnşaallah de ondan
sonra yap. Zira Allah dilemedi mi insan hiçbirşey yapamaz. İyilik te kötülük te
yapmamız mümkün değildir.
Ayetin nüzul sebebi
olarak ta Hz. Peygamber Efendimiz'e Ashabı Kehf hakkında soru sorarlar, Hz.
Peygamber de yarın size bilgi veririm der. Bunun üzerine 15 gün Vahiy gelmez ve
onbeş gün sonra Kehf sûresi nazil olur ve sûre içinde hem sorulanların cevabı
var hem de Peygamber Efendimiz'e; inşaallah demeden, yarın şu işi yaparım demediği
için uyarı vardır. Buna da Efendimiz'in şahsında biz de uyarılı-yoruz. Çünkü
yapacağımız zaman akıl ile yapıyoruz. Akıl ile yapacağımız işlerde Allah'ın
ilmini, iradesini unutmamamız gerekir. Zira akim bir sınırı ve gücü vardır.
Onun ilerisine gidemez. Onun için biz de yapacağımız işlerde inşaallah demeden
yapmamamız, söz vermememiz gerekir. Yeryüzüne, cinlere, rüzgara hükmeden
Süleyman aleyhisselam birgün; "Bu gece bütün kadınlarımı dolaşacağım ve
onlardan kahraman, kılıç kuşanan bir oğlum olacak"der ama İnşallah demez.
Dokuz ay sonra sakat bir çocuk doğar...! (Nesai, Süneni kübra babü iş retinnisa
hadis 149, Buharı K. Eyman 3, K, Keffarat 9, Müslüm K. Eyman 25, Buharı K.
Enbiya 40) Halbuki elleri, kolları kesik bir insandan, çok sıhhatli çocukların
dünyaya geldiğini görüyoruz. Bunlarda bize gösteri-yorki; Herşey Allanın
dilemesiyle oluyor. Diyelim ki inşaallah demeden yaptık, veyahutta söz verdik,
işte o zaman da:
24- Ancak Allah
dilerse (yaparım de) unuttuğun zaman Rabbini an ve deki: "umulurki Rabbim
beni doğruya bundan daha yakın bir yoldan ulaştırır.
Unuttuğun zaman
hatırına geldiğinde Rabbini zikret. Veya unuttuğun zaman Rabbini hatırla.
Bazen insan koyduğu bir eşyayı nereye koyduğunu bulamaz. İşte o zaman
Fesübhânellah, nereye koydum bilemedim der. İşte bu âyet-i kerîmenin gereği
ile amel etmedir. Fakat zamanla diline yerleştirildiğinin farkına varmaz.
Bununla ifade edilen şey bütün herşeyin yaratıcısı Allah'tır. Unutmayı da
hatırlamayı da yaratan Allah'tır. Öyle ise Onu an, Onu zikret ki sana
hatırlama kuvveti versin demektir.
Âyette iki mâna
vardır. Birincisi inşaallah demeyi unuttuğun zaman hatırladığında inşaallah de,
ikincisi de; birşeyi unuttuğun zaman Rabbini zikret, Onu an demektir.
Deki; olaki Rabbim
bundan daha doğru bir yola daha yakın bir yere beni ulaştırır. Bir iş yapmak
isteyip te gerçekleşmediği zaman sonucunun hayırlı olduğunu bile zannetse kişi
ola ki Rabbim bundan daha hayırlısını bana verecek daha hayırlısını nasib
edecektir demelidir. Geçmişe üzülmenin, hayıflanmanın bir faydası yoktur. Testi
kırıldıktan sonra çocuğu dövmenin ve üzülmenin bir anlamı olmadığı gibi.
25^ Onlar
mağaralarında üçyüz yıl kaldılar. Dokuzda ilave ettiler.
Onlar mağarada üçyüz
sene kaldılar ve dokuz sene daha ona ilave ettiler. Tefsircilerin bir kısmı bu
Ashabı Kehfin mağarada 300 sene kaldıkları görüşünde iken, birkısım tefsirciler
de 309 sene kaldıkları görüşündedir. Başka bir müfessir gurubu da bu iki
görüşü uzlaştırıcı bir mahiyette güneş takvimine göre 300 sene Ay takvimine
göre de 309 sene diyor. Zira her 35 senede bir yıl alan ay takvimi 300 senede 9
yıl alır. Yani güneş yılı 300 yılı gösterirken ay yılı da 309 yılı gösterir.
Şemsî yılın 365, Kamerî yılın da 354 gün olmasından kaynaklanmaktadır.
Güvenilir
tefsircilerde Ashabı Kehfin ne kadar kaldığının sayısını adedini biz bilemeyiz.
Bu söz Allah'ın kelamı değil münakaşa edenlerin sözüdür. 26. âyette ise Allah
(c.c);
26- Deki: "Ne
kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Gökleri ve yerin gaybı ona aittir. O
ne güzel görendir, o ne güzel işitendir. Onların Allah'dan başka dostu yoktur.
O hükmüne hiçbir kimseyi ortak yapmaz.
Onların ne kadar
kaldığını Allah bilir. Kur'ân'daki tarihî olayları incelediğimizde meselâ
Ashabı Kehfin isimleri yazılı değil yer ve zaman belirtilmemiş. Sadece
yaptıkları anlatılmış, sünnette de aynıdır. Önemli olan yaptıklarıdır. Bize de
gerekli olan yapanların isimleri yeri zamanı değil, önemli olan yapılan şey ve
ibret alınması gerekli olan yönüdür.
Hz. Peygamber bu yedi
gencin isimlerini hadislerinde zikretmemiş fakat bazı tefsir kitaplarında
mevcuttur. Bu da israiliyat dediğimiz Yahudilerden tefsirlerimize girmiş bir
bilgidir. Bazı kitaplarda bunların isimlerini Yemliha, Mekselina, Mislena,
Mernüş, Debernüş, Şazenüş, Kefeşdadayüş, Kıtmir diye yazılıdır. Bunun
doğruluğunu kabul de etmiyoruz, red de etmiyoruz. Hz. Peygamber; "Onları
tasdik etmeyin tekzib de etmeyiniz" buyuruyor. (Ahmet B. Hanbel Müsned
61395 ve 3/338, Buharı K. I'îisam 25 ve Tevhid 42 Ahdürrezzak, Musannef
6/109-114)
Yerin ve göğün kaybı
yani onların kaç yıl kaldığı Allah'a aittir. Allah (c.c.) bilir. Diğer bilmediğimiz
herşeyi Allah bilir. O ne güzel görendir! Ne güzel işitendir! Ondan daha güzel
göreni, Ondan daha güzel işiteni yoktur. Onlar için Allah'tan başka bir dost
bir yönetici de yoktur. O Allah (c.c.) hükmünde, ahkâmında, hâkimiyetinde bir
başkasını ortak koşmaz. İnsanlar Ona başka şeyleri şirk koşsa ortak olarak
kabul etse de O asla hiçbir zaman hiçbir neden ve gerekçeden dolayı kendisine
şerik edinmemiştir. İnsanların şirk koşması da Ona asla zarar veremez. Mü'min
insan da bu hususa riayet eden kişi olması gerekir.
27- Rabbiyin
kitabından sana vahyolunam oku. Onun kelimelerini değiştirecek yoktur. Sen
ondan başka sığınak bulamazsın.
Kur'ân'ın lafzını
korumak Allah'a aittir, ahkâmını korumakta biz insanlara düşüyor. Kur'ân
günümüze kadar yazılarla değil hafızlar vasıtası ile geldi. Lafızları yanlış
basılı Kur'ân'ı piyasaya sürüp insanları yanlış yönlendirebilirler. Ama
Abdurrahman Gürses gibi bir hafızın beynindeki bilgileri ortaya koyup da
beyninden, zihninden kazıyacak durumları yoktur.
Kur'ân'ın ahkâmının
korunması da insanlarladır. Fakir, zayıf, güçlü, kuvvetli, zengin insanlarla
bunu gerçekleştirmeli.
Sadece gençliğe önem
verip ihtiyarlara ve de ayrıca kadınlara pek önem vermeme düşüncesi, aslında
yanlış bir harekettir. Bir gurub kimse de çıkıp ihtiyarlara ve kadınlara
yönelik çalışmalar yapıp bu canların da Cehenneme gitmesini önlemeleri gerekir.
Fakat imansızların bir
mantığı vardır. Birşey olacaksa zengin ve güçlü olanlarla olur. Hz. Peygamber'e
müşrikler gelirler, biz Senin yanma gelmek Seninle beraber oturmak istiyoruz,
ama şu etrafındaki
köleleri, fakir
insanları yanından uzaklaştır. Ondan sonra gelelim. Günümüzde de bu aynıdır.
İnsanın kıyafetine insanın sosyal mevkiine bakarak değer veren kişiler vardır
bu memlekette. Aynen Ebu Cehil gibidirler. Hz. Peygamber'e Allah (c.c.)
buyuruyor.
28- Nefsini, sabah
akşam rızasını dileyerek Rablerine dua edenlerle beraber tut. Sen dünya
zinetini arzu ederken gözlerin onlardan kaymasın. Bizi anmakdan kalbini gafil
kıldığımıza, hevasına uyana ve işi hep aşırılık olana uyma.
Sabah ve akşam
Allah'ın rızasını isteyen ve Rablerine dua eden, Ona yalvaran kişilerle beraber
sabret. Yoksa o kâfir insanlarla beraber değil, onların hatırına bunları feda
etme, gözlerin onlardan kaymasın, onların üzerinden gözlerini ayırma, yani
zengin olanlarla beraber olup fakir olanları yanından tard etme. Yani
dükkanımızda bir fakir, gariban ile oturuyor konuşuyor çay içiyorsunuz, derken
zengin, hatırı sayılır biri daha geldi, başladınız onunla konuşmaya. Onunla
daha fazla ilgilenip ilk önceki garibana hiç iltifat etmiyor ona doğru gözünüzü
kaydırmıyorsunuz. İşte bu gözün kaymasıdır. Kişinin bu şekilde zengin olan kimseye
gözünün kayması, ona fazla iltifat etmesinin sebebi âyetin ifadesiyle, Dünya
ziynetini istemesinden dolayı bunu yapar.
Ali Çelebi:
"İmrenme görüp
meyveyi bağın ümeranın
Kim sular onu gözleri
yaşı fukaranın" der.
Yani zenginin elindeki
o taze meyveler, fukaranın göz yaşı ile sulanmıştır. Sen zengine imrenme,
gözünü ona dikme diyor.
Kalbini Allah'ın
zikrinden gafil kıldığımız kişilere itaat etme. Yani Allah'ı anmayan, Allah'ın
emir ve yasaklarına riayet etmeyen kişiye itaat etme, zikirden kasıt Kur'ân-ı
Kerîm'dir. Kur'ân'dan kalbini gafil kıldığımız kişiye itaat etme. Bir adam
Kur'ân'a iman ediyorda Onun, emir ve yasakları günümüz şartlarına pek uygun
değil, onun için biz insanların yaptığı kanunlara göre amel ediyoruz diyorsa
bu kişiye itaat edilmez. Çünkü o kendi nefsinin uydurduğuna itaat etmektedir.
Onun işi
aşırı gitmektir.
İşlerinde aşın giden, Allah'a isyan eden, kendi koyduğu kurallara uyan ve
Kur'ân'dan kalbi gafil olan kişiye sakın itaat etme. Bu tablo sanki günümüz
insanının filmini gösteriyor. Yani itaat edilmeyecek özellikleri taşıyan
insanı anlatıyor.
29- Deki "O hak
Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen kafir olsun. Biz zalimlere
öyle bir ateş hazırladıkki duvarları onları kuşatmıştır. Eğer su isterlerse
yüzleri haşlayan erimiş maden gibi su ile yardım edilirler. O ne kötü içecek ve
ne kötü bir siğınakdır.
Hak, sizin Rabbiniz
kalındandır. Hukuk Rab'tendir. Yani Hukuk insanın yaptığı değil, hukuk Rab'ten
gelendir ve Rabten gelenin doğrultusunda olandır. Mesela Kur'ân ceza, ticaret,
evlenme, boşanma gibi hususların genel hatlarını çizer, sünnet onu açar, yeni
hükümler kor. Daha sonra da İslâm müçtehidlerini her asırda serbest bırakır.
Herkes çağının ihtiyacını Kur'ân'm doğrultusunda karşılar. Trafik ile ilgili
Kur'ân'da hüküm var mı derler. Trafik ile ilgili hadislerimiz mevcuttur. Meselâ
yoldaki eziyet veren taşı kaldırmak imanın bir şubesinden buy-rulmuştur.
(Buharı K, Hibe 35) Yoldaki taşı kaldırmak ile yoldaki insanların zarar
görmeyeceği bir şekilde arabayı park etmek aynıdır.
Hukuk, Rabbimiz
tarafından gelmiştir. Dileyen iman etsin dileyen de inkâr etsin. Kimse de
zorlanmaz. Allah'tan gelen hukuka uyup uymama konusunda serbestir. Fakat
zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki onların duvarları onları tamamıyla
çevirmiş ihata etmiştir. Kadının koluna bilezik taktığı gibi, kâfirleri de
ateş, bilezik gibi çepeçevre çevirmiştir. Ne tarafa kaçmaya çalışırsa çalışsın
o ateş çemberinden kurtuluşu yoktur. Yanıp kül olma da yoktur. Yanarken de
susayacaktır. Susuzluktan dolayı su istiyecek olursalar o zaman yüzleri
paramparça eden maden eriğiyi su olarak verilir onlara. O ne kötü bir içecektir
ve ne kötü bir dayanaktır. Dünya suyu harareti söndürürken, Cehennemde verilen
su da onları paramparça eder. Fakat elemin, acının devam etmesi için ölmek
yok, acı duyması devam etmesi için.
30- Şüphesiz iman edip
amel-i salih işleyenlerin güzel amelinin mükafatını biz zayi etmeyiz.
İman edip sâlih amel
işleyenlere gelince, mutlaka onlar için biz iyilik yapanların amellerini zayi
etmeyiz. İyilik yapmaktan kasıt Cibril hadisinde geçtiği gibi orada her ne
kadar biz Allah'ı görmesek te o bizi görüyormuş gibi; ibadet etmektir. Birşey
yapacağımız zaman, birşey yiyeceğimiz zaman, bir yere gideceğimiz zaman her
halükârda Allah'ın bizi gördüğünü bilerek bu şuur ve inançla hareket etmek
gerekir.
Böyle hareket edince
kişinin elinden iyilik akar, gözlerinden sevgi muhabbet akar, ağızdan kötü
kelime yerine iyi kelimeler çıkar. İhsan makamı denilen makam da budur. İyilik
yap Onların amelleri zayi edilmeyip karşılığı verilir.
31- İşte onlar için
altından ırmaklar akan adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle
süslenirler. Koltuklara dayanmış olarak ince ve kaim ipekden yeşil elbiseler
giyerler. Ne güzel bir sevap ve ne güzel bir sığınakdır.
Kişi, ben zîneti,
süsü, ipekli elbise giymesini sevmem diyebilir. Ama aslında herkes ziyneti
sever, ziynet diye belirli bir şeye kendini şartlar da onu sevmez. Yoksa o da
ziyneti sevmektedir. Onun da kendine göre ziynet anlayışı vardır. Son günlerde
inançsız kesim arasında yeni bir gurub türedi. Biz, milyarlarca mal varlığımız
olduğu halde, biz ziynete karşıyız diyenler var. Ama onların giyimi de
kendilerine göre bir ziynettir.
1960'lı yıllarda
Avrupa'dan bir sanatçı gelmişti. Saçlarını kazıtmıştı. O günlerde Türkiye'de
gençler arasında saç kazıtma modası başladı. 1970-74 yıllarında da saç uzatma
modası başladı. Ben saç uzatana da saçı kazıyana da kızmam, her ikisi de
sünnettir. Ama bunu sünnet niyetiyle yapması gerekir.
Her insanın bir ziynet
anlayışı vardır. Zîynet anlayışı olmayan belki aklî dengesi olmayan delilerdir.
Cennette, Allah her insanın isteği doğrultusunda zîynet verecektir. Hz.
Peygambere bir bedevi Cennette deve de olacak mıdır? Efendimiz (a.s.v.)'de,
evet deve de olacaktır diye cevap verdi. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir insan
zihninin hayal bile edemediği ziynetler ni'metler vardır.
O ne güzel sevabtır.
Karşılıktır ve oradaki olanlar da insana ne güzel malzemedir. Eviniz güzel
yiyecekleriniz güzel, etrafınızdaki nesneler güzel olacak, insanın yiyip
içtikleri rahatsız etmeden hafif güzel koku şeklinde çıkıp gidecek.
Bunu böyle
söylediğimiz zaman inançsızlardan şöyle bir itiraz yükselmekte. "Olur mu,
öyle insan her istediğini yiyecek daha sonra da boşaltım ihtiyacı duymadan
bunlar hafif güzel kokulu ter gibi çıkacak.? mümkün değil" diyor. Ama
dünyadaki benzerlerini de unutuyor. Mesela dünyada çiçekler kökleriyle toprağı
yiyor etrafa da güzel kokular saçıyor, hem de boşaltım yapmadan. Yine insanın
topraktan elde ettiği gıda maddelerini yediği zaman onlar da insanda güzel saç
ve karşı cinsini etkileyecek güzel kokular olarak ortaya çıkmaktadır. İşte
bunlar bu, dünyada böyle iken âhirette niye olmasın?
32- Onlara iki adamı
misal olarak anlat: Onlardan birine iki üzüm bahçesi verdik, etrafını hurma
ağaçlarıyla çevirdik ve iki bahçe arasi-nada ekin bitirdik.
33- Her iki bahçede meyvelerini verdi. Hiçbir
şeyi eksik etmedi. Aralarındanda ırmak akıttık.
34- Onun (adamın)
başka geliride vardı. Konuşurken arkadaşına dediki: "Ben malca senden
fazlayım, adam yönündende senden güçlüyüm."
35- O kendisine zulmederek bahçesine girdi,
"Bunun (bahçenin) sonsuza değin yok olacağını sanmam" dedi.
İmansız insanın,
malına güvenip üstünlük taslaması, imanlı insanın da ona karşı nasıl tavır
alması gerektiğine bir örnek vermekte Allah (c.c.) 32. âyette.
Onlara bir misal ile
iki adamı anlat. O iki adamdan birine üzüm bahçeleri vermiş, her ikisinin de
etrafını hurmalarla donatmış, aralarında da ekinler bitirmiştik. İki bağın
ikisi de yemişlerini vermiş hiçbirini eksik bırakmamıştık. Aralarından bir de
nehir (geçirmiştik) fışkırtmıştık.
O, fakir olan
arkadaşına birgün demişti ki; mal bakımından da, ordu bakımından da ben senden
daha fazlayım diyen var. Bahçesine, kendisine zulm ederek girdi. İfade gayet
güzel, bahçesine girip görünce kibirlenip gururlanıyor benim bir benzerim yok
diyor. Bugün de bunu ticarethanesi, bankası, veya parti bürosu olarak da
anlayabiliriz.
Ve dedi ki; ebediyen
bu saltanatın benden gideceğini zannetmiyorum. Yani elindeki bu imkan ve
saltanatın veya o malın ebediyen kalacağını zanneder. Veyahut ta mahkeme
kadının mülkü zanneder. Beni buradan alacak güç ve otorite yoktur der. Bu
sadece inançsızlarda değil bazen inanan Müslümanlarda da vardır. Birkaç makale
bir iki de kitap yazdı mı, artık benden daha üstün kimse yoktur zehabına
kapılır kişi.
Allah bu âyetlerle şu
mesajı vermek istiyor. Allah'a tevekkül edeceksiniz, başka hiç kimseye
tevekkül etmeyeceksiniz. Anne, baba, arkadaş, tanıdık beni korur, bana torpil
geçer, belki bu dünyada dünya menfaati için size torpil geçer ama, âhirette
Allah'ın izni ile izin verdiği kimseler hariç kimse sizi kurtaramaz.
36- "Kıyametin
kopacağımda sanmam. Eğer Rabbime döndürülür-sem bundan daha iyi bir yer
bulurum."
Ben Kıyametin
olacağını da pek zannetmem. Eğer Rabbime geri çevrilecek olursam yani ölüp de
Rabbimin huzuruna varacak olursam bu dünyadakinden daha hayırlısını bulurum.
Gerekçe olarak da;
Rabbim bu dünyada sana vermemiş, lâyık olsan sana da verirdi. Bu dünyada lâyık
olamayan öbür dünyada da lâyık
olamaz.
Arkadaşı onunla
konuşurken ona diyor ki:
37- Arkadaşı ona
konuşarak dediki: "Seni toprakdan sonra meniden yaratan sonrada seni adam
yapan Rabbini inkarmi ediyorsun?"
Seni topraktan yaratan
sonra meni'den yaratan -ki topraktan Hz. Âdemi yarattı sonra da bizi meni'den
yarattı- sonra da insan haline getiren Allah'ı mı inkâr ediyorsun? Dikkat
edilecek olursa zengin Allah'a inanıyor. Ben birgün Rabbime döndürülecek
olursam diyor. Buradan anlaşılıyor ki Allah'ın varlığını kabul ediyor. Müslüman
arkadaşı da; seni meni'den yaratan sonra da sana insan şeklini veren Allah'ı
mı inkâr ediyorsun diyor. Bunun manası yani sen Allah'ın varlığını kabul edip
Onun kitabındaki hükümlerini inkâr ediyorsun demektir.
38- "Fakat O
Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmam."
Müslüman olan diyor ki
ancak o Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmam. Bunu
Allah'ı inkâr edene karşı söylenince sen Allah'a ortak koşuyorsun demektir.
Yine namussuz adama
"beni bırak ben Allah'tan başkasına tapmam deyin ondan başkasına itaat
etmem deyince. Adama sen yaparsın bu işi ben yapmam" demektir.
39- "Bahçene
girdiğinde - Maşaallah La Kuvvete illa billah -Allah'ın dilediği olur.
Allah'dan başka hiçbir kuvvet yoktur." demen gerekmezmiydi. Sen beni mal
ve evlatça kendinden az görsende.
Maşallah deseydin. Bu
Allah'ın dilemesi ile meydana gelmiştir. Allah'ın dedidği olur, deseydin bu
bahçe bu ağaçlar bu sularla bu hale gelmişse Allah'ın dilemesi ile olmuştur.
Allah dilemeseydi olmazdı deseydin Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve
kuvvet yoktur. Ağaca büyüme güç ve kudretini kişiye fidanı dikme güç ve
kuvvetini veren Allah'tır. Eğer sen beni mal ve evlat'bakımından az görüyorsan
bunları bu şekilde yapan Allah'tır. Senin maşaallah demen gerekirdi.
Burada Allah-u Teâla
bir zengin ile,bir fakiri karşı karşıya getirip örnek olması için karşılıklı
konuşturuyor. Zenginler ile fakirler arasındaki diyalogun nasıl olması
açısından. Bazen bugün günümüzde bazı Müslüman kardeşlerimizde Cumhuriyetin
kuruluşundan sonra Türkiye'ye getirilip reklamı edilen komünistliğin etkisi ile
zengin kesime karşı aşırı bir düşmanlık besleyip onları devamlı kötü gözle
bakma alışkanlığı var. İşte eline alıp silahı şu şu zengin hacıları şu şekilde
mallarını İslâm için elinden alacaksın gibi fikirler üretmeler bunun bir
görünümüdür.
İslâmı tebliğde her
kesime gidilip her kesimin eksik olduğu yönlerinden girilerek İslâm tebliğ
edilmeli. Yani Şuayb (a.s.) zamanında onun kavmi uluslararası ticareti
ellerinde tuttuğundan dolayı ölçü ve tartıyı eksik yapıyorlardı. İşte Müslüman
zengine de gidildiğinde önada Allah'ın bu âyetlerde söylediği daha doğrusu
fakir Müslümanın lisanında söylettiği sözleri söyleyip onu İslama davet
edilmeli. Kazandığın mal seni ebedîleştirmez. Allah'ın dilemesi ile bunlar
oluyor. Onun gücü ve kuvveti üzerinde hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Malın hakkı
olan zekâtı da ver şeklinde olması gerekir.
40- "Umulurki
Rabbim senin bahçenden daha hayırlısını bana verir ve (senin) bahçen üzerine
gökyüzünden onun hesabını görecek azap gönderirde kupkuru toprak
oluverir."
(Zengin olana fakir
mü'min diyor ki) belki Rabbim bana senin bahçenden daha hayırlısını bana bu
dünyada verir. Çalışır kazanır senden de daha zengin hale gelirim. Senin
bahçenede bir yıldırım düşer herşey yerle bir olur. Sanki ona hiç ot bitmemiş
hale geliverebilir. Zaman zaman görülür Allah çeşitli afetlerle tarlanın
bahçenin birini yerle bir edi-yorda hemen yanmdakine hiçbir şey olmaz bilhasa
yazmevsimlerindeki dolu aynı tarla içinde bile çizgi gibi çizergider.
Eldeki nimete bakıp da
gururlanmaya gerek yok aksine şükretmek gerekir.
41- "Veya suyu
çekiliverirde bir daha arayıp (bulmaya) gücün yetmez.
Veyahutta senin suyun
toprağın altına çekilirde geri getirmeye gücün yetmez tekrar aramayada gücün
yetmez. Mülk sûresi sonuncu âyette de sularınız çekiliverse akarsuları size kim
getirir buyurulmakta.
42- Meyveleri (azapla)
kuşatıldı. Çardakları yere çöktü. Oraya harcadıklarına (üzülerek) ellerini
oğuşturmaya ve "keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydim"
demeye başladı.
Ayetler o kadar güzel
bir şekilde insanın psikolojik taraflarını ortaya koyuyor ki burada kişinin
servetine, saltanatına bakarak insanları hafife alması anlatılıyor. Servetine
bahçesine girerken ki iç dünyası gururlanması ve bunun neticesinde nefsine
yapmış olduğu zulüm dile getiriliyor. İşte bu duygu ve düşüncede inançta olan
insanın kendisine servetine bir felâket geldiğindeki haleti ruhiyesi de âyette
güzel bir şekilde izah edilmiş. Ah! keşke Rabbime hiç kimseyi ortak
koşma-saydım" diyor. Demek ki gurur, insanları hor görme dünya zevklerine
aldanma gibi her türlü pislik müşriklikten şirkten kaynaklanıyor. Onun
içinde Allah(cc)
Lokman sûresinde; "Şirk en büyük zulümdür." buyurur. Şirkten daha
büyük zulüm yoktur.
Afrika'daki binlerce
insan açlık zulmü içinde kıvranıyorsa, bu müşrik Avrupa ve ABD'nin dünyayı
emelleri doğrultusunda ki sömürülerinden kaynaklanmaktadır. Dünyanın neresinde
bir gözyaşı varsa mutlaka bunların ve benzeri müşrik devletlerin bir parmağı
vardır ve onların bir müdahelesinden kaynaklanmaktadır
43- Allah'dan başka
ona yardım edecek bir topluluk yoktu. Kendi kendinide kurtaramadı.
Allah (c.c.) onun
malını saltamtım elinden aldığında ona yardım edecek Allah'tan başka hiçbir
kimse yoktur ve o kimsedende yardım görmez.
44- Bu durumda
velayet, hak olan Allah'a aittir. Sevap yönündende sonuç yönündende en hayırlı
olan O dur.
Gerçekten yardım etmek
Allah'a aittir. Yönetmek ve yardım etmek. O Allah (c.c.) Sevab bakımından en
hayırlısıdir ve sonuç bakımından da en hayırlı sonuçlar Allah'a aittir.
45- Onlara dünya
hayatının örneğini şöyle anlat: (Dünya hayatı) gökden indirdiğimiz su gibidir.
Onunla yeryüzü bitkileri birbirine karıştı (yeşerdi sonunda) rüzgârın savurduğu
çerçöp haline geliverdi. Allah herşeye kadirdir.
Onlara duya hayatımda
bir misal ile anlat Dünya hayatı gökyüzünden yağan bir yağmur gibidir.
Yağmurun yağması ile yeryüzünde çiçekler otlar biter her taraf yemyeşil
rengarenk olur. Derken rüzgarın önüne katıp götürdüğü ot kırıntıları haline
gelir.
İşte Kıyamet günü
dünyanın da bütün güzelliği böyle yok olup gidecektir. Günlük hayatımızda da
bunun yok olup gittiğini görüveriyoruz. Nimetlerimiz yok olup gitmezse bile
nimetlerin ortasından biz yok olup gidiyoruz. Bu şuna benzer toprak bize daima
nimetlerini veriyor ama birgünde deniz kenarında olta ile balığa yem vererek
onun oltaya takıldığı gibi bizide oltasına takıp alıp gidiyor.
Yine dünya bir oyun sahnesi
gibidir. Her gelen canlı bu sahnede bir rol oynayıp gidiyor. Ama Allah'ın
koyduğu kurallara göre oynayan sevab alıyor. Kendi kurallarına göre oynayanlara
da Cehennem...
Allah herşeye gücü
yetendir.
46- Mal ve oğullar
dünya hayatının süsüdürler. Geride kalan salih ameller Rabbin katında sevapça
daha iyi amelce daha hayırlıdır.
Mal ve çocuklar dünya
hayatının süsüdürler. Bazıları bu âyeti yanlış anlayıp sanki mal ve çocukları
kişiyi Allah'tan uzaklaştıranlar olarak görmüş o şekilde anlamışlardır. Allah-u
Teâla âyette mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür, ziynetidir, biz bu
ziynetten yararlanacağız ve ziynetlerimizin iyi korunması gerekir. Bunlar
Allah'tan birer emanettir ve emanetleri iyi bir şekilde koruyup tekrar
Rabbimize iade etmemiz gerekir.
Malımızda bir zînettir
onuda içine haram karıştırmamak zekâtını ve sadakasını vererek ayrıca Allah'ın
hoşnut olacağı yerlerde harcayarak onu korumak gerekir. Salih olan, baki olan
Allah katında daha hayırlıdır.
47- O gün dağları
yürütürüz ve sen yeryüzünü çırılçıplak görürsün. Onların hiçbirini bırakmadan
toplayacağız.
O günde dağlan
yerinden oynatır yürütürüz. Birde bakmışsın yeryüzü apaçık ortada dağı yok
ağacı yok, ormanı yok, böylece yeryüzü çıplak bir halde olur.
Ve bütün Hz. Âdem
(a.s.)'rîan Kıyamete kadar gelecek olan en son insanı orada toplarız ve hiçbir
insanı da bırakmayız kendi haline bırakmayız. Dünyaya gelen her can mahşerde
bir araya gelecektir.
48- Saf, saf Rabbine
arzolunurlar. Şüphesiz sizi ilk defa yarattığımız gibi bize (malsız mülksüz)
geleceksiniz. Oysa siz size bir zaman tayin etmediğimizi sanmıştınız.
Rabbinin huzuruna
saflar halinde arz olunarlar. Hz. Âdem (a.s.)'ın mü'mirileri onun safında Hz.
Peygamberin mü'minleri, onun safında biz sizi nasıl ilk defa yaratmişsak
huzurumuza öyle geleceksiniz. Burada iki vecih vardır. Birincisi teker teker
geleceksiniz. Yani bu dünyaya teker teker geldiğimiz gibi ana rahminden o günde
kabir rahminden teker teker mahşere gideceğiz. Orduların korucuların
yardımcıların faydası yoktur.
İkincisi anne rahminden
nasıl hiçbirşey olmaksızın çıplak isek ahi-rette de aynı şekilde çıplak olarak
haşrolacağız. Hz. Aişe validemiz bu âyet hakkında orada utanmayacak mıyız diye
sorunca Hz. Peygamber; "herkes kendi derdine düştüğünden diğerini
görmeyecektir." buyuruyor. (Buhari K. Rikak hadis 6527, Müslim K. Cennet
bahü fenaid-dünya, îbni Mace K. Zühd hadis 4276)
Oysa siz, size vaad
olunanın tahakkuk edeceği bir zaman tayin etmediğinizi sanmıştınız değil mi?
49- Kitap konulur.
Kitabın içindekilerden suçluların korktuğunu görürsün, (suçlular) "Vay
bize, şu kitaba ne oluyor ki büyük, küçük hiçbir şey eksiltmeden sayıp
döküyor" derler. Onlar yaptıklarını hazır bulacaklar. Rabbin hiçbir
kimseye zulmetmez.
Kitap sunulur,
herkesin kitabı kendine verilir, bütün dünyada yaptıkları kayıtlıdır. Suçlular
korkarak günahlarını-kitaplarını görürler ve derler ki; bu kitaba ne oluyor,
büyük-küçük hiçbirşey bırakmamış ve yaptıklarını o defterde hazır
bulacaklardır. Rabbin hiç kimseye zulm etmez, hiçbir şeyi de eksiltmez, aynı
ile verir.
50- Hani Meleklere:
"Adem'e secde edin" demiştikde İblis'den başkası hemen secde
etmişlerdi. O cinlerdendi. Rabbi'nin emrinden çıktı. O size düşman olduğu halde
beni bırakıp onu ve neslini dostlar mı ediniyorsunuz? Zalimler için ne kötü
bir değiş tokuşdur.
Bu âyet-i kerîmede
Allah (c.c.) meleklerin Hz. Adem (a.s.) için saygı secdesi üzerinde duruyor. Bu
olay bir çok sûrede tekrar edilmiştir. Tekrar edilme sebebi olarak ta 1. Bize
ençok vesvese veren Şeytan'dır. Yani çokça zikrediliyor ki düşmanınızı iyi
tanıyın demektir. İkinci olarakta bu daha önceki âyetlerde Allah (c.c.)
Müslüman bir fakir ile isyan edenin zenginin durumunu misal ile anlatıyor.Onun
akabinde bu olaydan bahsedilmiş, daha önceki âyetlerde ise kendilerine göre
zengin ve saygın insanların Peygamber Efendimiz (a.s.)'a, fakirlerle beraber
oturduğun müddetçe. Senin yanma gelmeyiz, köleleri yanından kovarsan geliriz
demişlerdi. İşte bunları anlattıktan sonra İblisin, Hz. Âdem (a.s.)'a olan
düşmanlığına tekrar geri dönüyor.
Hani Biz meleklere; Adem'e
secde edin, demiştik de bütün melekler Âdem'e secde ettiler. Ancak İblis secde
etmedi. O cinlerdendi ve Rabbinin emrinden dışarı çıktı, Rabbine isyan etti.
Bazı insanlarımız
anlatırlar, Şeytan meleklerin reisi idi; derler bu doğru değildir. Bu daha
ziyade, tasavvuf erbabıyım diyerek cahilliğini örtmek isteyen ve insanları
sapıtan müteşeyyihler tarafından; bu zahir ilmidir, bu da bâtın.ilmidir. Biz
zahire değil, bâtın ilmine itibar ederiz diye kendini şeyh göstermeye
çalışanlar tarafından uydurulmuştur. Ama âyet gayet açık. Şeytan cinlerdendir.
Şeytan size düşman olduğu halde siz Onu ve Onun zürriyetini kendinize dost mu
edindiniz? Bu âyet Şeytanın da neslinin ürediğine işaret ediyor. Halbuki o
sizin düş-manınızdır. Zalimler için ne kötü bir bedeldir.
Yani Allah'ı
kendilerine dost edinmeleri gerekirken, kendilerini Yaratan ni'metler veren
Allah'ı dost edinmeleri gerekirken hiçbir şey verememenin de ötesinde insanı
Cehenneme götüren bir Şeytanın vesvesesine uyup Onu dost kabul eden kişi ne de
bir kötü karşılık, bedel, almıştır.
Bu şuna benzer;
Kendinin dünyaya gelmesine vesile olan, her zorluklara rağmen büyüyüp
beslenmesine, yetişmesine, gelişmesine yardımcı olan babayı bırakıp tanımadığı
üstelik onu kötü yollara sevk eden ona kötülüğü emreden birisini baba edinmesi
gibi birşeydir. Herşeyi Allah (c.c.) verdiği halde Allah'ı dost kabul etmeyip
Şeytanı kendisine dost kabul eden kişiye deli demekten başka birşey söylenemez,
hem de sorumlu bir deli.
51- Ben göklerin ve
yerin yaratılışında ve kendilerinin yaratılışında
onları şahit tutmadım.
Saptıranları kendime yardımcı edinmedim.
Ben* o Şeytanı ve Onun
zürriyetini ve bu insanların dost kabul ettiklerini göklerin ve yerin
yaratılışına şahid kılmadım, yani bu adamlar birşey yaratamazlar, bunlar
yeryüzünün ve gökyüzünün yaratılışında bulunmadılar, bunlar da yaratıldılar.
Kendilerinin yaratılışını bile görmediler. Bunlar insanlara nasıl dost ve
yönetici olur? Buradaki dost, dünyadaki oturup konuştuğumuz arkadaşlık
ettiğimiz kişi anlamında değil, "veli" kelimesi kullanılmıştır.
Yönetimi kendisine verdiğiniz ve bu benim hakkımda en doğruyu düşünür en iyiyi
yapar dediğiniz kişidir dost.
Veli kelimesi, Vali
kelimesi olarak ta Türkçemize geçmiş. Vali; şehrin yönetimini eline alan ve o
halkın da ona güvendiği kişrdir.
Bazıları, Şeytanı
lanetlediğini, Euzü besmele çektiklerini söylerler ama onun dediğini de
yaparlar. Onun dediğini yapan her ne kadar ona lanette etse, Euzübesmele de
çekse, onun yolundan gidiyor demektir. Hani bazı kötü işlerle meşgul olan
insanların bizim açımızdan hakaret kabul edilen bazı sözleri sarf etmesi
onların dostluğunu bozmuyorsa, aynı şekilde Şeytana lanet yağdıran insanlar da
onun dediklerini yaptıkça Şeytanla olan dostluğu devam eder.
52- O gün (Allah) der:
"Bana ortak olduğunu iddia ettiklerinizi çağırın." Çağırdılar fakat
cevap vermediler. Biz onların arasına teklikeli bir uçurum kıldık.
Allah-u Teâla âhirette
kâfir ve müşriklere, "Bana ortak koştuğunuz putlarınızı çağırın"
ilahlık iddiasında bulunduğunuz o ilahlarınızı çağırın. Onlar da o şirk
koştukları kişileri, putları, atalarını çağırırlar; biz sizin izinizden
peşinizden gidiyorduk derler. O ilahlar da onlara karşılık veremez. Ve Allah
onlarla şirk koştukları arasına bir uçurum koyar.
"Mevbigun"
Cehennemde bir yerin adı. veyahut ta tehlikeli bir alan anlamındadır. Yani
ikisi arasında korkunç bir uçurum vardır. Birbirlerine yardım edecek durumda
değiller. Şöyle hayal edilebilir: Kendisine ilah olarak tapılan put adam ile o
put adama tapanlar Cehennemde ateşin içinde yakılır ve aralarında da ateşten
meydana gelmiş daha korkunç bir alev var. Birbirlerinin seslerini duyuyorlar,
çığlıklarını duyuyorlar ama ne tapanlar ilahlarına yardım ediyor, ne de
ilahları tapanlarına yardım edebiliyor. Bir kendinin yanma acısı, bir de kendi
arkasından gelenlerin yanışının feryadını duyma acısı vardır. (Nahl suresi 25)
53- Suçlular ateşi
görürler ve oraya kendilerinin düşeceğini bilirler. Kaçacak bir yerde
bulamazlar.
Suçlular Cehennemi
görürler ve oraya kesinlikle düşecekler de bilirler. Cehennem suçluların
önünde durur, amel defterleri de pek iç açıcı değil, hiçbir tane iyi amel yok;
etraflarına bakıp kurtarıcı ararlar. Hiç onları oradan kurtaracak birini de
bulamazlar. Malın, evladın, orduların, hizmetçilerin hiç fayda vermeyip ancak
sâlih amellerin fayda vereceği bir yerdir orası. Orada Allah'tan başka
sığınılacak hiçbir sığmak yoktur.
54- Yemin olsunki biz
bu Kur'anda her çeşit misali insanlar için açıkladık. Ama insan herşeyden daha
fazla cidalci olmuştur.
Allah (c.c.) insanlar
için bu Kur'ân'da, herşeyi misallerle açıkladığını ifade ediyor. Örnekler
vererek, geçmiş ümmetlerden bahsederek âyetleriyle emir ve yasaklarını
açıklamıştır. Örnekler vererek anlatmasının gayesi, bizim daha iyi anlamamız,
zihnimize yerleşmesi içindir. İki insanın olayını veya bir peygamberin başından
geçen bir olayı anlatarak o misallerle beraber bize bazı emir ve yasaklar da
bildiriliyor.
Bir zinanın
kötülüğünü, Yusuf (a.s.)'ın kıssasında, ölçü, tartı ve ticarette dürüst
davranmamanın kötülüğünü Şuayb (a.s.)'m kavmi ile anlatıyor. Allah'ın
emirlerine uymanın neticesini ise oğlunu Allah'ın emri ile kurban olarak kesme
girişiminde bulunan kulu Hz. İbrahim (a.s.) kıssası ile anlatıyor. İşte bütün
bunlar, bizim zihnimizde birer obje halinde daha iyi kalması içindir. Biz de
davet konuşmalarımızda bu metodu uygularsak daha etkili oluruz.
Daha sonra âyet.
insanın bir sıfatına dikkat çekiyor; insan çok mücadele edicidir buyuruluyor.
Allah'ın o kadar ni'met vermesine rağmen, Rabbine karşı ne verdin der. Ayette
"insana çalıştığının karşılığı vardır." İnsan ne kadar çalışırsa
onun karşılığını alacaktır. Ama mücadeleci olunca da; ne verdin.? der, isyan
eder. Mücadelecinin Türkçe karşılığı çekişkenliktir.
Bu çekişkenlik bize
Allah tarafından verilmiş bir sıfat ve özelliktir. İnsan bunu kendisi üretmez.
Yine bunun gibi, inat etme, korku gibi şeyler de insanın birer sıfatı olup iyi
yönde kullanılırsa ni'met, kötü yönde kullanılırsa külfet olur. Mesela; inat,
Allah'a olan ibadetleri yerine getirmemek için kullanılırsa külfet, ama
Allah'ın dinini yayma ve Ona ibadet etme yolunda kullanıldığı zaman ni'met
olur.
Mücadeleci olma da
Allah için olursa ni'met, ama Allah'ın vermiş olduğu ni'metleri az görüp Ona
isyan mahiyetinde olursa bu da külfet olur. El gibidir. El dövmek için de
kullanılır, sevmek için de kullanılır. Dövmek için kullanılırsa külfet, sevmek
için kullanılırsa ni'mçttir. Bunlarda aslolan kalptir. Kalb neye niyet ederse
amel de ona göre muamele edilecektir.
Efendimiz birgün kızı
Hz. Fatıma ile damadı Hz. Ali'yi(R.A.) ziyaret eder ve gece namazını kılıp
kılmadıklarını sorar. Hz. Ali; "Nefsisniz Allahın elinde O kılmamızı
dilerse bizi gece uyandırır" deyince Efendimiz dizine vurarak; "İnsan
herşeyden daha çok cidalci olmuştur" ayetini okuyarak geri döndü. (Buharı
K. Teheccüd hadis 1127,K.Tefsir 4724, K. Tevhid 7465, Müslim K. Salatül
Müsafirin 2061775)
Evet nefsimiz Allahın
elinde ancak, akşam yatarken kalkmaya niyet etmek o saatte
uyandırılmamızasebeptir.
55- Onlara hidayet
geldiğinde insanları iman etmekden ve Rabferine istiğfar etmekden alıkoyan şey
ancak evvelki (ümmet) lere ait sünnetin (adetullahın) kendilerinede gelmesini
veya azabın onlara önlerinden gelmesi(ni beklemeleri) dir.
Bu âyette Allah (c.c),
insanların niçin iman etmediklerini açıklıyor. Kendilerine hidâyet rehberi geldiği
halde insanları imandan alıkoyan şey nedir? dersiniz: Allah Teâla âyette,
"Onlara daha önceden geçmiş kişilerin başına gelenleri beklemelerindendir.
Açık bir azabın gelmesini beklemelerindendir." Peygamber, âhiretin azabı
ile korkutuyor, bakalım azabı getirsin, taş yağdıracaksa yağdırsın. Nuh (a.s.)
zamanında insanların Tufan'da boğulduğu gibi boğulsunlar da bir de biz
görelim. Geçmiş kâfirlerin yaptığının aynısını tekrar edip bunları görmek için
Allah'ın Peygamberine Onun getirdiği hidâyet rehberi Kitab'a iman etmezler,
işte bu onların imanını engelleyen şeydir.
56- Biz peygamberleri
ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kafirler ise hakkı batılla
gidermek için mücadele ederler. Ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyle alay ederler.
Allah'ın azabını
peygamberler getirmez. Peygamberleri, sadece insanlara müjdeci ve gittikleri
yolun tehlikelerini söylesin, onları uyarsın diye göndeririz. Kâfirler ellerine
batılı alırlar, hakkı yok etmek için mücadele ederler ve Allah'ın âyetleriyle
ve Onun sakındırdığı şeylerle alay ederler, sakındırdığı şeyler arasında
kıyamet vardır, kabir azabı, Cehennem ve Cehennemdeki çeşitli azâblarla,
adamlar dalga geçerler.
Hakkı kaldırıp onun
yerine batılı getirmek için gayret sarf ederler, günümüzde olduğu gibi. Hz.
Peygamber zamanında ve Ondan önceki Peygamberler zamanında da bu hak-batıl
mücadelesi vardır; bundan sonra da yine devam edecektir. Tâ kıyamet gününe
kadar. Devamlı, hak ile batıl birbirini götürme gayreti içindedir. Bugünün
kâfir devletleri
Türkiye'nin neslinin
tükenmesi, doğum kontrolü için bütün masrafları karşılamakta, Müslümanların
neslinin çoğalmaması için. Amaçları Müslümanların sayısının azalması yani
hakkın ortadan kalkıp batılın
hâkim-üstün olması
içindir.
Yine, küfür topluluğu
olan NATO da bugüne kadar düşman güçleri hep kırmızı rengi ile temsil
edilirken, bugün artık düşman kuvvetlerin rengini yeşile çevirdiler. Bu yeşil
İslâm'ın yeşilidir. Askerlikte bir hedef gösterilir ve askerin hedefe koşması
istenir. Gösterilen hedefe asker ulaşır. İnşallah bunlar İslâm'ı hedef
gösterdiler birgün olur hedefleri olan İslâm'a ulaşırlar. Tarihte hep böyle
olmuş, hedefe ulaşılmış, düşmanca tavırlarının sonunda Müslüman güçlenmiş,
kendilerinin kurduğu hile ve tuzaklara kendileri düşmüştür.
57- Kendisine Rabbinin
ayetleri hatırlatıldığında ondan yüz çeviren ve ellerinin öne sürdüğünü unutan
kişiden daha zalim kim vardır? Biz onların kitabı anlamamaları için kalbleri
üzerine örtüler, kulaklannada ağırlık kıldık. Onları hidayete çağırsanda bu
durumda ebediyen hidayete eremezler.
Allah'ın âyetleri
kendisine hatırlatıldığında, Onun âyetlerinden yüz çevirenden daha zâlim kim
vardır?
"İnsanları
Allah'ın mescidinden alıkoyan ve mescidleri tahrip eden daha zalim kim
vardır" şeklinde Kur'ân'm birçok yerinde 57. âyete benzer bir şekilde
zalim tarif edilmiştir ki Türkiye'de bu yaşanmış, camiler boşaltılmış, içine
askeriyenin atları için samanlar doldurulmuş, şu Eminönü'nde de birçok caminin
yerine hanlar yapılmıştır.
Şimdi bazı insanların
yapmış olduğu kanunlar düşünülmeden, fıtrata uygunluğu araştırılmadan, ilahî
vahye dayanmadan yapıldığı ve yıllarca yürürlükte kaldığı için insanlara eziyet
vermekte, zulmetmektedir. Fakat o kişiye; Allah'ın şu emirleri şu kanunları
var, bunları da bir düşün dendiği zaman hemen ondan yüz çevirmektedir. İşte bu
kişiden daha zalim bir kişi yoktur. Diyelim ki üç beş kişiye çeşitli eziyetler
ederek onlara zulmeden kişinin zulmü ençok bu kişilerin ölümüne kadar sürer,
ondan sonrada son bulur. Fakat insanları kötü bir yola sevkedip
Allah'ın kanunlarından
uzaklaştıran bir kişi üç-beş değil yıllarca ve nesiller boyu insanlara
zulmetmiş olur.
İşte Allah'tan Onun
âyetlerini anmaktan yüz çeviren o zalim kendi elleriyle yaptıklarını da unutur.
İnsan bu kadar zalim, insan bu kadar zulmünden sonra nasıl rahat eder diye
hayret eder. Âyetin ifadesiyle, yaptığı zulmü unutur da ondan dolayı vicdanı
rahat eder. Binlerce yetimin hakkını haksız yere yer, milyonlarca insanın
kazancını haksız yollardan gasb eder, daha sonra da oturur gece âlemlerinde onu
yer. Masaya oturduğu zaman onun hesabını yapmaz. Gasb ettikten sonra da
yaptıklarını unutur. Sanki alınteriyle kazanmış gibi gönül hoşnutluğu içinde
hareket eder.
Yine, insanları
Allah'ın kanunlarından yüz çevirtenler de bunları sanki çağdaşlaşma,
medenîleşme adına yapmış edasıyla, yaptıklarını unutup kendilerini millete
süslü göstermeye çalışır. Biz onların kalpleri üzerine kilitler vurduk ve
kulaklarını da sağır yaptık. Söyleneni anlamazlar, kulakları da hak sözleri
duymazlar, duydukları zaman da rahatsız olurlar.
Nasılki pisliğe
alışmış sinek, gülün üzerine konmaz, konsa bile üzerinde fazla durmadan hemen
çekip giderse, âyetin tarif ettiği inançsız insanlar da Allah'ın âyetlerinden
yüz çevirir kendilerine âyetler okunduğu zaman rahatsız olur. Zira o insanlar
pislik içinde yaşayıp pisliğe alışmış kişilerdir.
Soğuktan midesini
üşütmüş insan nasılki her yediğini kustuğu gibi, hak olan sözler kendisine
verildikçe o da devamlı kusar, ama nasıl onu tedavi etmekten doktor yüz
çevirmeyip onun tedavisi için çalışırsa, biz de bu insanların tedavisi için
daima gayret gösterip onlardan vazgeçmemeliyiz. Onlar bizden yüz çevirse bile
biz onlardan yüz çevirmeden, bıkmadan, usanmadan İslâm'ı onlara anlatmalıyız.
Âyette, "Rabbinin yoluna öğüt ve hikmetle çağır, onlarla en güzeliyle mücadele
et" buyu-rulmakta. (Nahl 125)
58- Rabbim Gafurdur,
rahmet sahibidir. Eğer onları yaptıklarından dolayı cezalandirsaydı elbette
onlara azabı çabuklaştırırdı. Fakat onlar için belirlenmiş bir zaman vardirki
ondan başka hiç bir sığınak bulamayacaklar.
Senin Rabbin rahmet
sahibidir ve günahları örtendir. İnsanların gii-j nahı ne kadar büyük olursa
olsun... Ondan sonrasını Rabbine bıraksın*: O Allah günahları örter ve rahmet
sahibidir. Allah, insanların yapmış olduğu günahlarından dolayı onları hesaba çekivermiş
olsaydı, onların azabını çarçabuk verirdi. Fakat onların kendilerine tanınmış
bir müddeti vardır. Yani ölünceye kadar insanlara çoğu kere fırsat tanır.
Mühlet verir, sonunda ihmal etmez.
59- İşte bunlar
zulmettikleri zaman helak ettiğimiz kentler. Onların helaki için belirli bir
zaman tayin ettik.
İşte, bu şehirleri,
başkentleri halkının zulmetmesi sebebiyle helak ettik ve helak zamanına bir
vakit tayin ettik. Geçmiş toplumlardan helak edilenlere bir vakit tayin
edilmiş vakitleri geldiği zaman helak edilmişlerdir. Bugünkü imansızlıkların da
helaki için zamanı vardır. Kimin ne zaman helak olacağını Allah bilir. Küfür
devam eder fakat zulüm devam etmez. Tarihte hiçbir zulüm devleti, devamlı
olmamıştır. En kısa zamanda helak olup gitmiştir. Devam etse idi, zulüm üzerine
kurulu olan Roma İmparatorluğu devam ederdi. Ama Hz. İsa (a.s.)'ın 4 tane
havarisine yenik düşmüştür.
60- Hani muşa,
delikanlısına "Ben iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmadan
gideceğim veya uzun yıllar gideceğim" demişti.
61- İkisi iki denizin birleştiği yere varınca
balıklarını unuttular. Balık denizde bir deliğe doğru yolunu aldı.
Buharı ve Müslimde
geçen bir hadisde de Hz. Peygamber bu âyeti tefsir ederken şunları söylemiştir.
Birgün Musa (a.s.) insanlara hitab ederken aralarından biri sormuş, en âlim
kimdir? Musa (a.s.) da benim, der. —Aslında en âlim; herşeyi bilen Allah'dır
demesi gerekirdi— Bunun üzerine Allah (c.c.) Musa (a.s.) vahy eder senden âlim
benim kullarım vardır. Musa (a.s.) da Yarabbi, ben o kulun ile görüşmek isterim
der. Allah (c.c.) görüşmek istersen yanma bir yoldaşım ve azığına, tuzlanmış
bir balığı al, iki denizin birleştiği yere kadar var. Orada
balık canlanıp denize
kaçacaktır. Balığın canlanıp denize kaçtığı yerde benim sâlih kullarımdan
birini bulacaksın; o, sana öğretecektir.
Musa (a.s.) da o
delikanlıyı yanına alır. Ayetin ifadesiyle delikanlı, Hz. Peygamber'in
hadisinde de Yûşa (a.s.)'dır. İman etmiş bir gençtir. Tuzlanmış balığı alıp
yola çıkarlar. Bir yere kadar gelir orada dinlenmek için otururlar. Dinlenip
kalktıktan sonra yürürler. Bir müddet sonra Musa (a.s.) yanındaki delikanlıya
azığımızı getir, uzun bir yol yürüdük yorulduk, yemeğimizi yiyelim der.
Genç Yûşa (a.s.)'da
Şeytan bana söylemeyi unutturdu. Hani biz kayanın yanında oturmuştuk ya, o
zaman balık canlandı ve de denize girdi. Girdiği yerde de büyük bir delik açtı
gitti. Bunun üzerine Musa (a.s.) da aradığımız yer orasıdır der ve izleri
üzerine geriye dönerler ve o kayanın yanında bir adamın oturmakta olduğunu
görürler.
O adama, "Rabbimin
sana öğrettiği bu Ledunnî ilimden bana da öğretir misin?" der. O Sâlih
Kul da, sen sabredemezsin, demesi üzerine Musa (a.s.) da, inşallah beni sabr
edenlerden bulacaksın der ve beraber yürürler. Derken bir gemiye binerler
gemiciler bunlardan ücrette almaz. Gemiye binince, Hızır (a.s.), geminin
tahtalarını da sökmeye başlar. Musa (a.s.); Hızır (a.s.)'a, "sen ne
yapıyorsun? adamlar bizden ücret almadı, sen ise onların gemisini mi
batıracaksın?" Hızır (a.s.) da; "ben sana, sabredemezsin demedim
mi?" Musa (a.s.); özür diler, bir daha yapmıyacağım der.
Derken biraz daha
yürürler. Gemiden indikten sonra sokakta çocuklarla oynamakta olan bir çocuğu
görürler. Hızır (a.s.) varıp çocuğu öldürüverir. Musa (a.s.) bu sefer bilerek
kızar. Suçsuz yere çocuğu öldürdün deyince, ben sana demedim mi, sen
sabredemezsin diye? Musa (a.s.), bir daha yaparsam aramız açılsın der ve
yollarına devam ederler. Bir köy halkına varırlar, oradaki insanlar öylesine
kaba saba insanlar ki m
Geminin tahtalarını
tahrib etmiştim ya, kralın biri korsanlık yapıp iyi olan bütün gemileri eline
geçiriyor ve bu kişilerde gemilerini savunacak durumda değiller bu gemiye doğru
geliyorlardı, ben gemiyi ayıplı hale getirdim ki korsanlar gemiyi
beğenmesinler, bu garip çocukların elinden bu gemiyi almasınlar diye yaptım
der.
İkinci olarak çocuğu
öldürmüştüm. Büyüdüğü takdirde kâfir olacağını biliyorum, Rabbim bana bunu
öğretti. Onun annesi ve babası da salih
iki insandı, eğer
çocuğu öldürmese idim anne ve babası da çocuklarına olan muhabbetlerinden onun
yolundan gideceklerdi, onun için öldürdüm.
Üçüncü olarak, o tamir
ettiğimiz duvar iki yetime aitti ve altında babalarının sakladığı bir hazine
vardı. O duvar yıkılsaydı bunu köy halkı alacaktı. Çocuklar buluğ çağına
gelinceye kadar yıkılmasın diye de o duvarı düzelttim. İşte bütün bunlar,
Rabbimin bana öğrettiği ilimledir der. Hz. Peygamber de; keşke kardeşim Musa
(a.s.) biraz daha sabr gösterseydi de Hızır (a.s.)'in hikmetlerinden biz de
istifade etseydik buyurur. (Buharı K. ilim hadis 74, 78, 122, K. icara 2267.
Müslim K. Feıail hadis 2380. Tirmizi K. Tefsir hadis 3149, 3385. Ebu Davut
hadis 3984. İbni ebi Şeybe Musannef 10/219-220. Hakim Müstedrek 21574)
62- Orayı geçince
delikanlısına "Kuşluk yemeğimizi getir. Biz bu yolculuğumuzda gerçekden
yorulduk." dedi.
63- (Delikanlı)
"Gördün mü? Biz o kayanın yanına sığındığımızda ben balığı unuttum. Onu
söylememi bana Şeytan unutturdu. Şaşılacak şekilde denizde yolunu aldı"
dedi.
64- (Musa) "İşte aradığımız o" dedi.
Bunun üzerine izlerini takip ederek geri döndüler.
65- Tarafımızdan
kendisine rahmet verdiğimiz ve katımızdan bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan
bir kul (Hızın) buldular.
66- Musa ona
"Doğruyu bulmam için sana öğretilenden bana öğretmen için sana tabi
olabilir miyim?" dedi.
67- (Hızır) "Sen
benimle beraber olmaya sabredemezsin" dedi.
68- "İlmini
kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?"
Buradaki âyetler
üzerinde âlimlerimiz çok durmuş. Zira Musa (a.s.) Ulü-1-azm peygamberlerdendir.
Şimdi burada Allah'ın Peygamber'i bilgi bakımından daha üstün Hızır (a.s.)'a
tâbi oluyor. Buradan şu çıkıyor kişi ne kadar âlim olursa olsun, bilmediği
konuda kendisinden üstün olan kişilere tâbi olması gerekir. Bir sahada iht
İlmi Ledunnî Hızır
(a.s.)'a verilmiş. Peygamber diyenler olduğu gibi, buradaki âyette salih kul
olarak ifade edilmiş ve velinin kerameti haktır. Ayetle sabittir. Süleyman
(a.s.)'ın yanındaki bir âlimin, Belkıs'ın tahtını gözaçıp kapamadan daha kısa
bir sürede getirdiği gibi.
Fakat kerametine
dayanarak, Allah'ın haram kıldıklarını helâl, helâl kıldıklarını da haram
kılıyorsa o da melanet olur. Diğer alınacak bir ders de, çok güvendiğiniz
insanlara bazen soru sormadan teslim olmak gerektiğine bir delildir. Mesela
İslâmî bir faaliyet yapılacak, yıllardır tanımışsınız, o güne kadar hiç bir
aksi hareketini görmediğiniz bir kişiye de belirli konularda hiç soru sormadan
ona teslim olunması gerektiği gibi...
Ayette Musa (a.s.);
Hızır (a.s.)'a ben sana tâbi olabilirmiyim? dediğinde, Hızır (a.s.) da; Sen
sabredemezsin. Nasıl sabır edersin ki, hakkında bilgin olmadığı yüreğinin
kavrayamadığı konuda nasıl sabr edersin? diyor. Bakın bir peygamber
sabredemiyor.
Günümüzde de İslâmî
düsturları söylediğimiz zaman adam diyor ki bunları benim aklım almıyor.
Tabiiki almaz. Son 70 yılda Türkiye'de sunî bir kültür geliştirdiler. Tıpkı
altın; ocakta eritilip, istenilen şekli vermek için kalıba dökülüyorsa, işte
böyle naylon akıllı insanlara da
74- İkisi yürüdüler.
Bir oğlan çocuğuna rastgeldiler. Hemen o çocuğu öldürdü. (Musa): "Bir can
karşılığı olmaksızın tertemiz bir insanı öldürdünmü? Muhakkak sen kötü bir iş
yaptın" dedi.
75- (Hızır): "Ben
sana benimle sabredemezsin demedim mi?" dedi.
76- (Musa): "Eğer bundan sonra herhangi bir
şeyden sorarsam artık benimle arkadaşlık etme. Muhakkak benim tarafımdan ma'zur
olmaya eriştin.
Tabi bir iki daha suç
işleyince Allah ayıbını gizlermiş üçüncü işlediğinde ayıbını ortaya
çıkarırmış. Hz. Ömer zamanında birisi hırsızlık suçundan yakalanmış ve
halifenin huzurunda yemin etmiş ilk defa yapıyorum diye. Hz. Ömer de, yalan
söylüyorsun, ilk defa işleseydin Allah senin bu ayıbını ortaya çıkarmazdı der.
Adam, haklısın ey halife; gerçekten de bu benim 3. işleyişim, der.
77- İkisi gittiler,
nihayet bir köy halkına vardılar ve köy halkından yiyecek istediler, onları m
78- (Hızır):
"İşte bu benimle senin aramızın ayrılışıdır. Sana o sab-redemediğin
şeylerin yorumunu yapacağım" dedi.
79- (Deldiğim) Gemiye
gelince, o denizde çalışan yoksulların idi. O gemiyi ayıplamak istedim, çünkü
arkalarında her (sağlam) gemiyi zorla alan bir kıral vardı."
80- "(Öldürdüğüm)
çocuğu gelince: Onun annesi ve babası mümin idiler. O ikisini azgınlık ve
küfrün sarmasından korkduk."
81- "Rableri
onlara O çocukdan temizlik yönüyle daha hayırlı merhametçe daha yakın birini
versin istedik."
82- (Düzelttiğim)
duvara gelince: O, şehirdeki iki yetim çocuğun idi. O duvarın altında o iki
çocuğa ait bir hazine vardı. Babaları salih biri idi. Rabbin o iki çocuğun
ergenlik çağına erince hazinelerini çıkarmalarını istedi. (Bunlar) Rabbinden
bir rahmet olarak (gerçekleşti). Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte o
sabredemediğin şeylerin yorumu budur.
Bu âyetlerden
hareketle düşünmeliyiz, ilim için en uzak yollara gidilmelidir. Musa (a.s.)
yanına bir delikanlı alıp uzun yollar katederek ilim öğrenmeye gidiyor.
Kendisinden mertebe bakımından aşağıda olan Hızırın yanma gitti. Zira Hz. Musa
Peygamber, Hızır (a.s.) da Salih bir kul.
Sahabe ve ondan sonra
gelen asırlardaki Müslümanlar, ilim için yolculuklar yapmışlar. Sahihi
Buhari'nin yazan îmam Buharı, Buhara'da doğmuş olmasına rağmen bütün İslâm
âlemini karış karış gezmiş. İlim için yapılan yolculukların adım başı sevabı
vardır. Alimlerin ilim için seyahat edilmesi gerektiğini, Kur'ân'dan da delil
olarak Musa (a.s.)'ın ilim için uzun yollar katetmesi gösterilir. Yine Hz.
Peygamber (s.a.v.), "İlim yolunda olana, melekler kanatlarını gerer"
buyuruyor. (Ebu Davut K. ilim 1, Tirmizi ilim 19)
İlmi Ledunnî, Allah'ın
dilediği kullarından Kur'ân ve sünnete muhalefet etmeyenlere verilen vehbî bir
ilimdir. Bu ilme lâyık olabilmenin şartı sünneti yaşamak ve sünnetin ötesinde
de mekruh olan şeylerle dahi meşgul olmamaktır.
Bu hususları
yapabilmek için başka ilim gerekir. Hz. Musa (a.s.) zahirde itirazlarında
haksız da değil. Zira kendisine verilen Şeriatta kişinin haksız yere
öldürülmesi haramdır. Yine başkasının malına kasıtlı bir şekilde zarar vermek
te haramdır.
Ama bazı olayların da
arkasındaki hikmeti biz kavrayanlayız. Mesela, bir taşın altında kalarak
adamın ölmesi gibi. Hz. Musa ile Hızır (a.s.)'ın olayı bize bazı olayların
arkasında hikmetlerin var olduğunu ve bu olayların zahirine bakıp ta karşı
tavır almamamız, daha dikkatli ve temkinli olmamız içindir.
Mesela, doktor, bütün
hastalarına tatlı servisi yaptırır da iki hastasına bu tatlıdan verdirmez.
Dışından bakıldığında anormal bir olaymış gibi gözükür bu davranışı. Fakat
içindeki hikmeti araştırılırsa meselenin öyle olmadığı O iki hastanın şeker
hastası olduğu, tatlı vermemenin daha iyi olduğu ortaya çıkar.
Türkler Orta Asya'da
iken kıtlığın, kuraklığın olması ve oradan etrafa göç etmeleri, Araplarla
karşı karşıya gelmesine Müslüman olmalarına sebep olur. Milâdî 900 yıllarına
kadar İslâm'ı getiren Arapların elinden bu sefer Türkler alırlar İslâm'ı ve
Viyana'ya kadar iletirler. İşte bu kuraklık ve kıtlık İslâm'ın yayılmasının bir
hikmetidir.
Yine Türkiye'nin
ekonomik açıdan zayıf düşmesi 3 milyon insanın. Batı'ya iş için gidip orada
çalışırken İslâm'ın da ileride Batı'dan doğmasına sebep olacak bir olaydır.
Biz yaptığımız işi
islamın kuralına uygun yapalım. Netice olumlu veya olumsuz olursa, her iki
halde de biz sevabımızı alırız. Bizim hayır gördüğümüz şer, şer gördüğümüz
hayır olabilir.
83- Sana
Zülkarneyn'den soruyorlar. Deki: "Size ondanda bir haber
okuyacağım."
Zülkarneyn Kıssası da
bizim için ibretlerle doludur. Ashabı Kehf i Zülkarneyn kıssasında okurken,
Allah'ın bunları geçmişten birer hikâye kabilinde bize hoş vakit geçirmemiz
için indirdiğini düşünmemeli, içinde bizim için nice ibretler vardır.
Daha önceki âyetlerde
de anlatıldığı gibi Ashabı Kehf de 7 tane delikanlı devrin hükümdarına
Allah'ın varlığını birliğini anlatırlar, onların Allah'a inanmaları gerektiği
tebliğini yaptıktan sonra öldürülmekle tehdid edilince mağaraya sığınırlar ve
orada üçyüz küsur yıl kalırlar.
Buradan, Kur'ân'da
anlatılan daha önceki Müslümanlar ve bu Ashabı Kehf de de olduğu gibi hep
zahmetler, eziyetler, savaşlar, sıkıntılar, içindemi yaşadı? diye bir soru
akla gelebilir. Müslümanlar her zaman azınlıkta her zaman eziyet gören olarak
yaşamamışlar. İşte böyle yaşamadıklarının bir delili olarak Allah-u Teâla,
Zülkarneyn kıssasını bize anlatıyor. Zira o Allah adına bütün dünyaya hâkim
olmuş biridir.
Yine Peygamber olarak
ta Süleyman (a.s.)'da dünyaya hâkim olmuştur. Süleyman (a.s.)'m Peygamberliği
Kur'ân'ın ifadesiyle kesindir. Fakat Zülkarneyn'in Peygamber olduğuna dair
herhangi bir işarete rastlanmamaktadır. Alimlerimiz Zülkarneyn gibi Üzeyir
Lokman (a.s.)'ın da Peygamber olup olmamaları konusunda ihtilaf etmişler.
Zülkarneyn Arabm
dilinde iki yönlü veya iki boynuzu olan anlamındadır.
1. olarak Zülkarneyn'i Doğu ile Batı'yı
yönettiğinden dolayı bütün dünyayı Doğusu ile Batısı ile yönetimi altında
bulundurduğundan dolayı Zülkarneyn denmiştir.
2. olarak Zülkarneyn Osmanlıca'da kullanıldığı
gibi Zülcenaheyn; iki yönlü anlamında, yani maddî ve manevî ilimleri bilen
kişi. Zülkarneyn de bu anlamda
olup, o da maddî
ilimleri, yani devletin
nasıl yöneticileğini, askerin nasıl eğitileceği gibi hususları hem de bu
dünya-
dan sonraki manevî
âlem dediğimiz Âhiret âlemini de bildiği için Zulkarneyn denmiştir.
84- Biz Zülkarneyne
yeryüzünde büyük bir kudret hazırladık ve ona herşeyin sebebini verdik.
Biz onu yeryüzüne
yerleştirdik, yeryüzünde yönetimi ona verdik. Mekkennakelimesi; Mekan, makam
sahibi yaptık, vatan sahibi yaptık demektir. Bir devletin devlet olabilmesi
için önce insanın üzerinde yaşayabileceği bir vatanın, toprak parçasının
olması gerekir, bu vatandır. Vatandan sonra insan unsuru gelir, insanlar olmalı
ki onlar üzerinde yönetim yapılabilsin. Bu yönetimi de gerçekleştirecek vatan
üzerinde yaşayan insanlar tarafından seçilmiş bir idarecinin olması gerekir.
Ona bir vatan verdik, yönetimi tatbik edeceği bir yer verdik. O yönetimi devam
ettirmesi için de ona her sebebi lütuf ettik. O sebebden kasıt birinci
derecede ilimdir. İkincisi kudret, güç, yönetim bilgisini insanlar üzerinde
uygulayabilecek otoriteyi, bir de bunları yerine getirebilecek âlet, yani
teknik imkanlar...
Eskilerin ifadesiyle
ilmî dirayet, medenî cesaret, bunları uygulayabileceği âleti, teknik imkanları
Zülkarneyn'e verdik.
Bunları anlatmakla
beraber Allah-u Teâla bize kıssa anlatmıyor, bunun yanısıra devlete giden yolun
veya elde edilmiş bir devletin devam etmesi için önce devlet bilgisinin olması
daha sonra medenî cesaret ve de teknik imkanlar âlet ve edevatın olması
gerektiğini de bize bildiriyor. Bunlar birbirini tamamlayan üç önemli ana
unsurdur. Biri olmadan diğerlerinin bulunması çok zordur. Diyelim devleti
elegeçirmiş ise bunu yönetme kabiliyeti, medenî cesareti olan, âletleri de olan
bir devlet başkanı bilgisi yoksa, devleti istediği ve istenilen şekilde yönetmesi
mümkün değildir. Yine bilgisi var, medenî cesareti var, gerekli âlet ve
organlar yoksa bu sefer de bilgisi olmayan devlet başkanı gibi eli kolu bağlı
bir şekilde kalır.
85- Derken sebebe
sarıldı.
86- Güneşin battığı
yere vardığında güneşi kara balçıklı bir su kaynağında batarken buldu. Bu
balçıklı suyun yanında birde kavim buldu. Dedikki: "Ey Zülkarneyn, onlara
ya azap edersin veya iyilikle tutarsın."
Burada olay,
Zülkarneyn'in bakışı içinde anlatılıyor. Allah (c.c.) tarafından Zülkarneyn
tefsircilerin ifadesine göre bugünkü Fas devletinin yani Afrika'nın en batısına
kadar gitti ve oraya kadar varınca yani denize kadar varınca, vardığı zaman da
güneşin batış zamanı idi. Bilhassa bulutlu havalarda okyanus güneşin batışı ve
havanın bulutlu olması hasebiyle sanki bir siyah çamuru andırır bir hal arz
ediyordu. İşte Zülkarneyn, okyanusun kenarına gelince güneş sanki kara çamuru
andıran bir siyahlığın içinde batıp gidiyor bir vaziyette olduğunu görür, Allah
(c.c.)'de bunu Zülkarneyn'in görüşü ve Onun bundaki anlayışı algılayışı ile
anlatıyor.
Biz dedik ki: "Ey
Zülkarneyn..." Zülkarneyn'e peygamberdi diyenler, âyetin bu kısmını delil
olarak gösteriyorlar. Çünkü Allah (c.c.) Zülkarneyn'e şöyle dedi diyor Kur'ân,
Allah da Peygamber-leriyle konuşur diyorlar.
Allah (c.c.) o yeri
fetheden bir komutan olarak Zülkarneyn'e bir yetki veriyor. Dilersen onları
cezalandırır, dilersen de onlara iyilik edersin şeklinde serbest bırakıyor.
Bu şekildeki
serbestlik Musa (a.s.)'ın Tevrat'ında vardır. Zülkarneyn'in Peygamber
olmadığını ileri sürenler de, Zülkarneyn'e Allah hitabı değildir,
demektedirler. Mesela, biz günlük konuşmalarımızda Allah, Kur'ân'da şöyle
şöyle söylüyor bize, dediğimizde direk hitap bize mi hayır, ama Hz.
Peygamber'in şahsında bizedir. İşte buradaki durum da Hz. Musa (a.s.)'ın
şahsında Zülkarneyn'edir. Zülkarneyn azâb etme ile iyilik yapma arasında
serbest bırakılıyor. Muhayyer kılınıyor.
Günümüzdeki imansız
veya imanı olup da amelsiz olanların, Müslümanlardan korktuğu bir yön var o da
cezalandırılmaktır. İçki içene 80 sopa vurulacağını; 1000 defa içene de 80 bin
sopa vururlar, hırsızlık yapanın elini keserler, zina edene de 100 sopa veya
evli ise recm cezası gibi cezalar verirler korkusuyla suçlular hepsi bir
ağızdan, hepsi
bir olup,
"Müslümanları iktidara yürütmeyelim" düşüncesindeler. Müslümanlar
iktidarı elde eder, yönetimi ele geçirirseler yapacakları şey Kehf Sûresi 86.
âyetine göre amel etmek olacaktır. Dilerlerse azâb edip dilerlerse de
cezalandırmayıp iyilikte bulunabilirler.
Müslümanlar, Hz.
Peygamber'in Mekke'yi fethettiğinde müşriklere yaptığı ile Zülkarneyn'in
yaptığı gibi yapması gerekir. Zira ;
87- (Zülkarneyn)
dediki: "Kim zulmederse ona azap edeceğiz, sonra O Rabbine döndürülür ve
ona bilinmedik bir azapla azab eder."
Zülkarneyn dediki,
bundan sonra haksızlık edene gelince onu cezalandıracağız. Yani Zülkarneyn
yönetimi elimize aldık, bundan sonra haksızlık edenleri haddi aşanları
cezalandıracağız, ama geçmişi affediyoruz. Kanun geçmişi şâmil değildir.
Bundan sonra olacaklar için geçerlidir. Hz. Peygamber'in yaptığı da budur.
Sonra o Rabbine gönderilir de bunun üzerine Allah ona müthiş bir azâb eder.
Tanımadığı bilmediği azâbla azâb eder.
88- "Amma her
kimde iman eder ve salih amel yaparsa ona güzel mükâfat vardır. Ona emrimizden
kolay olanı söyleriz.
Kim de iman eder ve de
iyi işlerde bulunursa, sâlih amel yaparsa, sâlih amel; elinden, gözünden,
gönlünden, dilinden imanın dışarıya çıkmasıdır. Yani işinde, evinde,
caddesinde yürümesi, üzerindeki giyiminin düzenli ve temiz olması gibi bütün
güzellikler ve bunların İslâm'a uygun olmasıdır. Ameli sâlih, sadece namaz ve
diğer ibadetler değil, bunlar birer ameli sâlihin parçasıdır. İşte bu sâlih
amel işleyenler için en güzel mükâfat vardır. Hüsnâ; en güzel manasına geldiği
gibi Cennet manasına da gelir. Ve biz ona yakın zamanda kendi işlerimizden en
güzelini söyleyeceğiz. Yani bizim işlerimiz zor değil, kolaydır. Yapılması
mümkün olan emirlerdir.
Halkımız arasında, bu
din kıldan ince, kılıçtan keskin şeklinde bir kanaat vardır, bu yanlıştır. Zira
bu uydurulmuştur. Sanki İslâm'ın yaşanılması yapılması çok zor olarak
gösterilmektir. Aksine, İslâm'ın yaşanılması çok kolaydır. Yaşanamayacak,
yapılamayacak hiçbir emri yoktur ve bugüne kadar da bütün emir ve yasakları
yaşanmış uygulanmıştır. Hz. Peygamber de bizzat önce kendi nefsinde yaşamış ve
bütün
İslâm hukukunu kendi
zamanında bir peygamber ve devlet adamı olarak uygulamıştır.
89- Sonra sebebe
sarıldı.
90- Güneşin doğduğu yere varınca Onu öyle bir
kavmin üzerine doğarken bulduki onlar için güneşin önüne hiçbir perde
kılmamiştik.
Sonra tekrar sebeplere
sarıldı (yine bir yol tuttu) başka taraflara doğru yöneldi. Güneşin doğduğu
yere vardı. Bugün biz günümüz coğrafyasına göre konuşuyoruz daha öncesi
nasıldı? neler, ne zaman, nasıl değişti? biz bilemiyoruz. Zülkarneyn Asya'dan
yoluna devam edip bugünkü Asya ile Amerika kıtasını birbirine bağlayan Bering
Boğazı geldi (buranın o zamanlar kapalı olup da daha sonradan açıldığı şeklinde
kanaat var.) Belki de Zülkarneyn bu boğazdan Amerika Kıtası'nı da geçip yine
Atlas Okyanusu'na tekrar geldi diye anlamamıza âyette herhangi bir mani
yoktur.
Zülkarneyn Doğu'nun da
en uç noktasına varınca orada güneşin bir toplum üzerine doğduğunu ve toplumu
güneşten engelleyecek hiçbir şeyin olmadığını görür. Müfessirler bunu; güneşten
kendilerini siper edecek çadır kurma ve ev yapma gibi şeyleri de öğrenememiş
bir toplumdu şeklinde tefsir etmişlerdir.
91- İşte böyle Biz
Zülkarneynin yanındaki bilgiyi biliyorduk.
İşte böylece, onun
yanındaki bilgi onun elindeki âlet ve asker sayısını tamamını biz biliyoruz.
Müfessirler burada; Allah Zülkarneyn'in gücüne, kuvvetine ve bilgisine dikkat
çekiyor.
92- Sonra yine sebebe
sarıldı.
93- İki şeddin önünde
neredeyse hiçbir sözden anlamayan bir kavim buldu.
Sonra sebeplere
sarılarak başka yöne gitti. Tefsirciler de kuzeye doğru gittiğini
belirtiyorlar. Bazı müfessirler de; Kur'ân'da ismi zikredilen kişinin, büyük
İskender olduğu, önce batı'ya, sonra doğu'ya, ondan sonra da Güney'e indi daha
sonra Kuzey'e yöneldi diye yorumlar yapmışlar.
Tefsirlerde; Peygamber
ve sâlih zatların kıssalarını anlatırken, (daha önce belirttiğimiz gibi)
Allah-u Teâla'nın biz Müslümanlar için nelerin bilinmesi lazım geldiği
kadarıyla bilgi verdiğinden dolayı tarih ve yer isimleri belirtilmemiş.
Zülkarneyn için de aynı şeyler söz konusudur. Bu, ileride gelecek bazı
araştırmacılar için âyetin yalın, sade, tefsirsiz anlatılmasını gerektirir.
Onun için biz açıklamalarımızda dayanaksız dedikodulara pek girmek
istemiyoruz.
Lokman Sûresinin son
âyetinde, Allah (c.c); "Rahimler de olanı Allah bilir.". buyurdu,
şeklinde geçmektedir, meal yazanlar bunu "Rahimlerde olanı, parantez açıp
(erkek mi kız mı olacağını) Allah bilir" şeklinde tercüme etmişler.
Ayetin metninde, Arapça ibaresinde "erkek mi? kız mı?" kelimeleri
yoktur. Bu daha önceki tefsir yazanların kanaati. Tıbbın bu kadar ilerlemediği
devirlerde yapılmış bir görüş, yorumdur. Biz, rahimlerde olanı Allah bilir
diyeceğiz. Zülkarneyn olayında da aynı durum geçerlidir.
Tâ ki iki şeddin
arasına ulaştı ve onların önünde bir toplulukla karşılaştı. Onlar söz anlamaz
cinstendi. Yine dilleri ayrı idi. Onlar Zülkarneyn'in Zülkarneyn'de onların
dilini bilmiyorlardı.
94- Dedilerki:
"Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ile Me'cüc bu yerde bozgunculuk yapıyorlar.
Bizimle onlar arasına sed yapman için biz sana bir vergi verelim mi?
Ermenistan ile
Azerbaycan arasındaki iki dağ geçidi diye bilgiler verilmiş.
97- Onu aşmaya güçleri
yetmedi, onu delmeyede güçleri yetmedi.
O Sed'din üzerinden
aşmaya güçleri yetmedi. O şeddi delmeye de güçleri yetmedi.
Bize de düşen şey
Bakara Sûresi'nde belirttiğimiz gibi Allah-u Teâla kahramanların ismini verir,
anne-baba isimleri, zaman ve gerektiğinde de yer isimlerini açık ve net olarak
bildirmez. Mesela Lût (a.s.)'ın annesinin babasının ismini söylemez. Bir Nuh
(a.s.)'ın anne-babasının ismi de, olayın ne zaman ve nerede gerçekleştiği de
belirtilmez. Önemli olan olayın geçtiği yer ve zaman değildir. Önemli olan
verilen kıssadan alınacak dersler, kahramanın İslâmî tavır ve tutumu, Allah'a
olan bağlılığı gibi hususlardır.
Zülkarneyn olayında da
Yecüc ve Mecüc hakkında âyet ve hadislerde kesin bir ifade yok. Kim olduğu da
belirli değil, fakat bunun Türkler olduğunu söyleyenler olduğu gibi, Çinliler
diyenler, Ruslar diyenler, şeklinde çeşitli yorumlar yapılmaktadır.
İnşaallah çok yakın
bir zamanda İslâm-Müslümanlar dünyanın yönetimine el koyacaklar. Bu Kırıkkale
silahla, askerî güçle değil. Her Müslüman kendi bölgesine sahip çıkarak yani
İngiltere'deki Müslümanlar İngiltere'ye Japonya'dakiler Japonya'ya sahip
çıkarak olacaktır deniliyor.
Günümüz Müslümanları
Zülkarneyn'inde ötesine geçip bütün dünyaya hâkim olacaklardır. Zira
Zülkarneyn sadece karalara hâkim olup denizlere hâkim olamamıştı, şimdi ise hem
denizlere, hem kara, hem de hava diğer bir tabirle uzaya da hâkim olacaklardır.
98- (Zülkarneyn)
"Bu, Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va'di geldiği zaman onu (şeddi)
dümdüz eder. Rabbimin va'di gerçekdir." dedi.
Bu Rabbimin bir
rahmetidir dedi Zülkarneyn. İnsanoğlu daima güçsüz aciz olduğunu hisseder ve
bir başarı elde ettiği zaman bir takım insanlar giderler ilah diye taptıkları
şeyler önüne gidip orada huzurun-
dayız, yolundan
gideceğiz, senden aldığımız güçle devam ediyoruz, derken inananlar da Allah'a
hamd ve sena eder. Burada Zülkarneyn (a.s.)'ın böyle bir duada bulunduğunu
görüyoruz, başarısından dolayı kendini Allah'a teslim edip bu benden değil,
Rabbimin bir rahmetinden bu böyledir, şeklinde aczini ve Ona olan şükrünü
belirtiyor.
Rabbinin va'di geldiği
zaman Kıyamet geldiği zaman bunu yerle bir eder ve Rabbimin va'di gerçektir.
Mutlaka bir gün gelecek (va'di) gerçekleşecektir.
Bu âyetin tefsirinde
bir hadis-i şerif zikrederler. Kıyamete yakın zamanlarda Yecüc ve Mecüc diye
bir insan topluluğu çıkıp yeryüzünde fesat tohumlan ekeceklerdir. Bu hadis
sahihdir. Yorumunda bazı Müslüman kardeşlerimiz hatalar yapmakta, hadisle pek
yakından alakası olmayan biri bu Kıyametle ilgili hadisleri topladı bir hesap
kitap yaptıktan sonra 1989 yılında Kıyametin kopacağını söylüyordu. 89 yılı
oldu birşey olmadı, dedi 90 yılında kopacak. 90 yılında da birşey olmadı.
Peygamber'ine kesin bilgi vermeyen Allah'ın Kıyâmeti'nin ne zaman kopacağı
konusunda kesin tarih verenler elbette yanılacaktır. Yine âyet Yecüc'ün ve
Mecüc'ün kim olduğunu kesin bir ifade ile belirtmemişki. Yecüc ve Mecüc'ün
kimler olduğunu bilmemiz bize faydalı olsa idi Allah (c.c.) bildirirdi.
99- Onları o gün
birbiri içinde dalgalanır halde bırakmışız. Sur'ada üfürülür ve onların hepsini
toplarız.
100- O gün Cehennemi
kafirlere gösteririz.
O gün insanların bir
kısmını diğerleri üzerinde dalgalar halinde bırakırız ve derken Sur'a
üfürülmüş ve böylece onları bir araya getiririz. Hz. Adem'den en son insana
kadar hepsini biraraya toplayıveririz ve Cehennemi o gün kâfirler için açarız,
onlara arz ederiz.
F:33
101- Onların gözleri
beni anmakdan perde içinde idi ve (Kur'am) dinlemeyede tahammül edemiyorlardı.
Cehenneme arz olunan
kimseler benim zikrime, yani Allah'ın kitabına Kur'ân'ına karşı gözlerini
perdelemiş kimselerdir. İslâm'a gözlerini, kapatmış İslâm'ı görmezlikten gelmiş
insanlardır. Cehenneme ar-zolunurlar ve İslâmı Kur'ân'ı dinlemeye işitmeye de
tahammülleri yoktur. İslâm'dan ve Kur'ân'dan rahatsız olurlar. Şeytanın
kaçtığı gibi Kur'ân'dan kaçarlar veyahut ta elinde imkanı varsa onun
susturulması için gayret sarfederler.
102- Kafirler beni
bırakıpda kullarımı dost üd ineceklerini mi sandılar? Şüphesiz biz cehennemi
kafirler için konak olarak hazırladık.
O kâfirler benden
başka kullarımdan kendisine dost ve yardımcı olacak birinin varlığını mı
zannediyorlar? Kıyamet gününde mahşerin dehşetli anında o tapındıkları ki onlar
da benim yarattığım kullanmdır. Onlardan fayda geleceğini mi zannediyorlar?
Bugün peşindeyiz, izindeyiz dedikleri kişi Kıyamet gününde onlara şefaatçi mi
olacak? Biz, kâfirler için yer olarak Cehennemi hazırladık. Varılacak yer,
inilicek yer olarak onlara cehennemi hazırladık.
103- Deki:
"Amelleri en fazla boşa gidenleri haber vereyim mi?"
104- Onların dünya
hayatındaki çalışmaları boşa gitmiştir. Onlar ise güzel yaptıklarını
zannediyorlar.
O, amelleri boşa
giden, ziyana uğrayan kişiler, amelleri dünya hayatında iken boşa giden
insanlardır.
Bunun iki türlü anlamı
vardır.
Onların amelleri,
onları dünyada sapıttırmıştır. İkinci anlamı da dünyada yapmış olduğu ameller
Âhirette boşa gitmiştir. Âhirette hiçbir karşılık görmeyeceklerdir. Dünyada ne
kadar iyilik yaparsa yapsın, hangi vakfa ne kadar bağışta bulunursa bulunsun,
sonuç aynıdır. Yine en çok sorulan soru işte elektriği bulan adamın durumu ne
olacak? Bu kadar insanlığı karanlıkta yaşamaktan kurtardı. Elektriği bulan
adam; yolda giderken herhangi bir kişinin yol üzerine bırakılmış bir eşyayı
bulması gibidir. Binlerce insan o yoldan geçti onu göfemedi, arkadan birisi
geldi, yola daha değişik bir gözle bakarak diğerlerinin farkede-mediği o eşyayı
görüp attı. Binlerce insan da bu dünya yolunda yürüdü fakat içlerinden biri
tabiattaki eşyaların arasındaki ilişkiyi daha değişik bir gözle gördüğü için
onu ortaya çıkardı. Elektiriği yoktan var etmedi; varolan birşeyi herkesin
gözüyle görebileceği bir hale getirdi.
O kâfirler çok iyi
şeyler yaptıklarını zannederler. Her kafir kötü niyetli değildir. Çok iyi
niyetlerle koydukları kanunlar,yönetmelikler akıllarının gücüyle orantılıdır.
Akıllarıyla yaptıklarını yine akıllarıyla yüceltirler. Ancak birkaç sene sonra
bir de bakarlarki milyonlarca fahişe, ibne, katil, aidsli, sarhoş, eroinman,
soyguncu sokakları işgal edivermiş. İyilik yaptığım zanneden bu insan,
yaptığının boşa çıktığını görüveriyor.
105- İşte onlar
Rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkâr ettilerde amelleride boşa gitti.
Kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutmayacağız.
"Habita"
kelimesi Arab'ın dilinde karnı şişip daha sonra da adamı ölüme götüren bir
hastalık için kullanılır. Bu hastalığa da yakalanan kendisinin sıhhatinin gayet
iyi olduğunu zannedermiş. Amelleri boşa çıkacak olan kâfirlerin durumu da bu
karın hastalığına yakalanan, kimse gibi amelleri boşa çıkacak fakat farkında
değiller.
Kendilerinin ürettiği
medeniyet te kendilerini ortadan kaldıracak durumda, fakat farkında değil
bugünün Batı'sı.
Kıyamet gününde onlar
için hiçbir tartı ikame etmeyiz. Yani imansızın terazide iyi ameli tartılmaz.
îman etmedikçe hiçbir iyiliği lehine yazılmaz.
106- Kâfir olmaları,
ayetlerimi ve peygamberlerimi alaya almaları sebebiyle işte onların cezası
Cehennemdir.
İnkâr edenlerin işte
cezası Cehennemdir. Onlar, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay edinirler. İşte
onlar için Cehennem vardır. İşte kâfirlerin durumıf böyledir. Mü'minlere
gelince;
107- Şüphesiz iman edip salih amel işleyenlere
firdevs cennetleri konak olmuştur.
108- Orada sonsuza
değin kalacaklar ve oradan çıkmak istemeyecekler.
İman edip sâlih amel
işleyenler için konaklama yeri olarak yerleşim yeri olarak Firdevs Cenneti
vardır. Orada ebedî olarak kalacaklardır. Bir yerde ebedî kalan insan oradan
bıkıp usanmaz mı? diye akla bir soru gelebilir. O, Cennetten hiç te ayrılmak
istemezler. Çünkü hergün bir yenilik, hergün bir değişiklik tadına da doyum
olmadan devam edip gider Âhiret hayatı.
109- Deki: "Eğer
Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsaydı Rabbim'in kelimeleri tükenmeden
elbette deniz tükenirdi. Yardım için bir o kadar daha (deniz) getirsek (yinede
deniz tükenir kelimeler tükenmezdi.)
Günümüzde
üniversitelerde doktora tezleri yapılmakta, konular enine boyuna tartışılmakta,
sayfalar dolusu kitaplar yazılmakta. Mesela insanın gözündeki kılcal damarlar
için 500 sayfalık bir tez yazılmakta, yine denizin 10 bin metre derinliğindeki
bir kayanın üzerine yapışarak doğmuş ve bir santimetre büyüklüğünde bir canlı
için; orada üç yıl yaşar ve ondan sonra ölür, acıkınca da şu maddeler onun
koku-
sunu alır, ona doğru
gelirler o da onları kapıp yiyiverir. Buna bir doktora tezi yaptırılsa 500-600
sayfalık yazı yazılır, bir santimlik bir canlı için bu kadar bir sayfalar
dolusu yazılırsa "Kün" emri ile meydana gelen bu âlem için kimbilir
ne kadar sayfalar yeterli olabilir?
Denizin kendisi için
deniz yetmez, deniz kaç damladan meydana gelmiş? Onu yazacaksın bir damladaki
canlıları, onların özelliklerini, sayılarını yazmakla bitmez.
Bu Kur'an ayetlerinin
tefsiri de yazmakla bitmez. 1400 senedir tefsir yazılmış. Kıyamete kadarda
yazılacak ama hiçbir kimse bitiremeyecek.
110- Deki: "Bende
ancak sizin gibi bir beşerim. Ancak bana şöyle vahyolunuyor: "Sizin
ilahınız ancak birtek ilandır." Kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa salih
amel işlesin ve Rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak etmesin.
Kehf Sûresinde de
Allah-u Teâla geçmişten ve tabiattaki olan olaylardan bahsediyor. Tabii bunları
bildiren insan, acaba insanüstü, tabiatüstü harikulade, ilahlık derecesine
yakın biri midir? Aklımıza gelebilir. Ama âyet açık bir şekilde ifade ediyor.
"Ben de sizin gibi bir adamım. Bunu tefsir ederken bir tasavvuf şairi;
"Muhammed (s.a.)
de bir insandır. Bizim gibi değil, hani çakıl taşlan arasındaki yakut nasılsa,
Muhammed, insanlar arasında aynen öyledir. Çakıl taşlan da taşdır. Yakut ta
taştır. Ama Yakut'un değeri başkadır. Muhammed (a.s.) bir insandır fakat değer
bakımından diğer insanlardan farklıdır."der.
İşte benim farkım
"bana vahiy olunur. Sizin ilahınız, yaradanımz, yaşatanınız ve de
yöneteniniz bir tek olan ilahdır. Kim Rabbi ile karşılaşmayı, Rabbine
kavuşmak, Onun huzuruna açık alınla varmak istiyorsa sâlih amel yapsın, her
işi İslâm'a uygun olsun. Rabbine kullukta bir başkasıyla- şirk koşmasın.
Elhamdülillah Kehf
Sûresi'nin tefsiri bitti.
![]() |
|
![]() |