Mekke'de nazil olan,
kafirlerle mü'minler arasında kesin bir çizgi çizen, halkımızın; "Kul
yaeyyühe'l-Kafirün" diye isimlendirdiği ve Kur'ân-ı Kerim'de;
"Kafirûn Sûresi" diye isimlendirilen bu sûre, altı ayettir.
Bu sureler; (biz
farkına varmıyoruz ama) dünya gündemi ile ilgilenen siyasilerin dikkatini
çekmektedir. Taviz veren müslüman önderlerimiz, her ne kadar birilerine
mesajlar gönderseler de, elinoğlu İslâm ve müslümanlar hakkında hüküm verirken
bizim söylediklerimize ve yaptıklarımıza bakmıyor.
İşi kökünden
halletmeye çalışan ve dünya siyasetini kendi doğrultularında yürütmek
isteyenler, bizim görüntülerimiz ve sözlerimiz altında pek kalmıyorlar. Bizim
sözlerimiz ve davranışlarımızın etkisi altında kalanlar, siyaseti yüzeyden
değerlendiren, insanların inancıyla, inanç-sızlığıyla fazla ilgisi
olmayanlardır.
Ama gerçekten İslâm'ın
gücünü yok etmek isteyen insanlar, ne bizim sözlerimize bakıyorlar nede
davranışlarımıza. Onlar bizim asıl inandığımız Kur'ân~ı Kerim'e ve sahih
sünnete bakıyorlar. Olayları ona göre değerlendiriyorlar. Bunu bir misalle
anlatayım.
Batılı bir yetkili son
zamanlarda Türkiye'den bir yetkiliye şunu söylüyor. "Her ne kadar sen ve
senin gibi düşünenler, batıya adepte olmuş olsanız bile, uluslar arası
antlaşmalar bakanlar, başbakanlar ve cumhurbaşkanları veya milletvekilleriyle
yapılmaz. Antlaşmada milletler esas alınır. Çünkü imzayı atanlar ölebilir,
azledilebilir, hastalanabilir. Ama milletler devam eder. Bizim de sizi içimize
(Avrupa Birliğine) almamamızın sebebi milletinizin inancıdır." Bu olayı
gazeteler televizyondan naklederken, "Kültür farklılığınız var"
dediler diye aktarıyorlar. Halbuki demeci veren avrupali "İslâm"
kelimesini kullanıyor.
Avrupalı yetkili, Türk
yetkiliye diyor ki; "senin milletinin fertleri Avrupaya geldiler, 30
senelik zaman içerisinde Avrupa devletlerinde 4.000 cami açtılar. 4.000 camide
% 70'i bir araya geliyorlar. Ve Fatiha sûresinin sonunda; "Şu Allah'ın
gazabına uğramış yahudilerle, sapık hıristiyanların yolunu istemeyiz"
diyorlar. Günde beş vakit namazında 40 defa bir müslüman bana, "sapık,
sapık, sapık" diyor. Arkasından bu sureyi okuyarak; "Ey Kafirler!"
diyor."
Bu sûre, "La
ilahe ill'allah" kelime-i tevhidinin açıklanması gibidir. Önce
imansızların taptığım reddediyoruz, sonra dinimize sımsıkı sarılıyoruz.[1]
1- Deki: Ey
kafirler.
Ey Kafirler! diye
hitap ettiğimiz insanları, şu televizyonda beyaz yüzlerini gördüğümüz insanlar
olarak değerlendirmeyin. Dünyanın en kaliteli kumaşından yapılmış, en kaliteli
terzinin elinde dikilmiş elbiselerini giymiş, kıravaünı takmış, şıklığını
tamamlamış, makyajı tam, gülümseyen ve sevimli bir imaj çizen batılı
siyasileri televizyonda görüp de; "Ey Kafirler!" derken "bu
ifadeyi onlara yakıştıramıyoruz" demeyin.
Bazıları, "hocam
yakıştıramıyoruz" diyorlar. Kur'ân-ı Kerim de ve bu küçük surede; "Ey
Kafirler!" diye hitap ettiğimiz, o gün için Kur'ân'ın muhatabı olan Ebu
Cehil gibi Allah'a başkaldırmış insanlar; "Allah öyle diyorsa, ben de
böyle diyorum. Allah'ın dediğine değil, benim dediğime uyulacaktır. Allah hem
bu işlere karışmaz." diyen ve kadınları köleden daha aşağıda bir seviyede
tutan, kız çocuğu dünyaya geldiğinde, "erkek adamın erkek çocuğu
olur" deyip de kız çocuğunu öldüren ve zayıf, fakir insanların mallarına
el koyan ve istediği gibi kendi çıkarları doğrultusunda insanları yöneten,
öğünürken, "şu kadar adam öldürdüm" diyen, kılıçlarındaki kanla
birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışan o cahiliye dönemi bedevi Araplar idi.
Aynı zaman da
Mekke'nin etrafındaki yahudi ve hristiyanlar ile diğer müşrikler de bu hitaba
dahil idi.
Bu gün biz de;
"Ya eyyühe'l-Kâfirûn" derken, 1400 sene, öncesinin kafirlerine
gönderme yapmıyoruz. Onların yolunu devam ettiren insanlara gönderiyoruz.
İnsanlar ana rahimlerinden tertemiz, günahsız olarak dünyaya geliyorlar.
Ruhları ve bedenleri tertemiz olan bu insanların kültür yoluyla
imansızlaştırılmasını sağlayan, topluca insanları cehenneme sevk eden bir şebekeye
hitap ediyoruz.
Kâfir deyince
gözünüzün önüne şunu getirin. Bir çete düşünün, bir şebeke düşünün. Bu çete
veya şebeke devlet kurmuş olabilir, (şu anki İsrail devlet başkanı bir zamanlar
interpol tarafından aranan bir terörist idi. Şimdi emeline ulaşınca saygın bir
devlet başkam oluyor. Yıl 1996)
Bu, bir tek insan veya
dernek, veya vakıf veya devlet olsun, yaptığı iş kötü ise onun kurum veya
kuruluşunu ve hukukiliğini dinim kabul etmez. Yani kötülüğü, zulmü devlet de
yapmış olsa, o da hukuki değildir. Onun için günümüzde; "Ey
Kâfirler!" derken, şu kadar insanın hırsız olmasına sebeb olanlara hitap
ediyoruz.
"Ey
Kafirler!" demeden önce "Kul" kelimesini kullanıyoruz. Allah
(c.c) öyle öğretmiş de ondan. "Kul" "söyle" demektir. Bu
emir Kur'ân'ı okuyan ve dinleyen herkesi kapsar.
Peki "Kul"
ile başlamasının sebebi ne? Bu surenin sebebi nüzulü şöyle: "Mekkeli
müşrikler ilk zamanlarda sevgili Peygamberimizi Önemsememişler. Ama çok
geçmeden bir de bakmışlar ki, hemen hemen Mekke'de her evde iman etmiş bir insan
var. Mekke'li müşrikler bunu fark etmişler ve gelip Peygamberimize bir teklifde
bulunmuşlar.
"Gel, dönüşümlü
ibadet yapalım. İslâm hukuku ile bizim hukukumuzu dönüşümlü olarak uygulayalım.
Yani "bir sene
sen bizim kurallarımıza göre yaşa, bir sene biz senin kurallarına göre
yaşıyalım" diyorlar. Peygamberimiz ilk anda bunu reddetmiyor.
Reddetmemesinin sebebi düşüneyim anlamında değil. Peygamberimiz kâinatın
efendisi, kendiliğinden hareket etmiyor. Biraz beklemesinin sebebi, bu konuda
Rabbimden kendisine emrin gelmesini ve bu konuda da yönlendirenin yine Allah
olmasını istiyor. En güzel cevabı da Allah (c.c) verir. Derken bu Kâfirûn
suresi nazil oluyor. "Deki: Ey kâfirler."
Burada Peygamber Efendimiz,
kendisi devreden çıkmış oluyor. Yani "size bunu söyleyen ben değilim, sizi
yaratan söylüyor. Sizi yaralan, benim sizin ilahlarınıza tapınmamı ve sizin
kurallarınıza göre hareket etmemi yasaklıyor. Ben kendiliğimden konuşan ve
böyle bir din icad eden adam değilim. Sizin yaratıcınız size
"Kâfirler" diyor. Yoksa ben söylemiyorum. Allah (c.c) söylüyor."
diyor Peygamber Efendimiz.
Yağmur yağarken
ıslanan insan, kimseye kızmaz. Ama bu ıslanmış adamın üstüne bir bardak su
dökerseniz size kızar. Çünkü su sizden geldi. Bizlerde inkarcılara karşı kendi
fikirlerimizi söylemeyelim. Çünkü "akıl akıldan üstündür" Biz
Rabbimizin kelamını kullarına tebliğ edelim.[2]
2- Sizin
taptığınıza ben tapmam.
Burada bir inceliğe de
dikkat etmemiz lazım. Kâfirler de insan, onlar da ana kuzusu. Onun için biz
kişinin şahsına hakaret etmiyoruz. Bizim düşman olduğumuz tarafı, O'nun
beyninde taşımış olduğu insanlığın kiridir. İnsanlığın ilahlik iddiasına
kalkması ve bazı insanların, "ben Allah'ın dediğini değil kendi dediğimi
tutarım ve tuttururum" deyip silahı eline alıp, diğer insanları da
cehenneme götürmek için oluşturduğu fikir pisliğinin temizlenmesine taraftarız
ve bu pisliğe karşıyız.
Peygamber Efendimiz;
"Geceleyin yatacağınızda "Kul ya eyyühel kâfir un" oku, çünkü o
şirkten uzak tutandır" buyurmuş.[3] Siz de okuyun. Bunu okuyunca siz, o gün
içerisinde, bu fikir pisliğini üreten her türlü kurumlardan ve insanlardan,
size doğru gelen imansızlık oklarını geri çevirmiş ve iman ile yatmış oluyorsunuz.
Ve onlara diyorsunuz ki, "ben sizin taptığınıza tapmam, yaptığınızı
yapmam."[4]
3- Sizde
benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
Madem ki siz,
putlarınızda direniyorsunuz, kula kul olmakta izzet arıyorsunuz ve Allah'a iman
etmiyorsunuz Öyleyse buyurun. Siz de bizim ilahımıza kulluk yapmıyorsunuz.
Peygamber Efendimiz
(s.a.v) çoğunlukla sabah namazının sünnetinin birinci rekatında
"Kâfirûn" suresini okurdu, ikinci rekatında da "İhlas"
Suresini okurdu. Siz de okuyun. Niye? Yeni bir sabanda, hayata atılıyorsunuz.
Bir çok küfürlerle, kafirlerle karşı karşıya gelebileceksiniz. Küfrün bir çok
isteklerini size basın yoluyla telkin etmeye gidecekler. Siz daha dışarıya
çıkmadan, kendinizi İslâm'a şartlandıracaksınız.
1960 yılından
itibaren, Avrupaya işçi olarak giden Türkleri assimile, etmek, kendi aralarında
eritmek için psikolog, sosyolog, pedogog ve bütün ...goglar, çalışmasına rağmen
başarılı olamadıklarını, Avrupadaki dörtbin camiyi görünce anladılar. Peki
Türkler bunu nasıl başardılar? Bunlar hergün, "Kul ya eyyühel kâfinin"
hapları atıyorlar. Onun için de kendi İçlerinde eritemiyorlar.[5]
4- Ben sizin
taptığınıza tapacak değilim.
Bu güne kadar
tapmadım, bundan sonra da tapmıyacağım ve yaptıklarınızın kötü olanlarını
yapmayacağım.[6]
5- Sizde
benim ibadet ettiğime ibadet etmiyorsunuz.
6- Sizin
dininiz size, benim dinim bana.
Dininizi bana kabul
ettirmeye zorlamayın. Sizin dininiz size, benim dinim bana. Bu yolda bir tane
değil bin tane başım olsa, ben bu bin başımı veririm.
Abdullah b.
Huzafetü's-Sehmî öyle demiş; Hıristiyanlar bunları esir etmişler ve hıristiyan
olmalarını istemişler. Bir tanesi bile kabul etmemiş. Öyleyse demişler
"Papazın alnından öpeceksin" Abdullah "öpmem" demiş.
Gözlerinin Önünde
sahabeden bir tanesini yağlı kazanın içerisine atıyorlar, bir anda etleri
erimiş'kemikler çıkıvermiş duruma geliyor, yürekler dayanmaz bir halde.
Abdullah b. Huzafe demişki, "yine de öpmem." O zaman diyorlar ki,
hepsi öldürülecek. Arkadaşlarının Öldürülmesini istemeyen Abdullah papazın
alnından öpüyor. Kurtulup Medine'ye geliyorlar. Arkadaşları papazın alnından
öptüğü için dalga geçiyorlar.
Durumu Hz. Ömer
öğrenince kalkıyor Abdullah'ın alnından öpüyor. Seni kutlarım, arkadaşlarını
kurtarmışsın. "Leküm diniküm" diyoruz ama onları kendi hallerinde
bırakmıyoruz. Onlarla ilgileneceğiz ve onlara sırat-i müstakimi göstermeye
devam edeceğiz.
Kendini yakmak için
üzerine benzin döküp yakmak isteyen adamı, kendi haline bırakmadığımız ve ona
diller döktüğümüz gibi inkâr, isyan ve haramları yüklenip, kendini cehenneme
hazırlayan insana da diller dökmeye devam edeceğiz.[7]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/393-394.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/394-396.
[3] Tirmizi Davut 14, Ahmet
Müsned 3/68.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/396-397.
[5] Bu konuda bakınız Şifa
Tefsiri Taha, Suresi 512.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 8/397.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/397-398.