Medine devrinde nazil
olmuş 11 ayettir. Eskiden bir insana hakaret . etmek için veya kimliğini tarif
etmek için; "iki yüzlü" derlerdi. Mehmet
Akif merhum da:
-"Ben eskiden iki
yüzlüleri hiç sevmezdim. Fakat şimdi iki yüzlüleri sevmeye
başladım."demiş. "Hayrola üstad hep nefret ederdin niye sevmeye
başladın?" sorusuna da; "Şimdi bin yüzlüler, iki bin yüzlüler,
beş-bin yüzlüler çıktı, onun için" diye cevap vermiş.
Tefsirine başladığımız
sûrenin adı "Münafikun suresi'dir." Türkçeye terceme edecek olursak;
"iki yüzlüler suresi" manasına geliyor. Münafık; kelimesi
"nefak" kökünden gelmektedir. Nefak; arabın dilinde tarla farelerinin
yer altında kendilerine yol kazmaları ve neticede iki tane çıkış yerinin
olmasıdır.
Münafığın da, bir
kafirlere doğru çıkış yolu var, bir de mü'minlere doğru çıkış yolu var. Güya
çıkış yolu tabiki. Kendisini farkına varmadan tehlikeye atıyor da, onun farkına
varmıyor. Nasıl farkına varmaz? Hani sinek, bal kabını uzaktan görünce;
"çok tatlı bir şey, benim neslime yeter" diye geliyor, kabın
kenarına konuyor, önce hortumunu uzatıyor, sonra ayaklarını, sonra kanatlarım
uzatıyor, bu arada battığınında farkına varmıyor. Sonunda karını doyuyor ama
uçamıyor, orada boğulup ölüyor. Münafık da farkına varamaz. Onlar da güya
hortumlayarak karınlarını doyurduklarını zannederler. Münafıklar, ilk Önce
Medine'de Efendimize(s.a.v.) tanıtılmış. Genelde Medine'dedir. Mekke'de pek münafık
yok. Mekke fethedildikten sonra Mekke'de de münafık var. Fakat hicretten önce
Mekke'de münafık yok. Niçin yok? Çünkü müslüman olmak o gün için bir risk
taşımaktadır. Müslümanım diyebilmek bir yiğitlik işidir. Canından malından
çoluk çocuktan feragat edebilme işidir. Çünkü hakim olan kafirler bütün
güçlerini müslümanlara yöneltmişler; Öldürüyor, hapsediyor, sürüyorlar. İşkence
ediyorlar, malını müsadere ediyorlar, her türlü işkenceyi yapıyorlar. Böyle bir
dönemde "kelime-i şehadet getirmek" bir yiğitlik işidir. Onun için o
dönemde münafık yoktur.
Efendimiz Medine'ye
hicret edip, devletini kurduktan ve çevredeki insanlara da, "örnek bir
devlet böyle olur" diye gösterdikten sonra bu islam nimetinden yararlanmak
için, gerçekte iman etmediği halde, müslüman görünen insanlar ortaya çıkıyor.
Müslümanlar için en
tehlikeli insanlar ve kurum bunlardır. Medine'de "Dırar Mescidini"
yaparak orada bir kurumlaşma meydana getiriyorlar.[1] Namaz
kılmak için bir araya geliyorlar, Mescidün-Nebeviden ayrı bir mescid yaparak
(kafir bir grub olma cesaretini gösteremiyorlar) kurumlaşmaya çalışıyorlar.
Bizans'la ve Mekke'yle ve çevredeki yahudilerle bağlantıları var. Bizanstan
gelen ajanlar, uğrak yeri olarak Dırar mescidini kullanıyorlar.
Münafıklarla ilgili
birçok ayet-i kerime nazil olmuş. Rabbim bize bu surede de, münafıkların iç
dünyalarını ve iç filimlerini veriyor. Demekki münafıklar bizim için
kafirlerden daha tehlikeli. Çünkü kafirim diyen adam kendi inancı içerisinde
yani jnançsizlığı konusunda tutarlı. Fakat münafığı tanıyamıyorsunuz Sizden
fazla oruç tutabilir, sizden fazla namaz kılar görünebilir. Sizden fazla zekat
veriyor görünebilir. Adam bizi aldatabilir. Aldanmamak için, Rabbim bize
onların fotoğrafını tanıtıyor.[2]
1-
Münafıklar sana geldiğinde: "Biz şahitlik yaparızki, sen şüphesiz
Allah'ın Rasulü'sün." dediler. Allah biliyorki, şüphesiz sen O'nun
Rasulü'sün. Allah şahiddirki, şüphesiz münafıklar yalancıdırlar.
Bir İnsan televizyona
çıksa ve şu konuşmayı yapsa; "Vallahi ben şahitlik yaparım ki, Muhammed
Allah'ın Rasülü'dür. Yine ben şahitlik yaparım ki, Kur'an o peygamberin
getirdiği kitaptır" dese, biz dış görüntüye göre, bu şahsın müslüman
olduğuna karar veririz. Münafıklar da bunu yapıyorlar.
Fakat Allah (c.c.)
peygamberini uyarıyor. O'nun şahsında bizi uyarıyor. Kıyamete kadar gelecek
bütün mü'minler, münafıkûn süresiyle uy arılıyorlar. Rabbim de diyorki
"Allah (c.c.) biliyorki sen muhakkak Allah'ın Rasulü'sün. Allah şahitlik
yaparki, muhakkak bu münafıklar yalan söylüyorlar. Hatırımıza şu gelebilir.
"Hocam o zaman münafıklar bu sözü söylemişler. İç dünyalarını biz
göremeyiz, ashab da görememiş ama Allah (c.c.) sevgili Peygamberine onların iç
dünyasından haber veriyor.
Peki Günümüzde bir
adam; "La ilahe illallah Muhammedün Rasülullah" dese, bu adamın yalan
söylediğini, münafık olduğunu nereden bileceğiz?[3]
2-
Yeminlerini kalkan edindiler de Allah yolundan alakoydular. Muhakkak onlar ne
kötü şeyler yapıyorlar.
Yani; "biz
Allah'a yemin ederiz ki, sen Allah'ın Rasûlü'sün derken" yeminlerini
kendilerine kalkan yapıyorlar. Aslında yalan söylüyorlar. Bunu yapmadaki
hedefleri nedir? Allah yolundan insanları da Kendilerini de alakoymak.
buyuruyor Rabbim.
Bu bize, az önceki
sorunun cevabı için bir ölçüdür. Yani günümüzdeki münafık insanı nereden
tanıyacağız? Biz dili ile söylediğine inanacağız ama, dili ile söylediğini işi
ile(amel ile) tatbik edip etmediğine bakacağız.
Kişi eline geçirdiği
makam, mevki ve rütbeyi, mali, ekonomik, siyasi, askeri ve eğitim gücünü, eğer
insanları islam dininden alıkoymak için kullanıyor, sonra da; "ben de
müslümanım" diyorsa, işte biz orada duruyoruz ve onu Kur'an-ı Kerim de
tarif edilen filmiyle yan yana getiriyoruz ve teşhisimizi koyuyoruz. "Bu
adam münafıktır."
Gerçekte inanmadığı
halde müslümanlardan çıkarı olduğu için bu kelimeleri kullanmaktadır. Çünkü
asıl olan ameldir. Dilde bizim için önemlidir ama, o dili yalanlayan icraatı
olmadığı takdirde.
"Onlar ne kötü
şeyler yapıyorlar" Münafığın halini Mevlana güzel ifade etmiş;
"Münafık, ne gavura yaranabilir ne de müslümana yaranabilir." Zaten
yeryüzünde iki yüzlüler hiçbir yere yaranamazlar. Kafire hizmet ettiği oranda,
kafir ona ekmek verir. Köpeğin karnını doyurduğu gibi, onunda karnını
doyurabilir. Fakat bilir ki, bu adam benim adamım değil. Çünkü müslümana da
hizmet ediyor.
Münafıkların aslında
iki tarafta da değeri yoktur. Mevlâna bunu şöyle bir hikaye ile anlatmış.
"Hrıstiyanlardan bir grubun şehrin birinde bir kilisesi var ama çatısı
yokmuş. Oraya hergün bir kuş gelir kilisedeki heykelin üzerine pislermiş.
Papaz bundan çok rahatsız olmuş. Bir türlü de yakalayamamış. Aklı erenin birine
sormuş. O da demiş ki, "Heykelin omuzuna bir tas şarab koy, su diye içer,
sonrada kendinden geçer, sende yakalarsm"demiş. Papaz şarab tasını koymuş
ve beklemeye başlamış. Kuş gelmiş şarabı içmiş, heykelin üzerinede pislemiş,
son-rada bayılmış. Papaz da gelip kuşu yakalamış ve kuşa demişki; "Madem
müslümandm niye şarab içtin, madem hrıstiyandın niye heykelin üzerine pisledin?
sen ne müsliimansın ne de hırıstiyansın, senin boynunu koparmak gerekir demiş
ve boynunu koparmış."
Bir insan müslüman
ise, müslümanca, kafir ise, kafirce davranmalıdır. Türkiye'de bir kaçyüz aileyi
geçmeyen sözde bir kısım aydınlar diyorlar ki; efendim bayram namazında biz
müslümanlann camisine gidiyoruz, yılbaşındada kiliseye gidiyoruz. Biz iki
tarafada açığız. Peki bunlar bunu niye yaparlar?[4]
3- Bu,
onların iman etmeleri, sonra da kafir olmaları sebebiyledir. Artık onların
kalplerine mühür vuruldu onlar anlamazlar.
Bunların gerçekte iman
etmedikleri halde iman etmiş görünmelerinin sebebi kalplerine mühür
basılmasmdandir. Mühür basılmasından dolayı da onlar gerçeği anlayamazlar.
Kalplere mührü Allah(cc) basar ama, o kalbin dönmesi gayretini de insanın
kendisi gösterir. Bakara suresinin 6. ayetinde de Allah (c.c.) "Allah
onların kalplerini mühürledi" diyor. Ancak bu konuda kulun dilemesi ve
gayreti olmadan olmuyor.
Çocuk dünyaya
geldiğinde kalbi, Allah'a eli gibi açıktır. Ergenlik çağma geldiğinde çevreden
aldığı eğitimle ya tertemiz bir yürekle hayatını devam ettirir, ya da yine
çevreden aldığı eğitimle, yaptığı kötülükle kalbi kapanmaya devam eder.[5]
4- Onları
gördüğün zaman bedenleri hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Sanki
onlar giydirilmiş keresteler gibidirler. Her bağırmayı kendi aleyhlerine zannederler.
Onlar düşmandırlar. Onlardan sakın. Allah onları gebertsin. Nasılda
döndürülüyorlar?
Hitap Peygamberimize
ve O'nun şahsında bize; sen onları gördüğünde vücut yapılan pek hoşuna gider.
Konuşurlarsa da konuşmalarını dinlersin. Çok güzel hatipdirler. "Ama onlar
duvara dizilmiş odunlar gibidirler." Şöyle tasvir edin; Medine'nin ileri
gelenlerinden Abdullah b. Übey b. Selül, o münafıkların başı çok güzel
konuşuyor, görüntüsü çok güzel, Medine parlementosunda efendimiz gelmeden önce
baş köşeye kuruluyor. Yanına kodamanları oturmuş, müslümanlar hakkında, çevre
hakkında kısaca her konuda görüşmeler yapıyorlar. Rabbim onların oturuşlarının,
konuşmalarının uzaktan bakıldığında, çok güzel olduğunu, gayet edepli ve
nezaket kurallarına riayet ederek durduklarını, ancak gerçekte onların duvara
dizilmiş odunlar gibi olduğunu, ifade ediyor. İfade benim çok hoşuma gider.
İman etmediğini açıkça ifade edenler var. Zamanla yazdılar ve çizdiler.
Öylesine güçlüydülerki bu memlekette müslümanların belirli yerlere gelmesinin
mümkün olmadığını zannediyorlardı.
Basın yayın yoluyla
Allah'a, Efendimiz (S.A.V)'e, Kur'an-ı Kerim'e hakaret ettiler ama şimdi aynı
adamları televizyonda görüyoruz, "efendim müslümanlara da hoşgörü ile
bakmalıyız, Kur'ân'ıda yeniden ele almak lazım" diyorlar. Konuşmalar da
öylesine güzel ki, dinleyenleri de etkiliyorlar. Onları ben televizyondan
seyrederken bu surenin bu ayeti aklıma gelir. "Duvara dizilmiş kütükler
gibi"
Niçin bu ifadeyi
kulanıyor Allah (c.c)? Çünkü duvara dizilen kütükler işe yaramazlar. Onlar
kapı, pencere olmayacak. Onlar ancak yanmayı bekliyorlar. Sırası gelen'ocağa
giriyor. İşte bu insanlar ateşini bekleyen odunlar gibidir. Peki kendilerinden
eminmidirler? Hayır, kendilerinden de emin değiller. Ne kadar güzel
konuşurlarsa konuşsunlar, ne kadar iç dünyalarındaki korkularını bastırmak için
gülümser gibi ve kendilerinden eminmiş gibi görünürlerse de, "her sesi
kendilerinin aleyhine zannederler" Yani bir gürültü çıksa; "eyvah!!
benim üzerime geliyorlar!, bana mı söyledi!!" gibi sözlerle sorunları
kendi iç korkularını ele veriyor.
"Allah kahretsin
onları. Nasıl da döndürülüyorlar?" Nasıl da dönüyorlar? demiyor da,
"nasıl da döndürülüyorlar" diyor. Yani bütün kabahat küfrün
önderlerinin değil, onlar iki kat günahlarını alacaklar. Ancak Allah (c.c.) her
şahsı ayrı bir varlık olarak yaratmıştır. Herkese irade vermiştir. İrademizi
başkalarının eline vermeyelim. Başkalarının bizi çekmesine müsade etmeyelim.[6]
5- Onlara :
"Gelin Allah Rasulü size istiğfar etsin." denildiği zaman başlarını
bükerler ve sen onları kibirlenerek yan çizerlerken görürsün.
Münafıklara; gelin
Allah'ın Rasulü sizin affedilmeniz için, Allah katında istiğfar etsin,
denildiğinde başlarını çevirirler ve İslam yolundan kibirlenerek yüz
çevirirler.[7]
6- Onlara
istiğfar etsen de istiğfar etmesen de birdir. Allah onları ebediyyen
affetmeyecektir. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
Dikkat edin!!
"Fasık bir kavme hidayet vermez." buyuruyor. Önce fasıklığım atması
gerekiyor. Bunu atacak olurlarsa, Allah (c.c.) bütün insanların müslüman
olmasını istiyor. Bunu nereden biliyoruz?
Rabbim; "Ey
insanlar! (yaşayanlar yani şu andaki 6 milyar insan.) Yaratan rabbinize ibadet
ediniz" diyor. Ama Rabbim zalimlere, fasık-lara, kafirlere hidayet vermez.
Çünkü insanın önce1 bu Özelliklerinden vaz geçmesi gerekiyor. Kirli bir insana,
yeni dikilmiş güzel bir elbise giydirilmez. Önce banyo yapıp temizlenmesi
isteniyor. İslam güzel bir elbisedir. Allah (c.c.) önce insanın kötülüklerden,
pisliklerden yürekten vazgeçmesini istiyor.[8]
7- Onlar:
"Allah Rasulü'nün yanındakilere yardım etmeyinki (Onun yanından)
dağilsinlar" diyenlerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'a
aittir. Ancak münafıklar anlamazlar.
Münafıklar, Medine'li
samimi müslümanlara diyorlar ki; Bunlar Mekke'den geldiler, yerleri yurtları
yok, bize sığındılar. Eğer bunlara yardım etmezseniz, bunlar Muhammed'in
etrafından dağılıverirler. Yani ekonomik ambargo uygulayalım. Siz vermeyecek
olursanız bunlar açlık nedeniyle Muhammed'in etrafından dağılıp giderler.[9]
Halbuki geri zekalılar şunu bilmiyorlar. Yahu bu adam iman yolunda Mekke'deki
evini, iman etmeyen hanımını, servetini, makamını bırakmış gelmişler.
Günümüzde de bu
yıllarca uygulandı. Bundan bir kaç yıl öncesine kadar siyasilerin ağzından
bunlar söylenmişti. "Devletten şu kadar kredi alabilmek için, adının Yasef
olması gerekiyor, Yusuf ise alamıyorsun." Bundan yirmi sene önce ihracat
ve ithalat yapmak için 3 bin kişi ruhsat almış, 2700'ü gayri müslim
vatandaşlarımızdan oluşuyormuş. 300 kadarı Anadolu insanı ama işlem yapmamış.
Üniversitelerde ve devlet dairelerinde namaz kılanlar terfi ettirilmezdi, Ama
şimdi tersine dönecek inşallah.
Göklerin ve yerin
hazineleri Allah'a aittir. Allah sabit bir yer göstermiyor. Münafıklar,
kafirler müslümanlara ambargo uygulamak suretiyle müslümanlıktan vazgeçirmek
istiyorlar. İşte bu insanlara Rabbim diyor ki; göklerin ve yerin hazineleri
Allah'a aittir. Hocam nereden verecek? onu sen düşünme. Rabbim diyor ki;
"Hesab etmediğin yerden lütfedecek."[10]
Ancak münafıklar işin inceliğini anlayamazlar. Onlar gelirin bir yerden
geleceğine inanmışlar. Gavurla iyi geçinirsen olur diyorlar. Günümüzde de bir
kısım insanlar, Avrupa ve Amerika ile iyi geçinirsen olur, yoksa olmaz
diyorlar. Başka hiçbir alternatif düşünecek durumda değiller.[11]
8-
(Münafıklar): "Medine'ye döndüğümüzde aziz olan zelil olanı çıkaracaktır."
diyorlar. İzzet Allah'a, Rasulüne ve mü'minlere aittir. Ancak münafıklar
bilmiyorlar.
Müreysi gazvesinde,
Ensar ile Muhacir'in arasında bir ağız kavgası olmuş. Münafıkların başı olan
Abdullah b Übeyy b. Selül, bu olayı hemen kullanıyor, zaten her an bir
kıvılcım bekliyor.
Bu olayı fırsat
bilerek Medine'li Ensar'ı harekete geçirmek istiyor. "Medine'ye dönünce
aziz olanlar, zelil olanları sürüp çıkaracaktır." diyor. Fakat bunda
başarılı olamıyor. İman herşeyin. önüne geçmiş durumda . Hatta öyleki Abdullah
b. Übeyy b. Selül'un oğlu Abdullah, Medine'ye girerken kılınanı çekmiş,
babasının önüne çıkmış, Allah Rasülünden izin gelmeden seni Medine'ye sokmam
demiş. Allah Rasülü'ne haber gönderiliyor,-O da Medine'ye girmesine izin
veriyor.
Daha önce Abdullah,
peygamberimize geliyor ve diyor ki; "Babam büyük bir suç işlemiştir. Sana
hakaret etmiştir. Eğer bu hukuken cezalandırılacak ve öldürülecek ise, babamı
ben öldüreyim. Başka bir insanın Öldürmesi beni yaralar. Çünkü babamı öldürdü
diye, ben o müslüman kardeşime kin besleyebilirim." Peygamberimiz ona da
müsade etmiyor. Daha sonra evinde ölüp gidiyor, işte zillet budur.[12]
İzzet Allah'a aittir. Rasulüne aittir. Mü'minlere aittir. Ancak münafıklar bunu
bilmezler.
Günümüzde izzetini
koruyan bir kaç milyon insan yaşıyorsa yeryüzünde onlar müslüman insanlardır.
Çünkü onlar aziz olan Allah'a iman etmişlerdir.[13]
9- Ey iman
edenler, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın. Kim
bunu yaparsa işte onlar zarara uğrayanlardır.
Manası çok geniş ve
genel bir ayet-i kerime. Çocuklarımızın istikbali için birçok şey yapıyoruz.
Yapmakta haklıyız ve yapmak görevimiz bizim. Fakat ufkumuz geniş olsun.
İstikbal deyince önünüze bir 60- 70-sene koymayın. İstikbal sonsuzluktur.
Ufkunuz çok geniş olsun. Çocuklarınızın istikbalini çok iyi düşünün. Kendi
istikbalinizi düşünün ama, bunu 80- 90 sene ile sınırlandırmayın. Öldükten
sonra bir hayat var. O istikbalinizi de düşünün ve Allah'ı zikredin. Allah'ın
zikri olan Kur'an-ı Kerim'e göre hayatınızı tanzim edin.
Kim Allah'ın zikrinden
yüz çevirecek olursa, asıl zarar görenler onlardır. Yeryüzünde istikbalini
düşünmeyen insanlar imansızlardır, hrıstiyanlardır, yahudilerdir.[14]
10- Herhangi
birinize ölüm gelipte; "Rabbim beni yakın bir zamana kadar geciktir de,
sadaka vereyim ve salihlerden olayım" demeden önce bizim size verdiğimiz
rızıktan infak ediniz.
Eceliniz gelmeden1
önce Allah yolunda insanlara mal varlığınızdan, ilim varlığınızdan kısaca
Allah'ın size vermiş olduğu nimetlerden dağıtın. Bunları eceliniz gelmeden
yapın, yoksa eceliniz gelirde o zaman; "Ya rabbi, bana biraz fırsat
versiydin de yapsaydım, ben de salihlerden olsaydım" dersiniz de faydası
olmaz.[15]
11- Eceli
geldiği zaman hiçbir kimseye Allah (ecelini) geciktirmeyecektir. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Kişinin eceli
geldiğinde, hiçbir can bir an ileriye veya geriye götürül-mez. Allah yaptığınız
her şeyden haberdardır. Biz ecel gelmeden önce görevimizi yapalım, hazır
olalım. Ecelin nereden geleceği belli değil.[16]
[1] Bak. Şifa tefsiri Tevhe 107
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/497-498.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/499.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/499-501.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/501.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/501-503.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/503.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/503-504.
[9] Bak. Tinnizi k. Tefsir
Süremi Münafıktın hadis;33I3
[10] Talak 3
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/504-505.
[12] İbni Hişam 3/250, Beyhaki
Delaii 4/62
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/505-506.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/506.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/506-507.