Tekvir, Arabın
dilinde: sarığın sarılmasına denir. Bu surenin birin ayet-r kerimesinde
"Küvvirat" kelimesi geçtiğinden dolayı Tekvir Sûresi"
denilmiştir. Mekke'de nazil olmuş, yirmidokuz ayettir.
Allah (c.c), her canın
ahirete gittiğini, her doğanın öldüğünü, her t tenin solduğunu her gün bizim
gözlerimizin önüne seriveriyc İnsanların doğup-öldüğünü görüyoruz da acaba
güneş de bir gün öl mü? Yıldızlar bir gün dökülür mü? Bütün dağlar yerinden
oynar mı? I denizler bir gün kaynar mı?
Bütün bunların
neticesinin ne olacağını, bunların da ecelinin gelec ğini, Allah (c.c) bu
suresinde en çarpıcı ifadelerle bize anlatıvermiştir.[1]
1- Güneş dürüldüğünde,
2- Yıldızlar
söndüğünde,
3- Dağlar
yürütüldüğünde!,
4- Değerli
Mallar (gebe develer) bırakiliverdiğinde!,
5- Vahşiler
toplandığında!,
6- Denizler
ateşlendiğinde!,
7- Nefisler
çiftleştiğinde!,
8- Diri diri
toprağa gömülen kıza sorulduğunda!,
9- Hangi
günahdan öldürüldü? diye,
10- Sahifeler
açıldığında!,
11- Gökyüzü
yüzüldüğünde!,
12- Cehennem
alcvlendirildiğinde!, 13-Cennet yaklaştırıldığında!,
13-Cennet
yaklaştırıldığında!,
14- Kişi
kendisi için önceden ne hazırladığını bilecek.
Dikkatimizin çekildiği
şeyler her gün gördüğümüz şeylerdir. Allah (c.c)'Mekke'de nazil olan bu
sûrelerde, genelde her sabah, her akşam, her gece ve gündüzde gördüğümüz,
elimizi değemediğimiz fakat hayretler içerisinde kaldığımız gökyüzüne
dikkatlerimizi çekiyor, gözlerimizi daha fazla çevirmemizi sağlıyor.
Her okulun bir eğitim
salonu veya bir eğitim sınıfı vardır ve orada dersler verilir. Sınıflarda
dersleri vermek için yazı tahtası, tebeşirler vardır, orada öğretmen yazar,
çizer bir şeyler gösterir.
Allah (c.c) de insanları
eğitirken, sınıf olarak dünyayı kullanmış, dünya bizim sınıfımız. Topyekün beş
milyar insan aynı sınıfta ders yapıyoruz. Yazı tahtalarımız gördüğümüz şeyler
olan, güneş, yıldızlar, denizler, çiçekler, böcekler, taşlar ve kuşlardır.
Bütün bunlara dikkatimizi
çekiyor Allah (c.c). Bunlardan bir kısmının doğup-öldüğünü görüyoruz,. İnsanın
doğup öldüğünü, hayvanm doğup öldüğünü görüyoruz. Çiçeklerin açtığını ve
solduğunu görüyoruz. Ama dağların öldüğünü falan görmüyoruz; dağların üzerinde
ağaçların doğduğunu-büyüdüğünü, solduğunu görüyoruz. Bahar mevsiminde açtığını,
güz mevsiminde yaprak dökümü yaptığını, danelerinin toprağa düşüp öldüğünü ve
üzerine yapraklarla kefenler sardığını, üzerini kar gibi kefenlerle örttüğünü
ama bir bahar mevsiminde yeniden dirildiğini gözlerimizle görüyoruz.
Bunlar bize, ahiretin
mutlaka geleceğini, Allah'ın .söylediklerinin mutlaka olacağını gösteriyor.
Yani bu dünyada iken bize mahşerin nasıl olacağını Rabbimiz tabiattan örnekler
vermek suretiyle gösteriyor. Değil bir ağacın ölmesi, değil bir çiçeğin
solması, değil bir böceğin ölmesi, bunlara hayat bahşeden güneş bir gün ölür
diyor, bu ilk ayet-i kerimede.
"Güneş dürülü
verecek" Topyekün dünyamıza ve diğer bütün yıldızlara ışık veren, ısı
veren, yedi renginden binlerce renk tonu oluşturan bu güneş, bir gün o
ışıklarım kendisine toplayıverecek. Kuruyacak, simsiyah hale geliverecek. Ondan
ışık alan ve almayan diğer yıldızlar da dökülüverecek "inkederat"
kelimesinde hem dökülüvermek hem de saçılıvermek anlamı vardır.
Hareket eden bize
hayat bahşeden dağlarda birgün yerinden yürütü-lüverecektir. Dağlar yürütülünce
ne olur? Dünyanın en cimri insanı mah biriktirir, biriktirir, malını hep kasada
dinlenrîirirmiş. Kendisine sorulmuş; "yahu bu parayı niye kasada
tutuyorsun?" denilince, demişki; "bu para çok yoruldu. Dünyanın her
tarafını gezdi, şimdi dinlendiriyorum".
Bütün mal varlığını
kasasında biriktiren cimri bile; bir gün gelir can bedenden gitmeye az kaldığı
zamanlarda, şöyle bir kasasına bakar, kasası ve içindeki parası onun gözünde
değersiz hale geliverir. "Aman, gözüm görmesin, boşuna biriktirmişim. 50
senemi verdim ama benim ölümümü engelliyemiyor, ağrılarımı dindiremiyor."
der.
Allah (c.c) de;
"bir gün gelir insanların en değerli malları gözlerinde değersiz hale
geliverir" diyor.
"işar"
arabın dilinde en değerli hamile develer için kullanılmış. O gün için arabın en
değerli malı, paradan da değerli. Paranın fazla iş . yapmadığı dönemler. Bir
yerden bir yere eşyaları taşımak için kullanılan, bu günün taşıtlarından
tırlar, kamyonlar, tanklar mesabesinde değerli hayvanlar. Tırlardan daha
değerli. Çünkü istediği zaman kesip etini yiyebiliyor, derisinden ayakkabı
yapabiliyor, sırtına elbise yapabiliyor, yününden kumaşlar dokuyabiliyor,
sütünden içebiliyor.
Böylesine değerli,
hayatının bir parçası olan mal da bir gün gelecek, değersiz-hale geliverecek
diyor Allah (c.c). Öyle ya, kişinin binlerce devesi olsa, milyonlarca dolan
olsa, ama oturmakta olduğu ev ayağının altından kaymaya başlayınca, o para ona
ne yapabilecek? "Dağlar yerinden oynayıverdiğinde" tirilyonlarca
dolan olsa o ne yapacak? İstanbul için düşünelim; marmara denizi yanmaya
başlayınca, altındaki toprak kaymaya başlayınca, üzerindeki yıldızlar dökülmeye
başlayınca, Holdinglerin kulelerinde olsalar o para ona ne fayda verebilir ki?
Bunlar ne zaman
olacak? Bunu bilmiyoruz? Allah (c.c) 1400 sene önce bu ayeti indirmiş. Bizim
müslümanlanmızm tamamı 1400 seneden beri bu sureyi okuyarak geliyor. Kesinlikle
inanıyoruz ki, bir gün gelecek, bunlar olacak.
Ama bunlar olmadan da
bizim yıldızımız zaten sönüyor. Bizim güvendiğimiz dağlar elimize geliveriyor.
En değerli mallarımız gözü-müzde değersiz hale dönüşüveriyor.
Yani ölüm döşeğine
yattığımızda, bir kalp hastası olup aniden ölüme hazırlandığımızda, en değerli
mallarımız gözlerimizde değersiz hale geliveriyor. Öyleyse biz, ecelimiz
gelmeden hazırlığımızı yapalım.
Hiçbirimiz nerede
öleceğimizi bilmiyoruz. Öyleyse hazırlıklı olmalıyız. Önce imanımızı sağlam
tutacağız, sonra o imanımızın çiçeği olan amellerimizi yerine getireceğiz.
Abdestli olmaya dikkat edeceğiz. İyi düşünceler içinde olmak için, hep iyi
şeyler düşüneceğiz. Güzellikler içinde ölecek olursak, Allah bizi güzel yerlere
koyacaktır. Allah (c.c); "iyi ve güzel insanlar, güzel yerlere
layıktır." diyor,[2]
"Birbirine yabani
olan birbirine zıt olanlar bir araya getiriliverdiğinde." Tefsirler bunu
şöyle anlatır. Zalimlerle mazlumlar kucak kucağa gelecek, ikisinin de üzerinde
birbaşka güç kendi otoritesini gösteriyor. Dağlar yerinden oynayıverince,
yıldızlar dökülmeye başlayınca, her kes de bir panik ve o panik zalimle mazlumu
bir araya getiriverecek.
Kucak kucağa
gelecekler, birbirlerinden yardım isteyecekler. Ama yardım edecek kimse yok.
Kurt ile kuzu bir araya gelecek. Çünkü kurdun kuzuyu yeme iştahı gitmiştir,
zira ayağının altındaki dağ, kıl taneleri gibi atılmaya başlamıştır. Öyle bir
ortamda kurt kuzudan birşey beklemiyor, herkes can derdine düşüyor.
Zaruri olduğundan
dolayı kurt gibi insanlarla kuzu gibi insanların bir araya gelmesi, onlara bir
sevap kazandırmaz. Çünkü bu bir araya geliş korkudan olmuştu. Dinimiz,
korkmadan bir araya gelmemizi ister.
Yani hayati endişenin
olmadığı bir anda, hiçbir tehlikenin bulunmadığı bir zamanda, kimsenin
zorlamasının olmadığı bir durumda, sadece Allah (c.c) emrettiği için insanlarla
birlikte yaşamaya, insanlara İslâmı öğretmeye, İslâm'ın ihsanı ve adaleti
içerisinde insanlara müthiş bir hayat sürdürmeye gayret göstermemiz gerektiğine
Kur'ân ayetleri işaret etmektedir.
Allah (c.c) diyor ki;
"Denizler alevlendirildiğinde." Atalarımızın güzel sözlerinden biri
de şudur: "Deniz yanar mı? İhtimal." İstanbul'da bir denizin
yandığını İstanbullular gördü. Bir tanker çarpışması neticesinde denizi
günlerce alev aldı. Denizlerin de kaynadığı bir gün gelecek. Nasıl olacak?
Tefsircilerimiz birçok şey söylüyorlar. Ama ayet kesin ifadesiyle denizlerinde
alevleneceğine, kaynayacağına dikkatimizi çekiyor.
Olur mu? diye hatıra
gelebilir. Allah(cc) olur dedikten sonra olur. Bir kere bunu bileceğiz. Ama
tefsircilerimiz bu olayı aklımıza da yaklaştırma, anlatılma ihtiyacı
hissetmişler. Demişler ki; toprağın merkezine doğru gidildikçe bir metrede şu
kadar C° sıcak]ık artmaktadır. Dünyanın merkezinde lavlar kaynamaktadır. Dağlar
yerinden oynatılınca arz kabuğu çatlayınca denizin tabanından lavlar da dışarıya
çıkar ve denizler kaynar. Veya sular aşağı doğru gittiğinde denizler kaynar.
Veya Allah(cc) dünyayı güneşe biraz daha yaklaştırır ve sular ısınır kaynar.
Hem de fokur fokur. Öyle bir gün gelmeden kendimizi hazır tutalım.
"Nefisler
çiftleştiriliverdiğinde "Yani canla beden bir araya geliverdiğinde ölünce
canla beden bir birinden ayrılıyor. Canımız ruhlar alemine gidiyor. Azabı
tatması için. canla bedenin birbiriyle alakası devam ediyor. Nasıl devam eder?
İnsanoğlunun yapmış olduğu birçok elektronik oyunlarında uzaktan kumanda ile
birbirlerini nasıl etkilediğini görüyoruz.
İnsanoğlu kabrinde
yatarken veya kül olmuş havada uçarken veya denizin dibinde yüzerken en küçücük
zerresiyle ruhunun alakasını yine sürdürüyor. Mü'min olarak ölmüşse, cennet bahçelerinden
bir.bahçede gibi hayat sürüyor. Kafir olarak ölmüşse cehennem çukurlarından bir
çukurda o hayatını devam ettiriyor. Mahşer gününde can ve beden bir araya
gelerek mahşer yerine gelecekler.
Dostlar bir araya
geliverdiğinde. Veya aynı düşüncedeki insanlar bir araya geliverdiğinde. Bu
dünyada dikkatli olalım. Ahirctte kiminle birlikte olmak istiyorsak, bu
dünyada onu sevelim ve onunla beraber olalım ve onun yolundan gidelim. Biz
sevgili, peygamberimizi seviyoruz.
Onun gittiği yere
gitmek istiyoruz. O'nun komşusu olmak istiyoruz cennette. Bunun yolu nereden
geçiyor? Bunun yolu O'nun getirdiği Kur1 ân'a uymak, sünnetini aynen hayatımıza
uygulamaktan geçiyor.
"Ben imansızların
yolundan giderim aynı zaman da Peygamberi de severim, O'nun yanında da
olurum." diyorlar. Olmaz!, bu yalan olur.! Çünkü sevmek, sevdiğinin
isteklerini yerine getirmek demektir.
Ahirette mahşer yerine
varıldığında, her şey ayan beyan görüldüğünde, insanlar sağ tarafına bakıyor cenneti
görüyor, sol tarafına bakıyor cehennemi görüyor. Tabiki orada hesap-kitap
yapılıyor. Yaptıklarımızdan hesaba çekiliyoruz.
Allah (c.c)'de şöyle
buyurur: "Sahifeler yayılıverildiğinde." Yani Herkesin amel
defterleri ellerine tutuşturulduğunda. Rabbim başka bir-, ayetinde; ağzımızdan
çıkan her kelimenin kaydedildiğini ifade ediyor. . "Kiramen katibin" melekleri
amellerimizi yazmaktadır.
Öyleyse bizde amel
defterimize kötü şeyler yazdırmayalım, iyi şeyler yazdıralım. Kulaklarımızı,
gözlerimizi günahlarla kirletmemeye dikkat edelim. Kur'ân'ın ve sünnetin
güzelliklerini üzerimizde gösterelim.
Amel defterleri
açılrverdiğinde "kişi kendisine ne hazırladığını bilecek." Hepimiz
nasıl ameller işlediğimizi bilmediğimizi biliyoruz. Cennetlik miyiz?
cehennemlik miyiz? bilemiyoruz. Kimsenin garantisi yok. Yaşayan bir insan,
"ben cennetliğim" diyorsa, yalan söylüyordur. Bir diğeri de;
"ben cehennemliğim" derse o da yalan söyler.
Biz cenneti ümid
ederek, cehenneme düşme korkusunu taşıyarak yaşayacağız. Eskilerin ifadesiyle
"Havf ile Reca" arasında yaşayacağız: Peygamberler ve Peygamberlerin
haber verdiği, müjdelediği insanların dışında kimsenin cennet garantisi
yoktur. Ama şu söylenir. "İmanla bu dünyadan göçmeyi başaran herkes
cennete gidecektir." Bu kesindir. Ama kim imanla gitti? Bunu bilemiyoruz.
Biz imanımızı
en mukaddes varlığımız
olarak koruyacağız,
Paralarımızdan, evimizden, malımızdan ve mülkümüzden daha fazla İki, koruyacağız.
Çünkü ölüm döşeğinde hiçbir malımız bize fayda vermiyor.[3]
15- Hayır,
sinen (gizlenen yıldız) lere yemin olsun!
16- Yuvasına
akıp gidenlere,
17- Gelen
geceye,
18- Nefes
alan sabaha (yemin olsunki).
Sabahın gelişini,
ışıldamasını, hayat bahşetmesini de "teneffüs" kelimesiyle ifade
etmiş. Sanki canlıymış gibi hayal ettiriyor Allah (c.c). Gökyüzünde yıldızların
parlamasını sonra kaybolup gitmesine yemin ediyor. Gece gidiyor, gündüz
geliyor, gündüz gidiyor, gece geliyor, bunları bir getirip götüren var. Bütün
bunlara yemin ettikten sonra Allah (c.c);[4]
19- Şüphesiz
O, değerli bir elçinin (getirdiği) sözüdür.
"Bu çok değerli
bir elçinin getirdiği bir sözdür." Cebrail'in Allah'tan getirdiği bir
sözdür. Burada anlatılmak istenen Kur'ân-ı Kerim'i getirenin Cebrail olduğu ve
çok değerli bir elçi olduğu söyleniyor.[5]
20- Kuvvetli,
arşın sahibi yanında yüksek bir mevki sahibidir.
21- Orada,
itaat olunan ve güveni!en(Bir elçi) dir.
Arş indinde değeri
olan çok güçlü ve kuvvetli. Yani hiçbir güç, gönderilen bu sözleri Kur'anı o
elçinin elinden alıp, ona yeni ayetler ilave ettiremez, içinden ayet de
çalamaz.
Top yekûn cinler,
şeytanlar bir araya gelseler, şeytan gibi insanlar bir araya gelseler,
Cebrail'e etki edemezler. Allah (c.c) kendisine güvenilen böyle bir elçi ile
ayet-i kerimeleri indirdiğini ifade ediyor.
Yemin edilerek anlatılmak
istenen Kur'ân-ı Kerim. Ama Kur'ân-ı Kerim'e gelmeden önce yemin edilen
Yıldızlar var. Nasıl yıldızlar biliyor musunuz? "Efendim teknoloji çok
ileri gitti. İnsanlaT hergün harikalar yaratıyor." diye seviniyoruz,
İnsanların yaptığı nedir? biliyor musunuz? Allah'ın yarattığını anlamaya
çalışmaktır.
Yüzlerce
Rasathanelerde, binlerce ilim adamı, Allah'ın yarattığı yıldızların daha
sayımım yapamamıştır. Yıldız yaratması diye bir şey yok. İnsan oğlunun
teknolojisi, bundan (1998) bin sene sonra da yıldız yaratamayacaktır. Bir
buğday tanesini yoktan yapamayacaktır.
Allah (c.c) bunlara
yemin ettikten sonra, Kur'ân-ı Kerim'i getiren güçlü, kuvvetli bir elçiden yani
Cebrail'den bahsediyor. Bu ayetler bizim dikkatimizi nereye çekiyor biliyor
musunuz?
Günümüzde şöyle
diyenler var. "Kur'ân'a iman ediyorum. Ammaa., Kur'ân-ı Kerim günümüz
şartlarına uygun değil. 1400 sene öncesinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere
indirilmiş ve o gün için fevkalade imiş. Ama
zaman değişti şartlar
değişti, insanların ihtiyaçları
değişti, sorumlulukları değişti."
"Zamanın
değişmesiyle ahkam değişir" diyor bir hukuk profesörü. Kendisine şöyle
dedim: "Tabiattaki kanunlar ne zaman yaratıldı?" "Milyonlarca
sene önce" dedi. "Milyonlarca sene önce yarattığı kanunlarda
Rabbimin eksikliği var mı? Yani Fizikçiler veya kimyacılar veya biyoloji
alimleri; bu çiçek böyle olmamalıydı, bu böcek böyle uçmama-lıydı, bu güneşin
ışınları şöyle açmamalıydı, mor Öyle değilde şöyle olmalıydı gibi, güneşin
rengine, denizin dalgasına, yıldızın yanmasına, çiçeğin açmasına, böceğin
uçmasına müdahale edebiliyorlar mı?
Yani "2000 li
yıllara giriyoruz, bu hava Hz. Adem'in soluduğu hava, bu su Hz. Adem'in içtiği
su, çok geri bir şey, biz çağımıza uygun hava ve içecek gibi şeyler icad
edeceğiz" diyorlar mı? Hayır. Demiyorlar. Yani milyonlarca sene önce
koyduğu tabiat kanunları hala güzelliğini eksiksizliğini koruyor değil
mi?" "Evet koruyor" dedi. "Peki milyonlarca sene önceki
yarattığı milyonlarca kanununda Allah kusur etmemiş de, 1400 sene
öncesindekinde mi kusur etsin?" deyince, kabul etti ve "hocam bunun
yazılması lazım. "dedi. Yani bizim hukukçular çevresine duyurulması lazım
diyor.
Rabbim Kur'ân'ım
anlatacak ya. Kur'ân'ım anlatmadan önce gözlerimizi gökyüzüne çeviriyor,
gözlerimizi yeryüzüne çeviriyor her gün yaşadığımız geceye ve gündüze
çeviriyor, şafağın atışma, güneşin batışına dikkatimizi çekiyor. Bütün bunları
evirip çeviren, bütün bunları bir kanun içerisinde yürüten Allah (c.c) orada
kusur etmezse, Kur'ân'ında mı kusur edecek? Elbette hayır.[6]
22-
Arkadaşınız deli değildir.
Bu Kur'ân'ı getiren
Peygamber, sizin arkadaşınızdır. Onun deli olmadığını siz biliyorsunuz.[7]
23-
Andolsunki, Onu (Cebraili) apaçık bir ufııkda gördü.
24- O gayb
üzerine (Allah'dan gelen ayetleri tebliğde) cimri değildir.
25- O
(Kur'ân), kovulmuş şeytanın sözü değildir.
26-
(Kur'ân'ı bırakıp) nereye gidiyorsunuz?
Peygamberimizin Cebrail'i
gördüğünü ve O gaybdan getirdiği Allah'ın ayetlerinden hiçbir şey eksiltmeden
verdiğim ve şeytan sözünün bu kitaba hiç girmediğim, Allah kelamının güçlü,
kuvvetli ve güvenilen bir elçi, olan Cebrail'le bize geldiğini ifade ettikten
sonra Rabbim; "Nereye gidiyorsunuz?" diyor. Herkes kendi kendine bu
soruyu sorsun.[8]
27- Bu,
alemler için ancak bir öğüttür.
28- Sizden
doğru olmak isteyen için (bir öğüttür)
29- Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe, siz
hiçbirşey dileyemezsiniz.
Herkes S irat-1
Müştekimi istemelidir. Sırat-ı Müştekime gönlünü
açarsa, doğru olmak
isterse, Kur'ân ona fayda verecektir.
Bu Kur'ân doğruluğu
isteyenlere fayda verir. Dünyanın her tarafında hakkı, gerçeği, mutlak doğruyu
arayan insanlar vardır. İşte o insanlara Kur'ân ulaştınlırsa onlar hidayete
ererler gerçeği bulurlar.
Ancak doğruluğu istemeyen,
çıkarlarını eğrilikte görenler, Kur'ana karşı olacaklardır. Ve Kur'ân onlarında
hüsranını artırır. Surenin 28. ayetinde insan iradesiyle doğruluğu istemesinin
gerekliliği vurgulandıktan sonra, 29. ayette, bütün iradelerin ve isteklerin,
Allah'ın isteğine uygun düşmesi gerektiği vurgulanıyor.
Biz bu dünya üzerinde
, değirmen taşının üzerindeki karınca gibiyiz. Dünyanın dönüş yönünü ve şeklini
istesekte değiştirenleyiz. Bir kısım insanlar yağmurun yağmasını ister, bir
kısımda yağmamasını ister. Bunlardan hangisinin isteği Rabbimizin isteğine
uygunsa o gerçekleşir.
Yoksa dünyanın düzeni
bozulur. İnsan istediği herşeyi yapabilseydi, ilk önce üzerinde yaşadığımız
toprağı altın yapmaya çalışırdı. Sonrada yiyecek birşey bulamazdı. Akif güzel
söylemiş; Allaha dayan, saye sarıl, hükmüne ram ol. Yol varsa budur, bilmiyorum
başka çıkar yol.[9]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/179.
[2] Nur 261.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/179-189.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/186.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/186.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/186-188.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/188.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/188-189.