NASR SÛRESİ 2

 


NASR SÛRESİ

 

Medine'de nazil olmuş, üç ayettir. Ve en son nazil olan sûredir. Her ne kadar Efendimizin veda' haccında, Mina'da nazil olduysada, Hicretten sonra nazil olanlara Medine'de nazil olmuştur denir.

Mekke'nin en zor günlerinde Peygamberimizin daraldığı, sıkıntıya düştüğü, kendisini helak eder derecede gayretler gösterdiği, kendisine iman edenlerin işkenceye uğradığını gördüğünde yüreğinden kan geldiği günler olmuştur. Geceleri uykularını kaybetmiş, kendisine yapılanlardan ziyade kendisine iman edenlere yapılan işkenceler, O'nun ruhunda büyük etkiler meydana getirmiş.

Bunun üzerine Peygamberimizi teselli eden bir çok ayetler nazil ol­muştur. İlk nazil olan surelerde teselliler vardır. Rabbimimiz birçok ayetinde; "Neticeyi sen de göreceksin onlar da görecek."[1] "Onlar sana yağcılık yapmak isterler ki, sende onlara yağcılık yapasın."[2] "Onlar seni kendi dinlerine bağlamak, kendilerini de senin dinine bağlamak şeklinde dönüşümlü bir tapınma isterler" "Onlara sen sizin dininiz size, benim dinim bana de."[3]  "Rabbin sana iste­diklerini   verecek  ve   seni   de  hoşnut  edecek."   şeklinde   buyuruyordu.[4] "Zorluklara göğüs ger. Her zorluğun yanında iki tane kolaylık vardır." "Bir işi tamamladığında diğer işe devam et" diyordu Rabbim.[5]

Rabbimin müjdelediği şeyler gerçekleşir. 10.000 adet insan yürekle-rindeki imanın aydınlığı ile Mekke'nin üzerine yürürler. Mekke çevre­sinde 10.000 tane ateş yakarlar. Bu ateş gönüllerdeki nurun dışarıdaki tezahürü olmuştur. Bu nar ve bu nur, Mekke'li kâfir insanların yürekle­rini hoplatır. Dizlerinde derman bırakmaz ve bütün şehirlerin anası olan Mekke-i Mükerreme kansız olarak fethedilir. Efendimiz (s.a.v) ondan sonra insanların gönüllerinin imarına girer.

Ülkeler fethetmek kolaydır. Ülkelerin insanlarının gönüllerini fethet­mek ve imanı kayalara, taşlara, minarelere, kuşlara ve bütün insanlığın meşgul olacağı, ilgili alanlarına nakşetmek zor bir iştir. Yani zaferden sonra fetih hareketine girişilir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bunda da başarılı olur.

Kendisine hac emri geldikten sonra Efendimiz veda haccmda Mekke-i Mükerremeye tekrar gelir. Arafatta kıyamete kadar gelecek olan insanların hak ve hukuklarını belirler. Kadınların, çocukların hak­larını ve nelerin yenilip nelerin yenilmeyeceğini, nelerin giyilip nelerin giyilmeyeceğim, neleri hürmet edilip nerelere edilmeyeceğini beyan ederek, bu günkü ifadeyle, "insan Haklan Evrensel Beyannamesini" Arafat dağında bildirir.

Daha sonra Mina'ya gelir, şeytanı taşlar. Etrafında 110.000 insan vardı. Gönülden Allah'a bağlanmış, Rasulünün yanında saf tutmuş 110.000 insan. Bu 110.000 insan şeytanı taşlıyorlar.

Yani topluca atılması gereken yerin bir olduğunu, bütün müslüman-lann aynı yere atması gerektiği Mina'da, tutulması gere.ken yerin de bir olduğu, Kabe-i Muazzamada Haceru'l-Esved'de sembolik olarak yerine getiriliyor.

Peygamberimiz Mina'da şeytanı taşladıktan sonra, Allah (c.c) he­pimizin ezberinde olan bu sureyi celileyi indirir. Ve Kur'anı Kerim'in 114 suresinden en son nazil olan suredir.[6]

 

1- Allah'ın yardımı ve fethi geldiğinde

2- İnsanların Allah'ın dinine, akın akın girdiğini gördüğünde

Müjde, ümit-, cesaret veren ayetler ve sureler arka arkaya geliyor. Müslümanlar onları ümit, cesaret ve feragat şerbeti gibi içmeye devam ediyor.  

Peygamber Efendimizin hayatında geçirdiği ekonomik baskılar, öl­dürmeler, zehirlemeler için yapılan teşebbüsler, yerini yurdunu bırakıp başka yere göç etmenin ardından Allah (c.c) Mina günlerinde bu sureyi bir müjde olarak indiriyor.

Bunlar bize şunu gösteriyor: Gönüllere ekilen iman tohumlan boşa gitmemiş. Tarlaya atılan tohumların hep birden çimlenip çiçeklendiği gibi Efendimizin gayreti, serin sıcak nefesi onların gönüllerini yeşert­miş ve 110.000 insan Mina'da Efendimiz ile beraber tekbir getiriyor ve kıyamete kadar gelecek (topyekün) düşmanları temsil etmek üzere şeytan taşlanıyor.  

Peygamberimiz Mekke'de 13 sene, iman tohumlarını insanların gö­nüllerine gece demeden, gündüz' demeden, yaz-kış demeden her du­rumda saçmaya devam etmiş.

Tohumun tarlaya serpilmesi için mevsim gözetilir. Ama insanların gönülleri için bütün an'lar, serpme ve saçma anıdır. Onların anları, her an değişkendir. Biz O an'ları takip edecek ve her an Allah'ın kelimeleri olan Kur'ân ayetlerini insanların gönüllerine, gökyüzünden yağan rah­met damlaları gibi saçmaya çalışacağız.

Günümüzde insanların yüreklerine kir yağıyor. Kelimeler halinde gözlerinden ve kulaklarından kir yağıyor gönüllerine. Çünkü insanoğlunun ürettiği nasıl havayı, denizi, toprağı kirletiyorsa aynı şekilde üret­tiği fikirler, sistemler ve nizamlarda insanların yüreklerini kirletiyor.

Biz ve sizler gönüllere iman tohumu atmaya devam edeceğiz. Yeşermesi için sıcak nefesimizi rahmetimizi onlara üfleyeceğiz. Ve de çifçinin tohumunun yeşermesini beklediği gibi insanların yüreklerinde, Allah'ın,kelimelerinin iman çiçekleri halinde, amel çiçekleri halinde ye­şermesini bekleyeceğiz. Yeşerenlere de kuvvet ve kudret vermek için yine Allah'ın ayetlerinden yardım taleb edeceğiz.

Her gün okuduğumuz bu sure bize moral veriyor. 13 senede kazanı­lan insan sayısı ortalama 1.000 civarında. Bunu nereden anlıyoruz? Efendimiz Mekke'den Medineye hicret ediyor, bir sene sonra Bedir Harbine eli silah tutan 313 kişi katılıyor. Bunların kadın ve çocuklarını da hesap ederseniz ancak 1.000 eder. Efendimiz Medine'de 8 sene daha gayret gösteriyor. Haydi Mekke'nin fethine denildiğinde 10.000 insan katılıyor. Bunların eşleri ve çocuklarıyla beraber 25-30 bin insan eder.

Ama Mekke fethedildikten iki sene sonra, müslüman olanların sa­yısı, yalınız veda hacema gelenlerin sayısı tam 110.000 kişidir. Nasr suresinin Kur'ân'daki sıra sayısı da 110 dur. 110. sure Mina'da 110.000 insana okunmuştur.

Rabbim; "Allah'ın yardımı geldiğinde" diyor,. Allah'ın yardımı nasıl gelir? Onu bir başka ayetinde şöyle bildiriyor. "Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah size yardım eder "[7] Allah'ın bize verdiği malî, bedenî, aklî, ilmî, makam ve mevkî gücümüzü, Allah'ın di­ninin insanlara tanıtılması ve insanların müslüman olması için harcaya­cak olursak, Allah (c.c) da yardımını göndereceğini ifade ediyor.

Göndereceğinin müjdesini verirken; "sayınız şu rakama çıkarsa, o zaman gönderirim" gibi bir ifade yok. "Gücünüz kâfirin gücüne denk olursa o zaman gönderirim" gibi bir ifade kullanmıyor Rabbim.

Günümüzdeki düşmanların askeri, siyasi, ve ekonomik gücü ne olursa olsun, biz kendimize ait gücümüzü Allah'ın dini doğrultusunda kullandığımızda Allah(cc) zaferi mü'minlere vereceğini ifade ediyor. Muhakkak Allah va'dinden dönmez.

Yardımın ve zaferin hemen ardından fetih kelimesini kullanıyor Rabbim. Bunu tefsircilerimiz şöyle açıklıyorlar; Nasf yani zafer bir ül­keye girip orayı silahla mağlub etmektir. Allah'ın yardımı bu.

Zafer elde edilebilir. Bunu kâfir de başarabilir. Kâfir devlet de, fiziki olarak bir başka ülkeyi mağlub edebilir. Ama gönüllerini fethe demezler. Allah (c.c) bunu bir ayet-i kerimesinde şöyle ifade eder; "Allah, kâfirler lehine müslümanların aleyhine olarak hiçbir şekilde yol vermez, geçit vermez."[8]

Bu ayeti tefsir ederken İmam A'zam Ebu Hanife Hazretleri diyorki; "müslüman fiziki olarak mağlub edilebilir ama gönlündeki imana kafirin gücü yetmez. Bütün dünya kafirleri bir olsalar mü'minin yüreğindeki imanı söküp almaları mümkün değildir." Ülkeler zorla alınabilir ama gö­nüller alınamaz.

Onun için "Nasr" ve "fetih" kelimesi ard arda geliyor. Biz toprakları almak için yürümüyoruz. Biz ülkelerin hazinelerini altınlarını, dolarla­rını, marklarını almak için yürümüyoruz.

Bunu en iyi şekliyle İran'ın fethini sağlayan Sa'd İbn Ebi Vakkas'ın elçisi söylemiştir. "Buraya topraklarınız için gelmedik. İpekleriniz için gelmedik, altınlarınız için gelme dik.. Hanimi arınız için de gelmedik. Biz buraya Allah'ın dinini size duyurmak için geldik. Biz ki, cahiliyet içeresindeydik, pisliğin her çeşidini yapmaktaydık. Allah (c.c) rahmetinden bize Peygamberini göndermiş. Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmış. Sizinde karanlıklardan aydınlığa çıkmanız ve cehennemde yanmanızı engellemek için buralara kadar geldik." demiştir. İşte fetih bu yolla olur.[9]

Kâfirlerin işgal ettikleri topraklarda tutundukları, hiçbir zaman gö­rülmemiştir. İşte İngiltere. Güneş batmayan bir imparatorluğa sahip iken, şimdi küçücük bir adanın içerisinde sıkışıp kaldılar. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Amerika bir taraftan, Rusya bir taraftan baskılarını devam ettiriyorlar.

Ama biz hiçbir zaman sömürmedik, işgal etmedik; Gönüllerini ka­zandık. Bundan dolayıdır ki, Viyana'ya kadar, Bosna'daki, Üsküp'deki, Bulgaristan'daki, Yunanistan'daki müslümanlarımızla bağlarımız de­vam edip gidiyor. Siyasilerimiz her ne kadar aramıza sınır çekmişse de, gönüllerimiz beraberdir bizim.

Burada bir araya gelemiyorsak, dünyanın her tarafındaki müslüman-larla Hacc'da biraraya geliyoruz. Bu ne ile sağlandı? Bu fetihle sağ­lanmıştır. Yani gönüller fethedilmiştir. O'nun anahtarı da Allah'ın ke­lamıdır. Çünkü gönülleri yaratan Allah'tır.

İnsanlar Peygamberimiz döneminde guruplar halinde İslâm dinine girdiği gibi kıyamete kadar da, guruplar halinde. İslâm dinine girmeye devam edeceklerdir. Biz bunu bugün görmekteyiz. Cuma günleri cami­ler doluptaşıyor ve avlularda namazlar kılınıyor.[10]

 

3- Rabbini hemen hamd ile teşbih et ve ona istiğfar et Şüphesiz O tevbeleri kabul edendir.                .

Fetih başanlınca ne yapacağız? Bayram mı yapacağız, davullar mı çaldıracağız? Değil, Efendimizin şahsında bize emir; "Rabbini hamd ile teşbih et." Yani "Ya Rabbi! Bunu ben başardım gibi ama, aslında ben başarmadım. Bunu sen lütfettin. Ancak sana hamdu sena ederim."

Yani bu başarının sağlanmasında beni görevlendirdiğinden dolayı, bu şerefli hizmeti bana verdiğinden dolayı sana hamd-u senalar ederim. Yoksa yardım sana ait, güç sana ait, kuvvet sana ait.

İşte bu gücü bize yeren sensin, kâfirin yüreğine korkuyu salan sen­sin. Onun yüreğini İslâm'a kazandıran sensin. Öyleyse bu zafer bana ait değil. Ecdadımız Yemen'den Viyana'ya kadar fetihler yapmış ama, hiçbirinin bayramını ilan etmemiş.

Yine bu ayette, avf talebinde bulunmamız isteniyor. Geçmiş ümmet­lerden ve Peygamberlerinden de bir duayı naklediyor Allah (c.c). "Ya Rabbi! bizim yapmış olduğumuz israf dan .dolayı bizi affet,"[11]  Yani şu demek oluyor. "Ya Rabbi! Fethi, zaferi elde ettik. Ama biz yine senin emirlerini, yasaklarını insanlara duyururken ve bunu yaparken, putlardan insanları uzaklaştırırken yaptığımız hatalar var. Senin Murad-ı İlahiyyene tamamen %,100 uygun hareket edemedik. Bu ku­surlarımızdan dolayı da bizi affet" diye Rabbimize dua etmemiz bildiriliyor.

Günümüzde bazen şöyle bir şey duyarız. "Hocam 20-25 yaşındayız. Eh namazımızı kılıyor, orucumuzu tutuyoruz. Bu pislik içerisinde biz bunları yaparken, Allah bizi cennete koymayacak da kimi koyacak? Bunun cevabı ilk surelerde bize bildirilmiştir. "Yaptığın ibadetleri çok görüp de, Allah'a minnet etmeye kalkışma Şeyh Sadi Şirazi çok güzel ifade etmiş. "Bütün bir ömür hiç iş yap­madan Allah'a şükretseniz, bu yalınız alıp verdiğimiz nefesinizin bile karşılığı olmaz."

Allah'ın emrettiklerini yapmakla şükretmemiz isteniyor bizden. Yoksa her nimete oturup da şükretmemiz gücümüzün dışındadır bizim. O teklifi de Allah bize yapmamıştır.

Bu ayet nazil olduğunda Peygamber Efendimiz; "Subhanellahi ve bi hamdihi, estağfirullahe ve etubûileyh" dermiş. Namazını kıldıktan sonra "estağfirullah" dermiş. Ne demek bu? "Ya Rabbi! Kalbimle kalıbımla namazı kıldım, ama bu namaz sana layık bir namaz değil. Hataları var. Ben Avf talebinde bulunuyorum" demek.

İbadetlerimizden dolayı avf talebinde bulunacağız. Cihadımızdan dolayı af talebinde bulunacağız: Orucumuzun arkasından af talebinde, bulunacağız. Haccımızın arkasından af talebinde bulunacağız.

Rabbimiz tevbeleri kabul edendir. Tabiki tevbenin de şartlan var.

Allah (c.c) bizim hayat kumaşımızı hatasız olarak dokudu ve ter­temiz olarak dünyaya getirdi. Bu hayat kumaşımızı biz günahlarla yutmamaya dikkat edeceğiz. Ama insan olmamız hasebiyle yırtılmalar olabilir. O zaman onu dikme işine ve tamir işine de tevbe deniliyor. Bu tevbe çeşidine de nasuh tevbesi deniliyor. Bu tevbeyi yapanların Allah (c.c) günahlarını affedeceğini bu ayet-i kerimeyle, müjdelemiş oluyor.

Tevbe; günahın pişmanlık ateşiyle yakilmasıdır demişlerdir. Onun için yapılan kötülüğe gönülden yanabiliyorsanız o yanma hali günahın affına sebeb olacaktır. Yanma hali yoksa, dil alışkanlığı ile söyleni­yorsa, günahın affı için istenilen ve Nasuh tevbesi denilen şey gerçek­leşmemiş oluyor.

Biz de tevbelerimizi yanan bir yürekle yapacağız. [12]



[1] Kalem 5.

[2] Kalem 9.

[3] Kâfirun 6.

[4] Duha 5.

[5] İnşirah 5-7.

[6] Müslim Tefsir, Buhari Tefsir.

  Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/399-401.

[7] Muhammed 7.

[8] Nisa 141.

[9] Hakim, müstedrek 31451.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/401-404.

[11] Ali imran 147.

[12] Tevbe için bak. Şifa tefsiri 2/354, 1/126, 4/90, 7/540.

  Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/404-406.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///