TIN SURESİ 2


TIN SURESİ

 

Mekke devrinde nazil olmuş, sekiz ayettir. Bizi bütün dertlerden, sıkıntılardan, bunalımlardan, rahatsız olduğumuz her türlü haberden, bu haberleri meydana getiren etkili ve yetkili insanlardan kurtaracak olan Allah(cc)'ın, bizi kurtarmak için gönderdiği, kitabı da "Hablullahi'l-Metin" diye isimlendirdiği Kur'ân-ı Kerim'dir.

însan üzerine birçok kitaplar okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir. İnsanı yorumlamak en zor iştir. İnsanın tarifi de en zor iştir. Çünkü ya­ratılmışların en kompleks, en girift, en karmaşık yaratığı insandır. Aslında o kadar karmaşık ve o kadar girift değildir. Ama çok özel dona­nımlı olduğundan ve de donanımı çok güzel olduğundan dolayı, insan üzerindeki araştırma kıyamete kadar devam edecektir. Yani insan kendini keşfetmeye devam edecektir.

Allah (c.c); "yakında biz onlara ayetlerimizi âfakta ve enfüste gös­tereceğiz." diyor.[1] Yani insanın dış dünyasında da Allah'ın ayetlerini göreceğiz, iç dünyasında da göreceğiz. Herkes bir gün Allah'ı bulmak mecburiyetindedir. Çünkü ilmin vardığı son noktanın arkasında, insan hayalinin kavrayamadığı, ulaşamadığı, tarifini yapamadığı bir güç bir otorite, bir bilgi vardır. Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'inde insanı da bize tarif ediveriyor.[2]

 

1- Andolsun incire ve zeytine,

2- Sina dağına,

3- Şu güvenli belde (Mekke) ye ki,

4- Biz insanı en güze! kıvamda yarattık.

Dört şey üzerine yemin ediliyor. Bu yeminlerden sonra, asıl anlatıl­mak istenen, "insanın en güzel kıvamda yaratıldığıdır." O güzel şekli­nin de iman ve amel-i salih ile devam edeceği -ki, surenin asıl konusu da budur- bildiriliyor.

Bu asıl konudan önce Allah (c.c) buna dikkatimizi çekmek için Tin'e(incir), Zeytun'a, Sina Dağı'na, Emin Beldeye yemin ediyor. Sahabe devrindeki ilk müfessirlerimizden başlayarak bütün müfessirler "Tın" ve "Zeytun"u bize tarif ederken;

1-  Lafzın delalet ettiği manayı alıyorlar ve "gerçekten burada incir'e ve Zeytun'a yemin edilmiştir" diyorlar. Bu iki maddenin bir çok fayda­larını sayıyorlar. ,

2- İncir ve Zeytin ağacının bittiği yerlere yemin olsun ki! Yani "Şam diyarına ve Filistin diyarına yemin olsun ki! Tur-i Sina'ya yemin olsun ki, O emin beldeye yani Mekke'ye yemin olsun ki" diye mana vermiş­lerdir. Müfessirlerimizin çoğunun kanaati bu doğrultudadır. Çünkü  "on­ların delilleri; Allah son ikisini yer -olarak belirtmiş. Tur-i Sina; Hz. Musa (a.s)'a vahyin geldiği, o günün insanlarını aydınlatan, "ilahi ke­lamın" gelmeye başladığı bir dağdır. Allah (c.c) bu dağa yemin ediyor.

"Sinin" kelimesi, bereketli, bitek güzel yer manasına gelir. "Tur-i sinin"; bitek güzel dağ demektir.[3] Ağaçlı dağa yemin eden Rabbime iman eden bizler, ağaçsız dağları da ağaçlandırmalıyız.

"Belde-i Emin" diye yemin edilen yer ki, Hz. İbrahim (a.s)'ın vahyi­nin geldiği, oğlu İsmail'in doğup büyüdüğü ve Kabe-i Muazzama'nın yapıldığı ve İbrahim (a.s)'ın duasıyla Belde-i Emin haline geldiği, Mekke-i Mükerreme'ye yemin ettiğinden dolayı Müfessirlerimiz, son ikisinin yer olması nedeniyle, Tin ve Zeytun'u da bu ağaçların bittiği yerler olarak ifade etmişler. Yani Özetle bu; "o peygamberler yatağına yemin olsun ki!" şeklinde ifade edilebilir.

Coğrafyanın insanlar üzerine etkisi, ayette doğrudan delalet etmese bile işaret edilmektedir. Günümüzde bir kısım tarihçilerimiz, kahraman­larımızı tarif ederken; kahramanları meydana getiren çevre midir? Yoksa kahramanlar mı çevreyi etkilemektedir? Tartışmasını yaparlar. Bu konuda tarihçiler ikiye ayrılmaktadır. Her iki görüşü savunan ta­rihçiler vardır. Biz ikisinin de olduğuna inanmaktayız.

Peygamberlik konusu ayrı bir iştir. O Allah'ın kulları arasından seç­tiği insanlardır. Onlar Rabbimin eğitim ve terbiyesinden geçmiş, Rabbimin yönlendirmesiyle hareket eden insanlardır. Ama onların dı­şındaki kahramanlarımız, şairlerimiz, yazarlarımız ve bulunduğu branşda fevkalade başarı gösteren insanlarımızın çevre etkisinden uzak kalmaları mümkün değildir. Aynı zamanda o insanlarımızın çevre­lerini etkilememesi de mümkün değildir.

Bu yeminlerden sonra Allah (c.c) asıl konuya dikkatimizi çekiyor. O da insanın en güzel kıvamda yaratılması olayı. Yemin edilen bu dört yerde de peygamberler gelmiştir. Bu peygamberler de insanların gönül­lerini aydınlatmışlardır.

İnsanlar son günlerde güvenlik, can emniyeti, mal emniyeti konu­sunda uzun uzun konuşmaya, düşünmeye, yazmaya, çizmeye başladı­lar. Çünkü imansızlık arttıkça, insanların can ve mal emniyeti de yok olmaya doğru gidiyor. Teknoloji ilerliyor. Fevkalade vasıtalara biniyor­sunuz, güzel evlerde oturuyorsunuz. Teknik sahada çok büyük geliş­meler var ama mal ve can emniyetinizden endişe ediyorsunuz. Bu tek­nolojiyi yapanlar, beraberinde teknolojinin konusuna uygun imansızlık pislikliğini de beraberinde getiriyorlar. Onun için o araçları koruyacak kilit ve alarm sistemlerini de yapıyorlar. Neden?

Bunları üretenler şunu çok iyi biliyorlar. Bizim koyduğumuz bu ka­nun ve kurallar, her gün ve gecede ürettiğimiz teknoloji kadar hırsız in­san da üretecektir. Ahiret inancı olmayan insan kısa yoldan ve çalış-' madan köşeyi dönmek isteyecektir.

Batı üniversitelerinden mezun olmuş materyalist insanlar, kadın ti­careti yapıyorlar. Canlı insanın böbreğini söküp satıyorlar. Çatal kaşık ve bıçakla, çağdaş metotlarla insan eti yiyorlar.

Bu sebebten dolayı güvenlik konusuna da çok önem vermiş benim dinim. İbrahim(a.s), Mekke'ye Hacer validemizle İsmail(a.s)'ı yerleş­tirdiğinde; "Ya Rabbi! Şu beldeyi emniyetli kıl." diye dua ediyor.

Allah(c.c) İbrahim(a.s)'ın dilinden bize şu mesajı veriyor. İnsanların ihtiyacı iman ve "emniyettir. Zaten "Emniyet" kelimesi ile iman keli­mesi aynı kökten gelmektedir. İman, cehennemdeki ateşe karşı insanı korur. Aynı zamanda bu dünyadaki pisliklerden de bizi korur.

"Takvîm",'   kıvam   kelimesinden   gelmektedir.    Bu   kelimeyi Türkçemizde de kullanırız. Anadolu da analarımız hamuru yoğurur, ma-.  yalar, olmasını bekler. Olmanın bir kıvamı vardır ve analarımız bunu bi­lir. O kıvamı geçmişse yine ekmek iyi olmaz, o kıvama gelmemişse de iyi olmaz.

Ressam da boyalarını karıştırır ve belirli bir kıvama getirir o zaman boyasını tuvalinin üzerine sürer. Her şeyin bir kıvamı vardır. Kıvam; tam olmasını istediğimiz şeyin adıdır. İşte Allah (c.c) yaratılmışlar içerisinde insanoğlunu en güzel kıvamda yaratmıştır. Bu kıvamı fiziki olarak kabul ederseniz; Allah insanı fiziki olarak en güzel şekilde ya­ratmıştır. Kıvamı kabiliyet olarak kabul ederseniz; Allah insanı bütün yaratılmışların içerisinde en kabiliyetli yaratmıştır.

Eğer elinizde olsaydı, gözlerinizi yerinden çıkarıp vücudunuzun ne­resine koyarsanız daha iyi görürdü ve daha güzel olurdu? düşünün.!!!

Allah'ın bu ayet-i kerimesi Hz. Ali'yi coşturuyor. Hz. Ali (r.a) insanı tarif ederken şöyle diyor;

"Devan kendindedir, ilacın kendindedir, hastalığın da kendindedir. Sen kendini küçücük bir şey zannedersin ama bütün bir kainat sen de toplan­mıştır."

Tabiattaki bütün elementler insanoğlunda mevcut imiş. Hz. Ali (r.a) böyle derken, Şeyh Galib de şöyle demiştir;

Hoşça bak zatına sen zübde-i alemsin sen.

Merdumi dîde-i olan ademsin sen.

Yani şu alemin bir özü, bir özeti, kaymağa hulasasısın. Kainatın gözbebeği olan ademsin sen. Seyyid Nesimi'de;

-Div-i lain ki "Ahseni takvimi" bilmedi

-Merdııd, var "esfele safilin"de dur esir. Yani En güzel kıvamda ya­ratılan insanın kıymetini bilmeyen mel'un ve merdut şeytan, cehenne­min dibinde esir dursun, diyor.[4]

 

5- Sonra onu aşağıların aşağısına attık.

Fakat insan değerini bilmezse, değerli madeninin farkından ol­mazsa, o değerli altunu çirkefe düşürecek olursa, o zaman değerini yi­tirir.

Allah(c.c), bu değer kaybetmeyi kendisinin yapmadığını, Kur'ân-ı ,Kerim'de bir kaç ayetinde bildiriyor. İnsan kendi kendini indiriyor. Ayet-i Kerime de; "...Yaptıkları kötülükler sebebiyle kalplerine küf bağladı." diyor Allah (c.c).[5]

Yani "berrak bir gönüle sahip iken, ergenlik çağma kadar gelen insan, bu çağdan sonra Allah'ın emirlerini tutmaz, yasaklarına riayet et­mezse, yaptığrher kötü hareketten gönül aynasına bir sinek pisliği ka­dar siyah nokta konmaya başlar. Bir günah, iki günah, üç günah, beş günah derken, kalp aynası, gönül aynası kirleniveriyor. O zaman herşeyi karanlık görmeye başlayıveriyor. O zaman madde perest oluyor, materyalist oluyor.

Bu durumda Önüne konan bir sofradaki etin salih (a.s)'ın devesinin eti midir? yoksa deccalin eşeğinin eti midir? Bunu ayırma tarafına git­miyor. Ancak vücuduna zarar verir mi vermez mi? Ona dikkat ediyor.[6]

 

6- Ancak iman edip, ameli salih işleyenler müstesna. Onlar için kesintisiz mükafat vardır.

Amel-i Salih kısaca; Kur'ân'a göre yaşamaktır. Şehirlerin kuruluşu dahi amel-i şalinin içerisine girer. Bakınız, Fatih Camiine en az 30 ka­dar yol çıkar. İşte bu bir amel-i salihtir. İslami anlayışla yapılmış bir şehir planında, bütün yollar şehrin merkezindeki camiye çıkar. Ama şimdi, filan yerdeki meydana çıkıyor. Meydanda ne var? Hiç. Amel-i salih yapılacak olursa kesintisiz mükafat vardır.[7]

 

7- Bundan (bu delillerden) sonra, hangi şey sana dini yalan saydırtti?

8- Allah, hakimlerin en güzel hakimi değil mi?

İnsan fiziki yapısına bakıyor, vücudundaki yapısına bakıyor, kan damarlarına bakıyor, canına bakıyor, gözlerine, kulaklarına, diline eline bakıyor. Bütün bunları yaratan birisi var. İşte bu kadar güzellikleri gör­dükleri halde, hangi şey insanı dini yalanlamaya götürür ki?

Yani yeryüzünde hiçbir şey insanı yalanlamaya götürmez. Ancak şeytan, nefis ve şeytanın oyuncağı olan şeytanlaşmış insanlar müs­tesna. Yoksa taş, toprak, yıldız, deniz, çiçek, böcek vs. insanı Allah'a götürür.                                                                                

En güzel hükmedenin Allah (c.c) olduğunu, Tabiatın her zerresinde görüyoruz.[8]



[1] Fussilet 53.

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/309.

[3] Bak taheri tefsiri.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/310-313.

[5] Mutaffifin 14.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/313-314.

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/314.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/314.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///