Mekke devrinde nazil
olmuş, sekiz ayettir. Bizi bütün dertlerden, sıkıntılardan, bunalımlardan,
rahatsız olduğumuz her türlü haberden, bu haberleri meydana getiren etkili ve
yetkili insanlardan kurtaracak olan Allah(cc)'ın, bizi kurtarmak için gönderdiği, kitabı da "Hablullahi'l-Metin" diye isimlendirdiği Kur'ân-ı Kerim'dir.
însan üzerine birçok
kitaplar okumuşsunuzdur, dinlemişsinizdir. İnsanı yorumlamak en zor iştir.
İnsanın tarifi de en zor iştir. Çünkü yaratılmışların en kompleks, en girift,
en karmaşık yaratığı insandır. Aslında o kadar karmaşık ve o kadar girift
değildir. Ama çok özel donanımlı olduğundan ve de donanımı çok güzel olduğundan
dolayı, insan üzerindeki araştırma kıyamete kadar devam edecektir. Yani insan
kendini keşfetmeye devam edecektir.
Allah (c.c);
"yakında biz onlara ayetlerimizi âfakta ve enfüste göstereceğiz." diyor.[1] Yani
insanın dış dünyasında da Allah'ın ayetlerini göreceğiz, iç dünyasında da
göreceğiz. Herkes bir gün Allah'ı bulmak mecburiyetindedir. Çünkü ilmin vardığı
son noktanın arkasında, insan hayalinin kavrayamadığı, ulaşamadığı, tarifini
yapamadığı bir güç bir otorite, bir bilgi vardır. Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerim'inde insanı da bize tarif ediveriyor.[2]
1- Andolsun incire ve zeytine,
2- Sina
dağına,
3- Şu
güvenli belde (Mekke) ye ki,
4- Biz
insanı en güze! kıvamda yarattık.
Dört şey üzerine yemin
ediliyor. Bu yeminlerden sonra, asıl anlatılmak istenen, "insanın en
güzel kıvamda yaratıldığıdır." O güzel şeklinin de iman ve amel-i salih ile devam edeceği -ki, surenin asıl konusu da budur-
bildiriliyor.
Bu asıl konudan önce
Allah (c.c) buna dikkatimizi çekmek için Tin'e(incir), Zeytun'a,
Sina Dağı'na, Emin Beldeye yemin ediyor. Sahabe devrindeki ilk
müfessirlerimizden başlayarak bütün müfessirler "Tın" ve "Zeytun"u bize tarif ederken;
1- Lafzın delalet ettiği manayı alıyorlar ve
"gerçekten burada incir'e ve Zeytun'a yemin
edilmiştir" diyorlar. Bu iki maddenin bir çok faydalarını sayıyorlar. ,
2- İncir ve
Zeytin ağacının bittiği yerlere yemin olsun ki! Yani "Şam diyarına ve
Filistin diyarına yemin olsun ki! Tur-i Sina'ya yemin olsun ki, O emin beldeye
yani Mekke'ye yemin olsun ki" diye mana vermişlerdir. Müfessirlerimizin
çoğunun kanaati bu doğrultudadır. Çünkü
"onların delilleri; Allah son ikisini yer -olarak belirtmiş. Tur-i
Sina; Hz. Musa (a.s)'a vahyin geldiği, o günün
insanlarını aydınlatan, "ilahi kelamın" gelmeye başladığı bir
dağdır. Allah (c.c) bu dağa yemin ediyor.
"Sinin"
kelimesi, bereketli, bitek güzel yer manasına gelir. "Tur-i sinin";
bitek güzel dağ demektir.[3]
Ağaçlı dağa yemin eden Rabbime iman eden bizler, ağaçsız dağları da
ağaçlandırmalıyız.
"Belde-i
Emin" diye yemin edilen yer ki, Hz. İbrahim
(a.s)'ın vahyinin geldiği, oğlu İsmail'in doğup
büyüdüğü ve Kabe-i Muazzama'nın yapıldığı ve İbrahim
(a.s)'ın duasıyla Belde-i Emin haline geldiği,
Mekke-i Mükerreme'ye yemin ettiğinden dolayı
Müfessirlerimiz, son ikisinin yer olması nedeniyle, Tin ve Zeytun'u
da bu ağaçların bittiği yerler olarak ifade etmişler. Yani Özetle bu; "o
peygamberler yatağına yemin olsun ki!" şeklinde ifade edilebilir.
Coğrafyanın insanlar
üzerine etkisi, ayette doğrudan delalet etmese bile işaret edilmektedir.
Günümüzde bir kısım tarihçilerimiz, kahramanlarımızı tarif ederken;
kahramanları meydana getiren çevre midir? Yoksa kahramanlar mı çevreyi
etkilemektedir? Tartışmasını yaparlar. Bu konuda tarihçiler ikiye
ayrılmaktadır. Her iki görüşü savunan tarihçiler vardır. Biz ikisinin de
olduğuna inanmaktayız.
Peygamberlik konusu
ayrı bir iştir. O Allah'ın kulları arasından seçtiği insanlardır. Onlar
Rabbimin eğitim ve terbiyesinden geçmiş, Rabbimin yönlendirmesiyle hareket eden
insanlardır. Ama onların dışındaki kahramanlarımız, şairlerimiz, yazarlarımız
ve bulunduğu branşda fevkalade başarı gösteren
insanlarımızın çevre etkisinden uzak kalmaları mümkün değildir. Aynı zamanda o
insanlarımızın çevrelerini etkilememesi de mümkün değildir.
Bu yeminlerden sonra
Allah (c.c) asıl konuya dikkatimizi çekiyor. O da insanın en güzel kıvamda
yaratılması olayı. Yemin edilen bu dört yerde de peygamberler gelmiştir. Bu
peygamberler de insanların gönüllerini aydınlatmışlardır.
İnsanlar son günlerde
güvenlik, can emniyeti, mal emniyeti konusunda uzun uzun
konuşmaya, düşünmeye, yazmaya, çizmeye başladılar. Çünkü imansızlık arttıkça,
insanların can ve mal emniyeti de yok olmaya doğru gidiyor. Teknoloji
ilerliyor. Fevkalade vasıtalara biniyorsunuz, güzel evlerde oturuyorsunuz.
Teknik sahada çok büyük gelişmeler var ama mal ve can emniyetinizden endişe
ediyorsunuz. Bu teknolojiyi yapanlar, beraberinde teknolojinin konusuna uygun
imansızlık pislikliğini de beraberinde getiriyorlar.
Onun için o araçları koruyacak kilit ve alarm sistemlerini de yapıyorlar.
Neden?
Bunları üretenler şunu
çok iyi biliyorlar. Bizim koyduğumuz bu kanun ve kurallar, her gün ve gecede
ürettiğimiz teknoloji kadar hırsız insan da üretecektir. Ahiret
inancı olmayan insan kısa yoldan ve çalış-' madan
köşeyi dönmek isteyecektir.
Batı
üniversitelerinden mezun olmuş materyalist insanlar, kadın ticareti
yapıyorlar. Canlı insanın böbreğini söküp satıyorlar. Çatal kaşık ve bıçakla,
çağdaş metotlarla insan eti yiyorlar.
Bu sebebten
dolayı güvenlik konusuna da çok önem vermiş benim dinim. İbrahim(a.s), Mekke'ye
Hacer validemizle İsmail(a.s)'ı yerleştirdiğinde;
"Ya Rabbi! Şu beldeyi emniyetli kıl." diye
dua ediyor.
Allah(c.c)
İbrahim(a.s)'ın dilinden bize şu mesajı veriyor.
İnsanların ihtiyacı iman ve "emniyettir. Zaten "Emniyet"
kelimesi ile iman kelimesi aynı kökten gelmektedir. İman, cehennemdeki ateşe
karşı insanı korur. Aynı zamanda bu dünyadaki pisliklerden de bizi korur.
"Takvîm",' kıvam
kelimesinden gelmektedir. Bu
kelimeyi Türkçemizde de kullanırız. Anadolu da
analarımız hamuru yoğurur, ma-. yalar, olmasını bekler. Olmanın bir kıvamı
vardır ve analarımız bunu bilir. O kıvamı geçmişse yine ekmek iyi olmaz, o
kıvama gelmemişse de iyi olmaz.
Ressam da boyalarını
karıştırır ve belirli bir kıvama getirir o zaman boyasını tuvalinin üzerine
sürer. Her şeyin bir kıvamı vardır. Kıvam; tam olmasını istediğimiz şeyin adıdır.
İşte Allah (c.c) yaratılmışlar içerisinde insanoğlunu en güzel kıvamda
yaratmıştır. Bu kıvamı fiziki olarak kabul ederseniz; Allah insanı fiziki
olarak en güzel şekilde yaratmıştır. Kıvamı kabiliyet olarak kabul ederseniz;
Allah insanı bütün yaratılmışların içerisinde en kabiliyetli yaratmıştır.
Eğer elinizde olsaydı,
gözlerinizi yerinden çıkarıp vücudunuzun neresine koyarsanız daha iyi görürdü
ve daha güzel olurdu? düşünün.!!!
Allah'ın bu ayet-i
kerimesi Hz. Ali'yi coşturuyor. Hz.
Ali (r.a) insanı tarif ederken şöyle diyor;
"Devan
kendindedir, ilacın kendindedir, hastalığın da kendindedir. Sen kendini küçücük
bir şey zannedersin ama bütün bir kainat sen de toplanmıştır."
Tabiattaki bütün
elementler insanoğlunda mevcut imiş. Hz. Ali (r.a) böyle
derken, Şeyh Galib de şöyle demiştir;
Hoşça bak zatına sen
zübde-i alemsin sen.
Merdumi dîde-i olan ademsin sen.
Yani şu alemin bir
özü, bir özeti, kaymağa hulasasısın. Kainatın gözbebeği olan ademsin sen. Seyyid Nesimi'de;
-Div-i
lain ki "Ahseni
takvimi" bilmedi
-Merdııd,
var "esfele safilin"de
dur esir. Yani En güzel kıvamda yaratılan insanın kıymetini bilmeyen mel'un ve merdut şeytan, cehennemin
dibinde esir dursun, diyor.[4]
5- Sonra onu
aşağıların aşağısına attık.
Fakat insan değerini
bilmezse, değerli madeninin farkından olmazsa, o değerli altunu
çirkefe düşürecek olursa, o zaman değerini yitirir.
Allah(c.c), bu değer
kaybetmeyi kendisinin yapmadığını, Kur'ân-ı ,Kerim'de
bir kaç ayetinde bildiriyor. İnsan kendi kendini indiriyor. Ayet-i Kerime de;
"...Yaptıkları kötülükler sebebiyle kalplerine küf bağladı." diyor
Allah (c.c).[5]
Yani "berrak bir gönüle sahip iken, ergenlik çağma kadar gelen insan, bu
çağdan sonra Allah'ın emirlerini tutmaz, yasaklarına riayet etmezse, yaptığrher kötü hareketten gönül aynasına bir sinek pisliği
kadar siyah nokta konmaya başlar. Bir günah, iki günah, üç günah, beş günah
derken, kalp aynası, gönül aynası kirleniveriyor. O zaman herşeyi
karanlık görmeye başlayıveriyor. O zaman madde perest
oluyor, materyalist oluyor.
Bu durumda Önüne konan
bir sofradaki etin salih (a.s)'ın
devesinin eti midir? yoksa deccalin eşeğinin eti
midir? Bunu ayırma tarafına gitmiyor. Ancak vücuduna
zarar verir mi vermez mi? Ona dikkat ediyor.[6]
6- Ancak
iman edip, ameli salih işleyenler müstesna. Onlar için
kesintisiz mükafat vardır.
Amel-i Salih kısaca; Kur'ân'a göre yaşamaktır. Şehirlerin kuruluşu dahi amel-i
şalinin içerisine girer. Bakınız, Fatih Camiine en az 30 kadar yol çıkar. İşte
bu bir amel-i salihtir. İslami
anlayışla yapılmış bir şehir planında, bütün yollar şehrin merkezindeki camiye
çıkar. Ama şimdi, filan yerdeki meydana çıkıyor. Meydanda ne var? Hiç. Amel-i salih yapılacak olursa kesintisiz mükafat vardır.[7]
7- Bundan
(bu delillerden) sonra, hangi şey sana dini yalan saydırtti?
8- Allah, hakimlerin
en güzel hakimi değil mi?
İnsan fiziki yapısına
bakıyor, vücudundaki yapısına bakıyor, kan damarlarına bakıyor, canına bakıyor,
gözlerine, kulaklarına, diline eline bakıyor. Bütün bunları yaratan birisi var.
İşte bu kadar güzellikleri gördükleri halde, hangi şey insanı dini yalanlamaya
götürür ki?
Yani yeryüzünde hiçbir
şey insanı yalanlamaya götürmez. Ancak şeytan, nefis ve şeytanın oyuncağı olan
şeytanlaşmış insanlar müstesna. Yoksa taş, toprak, yıldız, deniz, çiçek, böcek
vs. insanı Allah'a götürür.
En güzel hükmedenin
Allah (c.c) olduğunu, Tabiatın her zerresinde görüyoruz.[8]
[1] Fussilet
53.
[2] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/309.
[3] Bak taheri
tefsiri.
[4] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/310-313.
[5] Mutaffifin
14.
[6] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/313-314.
[7] Mahmut Toptaş,
Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş
Yayınları: 8/314.