MÜNÂFİKUN SÛRESİ 2

 


MÜNÂFİKUN SÛRESİ

 

Medine devrinde nazil olmuş 11 ayettir. Eskiden bir insana hakaret . etmek için veya kimliğini tarif etmek için; "iki yüzlü" derlerdi. Mehmet

Akif merhum da:

-"Ben eskiden iki yüzlüleri hiç sevmezdim. Fakat şimdi iki yüzlüleri sevmeye başladım."demiş. "Hayrola üstad hep nefret ederdin niye sev­meye başladın?" sorusuna da; "Şimdi bin yüzlüler, iki bin yüzlüler, beş-bin yüzlüler çıktı, onun için" diye cevap vermiş.

Tefsirine başladığımız sûrenin adı "Münafikun suresi'dir." Türkçeye terceme edecek olursak; "iki yüzlüler suresi" manasına geliyor. Münafık; kelimesi "nefak" kökünden gelmektedir. Nefak; arabın dilinde tarla farelerinin yer altında kendilerine yol kazmaları ve neticede iki tane çıkış yerinin olmasıdır.

Münafığın da, bir kafirlere doğru çıkış yolu var, bir de mü'minlere doğru çıkış yolu var. Güya çıkış yolu tabiki. Kendisini farkına varmadan tehlikeye atıyor da, onun farkına varmıyor. Nasıl farkına varmaz? Hani sinek, bal kabını uzaktan görünce; "çok tatlı bir şey, benim neslime ye­ter" diye geliyor, kabın kenarına konuyor, önce hortumunu uzatıyor, sonra ayaklarını, sonra kanatlarım uzatıyor, bu arada battığınında far­kına varmıyor. Sonunda karını doyuyor ama uçamıyor, orada boğulup ölüyor. Münafık da farkına varamaz. Onlar da güya hortumlayarak karınlarını doyurduklarını zannederler. Münafıklar, ilk Önce Medine'de Efendimize(s.a.v.) tanıtılmış. Genelde Medine'dedir. Mekke'de pek mü­nafık yok. Mekke fethedildikten sonra Mekke'de de münafık var. Fakat hicretten önce Mekke'de münafık yok. Niçin yok? Çünkü müslüman ol­mak o gün için bir risk taşımaktadır. Müslümanım diyebilmek bir yiğitlik işidir. Canından malından çoluk çocuktan feragat edebilme işidir. Çünkü hakim olan kafirler bütün güçlerini müslümanlara yöneltmişler; Öldürüyor, hapsediyor, sürüyorlar. İşkence ediyorlar, malını müsadere ediyorlar, her türlü işkenceyi yapıyorlar. Böyle bir dönemde "kelime-i şehadet getirmek" bir yiğitlik işidir. Onun için o dönemde münafık yok­tur.

Efendimiz Medine'ye hicret edip, devletini kurduktan ve çevredeki insanlara da, "örnek bir devlet böyle olur" diye gösterdikten sonra bu islam nimetinden yararlanmak için, gerçekte iman etmediği halde, müs­lüman görünen insanlar ortaya çıkıyor.

Müslümanlar için en tehlikeli insanlar ve kurum bunlardır. Medine'de "Dırar Mescidini" yaparak orada bir kurumlaşma meydana getiriyorlar.[1] Namaz kılmak için bir araya geliyorlar, Mescidün-Nebeviden ayrı bir mescid yaparak (kafir bir grub olma cesa­retini gösteremiyorlar) kurumlaşmaya çalışıyorlar. Bizans'la ve Mekke'yle ve çevredeki yahudilerle bağlantıları var. Bizanstan gelen ajanlar, uğrak yeri olarak Dırar mescidini kullanıyorlar.

Münafıklarla ilgili birçok ayet-i kerime nazil olmuş. Rabbim bize bu surede de, münafıkların iç dünyalarını ve iç filimlerini veriyor. Demekki münafıklar bizim için kafirlerden daha tehlikeli. Çünkü kafirim diyen adam kendi inancı içerisinde yani jnançsizlığı konusunda tutarlı. Fakat münafığı tanıyamıyorsunuz Sizden fazla oruç tutabilir, sizden fazla na­maz kılar görünebilir. Sizden fazla zekat veriyor görünebilir. Adam bizi aldatabilir. Aldanmamak için, Rabbim bize onların fotoğrafını tanıtıyor.[2]

 

1- Münafıklar sana geldiğinde: "Biz şahitlik yaparızki, sen şüphe­siz Allah'ın Rasulü'sün." dediler. Allah biliyorki, şüphesiz sen O'nun Rasulü'sün. Allah şahiddirki, şüphesiz münafıklar yalancıdırlar.

Bir İnsan televizyona çıksa ve şu konuşmayı yapsa; "Vallahi ben şahitlik yaparım ki, Muhammed Allah'ın Rasülü'dür. Yine ben şahitlik yaparım ki, Kur'an o peygamberin getirdiği kitaptır" dese, biz dış görün­tüye göre, bu şahsın müslüman olduğuna karar veririz. Münafıklar da bunu yapıyorlar.

Fakat Allah (c.c.) peygamberini uyarıyor. O'nun şahsında bizi uyarı­yor. Kıyamete kadar gelecek bütün mü'minler, münafıkûn süresiyle uy arılıyorlar. Rabbim de diyorki "Allah (c.c.) biliyorki sen muhakkak Allah'ın Rasulü'sün. Allah şahitlik yaparki, muhakkak bu münafıklar ya­lan söylüyorlar. Hatırımıza şu gelebilir. "Hocam o zaman münafıklar bu sözü söylemişler. İç dünyalarını biz göremeyiz, ashab da görememiş ama Allah (c.c.) sevgili Peygamberine onların iç dünyasından haber ve­riyor.

Peki Günümüzde bir adam; "La ilahe illallah Muhammedün Rasülullah" dese, bu adamın yalan söylediğini, münafık olduğunu nere­den bileceğiz?[3]

 

2- Yeminlerini kalkan edindiler de Allah yolundan alakoydular. Muhakkak onlar ne kötü şeyler yapıyorlar.

Yani; "biz Allah'a yemin ederiz ki, sen Allah'ın Rasûlü'sün derken" yeminlerini kendilerine kalkan yapıyorlar. Aslında yalan söylüyorlar. Bunu yapmadaki hedefleri nedir? Allah yolundan insanları da Kendilerini de alakoymak. buyuruyor Rabbim.

Bu bize, az önceki sorunun cevabı için bir ölçüdür. Yani günümüzdeki münafık insanı nereden tanıyacağız? Biz dili ile söylediğine inanacağız ama, dili ile söylediğini işi ile(amel ile) tatbik edip etmediğine bakaca­ğız.

Kişi eline geçirdiği makam, mevki ve rütbeyi, mali, ekonomik, siyasi, askeri ve eğitim gücünü, eğer insanları islam dininden alıkoymak için kullanıyor, sonra da; "ben de müslümanım" diyorsa, işte biz orada duru­yoruz ve onu Kur'an-ı Kerim de tarif edilen filmiyle yan yana getiriyoruz ve teşhisimizi koyuyoruz. "Bu adam münafıktır."

Gerçekte inanmadığı halde müslümanlardan çıkarı olduğu için bu ke­limeleri kullanmaktadır. Çünkü asıl olan ameldir. Dilde bizim için önem­lidir ama, o dili yalanlayan icraatı olmadığı takdirde.

"Onlar ne kötü şeyler yapıyorlar" Münafığın halini Mevlana güzel ifade etmiş; "Münafık, ne gavura yaranabilir ne de müslümana yaranabi­lir." Zaten yeryüzünde iki yüzlüler hiçbir yere yaranamazlar. Kafire hiz­met ettiği oranda, kafir ona ekmek verir. Köpeğin karnını doyurduğu gibi, onunda karnını doyurabilir. Fakat bilir ki, bu adam benim adamım değil. Çünkü müslümana da hizmet ediyor.

Münafıkların aslında iki tarafta da değeri yoktur. Mevlâna bunu şöyle bir hikaye ile anlatmış. "Hrıstiyanlardan bir grubun şehrin birinde bir ki­lisesi var ama çatısı yokmuş. Oraya hergün bir kuş gelir kilisedeki hey­kelin üzerine pislermiş. Papaz bundan çok rahatsız olmuş. Bir türlü de yakalayamamış. Aklı erenin birine sormuş. O da demiş ki, "Heykelin omuzuna bir tas şarab koy, su diye içer, sonrada kendinden geçer, sende yakalarsm"demiş. Papaz şarab tasını koymuş ve beklemeye başlamış. Kuş gelmiş şarabı içmiş, heykelin üzerinede pislemiş, son-rada bayılmış. Papaz da gelip kuşu yakalamış ve kuşa demişki; "Madem müslümandm niye şarab içtin, madem hrıstiyandın niye heykelin üzerine pisledin? sen ne müsliimansın ne de hırıstiyansın, senin boy­nunu koparmak gerekir demiş ve boynunu koparmış."

Bir insan müslüman ise, müslümanca, kafir ise, kafirce davranmalıdır. Türkiye'de bir kaçyüz aileyi geçmeyen sözde bir kısım aydınlar diyorlar ki; efendim bayram namazında biz müslümanlann camisine gidiyoruz, yılbaşındada kiliseye gidiyoruz. Biz iki tarafada açığız. Peki bunlar bunu niye yaparlar?[4]

 

3- Bu, onların iman etmeleri, sonra da kafir olmaları sebebiyledir. Artık onların kalplerine mühür vuruldu onlar anlamazlar.

Bunların gerçekte iman etmedikleri halde iman etmiş görünmelerinin sebebi kalplerine mühür basılmasmdandir. Mühür basılmasından dolayı da onlar gerçeği anlayamazlar. Kalplere mührü Allah(cc) basar ama, o kalbin dönmesi gayretini de insanın kendisi gösterir. Bakara suresinin 6. ayetinde de Allah (c.c.) "Allah onların kalplerini mühürledi" diyor. Ancak bu konuda kulun dilemesi ve gayreti olmadan olmuyor.

Çocuk dünyaya geldiğinde kalbi, Allah'a eli gibi açıktır. Ergenlik ça­ğma geldiğinde çevreden aldığı eğitimle ya tertemiz bir yürekle hayatını devam ettirir, ya da yine çevreden aldığı eğitimle, yaptığı kötülükle kalbi kapanmaya devam eder.[5]

 

4- Onları gördüğün zaman bedenleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki onlar giydirilmiş keresteler gibidirler. Her bağırmayı kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandırlar. Onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasılda döndürülüyorlar?

Hitap Peygamberimize ve O'nun şahsında bize; sen onları gördü­ğünde vücut yapılan pek hoşuna gider. Konuşurlarsa da konuşmalarını dinlersin. Çok güzel hatipdirler. "Ama onlar duvara dizilmiş odunlar gi­bidirler." Şöyle tasvir edin; Medine'nin ileri gelenlerinden Abdullah b. Übey b. Selül, o münafıkların başı çok güzel konuşuyor, görüntüsü çok güzel, Medine parlementosunda efendimiz gelmeden önce baş köşeye kuruluyor. Yanına kodamanları oturmuş, müslümanlar hakkında, çevre hakkında kısaca her konuda görüşmeler yapıyorlar. Rabbim onların otu­ruşlarının, konuşmalarının uzaktan bakıldığında, çok güzel olduğunu, ga­yet edepli ve nezaket kurallarına riayet ederek durduklarını, ancak ger­çekte onların duvara dizilmiş odunlar gibi olduğunu, ifade ediyor. İfade benim çok hoşuma gider. İman etmediğini açıkça ifade edenler var. Zamanla yazdılar ve çizdiler. Öylesine güçlüydülerki bu memlekette müslümanların belirli yerlere gelmesinin mümkün olmadığını zannedi­yorlardı.

Basın yayın yoluyla Allah'a, Efendimiz (S.A.V)'e, Kur'an-ı Kerim'e hakaret ettiler ama şimdi aynı adamları televizyonda görüyoruz, "efen­dim müslümanlara da hoşgörü ile bakmalıyız, Kur'ân'ıda yeniden ele al­mak lazım" diyorlar. Konuşmalar da öylesine güzel ki, dinleyenleri de etkiliyorlar. Onları ben televizyondan seyrederken bu surenin bu ayeti aklıma gelir. "Duvara dizilmiş kütükler gibi"

Niçin bu ifadeyi kulanıyor Allah (c.c)? Çünkü duvara dizilen kütükler işe yaramazlar. Onlar kapı, pencere olmayacak. Onlar ancak yanmayı bekliyorlar. Sırası gelen'ocağa giriyor. İşte bu insanlar ateşini bekleyen odunlar gibidir. Peki kendilerinden eminmidirler? Hayır, kendilerinden de emin değiller. Ne kadar güzel konuşurlarsa konuşsunlar, ne kadar iç dünyalarındaki korkularını bastırmak için gülümser gibi ve kendilerinden eminmiş gibi görünürlerse de, "her sesi kendilerinin aleyhine zanneder­ler" Yani bir gürültü çıksa; "eyvah!! benim üzerime geliyorlar!, bana mı söyledi!!" gibi sözlerle sorunları kendi iç korkularını ele veriyor.

"Allah kahretsin onları. Nasıl da döndürülüyorlar?" Nasıl da dönüyor­lar? demiyor da, "nasıl da döndürülüyorlar" diyor. Yani bütün kabahat küfrün önderlerinin değil, onlar iki kat günahlarını alacaklar. Ancak Allah (c.c.) her şahsı ayrı bir varlık olarak yaratmıştır. Herkese irade vermiştir. İrademizi başkalarının eline vermeyelim. Başkalarının bizi çekmesine müsade etmeyelim.[6]

 

5- Onlara : "Gelin Allah Rasulü size istiğfar etsin." denildiği za­man başlarını bükerler ve sen onları kibirlenerek yan çizerlerken gö­rürsün.

Münafıklara; gelin Allah'ın Rasulü sizin affedilmeniz için, Allah ka­tında istiğfar etsin, denildiğinde başlarını çevirirler ve İslam yolundan kibirlenerek yüz çevirirler.[7]

 

6- Onlara istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir. Allah onları ebediyyen affetmeyecektir. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.

Dikkat edin!! "Fasık bir kavme hidayet vermez." buyuruyor. Önce fasıklığım atması gerekiyor. Bunu atacak olurlarsa, Allah (c.c.) bütün insanların müslüman olmasını istiyor. Bunu nereden biliyoruz?

Rabbim; "Ey insanlar! (yaşayanlar yani şu andaki 6 milyar insan.) Yaratan rabbinize ibadet ediniz" diyor. Ama Rabbim zalimlere, fasık-lara, kafirlere hidayet vermez. Çünkü insanın önce1 bu Özelliklerinden vaz geçmesi gerekiyor. Kirli bir insana, yeni dikilmiş güzel bir elbise giydirilmez. Önce banyo yapıp temizlenmesi isteniyor. İslam güzel bir elbisedir. Allah (c.c.) önce insanın kötülüklerden, pisliklerden yürekten vazgeçmesini istiyor.[8]

 

7- Onlar: "Allah Rasulü'nün yanındakilere yardım etmeyinki (Onun yanından) dağilsinlar" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'a aittir. Ancak münafıklar anlamazlar.

Münafıklar, Medine'li samimi müslümanlara diyorlar ki; Bunlar Mekke'den geldiler, yerleri yurtları yok, bize sığındılar. Eğer bunlara yardım etmezseniz, bunlar Muhammed'in etrafından dağılıverirler. Yani ekonomik ambargo uygulayalım. Siz vermeyecek olursanız bunlar açlık nedeniyle Muhammed'in etrafından dağılıp giderler.[9] Halbuki geri zekalılar şunu bilmiyorlar. Yahu bu adam iman yolunda Mekke'deki evini, iman etmeyen hanımını, ser­vetini, makamını bırakmış gelmişler.

Günümüzde de bu yıllarca uygulandı. Bundan bir kaç yıl öncesine ka­dar siyasilerin ağzından bunlar söylenmişti. "Devletten şu kadar kredi alabilmek için, adının Yasef olması gerekiyor, Yusuf ise alamıyorsun." Bundan yirmi sene önce ihracat ve ithalat yapmak için 3 bin kişi ruhsat almış, 2700'ü gayri müslim vatandaşlarımızdan oluşuyormuş. 300 kadarı Anadolu insanı ama işlem yapmamış. Üniversitelerde ve devlet dairele­rinde namaz kılanlar terfi ettirilmezdi, Ama şimdi tersine dönecek inşal­lah.

Göklerin ve yerin hazineleri Allah'a aittir. Allah sabit bir yer göster­miyor. Münafıklar, kafirler müslümanlara ambargo uygulamak suretiyle müslümanlıktan vazgeçirmek istiyorlar. İşte bu insanlara Rabbim diyor ki; göklerin ve yerin hazineleri Allah'a aittir. Hocam nereden verecek? onu sen düşünme. Rabbim diyor ki; "Hesab etmediğin yerden lütfede­cek."[10] Ancak münafıklar işin inceliğini anlayamazlar. Onlar gelirin bir yer­den geleceğine inanmışlar. Gavurla iyi geçinirsen olur diyorlar. Günümüzde de bir kısım insanlar, Avrupa ve Amerika ile iyi geçinirsen olur, yoksa olmaz diyorlar. Başka hiçbir alternatif düşünecek durumda değiller.[11]

 

8- (Münafıklar): "Medine'ye döndüğümüzde aziz olan zelil olanı çı­karacaktır." diyorlar. İzzet Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere aittir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.

Müreysi gazvesinde, Ensar ile Muhacir'in arasında bir ağız kavgası olmuş. Münafıkların başı olan Abdullah b Übeyy b. Selül, bu olayı he­men kullanıyor, zaten her an bir kıvılcım bekliyor.

Bu olayı fırsat bilerek Medine'li Ensar'ı harekete geçirmek istiyor. "Medine'ye dönünce aziz olanlar, zelil olanları sürüp çıkaracaktır." di­yor. Fakat bunda başarılı olamıyor. İman herşeyin. önüne geçmiş du­rumda . Hatta öyleki Abdullah b. Übeyy b. Selül'un oğlu Abdullah, Medine'ye girerken kılınanı çekmiş, babasının önüne çıkmış, Allah Rasülünden izin gelmeden seni Medine'ye sokmam demiş. Allah Rasülü'ne haber gönderiliyor,-O da Medine'ye girmesine izin veriyor.

Daha önce Abdullah, peygamberimize geliyor ve diyor ki; "Babam büyük bir suç işlemiştir. Sana hakaret etmiştir. Eğer bu hukuken ceza­landırılacak ve öldürülecek ise, babamı ben öldüreyim. Başka bir insanın Öldürmesi beni yaralar. Çünkü babamı öldürdü diye, ben o müslüman kardeşime kin besleyebilirim." Peygamberimiz ona da müsade etmiyor. Daha sonra evinde ölüp gidiyor, işte zillet budur.[12] İzzet Allah'a aittir. Rasulüne aittir. Mü'minlere aittir. Ancak münafıklar bunu bilmezler.

Günümüzde izzetini koruyan bir kaç milyon insan yaşıyorsa yeryü­zünde onlar müslüman insanlardır. Çünkü onlar aziz olan Allah'a iman etmişlerdir.[13]

 

9- Ey iman edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ın zikrin­den alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar zarara uğrayanlardır.

Manası çok geniş ve genel bir ayet-i kerime. Çocuklarımızın istikbali için birçok şey yapıyoruz. Yapmakta haklıyız ve yapmak görevimiz bi­zim. Fakat ufkumuz geniş olsun. İstikbal deyince önünüze bir 60- 70-sene koymayın. İstikbal sonsuzluktur. Ufkunuz çok geniş olsun. Çocuklarınızın istikbalini çok iyi düşünün. Kendi istikbalinizi düşünün ama, bunu 80- 90 sene ile sınırlandırmayın. Öldükten sonra bir hayat var. O istikbalinizi de düşünün ve Allah'ı zikredin. Allah'ın zikri olan Kur'an-ı Kerim'e göre hayatınızı tanzim edin.

Kim Allah'ın zikrinden yüz çevirecek olursa, asıl zarar görenler on­lardır. Yeryüzünde istikbalini düşünmeyen insanlar imansızlardır, hrıstiyanlardır, yahudilerdir.[14]

 

10- Herhangi birinize ölüm gelipte; "Rabbim beni yakın bir za­mana kadar geciktir de, sadaka vereyim ve salihlerden olayım" deme­den önce bizim size verdiğimiz rızıktan infak ediniz.

Eceliniz gelmeden1 önce Allah yolunda insanlara mal varlığınızdan, ilim varlığınızdan kısaca Allah'ın size vermiş olduğu nimetlerden dağı­tın. Bunları eceliniz gelmeden yapın, yoksa eceliniz gelirde o zaman; "Ya rabbi, bana biraz fırsat versiydin de yapsaydım, ben de salihlerden olsaydım" dersiniz de faydası olmaz.[15]

 

11- Eceli geldiği zaman hiçbir kimseye Allah (ecelini) geciktirmeye­cektir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Kişinin eceli geldiğinde, hiçbir can bir an ileriye veya geriye götürül-mez. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. Biz ecel gelmeden önce görevimizi yapalım, hazır olalım. Ecelin nereden geleceği belli değil.[16]



[1] Bak. Şifa tefsiri Tevhe 107

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/497-498.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/499.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/499-501.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/501.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/501-503.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/503.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/503-504.

[9] Bak. Tinnizi k. Tefsir Süremi Münafıktın hadis;33I3

[10] Talak 3

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/504-505.

[12] İbni Hişam 3/250, Beyhaki Delaii 4/62

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/505-506.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/506.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/506-507.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/507.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///