"Hacc" sûresi; 78
âyettir. Müfessirlerin çoğunluğuna göre; bu surenin ayetlerinin çoğunluğu
Medine'de nazil olmuş, bir kısmı da Mekke'de nazil olmuştur. Böyle bir durumda
âyetlerin çoğunluğu nerede nazil olmuşsa, sûre ona göre Mekkî veya Medenî sûre
diye nitelendirilir. Hacc sûresi de üçte ikisi Medine'de nazil olduğu için
"Medenî" diye nitelendirilmiştir.[1]
1- Ey
insanlar,! Rabbinizden sakının, çünkü kıyamet gününün zelzelesi büyük bir
şeydir.
Ayetteki bu "Ey
insanlar" sözü ile Arap, Acem, Türk, Kürd, Laz, Çerkez, Amerika'h, Rusya'h
veya Japonya'lı ayırımı yapmadan hepsine birden hitab ediyor. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'de bir hadisinde; "Ben, bütün insanlara gönderildim. Beyazına da
siyahına da kırmızısına da..." buyurmaktadır.[2] Yine
bir âyette de; "Biz seni bütün insanlara Peygamber olarak gönderdik"
buyruluyor.[3]
Günümüzde, dünyanın
neresinde bir anarşi varsa, kökeninde ilk olarak bilgisizlik yatar, ikincisi de
iman zayıflamasıyla ortaya çıkan ırk unsurudur. Güney Afrikadaki,
Filipinlerdeki.....gibi dünyanın neresinde
bir anarşi ve
huzursuzluk varsa temelinde bu mevcuttur. Bunu, bu unsuru ortadan kaldıran
yegane ilaç İslâm'dır.
Bu çerçeveden bakarsak
İnsanların muhtaç olduğu sözlerden biri de; "Ey insanlar" sözüdür,
Eğer; Ey Türkler! Ey Kürtler! Ey Çerkez ve Lazlar!" şeklinde olsa ayrılığa
sebep olur. Bu ayrılık ta huzursuzluk getirir.
Rabbinizden sakınınız,
Rabbînizden korkunuz. Daha önceki âyetlerde geçtiği gibi; "ittika"
"vekâye" kökünden gelmektedir. Takva, îman'ın en üst mertebesidir.
Kişinin, Kur'ân'ın bir hukuk kitabı olduğuna, bütün hukuk kurallarının
Kur'ân'dan alınması gerektiğine inanması ve devletine karşı olan görevlerini
de yerine getirmesi onun iyi bir Müslüman olduğunun alâmetidir.
Muttaki Müslüman ise;
bunun da ötesinde, Müslüman devletine karşı, görevlerini yerine getirmesinin
ötesinde, devletinin ayakta durması için de gece gündüz çalışan, onun bekası
için gayret göster.
Bilinki; o Kıyâmet'in
zelzelesi çok büyük, çok dehşetli birşeydır. Yani üzerinde durduğunuz,
yaşadığınız, yeşillik ve diğer ni'metlerinden yararlandığınız, bahçeler kurup
evler yaptığınız, sularından içtiğiniz dünya, birgün gelir sarhoşun sallandığı
gibi sallanır, her taraf titrer, yer yerinden oynar, yıldızlar dökülür, güneş
dürülür ve ayağınızın altındaki en değerli evleriniz bahçeleriniz
kaydırılıverir. Bunların birgün sonu gelir. Sonu gelenlerden korkmayın, sonu
gelmeyen Allah (cc)'den korkunuz.[4]
2- O gün
emziren her kadının emzirdiğini unutur, her hamile kadın yükünü bırakırken
görürsün. Onlar sarhoş olmadıkları halde insanları sarhoş görürsün. Ancak
Allah'ın azabı çok şiddetlidir.
İkinci âyette; Allah
(ce), o dehşetli günün dehşetini bir misal ile anlatıyor; "O günde sen
görürsün, çocuğunu kucağına alıp emzirmekte olan kadın, o dehşetli anda
yavrusunu bırakır kendi başının derdine düşer." Âyette ifade edilmek
istenen şey şudur: Yeryüzünde insanoğlunun ençok bağlandığı, kalbî bağ ile
sadâkat gösterdiği şey, annenin süt çağındaki çocuğudur. Annenin çocuğuna
göstermiş olduğu bağlılık ve sadâkatin üstünde başka bağlılık ve sadâkat
yoktur. İşte bu bağlılık ve sadâkat bile o Kıyâmet'in dehşeti anında ayrılığa
dönüşür ve anne yavrusunu terk edip kendi derdine düşer. O Kıyamet gününün
acısı, annenin çocuğuna duyduğu acıdan daha üstündür.
"O Kıyâmet'in
dehşetinden hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde
görürsün. Oysa onlar sarhoş değildir." Günümüzde de bazı kadınlar çok
şiddetli bir korku Veya acıdan dolayı hamileliği sona eriyor. Bu Kıyâmet'in
şiddeti o kadarki, aynı şekilde o günde de gebe olan kadınlar hamlini bırakır.
Kafirlerde ellerindeki imkanların gitmesi, evinin, bahçesinin, işyerinin,
ticaretinin mahvolması, tarumar olması, ve hak ve hakikatin ortaya çıkıp
hüsranda olduğunu anlamasının acısı ile kendisi sarhoş halde olacak ama, o
hakikaten sarhoş değildir.
Fakat Mü'minler böyle
olmayacaktır. Allah (cc) Mü'minlere bir çiçek kokusu verirki, o çiçek kokusu
ile beraber bir mutluluk içinde bayılıp ölecekler, böylelikle de Kıyâmet'in
dehşetini görmeyecekler.
İşte bunlar birer
dehşetli sahnelerdir. "Fakat, Allah'ın azabı daha şiddetlidir." Yani,
dağların insanın üzerine göçmesi, denizlerin ateş alması ki; Tekvîr Sûresi'nde;
"Denizler yangına verildiğinde" diye ifade ediliyor. İşte bunlar
acıklı sahnelerdir ama ahiret azabının yanında cılız kalır.[5]
3-
İnsanlardan bir kısmı ilimsiz olarak Allah hakkında tartışır ve hayırsız her
şeytana uyar.
İnsanlardan bir kısmı,
ilimsiz olarak bilgisizce Allah(cc) hakkında mücadele eder. Allah'a iftira
eder. Varlığını kabul eder fakat sıfatlarından bazısını veya birini kabul
etmez. Varlığını kabul eder, hâkimiyetini veya Onun gönderdiği Peygamberi kabul
etmez. İşte bunları bilgisizce yaparlar. Bu konuda herhangi bir araştırma veya
çalışma yapmamışlardır. İşte bunlar bunu, Allah'ın çizgisinden çıkmış şeytana
tâbi olduklarından dolayı böyle yaparlar. "Merid" şeytanın
sıfatıdır. İsyan eden, karşı koyan, hiç bir hayır bulunmayan anlamındadır. Şeytan
da işe, Rabbine karşı isyan ile başlamıştır.[6]
4- Şeytanın
üzerine: "Kim onu dost edinip uyarsa şüphesiz onu sapıtır ve onu alevli
azaba götürür" yazıldı.
Şeytana tâbi olan hakkında
şöyle bir hüküm verilmiştir: "Kim şeytanı dost ve yönetici, kılavuz edinirse,
muhakkak şeytan onu sapıtır. Ve Allah'ın yakmış olduğu o Cehennem ateşine onu
götürür. Şeytanı kendisine dost edinen, onun vesvesesine uyan, Allah'ın emir ve
yasaklarına tâbi olmayan kişiyi, şeytan sapıtır ve ona yanmış Cehenneme kadar
kılavuzluk yapar. Karga'yı kılavuz edinenin burnu pislikten kurtulmadığı gibi,
şeytanı kılavuz edinenin de varacağı yer cehennemdir.[7]
5- Ey
insanlar eğer öldükten sonra dirilişden şüphede iseniz, şüphesiz biz sizi
topraktan yarattık. Sonra nutfc (meni) den, sonra alaka (rahme yapışan) dan,
sonra yaratılışı belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, sizcfoldükten
sonra sizi tekrar diriltmeye gücümüzün yettiğini) açıklayalım. Belirli bir
süreye kadar dilediğimizi rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi çocuk olarak
çıkarıyoruz. Sonra gücünüze erişmeniz için (büyütüyoruz). Sizden bir kısmı
(erken) Ölür, bir kısmınız bilirken bilmez hale gelmesi için ömrün en reziline
döndürülür. Yeryüzünü ölmüş görürsün. Onun üzerine su indirdiğimizde hemen
harekete geçer, kabarir ve her güzel çiftten bitirir.
Ey insanlar! Eğer
ahirette tekrar diriliş konusunda şüphede iseniz, yani ahiret var mı, yok mu?
diye bir şüphe içinde iseniz, bu insanlar tekrar nasıl diriltilecek? diye şüphe
içinde iseniz, Ahirette olacakların birçoğunu, bir benzerini, Allah bu dünyada
vermekte, bize anlatmaktadır.
"Yakın zamanda
ölenlerin kemiklerini görüyoruz. Ama Bundan bin yıl önce ölmüş veya beş bin yıl
önce ölmüş, kemikleri de kalmamış toprak olmuş kişilerin ise çok azının
kalıntılarına rastlayabiliyoruz. Hemen hemen çoğunluğun hiç izi yok Allah
bunları nasıl diriltecek.?" Sakın ha..!, böyle demeyin.
Eğer böyle diyorsanız
kafir olursunuz. Allah (cc) bizi zaten topraktan yarattı. Hz. Adem (as)'i
topraktan yarattığı gibi, bu topraktan yaratma olayına biz insanlar da
dahiliz. Yani ana rahminden ençok 4-5 kilogram olarak dünyaya gelen insan,
70-80-90-100 K.grama ulaşıncaya kadar, yine topraktan yaratılmış çeşitli
yiyecekleri tüketiyor.
Ayrıca ana rahmindeki
yumurta, baba sulbündeki meni de birer kandır. Ana ile babanın kanı; yediği
gıda maddelerinden, bütün gıda maddeleri de; topraktan, domatesinden, elmasına,
ekmeğinden, makarnasına, şekerinden, sütüne, etinden, yumurtasına varıncaya
kadar her-şey topraktan yaratılmaktadır.
Topraktan yetişen
otları yiyen bir koyunun için de aynı otlar bir taraftan yün, diğer taraftan
et, öbür taraftan süt başka bir yönü ile de gübre olarak dışarı çıkıyor.
Dünyanın en pahalı
fabrikasını kursalar bu işlemleri yapan süt üreten bir aleti yapmaları çok
zordur. Yapsalar bile, nebatî yağlardan elde edilen margarinler gibi sun'i süt
elde ederler. .O da halis tere yağının yanında margarin yağı nasılsa, saf halis
süt yanında öyle olur.
Moda olduğu için ilk
çıktığında belki pahalı olabilir. Nayîon'dan yapılan sentetik gömlekler ilk
çıktığında aynı şekilde hayli pahalıydı ve ancak zenginler alabiliyordu. Ama
bugün kimsenin itibar ettiği yok.
"Ahirete
inanıyorsanız sizi topraktan yarattık. Bu dünyada yukarıda izah edildiği gibi
siz bunu görüyorsunuz. Sonra sizi meni'den yarattık, sonra o meni'yi ana
rahmindeki yumurta ile döllendirdikten sonra rahim duvarına yapışan
"alaka"dan, o alaka denilen kan pıhtısını da et parçası gibi olan
"muzga"dan ki tamamen kan değil, kemik te yok, et parçası halinde
olan muzga'dan tamamen şekillenmiş veya çocuk haline dönüşemeden
şekillenemeden düşmüş olarak."
Bu âyetle Allah (cc),
insanın baba sulbünden başlayan, ana rahminden geçen merhaleyi gözler önüne
seriyor ve bu sûrede geçen dönem ve değişiklikleri izah ediyor. Ahireti inkâr
edenlere, ölümden sonra dirilmeyi inkâr edenlere, "Siz şöyle bir kendi
yaratılışınıza bakınız. Sizi topraktan meni haline, baba sulbünde daha sonra
gözle zor gözüken o meni'nin spermleri ki ana rahminde yumurta ile döllendirip
alak'a, alak'a halinden et parçası denilen muzga, sonra bu muzga'ya kemik te
vermek suretiyle şekillenmiş bir biçimde, şekillenmiş bir durumda sizi
annelerinizin karnından belirli bir vakite kadar durduktan sonra çocuk olarak
çıkarıyoruz. İşte bu halinize baksanız ahirete iman edeceksiniz," buyurarak
kudretini açıklıyor.
İşte dilediklerimizi
biz böylece rahimlerde karar kıldırırız. Bazıları kaderi ve haşr'i (yeniden
dirilmeyi) inkâr edenler şöyle bir misal veriyorlar: Diyelimki; bir adam
denizde boğulsa, onu da balina yese, daha sonra da bu balinayı (balıkları)
tutup fabrikada konserve yapsalar, konserve yense, bu konserveyi de
Japonya'daki adamdan, Amerika'daki adama, Afrika'daki adamdan, Rusya'daki adama
varıncaya kadar çeşitli millet ve dine mensub insanlar yese, Allah bu adamı
nasıl toplar da tekrar diriltir? şeklinde...
Aslında bu biraz
düşünülürse cevabı da soru içinde; zira soru insanın dağılışını anlatıyor. Ama
onun toplanması da dağılması gibi değil mi? Konya'dan gelen buğday, Erzurum'dan
gelen peynir, Gemlik'ten gelen zeytin, Adapazarı'ndan gelen şekerle Afrika'dan
gelen lodos rüzgarı, Kafkaslar'dan gelen poyraz ile insan 3-5 kilodan 70-80-90
K.grama ulaşıyor. Hiç yoktan bu hale gelen, tekrar niye bir daha meydana
gelmesin?
Dilediklerimizi
rahimlerde belirli bir zamana kadar karar kıldırır yerleştiririz. Alimlerimize
göre; (bu beklemenin) en azı 6 aydır, yıl'dır. Normal olanı da 9 ay 10 gündür.
Sonrası, sizi çocuk
olarak çıkarır. Sizi bedenen ve zihnen, aklen kuvvetli olacağınız vakte
eriştirir. Sonra Allah (cc) sizden bir kısmınızı öldürür bir kısmınızı da en
son ömrüne kadar uzatır.
Ezeli hayat denilen,
hayatın en düşkün bir zamanına kadar yaşatır, bilirken bilmez hale getirmek,
tutarken tutamaz hale getirmek, görürken, duyarken, duyamaz, göremez hale
getirmek için...
Kısacası insanı çocuk
iken öldüren, genç iken öldüren, ihtiyarken öldüren, kimisine kısa ömür,
kimisine de uzun ömür veren O'dur. Bazı insanlar bedenî kuvvetini kaybettiği
halde aklî kuvvetini kaybetmiyor, ama genelde çoğunluğu bu aklî kuvvetini de
bedenî kuvveti ile kaybediyor.
Âyeti kerime, bedenine
hâkim olduğunu iddia eden inkarcıya; madem bedenine-kendine hâkimsin, gençlik
halini kaybettirme, saçını ağarttırma, aklını yerinde tut, tutabilirsen,
demeli...... Belki gençler için
bunlar pek birşey
ifade etmez ama onların da yaşlı babalarına dedelerine bakması gerekir. Bu
memlekette öyle insanlar geldi geçtiki, kâfirlik için yapılması gereken herşeyi
yaptılar. Ama birgün oldu elleri ayakları tutmaz oldu. Akıllan çalışmaz hale
geldi.
İstiklâl Mahkemesi
cellatlarından birini anlattılar; Zamanında binlerce Müslüman'a eziyet
ettirmiş, onları inim inim inletmiş. Allah (cc) onun aklını alınca;
"altındaki pisliğini yiyordu" derler. İşte O Allah; insanı bildiğini
bilmez hale getirir. Hareket eden vücudunu hareket etmez hale getirir. Bu,
kâfirlerde olduğu gibi Mü'minler'de de görülebilir. Mü'min için bu, Sevabının
çok olması ve bazı küçük günahlarının af edilmesi için bir rahmettir. Kâfire de
bunun tam tersi, hem bu dünyada azabının artması, hem de ahirette günahının çok
olması içindir.
"Ve sen,
yeryüzünün, kupkuru çorak haline geldiğini görürsün." Yeryüzü sonbaharın
gelmesiyle kupkuru hale gelir. Otlar solar, ağaçların yapraklan dökülür,
göçmen kuşlar da gider. İşte inanmayan insan, yeryüzünün tekrar eski haline
gelemiyeceğini zanneder veya bu eski durumuna gelmesinin çok zor olacağını
sanır....
"Biz, o yeryüzüne
suyu indirdiğimizde, o kıpırdanır ve her çeşit nebatat oradan biter." En
güzel parlaklığıyla işte bu yeniden dirilmenin bu dünyadaki örneğidir.
Allah(cc), bu dünyada
Ölmüş topraklara yağmurla hayat verdiği, toprağa düşmüş çekirdekleri yeşerttiği
gibi, insan oğlunu da toprağa düşdükten sonra ahirette tekrar diriltecektir.[8]
6- İşte bu
(meniden insanın yaratılışı, ölü toprağın diriltilişi) Allah'ın hak olmasından,
ölüleri diriltmesinden ve herşeye gücünün yetmesindendir.
Hakk olan Allah'dır. Doğru
söz Allah'a aittir. Allah(cc); "Ahiret vardır" diyorsa doğru olan
odur. O Allah, ölüleri diriltir ve O herşeye gücü yetendir.[9]
7- Kıyamet
muhakkak gelecektir ve onda hiç şüphe yoktur. Allah muhakkak kabirdeküeri
diriltir.
Kabirlerde olandan maksat,
"ölen her canlı" anlamındadır. "Denizde boğularak ölen veya
yanarak Ölen adamın kabri yoktur, Onlar d iri İmi ye çektir" gibi bir
yanlış anlama sözkonusu olabilir. Bu yanlıştır. Her canlı nerede ölürse ölsün
nasıl ölürse ölsün mutlaka kabir hayatı dediğimiz "Berzah hayatını"
yaşayacak, kabri "Ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem
çukurlarından bir çukur" olacaktır.
Ayrıca boğulsa da, yansa da
yırtıcı hayvan parçalasa veya yatağında ölse, bunların hepsi Allah'ın mülkü
olduğundan Allah'ın mülkünden çıkıp gitmesi de mümkün olmadığından dolayı
kabir hayatı ve ondan sonra dirilme mutlak surette vardır.[10]
8-
İnsanlardan bir kısmı ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan
Allah hakkında tartışır.
İnsanlardan bir kısmı;
bilgisizce veyahut ellerinde dayandıkları hiç bir delil olmamaksızm, hiç bir
kitabı (vahiy) olmamaksızın Allah hakkında mücadele ederler. Sadece
"Allah'a inanmam" demekle yetinirler.
İmansızlar bu dünyanın
en akılsız kişileridir. Sultanahmet meydanının delileri bunlardan bin kat daha
iyidir. Yarın Kıyâmet'te onlar (deliler) ilahî emir ve yasaklarla mükellef
olmadıkları için kurtulacak ama kâfirler asla kurtulamayacaktır.[11]
9- Allah
yolundan sapıtmak için yan çizerek (tartışır). Onun için dünyada rüsvaylık
vardır, kıyamet gününde de ona yangın azabını tattırırız.
Allah'ın yolundan insanları
sapıtmak için İslâm'dan yan çizerler ve Müslümanlara karşı kibir ve azamet
içinde olurlar. Allah'ın ve Peygamberin anlatıldığı bir toplumda cemiyette
burunlarını yukarı kaldırır ve o halkaya, derse katılmamayı tavsiye ederler.
Onlar için bu dünyada
rezil olma, rüsvay olma vardır. Bu dünyada Firavun, Nemrut, Ebu Cehil gibi
insanların rezil olması görüldü. Yine günümüzdeki büyük kâfirler için de aynı
şekilde rezil olma zillete düşme görülmektedir.
"Ve Kıyamet
gününde en yakıcı azabı ona tattıracağız." Yıllarca Afganistan'da
Mü'minlere zulm eden Gorbaçov'un bugün oturacak yeri yok. Allah(cc), bu dünyada
iken insanları Allah'ın yolundan alıkoyanları rezil ve rüsvay ediyor. Ahirette
de büyük bir azâb ile azâblandıracak.[12]
10- İşte bu,
senin ellerinle yaptıkların sebebiyledir. Allah kullarına zulmedici değildir.
9. âyette Allah (cc),
insanları Allah yolundan alıkoyanları bu dünyada rezil ve rüsvay edeceğini
ahirette de acıklı bir azâbla azâblandıracağını belirtiyor. Buna göre
Allah(cc), hâşâ ve kellâ zalim midir? Hayır. 10. âyet ile de bu konuya açıklık
getiriyor.
"Allah(cc)
kullarına kesinlikle zulmetmez. Bu senin başına gelenler kendi ellerinle
yaptıklarından dolayıdır." Yani sen kendi elinle yaptığının karşılığını
buluyorsun. Yunus'un da şiirlerinde bu âyetin ifade etmek istediği husus;
"Kişi kendi
ateşini bu dünyadan götürür" şeklindedir.
Nisa sûresinde (ayet
10) "Yetim malını yiyenler karınlarına ateş doldururlar." buyruluyor.
Yani kişi yetimin malını bu dünyada yiyorsa, o ahiretteki ateşini yiyor
demektir. Böylece kişi ateşini bu dünyadan götürür.
İyilik yaparken en
güzel iyiliği yapmalı, birşeyi sadaka olarak verirken de en güzelini
vermelidir. Ali îmran (ayet 92) sûresinde ifade edildiği gibi "En
sevdiğiniz şeyleri infak etmedikçe, dağıtmadıkça takvaya erişemezsiniz"
buyuruyor.[13]
11-
insanlardan bir kısmı da bir tarafından (çıkarı olduğu şeylerde) Allah'a
ibadet eder. Eğer ona bir hayır isabet ederse rahatlar, eğer ona bir fitne
isabet ederse yüzü üzerine dönüverir. O dünyayıda, ahiretide kaybetmiştir. İşte
apaçık zararda budur.
Ayet 1400 yıl önce nazil
oldu ama sanki günümüzdeki insanı da tarif etmektedir. Dine girmek bir menfaat
temin edecekse dine giriyor, dini cemaatlerin içinde bulunuyor. Derken hür
maddî zarar gördüğü zaman da yan çiziyor. Siyasi partilerin hangisi iktidarda
ise onunla haşir neşir olur. O iktidardan indiği zamanda öbürünün yanına
yaklaşır o'ndan menfaatlenmeye başlar. Merhum Mehmet Akif Ersoy, "Ben eskiden
iki yüzlüleri sevmezdim, artık iki yüzlüleri sevmeye başladım, demiş. Sebebini
sorduklarında, "Eskilerin iki yüzü vardı, şimdikilerin ise iki bin tane
yüzü var" cevabını verir.
Bu âyet, dine kalbî
bir inançla değil de kendisine dünyevî bir fayda sağlayacağı ümidi ile
bağlananları kınamakta O, dünyada da, ahirette de ziyana uğramıştır. İşte bu,
apaçık ziyanın ta kendisidir.
Nitekim tefsirlerde
nakledildiğine göre bu âyet, bir kısım bedeviler hakkında nazil olmuştur ki,
bunlar Medine'ye hicret etmişlerdi, içlerinden biri; bedeni sıhhatli, atları
da güzel iken ve karısı sağlıklı çocuklar doğurunca malı mülkü arttığı zaman;
"Ne iyi ettim şu dine girmekle" der sevinirmiş. Durumu tersine dönüp
bir ziyana uğradığında da; "Başıma bir yığın kötülük geldi" dermiş.
Bugüne kadar
tecrübelerimin bana verdiği şey şudur: Öyle arkadaşlarım olmuştur ki ömr-ü
hayatının hiç bir devresinde taviz vermemiştir. Hak bildiği şey için sonuna
kadar mücadelesini vermiştir. Buna karşılık da her yerde itibar görmüş, dostu
tarafından sevilmiş düşmanı da takdir etmiştir.
Bir ilçe de;
müftümüze, kaymakam: "Bak..! ben kominist bir kaymakamım, sen de iyi bir
müftüsün; sen benim bu makamdan uzaklaştırılmam için çalış, ben de senin
sürülmen için çalışacağım. Bir şehirde iki tane horoz olmaz" der. Ama
müftü, bir güneş gibi etrafını aydınlatır.
Kaza'da mahkemeler
durur, kız kaçıran müftüye, adam yaralayan müftüye, miras anlaşmazlığı olan
müftüye müracaat eder. Sonunda kaymakamın dediği olur ve müftüyü oradaki
görevinden alırlar. Ama çalışkan olan Müslüman, nereye giderse gitsin durmaz
çalışır... Ayçiçeği gibi güneş ne tarafa giderse o tarafa yönelen dönek
değildir.[14]
12-
Allah'dan başka kendine fayda ve zarar vermeyecek şeylere çağırır. İşte en
uzak sapmada budur.
Allah'tan başkasına
yalvarır ki ona ne faydası vardır ne de zararı vardır. İşte Allah'tan en uzak
sapıklık ta budur.[15]
13- Zararı
faydasından daha yakın olana çağırır. O ne kötü bir dost, ne kötü bir
arkadaştır.
O, zararı faydasından
daha yakın olan bir varlığa dua eder, yani iki yüzlü münafık tipli insanlar
belirli çevrelere yaranmak için yaltaklanırlar. Bunun faydası vardır, bu
yaltaklanmanın maddî menfaati celbetme faydası vardır. Fakat zararı faydasından
daha çoktur. O, kişinin dua ettiği yalvardığı kişiler ne kötü bir dost ve ne
kötü yardımcılardır.[16]
14- Şüphe
yokki Allah, iman edip, ameli salih işleyenleri altından ırmaklar akan
cennetlere kor. Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
İman edip sâlih amel
işleyenleri altından ırmaklar akan Cennetlere koyar. İman yeterli değil, imanın
hemen arkasından sâlih amel de olması gerekir.
"Ameli
sâlih"; iki yüzlülük değil, tek yüzlü olmaktır. İslâm'a yan çizmek değil,
Ona gönül vermektir. Onun emir ve yasaklarını hayata geçirmektir. İşte,
Allah(cc) dilediğini yapar. Mü'minlerin mükâfatlan-dırümasi kâfir ve
münafıkların cezalandırılmasını irade etti mi bunları yapar, yaparken de O'nu
hiçbir güç ve kudret aciz bırakamaz.[17]
15- Kim ona
(Allah'ın kuluna) dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini zann ediyorsa, hemen
gökyüzüne bir sebeb uzatsın, sonra kessin. Baksın kurduğu tuzak kinini
giderecekmi.
Bu âyet hakkında
tefsirciler hayli uzun görüşler ortaya atmışlar. Türkçe'de" olduğu gibi
Arapça'da da zamir vardır. Bu zamirler, ismin yerini tutan kelimelerdir. Bir
şahısdan veya bir olaydan bahsederken ismi- bir yerde veya birkaç yerde
söylenir, daha sonra da onun yerini tutan zamir tekrar edilir. Devamlı ismi
tekrar etmek kulağa hoş gelmez ve muhatab üzerinde de iyi bir etki bırakmaz.
İşte bu âyette geçen
"Hû" zamiri üzerinde de tefsirciler hayli görüşler ortaya atmışlar;
Bir kısmı "yensura hû" daki "hû" zamirinden maksat, Hz.
Peygamber'dir. Bir kısmı da; okuyan herkes, yani Kur'ân'ı okuyan her Mü'mindir
diyorlar. O zaman mana şöyle olur: Kim; "Allah ona bu dünyada da ahirette
de yardım etmez" zannediyorsa, o zaman; eline bir ip alıp kendini assın,
işini bitirsin anlamında...
Veya "kim, Allah
Peygamberi'ne yardım etmez", yani bu âyette geçen "o" zamirinin
Hz. Peygamber'e işaret ettiğinden hareketle Peygamberi'ne yardım etmez, bilgisi
zannı içinde ise; "bir merdivenle göğe çıksın da Peygamber'e gelen vahyi
kessin." (Bunu yapamayacağına göre şimdi baksın bakalım hilesi öfke
duyduğu şeyi, yani Allah'ın Peygamber'e olan yardımını engelleyebiliyor
mu?" Ki Allah Nebi'sine yardım etmiş, Mekke'de tek bir kişi olarak İslâm'ı
yaymaya başlamış, 23 yıl gibi kısa bir zamanda Arap yarımadası İslâm'ın
hâkimiyetine girmiş.
"Yensurahû"
kelimesindeki zamir: Hz. Peygamber'e işaret etmiş bile olsa, O bugün artık Peygamberin
şahsında O'nuıı yolunda giden, O'nun sünnetine sarılan Müslüman'dır.
Müslümanlar Hz.
Peygamber'in sünnetine uydukları müddetçe Allah'ın yardım ve nusreti de
Mü'minlere gelecektir. Bazı Müslümanlar; "İslâm için çalışıyoruz da bu
yolda bir arpa boyu mesafe kat edemiyoruz" diyorlar. O zaman metodlannın
Allah Rasülü'nün me-tod ve sistemine uygun olup olmadığına bakmaları gerekir.
O'nun devlet
adamlarına gönderdiği mektuplardaki ifadelerden tutun da, insanlara İslâm'ı
anlatmadaki metod ve tekniklerini savaşlarda ve barış zamanlarında izlediği
sistemi iyi incelemek gerekecektir. Yoksa İslâmi olmayan yol ve metodlarJa
İslâm için başarıya ulaşmak mümkün değildir.[18]
16- İşte biz
onu açık ayetler olarak indirdik. Şüphesiz Allah dilediğini hidayete erdirir.
17- İman
edenler, Yahudiler, Sabiiler, Nesara, Mecusiler ve (Allah'a) ortak koşanlar,
şüphesiz Allah kıyamet günü onların arasını ayıracak. Şüphesiz Allah herşeye
şahiddir.
Bu âyetin benzeri iki
âyetin tefsin daha önceden geçti. Biri Bakara Sûresinin 62. âyetinde diğeri de
Maide suresinin 69. âyetinde.. Hatta bu konu ile ilgili olarak başlı başına bir
kitap bile yazıldı.
Bir kısım insanlar;
Müslüman, Hıristiyan, Yahudi ayrımı yoktur iyi kalbli herkes Cennete
gidecektir" şeklinde fikir de beyan ettiler.
Fransızlar Cezayir'i işgal
edince oradaki Müslümanlar yıllarca Fransıza boyun eğmedi. Ülkeleri işgal
edildi ama "Allah kâfirlere, Mü'rninlerin yüreğine, kalbine gidecek yolu
vermeyecektir." Ayetinde ifade edildiği gibi- kalblerini işgal edemediler.
Mü'minler,
imanlarından dolayı kâfirlere asla boyun eğmeyince, müsteşriklerine
"Analiz Kur'ân" diye bir broşür hazırlatıp o broşüre, bu âyetlerin
manasını tahrip ederek, Tefsirini yönlendirerek: Bakın kutsal kitabınız
Kur'ân'da Bakara Sûresi'nde, Allah (cc); "iman edenler, Yahudiler,
Hıristiyanlar, yıldıza tapanlar için büyük mükâfaatlar vardır.
Rableri katında....
"buyruluyor şeklinde yorumlayarak, kendilerinin de, "İyi insanlar
olduklarını, kanıtlamaya çalışarak; biz de sizinle Cennete gideceğiz, Cennette
sizinle beraber olacağız diyorlar.[19] Öyle
ise bu dünyada da iyi geçinelim. Yöneticiniz Ahmet Muhtar yerine Mitterant
olmuş ne fark eder" şeklinde onları aldatma ve oyalama yönüne
gitmişlerdir. İşte ülkemizdeki insanlardan biri de "mal bulmuş
Mağribli" gibi bunu Türkiye'de aynen yayımladı.
Halbuki Bakara
Sûresi'nde, Allah (cc); Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsüeri saydıktan sonra;
"iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler"
şeklinde iman ve sâlih ameli belirlemiştir. Yahudi, Hıristiyan ve Mecûsiler,
Kur'ân'm tarif ettiği şekilde iman ve sâlih amelini yapsın o zaman Cennete
gider. Ama Kur'ân'm tarif ettiği şekilde iman ve sâlih amel yapmazsa: Hacc
sûresinin bu 17. âyetinde Allah; "iman edenlerle Yahudi, Hıristiyan,
yıldıza tapan, ateşe tapan mecûsilerin ve Allah'a şirk koşup ata, ite, puta
tapanların arasını ayıracaktır." Mü'minler bir tarafa, hristiyanlar bir
tarafa, yahudiler bir tarafa, şeklinde ayrılıp ona göre muamele olunacaktır.
Allah(cc) herşeye
şahiddir. Yani bu dünyada insanları kandırabilirler. Kuvvetli deliller ortaya
koyup, haklı oldukları kanaatini oluşturabilirler. Fakat Allah herşeye
şahiddir ve ayrımı da O yapacaktır.
Bu dünyada Müslüman
gibi giyinip, Onun gibi traş olup sakalını uzatan, hatta dükkanına
"besmeleyi şerif" asanlar, biz Müslümanları kandırabilirler. Ama
ahirette Allah'ı asla.....[20]
18- Görmedin
mi, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar
ve insanlardan bir çoğu ona, Allah'a secde ederler, (insanlardan) bir çoğunun
üzerinede azap hak olmuştur. Allah kimi alçaltırsa ona ikram eden olmaz.
Şüphesiz Allah dilediğini yapar.
Kur'ân-ı Kerim'de 14
yerde "secde âyeti" bulunmaktadır. İşte o secde âyetlerinden bir
tanesi de Hacc sûresinin 18. âyetidir.
Bu âyet okunulduğu
veya işitildiği zaman; Müslüman'ın abdestli bir şekilde kıbleye yönelerek;
"Niyet ettim Allah rızası için tilavet secdesine" deyerek niyet edip
secdeye gitmeli ve orada üç, beş, yedi defa "sübhane Rabbiyel âlâ"
dedikten sonra "AHahû ekber" diyerek ayağa kalkmalıdır.
Müslüman bn secdeyi
niçin yapar? Allah-u Teâlâ bir âyette, "Onlara (imansızlara) itaat etme..!
Rabbine secde et. Ve Ona yakın ol" buyurmaktadır. Rabbe en yakın olunan
yer secdedir, secde halidir. Yine bir yerde, "Kâfirler secde etmez ama biz
ederiz" diye secde edilir. Bu âyette de "Görmedin mi, görür gibi
bilmedin mi? Allah'a yerde ve gökte olanların tamamı secde eder, güneş, ay
secde eder, yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar secde eder, insanlardan bir
çoğu secde eder." buyruluyor.
Biz Mü'minler de secde
ederiz. "Yârabbi biz de o secde eden insanların içindeyiz," diyerek
secde etmemiz gerekir. Âyette: Güneş, Ay, Yıldız, Dağ, Ağaç ve Hayvanlar gibi
mahlûkâtın da sayılması, insana heran birer hatırlatma için konmuş işaret
taşlan gibidir. Gündüz insan güneşe bakacak, dağlara, taşlara etrafındaki
hayvanlara bakacak Rabbine secde edecek. Gece de Aya, yıldızlara bakacak,
onların her an Allah'a secde ettiklerini hatırlayıp Rabbine olan secdesini
yapmayı hatırlayacaktır.
Allah'ın alçalttığını
yüceltecek yoktur. Allah(cc) kimi alçaltmış ise, ona kimse izzet-i ikramda
bulunup yüceltemez. Allah dilediğini yapar.[21]
19- İşte şu
ikisi (mü'minle-kafir) Rableri konusunda çekişen iki hasımdırlar. İnkar
edenlere ateşden elbise biçilmiştir. Başlarının üstünden de kaynar su dökülür.
20- Onunla
(kaynar su ile) onların karnındakiler ve derileri eritilir.
21- Onlar
için demirden kamçılar vardır.
22- Oradan,
o gamdan her kurtulmak isteyişlerinde oraya geri çevrilirler ve "Yangın
azabı tadın" (denir).
İşte şu ikisi Rableri
konusunda birbirleriyle hasm olup çekiştiler, yani Mü'minler ve onların
karşısındaki; Yahudi, Hıristiyan, Mecûsi ve yıldıza tapanlarla, putperestler.
Mü'minler bir gurup Mü'minlerin dışındakiler de bir guruptur.
Her ne kadar sayıları
çok isimleri değişik olsa bile, âyet onların böyle olduğunu ifade ederken
günlük hayatta da uygulama böyledir. Bütün küfür milleti Müslüman'a karşı tek
vücut olabiliyor.
Allah(cc) Mü'mine
hasım olan gurubdan kâfirlere, ateşten bir elbise biçmiştir. Ve başlarından
aşağı bakır eriyiği dökülür. O dökülen su veya bakır eriyiği ile karınlarında
olanın tamamı ve derileri de eritilir. Deri olmaktan çıkar ve onlar için
demirden kamçılarla vurulur. Onlar o acıya dayanamayarak oradan ne zaman çıkmak
isterlerse tekrar ateşin içine geriye iade edilir. Onlara yakıcı azabı tadın
denilir. Dünyada bunu inkâr ediyordunuz.[22]
23- Şüphe
yokki Allah iman edip ameli salih işleyenleri altından ırmaklar akan
cennetlere kor. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenecekler. Orada
elbiseleride ipekdiı.
O Cennet'teki elbise bu
dünyadaki ipek gibi değil, ondan daha üstündür dünyadaki en güzel elbise
ipektendir.
Allah-u Teâlâ,
gözlerin görmediği, insanların hayal edemediği güzelliklerin var olduğu,
Cennetteki ni'metleri bize anlatırken; bizim kav-rayabilmemiz, kıyas etmemiz
için dünyada en iyi olan şeylerle misal vermiştir.[23]
24- Sözün
güzeline ulaştırıldılar ve çok övülenin (Allah'ın) yoluna kavuşturuldular.
Bu âyet bir önceki 23.
âyetle bağlantılı olarak izah edildiği zaman, 23. âyette; Allah-u Teâlâ iman
edip sâlih amel işleyenleri Cennete koyacağını ve O Cennetin altından ırmaklar
aktığını, oradaki Mü'minlerin altın ve incilerle süslenip ipekli elbiseler
giyeceklerini bildiriyordu. İşte bu âyette de; "o Mü'minler sözlerin en
güzeline götürülmüşlerdir." buyruluyor. En güzel sözde, Yâsîn Sûresi'nde
ifade edildiği gibi; "Allah'ın Mü'mirileri selamlaması ve kendi Kelamı
olan Kur'ân'i bizzat kendisinin okumasıdır." Ve "onlar en güzel bir
yola iletilmiş, övülmüş bir yola iletiliyorlar" anlamındadır.
Bir de, âyetler tek
başına da hükümler ifade ederler. Yani "sebebi nuzûl âyeti tahsis
etmez" kaidesi gereği olarak, âyetleri, sebebi nuzûlün dışındaki bir olay,
bir durum içinde, kullandığımız gibi, âyet bir önceki âyete bağlı olmadan,
Cennet kelimesi kullanılmadan Allah (cc); "O, Mü'minler sözlerin en
güzeline, en temizine doğru yönlendirilmişlerdir."
"Allah'a
çağırandan daha güzel sözlü kim vardır. Allah'tan daha güzel sözlü kim
vardır"[24] diye de bir âyet vardır.
En güzel söz de Kur'ân-ı Kerîm olduğuna göre Mü'minler, Allah'ın Kelamı'na
doğru yönlendirilmişlerdir.[25]
Dünyada da en güzel
söze Mü'minler sahiptir. En güzel sözün de özü "Kelime-i Tevhiddir"
ki; "Kelime-i Tayyibe'nin" izahında tefsiri geçmiştir. Allah'a Hamdü
senalar olsun; sözlerin en güzeli olan Allah'ın Kelamı'na biz Mü'minler bugün
sahibiz. Dünyada hiç bir yazar yoktur ki, başka bir yazardan başka bir şahısdan
etkilenmemiş olsun. Ama Allah'ın Kelamı'nda böyle bir şey yoktur. Aksine
insanlar Ondan etkilenir ve Mü'minleri Allah(cc) O kelamıyla hidâyete ulaştırmıştır.
O Mü'minler güzel söze
ulaştırıldığı gibi, övülmüş yola da ulaştırıldı ve hidâyet olundular.
Yollar, bu âyetten
anlaşıldığı gibi birden çoktur, Övülmüş bir yol vardır, o da İslâm yoludur. Bu
yol üzerinde gidenler bir önceki âyette ifade edilen Cennet ni'metlerine
kavuşacaklardır.[26]
25- Şüphesiz
inkar edenler ve Allah'ın yolundan ve insanlar için kıldığımız, kendisinde
yerli ve misafirlerin eşit olduğu mescidi haramdan alıkoyanlar... Kim orada
zulüm ile ilhadı isterse ona acıklı azabı tattırırız.
Müslümanları Allah'ın
yolundan ve de yerli, taşralı ayırımı yapmadan, bütün insanlar için kıble
yapılan Mescid-i Haram'dan alıkoyanlar, İnkar edenlerdir.
Ayette, hem Allah yolundan
alıkoyanlar, hem de Mescid-i Haram'a, Hacc ve diğer ibadetler için yönelenleri
alıkoyanlar olmak üzere iki husus üzerinde durulmaktadır. Daha önceleri
yurdumuzda Hacc mevsiminin yaklaşhğı zamanlarda bir hastalık ortaya çıkardı.
Öyle bir akıllı hastalıktı ki başka zamanlar bu salgın çıkmaz, Hacc mevsimi
yaklaştı mı ortaya çıkardı.
İşin enterasan tarafı;
Türk Televizyonu'nda başka yerde çekilmiş, hastalıkla alakası olmayan filimler,
Arabistan Televizyonlarına da sakın Türk hacılarını almayın diye hastanelerde
kuyrukta bekleyen insanlara haber olarak yayınlatırlardı. Şu anda bile Hacca
vizeyle ve uçakla gitme zorunluluğu vardır. İşte bu durum âyette ifade edilen
Mescid-i Haram'dan alıkoymadır, engellemedir.
İnançsız insanlar önce
Müslüman'ı Allah yolundan, Onun rızasını kazanmayı amaçlayan iman yolundan
alıkoymaya çalışır. Müslümanlar'ın inanmaması, ibadetlerini yapmaması için
gerekli olan her türlü yola başvurur.
Bu birinci derecede
Allah'ın yolundan alıkoymada, Türkiye'de Türkistan'da, Bulgaristan'da,
Yunanistan'da ve daha diğer İslâm beldelerinde, Müslümanları İslâm'dan
uzaklaştırmak için başarılı olamamışlardır.
Bunda başarılı
olamayınca, âyette ikinci derecede ifade edilen Mescid-i Haram'dan alakoyma
işlemi başlar. Yukarıda ifade ettiğimiz örnekte de olduğu gibi kolera, vize
vermeme; kota koyma gibi mazeretlerle Müslümanlar'ın yıllık kongresi, yıllık
biraraya gelip kaynaşması olan Hacc ibadetinden alıkoyma yönüne gitmişler.
Ayette Kabe'den,
engellenmesinden bahsediliyor da Mescid-i Haram'a konulan engel namaza
konulmuyor. Kur'ân'da namazı engellerler âyeti yoktur. Fakat, Mescid-i Haram'a
gitmeyi engellerler diye birçok âyet mevcuttur.
Mescid-i Haram;
farkına varsak ta varmasak ta Oraya ziyarete giden insanlara birçok şeyler
verir. Olayları tahlil etme, meseleleri kavramada Müslüman üzerinde olumlu
şeyler bırakır. Hacc' dönüşünde de etrafındaki insanlara; "Filan ülkeden
gelen hacılar şöyle iyiler, yardım severler, filan yerdekiler.de hakikaten
yardıma muhtaç, Müslüman kardeşlerimiz, zulüm altındalarmış, Müslümanlar güçlü
olmalı, onlara maddî ve manevî destek vermemiz gerekir" şeklinde birşeyler
anlatırlar. Belki de o Müslüman da devlet olma fikri yoktur ama, ona bu havayı
Mescid-i Haram'ı ziyaret hissettirir. Onun için Kabe'nin büyük bir önemi
vardır. Âyetimiz de bu konu üzerinde durmaktadır.
"O Mescid-i
Haram'da kalanlarla dışarıdan gelenler eşittir." Bu âyetten hareketle
müçtehidlerimiz hayli fıkhı meseleler üzerinde durmuş, Haremin toprağı satılır
mı, satılamaz mı? kiraya verilir mi, verilemez mi,? gibi münakaşalar yapmış,
deliller de ortaya serd etmişler.
Bir kısım müçtehid;
"harem sınırları içindeki bölge bütün dünya Müslümanlarmındır."
demişler. Hanefi fıkhına göre de Harem sınırları içinde kalan kısmın toprağı
satılamaz, kişi üzerine ev yapma hakkına sahiptir. Sattığı takdirde toprağı
değil, evini satma hakkına sahiptir, kiraya verdiğinde de toprağı değil, evini
kiraya vermiştir. Onu kiraya verebilir.
Bu hususların geçerli
olabilmesi, bütün İslâm ülkelerinin aynı şuur ve hedefde birleşip
"Birleşmiş İslâm milletlerini" oluşturmalanyla mümkündür. Konsey
oluşturulur. Konseyde her İslâm ülkesi nüfusu oranında temsil edilip, konsey
bir fon oluşturup o fondan da gelen hacılar için evler yapılır, Müslümanlar'ın
oralarda belirli zamanlarda kalabilmesi için yerler tahsis edilir. Bu iyi bir
organize ile mümkündür, înşaallah bunları görmek nasip olur.
Günümüzde insanları
Mescid-i Haram'dan alıkoymanın yollarından birisi de vize olayıdır ki tarihde
böyle bir olayın bir benzeri yoktur. Orası Ümmet-i Muhammedin en büyük
mescididir. Fıkıh kitaplarımızda şöyle bir fetva vardır. Bir kişi camiden halı
çalsa ona tazir cezası uygulanır da had cezası uygulanmaz. Zira her
Müslüman'ın yeryüzündeki her mescidde hakkı vardır. Endonezya'dan Amerika'ya
varıncaya kadar bütün mescidler Müslümanlar'ın ortak malıdır. Hatta Müslümanlar
gerekirse mescidde yatabilirler.
Bir de Mescid-i
Haram'dan alıkoymanın diğer bir nedeni de ekonomik ve siyasî olabiliyor. Bir
zamanlar Türkiye'de de kırk yaşın altındaki Müslümanlar'a Hacc vizesi
verilmiyordu. Orada olay çıkarırlar şeriat ilanı yaparlar diye... Yine
İranlıları da olaylar çıkarıyor bahanesi ile bir iki yıl Mescid-i Haram'dan
alıkoydular.
Kim Harem'de sapmayı,
yani İslâmî çizgiden dışarı çıkmayı murad ederse; İşte Ona zulm ile acıklı
azabı taddınrız, buyrulur. (ilhad: Allah'tan başkasına geldiği gibi dini
kötülemek Mü'min olduğu halde yasaklanmış olan şeyleri yapmak anlamındadır.
Kabire de (Lahid) ismi verilir, zira cenazenin konacağı tarafı içe doğru biraz
saptırılır.)
Hz. Ömer (r.a.)
Mekke'de kalırken Mescid-i Haram'da namazını kılar evini de Harem'in dışından
tutar, orada iskân edermiş. Sebebini sorduklarında; Hz. Ömer (RA): Harem
mıntıkasının içinde işlenen günah, dışarıda işlenen günahdan fazladır. Buna
delil olarak da, "Kabe'nin içinde kılman namaz Kabe'nin dışında kılınan
namazdan bin kat fazladır" hadisini göstermiştir.
Harem mıntıkasında
işlenen günah, Harem'in dışında işlenen günahdan bin kat fazladır. Delil
olarak yukarıda zikrettiğimiz hadis ile Hacc sûresi 25. âyettir. Onun için
Harem, İslâm'ın uluslararası bir eğitim yeridir. Orası günah işlememek için
yapılan çalışmanın fiili olarak gösterildiği yerdir. Orada kimsenin gönlü
kırılmaz, eziyet edilmez ve de âyette de geçtiği gibi; gönlünden dahi kötülük
düşünmemesi gerekir.[27]
26- Hani
beytin (Ka'benin) yerini İbrahim'e hazırlamıştık (ve şöyle demiştik):
"Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve evimi tavaf edenler, kıyamda duranlar,
rükû ve secde edenler için temizle."
Tevhid inancı gönülledir,
bu gönülde olan şeyin görünüre çıkması gerekir. Hürriyet de aynı şekilde
gönüldedir, ama bu hürriyetin varlığının alâmeti olarak da bayrak dikilir.
Bayrak dikilip millet köle gibi olsa veya millet hür olup bayrak dikilmese, bu
da bir anlam ifade etmez.
Allah'a şirk
koşulmayacak ama bu soyut halde kalmayıp somutlaşmak, pratik hayata da
dökülmelidir. Onun için Allah Hz. İbrahim (as)'a; Mekke'ye gidip bir ev inşâ
edip, orada Allah'dan başkasına ibadet etmeyip, sadece Allah'a ibadet edip,
gönüllerdeki birlik gibi bedenlerde de birlik sağlanmalıdır, diye emretmiştir.
Kabe, oraya gelen ziyaretçiler ve ibadet edenler için, temiz tutulması
gerekiyor. Bu Hz. İbrahim'le beraber, Hz. Peygambere de şâmildir.
Bizim dinimizin temeli
peygamberlerle atılmıştır. Allah-u Teâlâ, Peygamber ve devlet adamı Hz. İbrahim
(as)'a Kabe'nin temiz tutulmasını emrediyor "Kavmin efendisi; onlara
hizmet edendir." prensibi bizim dinimizin temelini oluşturur. Onun için
günde 5 vakit kendisine yöneldiğimiz Kabe'nin yapılmasında zulüm yoktur. Bir
insanın canı ve kanı haksız yere heder edilmemiştir. Bir Mısır'daki pramitlerin
yapımı, bir Kremlin'in Sarayı'nm inşası binlerce kölenin kanma mal olmuştur.
Onun için bizim tarihimizde, alnımızı ak edecek ibrert dolu hadiseler çoktur.[28]
27- İnsanlar
içinde haccı i'lan et, uzun yollardan gelen yaya ve yorgun deve (Çevik binek)
üzerinde sana gelsinler.
Alimlerimiz güzel
adamlarmış. Ayetleri halka Müslüman kitleye, öyle yerleştirmişler ki: Birisine
Hacc'a gittin mi,? diye sorulduğunda, eğer gitmemişse "biz daha
çağrılmadık," veya gitmişse de; "çağrılmışız biz de ona icabet
ediverdik" şeklinde cevap verir.
Âyette Allah(cc),
İbrahim (as)'e şöyle emrediyor: "İnsanlar arasında Hacc'ı ilân et ki,
onlar da uzak yollardan, zayıf develer sırtında gelsinler."
Müfessirler âyetin
tefsirinde; "Hz. İbrahim (as) Ebu Kubeys dağına çıktı ve oradan insanları
Hacc'a çağırdı. Analarının rahimlerinde, babalarının sulbünde olanlar O'na,
"lebbeyk" diye cevap verdiklerini" anlatıyorlar.[29]
Bugün genetik
mühendisliği hayli gelişti. Bu sayede insanların ka-rekterlerinden nasıl
olacağı üzerinde duruyorlar. Belki birkaç yıl sonra genetik mühendisliği öyle
gelişecek ki kişinin genine bakıp bu da "lebbeyk" diyenlerdir, diye
bir tesbit raporu verilebilir mi?... günün birinde belki olabilir.
Ayette; "uzak
yollardan zayıf develerle, çevik binekle gelsinler" buyurulmakta, Tabiiki
uzak yollardan gelince hayli yorgun ve zayıf olarak geliyorlar. Bugün otobüs
ve de uçaklarla gidiliyor, iyi bakımlı arabalar bile oraya varıncaya kadar bir
hayli yoruluyorlar. İmkanlar ne kadar iyi olursa olsun neticede bir güçlük
meşakkat söz konusudur. Haccın farzıyyetini, Hz. Muhammed (sav)'in insanlara
duyurması emri olarakda anlaşılabilir.[30]
28-
Kendilerine ait menfaatlara şahid olsunlar ve kendilerine rızik olarak verdiği
hayvanlar üzerine belirli günlerde Allah'ın adını ansınlar. Onlardan yeyin ve
yoksulu fakiride yedirin.
İşte bu meşakkatli
yolculuğu kendileri için faydalı görsünler. Hacc'a gitmenin faydası, diğer
ibadetlerde olduğu gibi kişinin kendisinedir.
Menfaati tek değildir.
Çoğul olarak kullanıldığından dolayı faydalan, Allah'ın emrini yerine getirmek.
Bütün dünya Müslümanlar'ımn dertle-şip kaynaşabildiği bir yer, ticari ilişkiler
kurmayı sağlıyor. Hacc ibadeti içinde ticaret yapmak yasak değildir. Bazıları
adam Hacc'a mı gitti ticarete mi gitti, belli değil, dememeli. Dinen yasak
değil. Bu konuda özel âyet inmiştir.[31]
Götürebildiği kadar
mal götürüp, gelirken de getirebildiği kadar mal getirebilmelidir. Yasak olan;
Müslüman'ın Müslüman'la ticaretini engellemektir. Bunun günahı Hacc'ının
üstüne yükleniyor.
"Enam"
koyun, deve, sığır cinsine denir. Bu isimle de bir sûre mevcuttur. Allah'ın
kendilerine nzık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine, belirli günlerde
Allah'ın ismini anmaları için... Kurbanı kestikten sonra da, o kesdiğiniz
etlerden kendiniz yiyiniz, fakir olanlara da yedir iniz...[32]
29- Sonra
kirlerini gidersinler, (traş olup temizlensinler) adaklarım yerine getirsinler
ve Beyti atik'ı tavaf etsinler.
Sonra kirlerini
gidersinler yani traş olup banyolarını yapsınlar. Hacc'a gidenler, Arafat'ta
vakfeden sonra şeytanı taşlarlar, sonra kurbanlarını keserler, daha sonra da
ihramdan çıkmak için başlarını traş ederler.
Adaklarını yerine
getirsinler ve o "atik" olan Evi tavaf etsinler. Bu tavaf,
"ziyaret" dediğimiz tavaf dır. "Atik" kelimesi eski, tarihi
anlamına geldiği gibi değerli anlamında da kullanılır. Üçüncü olarak da
"hür" anlamına gelir. AH İmran suresi 96. âyetinde; "Yeryüzünde
İbadet İçin yapılan İlk ev Bekke(Mekke)'dekidir." şeklinde buyruluyor. Bu
ilk ev de Hz. Adem (as) tarafından inşaa edilmiştir. Onun için Kabe Hz. Âdem
(as) kadar eskidir ve değerlidir, çünkü peygamberler yapmıştır. Hür bir evdir.
Kâfirlerden daha ziyade Müslümanlar'ın hâkim olduğu, peygamberlerin hâkim
olduğu bir evdir.
İnsan iyi şeyin etrafında
dolaşırsa iyi insanların etrafında bulunursa iyi olur. İyi olan güzel kokan bir
güle baktığı zaman nasilki insan tebessüm edip, kokusundan zevk alırsa onun
gibi, bu insanın bütün hücrelerine etki eden bir şeydir.
Hoşa gitmeyen şeyler
de insanın bedenini zekasını etkilediği gibi hücrelerini de olumsuz yönde
etkiler.
Kısacası, iyi olandan
insan iyi yönde, kötü şeyden kötü yönde, hür olan şeyden de hür olma yönünde
etkilenir. Kabe'de hür olunca, Onu ziyaret eden insanlara hürriyet aşkını
verir. Kâfirlerin sultasından, evlerin, ülkenin mal-mülkün hür olmasını ve
ibadetin hür bir biçimde Allah'a yapılmasını insana motive eder. Yine hür
insanla arkadaşlık eden kişi de hürriyet duygusu, köle insanla dolaşan insanda
da kölelik ruhu gelişir. Hz. Peygamber'in bir hadisini[33]
atalarımız; "İs'linin yanında oturan da is mi'slinin yanında oturanda da
mis kokar." şeklinde terceme etmiş ve ata sözü haline getirmiştir.[34]
30- İşte
(Hac) budur. Kim Allah'ın hürmetlerine saygı gösterirse Rabbi katında bu onun
için daha hayırlıdır. Size okunanların dışındaki hayvanlar helâl kılınmıştır. O
halde putlardan olan pislikden ve yalan sözden kaçının.
Kim Allah'ın, bu haram
kıldığı yerleri yüceltir saygı gösterirse; Rabbinin katında kendisi için bu
daha hayırlıdır. Yani Allah tarafından yüce, muhterem kabul edilen, Kabe, Mina,
Arafat gibi yerlere hürmet gösterirse, demektir.
Deve, sığır, koyun,
keçi gibi "enam" size helal kılındı. Size okunanlar müstesna.
Okunanlar, Maide Sûresi'nde geçmişti. Domuz, Allah'tan başkasına kesilenler,
leş, bir de parçalayıcı hayvanların öldürdüğü'dür.[35]
Putların pisliğinden ve
yalan sözden sakınınız. Şöyle bir şey söylenebilir: Putların pisliği'de olur
mu,? veya taştan, ağaçtan bakır ve benzeri maddelerden yapılan bir heykelin
putun pisliği nedir? Tabi ki bunların maddî herhangi bir pisliği yoktur ama
insan ruhunu karartıp kirlendiren manevî pislikleri vardır.
Başka bir âyette de;
"Müşrikler neces'dir, pis'dir." buyrulmakta,[36]
Ayette; "Necis" denmiyor necis; gözle görülen maddî bir pisliği ifade
eder. Ama "Neces" ise manevî pisliği ifade eder.
Bugün televizyonlarda
veya günlük hayatımızda Batı'nın hristiyan-lık aleminin insanlarını ve
diplomatlarını görüyoruz, üzerindeki elbiseleri pırıl pırıl, bedenleri temiz,
güzel kokular da sürünüyorlar. Ama maneviyatları pis..! İsbatı mı? Amerika'nın
hangi diplomatı dünyanın neresine girdiyse orada kargaşa, orada vahşet, orada
huzursuzluk olmuştur.
İşte pis ruhlu olunca
gittiği yerlerdeki insanları da aynı şekilde etkiliyor. O pis ruhlulukları
onlara sirayet edip,o gittiği ülkelerde neceslik-leri ortaya çıkıyor. Maddî
pislik, kişinin kendisine zarar verdiği gibi, en çok etrafındaki birkaç kişiye
de etki eder. Onlara da pis kokular ulaştırır. Ama manevî pislik, iman
hastalığı, öyle bir şeydir ki, binlerce-milyonlarca insanı etkileyen onları
zulüm altında inim inim inletmek zelil bir haldir.
Onun için Allah (cc);
"putların pisliğinden, put adamların necasetinden sakınınız"
buyuruyor ki; bugün Türkiye'yi geri bırakan, senelerce geri kalmasını sağlayan,
putlaşmış ilahlaşmış insanlardır. Yalan sözden de uzak durunuz ki;
"inkarcılık yalan sözdür, iftira yalan sözdür, yalana şahitlik, ticarette
haksız kazan yalandır."[37]
31- Allah
için hanifler olarak (Allah'dan başkasının Hanlığına gönülden dahi
meyletmeden) ve Allah'a ortak koşmadan. Kim Allah'a ortak koşarsa sanki
gökyüzünden düşüyorda kuş onu kapıyor veya rüzgar onu uzak bir yere uçuruyor
gibidir. (İmanın yüceliğinden inkarın uçurumuna düşer.)
Ayette geçen
"sema" kelimesi gökyüzü anlamına geldiği gibi yüce-yüksek anlamına da
gelir. Her insan İslâm fıtratı üzerine yaratıldığı için yücedir, değerlidir.
Buna göre; yücelerden-yüksek değerden, aşağı düşmüş demektir ve bunu yani bu
düşüşü iki misalle canlandırıyor:
Sanki onu bir kuş
kapmışta kaçırmış veya onu bir rüzgar atıp götürmüş de en çukur bir yere
atılmış gibidir. "Mevdûdi" bu âyeti izah ederken; onu yüksek olduğu
yerden kapıp kaçan kuşları; değerli imanlı insanların yolunu kesip alakoyan
şeytan gibi adamlara, rüzgarı da; hevâ ve heves rüzgarına benzetip, nefsinin
etkisi, nefsinin rüzgarları ile yüce yerde kalamayıp kendisini aşağılara doğru
atıvermiş insana benzetiyor.
Müslüman'a düşen
görev; âyetin başında ifade edildiği gibi; hanîf olarak, şirke düşmemeksizin,
bu değerli makamdan düşen insanları kurtarmak ve de diğer insanların düşmemesi
için çalışmaktır.[38]
32- İşte
böyle. Kim Allah'ın şeairine (işaretlerine) saygı gösterirse bu saygı kalblerin
takvasındandır.
Allah'ın
"Şeairi", "Remizleri"; yani Allah'a ibadet için konulan alâmetleri
ki; Mekke'deki Kabe, Mina, Arafat, Namaz, Oruç, Zekat, Ezan gibi şeylerdir,
Şeair; diğer bir ifadesiyle bir partiyi, vakfı, hayır kuruluşunu, ticarî
kuruluşu, vb. temsil eden-sembolize eden bir amblem, bir rozet gibidir.
İşte kim İslâm'ın bu
şiarına, alâmetlerine saygı gösterirse, bu kalblerin takvasındandır. Kalbi
takva ile dolu olanlar bu saygıyı gösterirler veya onu yapanların kalbi takva
ile dolar. Şeair, gaye ve hedef değildir. Onun için ayette;
"Şeairillah" denmiştir.Yani bu İşaretlerin hepsi Allah'ındır, O
yaratmıştır, Yaratılan her şey bize Allah'ı işarat eden şeylerdir. Sizler
işaret taşına takılıp kalmayın işaret edilene yürüyün takvaya kavuşun.[39]
33- On.ar
(kurban, hayvanlar) da belirli bir zamana kadrin iÇin er vardır. Sonra on.ar.n
(kurban için) varacak.ar, yer Beyti atik'dir.
Hayvanlarda, sizin
için faydalar vardır; belirli bir zamana kadar. Yani kurbanlık olan yerde
kesilinceye kadar. Bu âyette şu fıkhî hüküm çıkmıştır: Kurbanlık hayvanlardan,
kesilinceye kadar yararlanılabilir.
Kurban kesme olayının,
Hz. İbrahim (as) zamanından beri var olduğu bilinmektedir. Efendimizden önce
müşrikler bu ibadet için işaretledikleri, belirledikleri hayvanlardan bir daha
yararlanmıyor, üzerine binmiyorlar, yük yüklemiyorlardi. Medine'den Mekke'ye
giderken; bunu orada kurban edeceğim demişse, adam yürüyor, yoruluyor, devesine
binmiyordu. İşte bu âyet, böyle bir yersiz asılsız olan davranışı kaldırmaktadır.[40]
34-
Kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine Allah'ın adını anmaları
için, biz her ümmete bir ibadet (kurban) yeri kıldık. Sizin ilahınız birtek
ilahdir. Ona teslim olun. Yumuşak kalblüeri müjdele.
Her ümmet için kurban
kesecek bir mahal kıldık. Kurban yalnız Ümmet-i
mahsus bir ibadet değil, geçmişde ki bütün Peygamberlerin ümmetinde bu
kurban ibadeti vardır. Bu günkü Yahudi ve Hıristiyanlarda da bu inanç vardır.
Yine Kur'ân'da, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem (as)'in iki oğlunun kurban
olayı anlatılmakta, Müslümanlar'm Hacc'daki kurban yeri Mina'daki kurban kesme
yeridir.
Rızık olarak onlara
verdiği o "enam"da (hayvanlarda) Allah'ın(cc) ismini ansınlar.
Keserken, "Bismillâhi Allâhû Ekber" diyoruz. Bunun anlamı şudur:
"Yârabbi, bu "en'amı" yoktan var eden sensin, bir kuzu veya
yavru olarak anasından doğup, daha sonra otları yoncaları yiyip bu büyük haline
getiren sensin. Her ne kadar biz bunun etini yemek için kesiyorsak ta bunu dahi
keserken yine sana şükrediyor, senin bir ve tek olduğuna, senden başka ismi
anılacak hiçbir ilahın olmadığına iman ve tasdik ederiz" demektir.
"Sizin ilahınız
tekbir ilah'dır. Ona teslim olun. Allah'tan başka ilahlar edinip veya sizin
gibi adamları ilahlaştırıp onlara teslim olmayın. Gönülden, kalbden inananları
da müjdele..." Âyeti kerime sonunu açık bırakmış, Mü'minlerin ne ile
müjdeleneceğinden söz edilmemiş. Bu da dünyadaki sıhhat, afiyet devlet,
ahirette ise Cennettir. Ve de Mü'minlerin menfaatına olan bütün hayırlardır.[41]
35- O
(yumuşak kalbli ola) nlar, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer. Başlarına
gelene sabrederler, namazı kılarlar, ve onlara verdiğimiz rızıkdan infak
ederler.
Bu âyetde, bir önceki
âyette geçen (muhbitin); boyun eğen müte-vazi kişilerin sıfatını anlatıyor.
O kimseler öyle
insanlardırki, Allah'ın ismi anıldığı zaman kalbleri titrer, kendilerine birşey
isabet ettiğinde sabr ederler, başına bir kaza, bela gelse sabr eder. Allah'ın
dini doğrultusunda yaşamak ve yaşarken meydana gelen sıkıntılara sabr ederler.
Bunlara sabrettiği gibi bir iyilik veya bol miktarda Allah'ın nimetlerine
kavuştuğu zaman da sabreder, haddi aşıp azgınlık yapmaz.
Yoksa sabr etmek; eve
çekilip kapıları kapatıp, dış dünya ile bütün irtibatı kesip, sabır teşbihi
çekmek değildir; küfür dışarda kol gezerken.
Böyle bir sabır ne
Peygamberin ne de Sahâbe'nin hayatında mevcut değildir.
Zaten âyet te böyle
bir şeyi reddediyor. Ayette; "Onlara birşey isabet ederse...."
şeklinde ifade edilmiş, bir şey isabet edecek, savaşta yara alacak, dinini
yaşamak için küfrü engelleyecek, dinine namusuna dil uzatıp o da bu yolda
çalışıp gayret gösterip yapılması gerekeni yaptıktan sonra, sabr edecektir.
İşte bunlar birer isabettir.
Namazlarını kılarlar,
kendilerine verdiğimiz azıklardan da dağıtırlar. Âyette, kendi azıklarını
demiyor. "Bizim onlara verdiğimiz azıklardan dağıtırlar. Ne güzel bir
ifade. Allah'ın vermiş olduğu mülkün zekatım sadakasını vermeyen adam,
kendisine karşılıksız olarak 100 milyon verilip bundan sadece 2,5 milyonu fakirlere
verilmesi istenince vermekten kaçman, çekinen gibidir.
Allahu Teâlâ, insana
milyarlarca değerle ölçülebilen servetler veriyor. İnsanoğlundan da bunun
kırkta birini fakirlere vermesini istiyor. İşte Allah bu âyette Mü'minleri
övüyor, o Mü'minlerin bu rızkın, verilen servetin hakkını yerine getirdiklerini
ifade ediyor.[42]
36-
Kurbanlık develeride sizin için Allah'ın işarelerinden yaptık. Sizin için
onlarda hayır vardır. Onlar ayakda iken üzerlerine Allah'ın adını anın (kesin).
Yanları yere düşdüğünde (öldüğünde) onlardan yeyin ve kanaat edip (istemeyen
fakirede) isteyen fakirede yedirin. İşte biz bu hayvanları size musahhar kıldık
ki şükredersiniz.
Deveyi de sizin için
Allah'ın alâmetlerinden kıldık. Onda da Allah'ın alâmetleri vardır. Gâşiye
Sûresi'nde de "Deveye bakmazlar mı, nasıl yaratıldı?, Semaya bakmazlar mı
nasıl yukarı kaldırılmış?... şeklinde, bizim dikkatimiz etrafımızdaki
varlıklara çekilmektedir. Bunların hepsini dikkatli bir nazar ile nazar
eylediğimizde kişiyi Allah'a götüren bir vasıta, bir yol olduğunu göreceğiz.
Allah(cc) deveyi de,
(ki bu âyette kast edilen kurbanlık develerdir.) şeâirinden kabul etmiştir.
İslâm'ın alâmeti farikalarından biri de; kurbanlık için ayrılan develerdir.
Sizin için onda hayır vardır. Kurban kesmekle kurban ibadeti yerine getirilir.
İbadetin sonunda sevab alma, etini de insanlara dağıtmak suretiyle insanlara
faydalı olma sözkonusudur.
"O ayakta iken
Allah'ın ismini anınız." Bu âyette devenin kesiminin ayakta olduğuna
işaret vardır. Deve ayakta kesilir. Sığır ve koyun cinsi ise yatırılarak
kesilir. Devenin bir ayağını bağladıklarında ayakta iken boynunun en dibinden
bir yere hançeri saplayıp kesiliyor, kendine has bir kesme usulü.
Âyet Allah'ın isminin
anılarak ayakta kesildiğine işaret ettikten sonra "O yanı üzeri yatıp
öldüğünde, siz kendiniz yeyiniz ve etrafınız daki ihtiyaç sahibi insanlara da
ihtiyaç sahibi olmayanlara da yediriniz. Yani fakir olana da zengin olana da
yedirilir.
İşte böylece biz bu
kurbanlıkları sizin emrinize amade kıldık, olaki şükredersiniz. Bütün bu
mahlûkat insan için yaratılmıştır. İnsanın faydalanması için yaratılmıştır.
Bunlardan faydalanıp yiyip içip Rabbine şükredesin diye. Birisinin bize bir
faydası dokunsa dönüp, dönüp ona teşekkür eder hürmet gösteririz.
Halbuki O, yukarıda bahsi
geçtiği gibi kendi yanından birşey vermiyor. Allah'ın ona vermiş olduğu nimeti
şuradan alıp size veriyor.
Mesela bir kumaş hibe
eden kişiyi düşünün; kumaş hibe eden kişinin, hibe ettiği kumaş kendisinin
icat ettiği birşey değildir. Onun ana maddesi olan pamuğu bitiren yoktan var
eden onu yetiştirip bitiren Rabbimdir. O sadece onun tohumunu toprağa atıyor
daha sonra da belirli işlemlerden geçirdikten sonrada kumaş haline getirip
size hediye ediyor.
Yani Allah'ın vermiş
olduğu ni'meti bir başka kişinin tasarrufuna veriyor, diğer hususlar da bunun
gibidir.
İnsan bütün bu
nimetlerin Yaratıcısına değil de onların zahiri geçici olan mucidlerine, hibe
edenlerine şükrediyor.
Yoksa Allah'ın ete
ihtiyacı yoktur. 37. âyette de bunu ifade ediyor.
Buradan anlaşılan bir
başka husus da; Kur'ân-ı Kerim insana kapı çalma adabından devlet yönetimine,
kurbanın nasıl kesileceği ve bu kurbana nasıl işlemler yapılacağından, kişinin
toplumuna karşı olan görevlerine varıncaya kadar bütün herşeyin edeb ve
adabını bize öğretiyor.[43]
37- Onların
(kurbanlıkların) kanları ve etleri asla Allah'a ulaşmaz. Ancak sizin takvanız
O'na ulaşır. İşte o hayvanları size musahhar kildıki size yol gösterdiği için
Allah'ı büyükleyesiniz. Muhsinleri (Allah'ı görür gibi ibadet edenleri)
müjdele.
Takva ; içimizi hak
için süslemek, dışımızı da halk için süslemek, İslâm'ın emir ve yasaklarını
severek gönülden yerine getirmektir.
Bir şeyh efendi;
"Yarabbi bana uzun ömür ver," diye dua ediyormuş. Müridi eri;
"Efendim inşaallah Cennete gideceksiniz, orada Allah'ın her türlü ni'meti
var" dediklerinde; "Cennette her türlü ni'met var da,
"namaz" ni'meti yok. Hiç olmazsa bu dünyada biraz daha çok yaşayalım
da "namaz" ni'metinden istifade edelim" demiş.
Böyle kişilerde namaz
sevgisi o kadar yerleşmiş ki, onu ifade etmek mümkün değil. Allah'ın bütün
emir ve yasaklarını severek yapmak gerekir, zorla değil. İş zorla oldu mu
randımanlı bir şekilde yürümez.
Günümüzde insanların
kanunlara uyma konusundaki tavrını suç işleme oranlarından anlayabiliriz.
Severek uyanlar olduğu gibi, çoğunluğu da zorla uyum gösteriyor. Bu da toplumda
huzursuzluk meydana
getiriyor. İnsanlar
kanunlara emir ve yasaklarla ilgili kuralları inanarak yapmalıdır.
Zaten İslâm'i devletin
istediği de budur. Önce iman, daha sonra bunları hayata geçirmek esasdır.
Şimdiki düzende ise kanunlara iman olmadığı gibi, kanunlar da kendisine
inanılmasını emr etmez. Sadece uyulmadığı, yerine getirilmediği zaman, maddî
bir ceza uyguluyor ve işi zorbalığa vuruyor. Ama İslâm'da öyle zorbalık değil,
iman vardır. İmanın da ötesinde severek, gönülden bağlanarak emir ve yasakları
yerine getirmek vardır. İşte Allah'a da ulaşan bu kalblerdeki takvadır.
"İşte böylece,
Allah bunları sizin emrinize verdi" Allah'ı, vermiş olduğu ni'metler
sebebiyle büyükleyesiniz. "Allâhû Ekber" diyesiniz diye. İşte kurban
keserken "Bismillâhi Allâhû Ekber denilmesinin dayanağı bu 37. âyeti
kerimedir. Yârabbi, en büyük Sensin. Bu maddî şeyler önemli değil, Senin
büyüklüğünün önünde bunlar bir hiç kalır.
"İyilikte,
güzellikte bulunanları müjdele" Muhsin; iyilik yapan anlamına geldiği
gibi güzel şeyler yapan anlamına da gelir.[44]
38- Şüphesiz
Allah iman edenleri savunur. Şüphesiz Allah bütün hainleri ve nankörleri
sevmez.
İmansızlar, (Hz.
Peygamber (sav)'e) "Bu adam bunlarla mı, bu gücüyle mi İslâm'ı
yüceltecek,? Dünyaya Peygamber olarak görevlendirildiğini söylüyor. Yarın biz
bunu ve adamlarını ezer geçeriz" diyorlar.
Kâfir imansızlığı
doğrultusunda o kadar çalışıyor ki, bugün basın yayın araçlarında apaçık bir
şekilde görmek mümkündür. Kâfirin çalışması ile Mü'minin (inançları
doğrultusundaki) çalışmalarını oranlarsak, Mü'minin çalışmas:, kâfirin küfrü
doğrultusundaki çalışmasının binde birine tekabül eder.
Allah, ni'metlerini
imanımızın ölçüsünde verseydi, Müslümanlar olarak şu seviyemizin altında
olmamız gerekirdi. Ancak Allah (cc) bizi, bizim azıcık gayretlerimizin
karşılığını çok fazlasıyla veriyor.
Şu anda dünya
siyasileri, askerleri ve basın mensupları nezdinde toplumun en saygı değer
insanları, islamı yaşayan nıüslümanlardır, Adı Müslüman olanlar değil. İşte bu,
Allah'ın mü'min insanları korumasıdır.[45]
39- Zulme
uğramaları sebebiyle kendileriyle harb edilenlere (harb) izni verildi. Allah
onlara yardım etmeye elbette kadirdir.
Mekke döneminde iken
Efendimiz (as), 13 yıl kâfirlerin her türlü eziyet ve işkencelerine karşı fiili
mukabelede bulunmayıp, kendine gönderilen âyetleri insanlara duyurmuştur.
İşkencelere maruz kalan Sahâbesi'ne ve O'na inanan Mü'minlere sabrı tavsiye
etmiştir.
Mekke'den Medine'ye
hicret edildikten sonra da zamanı gelince Allah (cc) savaşa izin vermiştir.
Zulme uğramalarından
dolayı, o kendileriyle harb edilen Müslümanlara harb izni verilmiştir. Bu ayet,
savaşa izin veren âyetlerden biridir. Allah onlara yardım etmeye kadirdir.
Müşrikler, savaşa izin
veren bu âyeti duyarlar ve yine bu olaya gülerler. Buhari'nin rivayet ettiği
bir hadis de; Hz. Peygamber Medine'ye varınca nüfus sayımı yaptırmıştır. Fakat
nüfus sayımından sonra kaç kişi olduğunu bildiren bir rivayet yoktur. Bedir
harbinde, haydin harbe denildiğinde herkes harbe iştirak eder. Çocuklar
alınmaz, bazı küçük Sahabeler de "parmaklarımızın ucuna basarak büyük
görünmeye çalıştık" rivayetleri vardır ki, Bedir savaşma 313 kişilik bir
gurupla katılınmıştı.
İşte böyle az bir
guruba savaş izni verilse ne olur, verilmese ne olur, şeklindeki, müşriklerin
alaycı tavırlarına cevap niteliğinde; "Allah onlara yardım etmeye elbette
kadirdir" buyuruluyor. Böylece Mü'minlere bir moral müşriklere de bir
cevap olmuş oluyor âyet..
Bakara sûresi 190.
âyette de "Sizinle harb edenlerle Allah yolunda harbedin ama haddi
aşmayın..." yani misli iîe mukabele ediniz. Misli ile mukabele etmek
vardır. Bazı kardeşlerimiz batıya şirin görünmek için, (bilhassa üniversite
çevresindekiler) "İslâm'da savunma harbi vardır. Müslüman'ın yayılmacılık
politikası yoktur. Kendilerinin üzerine gelenlere savunma yaparlar"
demektedirler.
Eğer Öyle olsaydı Hz.
Ömer (RA) Kudüs'e niye gitti? Mısır'ı niye fethetti? Türkmenistan, Azarbeycan
yöreleri niye fethedildi.....? Veyahutta Hz. Peygamber İstanbul'u niye hedef
gösterdi!..?
Yine, Bakara 191.
âyette de "Onları nerede bulursanız öldürünüz." Bazı inançsızlar,
İslâm'ı kötülemek için bu âyeti basın yayın yoluyla insanlara duyurmaya
çalışıyorlar ve "Müslümanlar'ın eline fırsat geçerse, sizi nerede bulurlarsa
kesecekler" diyorlar. Çok satan bir gazetenin üst düzey yetkilileriyle
görüştüm de; "nasıl görüyorsunuz İslâm'ı?" dediğimde. "İslâm
hâkim olduğunda kesileceğimizden korkuyoruz" diyorlar.
Tabiiki bu kişilerin
özgeçmişini araştırıp, işin temeline vakıf olduğumuzda altında İslâm olduğunu
müşahede ediyoruz. Fakat yetişme tarzları ve imansız görünmelerinin neticesinde
elde ettikleri dünyevî imkanlar yüreğin en derinliğinde olan imam kapatıyor.
Kendisine, "bak,
sen yaman bir adamsın, serçeyi bülbül diye satan adamsın, gazeteyi bu güce
getirecek insansın, şu İslâm'ında insanlara reklamım propogandasını
yapsak," dedim. Çok samimi olarak söylediği şey şu; "Benim yetişme
tarzım budur. Ama dinin tanıtımı konusunda bilmiyorum. Batıda da örneği yok.
Biz Batı dünyasını, gazetelerini günlük trajlarını takib ediyoruz. Ama dinin
böyle bir örneği batıda yok" diye ifade etti.
191. âyetteki
ifadeler, bu tür insanlara, bu şekilde aktarılmış ama âyet; size fiilen harp
açmış kişileri kasd ediyor, onlar yakalandıkları yerde öldürülür. Yani
Müslüman'a fiilen harp açmış inançsızları öldürmemek; "bin tane kuzuyu
bir kurda teslim etmek, veya bin tane koyunu bir kurda feda etmek" gibi
bir durumdur. Allah (cc), dürüst insanların korunması için kötü insanlara karşı
sert tedbirler almıştır.
Atalarımız bize,
"su gibi aziz ol" demiş. Su yumuşaktır, ağacı yumuşatır, ağacın
tepesine kadar çıkar. Orada çiçeğe dönüşür güzel ve faydalı olur. Ama demirin
üzerine ne kadar su dökülürse dökülsün, onu yumuşatmak yerine sertleştirir. Onu
yumuşatmak, için şekil vermek için ateşe konulursa ve örs'ün üzerinde balyoz
veya çekiç ile dövülünce bir faydası olur. Bir takım imansızların dövülmesinin
hikmeti de budur. Yani savaşın mantığı, anlamı budur.
Batı'ya yaranmak
isteyen bazı zat-ı muhteremler; Kur'ân-ı Kerîm'deki yumuşaklık ve merhametle
ilgili âyetleri gündeme getirirler de, harple ilgili âyetleri hiç yazmazlar.
Kur'ân'da bir âyet varki, zimmî-lerin durumunu bildirir. "Onlarla harb
ediniz, tâki zillet içinde vergilerini getirip ödeyinceye kadar." buyrulmuştur.
Bu âyetin hayata uygulanışı, İslamın hakim olduğu geçmiş dönemlerde
yapılmıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman zamanında, gayri Müslimlerin giydikleri ve
kullandıkları eşyalar hiç bir zaman Müslümanlar'inkinden üstün olmamıştır.
Günümüzde "ehli
zimme" hakkında araştırma yapanlar, bahsi geçen buna benzer âyetleri dahi
Avrupa'nın hoşuna gitmez diye zikredemiyorlar. Müslüman ülkesinde, Yahudinin
bindiğine Müslüman binemiyor, onun giydiğini Müslüman giyemiyor, onun
kullandığı ortamı Müslüman kullanamıyor. Tabii bu kanunla sağlanmış değil ama
pratikdeki uygulama böyle.
Yine Bakara suresi
193, âyetinde de; "Tamamen din Allah'ın dini oluncaya kadar fitne, zulüm,
imansızlık yeryüzünden kalkıncaya kadar..." buyrulmaktadır.
"Kalkıncaya" dan maksat, imansız adam kalmayacak anlamında değil,
onun hâkimiyeti ortadan kalkıncaya kadardır.
Bu hususu insanlara
biz anlatamadık. "Yeryüzünde fitne kalmayın-caya kadar" buyuruyor
Allah (cc). Yeryüzündeki birtakım insanlar, Afrika'daki insanların kanını,
canını emmiş, ayağının altındaki madenlerini almış, başının üstündeki
ormanlarım traş etmiş, fakirlik ve zaruret içinde bırakmıştır.
İşte bir gurup
Müslüman çıkıp bunlara haddini bildirmeli. Ayetin emrettiği; "Yeryüzünde
fitne kalmayıncaya kadar" dediği husus.
Üç kişi bir araya
gelseler bir çete kurup küçük çocukları yakalayıp yaksalar dünya ayağa
kalkıyor. Amerikada da olduğu gibi yakın bir zamanda Belçikada ondan fazla
çocuğu öldüren yüksek tahsilli önemli bir görevi de olan biri yakalandı.
Bunlara karşı yine dünya ayağa kalktı. Bunlar yaktıkları insana belki beş
dakika acı verirler.
Ama devlet halinde
kurumlaşmış imansız çeteler eğitim yoluyla çocukları dinden uzaklaştırarak
milyarlarcasmj cehenneme atıyorlar.İşte cihad, bu devlet çetesinin yakma işine
son vermektir.
Herkes toprağına,
hanımına ailesine sahip çıkacak, hayata din hâkim olacak, din hâkim olduğu
zaman da huzur ve güven olacaktır.[46]
40- Onlar
yalnız "Rabbimiz Allah" dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarıldılar. Eğer Allah insanlardan bir kısmını (kafirleri) bir kısmıyla
(mü'irinlerle) def etmeseydi, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde
Allah'ın ismi çokça anılan mescitler yıkılırdı. Ona yardım eden Allah mutlaka
yardım eder. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, galiptir.
"Allah'ın harbe
izin verdiği adamların, yurtlarından haksız yere çıkarılan insanlar olduğunu
ifade ediyor. O insanların bir tek suçu var. "Rabbimiz Allah",
demeleri. Buruc Sûresi'nde d&;(ayet 8) "Onların, Aziz ve Hamîd olan
Allah'a imanlarından başka bir suçları yoktu. İmansızlar onlardan, intikamı;
"bunlar Allah'a iman ediyor" diye alıyor ve ateşte yakıyordu."
Günümüzde de imansız
yöneticilerin Müslümanlardan intikam almak, çeşitli eza ve cefalar yapmak,
harp ve darpleri Müslüman ülkelerde geliştirmelerinin yegane sebebi, bu
insanların Müslüman olmalarıdır. Ortadoğuda bitmeyen savaş buna bir örnektir.
Savaşın hikmetini de
40. âyette şu şekilde açıklıyor. "Eğer Allah (cc) imanlı insanlar
vasıtasıyla imansızları yok etmeyi kılmamış olsaydı..." Bakara Sûresi'nde
(Ayet 25) Davud (as)'ın komutanı "Tâlut" ve "Câlut'un"
olayını bahsettikten sonra; "Allah(cc), bazı insanları bazı insanlarla def
etmemiş olsaydı, yer yüzünde fesat çıkardı," buyurduğu gibi. 40. âyette de
dağ başlarındaki rahiplerin sığındığı manastırlar, ya-hudilerin havraları,
hıristiyanlarm kiliseleri ve içinde Allah'ın çokça anıldığı mescidler yıkılır.
Demekki mescidler toplumun birliğini, dirliğini sağlayan hürriyetini sembolize
eden, bozulmayı önleyen yerlerdir.
Buradan şu
anlaşılıyor; Devlet yönetimiyle ibadethaneler arasında sıkı bir alaka ve
bağlantı vardır. Yönetimi inançsız insanlar elde ettiği zaman -ki tarihde bunun
örnekleri vardır- gerek hristiyanlık, gerek ya-hudilik, gerekse İslâm
beldelerinde bu dinlerin yaşadığı ve yaşamakta olduğu zaman ve mekanlarda
fitne, fesat çıkıp Allah'ın bolca zikredil-diği mescidler yıkılmıştır.
Onun için Müslüman,
inanan insanlar, yönetimi ele geçirmelidir. Yâni Müslüman Musa (as) gibi
olmalı. Musa (as) denildi mi Asâ, Asâ denildi mi de Musa (as) akla gelir. O
Peygamber, Firavun karşısında çok hoş, yumuşak söz söyler, elinde Asâ'sı olduğu
halde. Asâ bir kılıcı, bir gücü ve bir kuvveti temsil ediyordu. Firavun'un
karşısına asâ'sı ile çıktığı zaman; "Bak kılıcımla seni tehdit etmiyorum.
Sana zor kullanmıyorum, yumuşak bir dille İslâm'ı tebliğ ediyorum. Fakat beni
bu tebliğimden alakoyup engellersen, benim üzerime gelirsen seni bununla
mahvederim" mesajını veriyordu. Nitekim Kızıl denizde de gereken ders, O
Asâ ile verilmiştir.
İşte Müslüman Musa
(as) gibi olmayıp, idareyi ele geçirmezse müşrikler-kâfirler dünyanın neresinde
olursa olsun bu ibadethaneleri yıkarlar. Kullanılacak, yıkılacak çok yerler
olduğu halde ille de bu mescid ve benzerlerini yıkarlar. Bunu yapmalarından
maksat, yönetimi ellerine geçirdiğinin bir alâmeti, hâkimiyetlerinin bir
sembolü olarak kullanmalarıdır. Allah (cc) buna dikkatimizi çekiyor.
Bir de bize moral
veriyor, teselli ediyor. Dünyanın günümüze kadar ulaşan en eski yapıları
olarak, Mekke'deki "Kabe'yi Muazzama", Yine Mısır'daki "Karnak
Mabedi" bilinir.
Kabe Hz. Âdem (as)
tarafından temelleri atılmış, Hz. İbrahim (as) tarafından da bu temeller
üzerine tekrar inşa edildiğine dair âyet vardır.
Bu husus şunu
gösterir. Zaman içinde inananlarla inanmayanlar arasındaki hak-batıl
mücadelesi devam eder ama galib gelen, inanan-Müslümanlar olmuştur.
Gerçi şu anda biz
Müslümanlar biraz mağlubiyet içindeyiz, ama tarihimize baktığımızda, 1400
yıllık İslâm tarihi hep zaferlerle doludur. Son 150 sene içinde Müslümanlar
tökezleyip zillete düşmüştür. Bu hemen hemen bütün milletlerde vardır. Nasılki
tökezlemeyen atın mevcudiyeti mümkün değilse ve de tökezleyen at daha sonra
tökezlediği gibi kalkabiliyorsa, inşallah yakın bir gelecekte Müslümanlar da bu
zilletten kurtulacaktır.
"Allah'ın dinine
yardım edenlere Allah mutlaka yardım eder." Âyette iki tane te'kid edatı
kullanılmış. Türkçemizde bunu "mutlaka" kelimesi ile ifade ediyoruz.
Buna göre mana "Mutlaka ve mutlaka, Allah'ın dinine yardım edene Allah da
yardım eder." Şüphesiz Allah (cc) güçlüdür. Gâlibtir. Ancak yardımı, güçlü
ve azîz olan yapar, bu vasıfları olmayan birisinin yardımı da sınırlı olur.
Allah'ın dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaad ettikten sonra,
kendisinin de güçlü ve gâlib olduğunu ifade ediyor bu da, dikkati calibdir.
Günümüzde basın-yayın
yoluyla hep süper devletlerin teknolojik üstünlükleri Müslümanların gözlen
önüne seriliyor. Onlara gözdağı verircesine, hergün yeni yeni ürettikleri ölüm
makinaları olan silahlar gösteriliyor.
Ama biz inanıyoruz ki
Hz. Peygamber de her sabah kalktığında, yatağında ilk söylediği; "lâilâhe
illaîlâhu vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli
şeyin kadir." bu söz olmuştur. Biz Müslümanlar da bu sözü söylemeliyiz.
Böylece biz kendimizi mo-ralmen yüceltip güçlü ve kuvvetli bir hale geliyoruz.
Zira bütün silahlar da, Allah'ın yarattığı şeydir. Allah'ın yarattığı şeylerden
değil kendinden, Onun gazabından korkmak gerekecektir.
Allah'ın, inananlara
yardım örnekleri tarihde sayılamıyacak kadar çoktur. Roma'nın güçlü kuvvetli
askerlerine karşı Hz. İsa (as)'ın üçbeş neferi, Roma'nın hıristiyan olmasına
sebep olmuştur.
Cengiz'in ordularına
karşı Müslümanların sabır ve metaneti, onların Müslüman olmasına sebep olmuş ve
tarihde Cengiz'in torunları İslâm'a hayli hizmetler yapmıştır.[47]
41- Onlara
eğer yeryüzünde (iktidar için) bir mekan verirsek namazı kılarlar, zekatı
verirler, iyiliği emrederler, kötülüğü yasaklarlar. İşlerin sonu Allah'a
aittir.
Bu âyet bize derki;
"mutlak surette devlet kurulmalıdır. Namazınızı dosdoğru kılabilmeniz
için, zekatınızı edâ edebilmek için, insanlara emr-i-bil ma'ruf nehy-i- anil
münkeri yapabilmek için devletin kurulması gerekir." Çünkü bunlar devletle
mümkündür devlet olmadığı takdirde ferdî olarak kaçamak usulüyle yapılır.
Onlara yeryüzünde
dinlerini tatbik edecek bir mekan verirsek ki, âyette kast edilen Medine'dir.
Medine'ye hâkim olup müşrikin sözü orada geçmeyince, namazlarını dosdoğru
kılarlar, zekatlarını verirler, iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar,
işlerin sonucu Allah'a aittir. Yani kimin gâlib kimin de mağlup olacağını
Allah(cc) bilir ve O belirler.
Günümüzde çeşitli
işyerlerinde ve devlet kuruluşlarında Mü'minler rahat bir şekilde ibadetlerini
yapamamaktalar. Mesela, askeriyede namaz kılanların atılmasının istenmesi veya
namaz kılmak için işinin başından ayrıldığında müdürü veya patronu tarafından
tehdid edilmesi, namaz kılarken; acaba beni görürler mi? gibi bir endişe içinde
namaz kılması, diğer taraftan zekatta ve Hacc ibadetinde çıkan birçok sorunun
temelinde Müslümanların devlet olmaması gerçeği yatmaktadır.
Eğer devlet İslâmî
olursa; askeriyedeki Müslüman komutan gönül rahatlığıyla namazını kılacak.
Fabrikada, büroda, dairede çalışan memur, işçi namaz vakitlerine göre çalışma
saatleri ayarlanacağından rahatlık içinde, işini aksatmadan kılacak.
Aynı husus diğer
ibadet ve itaatler için de geçerli olacaktır. Müslüman zekatını verecek;
müftülere dirayetli gördüğü alimlere soruyor: "Acaba devlete vergi olarak
verdiklerimiz zekat yerine geçer mi?" veya ödediğimiz vergilerden de zekat
vereceğiz mi diye. Tabi ki bunlar Müslümanlar arasında çözülmesi gereken,
İslâmî devletin olmayışından kaynaklanan hususlardır.
Biraz da bu hocalardan
kaynaklanmakta. Devletle bitecek bazı problemleri dahi ferde yüklemekte.
Mübarek gecelerden birinde bir arkadaşı vaaz ederken dinledim: Cemaatine,
içkiyi içersiniz sonrada benim karşıma gelirsiniz, faizi alırsınız yersiniz
yine camiye gelirsiniz, değil mi? şeklinde hep cemaati suçluyor. Onlara çıkış
yolu göstermiyordu. Zira küçük esnaf bile olsa, faize bulaşmadan mümkün değil,
hatta şehri bırakıp dağa çıksa bir sürü koyun edinip yünlerini kendisine
giyecek yapsa sütünü de gıda yerine yese, bu adam o koyunlarının kışın
yiyeceği yem'i için bankadan kredi almak zorunda, sistem öyle ku-rulmuşki bunu
atıp İslâmî Sistem'i kurmadan başka çaresi yok. Hz. Osman (ra); "Hz. Allah
Kur'ân'la yapmadığını, sultanla yapar" demiştir. Yani yönetimle yapar.
Kur'ân'ı evin köşesine assanız Kıyamete kadar durur. Kendiliğinden bir şey
yapmaz. Ama sultan onu uygular, yani yönetimde icraat vardır.
Onun için yönetime
sahip çıkılmasını vurgulayan âyetlerden biridir 41. âyet.[48]
42- Eğer
seni yalanlıyorlarsa, bunlardan önce Nuh, Ad ve Semud kavmide yalanlamıştı.
43-
İbrahim'in kavmi ve Lud'un kavmide (yalanlamıştı.)
44- Medyen
halkıda (yalanlamıştı.) Musa'da yalanlandı. Kafirlere zaman tanıdım. Sonra
yakalayıverdim. Benim inkarım nasılmış?
Bu âyetler Hz.
Peygamber (sav)'e birer tesellidir. Tabiki O'nun şahsında bugün de bu
teselliler bizedir. Bu teselliyi o döneme ait görmemeli.
"Eğer seni
yalanlarsa" yani getirdiğin bu âyetleri okuduğunda; "sen sihirbazlık
yapıyorsun, insanlar arasında fitne fesat çıkarıyorsun" derlerse,
desinler. Daha önce de Nuh (as)'ın kavmi Nuh'u yalanlamıştı, Ad Kavmi, Semud
Kavmi, İbrahim (as)'ın Kavmi, Lût (as)'ın Kavmi, Şuayp (as)'ın Kavmi, Medyen
halkı da aynı şekilde peygamberlerini yalanlamışlardı. Hz. Musa (as)'ın elinde
o kadar mucizeler olmasına rağmen, Onu da yalanladılar.
Burada Lût (as)'ın
örnek olarak gösterilmesinin hikmeti ki; O'nun kavmi fuhuşta çok ileri giden
bir kavimdi. Lût (as) çalıştı gayret gösterdi, onların yalanlamasına rağmen
devlete nail oldu.
Yine "Yûsuf
Sûresi'nde" geçtiği gibi, yüksek sosyete; "o erkekle mi zina edilir,
bununla mı zina edilir?" "Şu kralın hanımının yatmak istediği erkeği
bir görelim." gibi yaptıkları ahlâksızlığı kendi aralarında anlatan bir
kavim iflah oldu, düzeldi.
Nuh (as)'ın kavmi (o kadar
inat ki, imansızlıklarının neticesi) helak edilmiş, daha sonra Nuh (as)
devletini kurmuştur. Diğer bahsedilen peygamberler de yalanlanmalarına inkâr
edilmelerine rağmen devletlerini kurmuşlardır. İşte bunları misal olarak
veriyor ve bize diyorki, toplumdaki fahişelerin sayısı ne olursa olsun, köşe
dönenlerin sayısı kaç olursa olsun, soyguncu katillerin sayıları ne kadar çok
olursa olsun, yeterki İslâm'ı temsil eden insanlar bu peygamberlerin yolundan
yürüsün, onların taktiğini kullansın.[49]
45- Zalim
olan nice memleketler helak ettik. Onlar(in ülkelerinde) şimdi çatıları üzerine
çökmüş, nice terkedilmiş kuyu ve nice (ıpıssız) yüksek köşkler vardır.
Zalim olan nite şehirleri
helak ettiğini, tavanlarının yere çöktüğünü ve su kuyularının muattal
kaldığını, yıkılmayan köşklerin insansız kaldığını haber vermekte, yani
peygamberlerine ve Onların yollarından giden insanlara Allah(cc) yardım
etmiştir.
İki türlü yardım
etmiştir; birincisi. Nuh (as) kavminin "Tufan" ile boğulması, Lût
(as) kavminin "yere batırılması" şeklinde kâfirlerin helak olması
diğeri de; Müslümanların galib gelmesi ki,[50]
Davud'un (as) komutanı olan Talut'un, Calut'u yenmesi Ona galib gelmesi gibi.
Yani Allah (cc) kâfirlerin saltanatının sona ereceğine birçok âyetle işaret
etmiş, geçmişte bunun örnekleri olmuştur. Kıyamete kadar da olmaya devam
edecektir.[51]
46- Onlar
yeryüzünde gezmedilermi ki (kafirlerin bu harabelerini görüp ibret alarak)
düşünen kalbleri, işiten kulakları olsun. Çünkü (iman konusunda) gözler kör
olmaz. Ancak göğüslerindeki kalbler kör olur.
Onlar yeryüzünde şöyle
dolanmazlar mı, seyahat etmezler mi? Bu bir turistik seyahat ta olabilir.
Kur'ân diğer âyetlerde de "yeryüzünde gezin, dolaşın, yürüyün dini
yalanlayanların akibetine bakınız..." buyurur. Tarihimizde ünlü
seyahatnameleri olanlar vardırki en meşhurları Evliya Çelebi, İbni Batuta'dir.
Son dönem seyyahlarımızın ünlüsü de M. Akif merhumun değerli arkadaşı
Abdurreşid İbrahim Efendi'dir. Gezdiği yerlerin kilometrelerini dahi vermiştir.
Kendisi Kazan Türklerindendir. Seyahatmdaki amaç; İslâm alemini uyandırmaktır.
Bir de ilim
seyahatleri vardır ki, Buharı, Müslim gibi hadis yazan zatların ilmi seyahati
gibi. Bir de ticarî seyahatler ki İslâm'ın dünyanın herbir tarafına yayılmasına
vesile olan Müslüman tacirlerdir. Allah-u Teâlâ bunlara açıklık getirmeden,
yani ilim için, ticaret için olduğunu belirtmeden "yeryüzünde
dolaşmamızı" istiyor.
Yani hangi vesileyle
dolaşılırsa, dolaşılsın fark etmez, dolaşırken de ibretle çevreye, etrafımıza
bakmamızı istiyor. "Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve
işitecek kulakları olurdu" buyuruyor. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz,
sinelerdeki kalbler kör olur." Hakikati görmeyen kalbdir.
Bakara Sûresi'nde;
(Ayet 18) "Onlar sağırdırlar, kördürler dilsizdirler" buyruluyor.
Bunlar "Ateistim" diyen imansızlardır. Bu insanların da bizim gibi
gözü kulağı ve dili de vardır. Güzel yazılar yazar, etrafındaki sesleri işitir
ve eşyaları görür.
Fakat âyette geçen
körlük ise "Gözdeki değildir, göğüsdeki kalbdir." Kalb deyince de,
daima sol tarafımızda olan sesini (atışlarını) duyduğumuz çam kozalağı gibi
olan et parçası değildir. O, gözle görülmeyen şeffaf bir şeydir. İnsanın iyiyi
görmesi, güzeli kavraması bu kalb ile olur.
Gözün görmesine
"nazar" (bakma), kalbin görmesine de "basiret" denir. Hakk'ı
görmeyenlere; "basireti kapanmış" deyimi kullanılır. Gerçek körler
bütün kafirlerdir. İki gözü de âmâ olan kişinin enkötü hali kaldırımdan düşer
ama, sonra yeniden kalkar. Gönül gözü kör olan kafirler ise cehenneme düşer ve
asla çıkamaz.
Bir adama iki gözünden
birisi kapatılacak denilse her halükârda hiç birine razı olmaz ama mutlaka
birisi kapatılacak ısrarında bulunulduğu zaman, akıllı olan insanın başdaki
gözünün kapatılmasına razı olup basiret gözü dediğimiz kalb gözüne razı
olmaması gerekir. Çünkü başdaki gözün kapatılması dünya ni'metlerini görmemizi
engeller, dünyada fani olduğu için geçicidir.
Gönül gözünün
kapatılması ise; bu dünyada karamsar bir hayat yaşamamıza, ahirette ise sonu
gelmez bir derecede Cehennemde yanmamıza sebeb olur. Ebu Cehil'in başındaki
gören iki gözü ona fayda vermedi. Buna karşılık, "Âmâ" olan Abdullah
bin Ümmî Mektum'un basiret gözünün açık olması onun iman etmesine sebep oldu. O
bu haliyle müezzinlik yapma şerefini elde ediyor, hatta müslümanlar harbe
gittiklerinde Medine'deki yönetimi ona bırakıp gidiyorlardı.
Birgün hukuk
fakültesinde okuyan gençlerle islam hukuku ile ilgili dersler yapıyordum,
derken aynı yere akşam saaat yedide, elinde bir beyaz değnekli "Âmâ"
biri geldi, birkaç dakika sonra bir tane daha, derken bir tane daha, tam dört
âmâ kişi geldi.
Sohbet bitiminde
sorduk; "hayrola nereden nereye?" "Biz burada Kur'ân
öğreniyorduk günümüzü şaşırmışız, birgün sonra gelecektik" dediler.
Azmin elinden hiç
birşey kurtulmaz. Bu kişiler birçok İslâm devleti başkanlarına mektup yazıp
oralardan, kendilerinin okuyabileceği bir Kur'ân istemişler. Derken Yeşilköy
havaalanı gümrüğüne Pakistan'dan bir Kur'ân gelir. Tabiiki üzerinde Mushaf
yazılı, kabartma usulü olduğu için, devletin sırlarım ifşa edecek casusluk
malzemesi zannederler ve Diyanet İşleri Başkanlığından o konuda rapor isterler.
Neticede hallolur.
Yani o gümrüktekilerin
görmeyen baş gözü ve içindeki basiretinden kaynaklanan azmi, öbür tarafta da
bazı çevrelerce saygı duyulan zahiri gözü daima, öküzün karpuz kabuğunu gördüğü
gibi menfaatini gören, basireti kapalı, Allah'ın alâmetlerini göremeyen
insanlar...!!![52]
47- Azabın
çabucak olmasını senden istiyorlar. Allah asla sözünden dönmez. Rabbin katında
birgün sizin saydıklarınızdan bin sene gibidir.
Hz. Peygamber (as)'e;
nerede Allah'ın azabı? Hani, kâfirlerin mağlup olacağını söylüyorsun? Hani
ahiret, Kıyamet? diyorlar. Bunları günümüzün inançsızları da söylüyor;
"Kur'ân'da Kıyamet yaklaştı, ay ikiye ayrıldı âyeti var ama 1400 yıl
geçmiş daha Kıyamet gelmemiş.?"
İşte Hacc Sûresi'nin
47. âyetinde, "Allah vadinden dönmez," buy-rulur, sonra
"yakın" demesinden, yaklaştı demesinden kasıt; Allah indinde 1 gün,
bizim için bin seneye tekabül eder. Böyle olunca da Kıyametin ne zaman
kopacağını bilemeyiz.
Azabı acele eden kâfirlerin
başına azâbları geldi ve de kendi gözleriyle gördüler. Âd kavmi, Semud kavmi,
Lût ve Nuh (as)'ın kavimlerinde olduğu gibi, Hz. Peygamber'in de karşısında
duran kâfirlerin de başlarına azâbları geldi. Gerçi Ebu Cehil göremedi. O'nun
oğlu îkrime Mekke'nin fethini görünce, "iyiki babam Bedir'de Ölmüş,
Mekke'nin fethini görseydi tamamen kahrolurdu." diyor. Ama ilahî tecelli
gerçekleşir, İkrime(ra) Müslüman olur ve İslâm'a da güzel hizmetler eder.
Günümüzün Azılı
kâfirlerine de bu gözle bakıp, belki birgün gelir İkrime gibi Müslüman olurlar
da, bu sefer İslâm'ın bayrağını taşıyıp onun yücelmesi yolunda gayret
gösterirler düşüncesiyle hareket etmek gerekir. Yoksa Cehenneme iyi odun olur,
hayli de kilolu, iyi de yağı çıkar düşüncesinde olmak ve o şekilde hareket
etmek yanlış bir davranıştır.[53]
48- Halkı
zalim nice şehirlere mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Dönüş ancak
banadır.
Bu kadar Müslümanların
kanını döken bu imansızlara Allah(cc) niye cezasını vermiyor? diye soruyor
kardeşlerimiz. Allah (cc) bugünkü zalimlere olduğu gibi, tarih boyunca birçok
alime de mühlet vermiş ama daha sonra; "Onları ansızın
yakalayıverdik." buyuruyor. İmanlının da imansızın da dönüşü Allah'adır.
Bir kısmım âleme ibret olması için bu dünyada cezalandırıyor. Mevlana; "tarihde
binlerce kâfir yöneticinin gelip geçmesine karşılık bunların içinden Firavun'un
isminin zikredilmesini ibret alınması içindir" diye ifade etmektedir.
Yine Mevlâna bir
hikayesinde şöyle zikrediyor; bir kurt, bir aslan ve de tilki ava çıkarlar, bir
tane yaban öküzü, bir geyik, bir de tavşan yakalarlar.
Ormanlar kralı aslan,
kurt'dan taksim yapmasını ister. Kurt; yaban öküzünü aslana, geyiği kendisine,
tavşanı da tilkiye verir. Buna kızan aslan, kurdun başının derisini bir pençede
aşağı indirir.
Sonra tilkiden taksim
yapmasını ister. O da aslanın yaban öküzünü sabah kahvaltısında, geyiği akşam
yemeğinde, tavşanı da yatarken çerez olarak yemesini ister. Aslan, tilkiye;
"sen nereden öğrendin bu akılı" dediğinde; "kurdun başına
gelenlerden" cevabını verir.
İşte Allah Teâlâ da,
ibret almamız için Firavun'un başına gelenleri bize anlatıyor. Bunun anlamı
şudur; "Ben firavun, imansızlık yaptım başıma bunlar geldi, sakın ha! siz
bunu yapmayın" demektir.
Elektrik direklerine
ölüm levhasının konduğu gibi, Allah Teâlâ da tarih direklerine Firavun'u
takıvermiştir.[54]
49- Deki:
"Ey İnsanlar, ben sizin için ancak apaçık bir uyarıcıyım."
Bazıları
"Nezir" kelimesini korkutucu olarak ta tercüme etmişlerdir.
"Uyarıcı" kelimesi daha uygundur. Alarm zili gibi herhangi bir durumda
tehlikede, uyarması dikkat çekmesi için uyarıcı diyoruz.
İşte peygamberler de
Cehennem azabının uyarıcısıdır. Küfürün hâkim olduğu yerde binlerce
milyonlarca insanın ahiret hayatı mahvolduğu gibi, bu dünyası da heder
ediliyor. Küfür içinde yaşayan insanların dünyaları o kadar heder ediliyorki o
kadar berbatki, basın yayın yoluyla biz Müslümanlara ulaşanı bunun yüzde
biridir. Diğer % 99'u bize ulaşmıyor.
Yani kâfirlerin
hayatında da çekilmez yönleri, sıkıntı yapan bir çok merhaleler var. Onun için
Allah (cc) bizden; "Ey Rabbimiz; dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi
Cehennem ateşinden koru" şeklinde kendisine dua etmemizi istiyor. Burada
geçen "ateş" genelde Cehennem ateşi olarak anlaşılıyor, doğrudur, ama
bu dünyadaki ateş anlamına da gelir, ateş insanın yüreğini bedenini yakar.
Bugün birçok insanın
yüreği yanmış, endişeler içinde kıvranıp durmaktadır. Onun için peygamberler
bu konuda da (yani dünyanın azabından) uyarıcıdırlar. Hz. Peygamber Mekke
insanına; "bakın bu insanlar sizi sömürüyor," şeklinde uyarmıştır.
Yine Hz. Peygamber,
mektuplarını devlet başkanlarına göndermiştir. Gerçi çoğu Müslüman olmadı. Bir
Bizans İmparatoru, bir İran Kisrası, Müslüman olmadı ama oralardaki insanlar
yeni bir dinin ortaya konduğunu, son Peygamber'in geldiğini duydular ve
Mekke'den gelen insanlara haber sormaya başladılar. Binlerce Romalı köle,
binlerce Bizanslı çiftçi esaretten zulümden kurtulmak için Peygamber'i beklemiştir.
Kısacası bu din,
insanları bu dünyada da kurtarıyor. Biz hep ahiret vaadi yapmayalım.
Günümüzdeki inananlara da, imansızına da, köşe dönücüsüne de, faizcisine de,
fuhuş ticaretini yapana da; "Bakın!, bu bıktığınız hayata yeni bir hayat
kazandıracak olan İslâm'dır." demeliyiz.[55]
50- İman
edip ameli salih işleyenlere gelince, onlara mağfiret ve güzel rızık vardır.
Daha önceki dönemlerde
yazılan tefsirler, genelde İslâm dünyasının yükselişte olduğu, parlak
dönemlerinde yazılmıştır.
İbni Cerir et Taberî,
İbni Kesîr, Zemahşeri, Kadı Beydavî hep o dönemde yazılmış eserlerdir. Bazı
gençlerimiz bu tefsirlerde cihad ruhunun olmadığından şikayetçiler ama nasıl
ki; iş yapılırken laf etmenin gereği yoksa, cihadın içinde olan insanın da
bundan bahsetmesine, lafını etmesine gerek yoktur. Cihadı o günün Müslüman'ı
da yapıyor, devleti de yapıyor. Böyle bir ortamda bugünkü Müslüman insanımızın
yazdığı gibi yazılara gerek yok.
Devletin hâkim olduğu
dönemlerde insanlar birçok nimete sahibdir. "İman edip ameli sâlih
işleyenlere Allah'tan af ve mağfiret vardır. Değerli ni'metler vardır."
Bu âyeti iki türlü
anlamak mümkündür. Bu dünyada iman, edip sâlih amel işleyenler
"devlete" sahip olurlar. Dünyada devlete sahip olunca da güzel
nimetler onların olur. İsrâ Sûresinde de (Ayet 13-20) belirtildiği gibi,
"Dünyâyı isteyene dünyayı veririz, ahireti isteyenlere dünyayı da, ahireti
de veririz." buyrularak. Dünyanın da ahiretin de Mü'minlere ait olduğu
ifade edilmektedir.
İkincisi de bu dünyada
iman edip sâlih amel işleyenlere, ahirette Cennet vardır, anlamına da gelir.[56]
51-
Ayetlerimize galip gelmek için koşanlara gelince, onlar alevli ateşin
yaranıdırlar.
Ayetlerimize galip
gelmek onu aciz bırakma konusunda koşuşturan kâfirlere de yakıcı Cehennem azabı
vardır. Onlar yakıcı Cehennemin adamıdır, oranın yaranıdırlar.
Kâfirler de
küfürlerinin yerleşmesi için koştururlar. Âyette, "yürürler"
denilmiyor "koşarlar" ifadesi kullanılmıştır. Başka bir âyette de;
"onlar, küfürlerinin yerleşmesi için mallarından infak eder ve onlar
ta-ğutları yolunda harb ederler." buyruluyor.[57]
Müslümanlar'ın azıcık
kıpırdanmasından endişelenir, rahatsız olurlar. Devlet yönetimini
Müslümanlar'ın elde etmesinden korkuyor, hatta Müslümanlar % 98 çoğunlukta
seçimlerde galip gelseler bile devlet onlara yine verilmez. Çünkü, bu da
çoğunluğun despotluğudur şeklinde işi çıkmaza sürme niyet ve düşüncesindedirler.[58]
52- Senden
önce gönderdiğimiz her Rasul ve Nebi birşey temenni ettiğinde şeytan onun
temennisinin içine birşey atardı. Allah'da şeytanın attığını derhal ibtal eder,
sonra Allah ayetlerini sağlamlaştırır, Allah bilendir, hükmünde hikmet sahibidir.
Tefsirimize başlarken
belirttiğimiz gibi, âyetleri tefsir ederken birinci derecede âyetin âyetlerle
tefsirine, ikinci derecede âyetin hadisle tefsirini nazan itibare alıyoruz.
Âyetin hadisle tefsiri iki yönlüdür.
Birincisi bizzat Hz.
Peygamberin âyeti alıp ve âshâbı'na; bu âyetin manası budur" diye
açıkladığıdır. Yani âyetleri Hz. Peygamber kendisi açıklıyor.
Bir de İbni Kesîr
gibi, Taberî gibi bazı müfessirler; âyeti alıp o âyetle alakalı hadisleri bulup
ard arda veriyorlar. Bunun doğru yönleri olduğu gibi hata ihtimali de vardır.
Zira âyetlerle hadisler arasındaki alakayı-ilgiyi kuran müfessirdir.
Bu söylediklerimizi
daha iyi netleştirirsek.., birgün Hz. Peygamber Kum üzerine bir çizgi çizer,
daha sonra bu çizginin sağına da soluna da çizgiler çizer ve âyeti okur, ve
sonra: "işte benim dosdoğru yolum budur, buna uyunuz, şu diğer yollara
uymayınız..." buyurur. (İbni Mace Mukaddime) işte bu hadis, âyetin bizzat
Hz. Peygamber tarafından yapılan bir tefsiridir.
Bir de Hz.
Peygamber'in herhangi bir sebeble bir yerde söylediği hadisi, o konu ile ilgili
âyetle ilgisi var diye o âyetin açıklamasına iliştirmek iyidir, ama bu hadis
bu âyeti açıklar, bu âyetinde anlamı mutlak budur demek yanlış olur.
Bunu, şunun için izah
ettik. Gerek bazı tarih kitaplarımız, gerekse tefsirlerimizin bazılarımda şöyle
anlatılır. Güya Hz. Peygamber Mekkeyi Mükereme'deyken Necm Sûresi nazil olur.
Kabe'nin etrafına gelir, orada Necm Sûresi'ni okur müşrikler de dinlerler,
Sûrenin sonunda secde âyeti olduğundan dolayı Hz. Peygamber secdeye kapanınca
müşriklerde secdeye kapanır, Sahabe de hayret eder.
İşte şeytan âyetleri
isimli kitabı yazan Salman Rüşdü de bu uydurma olay üzerine kitabını
yazmıştır. İşte o esnada Hz. Peygamber sûreyi okurken şeytan, kendisi de
birşeyler fısıldamış Hz. Peygamber'in ağzından, Mekke'li müşrikler de Muhammed
(sav) bizim putlarımızı da kabul etti. Biz de öyle ise secdeye kapanalım
demişler. Bu rivayet tefsir kitaplarımızda var, sağlam olan güvenilir olan
müfessirler bu olayı reddeder böyle bir şeyi ve o hadis'in senedinde sakatlık
var diyerek kabul etmezler. İslâm kaynaklarına "Garanik olayı" diye
geçen bu olayı kabul edenler, Hacc Sûresi'nin bu 52. âyetini delil olarak
getirirler.
Senden önce biz, hiç
bir Peygamber veya Nebi'yi göndermedik ki, onlar birşey arzu ettiklerinde
şeytan onların arzusuna kendi vesvesesini katar. Allah o şeytanın kattığını
giderir ve âyetlerini sağlamlaştırır.
Yukarıda geçen olayda,
Hz. Peygamber'in ağzından "lât ve menât" gibi, müşriklerin putlarını
övücü sözler çıksa bile Allah(cc) onu düzeltir. Bu konuda ulemâ birleşiyor ama
biz temelde böyle bir olayı reddediyoruz. Çünkü ilgili hadis sağlam
rivayetlerle gelmemiştir ...
Biz, senden önce
gönderdiğimiz her Peygamber ve Nebi'ye, birşey okumak istediklerinde veya
birşeyi arzu ettiklerinde şeytan, onların okuduğu mesajına veya arzusu içine
vesvese atar.
Yani Peygamber
kendisine nazil olan âyeti Sahâbesi'ne okuyor, orada iman edenlerin yanısıra
buna inanmayan münafıklar da var. İşte şeytan, imansızların kalbine vesvese
atar, âyet hakkında şüphe uyandırır veya Hz. Peygamber cihada hazırlanmalarım
arzu ediyor. Şeytan da; verirsen hepsini fakir olursun, gidersen ölürsün,
şeklinde vesvese veriyor. Hatta şeytan, Efendimizin istek ve arzuları içine
vesvese katmak ister ama asla muvaffak olamaz.
Çünkü Rabbim o
vesveseyi ortadan kaldırır ve âyetleri Mü'minlerin yüreğinde sağlamlaştırır.
Allah(cc) herşeyi bilendir. Hükmedendir.[59]
53- Kalbleri
katı olan ve kalblerinde hastalık olanlara şeytanın attığı, bir imtihan olsun.
Muhakkak zalimler uzak bir ayrılık içindedirler.
54-
Kendilerine ilim verilenler onun Rabbinden bir gerçek olduğunu bilmeleri, ona
iman etmeleri ve kalbleri ona ısınması için (Allah onu şeytanın vesvesesinden
korur) Şüphesiz Allah iman edenleri doğru yola iletir.
Kalbleri katılaşmış ve
kalblerinde hastalık olan insanları imtihan için Allah(cc), onların kalblerine,
şeytana vesvese verme fırsatını verir.
Mü'minle kâfiri ortaya
çıkarmak için Allah(cc) şeytana vesvese verme imkanını vermiştir.
"Herşeyin yaratıcısı Allah'dır" âyetinde ifade edildiği gibi, onun
vesvesesini de Rabbim yaratır.
O Mü'minler, Allah'tan
gelen hakka iman ederler. Kalbleri de Allah'tan korkar. Allah(cc) iman edenleri
dosdoğru yola hidâyet eder. İslam yolunda olmamızın ilk müsebbibi Allah
(cc)'dır. Bu Rabbimızin Mü'minlere olan bir lütf-û keremidir. Aynı göze ve
uzuvlara sahip bir imansız bunu başaramıyor.[60]
55- Kafirler
kendilerine (kıyamet) saati ansızın gelinceye kadar veya hayırsız günün azabı
gelinceye kadar şüphe içinde devam edecekler.
Kâfirler de Hak olan
Kur'ân hakkında şüphe üzerindedirler, ta ki kendilerine ölüm veya Kıyamet
ansızın gelinceye, sonu güdük gün, kısır gün gelinceye... kadar. Bu
"kısır gün" den maksat "zor gün" anlamında (yani, hani
bazen insan zor birğün geçirir) o gün ile ondan önceki günler arasında gün
olarak hiçbir fark yoktur. Sadece o iki günde yaşanan olaylar insanı
rahatlatır veya onu zor durumda bırakır. İşte böyle zorlu gün "kısır gün,
hayırsız gün" olarak ifade edilmiştir. Kafirlere hiç bir hayır olmayacağı
için böyle ifade edilmiştir.[61]
56- Mülk o
gün Allah'ındır. Onların arasında hükmeder. İman edip ameli salih işleyenler
naim cennetlerindedirler.
Fatiha Sûresi'nde "Din
gününün sahibi" şeklinde geçiyordu ve bunun ne anlama geldiğini
açıklamıştık. Bu âyette de mülkün o günde Allah'a ait olduğunu belirtiyor.
Kıyamette mülk Allah'a(cc) ait olduğu gibi, bugün de yine mülk ve o mülk
üzerinde hükmetme de Allah'a(cc) aittir. Al-i İmran Sûresi'nde mülkün Allah'a
ait olduğu belirtiliyor "Deki mülkün sahibi olan Allahım, malı dilediğine
verir, dilediğinden de alır..." (Ayet 26)
Bu âyette ise
özellikle ahirette mülkün sadece Allah'a ait olduğunu belirtiyor. Buradan şunu
anlıyoruz; yeryüzü de gökyüzü de tamamen Allah'a ait, bu dünya imtihan dünyası
olması hasebiyle kişinin iradesini istediği gibi kullanma hakkı verilmiştir. Bu
iradeyi kötüye kullanan insanlar inkarcılık mantığını geliştirebiliyor.
Ama ahirette böyle bir
irade verilmiyeceğinden , orada bütün yetki ve salahiyetler Allah'a ait
olduğundan dolayı, insanoğluna hiçbir güç ve hiç bir maddî şey, dostları ve
çocukları fayda vermeyecektir.
İşte O günde Allah(cc)
insanların arasında hükmedecektir. İyilere mükâfatlan kat kat verilecek,
kötülere de kötülüklerinin tam karşılığı "zulmedilmeden" verilecek,
iman edip sâlih amel işleyenlere de "Naim" Cennetleri vardır.
Nimetleri bol, çok hoş ve güzel olan Cennetler....
Ayetlerde genelde iman
ve amel ard arda zikredilir. Fakat Hz. Peygamber'in hadislerinde ayrılır;
"İmanı olan Cennete gidecektir." hadisi gibi. Onun için Mü'min; Hz.
Peygamber'in hadisi ile Cennete ümitlenecek ama, ayağının da hemen Cehenneme
kayıverecekmiş korkusuyla hareket edip imanının dış uzuvlara yansıması olan
sâlih ameli yapması gerekir.[62]
57- İnkar
edip ayetlerimizi yalanlayanlar, işte onlar için alçaltıcı azap vardır.
Allah'ı ve O'nun
kitaplarını, peygamberlerini inkâr edenler, görme-mezlikten gelenler..! Küfür;
"Kefere" kelimesindendir; kafir ise birşeyi Örttü, gizledi
anlamındadır. Çiftçiye kâfir denir, tohumu toprakla örttüğünden dolayı. Kâfire
de; Allah'ın varlığını, birliğini ve Onun âyetlerinin alâmetlerini örttüğünden
gizlediğinden dolayı kâfirdir.
"Allah'ın
âyetlerini yalanlayanlar." Bu yalanlayanlar; Tevrat'a inanmayanlar,
İncil'e inanmayanlar, Zebur'a inanmayanlar, Kur'ân âyetlerine inanmayanlar, bir
de Allah'ın tabiattaki âyetleri olan O'nun varlığına işaret eden, eşyayı ve
nesneleri inkâr edenlerdir. Âyet hepsine şamildir.
Bunlar İlahî
kitapların emir ve yasakları hakkında; "Peygamberler böyle bir şeyi
getirmiştir veya bu söylediklerini kendileri uyduruyor" şeklinde
yalanlarlarken, tabiatı da; "Bunları Allah yaratmadı" şeklinde
inkâr ederler.
İşte bunlar için,
-alçaltıcı bir azabın içine atılacaklarını- Allah (cc) haber veriyor. Bu
alçaltıcı azâb Cehennemde olduğu gibi, bu dünyada da bu azâb verilebiliyor.
Mekke'li müşrikler, kendi mülk ve saltanatlarını sürerlerken, Mekke'nin fethi
ile beraber izzetten zillete düşüvermişlerdir.
Günümüzde de
Müslümanlara, zamanın evvelinde eza ve cefa edenler, artık biraz daha temkinli,
biraz daha dikkatli davranmak zorunda kalmışlardır. Yine bu inançsızlar için,
İslâm'ın günden güne güçlenip gündemin devamlı konuşulan konusu haline gelmesi
bir zillet bir azâbdır, onlara...[63]
58- Allah
yolunda hicret eden sonra öldürülen veya ölenlere gelince elbette Allah onları
güzel nzıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en
hayirlısıdır.
Bu rızıklandırmanın
ahirette yapılacağını açıkça belirtmiyor âyet. Aynı şekilde kâfirlerin de azabı
tadacağını açıkça belirtmiyor.
Her ikisi yani mükâfat ve
ceza ahirette garanti. Salih amel işleyen, imanı ile giden, Allah yolunda ölen
veya öldürülenlerin, Allah katında iyi rızıklara kavuşacağını Allah (cc) haber
veriyor. Allah yolunda ölen ve öldürülenler bu dünyadan ayrıldıkları için zaten
Cennettedir. Fakat hicret edenler ise onlar, hem bu dünyada hem ahirette güzel
azıklarla rızıklandınl acaklar.
Mesela Sahabe,
hicretten daha önce köle olarak yaşarken, bir çoğu imanla şereflenip hicret
ettikten sonra kölelikten kurtulup kainatın Efendisi'nin yanında oturma
şerefine nail oluyorlar. Medine'de de birçok dünya nimetlerine kavuşmuşlar.
Evleri, aileleri İslâm'a hizmet eden, ilme, fıkha, tefsire, hadise hizmet eden
güzel evlatlara nail olmuşlardır.
Sahâbe'den birisi
anlatıyor; iki cenaze geçiyormuş, biri Allah(cc) yolunda öldürülmüş şehid,
diğeri de Allah(cc) yolunda ölmüş. Cematin çoğu şehit olanın peşinden
gidiyormuş. Bu Sahabe de Allah yolunda ölenin peşinden gider. Hikmeti
sorulunca; "Ben ikisini de tanırım, ikisi de yiğit delikanlı insanlardı.
Birisi Allah yolunda öldürüldü, birisi de Allah yolunda idi, ikisi de netice
olarak aynı yolun yolcusu, aynı hizmet için çalışıyordu. Biri öldürüldü diğeri
de öldü" diyor. Ayette de ifade edildiği gibi her ikisinin mükâfatı
aynıdır.
Cephede savaşanla cephe
gerisinde, o savaşanlara hizmet edenler aynıdır. Belki dünya muamelesi olarak
şehîd muamelesi yapılmaz, fakat ahirette Allah katında her ikisi de aynı
muameleyi, işlemi göreceklerdir inşaallah. Yeterki niyetler halis ve muhlis
olarak O'nun dinine hizmet olsun: Aksi takdirde durum vahimdir.
Allah(cc),
rızıklandıranların en hayırhsıdır. Ehli sünnet itikadına göre; en iyi bir
şekilde rızkı Allah(cc) verir. Allah'ın rızık verici olduğuna inanmayanlar da
rızık verici olarak Allah'tan başka şeyleri kabul ediyorlar.
İşte bu Allah'tan
başka rızık verici olarak kabul ettiği güçlerin;
emirlerini yapmazsa,
askerlerini kabul etmezse, bize ekonomik ambargo uygularlar, ülke olarak,
millet olarak aç kalırız endişesini taşıyor. Böyle bir düşünce ve inanç İslâm'a
ters düşen bir durumdur. Ve de Allah'tan başkasını "Razık" olarak
kabul etmektir. Biz Müslümanlar şunu iyi bilmeli ve ona göre hayatımızı tanzim
etmeliyiz. "İslâm'ın yayılması için, dîni yaşayabilmek için; çalışır,
gayret gösterir, cihat ederiz, gerekirse hicret eder, bu yolda ölür veya
öldürülür, daha sonra da Allah'ın ni'metlerinin en güzeline kavuşuruz. Bu
dünyada da ahirette de nzıklarm en güzelini verenin Allah olduğuna
inanırız."[64]
59- Onları
hoşlanacakları yere sokacaktır. Allah herşeyi bilendir, Halimdir.
Allah(cc), onları
hoşnut olacakları bir yere yerleştirir, koyar,*yani insanın hoşnut olacağı yer;
çevresi güzel, etrafında iyi niyetli dostlarının olduğu yerdir, işte başka
âyetlerde Cennetin vasıfları anlatılırken, bu vasıfların bulunduğu yer olarak
anlatılmaktadır, mutlak ve mutlak Allah (cc) herşeyi bilendir, yumuşak muamele
edendir.
Daha önceden geçen bir
âyette; "Mekke'nin fethinden Önce infak edip harp edenlerle, Mekke'nin
fethinden sonra infak edip harp edenlerin bir olmadığını" beyan ediyordu.[65]
Bu hadiseyi günümüze
uyarlarsak; İslâm'ın zor günlerinde ona yardım edenlerle, İslâm'ın yükselip
güçlü kuvvetli iktidar olduğu günlerde yardım edenler de elbette bir olmaz.
Nasılki İslâm'ın zor günlerinde Müslüman olan Bilali Habeşi ile, Uhud
Savaşı'ndan sonra Müslüman olan Halid bin Velid bir tutulmamışsa..
Gerçi Halid b. Velid
Müslüman olduktan sonra İslâm için büyük hizmetler yapmış, İslâm'ın
bayraktarlığını komutanlığını yapmış ama belki de günümüzde İslâm'ın
yücelmesiyle Müslüman olanlar da Halid b. Velid gibi büyük hizmetlerde bulunabilirler.
Fakat zor günlerde İslâm'a hizmet edenlerle bir olamazlar.
Bir de insanları, malî
imkanlarına göre, yaşlarına göre değerlendir-memeli, zira ilk Müslümanlardan
Hz. Ali bir çocuk, Hz. Ebu Bekir bir işveren ve bugünkü ifadesiyle bir
"parlementer," Zeyd; bir köle. Onun için herkesin kendine göre,
ihlası ve samimiyeti oldukça İslâm'a bir hizmeti ve katkıları vardır.
Savaş âyetinin
ardından, Allah (cc), kendisinin herşeyi bildiğini, "halım" olduğunu
da ifade ediyor. Zahiren ilgisi yok gibidir. Yani bir ci-had âyetinin
arkasından, verilecek mükâfatlar, sonrada Allah'ın herşeyi bildiği ve Halîm
olduğu hatırlatılıyor.
Öyle ise bizim her
halükârda halim olmamız gerekir. Yani Rabbimizin bu sıfatının bizde de tecelli
etmesi gerekiyor. Yine biz ilme âşinâ olup, önce Allah'ın kelamını, sonra da
Rasulü'nun sünnetini iyi bilmeliyiz. Allah'ın ve Onun Rasulü'nun emir ve
yasaklarını, vermiş olduğu bilgiler dahilinde de eşyayı değerlendirmeliyiz.
Allah (cc), harb
meydanında öldürmemizi istediği kâfire bile halîm sıfatıyla davranıyor, savaşın
halîmlikle ne alâkası var? denebilir. İslâm; ülkeler feth etmek için savaş
yapmaz. Fetih, "İmansızlar Cehenneme doğru koşarken onların kemerlerinden
tutarak ateşe düşmemeleri için gayret sarfetmek, yeryüzünde fitne kalmayıp,
İslâm'ın ve hakkın hâkim olması için yapılır."
Küfürde İsrar eden,
kâfir olarak yaşamak isteyen kişiye zorla islâm'a girmesi için baskı yapılmaz.
Ama küfürünü etrafa yaymasına da müsâde edilmez. Önce vazgeçmesi için telkinde
bulunulur, vazgeçmezse kendisine savaş açılır.[66]
60- İşte
böyle. Kim kendisine yapılan cezanın misliyle ceza verir de sonra kendine
saldırılırsa elbette Allah ona yardım eder. Şüphesiz Allah afvedicidir,
bağışlayıcıdır.
Bu savaşla ilgili bir
âyettir. İslâm ferde cezalandırma yetkisi vermemiştir. Yani aynı ülke
insanları birbirlerine saldırır, işkence eder ve zarar verirlerse, Müslümana da
böyle bir durum karşısında misli ile mukabele etme hakkı yoktur. Sadece yetkili
makamlara müracaat edip hakkını araması gerekir. Daha sonra onlar haddi aşacak
olurlarsa Allah (cc) Mü'minlere yardım eder. Allah(cc) affedicidir, mağfiret
edicidir.
Burada af kelimesi ile
mağfiret kelimesi ardarda gelmiştir, af; Türkçe'mize aynen geçmiştir. Tamamen
günahını, hatasını kaldırmaktır. Gafur kelimesi ise, birşeyi örtmek,
görmemezlikten gelmek anlamındadır.
Askerlerin başına
giydiği koruyucu şeye, başı koruduğundan dolayı "miğfer" derler.
"Gafur" ise; Mü'min kulların günahının örtülmesi, Kıyamet gününde
onlardan dolayı hesaba çekilmemesi, af etmek ve günahları tam silmektir.
Âyette; "Allah,
Mü'minlere yardım eder derken, bir te'kid lam'ı, bir de te'kid nun'u olmak
üzere iki tane te'kid edatı kullanılmıştır, bu, işin kesin olduğunu ifade
içindir.
"Küfür İslâm'a
galib geldi, Müslüman'a Allah'ın yardımı gelmedi", şeklinde yanlış bir
düşünceye düşmemek gerekir. Belki bizim gözümüzde Allah(cc) onlardan yardımım
esirgedi gibi gelir ama; "Sizden Öncekilerin başına gelenler, sizin de
başınıza gelmeden Cennete girivereceğinizi mi zannettiniz ?"[67]
ayetinden de anladığımız gibi, bazı merhalelerden de geçmek gerekiyor.
Sahabeye öylesine zorluk
gelip çattı, öyle sarsıldılar ki; Peygamber ve Onun yanındakiler şöyle dediler:
"Allah'ın yardımı nerede" Allah(cc) de, "Allah'ın yardımı
yakındır" buyurmuştur.
Bu, inancında samimi
olanla olmayanı ayırmak için yapılan bir olaydır. İnancında sağlam olan her
zaman sebat ve sadâkatim gösterir. Sağlam olmayan da böyle zor bir durum ve
zaman geldi mi, sabr edemeyip Allah korusun küfre düşüverir.
İnancı sağlam olup
Allah'dan ümidini kesmeyenler, tarih boyunca mükâfatım görmüştür. Hz. Musa (as)
yerinden, yurdundan çıkarılıyor. Ona iman edenlerle beraber çöllerde yaşıyor
ama daha sonra bir devlete kavuşuyorlar. İbrahim (as) aynı şekilde çeşitli
eziyet ve sıkıntılardan sonra Kıyamete kadar devam edecek insanların önderi
imamı kılınıyor. Onun için Allah(cc) hangi kuluna ne zaman yardım edeceğini bilir.
Eğer biz tayin edecek olursak bu bizim zararımıza da olabilir.[68]
61- İşte
böyle, Allah geceyi, gündüze sokar, gündüzü geceye sokar. Ve Allah herşeyi
işitendir, görendir.
Yani karanlık gecenin
içinden aydınlığı, aydınlık gündüzün içinden de karanlık geceyi çıkaran O'dur.
Allah(cc) Müslüman'a
nasıl yardım eder diye düşünmeye gerek yok. Nasıl ki; karanlık geceden
aydınlığı, aydınlıktan karanlık geceyi çıkarıyorsa, kâfire-zulme karşı da
Müslüman'ı, İslâm'ı galib getirecek O'dur.
Müslümanlar, İslâm'dan
uzaklaşmaya başladığı zaman ise; yükselişin sonunda zevali, onun sonunda da
kâfiri başa geçirecek, idareyi ellerine verecek olan Allah (cc)'dır. Mülk Onun,
dilediğini azız, dilediğini de zelîl eder.
Mutlaka Allah(cc)
işitendir ve de görendir. Yani, Afganistan, Pakistan, Cezayir, Tunus, Türkiye,
Suudi Arabistan....... gibi dünyanın her tarafında olup bitenleri görmüyor
değil, herşeyi görüyor, en gizli mahzenlerde işkencelerde inliyenlerin
iniltilerini de işitir. Kâfirlerin Müslümanlar aleyhinde kurduğu bütün plan ve
tuzakları hem görmektedir, hem de işitmektedir. [69]
62- İşte
böyle, Allah Hakkın ta kendisidir. Ondan başka çağırdıkları ise batılın ta
kendisidir. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür.
Hak olan, gerçek olan
Allah (cc)'dır. Hakkı hukuku en iyi bir şekilde bize öğretecek olan Allah'dır.
Büyük olan-yüce olan Allah (cc)'dir. Bunu da müezzinlerimiz günde beş vakit
minarelerimizden bütün insanlığa duyurmakta, onlara ilan etmektedir.[70]
63- Görmedin
mi Allah gökten su indirdi de yeryüzü ycşeriverdi. Şüphesiz Allah Iatifdir,
herşeyden haberdardır.
Değerli hocam
anlatmıştı; "Konya'da bir kış günü yüniyorddm, her taraf soğuktan buz
tutmuştu, üzerine basarken kayıp düzüyordum. Manifaturacının biri buzları
keserle kazmaya çalışıyor; buz o k^dar sert ki keseri her vuruşunda bir
çınga(küçük parçacık) çıkıyor. Adam o kadar uğraştı ki, sonunda yine
başaramadı. Fakat o gece Rabbim bir lodos rüzgarı gönderdi. Sabahleyin
baktığımda O manifaturacının kıramadığı buzları süpürge ile kaldırımdan aşağı
indiriyorlardı." diye anlatmıştı.
Yani bir adam
dükkanının önündeki buzunu kıramazken Rabbim bir gecede bütün Konya'nın buzunu
çözüveriyor. İmansızlığın katılığı nasıl çözülür diye düşündüğümüzde bu
yukarıdaki örnek, bir de Mevlâna'nın ifade ettiği gibi; "Dikenden gülü
çıkaran Rabbim, bunu da yapabilir," şeklinde rahat bir biçimde
anlayabiliriz. İşte herşeye gücünün yettiğine inandığımız Allah(cc) küfürün
karanlığından İslâm'ın aydınlığını getirir.
İşte 63. âyette de
buna başka bir misal; gökyüzünden yağmuru indirip, yeryüzünü yemyeşil bir hale
getirip, her tarafı yeşille döşenmiş bir ortam haline getiriyor. Bazı
kardeşlerimiz, dünyanın her tarafındaki imansızlığa, ahlâksızlığa bakıp
İslâm'ın yeniden yeşermesini yeniden hayat bulmasını imkansız olarak
görmektedirler.
Ama nasılki
gökyüzünden yağmur indiğinde kara toprak yemyeşil hale geliyorsa, İslâm'ın
yeşermesi de işte o şekilde olup, Kur'ân'ın bütün âyetleri rahmet damlaları
halinde insanların kalbine inip, o ahlâk-sız o çorak insanlar, o zorba
insanlar, yeraltı dünyasının insanları, hepsinin de baharın yeşerdiği gibi
gönüllerinde İslâm yeşeriverir.
Şüphesizki Allah(cc)
latiftir, haberdardır. Sanki Esmâ-i Hüsna'yı sayar gibi, 59. âyetten 65. âyete
kadar, Allah'ın sıfatları sayılmakta, ki bu sıfatlar Razık, Âlim, Halîm, Afüv,
Gafur, Semî, Basîr, Âliy, Kebir, Lâtif, Habîr, Sani, Hamîd, Rauf, Rahîm....
Lâtif: Bütün olayların
en ince teferruatına, detayına kadar nüfuz eden, demektir. Bizim insan olarak
bütün olayların arka planda olanlarını görmemiz mümkün değil. Bir Cezayir, bir
Afganistan, bir Bosna savaşının hikmetini biz kavrayanlayız.
Bazan sıkıntılar, zulüm
gibi eziyet gibi gelir ama mesela; Türklerin Orta Asya'da kıtlık çekmeleri,
Osmanlılar'ın İslâm'ı Viyana'ya kadar götürmelerine sebeb olmuştur.
Habîr: Bütün
olaylardan haberdar anlamında, kişi Rabbinin bütün dünyada olan bitenden haberi
olmadığını zannetmesin, o herşeyden haberdardır. İbrâhîm SÛresi'nde;
"Sakın Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma...."
Duyurulmaktadır. (Ayet 42)[71]
64- Göklerde
ve yerde olanlar onundur. Şüphesiz Allah zengindir, hamdedilendir.
Yerde ve gökte olan
herşey O'nundur. İnsan, nasıl ki sahip olduğu eşyalarının adedini, rengini
nicelik ve niteliklerini bilirse, işte kâinatın sahibi olan Allah(cc) de
herşeyi bilir. Denizin 10 bin metre derinliğinde kayanın üzerine yapışmış
canimin da rızkını tayin eder, onun ne zaman öleceğini, ne kadar yaşayacağını
bilir.
Ben kendi saçlarımın
adedini bilmiyorum ama Allah(cc) biliyor, zira bu saçlarımın rızkım her birine
ayrı ayrı gönderiyor, onları büyütüyor. Bilmezse rızkını veremez, veremeyince
de büyümemesi gerekir.
Şüphesiz ki, Allah(cc)
zengindir ve de hamd edilmeye layıktır. Allah'ın hiç birşeye ihtiyacı yoktur. O
bütün mahlukattan müstağni, onların ibadetine, sadaka vermelerine, cihad
etmelerine ihtiyacı yoktur. Fakat hamdedilmeye de tek layık O'dur. O'ndan başka
hiçbir varlık hamde-övülmeye layık değildir. Bir de hamd'in övgü ve senaların
yapılacağı tek mercî O'dur.[72]
65-
Görmedinmi yeryüzündekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri sizin
emrinize verdi. Gök yerin üzerine düşmesin diye tutuyor. Ancak onun izniyle
(gök düşer). Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
Yeryüzündekilerden
sonra Allah(cc) denizler üzerinde gezen gemilere dikkatimizi çekiyor. Bu
gemilerin de Allah'ın emri ve izni ile yüzdüğünü ifade ediyor. Emirden maksat;
Rabbimizin tabiata koymuş olduğu kanunlar dahilinde olduğuna işaret eder.
İşte inanan insanla
inanmayan arasında bir fark vardır. İnanan insan bu kanunu koyanın Allah(cc)
olduğuna inanırken, inanmayan da; Hayır..! bu, eşyanın bizzat kendisidir,
demektedir,
Sema'yı da tutan
Allah'dır. Yani yıldızlar ki sayılarını sayabilmiş değiliz, en kabiliyetli
yaratık insan; o da ancak bir kaç tanesinin durumundan biraz bilgisi vardır.
Yine en kabiliyetli insan birkaç tane eşyayı elinde tutabilir, onun
haricindekilerini tutamaz, tutsa bile belirli bir zaman sonra yorulur. Âyet-el
Kürsi'de geçtiği gibi; bütün melekûtat birbirine girer.[73]
Bütün bu varlıkları yörüngesinde tutan Allah(cc)'dır. O yıldızlar ancak O'nun
izni ile düşerler.
Şüphesiz ki, Allah(cc)
insanlara Rauf dur, Rahim'dir, yarattıklarına karşı gayet merhametlidir.[74]
66- O sizi
diriltti. Sonra sizi öldürecek ve sonra (ahirette) diriltecek. Muhakkak insan
çok nankördür.
İnsan Rabbine karşı
Kefur'dur. Kefur'u mütercimlerimiz; "nankör" olarak tercüme ederler.
Tabiiki bu imansızlar için kullanılmış bir kelimedir. Nankör de; verilen
ni'meti görmezlikten gelen, iyiliğe karşı kötülük ile muamele eden kişi,
demektir.
Küfür ile kefûr aynı
kökden gelmektedir ve kefür, küfürden biraz daha ileri bir durumdur. Her
insanda kefûrlar madenî cevheri vardır. Allah(cc) tarafından verildiğinden
dolayı herhangi bir ayıbı veya noksanlığı ifade etmez.
Müslüman da bu
özelliğini, Allah'tan başka ilahları ve Tâğûti sistemlerini inkârda
kullanacaktır. Eğer Allah(cc) bu özelliği yani kefûr sıfatını bize vermemiş
olsaydı, biz bu Tâğût'i sistemleri ve Allah'tan başka ilahları inkâr edemezdik.[75]
67- Her
ümmet için ibadet yeri - yolu kıldık. Onlar ona göre ibadet etsinler. Bu
işlerde seninle çekişmesinler. Rabbine çağır. Muhakkak sen dosdoğru bir yol
üzerindesin.
Her ümmet için ibadet
yeri ve tarzı kıldık. Yani belirli bir makam da, belirli bir ibadetin
yapılmasına "menasik" denmiştir. Biz evlerimizde olduğu gibi, cami
veya mescid'lerde de ibadet yaparız. Üzerine hacc farz olanlar için de, hac
ibadeti Kabe ve Mescid-i Haram'da yapılır. Zilhicce'nin 9. günü de Arafat
dağında bugünkü Türkçe karşılığı "Saygı duruşu" olan
"Vakfe" ibadeti gerçekleştirilir.
İnanan insanların
ibadet yerleri ve şekilleri böyle olduğu gibi, inanmayan insanların da aynı
şekilde kendilerine has bazı ibadet şekilleri vardır. Onlar da bazı mekanlara,
bazı taşdan şekillendirilmiş insanların huzuruna gidip orada ibadetlerini
gerçekleştirirler. Huzuruna geldik-emrine amadeyiz, sen rahat uyu, biz senin
izinde yürümeye devam ediyoruz, şeklinde ibadetlerini yapmışlardır.
Âyette bahsedilen
ibadet şekli Mü'minler içindir. Allah-û Teâlâ İbrâhîm (as), Musa (as), Nuh
(as), İsa .(as) gibi Peygamberlere ibadetler yapmalarını emretmiştir.
"Onlar seninle
dini konularda münakaşa yaparlar, bu takdirde sen onları Rabbine davet et,
onlarla münakaşa etme. Sen, dosdoğru olan müstakim olan bir hidayet yolu
üzerindesin."[76]
68- Eğer
seninle mücadele ederlerse "Allah yaptıklarınızı daha iyi bilir" de.
69- Allah
kıyamet günü hakkında ihtilaf ettikleriniz şeylerde aranızda hükmedecektir.
Allah, sizin bu
ihtilaf ettiğiniz konular hususunda Kıyamet gününde aranızda hükmünü
verecektir. Ben sizi ikna edemedim-iman etmediniz. Mücadelenize devam ettiniz.
Bu dünyada belki cezanızı da çekmeyebilirsiniz ama ahirette Allah (cc) hükmünü
verecektir. Ve ahirette haksız olduğunuzu da göreceksiniz. Zira imansız bu
dünyada kendinin haklı olduğunu savunur. Şeytan ona inançsızlığını mantikî
temellere oturtması için yollar gösterir.[77]
70-
Bilmezmisin Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini bilir. Şüphesiz bu bir
kitap (levhi mahfuz)dadır. Şüphesiz bu, Allah'a kolaydır.
Yani Allah'ın (cc)
Levh-i Mahfuz'undadır. Yerde ve gökte olanların hepsi yazılmıştır. Olmuş ve
olacağı tamamen kayıtlıdır ve bu da Allah için kolaydır.
Hadiste ifade edildiği
gibi; Allah(cc) önce kalemi yarattı, kaleme yaz dedi, yazdı. Kalem de
yaratılacak ve olacak olan herşeyi yazdı.[78]
İnançsız insan buna
itiraz ediyor; "Olur mu?, bundan bin sene sonrasının ne getireceğini, kim
bilir?" diyor. Allah(cc), ilm-i ezeli ve ilm-i ebedîsi ile bunu bilir.
Çünkü bin sene sonrasını da yaratacak olan O'dur.[79]
71-
Allah'dan başkasına ibadet ederler. Allah onun hakkında hiçbir delil indirmem
iştir. Onların bu konuda hiçbir bilgileride yoktur. Zalimlerin yardımcısı
yoktur.
Ateistlerle münakaşaya
girildiği zaman biraz sıkıştılar mı "Bu konuda fazla derine
dalmayalım" deyip işin kaçamak yönüne gidiyorlar.
Zalimlere yardımcı da
yoktur. Ahirette hiç olmayacak. O gün mülk tamamen Allah'a aittir.
Bazen bu dünyada da
yardımcı olmaz, çünkü zalim zalime, otoriteyi elinde tuttukça yardım eder.
Otorite elinden gittimi artık hiç yardımcı yoktur. Tarîhen sabittir. İran
Şahı'na, Amerika olsun, diğer Batılı devletler olsun her türlü yardımı yapıp
her türlü silahı veriyorlardı. O da o yardımlarla Müslümanlar'a zülüm ediyordu.
Fakat otorite elinden gidince çoğu ülke ve başta ABD olmak üzere adamı
ülkelerine almadılar.[80]
72- Onlara
apaçık ayetlerimiz okunduğunda kafirlerin yüzlerinde inkarı tanırsın. Neredeyse
kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. Deki: "Size bundan
(inkar ve öfkenizden) daha şerlisini haber vereyim mi? O Allah'ın kafirlere
va'dettiği ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir.
Bugün Mü'minlere öyle
saldırılıyorki; hatta üzerinde secde alâmetleri belirdi mi ibadet edenleri
inancından, başını örtenleri toplumun içinden kovma yönüne gidiyorlar.
Rabbim âyetin
devamında "Sizin bu yaptığınız bir serdir. Ama ben size bundan daha
şerlisini haber vereyim mi? İşte O ateştir! Allah O ateşi kâfirlere vaad etti
ve onların varış yeri, gideceği yer ne kötüdür.[81]
73- Ey
insanlar, bir misal verildi, onu dinleyin. Şüphesiz sizin Allah'dan başka
çağırdıklarınızın hepsi bir araya toplansalar bir sineği bile katiyyen
yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa onu ondan geri alamazlar. İsteyende
istenende zayıf kaldı.
Allah'tan başka
çağırdıklarınız varya -ki, biz Rabbimizi çağırıyoruz. Günde 40 rekat namazda
kırk defa "Rabbimiz, ancak sana ibadet eder ancak senden yardım
dileriz" diyoruz. İnanmayanlar da işte Allah'tan başkalarına çağırırlar.
Saltanatımız gitmek üzere, Müslümanlar her an güçleniyorlar.... şeklinde
yalvarırlar.- İşte bu yardım istediğiniz kişiler varya; onların hepsi biraraya
gelseler bir sinek yaratamazlar. Eğer sinek onlardan birşey alsa, mesela sivri
sinek hortumunu sokup kanını alsa, o sinekten tekrar kanını geri alamazlar.
Üzerlerinden bir sineği dahi def edemeyen acizlerdir.
Senedi biraz zayıf
olmakla beraber, Nemrud ilahlik iddiasında bulununca Allah(cc) Onun beynine
bir sinek yerleştirdi. Sineğin kanadı titredikçe Nemrut çildırırmış, başına
tokmakla vurdukları zaman sinek dururmuş.
İsteyen de zayıf,
istenen de zayıf, yani yardım isteyen de zayıf, bizim gibi insan olan, karnı
ağrıyan, yemeye içmeye muhtaç olan yardım istenen kişi de zayıf, O da
ölecektir.
Sinekten, aldığını geri
isteyen de zayıf, sinek hortumunu sokmuş kanını almış o da zayıf. İkisi de
Allah'ın yarattığıdır. Allah'ın yarattığı mahluk ilahlaştınlınca durum böyle
olur.[82]
74- Allah'ı
hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah güçlüdür, kadirdir.
Yaratıcı olarak
Allah'ı kabul eden, fakat yönetici olarak kendisi gibi bir veya birkaç insanın
kurallarını kabul edenler Allahı(CC) hakkıyla tanımayanlardır. Bizler
Allah'ımıza, O kendisini kitabında nasjl tanıtıyorsa öyle iman ve itaat
ederiz.[83]
75- Allah
meleklerden ve insanlardan elçiler seçer. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
76- Onların
önlerinde ve arkalanndakileri bilir. Bütün işler Allah'a döndürülür.
Allah(cc), meleklerden
de insanlardan da elçiler seçer. Cebrail (as)'ı meleklerden seçmiş
peygamberlerine göndermiştir. İnsanlardan da Hz. Âdem (as) dan Hz. Peygamber
Efendimiz'e kadar elçilerini seçmiş insanlara göndermiştir.
Allah(cc) herşeyi
bilendir. Herşeyi işitendir, insanların önlerinde olanı da, arkasında olanı da
bilir. İnsanların yaptıklarını da yapacaklarını da bilir. İnsanlardan ölmüş
olanı da bilir, insanlardan gelecek olanı da bilir. Bütün işler O'na
döndürülür.[84]
77- Ey iman
edenler, rükû edin secdeye varın, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyinki
kurtuluşa eresiniz.
Yetmişikinci âyette hitab
bütün insanlara yönelikti; şimdi ise sadece Mü'minler'e "Ey iman edenler!
Rükû ediniz, secde ediniz! O'nun yarattığı şeylere değil, Rabbinize kulluk
yapınız. Ve iyi işler yapınız. Olaki kurtulursunuz.
İyi işler yapın, hayır
yapın, gözünüz hayırlı şeyleri görmeye çalışsın, eliniz hayırlı şeyler yapsın,
diliniz hayırlı sözler söylesin, kulağınız da en seçkin seslen dinlesin. Yani
Allah'ın kelamını O'nun sünnetini dinlesin, tabiattaki mahlukatm sesini
dinlesin.[85]
78- Allah
(yolun) da onun cihadına layık cihad ediniz. O sizi seçti. Dinde size hiçbir
zorluk kılmadı. Babanız ibrahim'in dini (gibi kolay kıldı). O (Allah) sizi
bundan (Kur'an'dan) Öncede bunda, (Kur'an'da) da "Müslümanlar" diye
isimlendirdi ki Peygamber size şahit olsun, sizde bütün insanlara şahit
olasınız. Haydi namazı dosdoğru kılınız, zekatı veriniz, ve Allah'a (Allah'ın
ipi olan Kur'ana) sarılınız. O'dur, sizin mevlanız. O ne güzel mevla ve ne
güzel yardımcıdır.
Allah yolunda nasıl
cihad edilmesi gerekiyorsa öyle cihad ediniz. Mal ile, can ile, kanla, göz
yaşıyla, alın teriyle. Bunlar birbiriyle bağlantılı hususlardır. Biri terk
edildi mi olmaz. Ümmetin ayakta durması için çoğu insanların canının ve kanının
verilmesi yani fiili cihad için ne gerekiyorsa yapılmalı. Fiili cihad için can
ve kanlar hazır, ortada mal yoksa iş eksik, emir yerine getirilmemiş demektir.
Mal ile de takviye edilmelidir.[86]
Sizi, Allah(cc) seçti.
Sahâbe'yi, Tabiini, ondan günümüze kadar gelen Müslümanlar'ı seçen Allah
(cc)'dür. Şu anda da seçilmiş, insanlar arasındayız. Onun için bütün her
anımızda dikkatli olup oturmamıza kalkmamıza yeme, içme ve diğer
davranışlarımıza da dikkat edeceğiz.
İbrahim'in milletinden
olduğumuzu unutmayacağız. Allah(cc) şimdi bizi Müslümanlar olarak
isimlendirdiği gibi bundan önceki ümmetleri de Müslümanlar olarak
isimlendirmiştir. Öyle ise bundan sonra "Allah'a davet eden, iyi işler
yapan ve ben Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim var" buyuruyor.[87]
Yani üç vasıf
1- Allah'a
davet edip, başkalarına boyun eğmiyeceğiz.
2- İyi ve
güzel işler yapacağız.
3- Ben
Müslüman'ım, Müslümanlardanım diyeceğiz.
Allah-û Teâlâ, bizden
önceki Musa (as)'ın kavmini de, İsa (as)'ın kavmini de Müslüman olarak
isimlendirmiş. O Peygamberleri, O ümmetlere şahit olarak, bizi de bu insanlara
şahid olarak yaratmıştır. Namazınızı kılıp, zekatınızı veriniz. Allah'a
güvenip, Ona bağlanınız.
O'na bağlanmak; Onun
emir ve yasaklarına uymakla olur. O'dur sizin dostunuz-yöneticiniz- ve O ne
güzel yardımcıdır.[88]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203.
[2] Müslim, Mesacid 3
[3] Enbiya 107
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/203-204.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/205-206.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/206.
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/206-207.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/207-211.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/211-212.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212.
Tirmizi Kıyamet hah 28, hadis 2462
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/212-213.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/213.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/214.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/214-216.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/216-217.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/217-218.
[19] Analiz 'Kur'an, için
bakınız; "Hak Dini Kur'an Dil " tefsiri Maide 69
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/219-220.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/221-222.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/222-223.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/223-224.
[24] Fussilet 33
[25] Bakınız; Zümer 23,18
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/224-225.
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/225-228.
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/228-229.
[29] Bakınız Ibni Kesir Tefsiri
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/229-230.
[31] Bakara 198
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/230-231.
[33] Buharı buyu 38
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/231-232.
[35] Maide 3
[36] Tevbe 28
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/232-234.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/234-235.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/235.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/235-236.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/236-237.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/237-238.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/238-240.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/240-241.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/242-245.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/246-249.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/249-250.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/250-252.
[50] Bakara Sûresi ayet 251
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/252-255.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/255-256.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/256-257.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/257-258.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/258-259.
[57] Nisa 76, Enfal 36
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/259-260.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/260-262.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/262-263.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/263.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/263-264.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/264-265.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/265-267.
[65] Hadid suresi 10
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/267-269.
[67] Bakara 214
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/269-270.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/270-271.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/271.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/271-273.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/273-274.
[73] Bakara 255
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/274-275.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275.
Bakınız Bakara 256
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/275-276.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/276-277.
[78] Tirmizi, Tefsir 68
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/277.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/278.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/278-279.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/279-280.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/280.
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/280-281.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/281-282.
[86] Bakınız; Nisa 148, Tevbe 29
[87] Fussilet 33