TEVBE SÜRESİ 2

 


TEVBE SÜRESİ

 

Medine'de Nazil Olmuştur Yüzyirmîdokuz Ayettir.

Bu sürenin isimi Tevbe süresidir. Kafirlere birkaç kerre "Fe inta-bü"diye başlayan adetlerde kafirlere af i'lanı vardır. Ayrıca 104 ncü ayet­te Allah bütün kullarının tevbesini kabul edeceğini bildirir. Onun için "Tevbe" süresi demiştir.Bu sürenin bir üsmme "Berae" süresidir,

Berae, Türkçe û'e haini ben ondan beriyim. Yani ondan biraz uzaklaş­mak manasına geliyor.. B^rigel, yani o adamdan uzaklaş manasına geli­yor. Uzak durmak. Yanı' offunla olan ilişkiyi kesmek manasınadır. Meal­lerde ise bir kısmında Be.tatür diye arapçasıyla yazılmış.Bir kısmında ise "Ültimatom" diye tercüme1- edilmiştir. Fakat burada konu şu: Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine de devletini kurduktan ve güçlendikten sonra ve Mekke'yi de feth ettikten sonra Tebük seferim de yapıp, Bizanslılarada, müslümanlann gücü gösterildikten sonra Hicretin dokuzuncu yılında Peygamber (s.a.v.) efendimizin bizzat kendisi hacca gitmemiş yerine ve­kaleten Hac emirliğini yapmak Çizere Hz. Ebu Bekir (r.a.) tayin etmiş ve göndermiş. O gittikten sonra Bu erae suresi nazil olmuş. Bunun üzerine peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırmış. Bu sureyi kendisine okumuş ve hemen hacca hazırlanıp gitmesini ve orada bütün insanlara bu sureyi okumasını istemiştir. Hz. Ali de pey;gamher efendimizin Kasva adlı de­vesine binerek Hz. Ebu Bekirin yanına varıyor. "Ben geldim Allah Ra-sulü gönderdi" diyor. Hz. Ebu Bekir de sormuş. "Emir olarak mı geldin. Memur olarak mı geldin? Hz. Ali: "meı"nur olarak geldim" demiş Yani emir sensin. Ancak Allah'ın rasulü bu suniyi okumamı istedi demiş. Hz. Ebu Bekir'in rivayetinde Hz. Ali (r.a.) Hicretin 9. yılı zilhicce ayının 10. günü, yani Kurban Bayramı günü Arafatta sonra Mina da daha sonra Mekkede bütün insanlara bu ültimatomu okuyor.[1]

5/ insanlar, iyi dinleyin ve iyi duyunki Allah bize şunları bildir­mekledir. Kafir katiyyen cennete gidemeyecektir. Bu günden sonra müşrik feabeye gidemeyecektir. Çıplak olarak Kabei muazzama tavaf edilmeyecektir. O güne kadar müşrikler çıplak olarak tavaf ediyorlarmış. Es­kiden beri tavaf geleneği var onların ama dünyalık hiçbir şey bulunmasın üzerinizde diyorlar. Yaili biz Rabbimizdeh geldiğimiz gibi Rabbimizih önüne varırız Kabenin Önünde demişler. Hatta yüksüklerini o zaman toT puklarına takarlarmış hamallarını, kollarındaki bileziklerini dahi çıkarır­lar, ve öylece tavaf ederlermiş. O gün Hz. Ali "Bu günden itibaren Kabe-j de çıplak olarakta tavaf edilmeyecek. Üçüncü madde bu. Dördüncü madde olarakta bugüne kadar Peygamber (s.a.v.) efendimizle anlaşma yapanların anlaşması müddetine kadar devam edecektir. Ama anlaşma yapmayanlar ise dört ay kendilerine mühlet verilmiştir. Bu dört ay içerisinde yâ gelecekler Allah'ın rasulüyle yeni anlaşmalara girecekler veya çekip gi­decekler.

Veya İslama girecekler. Bu bir yerde bu surenin özeti gibidir. Bu Hz. Ali'nin orda ilan ettiği 1. ayet-i kerimeden başlıyoruz.[2]

 

1-Kendileriyle andlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve Rasu-lünden bir ültimatomdur.[3]

 

2-Yeryüzünde dört ay daha doUşuıız iyi bilinki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah kafirleri rifcvay edecektir.

Dört ay yeryüzünde dolaşın yıni dört aylık müddetiniz var, iyi bi­linki siz Allah'ı aciz bırakamazsın^. Yani Rasulüne galip gelemeyecek­siniz, müslümanları mağlup edemeyeceksiniz. Bu dini yeryüzünde yok edemeyeceksiniz, bunu iyi bilin Ve mutlaka Allah kafirleri rüsvay edici­dir diyor Allah (c.c). Bu haca ekber gününde Allah ve Rasulünden in­sanlara duyurudur Yani Allat ve Rasulü müşriklerin dostu ve yardımcısı değildir, bunu da ilan ediyo Allah (c.c). Şimdi burada alakaları kesilmiş oluyor. Yani ey müşrikler puta tapanlar Yahudiler, Hristiyanlar, şimdi

burada şunu da söyliyelim. Bu müşrik kelimesinin içerisine Yahudi ve Hristiyanlarda giriyorlar. Bunu nerden anlıyoruz. Bu ayet-i kerimeler na­zil olduktan sonra Yahudi ve hristiyanlarında Mekke-i mükerremeye so­kulmaları yasaklanmıştır. Yani "müşrikler pistirler ve o mescidi harama yaklaşmasınlar" ayet-i kerimesi Hristiyan ve yahudileri içine almış. Pey­gamberimiz bunu yorumlarken onlarıda içine almış, demek ki müşrik kelimesi onlarada kullanılabiliyor.[4]

 

3- Allah ve Rasulünün, müşriklerden uzak olduğu haccı ekber günü insanlara bir duyurudur. Eğer pişman olursanız bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yüz çevirirseniz iyi bilinki siz Allah'ı aciz bıra­kamazsınız. Kafirleri acıklı azapla müjdele.

Ekber kelimesi bizim insanımız tarafından şöyle bilinir. Bu sene haccı ekbermiş derler. Arafa günü aynı zamanda cumaya rastlarsa haccı ekber denir. Ama Kur'an-1 Kerimdeki Haccı ekberden kasıt, eskiden beri umreye haccı asgar derlerdi. Yani küçük hac derlermiş. Gerçek hacca da Haccı ekber derlermiş, onun için Haccı ekber ifadesinin sebebi hac oldu­ğunu, umre olmadığını açıklamak içindir. Allah ve Rasulünden bu haccı ekberde insanlara bir duyurudur. O da Allah ve Rasulü müşriklerden be­ridir. Yani onlarla dost değildirler. Onların yardımcısı da değildir. Peki onlarla olan ilişki kesilirse ne olur.

Hani günümüzde de kitap yazılmış "El Velau vel Beraü" diye değerli bir ilim adamı yazmış Türkçeye de tercüme edilmiş dost ve düşmanlar Allah'ın dostları ve Allah'ın düşmanları mü'minin dostu ve müminin düş­manları anlamına gelebilecek, Yani kimleri dost edineceğiz kimleri düş-man edineceğiz ayet ve hadislerden çıkartarak bu verilmiş Yani o "El Velau vel Beraü" kelimeleri de zaten Kur'an-ı Kerimden alınmış kelime­lerdir. Eğer tevbe edecek olursanız, pişman olursanız o sizin için daha hayırlıdır. Yani tevbe sizin için hayırlıdır. Eğer yüz çevirirde isyanınıza, küfrünüze ve şirkinize devam ederseniz iyi bilinki (ve yine cümle geldi yukarda da buradada iyi bilinki) siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Yani Allah'ın rasulüne galip gelemezsiniz. Müslümanları mağlup edemezsi­niz. Ve bu dini de yok edemezsiniz. Bunu iyice aklınıza sokun. Kafirlere acıklı azabı müjdele diyor Allah (c.c.) Hani müjdele kelimesini kullanmış. Aslında müjdelemek bizde Türkçede de kullanırız. Müjdelemek iyi olayları haber vermek yani oğlu askerden gelenin annesine babasına ko­şarak gelirler "oğlun askerden geliyor" diye müjdelerler. Veya şu bekle­mekte olduğun güzel şey efendim o oldu diye haber veriliyor. Müjde iyi şeylerde iyi haberlerdedir. Burada iyi değil halbuki. Cehennemin azabını onlara müjdele ama bizim türkçedeki cümle kuruşumuz böyle. Arapça da ise "müjdele onlara" diyor. Kafir tam sevinecek ne gelecek acaba di­ye, acıklı azabı müjdele onlara, yani azabın şiddetini vurgulamak için müjdele kelimesini kullanmış Allah (c.c). Peki bu dört aylık mühlet ta­nıma, hepsi için geçerli mi? müttaklieri sever.[5]

 

4- Ancak kendileriyle anlaşma yaptıklarınız müstesna hani bir devletle veya bir kabileyle bir anlaşma yapmışsınız diyelim ki on seneliğine sal­dırmazlık paktı imzalanmış. Karşı tarafta şartlara riayet ediyor. Onu şöy­le ifade ediyor. O anlaşmalar üzerinde hiçbir noksanlık yapmıyorlarsa, yani anlaşmadaki şartlara riayet ediyorlarsa. Sizin karşınızdaki bir başka adama da yardım etmiyorlarsa, müslümanlara sözlerinde durma mecbu­riyeti vardır. Rabbim buna dikkat çekiyor, anlaşma yaptıklarınızla olan anlaşmaya dikkat ediniz ve riayet ediniz. Onlar bozmadıkları müddetçe veya onlar senin zararına aleyhine harbe kalkmış birine yardım etmediği müddetçe anlaşmayı bozmayın. Hani peygamber efendimiz Medine'nin çevresindeki Yahudilerle anlaşma yapmış, saldırmazlık paktı imzalamış­lar ama, Mekkeli müşrikler peygamber efendimizi ve müslümanları boğ­mak, topyekün müslümanları öldürmek üzere Medine'nin kenarına gel­diklerinde bu sefer onlar Mekkeli müşriklere yardım etmişlerdir. Bu doğrudan peygamber efendimize saldırı olmasa bile dolaylı olarak saldırı demektir. Burada da Rabbim buna dikkat çekiyor. Sizin zararınıza ola­cak şekilde bir başkasına da yardım etmemişlerse, o zaman onların an­laşmasını müddeti sona erinceye kadar tamamlayın. Allah sakınanları, münv.ki olanları sever buvunır Rabbim.

Bu dört aylık müddet de müslümanların kafirlere saldırması haram kılınmıştır. Yani mühlet veriyor peygamber efendimize Allah (c.c.) onla­ra mühlet ver dört ay düşünsünler taşınsınlar. Akdini bozanlar yani an­laşmasını bozanlar anlaşmayı tamamlamak için gelsinler. Anlaşması ol­mayanlar anlaşma yapmaya gelsinler, iman etmek isteyenler, iman etsin­ler. Bu dört aylık zaman içerisinde bir fırsat tanınıyor onlara. Ne yapa­cakları konusunda karar vermeleri için bir zamandır bu. Adam anlaşma­ya yanaşmayabilir. Müslümanda olmam diyebilir. Hasmane münasebeti­ni devam ettireceğim deme hakkı da var. Kafirin o zaman da çekip gitme hakkı var. Çünkü o dört ayın bitiminde onlar cezalandırılacak. Kimler? Anlaşmaya yaklaşmayanlar, sulh anlaşması yapmayanlar, müslüman ol­mayanlar. Nedeni ise devletin içerisinde dinime düşman adam barındırıl­maz, islam devletinde gayri müslimler yaşar. Mesela Yahudiler ve Hris-tiyanlar 600 senelik Osmanlı tarihi içerisinde bu İstanbul şehrinde ve Os­manlının hakim olduğu yerlerde yaşamışlar. Ancak bir anlaşma karşılıklı bir zimmet anlaşması var. Yani zimmilik hakları vardır onların. Onlar kendi görevlerini yerine getirecekler. Devlette onlara karşı olan sorumluluğunu yerine getiriyor bu bir karşılıklı anlaşmadır.[6]

 

5- Haram aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, hapsedin ve her gözetleme yerlerine onlar için oturun. Eğer tevbe ederler, namazlarını kılarlar ve zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.

Bu tür anlaşmaya yanaşmayanlara gelince o dört ay da geçince dine hasmane münasebetlerini devam ettirenleri, o zaman o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayınız evlerinde veya kalelerinde veya kabilelerinde. Etraflarım bir sur ile çevirmişlerse onları muhasara altına alın. Onların geçit yerleri nereler ise oraları tutun. Bir müddet önceydi, yazarın biri bu ayeti kerimeyi aldı bir dergide yayınladı. "Efendim Kur'an-ı Kerim merhamet peygamberinin, efendim rahmet dolu kitabıy-mış filan diyorlar sakın inanmayın. Kur'an-ı Kerimde (burayı da verdi Tevbe suresinin 5.ayeti kerimesinde) kafirleri nerede bulursanız Öldürün diyor" Yukarıyı okumuyor. Yukarda anlaşma yapanlar müstesna anlaş­ma yapanların anlaşma müddetine kadar onlara fırsat tanıyın. Yeni an-

laşmalar için haklar tanıyın deniliyor. Oraları görmüyor adam.

Halbuki ayet-i kerime bütün yollar kapanmış adam İslami bir devlet­te yaşıyor. Müslüman ol olmuyor. Zorlayamayız. Yani müslüman olmu­yor zorlayamayiz. İsteriz cam gönülden arzu ederiz. Müslüman olmasını ama müslüman olmuyor adam o zamanda bağrına silahı dayayıp "müslü­man ol" diyemeyiz. Çünkü daha önce geçti dinde zorlama yoktur.[7] "Ben senin vatandaşın olarak ka­lacağım. Ve üzerime düşen sorumlulukları yerine getireceğim" dese ta­mam. Aksi durumda işte o zaman Allah (c.c.) bunlar dine karşı harp et­miş demektir. Ve bu adamları nerde bulursanız öldürün diyor.

Peki adamı tam kaldırdınız tabancanın tetiğini çekeceğin anda keli-me-i şehadeti getiriveriyor adam. Rabbim, namazını dosdoğru kılarsa ze­katını da verirse o zaman onun yolunu serbest bırakın diyor. Yani müslü­man olmuştur. O kardeşimiz olmuştur. Hani çocukluğumda duymuştum, köyümüze gelen hoca efendi anlatmıştı. Hz. Ali (r.a.) kaldırdı kılıcı ada­mı tam vuracak, adam Lailahe illallah dedi. Hz. Ali'de bıraktı kesmeyi. Olay doğru hocamız doğru söylemişte, benim o zaman çocuk aklım şöy­le demişti. O zaman harp olmazki. Lailahe illallah dese kurtulacak. Bu sefer arkadan vuracak. Yani müslümanın aldanmaması gerekir bunun bir çıkış yolu olmaması lazım demiştim kendi kendime. Ama islam öyle de­ğil işte. Müslümanlar derhal onu kendi saflarına alıyorlar, duruma göre ya harp ettiriyorlar karşı tarafa veya geride elinde silahı olmadan hizmet gördürülüyor. Yani düşman safında kalmasına müsaade edilmiyor. Zaten Lailahe illallah Muhammedün rasullüllah diyen adam beri tarafa ge­lecektir. Eğer iyi güven sağlanmışsa harp ettirilir ihtiyaç vardır. Yoksa geri tarafta hizmet veriliyor. Rabbimde zaten bunu teyid ediyor. Eğer tevbe ederlerse yeterli değil, namazı da dosdoğru kılarlarsa o da yeterli değil. Zekatlarımda verirlerse diyor Allah (c.c). O zaman onları serbest bırakıverin. Allah affedicidir merhamet edicidir.

Hani o zaman Allah affetse bile ben af edemem diyen olabilir. Yahu Allah'ın merhametinin yanında senin merhametin ne olur ki be birader. Peygamber efendimiz rivayet ettiği bir hadisi şerifte "Allah merhameti, rahmeti yüz parçaya ayırdı. Birisini yeryüzündeki yaratılmışlara verdi diyor. Geri kalan doksan dokuzu ile kıyamette mü'minlere merhamet edecektir" buyuruyor. (Buhhari K.Edeb 19Müslim K.Tevbe 17) Yani yeryüzündeki bütün insanların ve canlıların merhameti o yüz parçadan bir parçaya ancak denk düşüyor. Onun için Allah'ın (c.c.) Gafurur Ra-hiym olduğunu hiç unutmayacağız. Ama buda tenbelliğe sevk etmiyecek bizi.[8]

 

6- Eğer müşriklerden biri senden yanma gelmek isterse onu ya­nına alki Allah'ın sözünü işitsin. Sonra onu güven içinde olduğu yere ulaştır. Bu onların bilgisiz bir toplum olmalarındandır.

Eğer müşriklerden herhangi birisi senden komşuluk talebinde bulu­nursa "İsticar" kelime olarak komşuluk talebinde bulunmak. "Ya rasulel-lah bende müslüman olayım, Veya yakınında olayım affet beni" derse onun komşuluk hakkını ver onu affet. Allah kelamını işitebilsin o da. Yani bir insan müslümanlara yakın olmayı istiyorsa ona o yakınlık hak­kını verin ki müslümanın yanında yakınında olursa bir insan ne işitecek­tir? Allah'ın kelamını işitecektir. Doğruluk işitecektir o adama bu fırsatı verin sonra onu güvenli olduğuna inandığı yere kadar ulaştır. İşte bu on­ların bilmez bir kavim olmalarındandır diyor Allah (c.c). Yani işi bil­memelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçeği hakikati bilmemelerindendir.

Günümüzde dükkan komşularınız olabilir. Hani ermeni olabilir, mm olabilir, yahudi olabilir. Ev komşularınız olanlar var dükkan komşuları­nız olanlar var. Bu ayetin ruhuna uygun olarak adamlar bir gün kıyamet­te, "Ya rabbi ben bununla otuz sene komşuluk yaptım da bana Allah'ın kelamından tek söz söylemedi" derse, biraz hesaba çekilirsiniz onu söy­leyeyim. Yani İslami gerçekleri seninle konuşmam. Benimle havadan sudan konuşurdun. Benim gönlümü kırmamak için yapardın diyebilir, gönlünü kırmamışsın ama bütün vücudunu kırmışsın. Cehenneme gön­derilmesine engel olanlardan biri olabilirsin. Belkide senin tebliğin ona ulaşıp fayda verebilir, vermemiş olsa bile biz sorumluluktan kurtulmuş oluruz. Onun için komşularımızla gayri müşlim bile ilgilenelim.Hepimiz günahkarız hani günahı açıktan yapanlar vardır, birde gizliden yapanlar var. Milletin gözündekiler genelde açıktan yapanlardır. Hani şairin biri öyle demiş Farsça şiirinde. "Eğer her haram şey şarap gibi insanı sarhoş etmiş olsaydı insanlar caddelerde sallanarak giderdi." Herkes sarhoş olurdu, onun için çevremizdeki insanlar mümkün mertebe bizim bildiği­mizden faydalanmalıdırlar ve ağzımızdan da Allah kelamı çıkmalıdır ge­nelde, yani akşama kadar bin kelime konuşmuşsaniz bu bin kelimenin içerisinden 501'i İslama yönelik olmalıdır hiç değilse diyorum yani. 501 derken hiç değilse yani yüzde elli biri olsun hiç değilse diyorum.[9]

 

7- Mescidi haramda andlaşma yaptıklarınızın dışında müşrikle­rin Allah ve Rasuiü katında nasıl andlaşması olur? Onlar sizlere doğru davrandıkça sizde onlara dürüst davranın. Çünkü Allah müt-takileri sever.

Bu ayet İslami bir devletin devletler arası anlaşmaları düzenleyen ayeti kerimeler ama siz bunu ferdi olarakta alın, her türlü tapu noter kar­şılıklı senet veya sözlü anlaşmalarınızda anlaşma şartlarına riayet edin. Hani bazı arkadaşlar hakem olmam için gelirler. Bundan beş sene evvel, üç sene evvel veya bir sene evvel iki arkadaş bir araya gelmişler. Para birinden çalıştırma birinden, birinin parası var o işi yapacak kabiliyeti yok, birinin kabiliyeti var o işi yapacak parası yok. Ortak olmuşlar. İşte yüzde elli senin, yüzde elli benim. Veya yüzde otuz senin, yüzde yetmiş benim gibi neyse anlaşmaları. İş iyi gidivermiş bol para kazanmaya baş­lamışlar. Şimdi diyorki parası olan, hocam benim param olmasaydı bu bir şey yapacak değildi, yani ben hisseyi arttıracağım diyor. Yani yüzde elli değilde yüzde altmış benim paramla kazandı. Öbür taraftaki diyor ki, hocam benim aklım olmasa bilgim olmasa bunun parası ne olacaktı. Bankada bekleyecekti diyor. İkisi de haklı olabilir ama hak ilk yapılan anlaşmadadır, ona riayet edilmelidir. Efendimiz (s.a.v.) buyurur. "Müs­lümanlar ilk anda koydukları şartlara rivayet etmelidirler."[10] sonradan birinin lehine, birinin aleyhine ge­lişmiş olabilir. Fertleri anlaşmalarına güzel riayet etmiş olsalar onların devleti de zaten anlaşmalara riayet eder. Fakat burada hemen hatıra şu gelmesin bugün birleşmiş milletler kararnamesine bizde imza attık. Biz­de aynı şeyi yapmamız gerekir. Bu hatıra gelmesin. Birleşmiş milletlerde beş tane, belalı beşler vardır. Bu benim koyduğum isimdir. Yani resmi hukuki ismi, "daimi üye" beş tane. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin. bunlar daimi üyedir. Yüzelli tane devlet İsraili kınayalım diye karar alsalar bu beşinden bir tanesi kınamayalım dese kınanmaz. Bu beşinin it­tifakı lazım, bir olayda karar alınması için ittifak etmesi lazım. Diğerleri­nin şöyle almış, böyle almış hiç ilgilendirmiyor. Yani gelmesenizde olur, biz anlaşabilirsek size bildiririz deselerde olur.

Beşinin ittifak ettiğine diğerleri de zaten uyuyorlar. Genellikle boyra da "onlar dosdoğru oldukları müddetçe olun Allah müttekileri sever. Yani müttekmın de tarifi istiyor. Böylelikle mtttteki insan ne demek, filan adam çok yapılmış olur, görmeyeyim diye. O neki insan sayimaz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) en mütteki adam muttekımsa,, sayıim batar harp ferine bakard,, ordular düzenlerdi. Ordunun bizzat en önde kılıç kuşanırdı, harp ederdi. Mütteki insanın tarifi Burada bir kaç yerde geçmişti. Bakara suresınınılk beş ayetin- teki kısanın tarifi" beş tane vasfı sayılıyordu orada bu vasıf devam vasrflan arasında ki, bin de dost doğru olmaktır Yanı sözünün eri olmaktır diyelim, burada sözünün en olmak anlaşmalar sözleşmelerdir yada sözünü yerine getirmektir.[11]

 

8- Nasıl olabilir? Eğer onlar size galip gelseler sîzin hakkınızda yakınlıkda gözetmezlerdi, and lasın ayıda gözetmezlerdi. Kaİbleri ka­çınırken ağızlarıyla sizi memnun etmeye çalışırlar. Onların çoğu fasıktır.

Yani daha önce zimmet anlaşması karşılıklı bir anlaşma var ortada, ama riayet etmiyor. Akrabalık bağlarımız var. Mesela müşriklerden biri­si müslüman olmamış, oğlu müslüman olmuş, adam oğlunu öldürmek için geliyor. Bedir harbinde olduğu gibi.

Çünkü gençler daha çabuk müslüman olmuşlar. Mekke de babaları biraz diretmişler. Hz. Ebubekir müslüman oluyor, babası müslüman ol­muyor daha sonra olmuş ayrı. Hz. Ömer müslüman oluyor, babası müs­lüman olmuyor yani gençler daha çok müslüman olmuşlar, babalan müs­lüman olmamış ve bunlar amcaya, dayıya, teyzeye karşı Bedir harbinde karşı karşıya gelmişler ve akrabalık bağlarımda gözetmiyor bu kafirler.

Gelirler senin yanma dil dökerler dilleriyle seni hoşnut ederler ama kalpleri söylediklerinden uzaktır. Yani kalplerinde tuttukları, dilleriyle söylediklerinin aynı değildir. Onların çoğu fasıktır diyor Allah (c.c.) ve Onları yine tanıtıyor. Peki niye gavur oluyor bu adamlar. Çünkü pey;amberin mesajına kulak vermiyorlar. Allah'a, peygambere iman etmiyorlar.[12]

 

9- Allah'ın ayetlerini az bir paraya sattılarda Allah'ın yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yaptıkları ne kötü şeylerdir.

Onlar az para karşılığında Allah'ın ayetlerini satıyorlar ve insanları Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Yani deniliyorki biz Allah'a, peygam­bere, ahirete iman edersek, bugüne kadar bizim sistemimiz faiz üzerine kurulmuş. Bizim sistemimiz fuhuş üzerine kurulmuş. Bizim sistemimi-miz şarap üzerine içki üzerine kurulmuş ve bizim vücudumuz alışmış biz bunlara nasıl alışalım diyorlar. Bu durumda Allah (c.c.) onlara dünyevi geçici zevkleri uğruna Allah'ın ayetlerini sattılar diyor. Onlar ne kötü yapıyorlar. Yaptıkları ne kadar da kötü diyor Allah (c.c.).[13]

 

10- Onlar mü'min hakkında yakınhğıda andlaşmayıda gözet­mezler. İşte asıl saldırgan onlardır.

Bu haddi aşanlar akrabalık bağı, gözetmiyenler anlaşmalara riayet etmiyenler, karşılığında Allah'ın ayetlerini satanlar dilleriyle insanları hoşnut edipte gönülleriyle düşmanlık besleyenler onlardır.[14]

 

11- Eğer pişman olurlar, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse, dinde kardeşinizdirler. Bilen bir kavm için ayetleri açıklıyoruz.

Yani babanızı öldürmüş adam hani Peygamber efendimizin amcası Hz. Hamzayı (r.a.) öldürmüş. Öldürende öldürtende bir gün geliyor keli-me-i şehadet getiriyor. Müslüman oluyor, dosdoğru namazı kılıyor, ze­katını veriyor, tevbe ediyor ve Rabbim diyor, işte o takdirde onlar sizin

Bir tanesi babasını tanıtıyor. Dine inanmayanlardan biri, yaşıyor ha­la. Babasını anlatıyor şiirinde." Dosttu ellerimiz, düşmandı gönülleri-miz."Babam hafız bir insandı, ama benim gavur olmama o kadar üzüldü diyor ve onuda anlatıyor. Dosttu ellerimiz taki bu geldiğinde hoş geldin diyormuşta ondan sonra yüzüne pek bakmıyormuş, düşmandı gönülleri­miz der. Şimdi bu insanların ağızlan dost olur ağızlarıyla sizi hoşnut ederler, hoşunuza gidecek sözler söylerler ama yürekleriyle size düşman­lık beslerler ve elleriyle dilleriyle söylediklerinin zıddını emr eder gönül­leri o adamların. Ama bu adamlar müslüman olurlarsa namazlarını kılar­lar ve de zekatlarını verirlerse o zaman onlar bizim din kardeşimiz olu­verirler.

Buradan şunu anlıyoruz biz dinimizdeki düşmanlık adamın içindeki küfre yöneliktir. Çünkü kafirlik bütün pisliğin kaynağıdır ana merkezi­dir. Peki o adam ondan temizleniverecek olursa o zaman o adam bizim can kardeşimiz kan kardeşimizden ilerde din kardeşimiz oluverir. Bazıla­rına günümüzde düşmanlık yapmaları başka sebeplerden oluyor. Hani bu güne kadar koministim diyenler kapitalistin parasına düşmanlık yapıyor Sende niye olsun, bende olsun diyor. Peki alsakta bu arkadaşa versek bu­nu fakir bıraksak bu sefer o da bankaya koyuyor o kominist oluyor buda kapitalist oluyor anarşi böyle devam ediyor. Eğer düşmanlık hasmane münasebetler dünyevi çıkarlar nedeniyle olacak olursa bunun önünü al­ması mümkün değil aman insanları kötülüğe sevk eden bir hastalık var adamda, hani doktor hastasının hastalığına düşmandır. O hastalığı nasıl olurda bundan uzaklaşürayım diye uğraşır. Müslümanda imansızın yüreğindeki imansızlık hastalığına düşmandır. Eğer onu ahverecek olursa o adam derhal onun din kardeşi oluverecekür.[15]

 

12- Eğer andlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve di­ninize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Belki vaz geçerler.

Burada dikkatimizi şuna çekiyor: Kafir bir milletin halkından daha ziyade o milleti kötü yola sevk eden önderleriyle harp edin diyor.Taş atana kızmayın, taş attırana kızın. Kuklaya ateş etmeyin, kuklayı oynata­na ateş edin.[16]

 

13- Yeminlerini bozan, peygamberi sürgün etmeye çalışan top­lumla savaşmazmısımz ki size karşı önce onlar başlamışlardı. Yoksa onlardan korkuyormusunuz? Eğer iman ediyorsanız kendisinden korkmanıza en layık olan Âllah'dır.

Küfrün önderleriyle harp ediniz diyor. Hani scud füzelerini yapan yahudiymiş. Scud füzeleri İsraüin üzerine atılmaya başlayınca adam fer-yad ediyormuş "vay babamı öldüren füzeleri ben yaptım" diye. Adamın yaptığı füze bugüne kadar kaç insan öldürdü bilmiyoruz. Bu körfez harbi nedeniylede öldürmeye devam ediyor. Bundan sonrada hani diğer millet­lerin kendi aralarındaki harplerinde devam edecek. Bu işe karar veren ki­şiler binlerce adamın öldürülmesini sağlamış oluyor. Onun için daha zi­yade alet olan insanlara yönelik değil, o ortamı oluşturan önderlere yö­neliktir.

Yani Ebu Cehil'in kendisine, Ebu Süfyaıı'a, Ebu Leheb'e yönelik ha­reket edilmesini istiyor. Yoksa Ebu Cehil emrinde elli tane, yüz tane si­lahlı adam var. Ama emri Ebu Cehil veriyor. Onun emrindekilerle uğraş­mamayı, asıl bu kişiyi yönlendiren adamla harp edilmesi gerektiğine dik­katimizi çekiyor. Yani maşayla değil maşayı tutan adamla uğraşacak. Yani Hacivatla Karagözü oynatan adam vardır. Kuklacı, kuklada hacivat hep tokat atıyor ve sizde yeter be deyip tabancayı çekip Hacivata kurşun siksanız, hacivatı dejiş deşik yapsanız o yine yapacak çünkü yukarda ipi­ni çeken adam var. Ayet-i kerimede de küflün önderleriyle yani ipi çe­ken adama ateş edin diyor.

Ne oluyor yeminlerini bozan topluma karşı niye harp etmiyorsunuz. Peygamberi Mekke'den çıkarmaya azm eden karar veren bu adamlarla niye harp etmiyorsunuz. İlk defa harbe onlar başladığı halde niye harp etmiyorsunuz..? Tabii tereddüt edenler olmuşta ondan. Yani peygamber efendimizle (s.a.v.) beraber katılalımmı katılmayalım mı. Yahu karşı­mızdaki işte her ne kadar olsa da analarımız, babalarımız, dayılarımız, yengelerimiz filan diyenler var. Rabbinı diyor ki, nasıl olur. Bu adamlar anlaşmaları bozdular. Peygamberi yerinden yurdundan sürdüler çıkardılar. Harbide ilk defa onlar başlattılar. Niye harp etmiyorsunuz. Yoksa onlardan mı korkuyorsunuz. Eğer iman ediyorsanız korkmaya onlardan Hal™ lavık olan Allah (c.c.)'dır. Yahu onları yaradan Allah, sizi yaradan

Allah. Siz Allah'ın yarattığından korkuyorsunuzda Allah'ın kendisinden niye korkmuyorsunuz? Allah onlara sizin elinizle azab eder. Hani Allah onların haklarını avucuna verir deriz. Allah onları cezalandırır deriz. Ve-yahutta şöyle dua ederiz. İşte şu dinimiz düşmanlarını kahret Ya Rabbi. Birde sıcacık odanın içinde çay kaynıyor bir taraftan namazın arkasından Ya Rabbi kahret bu düşmanları diyoruz. Ya Rabbi bizim keyfimizi boz­ma al eline kılıcı veya topu sen onlarla harp et. öyle olmaz.

Allah onlara azap edecek ama sizi sebep kılacak, sizin ellerinizle on­lara azap edecek. Yoksa Allah (c.c.) durup dururken kafir bir toplumu helak etmemiştir. Katiyyetle böyle birşey yok. Ama hocam Lut kavmini helak etti. Doğru Lut kavmini helak etti ama orada Lut (a.s.) ve ona iman eden saf müslümanlar mücadele veriyorlardı. Onlar mücadele verirken Rabbim onlara yardım ediyordu. Nuh (a.s.) karşısında kafirler var. Ama Nuh (a.s.) ve ona iman edenler mücadeleyi verirlerken Rabbim onlara yardım etti. Yoksa peygamber yok, onun ümmeti de yok bir yerde top­lanmış gavurlar Allah'a isyan ediyorlar ama öyle bir toplumu hiç helak etmemiştir. Yani onların karşısına hak budur gerçek budur diye dikilecek bir müslüman olması gerekiyor o müslümanda çıkarsa Allah o müslümanın eliyle ona azap eder. Ama hocam adedimiz az. Kıvılcım ormanın büyüklüğünden korkmaz diyor Mevlana. Sen kıvılcım olmaya bak. Kı­vılcım ormanın büyüklüğünden korkmaz. Sen ışık olmaya bak. Işık karanlığın çokluğundan korkmaz.[17]

 

14- Onlarla savaşınki Allah, onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size yardım etsin ve iman eden top­lumların gönüllerini ferahlatsın.[18]

 

15- Kalblerinin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini k? bul eder. Allah alimdir, hakimdir.

Allah onları rüsvay etsin siz onlarla harp edin ki Allah onları rüsva etsin, onlara karşı Allah size yardım etsin. Allah'ın size yardım etmesi için ne yapacaksınız mesela siz yük kaldıracaksınız. Bizim oralarda yük Ya Allah dive başlarlar sarılırlar. Peki eliyle tutmasada böyle dursa, Ya Allah dese kalkarını yük? kalkmıyor. İşte yattığımız yerden yaptığımız dua da budur. Ya Rabbim düşmanlara karşı bizi galip getir. Durduğun yerden Ya Allah deyip yükü kaldırmak gibi birşey, olmaz öy­le şey. Rabbim olmaz diyor bu Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde daha Mü'min kavmin göğüslerine şifa versin . Yani yüreklerini serinlet­sin diyor.

Öyle ya yerinden yurdundan olmuş müslümanlar, gözünün önünde anası öldürülmüş, babası Öldürülmüş. Hani Ebu Cehil gibi herifler diye­lim ki Ammar b. Yasir'in annesini babasını gözünün önünde öldürmüşler ve birgün harp meydanında karşısına çıktığında orada bir müslüman kar­deşinin, düşmanın başını vurması berikini rahat ettiriyor. Yani müslüma-nın gönlü serinliyor böylece. Tabi öncelikle Müslüman, olsun babamızı öldüren dahi olsa kardeşimiz olsun. Ama müslüman olmaz düşmanca münasebetine devam ederse daha binlerce anne ve babayı öldürmesi en­gellenir. Eskiden köylerde tilki gelir tavukları perişan ederdi. Derken bi­risi tilkiyi yakalar, mahalle sevinirdi, Tavuklarını tilkiden kurtardı diye, yani geçmişinden dolayı değil gelecek tavuklara zulmedemeyecek öldüremeyecek diye sevindiler. Onun için yüz tane bin tane kuzuyu perişan etmeye gelen kurt eğer çoban tarafından öldürülecek olursa bütün kuzu­lar sevinir. Çobanda sevinir kuzular kurtuldu diye onun için kafirin öldü­rülmesine şu yönden sevinilir. Bu adam diğer müslümanların öldürülme­sine fırsat bulamayacak diye sevinilir. Yoksa keşke iman ederek gitseydi diye gönlümüz arzu eder. Bunun içinde Allah (c.c.) müslümanların kalplerindeki kini giderdi. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah her şeyi bilendir. Allah'tır hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi olan.[19]

 

16- Yoksa sizi, içinizden cihad edenleri, Allah'dan, Rasuiünden ve mü'minlerden başkasını dost edinmeyenleri, Allah bilmeden bıra-kıhvereceğinizimi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Allah sizin başınıza bazı imtihanlar verecek o imtihan nedeniyle1 kim mücahidmiş kim mücahid değilmiş o ortaya çıkacak kim Allah'ı, RasUlünü ve mü'minleri seviyor, o ortaya çıkacak. Kimde Allah'ın rasu-lünün, mü'minlerinin dışında başkalarını dost ediniyorsa onlar ortaya çıkıyor. Günümüzde bu ayet-i kerimeyi daha iyi anlıyoruz.

Biz müslüman insanız. Türkiye'deki müslümanı, Irak'taki müslüma-nı, Kuveyt'teki müslümanı, Suud'taki müslümanı, Emirliklerdeki müslü-manları tutuyoruz, Afrika'daki müslümanı tutuyoruz. Endonezya'daki, İran'daki, Filipinler'deki müslümanı tutuyoruz. Dünyanın neresinde bir müslüman varsa onu tutmakla görevliyiz. Çünkü peygamber efendimiz (s.a.v.)" Bir vücudun azaları gibisiniz, birine diken battığında bütün vü­cut acı duyar"[20] dediği gibi vücu­dunuzda dünyanın öbür tarafında bir müslümanın ayağına, bir devletin ayağına diken batsa müslümanın burada acı duyması gerekiyor.

Rabbim bu 16. ayet-i kerimeyle içinizden mücahid olanları ortaya çıkarmadan Allah'ı rasulü ve mü'minlerin dışında kişileri dost edinenleri de ortaya çıkarmadan, ,yani hainleri ortaya çıkarmadan müslümanların dostlarını ortaya çıkarmadan serbest bırakılacağınızımı zannediyorsunuz diyor. Bir başka ayet-i kerrnede îman ettik deyivermekle insanlar kurtula­cağının» zannediyor diyor.[21] Rabbim. İmtihan edilmeden ol­maz yani iman imtihan edilmeli. Ben iman ettim mü'minim Kur'ana iman ediyorum, Elhamdülillah demek yeterli değil. Hani saf alnınla, ka­rışık altın yarışıyorlar. Ben senden daha değerliyim diyor. Saf altın da öyle ise ateşe girelim kardeşim gel ateşe girelim kimin ak kimin pak ol­duğu ortaya çıksın ateşe girince saf altın yine altın olarak çıkıyor ama içinde gümüş karışık, olan bakır karışık, altın ise 100 gr. olarak giriyor, 30 gr. olarak çıkıyor. Yani ateşte ortaya çıkıyor doğru olanla, saf olanı, karışık olanı. Mü'mininde iyi olanıyla, kötü olanı, sağlam ölamyla çürük olanı böyle belalı mihnetli günde ortaya çıkıveriyor.[22]

 

17- Müşrikler, kendi küfürlerini görüp dururken Allah'ın mes-cidlerini onarmaları yaraşmaz. Onların amelleri boşa çıkmıştır. Ve onlar ebediyyen ateştedirler.

Kendilerinin kafir olduğuna kendileri şahitlik yaparken müşriklerin Allah'ın mescidlerini imar etmeleri yakışmaz, olmaz öyle şey. Yani mescidleri tamir etmek mescid yapmak mescid açmak kafirlerin hakkı değil­dir. Görevli de değildir. Şimdi burada Mekkeli müşrikler şunu iddia edi­yorlar. Yıllardır Kabe'yi koruyan biziz. Bunu koruma hakkı da bizimdir. Mekke feth edildikten sonra da aynı müşrikler diyorlar ki Yıllarca benim dedem dedemin dedesi Kabe'yi koruyordu.

Efendim sulama işlemini Hacıların su ihtiyaçlarını, Kabe'nin temiz­lenmesini, örtüsünü biz üstleniyorduk diyorlar. Yani bu payın kendileri­ne verilmesini istiyorlar. Siz inamyormusunuz, Rabbime ve Peygamberi­ne ve Allah'ın kitabına inanmıyorsunuz. Öyleyse siz kendi kafirliğinize kendiniz şahidsiniz. Kafir ve müşrik olanlarında bu Kabe'nin imarıyla il­gilenme hakkı yoktur. Müslüman olanlara gelince peygamber efendimiz aynı sülaleye vermiş. Çünkü uzmanlığa da dikkat ediyor. Demiş ki daha önce bu sülale bu Kabe'nin temizlik işlerini yapıyordu, bu şeref onlara "aitti, yine devam ettirecekler. Bu sülalede Kabe'nin su işlerine bakıyor­du. Bunlar bu şerefi yine devam ettirecekler. Gönülden istiyorlar çünkü onlar. Kafir mescid yaparmı, Medine'de yapmış. Hac suresinde gelecek, Mescidi Dırar diye bildirilmiş, zararlı mescid, yani müsl umanları parça­lamak üzere, yani Bizansın para desteğiyle Medine'de mescid yapılmış. Münafıklar tarafından. Yani müslüman olmadığı halde müslüman görü­nen münafıklar tarafından mescid yapılmış. Onun için kafir yardım eder-mi etmezmi? Osmanlının son zayıflama döneminde, Anadoluyu gezerse­niz görürsünüz. Amerikalılar tarafından kolej açılmış, Kayseri'de var, Talaşta var çeşitli yerlerde hastahane yapmışlar veya okul yapıvermişler. Oradan ajanlık yapmış adamlar. Hani bu tür insanlar bu tür cami bile yapsalar bunların cami yardımı nedir..? Daha önce de söyledim deniz ke­narında balığa yem atan adamın durumu gibidir. Balıklar seviniyor ha ne iyi adam bunlar bize yardım ediyorlar diyor. Sen oltayı yutta bir görelim. İşte onların amelleri boşa gitmiştir. Ve onlar ateşte, Cehennemde ebedi­dirler.[23]

 

18- Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başka kimseden kork­mayanlar onarır. İşte hidayete ermişlerden olması ümit edilenler bunlardır.

Siz hacıları sulamayı Mescidi haramı tamir etmeyi, Allah'a ve ahire-te imanla beraber mi kabul ediyorsunuz? Allah yolunda cihad edenle ay­nı mı kabul ediyorsunuz? Hani Mekkeli müşrikler bugüne kadar Kabe'yi biz temizledik gelen hacılara suyu biz verdik diyorlar. Yani bizim yap­tıklarımız boşa mı gidecek diyorlar. Bu ayet-i kerime aynı zamanda şuna da değiniyor: İnsanların çıkarı için şu kadar hizmet etmiş bir adam,1 ölürken mal varlığını hastahaneye veya köprü yapımına veya bir sosyal tesise vakf etmiş. Bunun karşılığını görmeyecek mi? Rabbim bu mal varlığını nereye bıraktı kim için bıraktı, Allah için mi? Yani karşılığını ücretini Allah'tan alırım diye mi bıraktın?diye sorar. Fakat inanmıyordun ki diyor. Öyle ise benden niye istiyorsun mükafatını kim için yapmışsan ondan isteyeceksin. İşte insanlar, mahşer yerinde, bunlardan al, kim ki­me verecekse orda hiç bir kimse kendisinden bir şeyin karşı tarafa geç­mesini istemeyecektir. Onun için mescidlere hizmet, topluma hizmet, Allah'a ve ahiret gününe imandan geçiyor. Bu iman olursa yaptığınız her şey iyi hanenize, sevap hanenize işleyecektir, Rabbimiz yardımcımız ol­sun.

Kendilerinin kafir olduklarına şahit oldukları halde Allah'ın mescit­lerini kafirlerin müşriklerin imar etmesi yakışmaz. Yani bu iş müşriklere düşmez. Mescidleri imar etmek müşriklere düşmez. Çünkü onlar kendi­lerinin kafir olduğunu söylüyor. Süddi (r.a.)ye "Efendim bunların müşrik olduğuna dair nasıl şahidlik yapar" diye sormuşlar o da diyorki" Peki siz bir yahudiye "sen necisin" dediğinizde "yamıdiyim" demez mi? Evet ya-hudiyim der. Peki hristiyana sorsanız "sen necisin" deseniz o da "hristi-yanım" der. İşte bu adam kendisinin müşrik olduğuna; kafir olduğuna şa­hitlik yapıyor diye açıklama getirmiş. Yani ayet-i kerimede Rabbimiz kendilerinin kafir olduğuna yine kendileri şahit olduğu halde Allah'ın mescitlerini imar etmek müşriklere yaraşmaz buyuruyor. Ve onların amelleri boşa gitmiştir) "Ve onlar ateşte ebedidirler" diyor Rabbim. Peki mescidleri kim imar eder? Onu da 18. ayet-i kerimesiyle" "Mescidleri imar eden Allah'a iman edenler, meleklere iman edenler.

Ahireti iman edenler, ve namaz kılanlar, zekatını verenler ve Al­lah'tan başka kimseden korkmayanlar. Yalnız Allah'tan korkanlar mes­cidleri imar ederler.

İmardan kasıt tabii ki, bir yapmaktır, bir de mescidleri şenlendir­mektir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) mescidlerin amirleri mescidleri imar edenler, şenlendirenler Allah'ın has kulu mü s lüm ani ardır diyor.Kesir, Abd h. Humeyd in müsnedinden naklediyor) Peygamber efen­dimiz: "Sürünün kurdu olduğu gibi Şeytan da insanın kurdudur.Kurt sü­rüden ayrılanı kapar.Ayrılmakdan sakının. Camiye ve cemaata huymm.[24]

 

19- Siz hacıları sulamayı Mescidi maramı ta'nıir etmeyi AHaha ve ahirete iman eden ve Allah yolunda cihat eden gibimi kabul edi­yorsunuz? Allah katında bunlar eşit değildir.Allah zalimler toplulu­ğun hidayete erdirmez.

Burada konu edilen yalnız müşrikler ama günümüzde biz kendi ara­mızda uygulamaya kalkarsak ayet-i kerimeyi mescid yapan çok değerli kardeşlerimiz var. Ama camiden cemaat çekiliyor. Yeni gelen neslin ca­miye giden yolu engelleniyor. Bazı yol kesen adamlar var. Eskiden dağ­larda gezen eşkiya varmış. Şimdi şehire inmiş. Adamlar üniversitede, parlamentoda veya çeşitli yerlerde durmuşlar yol kesiyorlar. Milıi.eğitim bakanlığında insanların İslama ve imana giden yollan kesiliyor. Bu adamlara yönelik faaliyette bulunalım getirin şu patronlarınızı buraya katkıda bulunun denildiğinde, camii yapmayı diğerlerinden üstün gören­lerimiz var. Allah (c.c.) bu ayet-i kerimede, bütün paranızı götürseniz or­da hacılara su dağıtsanız, hayır işleseniz veya Kabe-i Muazzama yıkıl­mış, yeniden yapacağız deseniz onun sevabı bir insanın müslüman olma­sı için yapılan yatırıma denk olmuyor. Hatta bir hadisi şerifte Peygambe­rimiz (s.a.v'ı Hz. Ali'ye demiş: "Ya Ali senin elinle bir insanın İslama girmesi, yeryüzü dolusu Altunu veya yeryüzü dolusu kızıl develeri tasadduk etmenden daha hayırlıdır." (Buharı Sahih,K.Cihad Babü fazli men esleme ala yedeyhi racüliin) Onun için Allah (c.c.) burada Allah katında Allah yolunda cihad etmekle, cami yapmak ve hacılara su dağıt­mak denk değil buyuruyor. Yalnız burada şunu söyleyeyim. Ayet-i keri­menin nüzulü aslında Mekkeli müşrikler içindir. Yani doğrudan kast edi­len Mekkeli müşriklerdir. Fakat burada parasını, Allah'a ve ahiret günü­ne iman ettikten sonra, mescid yapmaya harcayanlarda karşılığım göre­cekler. Ancak Allah yolunda cihad etmekle onu yapmak denk olmadığını bilsinler. Al-i İmran suresinin 200 ncü ayet-i kerimelesinin tefsirinde geçmişti. Abdullah bin Mübarek daha ziyade hadisciler tarafından çok bilinir.

Abdullah bin Mübarek hadis sahasında ileri gitmiş bir hadis ravisi-, dir. Kendisinin hadis kitaplanda vardır. Arapça olarak yayınlanmıştır. Bir hac esnasında diyor. Tarsus dolaylarında Allah yolunda cihad edi­yorduk zaten bir sene ilim tahsili talebe okuturmuş bir sene Allah'ın dini­nin yayılması için talebeleriyle beraber küffar ülkesi üzerine gidermiş. Bir sene gelir yine ilim öğretirmiş bir sene yine cihad edermiş. Yine bir cihad esnasında hacılar hacca gitmeye hazırlanmışlar bir tanesi gelmiş Abdullah bin Mübareğe ben hacca gidiyorum bir isteğiniz var mı demiş? O da demiş ki: Şu mektubu al kardeşim Fudayl b. îyad'a ver demiş. Fudayl b. lyad tabiin'in büyüklerindendir ve Tasavvuf erbabının çok değer

verdiği ve bütün İslam aleminin değer verdiği bir insandır. Mektubu gö­türmüş ve ona vermiştir. Mektup şiir halinde başlıyor:

"Ey Ka'bede ve Mescidi Nebide Allah'a ibadet eden zat, eğer sen bizim ne yaptığımızı görmüş olsaydın ibadetle oyun oynadığının farkın­da olurdun.

Ey yanaklarını göz yaşlarıyla boyayanlar, bizim göğüslerimiz kan­larımızla boyanmakta. Ey atını batıl yollarda yoranlar, bizim atlarımız düşman üzerine saldırı gününde yorulur.

Misk kokuları sizin olsun. Bizim kokularımız atların nallarından çı­kan kıvılcımlarla güzel toz kokusudur................"

Fudayl b. lyad demiş ki mektubu getirene "postacıya ücret vermek gerekir" demiş. Sana ücret olarak Allah rasulünden bana rivayet edilen bir hadisi anlatayım: Ebu Hüreyre rivayet ediyor: Bir adam "Ya rasülel-lah bana öyle bir amel öğretki ben onunla Allah yolunda cihat edenlerin sevabını alayım dedi.Effendimiz:"Hiç ara vermeden namaz kılıp,hiç ye­meden oruç tutabilirmisin? diye sorunca:"Ya Rasülellah ben zayıfım gü­cüm yetmez" dedi. Efendimiz: "Nefsim elinde olan Allaha yemin ede-rimki gücün yetseydi bile yinede Allah yolunda cihat edene ulaşamaz­dın." buyurur.

"Allah zalim toplumlara hidayet etmez" buyuruyor zalim toplumlara yol göstermez, hidayet vermez ama zalimlikten vaz geçerlerse onlarda müslüman olurlar.[25]

 

20- İman edenler .hicret edenler ve Allah yolunda mallan ve can­larıyla cihad edenler Allah katında derecesi en büyük olanlardır .işte onlardır kurtuluşa erenler.

Bu 20. ayet-i kerimeyi hatırınızda tutuverin yani cihadın üstünlüğü­nü anlatan bir ayet-i kerime "iman edenler Allah için hicret edenler hic­ret baktıki bir yerde Rabbimin bütün emir ve yasaklarını yerine getirme imkânı kalmamış ama duymuş ki filan yerde Allah'ın bütün emir ve ya­saklarını icra etmek mümkündür.Oradan diğerine hicret etmek Müslü-manın üzerine görevdir. Ama bu Kaldığı yerde görev gereği kalıyorsa o başka. Yani ben burada kalmakla daha faydalı olacağım çevreme de faydalı olacağım diyerek kalıyorsa o ayrı ama bütün imkanları elinden alın­mışsa o zaman hicret eder. Hicret edenler malları ve de nefisleriyle Allah yolunda cihad edenlere, Allah katında derecelerin en büyüğü vardır. Ya­ni bu yapılan işler Allah katında derecelerin en büyüğüdür. Daha bundan büyük derece yoktur anlamında bir ayet-i kerimedir bu.

İşte kazananlar onlardır diyor Allah (c.c), başarılı olanlar onlardır diyor Allah (c.c.) deyince bu faiz alıp verenlerle ilgili değildir. Kazanan, başaran anlamındadır. İşte faizciler onlardır. Yani başarılı olanlar kaza­nanlardır. Ama günümüzde başarılı olanlar yine faizciler yani faizci, çokça yiyen adamları ne başarılı adamlar iş biliyor, iş bitiriyor, köşeyi çabuk dönüyor ve kazanıyor. Köşeyi çabuk döndüğünden dolayı mesela biz çocukluğumuzda dönerdik oyun oynardık. Dönerdik dönerdik ve ba­şımız dönerdi bu sefer bütün evler dönmeye başlardı. Adamlarında başı çok döndüğünden etrafındakileri de dönek görmeye başlıyorlar. Yahu dönek olan sensin etrafındaki insanlar değil.

Rabbim kazananlar onlardır diyor. Başarılı olanlar onlardır diyor. Bir başka ayet-i kerimede "Kim Cehennemden uzaklaştırılır Cennete ko-yulursa kazanan odur" diyor Allah (c.c.).[26] Biz buna ba­şarılı adam diyoruz, işte bizim de elli senelik, altmış senelik hayatımızda süratli bir yükselme yapipta, cehenneme düşmektense hem bu dünyayı güzel hem de ahire ti güzel eylemek gerekiyor. Rabbim, o Allah yolunda malları ve de canlarıyla cihad edenlerin hakkında derece bakımından en üstün ve en büyük hatta "üstün" kelimesinden ziyade "En büyük" ifadesi kullanmış. "Allah katında derecelerin en büyüğü". Rabbim onlara rah­metini ve rızasını müjdeliyor, yani onlardan hoşnut olacağını müjdeliyor. İçinde nimetleri olan daimi nimetleri olan Cennetini müjdeliyor Allah (c.c). Ayet-i kerimelere bakacak olursak, ayet-i kerimeler de Rabbim Cenneti istememizi istiyor, eğer Kur'anla konuşacaksak Rabbim "Yakıtı insan ve taşlardan olan Cehennemin ateşinden sakının" diyor.[27] Veya "Ya Rabbi bize dünypja güzellik ver, ahirette güzellik ver, bi­zi cehennemin azabından koibbi" diye nasıl dua edeceğimizi öğretiyor.[28]

 

21- Onlara Rabierî, bir rahmet, hoşnutluk ve içlerinde bol ve ebedi nimetler olan cennetleri müjdeler.[29]

 

22- Orada sonsuza değin kalıcıdırlar. Muhakkak büyük mükafat Allah kalındadır.

Burada da Rabbim Allah yolunda cihad edenlere Rahmetini müjde­liyor rızasını hoşnutluğunu müjdeliyor. "Bana seni gerek seni" derken Yunus Emre yanlış etmiyor. Rabbimin rızasını kazanan Cennetine gire­cekti. Öyle ise Cennet son duraktır. Burada da Rabbim, zaten sıralamada birinci derecede rahmeti ve ikinci derecede rızası ve hoşnutluğu ve onlar için cennet üçüncü derecede ve sonrada orada ebedi kalacaklar, yani şu kadar milyon veya şu kadar milyar veya şu kadar trilyon sene yaşana­cakta ve sonra orada hayat sona erecek diye birşey yok. "Ama hocam in­san gördüğü şeylere bakmaktan usanır yediği şeyleri tatmaktan usanır, kokladıklarından da usanır? ama öyle değil. Hani her an yeni birşeyle karşı karşıya kalır yani gördüğü, tattığı, duyduğu şeylerde her an deği­şiklik vardır ve her an bir başka farklılık ve güzellik vardır. Allah (c.c.) çeşitli ayet-i kerimelerde bunu bize haber veriveriyor.[30]

 

23- Ey iman edenler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşı küfrü severlerse onları dost edinmeyiniz. Sizden kim onlardan dost edinirse onlar zalimlerin ta kendisidir.

Evliya, velinin çoğulu, veli de hani Türkçe de kınandığımız vali kelimeside ordan geliyor. Vali; halkını dostça seven yönetici anlamına ge­liyor. Allah (c.c.) "onları yönetici ve dost edinmeyiniz diyor. Babanız bi­le olsa, babanız dininize düşmansa, kardeşiniz dininize düşmansa sakın ha onu kendinize dost ve yönetici edinmeyiniz" diyor. Değil falan parti­nin başkanı, onları geç, baban dahi olsa, oğlan kardeşin bile olsa madem ki dine düşmandır onu dost edinmeyeceğiz. Peki hocam edinirsek ne olur. Rabbim cevabını veriyor. "Sizden kim onları kendisine dost ve yö­netici edinecek olursa işte onlar zalimlerin ta kendisidir." Yani müslü-man bile olsa, çünkü ayet-i kerime müslümanlarla ilgili.Bizi yaratan ol­duğu için bizim neye fazla meyi edeceğimizi de gayet çok iyi bildiğin­den en zayıf noktaları bize bilidiriveriyor burada.[31]

 

24- Deki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah'dan, Rasulünden ve Onun yolunda ci-haddan, daha sevgili ise o halde Allah'ın emri gelinceye kadar bekle­yin. Allah fasik topluluğa hidayet vermez.

Günümüzde dinden uzaklaşmıyoruz. Allah'a hamd ve senalar olsun da İslami çizgiden uzaklaşıyoruz. Yani dinimiz olarak Allah'a imanımız var diyoruz, Peygambere imanımız var diyoruz, Kur'an-a imanımız var da yani Kur'an-ı kerim okutmak için Kur'an kursları açalımda, ama uy­gulamasına gelince içindeki emir ve yasakların zamanı değil, yani za­manı geçti demiyor onunda zamanı var yavaş yavaş diyerekten başkala­rının emir ve yasaklarını hayatına tatbik eden müsîümanlarımiz var. Peki bunları buna iten nedir? Dünyevi çıkarlar. Ticaretine zarar gelmesi endişesi.kesada uğramak Türkçe'de kesad kelimesini de kullanırız değil mi? Kesada uğradı, gibi aynı ayet-i kerimeden alma kesad; azalacağından korktuğunuz ticaretiniz, Allah ve Rasulünden daha sevimli oluverirse di­yor Allah (c.c). Kur'an-ı Kerimeyi okurken birazda bunlara dikkat edin, kendinizde gelişsin bu meleke.

Hoşunuza giden meskenler Allah ve Rasulünden daha sevimli geli­yorsa, yahu hocam vallahi kendi arazim ama işte ruhsat vermiyorlardı, yaptık yıktırmasınlar diye o adamlara gidiyoruz şirin görünüyoruz diyor adam. Yani filan yere gidiyoruz, oraya şirin görünüyoruz, maddi destek sağlıyoruz, adamların dinsiz faaliyetlerine yardım da ediyoruz diyor. Niye? Ev yıkılmasın diyor köşk vari küçük bir villa yaptırmış, elden git­mesin diye. Rabbim bizim böyle en zayıf noktalarımızı vermiş burda. Allah ve Rasulünden birde Allah yolundaki cihaddan daha sevimli ise o zaman bekleyin. Allah'ın işi başınıza gelinceye kadar, bu iki türlü anla­şılabilir. Birincisi eceliniz gelinceye kadar bekleyin kıyamette bunun ce­zasını mutlaka göreceksiniz, ikincisi bu dünyada da ceza görebilirsiniz bu dünyada cezasını görenler var, bu dünyada cezasını görmemişse ahi-rette mutlak surette müşlümanların yanında olmamanın cezasını kişi ödeyecektir.[32]

 

25- Şüphesiz Allah size birçok yerde ve Huneyn gününde çoklu­ğunuzla böbürlendiğiniz halde çokluğunuz size hiçbir fayda verme­diğinde, ve yeryüzü geniş olduğu halde size dar geldiğinde ve arka­nızı dönüp kaçtığınızda size yardım etti.

Ayet-i kerimede Allah (c.c.) "birçok yerde Allah size yardım etmiş zaferi vermişti" buyuruyor. Huneyn gününe gelince orada siz çokluğu­nuzdan dolayı, öğünmeye başlamıştınız, yani çokluğunuz hoşunuza git­mişti, ama çokluğunuz size fayda vermedi. Huneyn günü, Huneyn savaşı diye geçer. Bu peygamber efendimizin gazveleri arasında Mekke'nin fet­hinden sonra o sene Mekke civarında tüm müşriklerden bir grupla, ki on­lardan güçlü, harp etmesini bilen bir toplum, yer olarak Taifle Mekke arasında bir vadide yerleşmişler onlarla harp ediliyor. Müslümanların sa­yısı 12 binin üzerinde ve ilk defa böylesine çok bir orduyla harbe katılı­yor müslümanlar diyorlar ki yahu biz Bedir de 330 kişiyle galip geldik. Burada 12 bin kişiyle bunları teperiz biz demişler. Ama gitmişler mağ­lup olmuşlar. Rabbim "sizin çokluğunuz, sizin hoşunuza gitti ama size çokluğunuz fayda vermedi. Rabbimdir size yardım eden". Rabbim bunu vurgulamak istiyor aslında.[33]

 

26- Sonra Allah, Rasulüne ve Mü'minlere sekinetini (güveni) in­dirdi. Görmediğiniz ordular indirdi ve kafirleri cezalandırdı. işte kafirlerin cezası budur.

Allah ve Rasulünün çevresindeki bir avuç müslüman Huneyn gaz­vesini kazandılar. Çoklukla kazanmadılar peygamber (s.a.v.) çevresinde­ki kesin rakam verilmemekle beraber 200,300 kadar sahabeyle Huneyn gazvesi başarıyla neticelenmiştir. 12 bin kişiyle neticelenmeyen ve bozguna uğrayan sahabe, Efendimizin (s.a.v.) etrafındaki bir avuç müslümanla başarıya ulaşılmıştır.

Yani Rabbim şunu diyor: Azlığınızdan korkmayın çokluğunuzla öğünmeyin. Rabbimdir size yardım eden, bunu vermek istiyor.Günümüzde bir avuç bosnalı müsîüman bütün hristiyan aleminin desteklediği sırp orduları karşısında şanlı bir direniş göstermektedir. Çeçenler kendilerinden yüz kat fazla olan Ruslara karşı imanlarını koruyorlar.[34]

 

27- Sonra Allah, bunun ardından dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah mağfiret ve rahmet edendir.

Bundan sonra Allah dilediğinin tevbesini kabul eder, yani ordan ka­çanlarda pişman olmuşlar tabii. Ya Rabbi biz çokluğumuza güvendik, kaybettik, kaçtıkta kaçmamızdan dolayıda sana tevbe ederiz. Çokluğu­muzla övünmemizden sana tevbe ederiz, yardımı ancak senden taleb ederiz diye Rabbime yönelince, Allah (c.c.) de onlardan dilediğini af et­tiğini haber veriyor. Allah af edicidir, Allah merhamet edicidir diyor. Yani bizde bu duruma düşebiliriz günümüzde, bazı durumlarda bu kadar paramızla bu kadar insanımızla niye yapmıyalım değil mi? Rabbim bi­zimle olduktan sonra neden başarılı olmayalım, dilimizi buna alıştıralım. Yani Rabbimin dinine iman etmişim onun dininin yayılmasını istiyorum. Öyle ise onun yardımına güvenelim, çokluğumuza güvenmeyelim, biz çok olmaya çalışalım, ama çokluğa güvenmeyelim. Biz Rabbimize güve­nelim çünkü tevekkül edenler ancak Allah'a güvenirler. Allah'a tevekkül ederler buyuruyor Rabbim.

"Ey iman edenler şu seneden sonra Mescid-i Harama yaklaşmasın­lar." Bu ayet-i kerime hani peygamber efendimiz (s.a.v.) Tevbe suresinin başında da açıkladığımız gibi 'Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ebu Bekir'i (r.a.) bir hac için emir tayin ediyor, onu gönderiyor ve arkasından bu Tevbe suresi nazil oluyor. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırıyor. Bu sureyle git ve orada bütün insanlara bunu ilan et bu emredilen ve yasaklanan şeyleri açıkla diyor. Hz. Ali (r.a.) da bütün in­sanlara, müslüman olan ve olmayanlara bu sureyi özet halinde insanlara duyurayor. Bu duyurulanlardan bir taneside şu:[35]

 

28- Ey iman edenler, şüphesiz müşrikler neces (pislik) dirler. Bu yıllarından sonra Mescidi harama yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse yakında kendi lütfundan zengin edecek­tir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. Hükmünde hikmet sahibi olan­dır.  ,

Burada müşriklerden kasıt Yahudiler, Hristiyanlar ve puta tapanlar­dır. Hani bazı arkadaşlar efendim Amerikalı ağabeylerimize müşrik di­yemeyiz diyorlar. Bunu gazetede de yazıyor herif. Yahu Allah diyor da ben niye demiyeyim. Adamın damarına dokunuyormuş. Filistin'de ço­cukların kolunu kıran, anasını çocuğun gözü önünde yakan İsrailliye müşrik diyemeyeceğiz. Yahu Rabbim diyor. Rabbim kimin mü'min ol­duğunu, kimin müşrik olduğunu beyan eder. Rabbim de diyorsa ki bu adam müşriktir, öyle ise bizde deriz, daha önce de dedik.

Allah, Meryem oğlu İsa'dır diyenler kafirdir diyor. Yok efendim ehli kitaba öyle birşey diyemez. Yahu Rabbim diyor. Müşrikler pistirler.

Ama hocam, görüyoruz adanılan. Hatta ülkemize gelenleri renkli televizyondan görüyoruz pırıl pırıl adam, elbisesi temiz, yüzü te­miz, saçı temiz, hatta evinde banyo yapmış uçağa binmiş derken havaa­lanından beş yıldızlı otele götürüyorlar. Hemen bir duş alıyor yine pırıl pırıl, oniki saaat önce banyo yapmıştı, oniki saat sonra yine banyo yapı­yor adam. Yani biz buna nasıl pis deriz.

Rabbimde bu hususta nedenleri istemiyor ki o elbiseleri pis demiyor, adamların içi pis, ruhu pis diyor. Hangi yetkili batıdan gelipte üçüncü dünya ülkelerini ziyaret etmişse, mutlaka orada bir fitne, fesat var, bir çatışma başlıyor, orada bir kargaşa başlıyor ve ihtilal ve inkılaplar olu­yor o ülkede binlerce insanın kanı ve gözyaşı birbirine karışıyor, yani Maltada toplandılar, Afganistanı işgal etti, sonra İngiltere'de toplandılar Saddamı İran'a vurdurdular, ondan sonra petrol meselesini çıkardılar da­ha dünyanın çeşitli yerlerinde neler oluyor da bize hani konumuz olma­dığından ilgimiz olmadığından dolayı duyurulmuyor. Afrikanın ortasıda zaten dünyaya kapalı, Allah'a açık.Hergün beş altı tane Filistinli öldürü­lüyor kılımız kıpırdamıyor da, çocuğun birinin kolu yaralanmış İsrail'de, veya kuş ölmüş televizyonda ayağa kalkıyor. "Mescid-i Harama yaklaş­masınlar şu seneden sonra Mescid-i Harama yak laşmasmlar." Peki bu Mescid-i Harama yaklaşmayacak olurlarsa ne olur? Ekonomik yönden Mekke halkına bir zarar gelebilir endişesi vardı. Çünkü Mekke halkının toprağına bir tohum atsanız birşey bitmez çünkü kupkuru. Ayet-i keri­mede İbrahim (a.s.) Ya Rabbi ben zürriyetimi hanımımı çoluğumu, ço­cuğumu ziraata hiç te elverişli olmayan yerde iskan ediyorum. Yani Mekke'nin ziraata elverişli olmadığını ibrahim (a.s.)'m diliyle ayet-i keri­me bize bildirmiş. Onların geçimi Yemen'den Şam'a kadar ve Hindistan'a kadar olan tacirlerin uğrak yeri olması, Hac mevsiminde gelen insanların karşılıklı alış verişlerinden elde ettikleri gelirler. Peki Yahudi Hristiyan ve puta tapanlar.hareme sokulmayacak olurlarsa Mek­ke insanın da bu sefer maddi sıkıntıya düşme korkusu var.

Rabbim ona da cevap veriyor. "Eğer fakirlikten korkacak olursanız, dilerse Rabbim yakında kendi lütfuyla zengin eder." İşte çok yakın za­manda Mekke insanı Yahudi ve Hrisuyanların gelmemesi neticesinde daha fazla zengin olmuşlardır. Azerbeycandan ta Fas'a kadar müslüman-lar hakim olmuşlar ve Mekke, Medine mutlu bir hayat yaşamış. Derken Osmanlıların yani Türklerin müslüman olması ve Harem-i Şerife verilen önem üzerine buradan gönderilen Surre alaylanyla gönderilen paralarla oranın insanlarının bir sene yiyeceği, içeceği, giyeceği ve hac masrafları tamamıyla ecdadımız tarafından karşılanıyor.

Hacca gittiğimde, Riyad üniversitesinde öğrencilerin kaldığı yurtta iki gece kaldım. Talebeden biri "yıllarca bizi sömürmüşsünüz" diyor. Oğlum dedim Suud petrolü bulali ne kadar oldu. Yakın. Yani Osmanlı­dan ayrıldıktan sonra İngilizlerin emriyle, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra petrol buralarda bulundu ve işlemeye başlandı değil mi? Evet. Yani biz petrolünüzü sömürmedik sizi sömürmedik. Petrolünüzü Amerika ile İn­giltere sömürüyör şu anda evet. Peki daha önce biz ne götürmüşüz, kummu götürmüşüz? yani Süleymaniyeyi yapmak için çölden kum mu götür­müşüz? Ne vardı ki..? Çocuk dura kaldı hakikaten ne vardıki? Hiç dü­şünme fırsatı vermiyor ki İngiliz yönetimi veya Amerikan yönetimi or-daki insanlara. Sömürmüşler sizi diyor o kadar.

Gerçekten bir kafire karşı tavır alınmak zarureti varsa tavrınızı alın. Maddi sıkıntıyı düşünmeyin. Allah (c.c.) onun daha fazlasını vereceğini vaad ediyor. Ama bunu Allah rızası için yapacaksınız, yaparken şüphe içerisinde olursanız, verirmi vermez mi acaba derseniz o zaman verme­yebilir. Kesinlikle seksiz şüphesiz böyle inanacaksınız. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir ve Allah hükmünde hikmet sahibidir.[36]

 

29- Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahirete iman et­meyenlerle, Allah ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayan­larla, hak dini ile dinlenmeyenlerle, küçülerek elleriyle cizye verin­ceye kadar harbediniz.

Efendim batıya sevimli görünmek için gayret gösteren çok değerli hocalarımız vardır. Dinimizde savunma harbi vardır, diye kitaplar yazıl­mıştır bu ülkede, yani "gelirse vururum savunurum gelmeyecek olursan sen orada ben burda yaşayalım, birbirimize karışmayalım" düsturları bi­zim dinimizde vardır, diyenler var. Niçin bunu diyor. Yıllarca batı demiş "yahu siz barbarsınız siz saldırgan bir toplumsunuz ta Viyana'ya kadar gelmişsiniz ne işiniz var ta buralara kadar" demişler. Bu sefer bunu sile-bilmek için bir kısım hocaların eline bir kalem vermişler, yazın buraya bir şey, biz yayınlarız demişler ve yayınlamışlar. "Dinimiz kendi toprak­ları dışındaki topraklardaki insanlarla ilgisi yoktur. Onlara gitmez gel­mez iç işlerine karışmaz".

Dinimiz bütün dünya devletlerinin iç işlerine karışır. Niye karışır, şimdi insana biraz ters gibi gelir. Dünya Rabbimindir. Bunda şek şüphe varmı? yok. Yeryüzünde gökyüzünde yaradılan her şey Rabbimindir, O yaratmıştır çünkü. Kur'an-ı, İncil'i, Tevrat'ı, indiren Rabbimdir. En son Kur'an-ı indirdiğini, diğerlerini nesh ettiğini ifade eden de odur. Bu dinin dünyada yayılmasını emredende O'dur. Öyle ise bir müslümanın üzerine düşen görev, ayağını koyabileceği bir vatan edindikten sonra, hemen ya­kınındaki vatan üzerindeki kalan insanların da, bu İslam nimetinden fay­dalanması için oraya gitmesidir. Harp yapmak istemiyoruz ama diyoruz ki, benim insanlarım gelecek senin ülkende İslam'ı yayacaktır ve buna müdahele etmiyeceksin. Ederim derse. Haa o zaman devlet başkanına di­lini keserim. Yıllardır bu milleti Cehenneme gönderme şebeke kurmuş­sunuz, devlet kurmamışsınız ki. cehenneme insan gönderme şebekesi kurmuşsunuz. Bu imansız haüvjo oirn ha irisin sapık bir inancın hiç bir insana yayılmasına taraftar değilim.

Aids.verem, veba(veya kolera gibi hastalıkları taşıyanlar nasıl toplu­mun selameti için karantinaya alımyorl arsa, küçücük çocukları öldürüp yakan sapıklar cezalandırılıyorsa körpecik beyinleri eğitim yoluyla önce kafirleştirip sonra cehennem ateşine atanlarda cezalandırılmalıdır.

Ayet-i kerime (29. ayet-i kerime) "Allah'a ve ahirete iman etmeyen­lerle harp edin. Allah'ın ve Rasulünün haram kabul ettiklerini haram ka­bul etmeyenlerle harp edin. Kitap verilenlerden yani Yahudi ve Hristi-yanlardan hak dini kabul etmeyenlerle harp edin. Ne zamana kadar? Ya müslüman olurlar ki biz müslüman olmaya zorlayanlayız çünkü gönül işidir, o zaman da zillet içerisinde, elleriyle cizyelerini ödeyinceye kadar, vergilerini İslam devletine ödeyinceye kadar harp edin" diyor Allah (c.c).

İslam dini ancak savunma harbine izin veriyor diyenler. Ya bu ayet-i kerimeyi Kur'an dan çıkaracaklar veya bu ayete iman edecekler. Bir tek ayete iman etmemek mazallah adamı dinden eder. Onun için dikkat ede­lim hatta "cizyeyi ödeyinceye kadar" cümle bitmemiş "zillet içerisinde ödeyinceye kadar" diyor. Bu ayete uygun olarak Hz. Ömer feth ettiği yerlerde, ehli kitaptan olan yahudi ve hristiyanlarla, bir de ateşe tapan mecusilerle, puta tapanlarla yapılan anlaşmalarda vatandaşlık anlaşması yapılıyor. Canınız korunacaktır, malınız korunacaktır, vergi olarak cizye ve haraç, ödeyeceksiniz yani adam başına cizye, mahsulünün orantısında ödeyeceksiniz, atın güzeline binmeyeceksiniz. Bunu günümüzün diliyle kullancak olursak Mercedes'e binmeyeceksiniz İstanbul sokaklarında .Hocam 20. asırda bu olur mu? Yahudi, müslümana Mercedes'e binme fırsatını vermemiş, kanunen yasak yok. Ama bütün ekonomik imkanlar adamların elinde, müslümanlar yeni yeni mücadele veriyorlar, gayret ediyorlar da bazı imkanlara sahip oluyorlar, ithalat, ihracat servisine bundan 20 sene, 25 sene önce müracat edenlerden Yasef müracat ederse alıyor, Yusuf müracaat ederse alamıyor. Abraham müracaat ediyor alı­yor, İbrahim alamıyor böyle bir hal. Giydiğiniz elbise müslümanlarin el­biselerinden güzelolamıyacak yani müslümanlar imrenmeyecek.[37]

Bu ayet-i kerimenin tefsirinde İbn-i kesir'de uzun bir anlaşma var. Şimdi bu zimmi vatandaş muamelesiyle ilgili de çağımızda da batıya ya­ranma kitapları da yazılmıştır. Kur'an, Hadis ve Sahabenin tatbikatına değinilmeden son dönemlerde Osmanlının yıkılma dönemlerinden bazı­larım örnek vererek bak işte falan Yahudi şöyle itibarlıydı, filan hristiyan böyle itibarlıydı. Dinimiz hatta ehli kitabı, müslümandan üstün gö­rürdü demeye getiriyorlar. Şu sinema yapımcıları var ya bizden biraz da­ha uyanık gibi geliyor. 1900 lü yılların filimlerini çevirecek olurlarsa mahalle aralarında eski eşya alıp satanları genelde Yahudi tipli adamlar­dan yapıyorlar ve Yahudi şivesiyle konuşturuyorlar sinemacılar. Tamir­cilik işini onlara yaptırıyorlar. Film icabı bir tamirci varsa o ya ermeni-dir, ya rumdur, ya bilmem ne, gerçekten öyleymiş yüz sene evvel yüz se­ne önce inşaat işleri genelde ermenilerin ellerinde onun için ermeninin biri İstanbul'un binalarını kimler yaptı konusunda bir kitap yazmış. Te­mizlik işçileri için yine o tipten insanlar bu işi yapıyor. Bu kuyumculuk gibi, tamircilik gibi, ayakkabı tamirciliği gibi işleri daha ziyade Yahudi­ler yapıyor. Ticaret ile cihadı müslümanlar yapıyor. Parayla, kılınç müslümanın elinde tutuluyor.

Şu anda yahudi ve hristiyanlarm elindeyse (devir değiştikten sonra) bu imkan onların eline geçti, devir değişti. Şimdi müslüman mahalle ara­sında lağımcı, filan vilayetin filan kazasından gelenler. Limoncu filan vi­layetin filan mahallesinden gelen, Anadolu insanı bunlar ve Mahmut pa­şanın hammalları da filan vilayetin filan kazasından gelenler. Anadolu insanı, adı Ali Velidir, Osmandır, Kerimdir. Kanun değişmiş, durumda değişmiş. Yani düzelmek istiyorsa şahsen fert olarak kendimizi düzelt­mekle beraber durumuda değiştirmek gerekiyor, şahsi durumunuzu de­ğiştiremezsiniz katiyetle, yani ben bu işten kurtulayım deseniz kendiniz kurtulsanız bile aileniz kardeşiniz, veya köylünüz aynı zilletin içerisinde devam eder. Rabbim devam ediyor :[38]

 

30- Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlarda: "Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla söyledikleridir. Daha önceki kafirlerin sözlerine benzerler. Allah onları kahretsin. Nasılda döndürülüyorlar.

Bazıları 'bunlara gavur demeyelim, müşrik demeyelim" diyorlar Ya­hu bunlar "Uzeyir Allah'ın oğludur" diyorlar. Bunların ağızlarıyla söyle­dikleri söz işte budur. Daha önce aynı sözü söyleyenlere benziyorlar, ya­ni bunlarda yeni bir söz söylemiyor, bu kafirlerden daha önce bunu da söyleyenler vardı. Yani küfrün geliştirdiği yeni bir küfür yok daha önce de gelişmiş olan, yapılmakta olan söylenmekte olan küfrün tekrarını yapıyorlar.[39]

 

31- Onlar Allah'ın dışında hahamlarını ve papazlarını Ve Mer­yem oğlu Mesih'i Rab edindiler. Halbuki tek ilaha kullukla emro-lunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Onların ortak koştukların­dan münezzehtir.

Bu ayet-i kerimenin tefsirinde bir hadisi şerif rivayet etmişler. Adıy bin Hatem hristiyanlıktan müslüman olmuş bir insan, hatta Pey­gamber efendimizin yanına Ya Rasulüllah ben bu ayet,i kerimeyi oku­dum hristiyanlar papazlarını, ilim adamlarını kendilerine Rab kabul ederler diyor. Ee ben hristiyandım, biz papazlarımızı kendimize Rab, ilah kabul etmeyiz diyor. Efendimiz sormuş peki demiş. Allah'ın helal kıldığı bir şeyi papazınız haram kılsaydı kabul edermiydiniz? Ederiz de­miş. Peki Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal kilsa kabul edermiydiniz? Ederiz demiş. İşte Rab kabul etmek budur demiş.[40]

Yani Kur'an-ı Kerim de Allah'tan başka Rab kabul etmeyin dediğin­de bize, biz kendi kendimize böyle bir şey yapmıyoruz ki demiyelim. Allah'ın haram kıldığı bir şeyi günümüzde bir adam bir kuruluş helal kıl­dım derse ve müslümanlarda onu kabul ederlerse bu müslümanların Rabbı olur o adam veya o kuruluş. Allah'ın helal kıldığı bir şeyi günü­müzde bir insan veya bir grup haram kıldım derde bir grup insanda evet doğrudur hakikaten isabetli karar alınmış der bunun haram olmasında fayda vardır, Allah'ın helal kıldığı şeyi haram olmasında fayda var diye­cek olsa, işte o kişiler veya o kişi o insanların Rabbı olur. Yani müşrik olurlar. Onun için bundan çok sakınacağız Allah'ın Kur'an da haram kıl­dığına karşı haram kılan insanların bütün görüş ve söyledikleri geçersiz­dir diye inanacağız, öyle düşüneceğiz. Mesela içkiden misal verelim, iç­kiyi içen adam Allah af etsin diyor. Bu adam müslüman kalmış. Al-lah'dan başka Rab da kabul etmemiştir kimseyi. Biride hiç içmemiş, mi­desine koymamış. Yahu ne iyi adamsın maşallah yani dinin yasakladığı için içmiyorsun öyle değil mi? diye soruyorsunuz. Yok yahu öyle şey mi olur, mideme dokunuyor da onun için içmiyorum. 20. asırda bu haram mî olurmuş, hangi çağda yaşıyorsun arkadaş diyor. Bu adam gavurdur. Obürüsüde Allah'a peygambere iman etmişte içiyor ama "ne yapalım Al­lah affetsin" diyor ve onu Allah affeder inşaallah.

Allah'tan başka yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. O müşriklerin şirk koştuklarından Allah'utenzih ederim. Yani onların Allah hakkında "Söylediklerini kabul etmem red ederim. Yani noksanlık yoktur onda. Herşey en yüksek noktasındadır, kemal noktasındadır diyoruz.[41]

 

32- Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler hoşlanmasalarda Allah nurunu tamamlayacaktır.

Yani Allah'ın dinini yok etmek isterler. Nur kelimesiyle ifade edil­miş İslam. Allah mü'minlerin dostudur onları karanlıklardan, zulumattan nura çıkarır. Yani insanın evvela gönlünü aydınlattığı, dünyasını aydın­lattığı için nur kelimesiyle ifade edilmiş İslam dini. Bunlarda İslamın nu­runu söndürmek isterler; ağızlarıyla söyledikleri sözlerle, yaptıkları ifti­ralarla, yazdıkları şiirlerle, dinin aleyhinde yazdıkları romanlarla, kitap­larla, makalelerle, konferanslarla, seminerleriyle, sempozyumlarıyla her türlü faaliyetleriyle, Allah'ın dinini söndürmek isterler. Kafirlerin hiç ho­şuna gitmese de Allah nurunu tamamlar. Allah onların söndürmek için üflediklerini geriye çevirir diyor. 1400 seneden beri bütün dünya kafirle­ri iş birliği yapmışlar. Onun için Bizans imparatorluğu, İran imparatorlu­ğu iş birliği yapmış her üfleşiylerinde söndürecekleri yerde ışığını arttır­mışlar. Hani bazan ateşi yandırmak içinde üfleriz. Yani daha iyi yansın diye de üfleriz. Onların söndürmek için üflemeleri bizim ışığımızın daha fazla yanmasına sebep olmuştur. Hani bunlar müslümanlara saldırıyor­lar, müslümanlan hapse atıyorlar, müslümanları dövüyorlar filan, şikayet ediyoruz ya. Demir dövüldükçe sağlamlaşır. Müslümanlarda şu günlerde dövüldükçe güçleniyorsa biraz da o sebepten yani son 30 -40 senedir müslümanlar her geçen gün artıyorlarsa ve biraz daha sağlamlaşıyorlarsa sebebi odur.

Şeytan olmasaydı diyorlar, şeytan olmasaydı ne olurdu? Adem oğlu uyurdu. Şeytan olmamış olsaydı hayatta mücadele diye birşey olmazdı. Kırlangıç kuşu-na demişler ki niye böyle uçarken zik zaklı uçuyorsun. "Ben belanın' bir altından bir üstünden uçarım" demiş. Yani eğer atmaca korkusu olmamış olsaydı. Kırlangıç hantal bir kuş olurdu. Uçamazdı faz­la uçma kabiliyeti gelişmezdi. Onun içindir ki onun böyle cevval uçması atmaca korkusundandır. Onun için biz de kafir korkusundan değil, dini­mizi kaybetme korkusundan dinimize her geçen gün biraz daha sarılıyo­ruz. Her nefes alışımızda, her adımımızı atarken sağ adımla çıkmamızın sebebi adet değil, o her an dini hatırlamak adetidir. Sağ adımla evden çı­kacaksınız dininize bağlılığınızı ortaya koyuyorsunuz. Bismillahirrahmanirrahim diyorsunuz. Dininizle olan bağı kesmiyorsunuz, unutmuyorsu­nuz hiç.Selamün aleyküm diyorsunuz. Allah'ın selam ismiyle hitap ediyorsunuz. Yine Allah'ı hatırlıyor ve hatırlatıyorsunuz. Yani bütün faali­yetlerinizde din içerisinde olduğunuza gayret gösteriyorsunuz.[42]

 

33- O, hidayet ve hak din ile bütün dinlere üstün gelmesi için Ra-sulünü gönderendir. Müşrikler hoşlan masalarda.

Peygamberini hak dinle gönderen Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesi ile İslam dini bütün dinlerin değer itibariyle bir kere üstünde olduğunu ve hakimiyeti de sağlayacağını müjdeliyor. Bütün dinlere bağlı olan insan­ların, İslam adaleli altında yaşayacağını da bu ayet-i kerime müjdeliyor. Yani İslamın dünya hakimiyetini müjdeleyen ayetlerden bir tanesi bu­dur.[43]

 

34- Ey iman edenler, şüphesiz hahamlardan ve papazlardan bir çoğu batıl yollardan insanların mallarını yerler ve Allah yolundan ahkoyarlar. Altın ve gümüşü toplayıpda, Allah yolunda dağıtmayan­lara acıklı azabı müjdele.

Burada Allah (c.c.)'ünün iki yönlü mesajı var. Bir Ehl-i kitap hakkın­da bilgi veriyor Rabbimiz. Papazların durumu hakkında bilgi veriyor. Kendi tarihlerinden biliyoruz. Para karşılığında günahları affettiklerini biliyoruz. Allah (c.c.) bunu haber vermesi bizim de bu durumlara düş­mememiz içindir. Bir hoca, şeyh veya ilim adamı, hiçbir kimse için cen­net garantisi veremez. Ancak mü'min olarak ölmüş olan cennete gider.

Birgün cami önünde bir şahıs hayır müessesesi için makbuz karşılığı para topluyor. "Haydi cemaat cennetten parsel alıyorsunuz" gibi şeyler söylüyordu.Bu doğru değil. Sanki o makbuz tapu. Olmaz öyle şey. An­cak mü'min olarak ölen cennete gider. "Sizi de Allah cennete koymaya­cakta kimi koyacak?" sözü yanlış.[44]

 

35- O gün bunlar üzerinde cehennem ateşinde kızdırılır ve on­larla'yüzleri, yan tarafları ve sırtları dağlanır. "İşte kendiniz için topladıklarınız. Topladığınızı tadınız" (denir) Bu dünyada iken toplayıp, dağıtmayanlar o topladıklarıyla azap edi­lecekler. Vücudlar yanar yanar dökülür. Allah tekrar tazeler.

Ebu Zer Gıfari yanında yarma birşey bırakmamış. Dinimiz hakkını vermek kaydıyla mal biriktirmeye de müsaade etmiştir. Bu ayetler sade­ce yahudi ve hristiyanları değil bizide ilgilendirir.Mal biriktirirken ileri­de sizi yakacak olanları biriktirmeyin.Nasüki bağrınıza yılanı basmıyor­sunuz, işte ahirette yüzünüze yanlarınıza sırtınıza alev olup yakacak ha­ram mallardaan sakınınız.[45]

 

36- Gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında, Al­lah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü (Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem) haram aylardır. İşte doğru (devaml ve düzenleyici) din budur. Orada (o aylar içinde) kendinize zulun etmeyin. Müşrikler sizinle topyekün harbettiği gibi sizde müşriklerle harbedir). Bilinki Allah müttekilerle beraberdir.

Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem ayları haram aylar olarak ka bul edilmiştir. Cahiliye döneminde de bu aylara riayet edilmiştir. Recef ayı umre ayı olarak kabul ediliyordu. Bu dört ay, haram ayı olarak İslan da da devam ettirilmiştir. Medeniyetten uzak yerlere de gitseniz aylar 11 dir. Hafta 7 gündür. Her yerde aynıdır.

Bütün insanlığın kültürünün temelinde din vardır. Bu şunu gösterir Bütün insanlarda aynı kökten, kaynaktan meydana geliyor. En sapık din le, İslam karşılaştırıra birleşen yönler olduğuda görülür. Birleşen husus

lar nereden kaynaklanıyor? Peygamber neslinden geldiğindendir. Hak dinden kalan hususların o sapık dinlerde de kaldığını ve bütün insanların Hz. Adem'den geldiğini gösteriyor.

Allah müttekilerle beraberdir. Yani bütün emirleri yaşayıp, yasakla­rından kaçanlarla beraberdir. Aklımıza şu geliyor. Harpler oluyor. Müs­lümanlara neden yardım gelmiyor diyoruz. Allah, müslümanlarla, haki­ki müslümanlar ayrılsın diye tehir edebiliyor. Allah müttekilerle beraber­dir diyor Rabbim.[46]

 

37- Bu haram ayların hürmetini başka aylara geciktirmek kü­fürde artış yapmaktır. Kafirler onunla sapıtılır. Allah'ın haram kıl­dığını helal kılmak, Allah'ın haram kıldığı sayıyı çiğnemek için bir sene helal kılıyorlar, bir sene haram kılıyorlar. Yaptıklarının kötü­lüğü onlara süslendi. Alkıh kafir topluma hidayet vermez.

Kendilerine göre ayı evirip çeviriyorlar. Olur mu bu demeyin. Bu zamanla batılılarda da olmuş. Namazımızı güneşe göre, orucumuzu ve haccı ifa etmede ay takvimine göre yapıyoruz. İki takvimi de kullanıyo­ruz. Dinimiz evrensel bir din. Bütün insanlar bu tadı tadsın isteniyor. Onun için dolanır durur.

İnsan akla hayale gelmeyen pislikler yaparken "Bir insan bunu nasıl yapıyor?" deniyor. Şeytan ona yardım ediyor. Kedi aç kaldı mı yavrusu­nu yer. Yerken gözünü kapatır. Bir filozof şöyle izah ediyor. Güvercine saldırıyorum diye yavrusuna saldırıyor ve yiyinceye kadarda gözünü aç-miyor.Böylece o gövercin yemiş olu yor. Kafirlerde küfürlerinden kayr naklanan uyuşturucu kullanımını, ibneliği, lezbiyenliği soygunu, köşe dönmeyi, ihaneti, çağdaşlık ,işbilme, işbitirme olarak isimlendirerek gö­vercin eti niyetiyle kendi canlarını cehennemde yakmaya çalışıyorlar.[47]

 

38- Ey iman edenler, size ne oluyor ki, "Allah yolunda birlikte harbe katılın denildiğinde yere doğru ağırlaştınız. Ahirete karşılık dünya hayatınamı razı oldunuz? Dünya hayatının geçimliği ahirete göre çok azdır.

Tebük seferini anlatıyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'m Bizansla ilk karşı karşıya geldiği seferdir. Mü'min olan herkesin bu sefere katıl­masını istiyor efendimiz.[48]

 

39-Eğer birlikte harbe katılmazsanız, sizi acıklı bir azapla ceza­landırır ve sizin yerinize bir başka toplumu getirir. Ona hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah herşeye gücü yetendir.[49]

 

40- Eğer siz ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmişti. Hani ikinin ikincisi iken kafirler onu çıkarmıştı. O ikisi mağarada iken arkadaşına "Üzülme Allah bizimle beraberdir" demişti. Allah'da ona sekineyi (güveni) indirdi ve sizin görmediğiniz ordularla onu kuvvetlendirdi. Kafirlerin (küfür) kelimesini alçaktı. Allah'ın kelimesi işte o çok yücedir. Allah Azizdir, Hakimdir.

Mekkeli müşrikler biraraya geliyorlar, ne edelim diyorlar. Sürgün edelim. Daha güçlenir diyorlar. Hapsedelim. Bütün akrabaları her gün bizimle harbederler. Öldürelim diyorlar. Ev kuşatılıyor. Efendimiz Hz. Ebu Bekir'le (r.a.) beraber Mekke'den çıkarlar. Peygamber efendimizin (s.a.v.) yatağına Hz. Ali yatıyor. Allah (c.c.) iki kişiyken onlara yardım ediyor. Efendimizle Hz. Ebu Bekir Sevr'de mağaraya gizleniyor. Orümcek ağ örüveriyor mağara ağzma.[50] Bize günümüzde neyi nasıl yapacağımı­zı da Öğretiyor bu ayetler. Herkes nerede bulunuyorsa İslam'ı saf şekliyle anlatmak ve yaşamakla görevlidir. Allah (c.c.) yardım edecektir. Efendi­mize ve Hz. Ebu Bekir'e (r.a.) yardım ettiği gibi.[51]

 

41- Hafif ve ağır olarak topluca harbe katılın. Mallarınız ve can­larınızla Allah yolunda cihad yapın. Eğer bilirseniz bu sizin için da-' ha hayırlıdır.

Mısır'ın ünlü ediplerinden Mustafa Lütfü adında bir zatın harp hutbe­si vardır. Libyada, Fransızlara karşı mücadele edenlere diyor ki: "Eğer arslanlar gibi savaş meydanında çarpışmadan kaçarsanız, düşmanlarınız cephedekileri öldürdükten sonra gelip ellerinizdeki kazmalarla mezarla­rınızı kazdırıp, canlı canlı sizi toprağa gömerler" diyor. Onun için kaç­mak çıkar yol değil.[52]

 

42-Eğer yakın bir menfaat ve orta bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı, ancak meşakkat onlara uzak geldi. "Eğer gücümüz yet­seydi sizinle beraber (harbe) çıkardık" diye yemin edecekler. Kendi­lerini helak ediyorlar. Allah biliyorki şüphesiz onlar yalan söylüyor­lar.

Tebuk Medine'den yanılmıyorsam 400 km. yaz günü. Hurmaların ol­gunlaştığı bir zamanda izin isteyenler olmuş. Efendimiz izin vermiş.[53]

 

43- Allah seni af etsin. Doğru söyleyenler sana açıklanıncaya ka­dar ve yalan söyleyenleri bitinceye kadar onlara niçin izin verdin?[54]

 

44- Allah'a ve ahirete iman edenler, malları ve canları ile cihad etmemek için senden izin istemezler. Allah, müttekileri bilir.[55]

 

45- Ancak Allah'a ve ahirete iman etmeyen, kalbleri şüpheye dü­şen ve şüphe içinde bocalayıp duranlar izin isterler.

1400 sene evvelki münafıkların halini dile getirmekle, bugün içinde ibret almamız isteniyor. Kimi mal ve canlarıyla hizmet ederlerken, kimi de hele bir emekli olayım, para sahibi olayım, hizmet edeyim diyorlar. Allah şu andaki gücümüzden sorumlu tutuyor bizi. Mevcud gücümüzden sorumluyuz biz. Yarına yönelik plan kurulur ama işi yarına tehir etme­meli. Her zamanın kendine has bir ibadet zamanı vardır.Sizin elli yaşın­da yapacağınız hizmetler elli yaşın sorumluluğun u karşılar. Şu anda bu­lunduğunuz yaşdayapmamz gereken hizmetleri hiç bir zaman telafi ede­mezsiniz. Ancak tevbe edersiniz.[56]

 

46- Eğer (cihada) çıkmak isteselerdi onun için hazırlık yapsalar­dı. Ancak onların katılmasını hoşgörmedi, onları alıkoydu ve onla­ra: "oturanlarla (çocuk ve kadınlarla) beraber oturun"dendi.[57]

 

47- Eğer sizin içinizde harbe çıksalardı, aranızda bozgunculukdan başka birşeyi artırmazlardı ve sizin için fitneyi isterlerdi. İçiniz­de onlara kulak verecekler vardır. Allah, zalimleri bilendir.

Çevremizdeki insanlara dikkat edeceğiz. Yalnız çekinmeyeceğiz. Kafir için en zararlı söz "Lailahe illallah'tır" biz bunu minarenin tepesin­den söylüyoruz. Bizim gizli veya gizlenecek sözümüz yoktur. Kimseden endişe etmeyin. Haber almak için gelende müslüman, anası, babası müslümandır. Şu şudur. Bu budur diye dilimizi kısmayalım. Yoksa cehen­nem var.

Efendimiz miraç gecesinde dilleri ateşten makaslarla kesilenlerin, hakikatleri söylemeyenler olduğunu belirtmiştir.[58]

 

48- Onlar daha öncede fitne çıkarmak istemişler ve senin hak­kında birçok işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemeselerde Allah'ın emri üstün geldi.

Tebuk seferine hareket ettiğinde münafıkların müslüman göründüğü halde müslüman olmayan insanların mazeretler ileri sürerek bu Tebük seferine katılmamalarını anlatıyor. Peygamber efendimize münafıkları anlatırken aynı zamanda ayet-i kerime bize bugünün münafıklarının da iç dünyasının filmini bize arz ediyor. Rabbim"Daha öncede fitneyi arı­yorlardı. Fitne araştırıyordu bunlar senin için çeşitli işler entrikalar çeviri­yorlardı. Sonunda hak geldi Allah'ın işide ortaya çıktı. Onların hoşuna gitmedi. Onların hoşuna gitmediği halde Allah'ın emri geldi. Allah'ın işi ortaya çıktı, hakikat apaçık ortaya çıkıverdi1 'diyor. Yani onların münafık­lığı ortaya çıktı. Onlar sizin Tebük'e gidip Roma'lı askerler tarafından mağlup olacağınızı ümit ediyorlardı, ama onların dediği olmadı. Hak ba­tıla galip geldi orada sizin mağlup olmadığınız sağ salim memleketinize evlerinize döndüğünüz ortaya çıktı. Ve birde onların münafıklığı ortaya çıktı. Tabi onlar bundan hoşlanmadılar. Kendi münafıklıklarının ayet-i kerimelerle anlatılmasından da hoşlanmadılar. Sizin galip gelmenizden de hoşlanmadılar.[59]

 

49- Onlardan bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye düşürme" der. İyi bilinki onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Şüphesiz cehennem kafirleri kuşatıcıdır.

Onlardan biri sana diyor ki bana izin ver, yani Tebuk seferine gitmeyeyim bu harbe katılmayayım diyor. Gerekçesi de var beni fitneye düşürür. Ced b. Kays isimli münafık bayağı ileri gelen bir münafık Pey­gamber efendimiz (s.a.v.) 'e geliyor. Ya Rasulüllah ben günaha girmek istemiyorum. Ama Romalı kızların güzel olduğunu söylüyorlar. Ben ora­ya gidersem kendimi günahtan koruyamam. Yani şimdi imansızlığını söylese olmaz, çünkü mü'min görünüyor adam. Harbe gitmeyişinin ge­rekçesi olarak, çok mütevazı, dininize bağlı, Takva sahibi de, takvasının zedeleneceğinden korktuğu için harbe gitmediğini ortaya koyuyor. Hani günümüzdebir kısım insanlarımızda buna benzer bir laf ederler. "Efen­dim mahviyyet gerekir mahviyyet" bu tasavvufta bir terimdir. Yani kişi­nin kendisini yok gibi hissettirmesi; Varlığım insanlara hissettirmeden İslamı yaşayacak fakat bu yaşadığını insanlara hissettirmeyecek yani İslamı yaşadığım insanlara hissettirmeyecek niye işin içine riya girmesin diye. Onun içindir ki müslümanların faaliyet gösterdiği çeşitli dernekler­de vakıflarda, kuruluşlarda, kurumlarda yer almıyorum efendim gösteriş gibi oluyor. Oraya gitmek gelmek meydanlarda AUahu Ekber diye bağır­mak çeşitli işler yapmak riyaya girebilir onun için o tür yerlerde ben gö­rünmemeye dikkat ediyorum. Uzleti tercih ediyorum diyorlar. Onlar öy­le diyorlar. Ama peygamber efendimiz "İslam'ın ruhbanlığı cihadladır" diyor.[60] Yani her şeyden el etek çekmek mi istiyorsun mütevazi olmak riyadan kaçınmak mı istiyorsun buyur cihad et diyor. Bir adam kendisini cihada vermişse maldan, can­dan vazgeçmiş demektir.

Şimdi ortada Ya Rasulüllah fitneye düşmemek, büyük günah işleme­mek için ben bu Tebuk seferine katılmak istemiyorum bana izin ver di­yor. Tabii ki Peygamber efendimizde izin vermiş onlara. Ama Rabbim efendimizi de uyarıyor. Asıl fitnelemekle onlar fitnenin içerisine düşü­yorlar. Yani büyük günahı fitnelemekle elde ediyorlar diyor Rabbim.[61]

 

50- Eğer sana bir iyilik isabet ederse, onlar bozulurlar. Eğer sa­na bir musibet isabet ederse "biz (savaşa katılmamakla) daha önce­den tedbirimizi aldık" derler ve sevinerek döner giderler.

Eğer sana bir iyilik isabet ederse, müslümanlar devlet olarak, fert olarak rahata kavuşurlar, zaferi elde ederler, ekonomik yönden güçlü olurlar, devletlerini kurarlar ve halk olarak rahat bir hayat yaşarlarsa mü­nafıkları kötü duruma düşürürler. Yani münafıklar kendi iç dünyalarında yıkılırlar üzülürler adamlar kahrolurlar, ama eğer sana bir görev isabet edecek olursa; Biz tedbirimizi daha önce almıştık derler ve sevinirler ve evlerine sevinerek dönerler. Yani eğer sen Tebuk'e gittiğinde orada Ro­malılarla yaptığın harpte mağlup olsaydın o zaman diyeceklerdi. Biz ted­birimizi aldık canım arap askerleri Romalı askerlere galip mi gelecek ke­sinlik le olmaz biz bunu biliyorduk. Onun için gitmedik, oh gitmemekle ne iyi etmişiz deyip sevineceklerdi diyor Allah (c.c.) Peki ne diyelim bunlara?[62]

 

51- Deki: "Bize ancak Allah'ın yazdığı isabet eder. O bizim mev-lamizdir. Mü'minler ancak Allah'a tevekkül etsinler"

Yani başımıza iyilik gelirse üzülüyorlar müslümanlarm başına kö­tülük gelecek olursa o zaman da oynuyorlar seviniyorlar. Cevap olarak deki bize ancak Allah'ın takdir ettikleri gelir. Allah'ın takdirinde eğer za­fer varsa o gelir. Allah'ın takdirinde eğer şehitlik varsa o gelir. O bizim dostumuz, efendimiz, yaratıcımız, yöneticimizdir. Mü'minler ancak Al-îah'a tevekkül etsinler diyor Allah (c.c): onlara yine cevap.[63]

 

52- Deki: "Siz, bizim hakkımızda iki güzellikden (gazilik veya şehidlikden) başkasını gözetleyemezsiniz. Biz ise bizim ellerimizle Allah katında bir azabın size isabet etmesini gözetliyoruz. Gözetle­yin. Bizde sizinle beraber gözetleyenlerdeniz".

Yani kafirlerin mü'minler hakkında isteyebilecekleri iki şey vardır. Başka şey yok. Bizde sizin hakkınızda iki şeyin gelmesini bekliyoruz. Ya Allah'ın azabı gelir başınıza Allah kendisi azap eder ahirette veya bu dünyada bela veya musibetlerle veya bizim ellerimizle size azap eder. Yada bizi galip getirir, size azap eder. Size her halükarda azap var. Sizde bizini hakkımızda iki şeyi istiyorsunuz ama ikiside güzel bizim için di­yor, o da ya bizim mağlup olmamızı, o harpte ölmemizi istiyorsunuz. Bu bizim için iyidir, şehitlik veya ölmezsek galip geleceğiz, o da zaferdir. O da bizim için iyidir. Yani siz bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün o bizim için iyidir diyor. Çünkü Ölürsek şehidiz, kalırsak gaziyiz. Zaferi elde ediyoruz. Her ikisi de müslüman için ideal istenilecek bir şeydir di­yor. Allah (c.c.) onun için hani şair "Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim" diyor. Yani müslüman varlıkta sevinmez, yoklukta yerinmez. Hani yine bir Tasavvuf şairi şiirini söylerken "Narında hoş, nurunda hoş" diye biter şiirin sonu.

Gülü yaratanda.Allah (c.c.) Bize Allah'tan ne isabet ederse bu Al­lah'ın bizim hakkımızda yazdığıdır. Bize düşen görev, var olan bedeni gücümüz, akıl gücümüz, diploma gücümüz, karar gücümüz, her türlü Al­lah'ın bize lütfettiği güçlerimizi Allah'ın dini konusunda kullanmaktır, kullandıktan sonra o yolda şehit olmuşsunuz. Devlete erişemediniz ama kaybetmemişsiniz, kazandınız siz veya o izzete eriştiniz, devlete vardı­nız, yine kazandınız. Yani müslümanın hayatta kaybetme diye bir endi­şesi yoktur. Kaybetme endişesi İslami hizmette üzerine düşen görevi ya­pamamak, hakkı kaybetmektir. Bu görevi yaptıktan sonra şehit oldun he­define varmış olursun. Hani peygamber efendimiz (a.s.) bir hadisi şeri­finde ifade ediyor. "Öyle peygamberler geldi geçti ki bir ömür boyu Isla­ma davet etti de ona inanan tek insan olmadı." Böyle peygamber gelmiş geçmiş. Peki o peygamber görevim yapamadı mı? Buhari.,K. ttb.hadis; 5351. Hidayet Rabbimdendir. O peygamber görevini yaptı ve Rabbimin huzuruna kavuştu. Bir kısım peygamberleride öldürdüler diyor. Ayet-i kerimenin tefsirinde daha önce geçmişti. O gün peygamberi öldürdüler diyor. O peygamber erişemedi mi hedefine peygamber hedefine erişti ama Allah (c.c.) öyle ise neye gönderdi. Allah (c.c.) gönderir o toplum yarın kıyamet gününde Ya Rabbi doğru nedir? Eğri nedir? Biz bilmiyor­duk. Bak bu Muhammedi gönderdiğin gibi bize bir Peygamber gönder-şeydin. İsa'yı gönderdiğin gibi bize de bir peygamber gönderseydin biz de iman ederdik, demesinler diye Allah (c.c.) o topluma peygamber gön­dermiş, ama karşı taraf iman etmemiş, iman etmediği gibi peygamberle­rini de öldürmüşler.

Bu peygamber yine de başarılıdır. Biz o peygamberle Hz. Musa, Hz. İsa efendimiz arasında peygamber olmaları yönüyle hiç ayırım yapmadı­ğımızı her yatsı namazımızdan sonra "Biz Allah'ın peygamberleri arasın­da ayırım yapmayız" diyoruz. Yani bu ayet-i kerimeleri okurken bizi te­selli ediyor ki biz üzerimize düşeni yapalım. Yani kafirlere karşı üzeri­mize düşeni yapalım. Yaptıktan sonra mağlup olma diye bir şey yok.

mek vardır ama mağlup olma diye bir şey yoktur müslümanlıkta. Pey­gamber efendimiz (s.a.v.), diyelim orada Uhud harbinde mağlup durum­da harbi kaybetmişti ama sonunda yine kazanan müslümanlar olmuştur. Rabbim daha önce de bir ayet-i kerimede ve geçmişti. Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde ve bu 52. ayet-i kerimede "Siz bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün bizim için iyiliktir o" buyruluyor. Bizim diye­lim Tebük harbinde Romalılara karşı mağlup olduğumuzu ve orada hepi­mizin şehid olduğunu düşünün, şehidlik bizim için cennete kestirmeden gitme yoludur. Bizim için iyidir. Peki buna alternatif ne olur, galip gel­me olur. O da bizim için iyidir. Yani siz ne kadar beyninizi kötü yönde kullansanız bu düşündüğünüz bizim lehimize olur diyor ayet-i kerime. Biz sizin hakkınızda ise ya Allah'ın size azap etmesini veya Allah (c.c.) bizim elimizle size azap etmesini veriyor. Yani Allah bizim ellerimize, kollarımıza güç verecektir. Ya biz azap edeceğiz veya Allah (c.c.) size azap edecektir diyor Rabbim. Bekleyin. "Biz de sizinle beraber bekleye­ceğiz. "Görelim mevla neyler neylerse güzel eyler."

Bu Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde ise "onlarla harp ediniz" "Allah sizlerin elleriyle onlara azap etsin" Yani Allah'ın (c.c.) geçmiş toplumlara gökyüzünden bazı taşlar yağdırmak suretiyle veya ateş indir­mek suretiyle, toprağın altını üstüne getirivermek suretiyle azap ettikleri olmuş. Ama bu toplumlar ise yani peygamber efendimizden sonra gelen toplumlarda ise mü'minlerin eliyle olacak bu iş. Allah kafirlere dünyada azabı tattıracaksa o azap mü'minlerin eliyle olacaktır. Yani biz gökyü­zünden melek beklemeyelim. Melekle Rabbim yardım eder ama yeryü­zünde Allah'ın dinini hakim kılmak için çıkan bir tek şahıs bile olsa bir mü'minin olması gerekir. Allah o mü'min insana yardım eder. Yoksa in­sansız olmuş olsaydı, niye insanları yaratsın ki Allah (c.c), Melekler za­ten diyorlardı ki Bakara suresinin baş tarafında otuzuncu ayette "Ya Rabbi seni teşbih ederiz, seni takdis ederiz" bu adem oğlunu yaratmaya ne gerek var, diyorlardı melekler[64]

 

53- Deki: "Gönüllü veya gönülsüz infak edin, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasik bir kavim oldunuz."[65]

 

54- Sadakalarının kabulünü engelleyen: Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri, namaza tembel tembel gelmeleri ve istemiyerek infakda bulunmalarıdır.

Sizin verdikleriniz kabul değildir. Niye? "Çünkü siz fasık bir top­lumsunuz" "Onların infaklarımn kabul edilmemesi Allah'ı inkar etmele-rindendir, peygamberini inkar etmelerindendir. Münafıklar Allah'a ve peygambere inanmıyorlar inanmış gibi görünüyorlar. İşte inanmadıkla­rından dolayı verdikleri kabul edilmiyor.namazı kılmıyorlar, kılarlarsa bile tembel tembel kılıyorlar.Tadat gibidir namaz. Askerin sayılması için bora çalınıyor. Toplanılıyor orda işte filan filan burda, diyerek içtima ya­pılır. Namaz da müslümanların tadatıdır. Günde beş defa ezanla beraber çağrılıyorlar ve orada sanki sayım için hizaya durulur. Münafıklar gelmezlerse münafıklıkları, kafirlikleri ortaya çıkacak ve onun için böyle is­temeye istemeye namazlarını gönülsüz kılmalarından dolayıdır. İnfakta bulunuyorlar ama verdiklerinden hoşlanmayarak gönülsüz gönülsüz ve­riyorlar. İşte bundan dolayı onların vermiş oldukları infak yani sadakalar Allah katında kabul edilmiyor. Sadakaları kim kabul edecek? Allah (c.c). Öyle ise başta Allah'a iman etmek gerekiyor. Bunun sevaplığım , kim anlatıyor, bize ahiretten kim naklediyor, peygamber efendimiz öyle ise ona iman etmek gerekiyor. Ondan sonra verilirse, Allah (c.c.) tarafın­dan kabul edileceğini ifade ediyor Rabbim. Ama adamlar harbe gitme­mekle hani Türkiyede şöyle bir söz vardır. Efendim Osmanlı döneminde Yahudiler, Hristiyanlar harbe alınmamışlar, çocukları askere alınmamış, harbe alınmamış onlar mal mülk sahibi olmuşlar derler. Bu Osmanlının son dönemlerinde doğrudur. Fakat Osmanlının daha önce güçlü olduğu dönemlerde doğru değildir. O dönemlerde de zengin olan yine müslümanlardır. Cihadı yapan, ilim faaliyetini yapan, zenginliği, ticareti de elinde tutan müslümanlardı. O dönemde Yahudi ve Hristiyanlara da bir görev verilmişti. İnşaat gibi yapı işlerini onlar yapıyor. Hatta halen yaşa­yan Ermeninin biri İstanbul'daki tarihi binaları yapan ermenilerin bir lis­tesini çıkardı, kitap halinde yayınladı.

Öyle veya böyle ticaret müslümanların elinde, siyaset müslümanla­rın elinde. Hizmeti de bu insanlara vermiş. Kur'an kaldırılıp, batıdan on­ların istediği kanun gelince ters dönmüş bu sefer siyasetle ticareti onlar, limon satmayı, hammalhk yapmayı küçük çaplı iş yapmayı onların üret­tiği mallan evirip çevirip satmayı bizimkilere veri vermişler. İnşaat işçi­liğini karadenizlilere vermişler veya ustalığı onlara vermişler. Ona göre de Türkiye'de vilayetlerimizi bile ayırmışlar. Kasaplığı filanca kazaya vermişler. Buna göre işleri müslümalara devredivermişlerdir. Rabbim "eğer o münafıklardan, kafirlerden zengin insanlar görecek olursan onla­rın malları da evlatları da seni imrendirmesin." Hatta halk arasında konu­şulur, münafıklığı ile köşeyi döndü gitti be. Şimdi biliyoruzya bunu "he­rif köşe dönücü" deniliyor. Adam her partiye yaranmak için oraya gidi-

yor, buraya gidiyor, hangisi iktidara gelmişse onların yanında takla atı­yor. Yağ kuyruğuna giriyor, yağ çekiyor herif köşeyi dönüyor.[66]

 

55- Onların mallahda evlatlanda seni imrendirmesin. Allah, bu mallar ve evlatlar yüzünden onlara dünya hayatında azap etmek ve kafir olarak canlarının çıkmasını ister.

Yani kafir olarak ölmelerini ve bu dünyada o mallan ve evladları se­bebiyle de azap görmelerini murad ediyor Allah (c.c.) Bu dünyada malı­nın çokluğundan dolayı azap gören insanlar var. Yani davası halen de­vam eden filan öldürüldü, filanın çocuğu kaçırıldı, filanın işçileri şöyle yaptılar gibi olaylar. Adamlar sıkıntıdalar. O çok büyük zenginler her yerde geziyor gibidirler ama tabancayla bekleyen birçok korumaları ara­sında yaşıyorlar. Allah öyle bir hale düşürmesin çok zor.[67]

 

56- Onlar, sizden olduklarına dair Allah'a yemin ediyorlar. Hal­buki onlar sizden değildirler. Ancak onlar korkak bir kavimdirler.[68]

 

57- Eğer sığınacak bir yer veya mağaralar veya girecek bir delik bulsalardı hemen oraya koşarak yüz çevirirlerdi.

Yani islam devletinin içerisinde yaşayan müslüman görünen ama gerçekten müslüman olmayan bu adamlar, düşünün ki daha peygamber efendimizin yanında, bizim yanımızda filan değil, bizim halimize bakıp nefret edebilirler. Ama kainatın efendisinin yönetteği bir devlette adam­ların gönülleri imansızlık hastalığı ile dopdolu olduğundan peygamberin devletinde değil yaşamak, bir sığınak bulsalar, bir mağara bulsalar, bir delik bulsalar oraya girmeyi, o devlette yaşamaya tercih ediyorlar. Bu bi­raz bizim aleyhimize gibi hocam, halbuki İslam devletinde herkes canı gönülden orada yaşamak ister öyle değil mi? hayatta gülün üzerine sine­ğin konduğu hiç görülmemiş. Olmaz yani katiyyen olmaz. Onun için

Mevlana, sineğe karşı tedbir olarak gül suyu ile evi temiz tutmaktır der. Evi gül suyuyla tertemiz yaptınız mı zaten orada yaşamaz çekip gider başka yerlere, pis yerler bulurlar oralara yerleşirler. Bu adamların içi pis­lik dolu olduğundan peygamber efendimiz (s.a.v.)'m yüzünü görmek is­temiyorlar, sesini dinlemek istemiyorlar, devletinde yaşamak istemiyor­lar.

Şeyh Sadi Gülistan'ında anlatıyor. Bir bülbülle kargayı aynı kafese koymuşlar. Bülbülün dili tutulmuş, konuşamayıvermiş, ötemey i vermiş. Ama karga da diyor iki ellerini birbirine oğuşturmuş sinirle Rabbine yö­nelmiş ellerini kaldırmış "Ya Rabbi hayatta ne türlü bir kötülük yaptım ki böylesine çirkin, böylesine kötü sesli, böylesine kendini beğenmiş, bi­riyle aynı kafeste kalma cezasına çarptırıldım?" demiş kargada bunu söylemiş. Şimdi kuşların en güzeli ve en güzel seslisi bülbülün yanında rahat etmesi gerekiyor ama kendi renginin karalığı bülbülün yanma ge­lince daha kuvvetli oluyor ve rahatsız oluyor. Kendi sesinin çirkinliği bülbülün sesinin yanında ortaya çıkıyor. Onun için çok çirkin sesli bir adam çok güzel sesli bir hafızdan pek hoşlanmaz. Ama güzel sesli bir hafız, güzel sesli başka bir hafızı seviyor. Ve beraber hareket edip bera­ber oturuyorlar. Şimdi burada da karga aynı şekilde bülbülden rahatsız, sinekte gülden rahatsız, münafıklarda peygamber efendimizin temizli­ğinden, dürüstlüğünden rahatsız. Lut (a.s.)'ın münafık kavmi, yani kadın­ları bırakıp erkeklerle ilişki kurmayı tercih eden kafirler diyorlar ki "Çı­karın bunları bu şehirden sürgün edin. Bunlar temiz kalmaya çalışan adamlar bunlar."[69] Temiz kalmaya çalışan adamları sürün bu şehirden diyorlar. Yani adamlar temizden hoşlanmıyorlar. Temiz kalan peygamber ve ona iman edenlerden hoşlanmıyorlar. Aynı şekilde bu adamlarda efendimizin devletinde müslüman olarak rahat yaşamayı iste­miyor. Çünkü gönlü pislikle dopdolu bu insanların.Günümüzde bir kısım mü si uman im iz kafire yaranmak için alçalıyor ve onun seviyesine iniyor.Peygamberimizin devletinden çıkmak isteyen bu kafirlere bizim ya­ranmamız 'mümkin değil.[70]

 

58- Bazıları sadakalar konusunda sana dil uzatır. Eğer kendile­rine verilirse hoşnut olurlar. Eğer verilmezse o zaman kızarlar.[71]

 

59- Eğer onlar Allah'ın ve Rasulünün onlara verdiğine razı olsa­lardı ve "Allah bize yeter, yakında lütfundan Allah ve Rasulü bizede verecek ve biz Allah'a rağbet ederiz" deselerdi (daha hayırlı olur­du).

Çekişme aslında burada kaş, göz hareketiyle meram anlatma hare­keti, peygamberle alay eden, kaş göz hareketleriyle onu hafife almaya çalışanlar cehennemliktir diyor ayet-i kerime. Yani kaş göz hareketleriy­le veya sözle vede şakayla karışık sataşmadır. Onun için sadakalar konu­sunda efendimiz (s.a.v.)'la çekişiyorlar. Efendimiz sadaka mallarından dağıtım yaparken* kendisine verilmeyen münafığın biri efendimizin adil olmadığını söylemiş. Ali ah (c.c.) sadakaların kimlere verileceğini hemen bir alt ayette haber vermiştir. Eğer ve o sadakadan kendilerine verilecek olursa peygamberden hoşlanıyorlar. Eğer verilmeyecek olursa bu seferde kızıyorlar, gazaplanıyorlar adamlar. Eğer Allah'ın ve Rasulünün verdiği­ne razı olsalardı. Keşke razı olsalardı. Allah bize yeter deselerdi. Allah ve Rasulü kendi tarafından kendi lütfundan bize yakında verecek, biz an­cak Allah'a yöneliriz. Allah'ı isteriz onun rızasını isteriz deselerdi onlar için daha hayırlı olurdu.[72]

 

60- Allah'dan bir farz olarak sadakalar, ancak fakirlere, düş­künlere, onun üzerinde çalışan (memur)lara, kalbleri ısındırılacak1lara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda (cihad edenlere) ve yolcula­ra aittir. Allah herşeyi bilen hükmünde hikmet sahibi olandır.

Dedikten sonra zekatın dağıtım yerlerini ifade ediyor Allah (c.c). Şimdi peygamber efendimiz sadakaları zekatları topluyor. Onları ihtiyaç sahiplerine, layık olanlarına dağıtıp veriyor. Onlar bize de ver diyorlar. Halbuki verilecek yerleri Rabbim ayet-i kerimede sadaka (ki burada kast edilen zekattır), zekat fakirler içindir diyor. Mesakin miskinin çoğulu,

miskin fakirden biraz daha alt olan kişi diye tarif edilmiş. Fakir hiç de­ğilse bir günlük yiyeceği olan, miskin ise hiç olmayan. Hani Sultan Ah­met meydanında gezip dolaşan, akşam yemeği konusunda garantisi ol­mayan adamlara miskin derler. Zekat müessesesinde çalışan memurlar. Hani İslami bir devlette zekat müessesesi vardır. Diyelim ki bir bakanlı­ğın bünyesinde veya zekat bakanlığı vardır. Sadaka bakanlığı vardır. On­lar toplama işlerini dağıtma işleri oradan görülmektedir.

Aslında zekat İslamda devlete verilir. Doğrudan İslam devletine ve­riliyor. İslam devleti dağıtıyor. Peygamber (s.a.v.) zamanında, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) zamanlarında bu böyle işlemiş. Hz. Osman (r.a.) zamanında şöyle bir şey denmiş. Bazı malları ki onlara bizim me­murumuzun ulaşması mümkün değil. Kur'an dilinde ve fıkıh kitaplarında mesela, emvali zahire, emvali batine der. Yani kişinin bilebileceği mallar var. Devletin bilebileceği mallar var. Devletin bilebileceği malların ze­katı yine devletindir. Devamlı İslam tarihinde bu böyledir. Ancak şahsın bilebileceği malların zekatını ise şahsın kendisinin vermesine müsade edilir. Ama asıl olan dinde zekatın devlete verilmesidir. Zekatı devlet alır, onu bir fonda toplar ve o fondan fakirlere, o devlette ne kadar fakir varsa bunlara ihtiyacını giderecek kadar para verir. Peki o ihtiyacın oranı nedir. Yaşı 65'e ulaşanlar şu anda ne alır? Bilen var mı? 65 yaş maaşı alanlar 30 bin lira.Bunu alan zenginse niye veriyoruz. Fakirse niye 30 binlira veriyoruz. Dinim ayarla masını şuna bağlamış. Yani bir fakirin havayici asliyesi karşılanmalıdır. Havayici asliye arapça ifadesi, Türkçesi bir oturacağı ev, kiraya değil mülkiyet olarak, bineceği bir araba, Tür-kiyede en küçüğünden bir araba diyelim,  kışlık ve

yazlık elbisesi ve devlet başkanının yiyebileceği kadar yiyecekten alabi­leceği bir pay. Ama devlet başkamnınki çok fazla her fakire aynı verile-mezki. Ya onunki aşağı indirilecek yada fakirinki yukarı çıkarılacak. Yani orta yolu bulacak. Çünkü ikisinin midesi aynıdır. Dinimize göre devlet başkanının midesi ile çobanın midesi, fakirin midesi aynıdır, be­den ölçüleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Tabii burada başkan için bu yalnız, diğer uzmanlık sahası için maa­şın sınırı yüksektir. Yani devlet başkanının ki azdır İslamda. Devlet baş-kanınınkini asgari ücret belirler oranım, ama bir hakimin, bir imamın, bir mühendisin, bir ordu komutanının, sahasında uzman olan kişinin maaşı özel konuşmaya tabiidir. Ama o konuşma devlet başkanın ınki s inden aşa­ğı olmayacaktır. Bunu bir gazeteci arkadaşa anlattımda hocam devlet başkanlığına kimse heves etmez diyor. Zaten heves yeri değil orası hiz­met yeri. Oraya sevabım çok olsun diye gidecek adam. Yani oraya rağ­bet eden adam sevabım çok olsun diye gidecek. Çünkü yaptığı her işin sevabı, normal insanların yaptığı işin sevabı gibi değil kat kat oluyor onunkisi. Üçüncü sırada memurlar gelirler. Sonrada kalbi İslama kazandınlmak istenenler. Onlarada zekat müessesesinden para verilir. Yani İs­lam devleti diyelim ki Rusya'da veya Japonya'da veya Amerika'da İsla­ma girecek veya girmeyecek ama tereddütte, böyle bir adama bazı hediyeler verilip, gönlü İslama kazandırılır. Fakat Hz. Ömer yok size demiş niye, çünkü İslamın sizin gibi adamların gücüne konuşmasına ihtiyacı kalmamıştır, vermiyoruz bundan sonra ve vermemişlerdir. Bizim Hanefi alimleri diyor ki Müellefeyi Kulub'a zekattan para verilmez. Niye çünkü onu Hz. Ömer kaldırmıştır ve bunu sahabede kabul etmiştir. Onda icma hasıl olmuştur derler. Fakat bir kısım alimlerimiz der ki. Hz. Ömer doğru kaldırmışta gerekçe olarak şunu söylemiş "İslamın size ihtiyacı kalma­mıştır" onun için vermiyoruz. Ha ne demektir bu. İslamın yine bu tür adamlara ihtiyacı olacağı dönem gelirse hüküm bakidir. Yine müellefeyi Kulub'a verilir.

Fakirler, miskinlerden sonra bu zekatı dağıtma ve toplamada görevli olan memurlarda maaşlarını o müesseseden alırlar. Kalbi İslama ısındı­rılmak istenenlerle, köle azadında kullanılır para. Yani dinde hep köleli­ğe sataşanlar bilsinler ki dinin zekat fonundan para çıkar, kölelerini satın alır azad eder. Bununla ilgili ayet-i kerime indirilmiştir. Yani bu adamla­rın koymuş olduğu sistemde köleye olan zulmü, köleye olan hakir bak­mayı ortadan kaldıran dinimizdir. Hani daha önce tefsiri geçtiya. Hz. Bi­lal (r.a.) peygamber efendimizin yanında oturunca Mekkeli müşrikler "senin yanma gelmek istiyoruz ama köle ile aynı seviyede oturamayız" diyorlar. Halbuki Hz. Ebu Bekir, Hz. Bilal Habeşi'yi köle olarak satın al­mış ve azad etmiş, hürriyetine kavuşmuş, o da peygamberimizin sevgili­si olmuş. Hergün yanında duruyor, ezan-ı Muhammedisini okuyor ve ona böyle yüzüne bakmaktan sevap alıyor, Bilal Habeşi. Efendimizin ya­nında oturuyor o köleler.

Zekat, borçlulara veriliyor. İslamda kişilere garanti vermiş. Bir müs-lüman senet vermiş, iflas etmiş ise, karşılığı çıkmamışsa devlet onun karşılığında garantördür. Borçluya vermek suretiyle karşı tarafa ödeme­sini sağlıyor, müessese olarak. Burada Rabbim sadaka borçlulara verilir. Allah yolunda olanlara verilir. Yani îslamın izzeti için, İslamın devlet ol­ması için gayret sarf eden insanlara verilir. Bu ordu halinde, asker halin­de olur. Bu talebe müesseseleri olur. Bu onlara gerekli malzemelerin alı­mında onlara gerekli kolaylığın sağlanması yani dininin devlet olması için gayret gösteren her türlü şahıs, kurum, kuruluş neyse buralarda kul­lanılır zekat. Yolda kalmış insanlara verilir. Hani dükkanınıza geliyor bir adam diyor ki efendim ben Erzurum'dan gelmiştim, Konya'dan gelmiş­tim paramı çaldırttım veya param bitti, bana memleketime gidecek kadar para gerekiyor. Siz ona çıkarıp veriyorsunuz ve zekatınıza sayıyorsunuz. Bu adam isterse Konya'nın en zengin adamı olsun hiç önemli değil, yol­da kalmış bir adama zekattan paranızı verirsiniz. O adam zenginde olsa

zekatınız geçerlidir. Tabi bunu İslam'da devlet yapıyor, yalnız hani bura­da biz zekatı hep ferdi olarak verdiğimiz için hemen hayalimizde bu can­lanmıyor. Devlet verdiğinden dolayı devletin zekat fonundan yolda kal­mış insanları memleketine götürecek kadar parayı verme zorunluğu var­dır. Allah'tan bir farz olarak Allah herşeyi bilendir, Allah hükmedendir. Hükmünde hikmet sahibi olandır diyor.[73]

 

61- Onlardan bazısı peygambere eziyet ederler ve "O (her söyle­neni dinleyen) bir kulaktır" derler. Deki: "O sizin için hayırlı biı kulakdir.Allah'a iman eder, mü'minlere inanır ve sizden iman eden ler için bir rahmettir. Allah'ın Rasulüne eziyet edenlere büyük azaj vardır.[74]

 

62- Sizi hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer iman edi yorlarsa Allah'ı ve Rasulünü hoşnut etmeleri daha doğrudur.

Peygamber efendimizi üzerken, nasıl üzdüklerini Rabbim haber ver yor. Şöyle derler "Yahu herkesi dinliyor bu" diyorlar. Onların en hak: gördüğü adam, bir kere rengi zenci olan Bilal-i Habeşidir. , Mekkelileri kendisi bize yakın şimalidir. Yani arapların rengi bizimle beraberdir. E; merimsidir. Bilal-i Habeşi, Habeşli zenci bir adam. Hakir görülüyor, kıble olması yönüyle, birde siyah olmasıyla da hakir görülüyor. Peygambt efendimiz onu biliyor. Bilal-i Habeşi yi biliyor. Arkasında namaz kılaı ordusuna gelen, cadde de karşısına dikilen biri laf etmek istediğine "efendimiz dinliyorum." Hatta dinleyiş şeklini tarif ediyor, şemail kitaj lan, şunu omuz arasındaki göğsünü o konuşan adama döndürürdü diyo Yani adama değer verir. Kim olursa olsun karşıdaki konuşan bir ada: oldu mu, o adama şu göğsünü tamamen döndürürdü diyor. Ona da değ' vermiş oluyor. Yani biz bunu hayatımızda tatbik etmemiz gerekiyor, y ni konuşan ister imanlı ister imansız önemli değil, konuşuyorsa adan

değer vereceğiz, böyle kendisine doğru döneceğiz. Yanlış konuşuyor, o zaman yanlışını düzeltici konuşma yapacağız, ama ona doğru yönelinecek. Efendimiz için "Bu herkesi dinliyor" diyorlar. Onun dinlemesi sizin için hayırlıdır. O hepinizi dinler.[75]

 

63- Bilmedilermi ki, kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, onun için içinde ebedi kalacağı cehennem vardır. İşte bu büyük bir rüsva'yliktır.

Hani münafıklar geliyorlar "vallahi sana iman ediyoruz Ya Rasullül-lah. Billahi de iman ediyoruz." Hani geçti ya[76] "Allah'a yemin ediyorlar. Biz sizdeniz diyorlar." Şimdi bana içinizden biri deseki vallahi hocam seni çok seviyorum. Billahi çok seviyorum, tallahi çok seviyo­rum, yahu durup dururken bu adam bana bunu niye söylüyor, hani sevdi­ğinizi söyleyin "seni seviyorum hocam"deyin bu olur. Bir kardeşimize "seviyorum seni" denilir de, vallahide seviyorum, billahide seviyorum, tallahide seviyorum, ee seviyorsan seviyorsun, yani yemine ne gerek var, yani yeminle teyid etmeye gerek yok diyoruz.

Şimdi bazıları peygamber efendimize yeminle geliyorlar. Efendimiz onun yürüyüşünden anlıyor, bakışından anlıyor, Hz. Ebu Bekirin kendi­sini sevdiğini bakışından anlıyor. Yani Hz. Ebu Bekir yemin etmemiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.) münafıkları da dinlemiş. Vallahi Yarasu-lüllah, billa yarasulüllah ben Tebük harbine katılamadım ama bugün ye­tişirim, yarın yetişirim dedim yapamadım edemedim diyerek çeşitli ba­haneler söylemişler. Peygamber efendimiz dinlemiş ve itiraz da etme­miş. Rabbim diyor ki onun dinlemesi hayırdır sizin için aslında, ama o peygamber aldanmaz, dinlerde aldanmaz. O Allah'a iman eder, mü'min-lere güvenir, münafıkları dinler de inanmış gibi görünür ama inanmaz, kime inanır mü'nünlere inanır. Mümini de dinler, kafiri de dinler. Müna­fık yutturduğunu zanneder. Ama peygamber (s.a.v.) mü'minlere güvenir, mü'min insanlara inanır. "Sizden iman edenlere o bir rahmettir. Allah'ın rasulüne eziyet edenlere ise yakışır acıklı azap vardır" diyor Allah (c.c). Sizin için Allah'a yemin ederler, sizin hoşnutluğunuzu almak için sizin hoşunuza gitmek için yemin ederler. Vallahi de seviyorum seni, billahi­de seviyorum, vallahi sizdeniz diye yemin eder. Ama eğer mü'minlerse onlar Allah'ı ve Rasulünü razı etmek daha layıktır. Allah ve Rasulü razı olmaya onlara daha layıktır. Yani biz insanların razı olması için değil Allah ve Rasulünün razi olması için insanlara iyi muamelede bulunma-

nız gerekiyor. Allah ve Rasulünün razı olması için muamele yaparsak kul da razı olur. Ama insanlar razı olsun diye hareket edecek olursak in­sanların istekleri çeşitlidir. Herkesi razı etmek için adamın insanlığından çıkması gerekiyor onlar bilmedilermi ki. "Kim Allah ve Rasulüne karşı savaş ilan ederse, Allah ve Rasulüne karşı kesinlikle sınır çizerse ve sını­rım kapatırsa, onun için ebedi cehennem vardır. Bu da büyük bir rüsvaylıktır diyor Allah (c.c.)."[77]

 

64- Münafıklar, kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden korkarlar. Deki: "Siz alay edin. Allah sizin korktuğunuzu çıkaracaktır.

Mü'minleri kandırmak için her çareye başvuran münafıklar iki yüz­lülüklerinin açığa çıkmasından korkarlar. Bunlar cami ile kilise arasında kalan, çıkarı için bir o tarafa, bir bu tarafa koşan, birgün iki tarafdanda kovulan tiplerdir.

Müslümanların karşısında Kur1 an öpen batılılar karşısında viski içip gerdan kıranlar iki taraftada itibarı olmayan, hizmet ettiği sürece kullanı­lan insan tipleridir.[78]

 

65- Eğer onlara sorsan: "Elbette biz (söze) dalar ve şakalaşırız" derler. Deki: "Allah'la, onun ayetleri ile ve Rasulü ilemi eğleniyor­sunuz?"

Bunların ipleri pazara çıktığında kendilerini savunurken, "oyun ol­sun için yapıyorduk" derler. Günümüzde dinime imanıma saldıranlar peygamberime dil uzatanlar, sıkıştıkları vakit, "Biz sanat yapıyorduk' diyorlar. Madem sanat yapıyorsunuz tapındığınız putları konu edinin. Si­zi ve bizi yaratan Allah'ı alaya alarak sanat yapılmaz.[79]

 

66- Özür dilemeyin. Eğer sizden (tevbe eden) bir gurubu afvetsek bile suçlu olmaları sebebiyle diğer guruba azap edeceğiz.

İslam'a çatan ifadelerden sonra "sanat yapıyorduk, oyun oynuyor­duk" gibi özürler, kabahatinizdende büyük. Özür dilemeyin. Allah'dan af dileyin. İmandan sonra küfre girenlerin kurtuluşu tevbe ederek tekrar imana dönmektir. İnsanları kandırırlar ama Allah'ı asla kandıramazlar.[80]

 

67- Münafık erkeklerle, münafık kadınlar birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar) Onlar Allah'ı unuttular, Allah'da onları unuttu, (muamelesi yaptı.) Şüphesiz münafıklar fasıklarin ta kendisidirler.[81]

 

68- Allah, munafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere orada ebedi kalmak üzere cehennemi va'detti. Cehennem onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir ve onlar için devamlı azap vardır

Bu Tevbe suresinde genellikle kafirlerden ziyade münafıkların duru­mu bize bildirilmektedir. Efendimiz'in (s.a.v.) bol günlerinde, rahat gün­lerinde gelip bizlerde müslümanız diyen, onunla beraber namaz kılan, Efendimiz'in (s.a.v.) dar günlerinde yanından ayrılıveren, bu insanlar hakkında Rabbim bilgi verirken, bize aynı zamanda bizim günümüzdeki yaşadığımız ortamdaki münafıkların karakterinide bize bildirmiş oluyor. "Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirlerindendir. Yani biribirleri-nin yandaşlarıdırlar. Onlar kötülüğü emr ederler, insanları iyilikten alı-koyarlar, ellerini sıkı tutarlar."

Yani cimrilik yaparlar. Münafığın dört vasfı sayılmış oluyor böyle­ce. Her gün namazımızda okuduğumuz "Maun" suresinde de efendimiz (s.a.v.) mü'min görünen münafıklık yapan insanların yetimi azarladığı­nı, fakirin kamını doyurmadığım, namaz kılarsa riyakarlık yaptığını, ri­ya için gösteriş için namaz kıldığını ve komşuluk münasebetlerinde de aralarında birbirlerine bir malzeme için muhtaç olduklarında, yardım­laşma yapmadıklarını ifade ediyordu Allah (c.c.)

Burada da bu dört vasıflarını bize bildiriyor. Bunların yaptıkları bu kötülüklerin cezası olarakta Rabbim, "Onlar Allah'ı unuttular da Al­lah'ta onları unutmuş muamelesi yaptı." Hani bir insan birini unutursa ne yapar, ona karşı iyilikleri, ona karşı ziyaretleride tamamen ortadan kalkar ya. Allah (c.c.) için unutma söz konusu değil. Ama unutulmuş bir insana nasıl ki insanlar iyi muamele yapmazlar kötü muamele de yapmazlar ama her türlü nimetler onlardan kesilmiş olur Allah (c.c.) de bu münafıklara unutulmuş muamelesi yapacaktır. Kıyamet gününde cennet ve onun nimetlerinden hiçbir şeyden yararlanmayacaklardır.

"Münafıklar fasıkların ta kendisidir" diyor Allah (c.c.) ve beş ayet-i kerime ile mü'minleri tarif ediyor. Bakara suresinin ilk beş ayetiyle on­dan sonra gelen iki ayet-i kerimeyle kafirleri tanıtıyor. Ondan sonra ge­len onüç ayet-i kerimeyle münafıkları tanıtıyor. Bundan da şunu anlıyo­ruz ki biz müslümanlar için en tehlikeli olanlar kafirlerden ziyade mü­nafık olanlardır. Onun için Rabbim münafıkların vasıflarını birkaç sure­de birçok ayet-i kerimeyle tanıtıyor bize. İyi anlasınlar, bilsinler ve bu insanların namaz kıldıklarına aldanmasınlar, Allah peygamber dedikle­rine inanmasınlar. Münafıklıkları nedeniyle bunları yaparlar bunlar. Nerden anlayacağız..? İşte buradaki münafık münafığı tutar, kötülüğü emr ederler. Yani yapmış olduğu kanunlarda mutlaka insanlara zaraı verir. Onlar Rabbimin yapmayın dediklerini yaparlar ve Allah'ın yapı­nız dediklerini ise engellerler, mani olurlar vede cimrilik yaparlar. Mü­nafık erkeklere de, münafık kadınlara da ve topyekün kafirlere, Allat ebedi olarak cehennemi vaad ediyor. Ebedi olarak cehennemde kalacak­lardır. Kur'an-ı Kerim de münafık erkekler, münafık kadınlar, ve de ka­firler diye sıralamaya da dikkat çeker alimlerimiz. Mesela burada Evve­la münafıkları söylüyor, sonra kafirleri söylüyor. Yani tehlikesinin öne­mine de dikkat çekmiş oluyor.

Birinci derecede müslümanlar için tehlikeli olan münafıklar, ikine derecede tehlikeli olanlar kafirler olduğuna da bu sıralama işaret etmi: oluyor. Onlar Cehennemde ebedidirler, o cehennem onlara yeter diyo Rabbim. Allah onlara lanet etmiştir. Yani rahmetinden uzaklaştirnııştır Daimi azab onlaradır diyor Allah (c.c.) Bunlar sizden öncekiler gibidir ler. Yani münafıklar yalnız peygamber efendimiz (s.a.v.) dönemindi

yaşamış değildirler. Daha öncede münafıklar olmuş. Hani Nuh (a.s.) dö­neminde de Nuh (a.s.)'a iman edenlerde var, iman etmeyen kafirler var. İkisinin arasında gelip gidenler var. Hani Rabbim ayet-i kerimesinde onlar hakkında münafıklar kafirlerle müslümanlar arasında gelirler gi­derler. Ne o taraftandırlar ne de bu taraftandırlar. İkisinden de faydala­nacaklarını sanıyorlar. Ama bazen ikisi tarafındanda cezalandırılıyorlar.[82]

 

69- Sizden öncekiler gibisiniz, onlar, kuvvetçe sizden daha güçlü idiler. Mal ve evlad yönünden daha çok idiler. Onlar nasipleri ka­dar faydalandılar. Sizden öncekilerin nasipleriyle faydalandıkları gibi sizde nasibinizden faydalandınız. (Batıla) dalanlar gibi sizde (batıla) daldınız. İşte onlar, amelleri dünyada ve ahirette boşa gi­denlerdir. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

Dalmak nasıl olur? Sinek bakmış ki tabağın içinde bal var, yukar­dan hemen kenarına konarmış.. Dermiş ki bu benim neslime yeter. Yani benden sonra gelecek olan nesillere yeter bu, evvela ön ayaklan ileriye doğru gider, sonra hortumunu bala doğru uzatır, yemeğe başlarmiş. Ye­dikçe dalarmış, yedikçe dalarmış, içerisine doğru ve ayakları da, kanat­ları da tamamen balın içerisine batarmış. Tam karnı doyarmiş, karnı do-yunce şimdi daha iyi uçarım karnım daha iyi doydu, deyip te kanadım çırpmaya kalkınca kanadını çırpamazmış. İşte insan oğlunun dünya ya dalması böyle birşey. Ha bugün çıkarım. Yani dalarken iyi niyetlerle dalıyor. Hocam şöyle bir ev alacak kadar birşey, yani bu anlattıklarımı almayın yapmayın diye söylemiyorum, dikkat edin yalnız. Hani daha Önce ifade ettim para cebinizde duracak, şu göğüs kaburga kemiğinizin içerisine kalbinize girmeyecek. Yani sevgisi kalbinizin içerisine girme­yecek, cebinizde duracak. Yoksa bir araba alayım veya bir ev alayım yeter. Ordan oraya taşınma olmuyor filan v.s. Bir de dükkan aldınız, so­nu gelmez, bir de deniz kenarında ev alma, yazlık alma ihtiyacı hissedi­lir. Ondan sonra çocuğa bir ev yazlık, bir araba gibi bütün bunlara dalı­nıp gidilirde, bu dünya dan herşeyi elde edeyim denilir de, ahiretle ilgili olarakta hiçbir şeye elimiz varmaz. İmanınız da var ayrıca, yalnız yahu bunu da elde edelim dediğimiz için, ama hele şu işleride bitireyim hele

bu işleride bitireyim diye devam eder gideriz. Mazaallah. Rabbimde ona dikkat çekiyor onların daldığı gibi sizde dalarsınız diyor. İşte onla­rın amelleri dünyada da boşa gitti, ahirette de boşa gitti. İşte zarara uğ­rayanlar onlardır diyor Allah (c.c).[83]

 

70- Onlara kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud, İbra­him'in kavmi, Medyen halkı ve mü'tefikatin (Lut'un darmadağın olan kavminin) haberi gelmedi mi? Onlara peygamberleri açık de­lillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendile­rine zulmetmişlerdi.

Onlardan öncekilerin haberi onlara gelmedi mi? Yani bu insanlar Peygamberleri yalanlamaya yöneliyorlar. Kafirlere yaranıyorlar ve dün­ya nimetlerine dalıyorlar, ahireti inkara yöneliyorlar. Acaba onlara daha öncekilerin haberleri gelmedi mi? ki Nuh'un kavmi, Ad kavmi, yani Lut (a.s.)'a inanmayan Ad kavmi inananları var tabii ama çoğunluğu inan­mamış, Semud kavmi Salih (a.s.)'a karşı gelen Salih (a.s.)'ı öldürmeye teşebbüs eden ve helak olan Semud kavminin haberi, ve kavmi İbrahim , İbrahim (a.s.)'ı ateşe atmaya teşebbüs eden ve de atan, o insanların akı­betinin ne olduğu konusunda haber onlara gelmedi mi? Ve Ashab-ı Medyen'e, Şuayb (a.s.)'a iman etmeyen ve ticaretle meşgul olan, tartıla­rını ve ölçülerini kendi lehlerine çeviren, o ticaret erbabı ki sonlan peri­şan olmuştur. Onlara, Allah'ın azabı gelmişti, onların haberi bunlara gelmedi mi? Daha evvelki tehlikeler ve büyük günah işleyen ve Lut (a.s.)'a iman etmeyen, o ahlaksız işleri yapan insanların haberleri, bu münafiklara,gelmedi mi? buyuruyor Allah (c.c.)

Hani Mevlana diyor ki bunlar neye anlatılır. Daha önce anlatmıştım. Bu kavimlerin başlarına Allah (c.c.) bu dünyada iken bela vermiştir. Bir kısmını şiddetli bir rüzgarla yok etmiş, bir kısmını toprağın altım üstüne getirmek suretiyle helak edivermiş, bir kısmını şiddetli bir gürültüyle helak etmiş yok etmiş. Daha sonra gelenler onların düştüğü o tehlikeli duruma, bu dünyada ki bela ve musibete, ahiretteki belaya düşmesinler diye, Allah (c.c.) bunları bize ibret olarak bildiriyor. Hanielektirik di­reklerinin üzerinde kuru bir insan kafasının resmi vardır ve bir de çarpı vardır üzerinde. Yani bu direğe çıkma ölürsün, daha önce birisi çıktı ve

Öldü anlamındadır. Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan helak olanların du­rumunu bildirirken, Allah'a isyan ettiler ve bu cezayı bunlar hak ettiler. Sizde aynı suçu işlemeyin diye Allah (c.c.) bizi uyarıyor.

İşte Mevlana bunu bize daha iyi anlatabilmek için Arslan, Kurt ve Tilki ava gitmişler diyor. Arslan tabii ki ormanların sultam Şahıdır. Av neticesinde bir yaban öküzü, bir geyik, bir de tavşan vurmuşlar. Arslan Kurd'a taksimi sen yap bakalım demiş. Kurt demiş ki: Efendim şu ya­ban öküzü zat-ı alinizin olsun, şu geyik benim olsun, şu tavşanda tilki kardeşin olsun demiş. Arslan pençeyi bir atmış ve Kurd'u öldürmüş, de­risini başından çıkarmış. Bu sefer Tilki'ye yöneldi, taksimi sen yap ba­kalım demiş. Tilki de; Efendim şu geyiği sabah kahvaltısı yapsanız, şu yaban öküzünü de öğle yemeği yapsanız, tavşanı da yatacağınızda çerez olarak yeseniz demiş. Arslan yahu sen bu taksimi nerden öğrendin de­miş. Efendim Kürd'ün başına gelenler bana ders oldu demiş. Mevlana diyor ki, Allah (c.c.) bütün dünyada ve gökyüzünde var olan her şeyi yaratan odur. Öyle olunca onun mülkünde Allah'ın dediği olur. Eğer biri çıkarda Allah (c.c.)'ın taksimine isyan ederse başına gelecek bellidir. Taksimlerden biri de nedir? İnsanlar içerisinde istediğini peygamber seçmesidir. Allah (c.c), "Allah dilediğini halk eder ve dilediğini seçer" diyor.[84] kendisi hakkında peygamber (a.s.), "peygamber olarak seçmişse biri kalkıpta itiraz edecek olursa niye onu seçtin de bu Mek­ke'nin ileri gelenlerinden veya şu iki büyük şehirden daha eşraftan olan insanlara vermedin" diye itiraza kalkarsa Allah (c.c.) bu dünyada da ahirette de amellerinin boşa gidivereceğini bize haber veriyor.

Onlara da peygamberleri delilleriyle geldiler, mucizelerle geldiler. Allah onları cezalandırmakla zulm etmedi. Onlar kendilerine zulm etti­ler, diyor Rabbim. Yani imansızlığı tercih etmekle kendilerine zulm et­miş oldular. Öyle olunca insanlar Cehennemde yanacak dediğimizde bi­zi Allah (c.c.) yakmıyor. Bu ayet-i kerimeden anladığımız kadarıyla in­sanlar kendi ateşlerini kendileri hazırlıyorlar ve kendi kendilerine zulm etmiş oluyorlar. Şimdi bize mü'mini tanıtıyor tekrar.[85]

 

71- Mü'min erkeklerle, mü'min kadınlar birbirlerinin dostları­dırlar. İyiliği emrederler, kötülükden alıkoyarlar, namazı kılarlar,

zekatı verirler. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah Azizdir, Hakimdir.

Mü'min erkeklerle mü'min kadınlar onlarda biribirlerinin dostları­dırlar. Yani mü'minin dostu mü'mindir. "Kafirden dost, domuz derisin­den post olmaz" demiş atalarımız. Yani kafirden dost olmaz sözü ayet-i kerimelerden özetlenerek alınmış bir cümledir. Domuzdan post olmaz sözü de Peygamber efendimiz (s.a.v.) hadisinden alınmış bir sözdür ayet ve hadisten alman ve atasözü haline getirilen bir şeydir. Mü'minler-de iyiliği emrederler, kötülüklerden alıkoyarlar, ve namazlarını dosdoğ­ru kılarlar ve zekatlarını da verirler. Allah ve Rasulüne itaat ederler. Bu­rada mü'minlerin altı vasfını sayıvermiş: 1- mü'minler birbirlerinin dos­tudur. 2- iyiliği emr ederler, 3- kötülükten alıkoyarlar, 4- namazı dos­doğru kılarlar, 5- zekatlarım verirler. 6- Allah'a ve Rasulüne itaat edere-ler.

Münafığın dört vasfına karşı, müslümanların altı tane vasfını sayı­vermiş Allah (c.c). Mü'minler iyiliği emreder derken, namazı emr eder, orucu emr eder, zekatı emr eder, haccı emr eder. Mahalle arasında, komşular arasında bir insana birisi saygısızlık yapıyorsa haklının yanın­da yer alır, haksıza karşı derki haksızlık yapıyorsun ve öyle yapma der. İyiliği emr eder. İnsanların yanlışlığını münasip bir dille o insanlara du­yurmak, iyiliği emr etmektir. Yanlışı duyururken onun nasıl yapacağım söylemekte bizim görevimizdir ve yapılan yanlışı engellemekte asli gö­revlerimizdendir. Hani mahallede çocukluk arkadaşımız, okul arkadaşı­mız, asker arkadaşımız, dükkan arkadaşımız, ev arkadaşımız, daire ar­kadaşımız, tanıdıklarımız, dostlarımız, yakınlarımız bunlar, mesela kötü yollara düşüyor. Bizde kızıyoruz onlara, kızıyoruz da engellemiyoruz. "Allah kahretsin sözümüzü tutmuyor"diyoruz ve böylece onun kötü yo­la gitmesine göz yummuş oluyoruz.

Rabbim ayet-i kerimesinde "engellerler, mani olurlar, yasaklarlar" diyor. Onu, yani kötülüğü yasaklarlar, engellerler. Nasıl engeller? Hadi­si şerifte ifade edildiğine göre elle engeller. Tutar adamı salmaz veya ona birşeyler verir para verir yine o kötülüğü engeller veya döverek ma­ni olur. Yani bütün yollan denemiştir, mani olamamışsa eliyle döverek mani olur. Ona gücü yetmezse o zaman diliyle mani olur, ona da gücü yetmezse buğz eder demişler. (O da buğz eder zaten hadisi şerifte yokda tercemede Türkçeye tercemesinde buğz eder demişler). Ve yine güç yetmezse kalbi ile mani olur derler. Buğz etmekte bunun içine girer. Kalbiyle bu sefer düşünür yani aklıyla daha nasıl mani olurum diyebilir veya başka şeyler ortaya dökülebilir.[86]

"Namazlarını dosdoğru kılarlar." Mü'mini anlatırken genelde bu hiç ihmal edilmiyor. Namazlarını dosdoğru kılarlar. Çünkü namaz insanla­rın dürüst olması, kötülüklerden uzaklaştırması için en etkili ilaçtır. Ayet-i kerimede Rabbim "namaz insanı kötülüklerden alıkoyar" di­yor.[87] Ama hocam bir tanesini biliyoruz, namaz kılıyor ama bütün kötülükleri yapıyor? o insan namazına kalıbıyla geliyor da kalbiyle gelemiyor. Kalbiyle dükkanda, evde veya bir dalaverenin pe­şindedir. Ondan dolayı namaz o insana faydalı olmuyor.

Demek ki namaz zalimlere baş kaldırabilmek için en büyük araçtır. Hani Şuayb (a.s.)'a diyorlar ki Ya Şuayb babalarımızın taptıklarını ter-ketmemizi sana namazınmı emrediyor? diyorlar.[88] Yani babala­rımızın koyduğu kanunlara uymayı engelleyen senin kıldığın namaz mı diyorlar.(Enteresan yani Allah'ın bize bildirdiği bu ayetlerden biride burda bence enteresan. Yani namaz bir insanı nasıl alıkoyar ki onlar hiç itiraz etmiyorlar. Senin namazın mı bizim babalarımızın koyduğu ka­nunlara babalarımızın yolundan gitmeye mani oluyor burada. Çünkü namaz müslümanları bir araya getiren halk halinde Hakkın huzurunda tutan en önemli ibadetimizdir.

Bu ibadetimiz içerisinde Allah'ın kanununun maddelerini ibadet olarak okuyoruz biz. Yani o kanun maddelerini unutmayalım diye tek­rarlayıp duruyoruz namazımızda. Dünyanın hiçbir yerinde kanun mad­deleri ibadet malzemesi olarak kullanılmaz. Yalnız bu müslümanlarda-dır. Kur1 an, hem kanundur, hem de ibadetini onunla yapar. Günde beş defa da tekrar eder. Ama hocam biz okuduklarımızın manasını bilmiyo­ruz ki ne yapalım. Tabi bizi cehaletin içerisine atıvermişler de ondan yoksa herkes okuduğunun manasını bilmeli ve namazını kılarken de mana düşünülerek namaz kılınmalıdır.

"Ve zekatlarını verirler." Yukarıda münafıkları anlatırken onlar elle­rini kapatırlar. Cimrilik yaparlar diyor. Müslümanlar ise zekatlarını ve­rirler. Yani cömert davranırlar. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler diyor Allah (c.c). Münafıklar ise onlar Allah'a itaatten çıkarlar isyan ederler. Mü'minler ise Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah (c.c.) merhamet edecektir. Allah herşeye gücü yeten ve Allah hikmet sahibi olandır. Münafıklara Cehennemi vaad etmişti Rabbim mü'minlere de[89]

 

72-.Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebe-diyyen kalmak üzere altından ırmaklar akan, cennetler ve adn cen­netlerinde güzel meskenler va'detti. Allah'ın hoşnud olması ise hep­sinden büyüktür. İşte büyük başarı budur.

İmansızın biri Türkiye'de derginin birinde yazıyor: "Efendim cen­nette nimetler hep erkeklere vaad ediliyor" diyor. Kur'an okumadığın­dan tabi bu, halbuki Allah (c.c.) "mü'min erkekler ile mü'min kadınlar bunun içerisine girer" buyuruyor. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar Allah'a ve Rasulüne, Kur'an-ı Kerime ve içerisindeki bütün ayetlerin ah­kamına iman etmiş erkeklere, kadınlara cennette nimetler ve çok güzel tertemiz köşkler vaad ediyor Allah (c.c). Irmaklar vaad ediyor. Bu dün­yada apartmanımızda susuz yaşıyoruz, ama inşaallah Allah ahirette, "cennette kesintisiz, devamlı akan, kokusuz" başka bir ayet-i kerimede "kokusuz yani kötü kokusu yok rengi bozuk değil ve içenlere gayet tatlı olan ırmaklar olduğunu haber veriyor. Mü'minlerin elde edebileceği en büyük saadet Allah'ın (c.c.) rızasını kazanmaktır. İşte büyük başarıda budur diyor Rabbim. Hani insanlar arasında deriz ya "filan adam çok başarılı adam be." Neymiş başarıldığı? Köşeyi dönmüş. Rabbim de yal­nız başarıdan değil büyük başarıdan bahsediyor bize, büyük başarı Rab-bimin rızasını kazanmak ve devamlı olan cennetteki köşkü ve bahçesini ve oralarda akan ırmakları elde etmektir. Bu dünyada adam bazı köşk ve bahçeleri elde edinceye kadar ömrünün en değerli vaktini geçirmiş, yani ihtiyarlayınca elde etmiş. 80,90 yaşma gelmiş nefes darlığı var merdiveni inip çıkamıyor ve birçok yiyecek maddelerini yiyemiyor. Evinin rüzgarıda dokunuyor, yani tadı kaçmış. Onun için Allah (c.c.) cenneti çok güzel tarif eder. Bir çok ayet-i kerimede cennetin tarifi var­dır, ve "insanoğlununda tam zevk alacağı yaşta" olacağını hadisi şerif­lerden çıkarmış alimlerimiz. Yani 30 veya 33 yaşlarında olacaktır derler.[90]

 

73- Ey peygamber, kafirler ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların yeri cehennemdir ve o ne kötü dönüş yeridir.

Her insan dönüyor. Yani bu dünyaya gelipte dönmeyeni yok. Her­kes dönüyor ama dönüş yerinin iyisi var, dönüş yönünün kötüsü var. Rabbim bizi uyarıyor, cehhennem ne kötü dönüş yeridir diyor. Haber

veriyor yahu oraya dönmeyin. Yani bir yol var bu yoldan giderseniz ce­henneme gidiyor ve orası çok kötü bir dönüş yeridir diyor. Ve onları o kötü dönüş yerine cehenneme gitmemeleri için Allah (c.c), Peygamber (s.a.v.) den dünyada kafirlerin karşısına çıkıp, gitmeyin bu yoldan, sizi salmam, münafiklarada bu yoldan sizi salmam, kılıcımı çektim geçe­mezsiniz. Gitmeyin burada yanacaksınız diye şiddetle muamele etmesi­ni istiyor. Bu sert davranış aslında kafirler için bir merhamettir. Onların kendilerini ateşe atmamaları için bir uyarıdır.

"Allah'tan bir rahmetle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer katı kalpli asık suratlı olmuş olsaydın etrafından dağilıverirlerdi" buyuruyor.[91] Tabi bu ayet-i kerimeyi alıp bir kısım insanlarımız efendim kafirlerede yumuşak davranmamız gerekir derler. Orası mü'minler içindir, o ayet-i kerime "Uhud harbinin akabinde, eğer sen onlara yumuşak davranmamış olsaydın katı davransaydın, etrafından dağılıverirlerdi" diyor. Yalnız şöyle, bu ayet-i kerimeyi okuduk, sabah­leyin komşularınızın gavurları, hristiyanı, ermenisi, yahudisi var, onlara çatık kaşlı olmak değil. İnşaallah onların müslüman olması için cihad edeceğiz. Cihad kılıçla olduğu gibi kalemle olur cihad sözle olur. Ci­had, onun mantığını, aklını,gönlünü kazanmak ve Allah'ın kelamını on­lara duyurmakla olur ve bunu yaparken müslüman zayıflığından değil güçlü olduğuna inandığından yapmalıdır.

Birisi bir adama sormuş adın ne? demiş. Mülayim demiş. Adam söyle 50-60 kilo ağırlığmdaymış. "Oğlum mülayim olmasan ne yaparsın bana" demiş. İnsanlara karşı güzel sözlerle İslamı tebliğ ederken, Müs­lüman güçlü olmalıdır. Güçlülüğünü karşı taraf bilmelidir. Bunu bildik­ten sonra müslüman yumşak muamele etmelidir. Burada da ayet-i keri­me peygamber efendimiz (s,a..v.) Tebük seferinde Bizanslılara galip geldikten sonra dönüşte bu ayet-i kerime nazil olmuştur. "Kafirlere kar­şı cihad et, münafıklara karşı cihad et." Münafıklara karşı cihad daha önce yapılmıyordu. Çünkü Medine devleti daha biraz güçsüzdü. Onun için münafıkları karşısına almak istemiyordu peygamber efendimiz. Ya­ni birçok kafir, münafıkları müslüman olarak biliyordu. Şimdi onlara karşı, peygamber efendimiz bir mücadele vermiş olsa, şöyle denecek;" Muhammed kendi adamlarıyla harp ediyor." Bu endişeden dolayı Te­bük seferine kadar münafıklara karşı peygamber efendimiz yumuşak davranmış, yalan söylediklerinde, inanmamış aslında da inanmış görü-nüvermiş.

Derken Mekke müslüman olmuş, Medine müslüman olmuş, etraf kabileler müslüman olmuş, Hayber fethedilmiş. Tebük seferine çıkılmış ve orada Romalılarla karşı karşıya gelinmiş vede galip gelinmiş. Daha endişe edilecek birşey kalmadı. Bu sefer münafıklara ya müslümanlığı-

nıza devam edin, müslüman olun, gerçekten müslüman olun veya terk edin burayı denmiştir. Hani Tevbe süresinin başında onlara dön ay mühlet diyorlardı. Dört aylık zaman içersinde ya müslüman olursunuz veya çeker gidersiniz, veya anlaşmalarınızı tazelersiniz. Çünkü bu ülke­ye müşrik giremez diyor ayet-i kerimede.[92]

 

74- (kötü söz) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Şüphesiz o küfür sözünü söylediler, İslam olduktan sonra kafir ol­dular ve erişemediklerine (cinayete) yeltendiler. Allah'ın fütfundan, Allah ve Rasulünün onları zengin etmesinden başka intikam alma­ya sebep yoktu. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünya ve ahirette acıklı bir azab-la azab eder. Onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcıda yoktur.

Peygamber'e (s.a.v.) yeminler ediyorlar Vallahi de demedik, billa-hide demedik diyorlar. Ayet-i kerimede ne demedikleri söylenmiyor. Yani münafıklar peygamber efendimizin aleyhinde bir söz söylemişler. Peygamber'e (s.a.v.) durum bildirilmiş. Efendimiz çağırmış bunları bu sefer yemin ediyorlar. "Vallahi demedik, billahi demedik" diyorlar. Sa­kın şüphe etmeyin, bunların yeminlerine inanmayın. Müslüman görün­dükten sonra tekrar gavur oldular, erişemediklerini elde etmeye gayret ettiler.

Tefsircilerimiz onların ne söylediğini bize nakl ediyorlar. Ama ma­demki dedim ben kendi kendime Allah (c.c.) bildirmiyor, bende söyle-meyeyim. Yani prensibime uygun değil benim. Çünkü Rabbim de söy­lememiş zaten. Rabbimde münafıklar şöyle dediler peygamberinize de­miyor. Yalnız söylemedikleri konusunda yemin ettiklerini haber veriyor bize. Öyle ise bende tefsirlerin yazdığını söylemeyeyim diyorum. Niye?

Bir kitap yazılmış arap aleminde bu kitap bundan üç dört sene önce Türkçeye terceme edilmiş. Kim terceme etti -belli ddğil, kim bastı o da belli değil, ama bol miktarda parasız dağıtıldı bu kitap. Küçük bir kitap­çık. Bir gün sevdiğim bir arkadaşımın dükkanında bu kitabı gördüm. Yahu bu kitabı kim bıraktı? sabahleyin biri geldi bütün kitapçı dükkan-

larma birer paket bıraktı gitti diyor. Kitabı ben biliyorum, kitap şiiliğin aleyhinde yazılmış. Fakat öyle şeyler var ki Hz. Ömer (r.a.) hakkında bugüne kadar hiçbir kitapta yani sünni veya şii kitabında görmediğim iftiralar var. Dedim ki bunu götür git evinde yak, veya yok et. Yahu ho­cam Hz. Ömer'e, Hz. Ebubekir'e böyle deniyorsa bu adamları tanıtalım. Bakın şimdi burada Hz. Ömer (r.a.) aleyhinde bir söz var, ağza alınacak gibi değil, bunu bir yazar yazmış olsa bile, bunu yayan adam günaha girer.

Onlar Allah ve Rasulünün mü'minlere olan lutfu kereminden dolayı müslümanlara karşı intikam almaya kalkarlar. Yahu müslümanların sa­hip olduğu nimetleri çekemeyiverdiler adamlar. Çünkü peygamber efendimiz Medine'ye gelmeden önce Ev s kabilesi, Hazrec kabilesi filan, sadece bir kabileden ibarettiler. Ama peygamber efendimize sahip çıktı­lar. Kanını kanımız gibi koruyacağız, canını canımız gibi koruyacağız, namusunu namusumuz gibi koruyacağız, dininide yayacağız dediler, ve Efendimiz Medine'ye hicret etti devletini kurdu. Derken o devlet dünya­nın en bol nimetlerine sahip oldu. O insanlarda o nimetlerden yararla­nınca münafıklar bu sefer parmaklarını ısırmaya başladılar. Allah ve Rasulünün onlara lutfundan dolayı onlarda müslümanlardan intikam al­maya kalktılar. Rabbim eğer yaptıklarına tevbe etmiş olsaydılar onlar için daha hayırlı olurdu. Ama eğer onlar dinden yüz çevirirlerse sırt dö­ner giderlerse Allah onlara dünyada ve ahirette acıklı bir azab ile azab eder. Yeryüzünde onlara bir dostta bulunmaz, yardım edende olmaz di-.yor münafığa, münafığa birgün gelir yeryüzünde dostta kalmaz. Günü­müzde de münafıklar ne doğunun işine yarıyor, ne batının işine yarıyor, ne gavurun işine yarıyor, ne de müslümamn işine yarıyor. Ve böyle ka-lıveriyor insan.

Yani mü'mince davranmayı düşman bile takdir eder. Yani bu adam benim düşmanım ama Vallahi inancında sağlam der. Ama ne olduğu belirsizi kafir de dost kabul etmez. Müslümanda onu dost kabul etmez. Rabbimde bize onu.haber vermiş oluyor.[93]

 

75- Onlardan bir kısımda: "Eğer o bize lutfundan (mal) verirse elbette bizde sadaka vereceğiz, ve salihlerden olacağız" diye Allah'a söz vermişlerdi.[94]

 

76- Onlara lutfundan (mal) verincede ona cimrilik ettiler ve dö­nerek yüz çevirdiler.

Günümüzde de adamın biri cami yaptırmış birisi de ah çekiyormuş. Ah, vah benimde param olsa bir camide ben yaptırsam diyormuş. Bir taneside kaç paran var demiş. Beş binlira filan var,demiş. Yahu camiye bir süpürge lazım demiş. Beş binliraya süpürge veriyorlarmış ver baka­lım onu demiş. Bu sefer adam yan çizmiş, yahu eve ekmek gidecek, peynir gidecek, bilmem ne gidecek demiş. Bunun üzerine diğeri ona eğer bir cami yapacak paran oluverirsede ev almak istersin. Şimdi beş binlirayı veremeyen ilerde beşyüz milyon lirayı hiç veremez deyivermiş.

Şimdi burada münafıklar öğünüyorlar. "Allah'ım sen bize bol ver­seydin, bizde bol dağıtırdık ve bizde o zaman salihlerden olurduk." Ya­ni işi gücü bırakırdık, otururduk, teşbihimizi çeker, salih insanlardan olurduk diyorlar ama Allah onlara kendi kereminden bol bol verdiği va­kit cimrilik yaparlar, yüz çevirirler. Onlar dinden yüz çevirerek sırt dö­nerler diyor Allah (c.c.) Bu ayet-i kerimenin tefsirinde sahabeden Sa'le-be b. Hatib isimli birinden bahs ederler. O Sa'lebe peygamber efendimi­ze gelmiş. "Ya Rasulüllah benim için dua etsende Allah bana bol mal verse" demiş. Demiş ki "Sa'lebe şükrünü eda edebildiğin az mal, şükrü­nü edemediğin çok maldan hayırlıdır" demiş. Israr etmiş. "Ya Rasulül­lah dua et çok mal sahibi olayım ben" demiş. Peygamber efendimiz de dua etmiş. Derken koyunu arttı, arttı, arttı ve Medine vadisi onun ko-yünlarıyla doldu diyorlar. Birgün peygamber efendimiz zekatını almak üzere iki tane zekat memuru gönderdiğinde durumu arz etmişler efendi­miz bizi buraya gönderdi demişler. O da demiş "Bu bir cizyedir vermi­yorum" Cumaya gelemeyivermiş. Beş vakit namazı kılamayıvermiş. Peygamber efendimiz kızmış sonra o da pişman olmuş zekatım getir­miş. "Ya Rasulüllah ben hata ettim" demiş, ama peygamber efendimiz zekatını almamış. Vefat ettikten sonra Hz. Ebubekir'e getirmiş hem geç­miş senenin, hem bu senenin zekatını Hz. Ebubekir demiş ki: Allah Ra­sulünün almadığım ben almam demiş.[95]

Ve o Sa'lebenin hayatı Doyunca ağlayarak ömrünü geçirdiğini söy­lerler. Sağlam, samimi bir müslümandı derler. Sa'lebe için o konuda ya­zılmış birçok kitaplar, makaleler vardır, O zatın hayatı hakkında. Allah kişiye gücünün yetebileceği kadarını teklif ediyor. Yani bir adamın yüz lirası varsa yüz liralık sorumluluğu var, yüz milyonu varsa yüz milyon liralık sorumluluğu var, yüz milyarı varsa yüz milyarının sorumluluğu vardır. Yani çok zengin olsaydım şöyle yapsaydım demeyin, çok zengin olmaya çalışın o ayrı, ama diğer taraftan da bir şey yapmaya gayret edin.[96]

 

77- Allah'a verdikleri sözden dönmeleri, yalan söylemeleri ne­deniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar Allah onların kalblerine nifak soktu.[97]

 

78- Bilmedilermi ki Allah, onların sırlarını ve fısıltılarını bilir ve Allah gaybları çok iyi bilendir.

Yalanları sebebiyle ve Allah'a vaad ettiklerini yerine getirmemeleri sebebiyle Allah'a kavuşacakları güne kadar Allah onların kalplerine ni­fakı sokuvermiştir. Yani münafık etmiştir onları, onlar bilmiyorlar ki Allah onların gizli konuştuklarını da açıktan konuştuklarımda, fısıltıları­nı da bilir. Allah gaybları gayet iyi bilendir.[98]

 

79- Onlar (münafıklar) mü'minlerden (zekat dışı) gönüllü sada­ka verenlerle, gücünün yettiği kadar veren (fakirler) le alay ederler. Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acıklı azap vardır.

Hiç malı olmayan ancak gayreti olan insanlarla da dalga geçiyorlar. Hani peygamber efendimiz Romalılara karşı harp için hazırlanırken her­kes birşeyler getirsin demiş. Abdurrahman b. Avf (r.a.) kırk bin dinar getirmiş diyorlar veya kırk okka altun getirdi diyorlar. Ya Rasulüllah buyurun kırk okka altun. Sarraflar bilirler. Bir okka kilodan fazladır. 50 kg. getirdi ve buyurun Ya Rasulüllah dedi. İşte ayet-i kerimede anlatılan

münafıklar, bol veren bu müslümanları görünce dalga geçiyorlardı. Humeze varya ayet-i kerimede "o göz kırparak alay edenler." Ha bu varya gösteriş için veriyor diyorlar. Derken bir garibanda hiçbir şeyi yok. "Ya Rasulüllah bir kilo hurma varmış evde onu da getirdim belki bir müslü-manın biri ilerde kanma can verirde o da cihad eder" diyor. Bu seferde çok az bir şey, diyor münafıklar. Fakat Rabbim diyor ki Allah onları rüsvay edecek, Allah onlarla dalga geçti. Yani o söylediklerine bin piş­man oldular onlar. Acıklı azap onlar içindir.[99]

 

80- Onlar için ister istiğfar et, ister istiğfar etme. Onlar için yet­miş kerre istiğfar etsen Allah onları afvetmeyecektîr. Bu, Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir. Allah, fasik kavme hidayet vermez.

Münafıkların başı Abdullah b. Übey. (Fakat onun oğlu Abdullah çok sağlam bir müslümandır). Bir harp esnasında, peygamber efendimi­ze hakaret etmiş, "Sen necisin? demiş, daha dün geldin sen bizim yur­dumuza" demiş. Hatta arabın diliyle, bizim Türkçe de başka bir şekilde söylenir. Besle köpeği seni ısırsın demiş. Kendi söylüyor bunu. Türkçe de ise, "Besle kargayı oysun gözünü" diye ifade edilir. Bu peygamber efendimize bildirilir. Efendimiz üzülmüş tabii. Hz. Ömer: "Ya Rasulül­lah müsade ette boynunu surda indirivereyim" demiş. Efendimiz müsa-de etmemiş. Fakat oğlu Abdullah Medine'ye gelir. Medine'nin giriş ka­pısında durur. Herkes geçmiş, kendi babasına demiş ki; "geçemezsin. Allah'ın Rasulünden özür dilemedikçe o izin vermedikçe seni bu Medi­ne'ye sokmam" demiş babasına .Sonra Peygamber efendimizden izin is-tiyorda ondan sonra içeriye almıyor ve demiş ki "Ya Rasulüllah eğer babam öldürülecekse müsade edin ben öldüreyim." Niye? "eğer başkası öldürürse ne de olsa babamdır. O müslüman kardeşime içimden belki kin beslerim. Bir kafir yüzünden müslüman kardeşime kin beslerim bel­ki "demiş. Sonra Abdullah b. Übey ölmüş, kendi eceli ile Ölmüş tabi ki, peygamber efendimize bildirmişler. Efendimiz onun cenaze namazım kıldırmış, sırf oğlunun gönlünü almak için, Abdullah'ın o yiğitliğine karşı, onun gönlünü almak için, kendi gömleğini çıkarmış o münafıkla­rın başı ölüye de giydirilmiş. Ve namazını da kıldırmış defnetmiş. Ama Rabbim o münafıklar için "Allah'tan af talebinde bulımsan da bulunmasanda, 70 kere af talebinde bulunsanda Allah onları katiyyen af etmez" diyor peygamber efendimize. Niye af etmeyecektir? Çünkü onlar Al­lah'ı ve Rasulünü inkar etmişlerdir. Allah fasık toplumlara hidayet ver­mez diyor Allah (c.c.).

Münafikun suresinin 6. ayet-i kelimesiyle Rabbim şöyle demiş "on­lar için istiğfar etsende etmesende denktir. Hiç birşey yoktur. Allah hiç­bir şekilde onları affetmeyecektir." Mağfiret etmeyecektir. Bu ama 70 defadan fazla istiğfar edeceğim diyerek peygamber efendimiz gidiyor ve o münafığın cenaze namazını kıldırıyor. Münafıkların başı Abdullah b. Selül'ün cenaze namazını kıldırıyor. Kendi gömleğini ona kefen ola­rak veriyor. Namazı kıldırdıktan sonra ise biraz sonra gelecek olan 84. ayet-i kerime nazil oluyor.

"Onlardan ölen biri üzerine katiyyen ve ebediyyen namaz kıldırma. Namaz kılma ve onlar için dua etme. Onların kabri üzerine gelip dur­ma" diyor Allah (cc.) Bu ayet-i kerime nazil olduktan sonra peygamber efendimiz münafıklar ve de kafirler üzerine cenaze namazı kılınmaya­cağım ve de onların kabirleri üzerine durulmayacağını halkına ilan et­miş oluyor. Müslümanlara ilan etmiş oluyor. Bazı hacca gidenleriniz or­da görürler, tam hacdan dönecekleri sıralarda hacılarda, beyaz beyaz pa­muklu dokumalar olduğunu görürler. Yapılan şu. Mekke'den beyaz ke­ten kumaş alıyorlar, zemzem suyuyla yıkıyorlar. Onu getirecekler bura­da kendileri için, babaları için, oğulları için kefen yapacaklar. Yani zemzem suyuyla yıkanmış bezden kefen yapacaklar. Değil zemzem su­yuyla yıkanmış kefen, peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın sırtından çıkmış gömleği giymek, kafire fayda vermez, münafığa fayda vermez. Kişinin kendine fayda verecek olan, kişinin kendi imanıdır. Eğer kişinin gön­lünde iman olmazsa onun sırtına ne geçirirseniz geçirin, Kabe toprağına sarsanız bile, efendimiz (s.a.v.)'ın kabrine gömseniz, o adamın cehen­nem azabından kurtulması mümkün değil, tıpkı münafıkların başı Ab­dullah b. Ubeyd b. Selül'ün olduğu gibi. Peki niye dua edilmez onlara. Allah ve Rasulüne küfr etmelerinden dolayı. Yani küfrü Türkçedeki sövme anlamında değil inkarlarından dolayı. Allah ve Rasulünü inkar etmelerinden dolayı, onlar için yapılan istiğfar kabul edilmez.[100]

 

81- Allah'ın Rasulüne muhalefet edip, geride kalıp oturanlar, sevindiler. Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad etmekten hoş­lanmadılar ve: "sıcaklarda topluca harbe çıkmayın" dediler. Deki: "cehennem ateşi daha sıcak." Keşke bilselerdi (de geride kalmasa-lardı.)

Peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın cihad için Tebük'e gitmesi esnasın­da ona muhalefet ederek geride kalanlar, o kalışlarından dolayı sevin­meye başladılar. Yani peygamber efendimiz ordusuyla Tebük'e gidecek. Tahmin ederim 400 km. aşılacak ve Tebük'te o günün Roma'lı yani Bi­zanslı askerleriyle müslümanlar ilk defa karşı karşıya gelecekler. Tebük seferi böyle olmuştur. Medine'deki münafıkların başı ve diğer kafirler, yahudiler: "Muhammed kim, bu arap insanı kim, dünyayı feth etmiş Bi­zanslı askerleri kim. Bu adamlar kendi kendilerine ölüme gidiyorlar" di­yorlar. Ve efendimiz arkadaşlarıyla beraber Tebük'e doğru çıktıktan sonra da kendi kendilerine çok seviniyorlar. Oh..! katılmadık hiç olmaz­sa yoldaki kumun ateşinden, güneşin ateşinden, hararetinden, yolun me­şakkatinden kurtulduk, bir de oradaki ölümden kurtulduk" diyorlar, se­viniyorlar. Malları ve canlarıyla Allah yolunda savaşmaktan hoşlanmı­yorlar. Diğerlerine de diyorlar ki: Yahu şu sıcak günlerde seferberlik yapmayın. Cihada çıkmayın diyorlar. Yani bu günler harp edilecek gün mü? Yani yaz günü her taraf sıcak eğer yapılacaksa beklesin serin gün­lerde yapılsın anlamında bu sıcak günlerde seferberlik ilan etmeyin ora­ya gitmeyin diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki "söyle onlara cehnnemin ate­şi, hararet bakımından, bu yazın ateşinden daha şiddetlidir buyuruyor.

Bunu açıklama babından peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; "Yeryüzünün ateşi cehennem ateşinin 70 cüzünden bir cüzdür. (Bö­lümünden bir bölümdür) ve bu da deniz suyundan iki defa geçirildikten sonra yeryüzüne indirilmiştir."[101] yani cehennemin ateşi alınacak yer­yüzünün denizlerinin içerisinden geçirilecek ve yeryüzüne inecek ve bu haliyle ormanları yakan evleri şehirleri yok eden ateş deniz suyundan geçirildikten sonra bu hale geldiğini ifade ederken cehennemin ateşinin şiddetini beyan ediyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) o ateşe karşı bu ateşi tercih ediyor. Yani bu dünyada ki ateşe girinki o ateşe girmeyesi-niz anlamındadır bu ayet. Hani Yunus Emre'de şöyle ifade etmiş:"Gelin bugün yanalım-Yann yanmamak için"Yani cehennemin ateşinde yanmamak için bu dünyada İslam'ın tanı­tılması, İslam'ın insanlara tavsiye edilmesi İslam'ın adaleti içerisinde, insanların yaşatılması için harekete geçelim.Ateşe doğru koşanları kur­tarmak için kendimizi tehlikeye atalım. Bu hareketin neticesinde yan­mak olabilir. Bu dünyada İbrahim (a.s.) gibi ateşe atılmak olabilir. Yusuf (a.s.) gibi hapse atılmak olabilir. Musa (a.s.) ve Peygamber efendi­miz (s.a.v.) gibi yerinden yurdundan edilme sürgüne gönderilme olabi­lir. Bütün bunlar insana ateş gibi yakıcı azab verir ama, bu azab cehen­nemin karşısında gayet hafif kalır diyor Allah (c.c).

Ah keşke bir anlayabilseler diyor. Yani cehennem ateşinin daha şid­detli olduğunu bir anlayabilselerdi diyor. Bu çok zor birşey yalnız. Yani hem kolay hem zor. Hani bu dünya da ateşin şiddetini, hararetini ancak elimizi değdirince anlıyoruz. Yavrumuz, çocuğumuz veya torunumuz veya kardeşimiz sobaya veya elektriğin yanmakta olan teline eli deği-verse onun elinden önce bizim yüreğimiz yanar. Halbuki aynı çocuk eğer İslami çizgide büyütülemez, kafir olarak yaşar, bu dünyadanda ka­fir olarak gidecek olursa, şiddetini tasvirde dillerin aciz kaldığı cehen­nem ateşinde yanar. Peki bu dünyada yavrusunun eline ateşin değme­sinden endişe eden baba, acaba cehennemde yanmasına tahammül ede­bilir mi? edemez aslında. Peki niye o zaman eğitimine fazla ağırlık vermez, İslami çizgide yürümesi için gayret göstermez. O ahiret hakkında ki inancımızın zayiflığmdandir. Zayıf bir şekilde olduğundan dolayıdır ki çocuklarımızın ahiret için hazırlığına fazla dikkat etmeyiz ama, bu dünyada sıkıntı çekmesin diye daha fazla gayret ederiz.[102]

 

82- Kazandıklarına karşılık az gülüp çok ağlasınlar. "Çok ağlayınız az gülünüz" diyor Allah (c.c). Yani gideceğiniz yer cehnnem olduğundan kafir ve münafıklar için diyor. Tabii ki gideceği­niz yer cehennem, bu dünyanın şiddetli ateşinden daha fazla şiddetli olan bir ateşe gideceksiniz, o halde çok ağlayın az gülün. Bu kazanmış olduğunuz günahlara karşılık olarak diyor.

Günümüzde bu ayet-i kerime bize şöyle bir mesaj verir. Hani son elli altmış senedir. Bu memlekette İslama hizmet etmesinden dolayı Cumhuriyetin ilk yıllarından beri tiaşi koparılan, yani idam edilen, kur­şuna dizilen çok hoca efendiler olmuştur. Yani sayısı kesinlikle belli edilememiş. Bugüne kadar 100 bin diyen var 200 bin diyen var. Yani kesin rakam araştırmacının kendine göre değişiyor. Tabii bu ilim adam­ları sıradan ilim adamları da değil. Köyümüzün yalnız Kur'anını okuyu-veren hocalar değil. Çoğunluğu özellikle seçilmiş. Bugünkü ifadeyle profesör o günkü ifadesiyle Fatih dersiamlarından derler. Bu insanların boynu vurulmuş onun yolundan gidenler sürgüne gönderilmiş veya çe­şitli işkencelere tabi tutulmuş. O dönemde bir kısım müslümanlarımızda Allah'a çok şükür bana değmedi demiş sevinmişler. Allah'a çok şükür

ben onlar gibi yapmadım ve bunlar başıma gelmedi, diye sevinmişler. O günden bu güne kadar şiddeti birazdaha hafifleyerek de olsa devam edi­yor müslümanlara karşı işkence yapmak. Günümüzde hani müslümamn bir tanesini tutsalar götürüp hapse atsalar veyahutta dövseler işkence et­seler, yahu o gün benide çağırmışlardı, Allah'a çok şükür gitmemişim oraya diyor adam. Aynıdır yani, şimdi adam diyor ki: Yahu hocam filan hocayı filanla beraber oturuyorlarken gelmişler almışlar götürmüşler gitmişler dövmüşler veya hapsetmişler. Öbürü diyor ki: Yahu hocam tam o gün bende çağrılmıştım. Allah'a çok şükür ki ben gitmemişim di­yor ve ondan sonrada Allah yolunda cihad etmeyi malıyla, canıyla ci-had etmeyi hoş karşılamıyor. İşte bu adamda münafıkların o sayılan va­sıflarım kendisinde toplamış oluyor. Yani Allah (c.c.) bundan 1400 sene evvel Medine'de geçen bir olayı nakletmek için Tevbe suresini indirme­miş, o olayı naklediyor. O olayda münafıkların sıfatlarını veriyor. Gü­nümüzdeki münafığın sıfatına denk düşüyor. Bunun filmini vermiş olu­yor aslında bize. Öbür tarafta çok değerli sahabenin sıfatlarını veriyor. Günümüzde onun yolundan giden sahabenin fotoğrafını vermiş oluyor.[103]

 

83- Eğer, Allah seni onlardan bir gruba döndürürde, onlarda (harbe) çıkmak için izin isterlerse deki: "Benimle asla çıkamazsınız ve benimle asla düşmana karşı harp edemezsiniz. Çünkü siz ilk de­fa oturmaya razı olmuştunuz. Geride kalanlarla beraber oturun.

Allah seni onlardan bir gruba döndürmüş olsa, seninle beraber har­be çıkmak için senden izin isterler onlar. Şimdi Tebük seferinde pey­gamber efendimiz başarılı olunca tekrar bir sefere kalkışacak olsa, pey­gamber efendimizden izin istiyorlar. Ya Rasulüllah bizde gelelim senin­le beraber, daha önce katılmayanlara deki; "Sakın ha benimle beraber hiçbir zaman bir sefere çıkmayınız istemiyorum ve benimle beraber hiç­bir düşmana karşıda harp etmeyin, sizin yardımınıza benim ihtiyacım yok, münafıklığınız ortaya çıkmıştır. Benim sizin gibi münafıklardan yardım almaya ihtiyacım yok, sizinle bir düşmana karşı harp etmeye de ihtiyacım yok. Çünkü siz ilk defasında oturmaya razı oldunuz. Burada kalmaya razı oldunuz, Öyle ise yerinde oturan kadınlarla ve yerinde otu­ran bu kötürüm insanlarla beraber sizde oturun kaim." Yani sıhhatli in-

sansınız ama, yerinde oturup kalaniarla beraber sizde kalın diyor Allah (c.c). Yani burada tevbeleri kabul edilmedi, anlamında değil, adamlar münafıklıklarına devam ediyorlar. Münafık olarak katılmak istiyorlar. Peygamber efendimiz orada kabul etmiyor, kalın yerinizde diyor.[104]

 

84- Onlardan ölen biri üzerine asla namaz kılma ve kabri başın­da da durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fa-sık olarak öldüler.

80. ayet-i kerimede açıkladığımız gibi peygamber efendimiz (s.a.v.). Abdullah b.Übey b. Selül isimli münafığın ölmesi üzerine Pey­gamberimiz cenaze namazını kildırmıştı. Bunun üzerine bu ayet geliyor, "onun cenaze namazını kıldırma, onların üzerine kabirleri üzerinde de durma. Bu ayet-i kerime aynı zamanda kabir ziyaretinin caiz olduğuma delildir. "O münafığın kabri üzerinde durma" diyor. Peki münafığın kabri üzerinde durma deyince, münafık olmayanların kabrinin üzerinde durulabileceğine delildir demişler. Zaten peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde "Ben sizi kabir ziyaretinden men etmiştim yasakla­mıştım. Ancak bundan sonra kabir ziyaretinde bulununuz" buyur­muş.[105] Başlangıçta niye yasak­lamış peygamber efendimiz? Çünkü kabir eskiden tapınma yerlerinden bir yermiş. Bunu ortadan kaldırmak üzere Peygamber efendimiz ashabı­na "kabir ziyaret etmek yasaktır" demiş. Bir müddet yapmamışlar. İman gönüllerine tamamen yerleşince, Allah inancı Kur'an doğrultusunda on­lara bilgi ve iman olarak yerleşince, bu yasağı kaldırmış ve ziyaret et­melerini onlara müsade etmiş efendimiz (s.a.v.)

Fakat ziyaret ederken, ziyaret edeceğiz diye biz, yine "Ey burada yatan zat benim için bir oğlan ver, benim için de bir kız ver" demeyece­ğiz. O türden bazı evliyaların hayatına bakıyoruz. Yazık o da yaşadığı müddet içinde evlenmiş fakat çocuğu olmamış. Yahu o adamın kendisi­nin bir çocuğu olmamış, sana nasıl versin. Hiç bir kişi diğerine evlat ve­remez. Hiç biri diğerinin derdini alamaz. Şâfi olan yani şifayı veren Al­lah (c.c.) dür. Şefaat izni verecek olan da Allah (c.c.) dür. Şefaat iznini verecek Allah (c.c.) peygamberlerine ve efendim Allah'ın has kullarına veli kullarına ameli salihi çok iyi olan hafız kullarına şefaat iznini vere­ceğine dair hergün okuduğumuz Ayet-el Kürsi de ancak kendi izni ile şefaat olacağına dair ayet-i kerimesini indirmiş Allah (c.c).

Peki niye bu adamların namazı kılınmıyor? Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler. Fasık olarak ölen Allah'ı ve Rasulünü inkar eden bu adamların namazının kılınmayacağı konu­sunda kesin ayet bu. Bir zamanlar bir adam, Ankara'da basma demeç vermişti. Demişti ki, Allah diye bir şey yok, insanlar kendileri icad etti­ler demişti. Dediğinden bir müddet sonra da öldü adam geberdi. Malte­pe camiine getirdiler adamı. Tabii ki hoca efendi rapor almış, hoca efen­di arazi olmuş ben hastayım demiş veya izin almış. Yok öte hoca, beri hoca, yok. Demişler ki bu Allah'a inanmazdı niye buraya getirdiniz na­maz kılan olmadı. Fakat avukatın birisi demiş ki; ben bilirim kıldırması­nı, kıldırmış sonra basında duyduğumuz kadarıyla biri, senin abdestin yoktu yahu, böylesi adamın böylesi namazı olur demişler. Ondan sonra tedbir alındı, diyanetin dışında cenaze imamlığı icad edildi.

Fakat onları idare etmemesi gerekir. Burada bunların yaptığı icraatı tasvip etmiyorum. İmansız varsa hoca demelidir ki "adam imansız oldu­ğundan dolayı küdırılmamalıdır." Mesela bazı cenazelerin dayısı, kar­deşleri, emmisi şöyle gelip dikiliyorlar, namaz kılmıyorlar. Özellikle İmam sorması lazım. Bu cenaze müslümansa gelin katılın, cenaze müs-lüman değilse niye getirdiniz? Fakat şuna dikkat ediyoruz yine de. Me­sela oğlu imansızdır katılmıyor cenazeye, orda bekliyor biz biliyoruz ki onun babası müslümandır, o zaman yine kıldırılır. Yani orda beklediler diye cenazesini kıldınlmamazlık yapılmaz. Biz kişinin kendisini nazarı itibara alırız.

Zaten bu ayeti kerime nazil olduktan sonra peygamber efendimiz ölen ve cenazesini kıldırmakta olduğu her kişi hakkında sorarmış. Bu kimdi neyin nesiydi diye sorarmış ve eğer müslüman olmadığını bilirse ölünüze istediğiniz muameleyi yapın ve defn edin der, cenazeyi, kıldır-mazmiş peygamber efendimiz vefatına yakın Medine'deki münafıkların isim listesini Huzeyfe (r.a.)'a bildirmiş. Bu çok ince bir siyaset aslında, efendimizin ince bir siyaseti, diğerlerine bildirmiyor. Mesela Hz. Ebu-bekire, Hz. Ömer'e, Hz. Ali'ye, Hz.Osman'a diğer sahabeye bildirmiyor. Huzeyfe'ye bildiriyor. Huzeyfe değerli bir sahabe, öbürleride değerli sa­habe fakat ne hikmete binaendir bilmiyoruz, Huzeyfe'ye bildiriyor o da kimseye bildirmiyor. Fakat efendimizin ona bildirmesinin şu faydası var. O Hz. Ömer veya Hz. Ebubekir veya Hz. Osman veya Hz. Ali on­lardan birini vali, kaymakam olarak tayin edebilir. O zaman Huzeyfe (r.a.) müdahale ediyor. Bunu tayin etme diyor. Bu kadar. Hz. Ömer ba­karmış, bir adam ölmüşse cenazesi getirilmişse Huzeyfe o cenazeye ka­tılmıyorsa Hz. Ömerde cenazesini kıldırmıyormuş. Öyle bir durum var­mış. Peki niye ilan edilmiyor. Peygamber efendimiz bunu ilan etseydiya, ilan etmenin zararı vardır. Çünkü herkesin bilmesi zaruri değil o insan­ların hiç bilmemesinde fayda var. Bilen birinin olması ve onların şerrin­den korunulması gerekir. Onu da peygamber efendimiz sağlığında, on­dan sonra Huzeyfe (r.a.) onların şerrinden devleti korumuş.

Günümüzde bunların benzeri masonlardır. Bir bakarız onlara, yahu sen niye mason oldun? derseniz. "Vallahi hocam dinimden imanımdan birşey kaybetmiyorum, parası da bol, imkanlar var onun için oldum" di­yor. O imkanlar için girilir, ava giderken avlanılır buna dikkat eden yok. Yalnız orada bu adama liste verilmiş, bu adamlar masondur diye, bir bakmış ki bu adamlar pratikten zengin oluvermişler. Pratikten profe­sör oluvermişler, pratikten yükselivermişler, makam ve mevkileri elde etmişler. Adam diyorki: bende yükselmek istiyorum, öyle ise bende bu­raya gireyim diyor. Bu tür adamların ilan edilmesinin zararı burda. Ya sevimli oluyorlar, ya çok korkunç görünüyorlar, onlara karşı direnme gücünü yitiriyor. Hani müfettiş bir arkadaş anlattı İstanbul'da çeşitli yerleri teftiş ediyorum. Adam vardımmı masasının üzerine bilmem ne namussuz şeyin amblemini koyuyor. Yani benimle uğraşma, kulağından tuttummu filan yere atarım, anlamında kullanıyor o amblemi diyor. Ya­ni şimdi onlar ya korkunç hale geliyor, ya sevimli hale geliyor. İkisi de zararlı, korkulacak bir güç olmaları da zararlı, sevimli halde görünmele­ri de zararlı. Ama etkili ve yetkililer onları bilecek, belini bükmesini de bilecek.[106]

 

85- Onların malları ve evladı seni imrendirmesin. Allah, onlarla dünyada onlara azap etmek ve kafir olarak canlarını almak ister.

Sakın ha onların malları ve evlatları senin hoşuna gidip meylini on­lara doğru çekmesin. Allah onlara ellerindeki imkanlarla bu dünyada azap etmek istiyor ve onların kafir olarak canlarını almak istiyor. Yani onlar kafirken ölecekler, ahirette ceza çekecekler bu dünyada da o mal­larından dolayı azap görecekler. Çeşitli şekillerde bunun tefsiri vardır. Yani bu dünyada mal ve evladından dolayı azap görmesinin çeşitli yo­rumu var. Mesela çok ünlü kafirlerden birinin oğlu müslüman olmuş. Birinin kardeşi müslüman olmuş. Bedir harbinde müslüman babayla ka­fir oğlu, müslüman oğulla kafir baba karşı karşıya gelmişler. Bu onun için bir azaptır. Ben yetiştireceğim Muhammed'e hizmet edecek, diye adam bu dünyada yüreği yanıyor ve yine bir yakınının kılıcıyla o Bedir harbinde eeberip gidiyor. Dünvada azap görüyor adam veya dünyada iken peygamber efendimiz (a.s.) devletini kurunca, o imansızları mağ­lupta edince, hani çevredeki yahudilerin mallarına el koyup sahabe ara­sında ganimet olarak dağıtınca o mallar bu dünyada da onlar için azap oluveriyor. Bazen şöyle deriz efendim kafir dünyada azap görmese ahi­rette görür. Kafirler hem bu dünyada azap görsün, hem de ahirette azabı görsün. [107]

 

86- "Allah'a iman edin ve Rasulü ile beraber cihad edin" diye bir sure indiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isterler ve: "Bizi bırak, oturanlarla beraber olalım" derler.[108]

 

87- Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Kalbleri üzerine mühür vuruldu. Onlar (leh ve aleyhlerine olanı) iyice anla­mazlar.

Bülün millet din için harbe gitmişler, geride o münafıklar kalmışlar. Malları onlara ağırlık yapmış ve kalmaktan hoşlanıyorlar. Nasıl hoşlanır derseniz. Diyelim ki köyünüzdesiniz veya bir mahalledesiniz. Mahalle­de veya köyde herkes vatan savunması için, din için, iman için çıkmış. Yalnız kadınlar ve çocuklar kalmış derken 20, 30'unda bir delikanlı cad­dede nasıl gezer, köyün sokaklarında, caddede hiç bir özrü mazereti yokken gezmesi mümkün değil. Ama bunlar çok hoşnut bir haldeler, bir yerdede sevinçliler. Peki nasıl güler bu adam. Tıpkı Sultanahmette bazı deliler var onlar gibi gülerler, adam hertarafı kapkara, elbisesinin herta-rafı yırtık kir pas içerisinde millete bakıp hem güler hem gider. Akli dengeyi yitirince ağlanacak haline bu adam gülüyor. Bu münafıklarda bulundukları durumdan memnunlar. Niye memnun? hani arap şair şöyle diyor:

"Alçağa, alçaklık gayet kolay gelir."

Namuslu bir insana "deyyus" deseniz adam küplere biner, elinden gelse adamı döver. Fakat deyyus bir adama "deyyus" deseniz adam gü­ler geçer. Alçağa alçaklık kolay gelir. Bunun örneği diyor arap şairi; Ölüyü ne kadar dürterseniz dürtün acı veremezsiniz. "Adamın akli melekeşi dumura uğrayıp anlamaz hale gelince, o yaptığı iştende memnun olur, gülme tarafına bile gidebilir. İşte ateistler deliler gibidirler Allah için onların tedavisi için mallarınızı seferber edin.[109]

 

88- Peygamber ve onunla beraber iman edenler ise mallan ve canlarıyla cihad ettiler. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileri­dirler.

Ancak, Allah Rasulü ve onunla beraber iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. Hayır olan herşey, güzel olan herşey onlar için­dir. Dünya malının helali ve temiz olanıda onlar içindir. Sevapta onlar içindir ve kurtuluşa erenlerde işte onlardır diyor Allah (c.c.). Ayette "müflihun" derken, yalnız ahirette kurtulanlar değil, bu dünyada da kur­tuluşa erenler, mallarıyla ve de canlarıyla cihad edenlermiş. Yoksa mal ve canıyla cihad etmezse insan bu dünyada da huzursuz olur. Hiç değil­se zillet içersinde yaşar. Bingazide Mustafa Lutfi El Menfeluti, Trablusgarp da düşmanlara karşı çarpışanlar için yazdığı bir hutbesinde diyor ki: Eğer harp meydanında, cehpede yiğitçe çarpışarak ölmekten korkar ve geriye kaçarsanız düşmanlarınız o cephede kalmaz evlerinize kadar gelir ve sizi alır ellerinizle kabrinizi kazdırır, sonra canlı canlı toprağa gömer diyor. Can ve malıyla cihad etmeyen bir adam neticede böyle bir hayatı yaşamayada razı oluyor demektir.[110]

 

89- Allah onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı, işte büyük başarı budur.

Şimdi bir arkadaşımız diyor ki: Hocam hep altından ırmak akan cennet diyorsun. Şimdi sarraf adam, sarrafça düşünür, altınla uğraşan­lar, Yahu hocam bu "altın" böyle eriyipte su gibi mi akıyor diyor. Val­lahi hiç böyle düşünmemiştim, ama sen sarraf olduğun için düşünmüş­sün. Tabi öyle değil yani ağaçların köklerinden, diplerinden, bahçelerde ve parklarda çiçekler arasından şırıl şırıl akan ırmaklar vardır ya işte o manaya geliyor. Yoksa maden olan altın değil, işte büyük başarıda budur diyor Allah (c.c). Hani günümüzde insanlar hakkında değerlendir­me yaparken çok başarılı adamdır diyoruz. Ne yapmış? Gelmiş İstan­bul'a kısa zamanda köşeyi dönmüş, ne başarılı adam be, filan diyoruz. Bu günün insanının anlayışına göre bu insan başarılıdır. Doğrudur. Ama bu başarısı ne kadar sürer, ondan ne kadar yararlanabilir. Eğer hiç bir engel kalmazsa dünyevi bir engeli olmazsa ölünceye kadar devam eder ve biter. Fakat o da nedir 70 sene,80 sene, 90 sene ahiret hayatına göre hiçtir o, yani sıfır denecek kadar bir rakamdır. Ee orada kaybetmiş bura­da kazanmış bu adam şimdi başarılı değildir. Büyük başarı ahirette cen­neti elde etmekdir. Allah'ın (c.c.) dediğide bu dur. Haramları yiyerek be­denini cehennemde yakmaya hazırlayan insan başarılı insan değildir.[111]

 

90- Bedevilerden özür dileyenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a ve Rasulüne yalan söyleyenler oturdular. Onlar­dan inkar edenlere yakında acıklı bir azap isabet edecektir.

"A'rab" kelimesi bedevi diye terceme edilir. Türkçede çölde, yaşa­yan araplara a'rab deniyor. Fakat çölde yaşayan yalnız araplar için söy­lenmez. Medeniyetten uzak kalmış herkese a'rab denebilir, "sana onlara izin vermen için, o özür beyan edenler yani Ya Rasuîüllah Tebük seferi­ne katılmadık özür dileriz, şöyle mazeretimiz vardı, böyle mazeretimiz vardı diyen kişiler. Allah'ı ve Rasulünü yalanlayan ve olduğu yerde otu­rup kalan kişiler kendilerine izin verilmesi için sana gelirler. İşte o kişi­lere, onlardan kafir olanlara acıklı azap isabet eder diyor. Yani cehen­nem azabı onlara isabet edecektir. Mutlaka onları cehennemin azabı ya­kacaktır" diyor Allah (c.c.)- Peki geride kalanlar harbe katılmayanların hepsi böyle mi..? öyle değil diyor Rabbim 91. ayet-i kerimesinde.[112]

 

91- Allah ve Rasulü için nasihat ettikleri takdirde zayıflara, hastalara, harcayacak bir şey bulamayanlara, (cihada çıkmadıkları için) bir günah yoktur. İyilik edenlerin aleyhine bir yol yoktur. Al­lah gafurdur, rahimdir.

Zayıf olanlar, bedenen zayıf olanlar veya bir başka yönden zayıf olanlar, hasta olanlar ve infak edecek birşey bulamayanlar. Hani adam çıkmak istiyorda kendine yiyecek bulamıyor ne yapacak, (bu ikinci yü­zü). Yani adam hasta ama hasta iken diyor ki: (ah keşke şu hastalığı Al­lah bana vermeseydi bende gitseydim) etrafındaki insanlara, yahu ne duruyorsunuz gün bugündür. Allah'ın dinin yücelmesi günüdür. Böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmez. Bende hasta olmasaydım bende git­seydim diye insanlara nasihat edenlerin gidememelerinden dolayı onla­ra bir günah yoktur diyor Allah (c.c.). Hani şöyle misal vermiş. İki tane adam var, ikisi de hasta ve İslam için cihada da katılamamışlar. Biri di­yor ki: "yahu hastalığımda amma isabet etti ha, hasta olmasaydım ciha­da gitmem gerekirdi, o zamanda ölürdüm. Hasta olduğumdan dolayı gitmedim bende günaha girmemiş oldum. Oh ammada iyi oldu." Bu adam hem geride kalmıştır, hem hastalanmıştır, hemde bu niyetinden dolayı cehennemde azabını çekecektir. Öbürüsüde diyor ki: "Aman ya Rabbi keşke hasta olmasaydım, bende katılsaydım bu cihada diyor. Bu adam hem gitmiyor, hemde gitmediğinden dolayı üzüntü duyduğu için sevabım da ayrıca alıyor. Çünkü peygamber (s.a.v.) sefer esnasında ar­kadaşlarına demişki: "geçtiğiniz her vadiden, attığınız her adımdan aldı­ğınız sevabı, Medine de kalan ve özrü olan kardeşlerinizde alıyorlar" demiş.[113] Yani cihada giden­ler, her yürüdükleri vadide, her attıkları adımda sevap alıyorlar. Medine de gerçekte mazereti olupta katılamayan insanlarda onların aldığı sevabı alıyorlar ama, Medine de kalanların gönlü onlarla beraber olması kay­dıyla, evet daha kimlere günah yok.[114]

 

92- Kendilerini (bineğe) bindirmen için gelipde: "sizi bindirecek bir şey bulamıyorum) dediğinde infak edecek bir şey bulamamanın üzüntüsünden gözleri yaş akıtarak geri dönenlere de (günah yoktur).

Bir kısım sahabi geliyor, "Ya Rasuîüllah bizde Tebük seferine ka­tılmak istiyoruz. Ancak yürümekle oraya varılmaz, eşyamızı taşıyacak veya bizim bineceğimiz bir binek ver, bizde katılalım" diye gelenler varya, onlara sende binek veremedin ya. Yani cihad için hazırlanması gerekenleri kendileri bulamıyorlar, sende bulamadın. O takdirde o gide­meyenler için bir günah yoktur. Onlar geriye dönüyorlar, yani harbe ka-tilamıyorlar ama üzüntülerinden göz yaşlarını akıtarak geride kalıyorlar ve infak edecek birşey bulamamanın acısını çekerek geride kalan bu adamlar için günah yoktur diyor Allah (c.c).[115]

 

93- Ancak zengin oldukları halde senden izin isteyenlere (kına­mak) için yol vardır. Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldu­lar. Allah'da kalbleri üzerine mühür vurdu. Artık onlar bilmezler

Peki günaha girenler kendileri zengin oldukları halde, "Ya Rasulüllah bize izin versen de biz gitmesek olmaz mı" diyenlerin aleyhlerine yol vardır.

Onlar geride kalanlarla beraber olmaktan hoşlandılar, Allah'ta onla­rın kalplerini mühürledi ve onlar da hiçbirşey bilmezler, diyor Allah (c.c).[116]

 

94- Onlar, geri döndüğünüzde sizden özür dilerler. Deki: "özür dilemeyin. Size hiç bir zaman inanmayacağız. Allah bize, sizin ha­berlerinizi bildirdi. Yakında Allah ve Rasulü amelinizi görecektir. Sonra gizli ve açığı bilene döndürüleceksinizde o size yaptıklarınızı haber verecektir."

"Onlar, geri döndüğünüzde sizden özür beyan ederler." Şimdi Tebük seferinden Efendimiz geri gelmiş, bu sefer münafıklar sıraya dizil­mişler. Vallahi Ya Rasulüllah Özür dileriz tam böyle çıkacaktım ama şöyle geciktim, böyle geciktim, şöyle oldu, böyle oldu, hurma ağaçla­rım, sularım, bahçelerim, bağlarım, çeşitli çoluğum çocuğum, hanımım gözümün önünde tüttü gidemedim. Özür dilerim diyerek geliyorlar, "sa­kın özür beyan etmeyin. Biz size katiyyen inanmayız, özür beyan etme­yin söylediklerinize inanmayız, sizin haberlerinizi Allah bize haber ver­di. Yani sizin iç dünyanızı, niçin kaldığınızı, nasıl bir münafık olduğu­nuzu, Allah bana ve bize haber verdi" diyor. Bize haber verdi yani ayet nazil oldu bende öğrendim, benim ashabım da sizin iç dünyanızı öğren­di. Böyle gelipte yemin billah ederek özür beyan etmeyin, inanmayaca­ğız sizin dediğinize, sizin amellerinizi, Allah ve Rasulüde görüyor vede görecek, gizliyi de açığı da bilen Allah (c.c.) huzuruna geri döndürüle­ceksiniz ve o Allah sizin yaptığınız herşeyi, size teker teker haber vere­cektir buyruluyor.[117]

 

95- Onların yanına döndüğünüzde onlardan vazgeçmeniz için Allah'a yemin edecekler. Onlardan vazgeçin. Şüphesiz onlar pistir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer cehennemdir.[118]

 

96- Onlardan razı olmanız için size yeınin ederler. Eğer onlar­dan razı olsanızda şüphesiz Allah fasik kavimden razı oimaz.

Size Allah adım vererek yemin ederler. Vallahi de billahi de derler. Onlardan vazgeçmeniz, yani af etmeniz için size Allah adını anarak ye-nun ederler. Yani Vallahi ,de şundan dolayı geri kalmıştık billahide bumdan dolayı geri kalmıştık ne olur bizi affedin cezalandırmayın diyor­lar. Allah (c.c.) diyorki "onlardan yüz çevirin", yani "affedin" demiyor-da onlardan yüz çevirin, gerçi "affedin" anlamında da alan tefsirciler var, onları geçin cezalandırmayın bundan dolayı ama bilin ki münafık­lıklarından dolayı yapmışlardır manasıda var. Onlardan "yüz çevirin" yani dostluk gösterisinde bulunmayın, bu mana biraz daha kuvvetli çünkü ayetin devamı "onlar pistirler" diyor. Hani pisliğe bakınca insanın yüzü böyle geri çevrilir ya, hoş olmayan manzarayı gördüğünüzde içi­niz; gözünüz büzülüyor, bütün vücudunuz bile büzülüyor. Bütün hücre­leriniz büzülüyor. Aynen öyle, onlar pisliktir diyor onlardan yüz çevi­rin. Bu manada, onların sığınağı cehennemdir, yaptıkları kötülükler kar­şılığı olarak yerleri cehennemdir diyor Allah (c.c.)

Burada münafıklar için "o münafıklar pistirler." Daha önce geçti bir ayet-i kerimede de müşrikler pistirler diyor. Fatih Sultan Mehmet Hanın "Fetih name"sini Türkçeye terceme ettim. 1453 yılında yazmış. Yani İs­tanbul'u aldığını, tamamen üstünlüğün müslümanların eline geçtiği müj­desini veren mektubu "Haber-i Sahih" isimli çok değerli bir tarih kitapı naklediyor. Orada şunu görüyoruz. Onbeş kadar ayet-i kerime kullan­mış, kafirlere yönelik ayet-i kerimeler. "Onlara karşı harp ediniz, onlara karşı cihad ediniz, onlar pisliktirler" ayetlerim verdikten sonra "Cenab-ı Allah'ın dediği gibi bizde askerlerimizi, toplarımızı tüfeklerimizi, man­cınıklarımızı hazırladık" diyor.

"O kafirlere karşı gücünüz yettiğince, kuvvet hazırlayın" ayetine uygun olarak kuvvet hazırladık diyor. Yani sözüne delil olarak ayetler­den getirmiş.

Günümüzde özellikle bir dergide bir makalesinde veya konferansın­da İslami bir konuyu anlatacak adam, "Efendim İskenderin de dediği gi­bi veya Aristonun ifade ettiği gibi veya İngiliz yazar filanında söylediği gibi" diyor. Bu, aşağılık kompleksinden kaynaklanıyor. Yahu onların en güzeli benim tarihimde var, ayetimde var, hadisi şerifimde var ve saha­be sözlerinde fevkaladesi var. Ama öyle bir hal yerleşmişki ülkemizde Çiçeronun dediği gibi derseniz, aydın müslümansınız, Hz. Ali'nin dedi­ği gibi derseniz gericisiniz. Hz. Ali ''Söylenene bak, söyleyene bak­ma" diyor. Bu arkadaşlar kendi küçüklüğünden batılı bir yazarın adını kullanarak büyümeğe çalışıyor.Gavurla fotoğraf çektirmeye can atıyor­lar. Bizde küçüklüğümüzü anlıyoruzda, herşeyden daha büyük Allah (c.c.) kelamına dayanarak büyümeğe çalışıyoruz. Aramızdaki fark bu. Fatih Fetihnamesinde bir ona dikkat etmiş, birde "O konstantinin içer­sindeki kafirlerle, onların tekfuru" diyor. Tekfurlarından bahsederken, böyle hani bir pisliği evinizden tutup atarsımzya, onu atarken halet-i ru-hiyeniz nasılsa aynen o var. Fatihte kafir insana karşı bakış açısı bu, "bu alçak pislik zümresi" diyor. "Bunlar İslam ülkelerinin ortasında kalmış konstantiniye diye bilinen şehrin içerisine dolmuş bu pislik zümresi bu müslüman halkının ortasında sevgilinin yanağında çıkmış çıban gibi gö­rünüyorlar. Bunlar dolunayın içerisinde kara bir leke gibi bulunuyorlar. Bu pisliği temizlemek bizim görevimizdir" gibi güzel ifadeler.

Allah rızası için kafire bakarken böyle bakılır. Biraz böyle bakın,hani hayvanat bahçesinde gezerken domuzu görüyorum bakamıyorum şahsen, diğerlerine bakıyoruz. Kendi kendime diyorum, Yahu buda bir canlıdır. Ama bunda inancımızdan kaynaklanan bir iğrençlik var. Do­muz bir Alman çocuğu için hiç iğrenç değildir, domuz Onun için sevim­lidir de. Müslüman, domuza bakarken nasıl iğreniyorsa, Amerikan dev­let başkanı bile olsa, Rus devlet başkanı bile olsa kafire bakarken bu iğ­renmeyi içinde taşımalıdır. Hucurat suresinde Rabbim "Allah küfrü size çirkin gösterdi" diyor. Eğer küfür ve kafir gözünüzde çirkin gözükmü­yorsa, imanınızın zayıflığına işaret olunur. Birçok müslüman Fatih o kafiri Öldürüp pislikten temizlediğinden dolayı iftihar ediyor ve bir müslüman kardeşine bunu müjdeliyor. Öbür tarafta günümüzde bir ga­vurla arkadaş olmak bazen adama öğünç vesilesi oluveriyor. Rabbim şöyle buyuruyor: "onlar sizin onlardan hoşnut olmanız için yemin edi­yorlar. Rabbinizde diyorki; Eğer onlardan hoşlanırsanız onlardan razı olursanız, iyi bilin ki Allah fasık kavimlerden razı olmaz." Yahu hocam bu adamlar hiç sevilemezmi yani sevdiremezmiyiz. Rabbim kesin hük­münü vermiş. "Yahudilerle hristiyanların dinine girmediğiniz müddetçe bu adamlar sizi sevmez sizden hoşnut olmazlar diyor[119] On­ların yolundan gitmediğiniz müddetçe sizden hoşnut olmaları mümkün değildir" diyor Rabbim. Günümüzde de bunu bazı yetkililer ifade eder­ler. "Yahu bu adamlarada hiç yaranamadık hala aleyhimize yazıyorlar çiziyorlar. Halbuki ne kadar gittikte, Vallahi sizinle beraberiz, billahi si­zinle beraberiz" dedilerde yine de diyor ki; adam, "olmaz bizim dinimi­ze girmediniz" diyor.[120]

 

97- Bedeviler küfür ve nifakda daha şiddetli ve Allah'ın, Rasulü üzerine indirdiğini bilmemeye daha uygundurlar. Allah herşeyi bi­len ve hikmetle hükmedendir.

Bedeviler küfür ve nifakta, münafıklıkta en şiddetli adamlardır. Be­devilerin bir kısmı tamamı değil. Çünkü ilerde onların içindende çok iyi insanlar olduğunu ifade edecek Rabbim. Fakat iyi olanlar Allah'a ahire-te iman ediyorlar, namazlarını kılıyorlar, verdiklerini Allah'a yakınlaş­ma vesilesi kabul ediyorlar. Kültürlerini imanla geliştirmiş kişiler ve se­vimli insanlar ama bedevidirler. Yani Allah'ın Rasulüne indirmiş oldu­ğu Kur'an ahkamını bilmemede de en cahil adamlar bunlar.

Şimdi bedevinin tarifi yapılmış oldu Bedevi deyince; arkasına deve­sini almış devesinin yularını tutmuş kaba saba bir adam aklımıza getirirler bizim. Bedevi, İstanbul şehrinde de dünyaya gelebilir. İstanbul'un böyle en saygı değer mahallesinde büyüyebilir. İstanbul'un en imkanlı ortaokulu ve lisesinde okulunu bitirir. En gözde üniversitesinden mezun olur, ondan sonra profesör veya milletvekili olur, bakanda olur da bede­vilikten kurtulamaz adam. Niye kurtulamaz? Allah'ın, Rasulüne indir­diği ahkam hakkında bilgisi yoktur. Böylece bedevinin tarifi yapılıyor. Bu bedevi günümüzde İslam hukukunu bilmiyorsa ki, siz bir çoğunuz bilmesenizde inanıyorsunuz. "Rabbim ne demişse doğrudur" diyorsu­nuz, en güzelini yapıyorsunuz. Yalnız Öğrenmeye devam edeceğiz. Be­rikisi hem iman etmiyor, hem de bilmiyor adam. Yani "hem kel, hem fodul" diyoruz ya ikiside var adamda. Bu adam işte bedevidir. Yoksa insanın bedevi olması için illa bir çölde yaşaması gerekmiyor. Çünkü Rabbim sıfatım vermiş; hem kafirlikte ve münafıklıkta en şiddetli, hem-de Allah'ın ahkamını bilmiyor bu adamlar. Allah herşeyi bilendir.[121]

 

98- Bedevilerden öyleleri vardirki yaptığı infakı (hayrı) zarar sayar ve size musibetlerin gelmesini beklerler. O kötü musibet on­lar üzerine olsun. Allah herşeyi işitendir, bilendir.

Bedevilerden bir kısmı Allah yolunda verdiğini sanki bir ceza veri­yormuş gibi kabul eder. Yani zekat ver diyorlar. Böyle zorlanarak veri­yor adam. Yani suçsuzken ceza veriyormuş gibi bir hal olur onda ve bekleyip dururlar müslümanların başına bir bela musibet geliversede kurtulsam falan, ama en kötü musibetler ve belalar onların üzerine ol­sun. Tabi "devair" kelimesi, "daire" kelimesi böyle dönüp dolaşan bela ve musibet için kullanılmış. Yani "müslümanların başına bela gelmesini beklerler dururlar" diyor. Yani günümüzde de şu kadar zekat vermelisi­niz denildiğinde "Allah benimle mi kazandı onu" diyor adam. Bunu ver­meyi bir ceza veriyormuş gibi görür.[122]

 

99- Bedevilerden öyleleri vardirki, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, infak ettiğini Allah'a yakınlık ve Rasulünün duasını ve­sile sayar. İyi bilinki bu onlar için yakınlıktır. Allah onları rahmeti­ne (cennetine) girdirecektir. Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.

Ayet-i kerimede o anda ismi geçenler Medine'nin etrafında kabile hayatı yaşayan yani çöl hayatı yaşayan insanların içerisinde "öyleleri de var ki; Allah'a iman eder, ahiret gününe iman eder. Allah için vermiş olduğu şeyleri Allah'a yakınlaşma vesilesi olarak kabul eder, ve pey­gamberimize (a.s.) dua olarak kabul eder, salavat olarak kabul eder. İyi bilin ki; o Allah yolunda verdikleri, onlar için bir yakınlaşma vesilesi­dir." Yani verdiklerimiz bizi Allah'a yaklaştırır. Allah çok yakın bir za­manda rahmetine sokacaktır. "Allah mağfiret edicidir." Yani kişinin gü­nahlarını gizleyicidir. "Allah (c.c.) merhamet edicidir." Kişilerin azıcık amelleri karşılığında çok mükafatlar,vererek cennetine koyandır diyor Allah (c.c.) kendisini tarif ederken, Kur'an-ı Kerim bundan 1400 sene evvel insanını tarif ederken, günümüz kafirinin veya münafığının veya müslümanının tarifidir aynı zamanda, Kur'an-ı Kerim'in üslubunu görü­yoruz. Medine veya Tebük seferini filan ben söylüyorum, yani tefsirler­den alarak. Kur'an, Tebük seferini demiyor Medine de demiyor. Medine etrafmdeki bedeviler demiyor o genel isimler kullanıyor, genel kelime­ler kullanıyor. Çünkü 1400 sene evvelinin bedevisi, ikibin yılının bede-visiyle aynı karakteri taşıdımı tamamdır. Onun için Rabbim hani pey­gamberlerin hayatını verirken genelde şehirlerine, anne ve babalarının ve de doğdukları tarihlerine, öldükleri tarihlerine önem vermez. Ancak olayın seyrine önem verir. Çünkü o olay günümüzde de cereyan edecek kafamız takılı kalmasın oraya diye.

Kendilerinde yararlandığımız hoca efendiler var. Alırlar bizi sahabe hayatını anlatmaya giderler, veya bir tabiinin hayatından anlatırlar. Çokta güzel anlattıklarından dolayı bizi duygulandırırlar. Vatandaş orda kendinden geçer, hoca efendi de kendinden geçer. Adam kendine gelin­ce şöyle bir bakar ki, cihad edecek ama, biraz önceki manzarada cihad eden sahabenin altında deve var, belinde kılıç var, başında sarık var, ve yürüdüğü yer kumdu, adam kendine geldikten sonra cami havlusuna ve­ya camiden çıkıyor kapının önüne, dışarısı asfaltta deve yok araba var, kılmç yok adamların belinde tabanca var, Vallahi her halde biz o zaman gelsek iyi olurmuş. Deveye binerdik, kılıncı alırdık harp ederdik diyor. Fakat ayet-i kerimenin üslubu böyle değil, ayet-i kerime genelde insan­ların tavırlarını, söylediklerini nakleder, vasıtalarını bize nakledmez va­sıta mallarınız ve de canlarınızla der develerinizi demez, mallarınızla der o mal bugün araba, yarın herkesin evinin balkonuna konmuş heli­kopter veya diğer uçak olabilir. Belkide bir uzay aracı olur, yani bunlar­la Allah yolunda cihad ediniz. Ayet-i kerimenin anlamı bu, fevkalade güzeldir. Bu güzellik doğrultusunda hareket etmeye çalışalım. Rabbi-mizden yardım talep edelim. Allah yardımcımız olsun.[123]

 

100- Muhacirlerden ve Ensardan önde gidenler ve iyilikle onla­ra uyanlar, Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'tan razı olmuşlardır. Onlar için, içinde ebediyen kalacakları ve altından ır­maklar akan cennetler vardır. İşte büyük başarı budur.

Allah (c.c.) ashabı kiramın af edildiklerini bu ayet-i kerimesiyle ifade ediyor. Ashab-ı kiram seçkin bir topluluktur. Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'tan razı olmuşlardır. İfadesiyle Allah (c.c.) biz­lerin ashaba dil uzatmamamız konusuna işaret etmiştir. Günümüzde Kur'an-ı Kerim okumayan ama ben Kur'andan başkasını da tanımam di­yen insanlarımızda vardır. Kur'an okumazlar okurlarsa da böyle rastgele bir okuyuşla otobüsle giderken okumayı yeğleyen insanlar vardır. "As­hapta bizim gibi insan değil mi, onlarda bizim gibi adam değillermiydi..? Niye biz onların görüşlerine itibar edelim, niye onların dokunul­mazlığı olsun ki.?" gibi sözler söylüyorlar.

Eğer Kur'an-ı Kerimde ashabın af edildiği konusunda ayetler olma­mış olsaydı, peygamber efendimizin (a.s.) ashap hakkında çok değerli hadis-i şerifleri olmamış olsaydı. Bu tür söylenen sözlerin mantıken doğruluğunu kabul ederdik. Fakat Allah (c.c.) Ensardan ve muhacirler­den (Muhacir: Mekke'den Medine'ye peygamber efendimiz (a.s.) tali­matı doğrultusunda malını mülkünü evlad ve iyalini dostlarını yakınları­nı bırakarak sırf gayreti diniyyesinden dolayı Medine'ye hicret eden in­sanlardır. Ensarda: Medine'nin yerlileri olup Allah ve Rasulüne iman et­meleri neticesinde Mekke'den, Medine'ye hicret eden kardeşlerine iki göz evi varsa birini, iki dönüm tarlası varsa veya iki dönümlük hurma bahçesi varsa veya iki hurma ağacı varsa birini kardeşine verebilen in­sanlara diyoruz. Yani gelenlere yardım edenler anlamında oluyor.) O muhacirlerle, Ensardan ilk önce Allah yolunda yarış yapan, müsabaka yapan ve öncelik hakkını elde eden insanlar, ve onları iyilik yolunda ta­kip edenler. Yani muhacir ve Ensar'ı takip edenler, onların izinden gi­denler, ama iyilik yolunda onların izinde gidenler. Hani taklid dinen yasaklanmıştır. Kötüdür. Ama iyiliği taklid iyidir güzeldir. Hani bir insanda Islami hizmet gördünüz çok güzel oluyor o hizmet Kur'an ve sün­net doğrultusunda yapılan bir hizmet gördünüz aynısını siz kendiniz yapmak istiyorsunuz. Bu bir takliddir. Daha önce yapılan bir insanın yaptığını yapmanız bir takliddir.

İşte Allah (c.c.) de "ashabı, yani muhacir ve ensarı ihsan yolunda ta­kip edenler onların yolundan gidenler varya Allah onlardan razı olmuş­tur diyor ve onlarda Allah (c.c.) den razı olmuşlardır.Ve Allah onlar için cennetini altından ırmaklar akan cennetini hazırlamıştır ve onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar" diyor Allah (c.c.) Ve işte büyük basan büyük kazançta budur diyor. Bu ayet-i kerimeler bir kaç defa geçiyor. Her de­fasında da cenneti elde eden ahirette Allah'ın rızasını kazanan kullar için söylenmiş bir ifadedir bu demekki, bu adam başarılı bu adam köşe­yi döndü, bu adam kazandı dediğimizde biz cenneti ve Allah'ın rızasını kazanmış olan insana bunu dememiz gerekiyor. Yoksa bu dünyada ya­pılan hani köşe dönme ile elde edilen başarılar insana geçici bir mutlu­luk verebilir, ve de geçici bir rahatlık kazandırabilir. Ama onunda bir zaman elden çıkıverdiğini düşünmek veya elden çıkmasa bile insanın kendisi bu dünyadan çıkacaktır ve o elde ettiklerinden de uzaklaşacak­tır.

Zaten Tevbe suresinin devamında gelecek sahabe için 117. ayet-i kerimesinde "o zor saatlerde, zor anlarda Allah rasulüne tabii olan Mu­hacir ve Ensar'ın tevbelerini Allah (c.c.) kabul etmiştir" buyuruyor. Fe­tih suresinde de Allah (c.c.) "o hudeybiye müsalahasmda peygamber efendimiz (s.a.v.) 'in eline ellerini koyarak Ya Rasulüllah kanımın son damlasına kadar seninle beraber Allah yolunda cihad edeceğiz diye söz veren ve biat eden 1500 kadar ashaptan razı olduğunu" ifade eder Böy­lece ashaba dil uzatmayacağız. Ashap efendimiz (s.a.v.)'i mü'min olarak gören kişi olarak tarif edilir. Yani bir adam kafir olarak görmüş diyelim, efendimiz vefat ettikten sonrada müslüman olmuş buna sahabe demi­yorlar. Sahabeden saymıyorlar. Bunun efendimizi mü'min olarak gör­mesi şarttır. Ayrıca çocuk olarak görmüşse onları saymışlar.

Sahabe hayatını anlatan çok değerli eserlerde yazılmış hani "el-isa-betü fi Temyizis Sahabe" İbn. Haceril Askalani, "Üsdül Gâbe." Yani is­lam vadisinin arslanlan manasında "Üsdül Gâbe" isimli bir eser yazıl­mış. İbni Sa'd tarafından da "Tabakat"da birçok sahabenin hayatı veril­miştir. Biz peygember efendimizin arkadaşlarından yirmibeş bine yakı­nının nerde doğduğunu, nerde öldüğünü nasıl hizmetlerde bulunduğunu, ne zaman müslüman olduğunu, hangi hadisleri rivayet ettiğini biliyoruz. Gözünüzün önüne şunu getirin 1400 sene evvelinde bir olay olmuş, efendimiz peygamber olarak görevlendirilmiş ve ona yardım eden in­sanlardan 25 bin tanesinin nerde doğup Öldüğünü, hangi hadisleri peygamber efendimizden duyduğunu kaç yaşında vefat ettiğini hangi sene­de müslüman olduğunu, hangi harplere katıldığını biliyoruz.

Günümüzde şöyle elli sene, altmış sene evvel ölen adamların en yakın silah arkadaşlarını araştırmaya koyuluyorlar da büyük çoğunluğu­nu çıkaramıyorlar. Yani günümüzdede herşey yazılıyor, bilgisayarlar devreye girdi, kağıt kalem bol miktarda var, yazanlar çizenler var. Fakat ashabın ve ondan sonra gelen tabiinin göstermiş olduğu bu dikkat tarih boyunca dünyanın hiçbir medeniyetinde gösterilmemiş. Yani diyelim Amerikanın vurulan devlet başkanı Kennedy'nin en yakın arkadaşlarıyla ilgili kitap yazılsa, görüştüğü tanıştığı 25 bin, hatta daha fazla yakını, çevresi, amiri, memuru, bilmem neyi vardır bunları hayatlarıyla birlikte çıkartamazlar. Yani sahabe ve ondan sonra gelen tabiinin, yani imam-ı Ebu Hanife çağında yaşayan insanların yaptığı hizmet varya, dünya tari­hinde eşine rastlanmayan bir hizmettir. Sahabenin hiç birine dil uzatma­yacağız. Günümüzde (Türkiyede de vardır) mesela Hz. Muaviye (r.a.)'a dil uzatmaktan zevk alan insanlar vardır. Peki uzatınca ne olacak yahu hak geri gelmiyorki. Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin geriye gelmiş olsa, yani biz onların aleyhine konuşmakla onlar geriye gelmiş olsa amenna, gelen bir şey yok. Alimlerimiz bu konuda hani Kerbela konusunda Hz. Ali ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında geçen bu olay hakkında çok güzel ifedeler buyurmuşlar, "Onlar kılıçlarını kana buladılar biz dillerimizi kana bıılamayalım" diyorlar, ehli sünnet bir orta yol tutmuş. Ehli sün­net olmasının özelliği burdadır, güzelliği hurdadır. Hz. Ali'yi fazla se­verler yalnız onu söyleyeyim. Ehli sünnet Hz. Ali'yi (r.a.), Hz. Muaviye (r.a.)'den fazla severler ve burada da hata etmezler. Çünkü Hz. Ali, ilk müslümanlardandır. Hz. Ali, efendimiz (s.a.v.)'ın yeğenidir. Hz. Ali, peygamber (s.a.v.) damadıdır. Fatıma validemizin kocası, ciğerparemiz Hz. Hasanla, Hz. Hüseyinin babasıdır. Efendimizin (s.a.v.) yanma ço­cukken girmesi daha küfrün pisliği ile pislenmeden efendimize teslim olması İslamın bize saf şekilde gelmesinde büyük etkisi olmuştur. Kur'an-m anlaşılmasında, bize nakl edilmesinde, hadislerin nakl edilme­sinde, İslamın saf haliyle bize ulaşmasında büyük etkisi olmuş. Hz. Ali'yi fazla sevmemiz Hz. Muaviye (r.a.) 'a sövmeyi gerektirmiyor.

Bizim Ehli sünnet insanımız orta yolu şöyle bulmuşlar. Anadoluda birçok insanımızın adı Hasan Ali'dir. Bir çoğunun adıda Ömer Ali'dir. Orta yoldur bu aslında, yani hem Ömer'i severiz, hem de Ali'yi severiz demektir bu. Hepsine olan muhabbetimizi beyan etmek için isimlerimi­ze bile onları nakş etmişlerdir.

Bu Tevbe suresinin 100. ayet-i kerimesi yine Tevbe suresinin 117. ayet-i kerimesi ve Fetih suresinin 19 ve 20. ayet-i kerimeleri ashabın "Allah tarafından af edildiğini ve onlardan Allah'ın razı olduğunu, onlarında Allah (c.c.) den razı olduğunu" ifade eden ayet-i kerimelerdir. As­hap arasında mutlaka farklılık vardır. Hani bu konuda hadisi şeriflerde vardır. Mesela bir ifadede ashabın derece bakımından en aşağı olanı de­mişlerdir. Derece bakımından ashabın en alt derecede olanı daha sonra gelenlerin en üst derece olanından üstündür diye ifade vardır. Yani evli-yaullahtan birine Öyle demişler, "Efendim zatı alinizi biz sahabeden biri gibi görüyoruz" demişler. Demiş ki "Evliyanın en büyüğü sahabenin en küçüğünün atının ayağından çıkan toza denk olamaz" demiş. Peki ne özellikleri var denirse. Yahu dünya bir tarafta peygamber (s.a.v.)'a düş­man ve efendimiz tek başına, yani siz beş milyar insana karşı bir pey­gamber gönderildiğini düşünün, 1400 sene öncesindesiniz ve O, pey­gamberim diyor. "Allah beni peygamber olarak gönderdi" diyor ve in­sanların bütün yanlışlarına karşı el kaldırıyor ve diyor ki "ben onu de­ğiştireceğim" ve siz beş milyar insanın yanında değilde, peygamber efendimizin (a.s.) yanında yer alıyorsunuz bu demektir ki, beş milyar insandan gelebilecek bütün zararı göğüsleyeceğim. Malıma, canıma, na­musuma gelebilecek olan bütün bela ve musibeti ben Allah için göğüsIüyorum diyorsunuz. Ve sahabe bunu yapmış, zaten onun için ayet-i ke­rimede inmiş yani, "onlar o zor an varya, o zor anda Allah rasulüne tabii oldular, onun içinde Allah (c.c.) onları afetti" diyor. Eğer bizde onların yolunda yürürsek onların komşusu oluruz.[124]

 

101- Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardın Medine hal­kından da nifaka alışkın olanlar vardır. Onları siz bilmezsiniz. On­ları biz biliriz. Onlara yakında iki defa azap edeceğiz. Sonra büyük bir azaba döndürülürler.

Etrafınızdaki bedevilerden olan münafıklar, ve Medine'nin ahali­sinden olan münafıklar, nifakta devam ettiler, nifaka alışkanlık meyda­na getirdiler. Yani münafıklık onların huyu karakteri oldu. Sen onları bilmezsin diyor. Yani münafıklık öylesine vücutlarına, karakterlerine, davranışlarına sindi ve öylesine kendilerini gizlediler ki, sen onları bile­mezsin, onları biz biliriz. Yakında biz onlara iki kere azap çektireceğiz, azabı tattıracağız. "Onlara iki kereden" kasıt demişler 1- bu dünyada münafıklıkları ortaya çıkacak, yani Allah (c.c.) peygamberimize bildire­cek, filan münafıktır, filan münafıktır diye bilgi verecek. 2- böylece münafıklar müslümanız diye geçinirken Medine devletinden almış olf vnrHımi ardan mahrum olacaklar ve böylece iki defa azabı görmüş olacaklar bunlar. Sonrada büyük azaba gönderilirler diyor Allah (c.c.) Hani "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" diyorlar. Bakara su­resinin ilk birinci sahifesinde geçtiği gibi münafık kendisi gibi şeytan adamlarla bir araya geldiklerinde ise biz onlarla dalga geçiyoruz. Biz sizlerle beraberiz diyorlar. Ama sonra üçüncü sahifede devam eden, ayet-i kerimelerinde ve ondan sonra devam eden ayet-i kerimelerde, on­ların münafıklıktan elde ettiği dünyevi çıkar, geceleyin yıldırım ışığında insan ne kadar yararlanıyorsa işte bunların çıkarları bu dünyada bu ka­dar olduğunu açıklıyor. Yani geçici bir ışıklanma, geçici bir faydalan­madır. Birgün o da kesiliverir. Çünkü Allah (c.c.) münafıkların kimler olduğunu peygamber (s,a.v.)'a bildirmiştir.[125]

 

102- Diğerleri günahlarını itiraf ettiler. İyi amelle kötüsünü bir­birine karıştırdılar. Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Şüp­hesiz Allah mağfiret ve rahmet edicidir.

Özellikle bu konu Tebük seferinde belirginleşir. Peygamber efendi­miz ashabına "haydin Tebük seferine katılıyoruz. Gücü yeten, imkanı olan katılsın" buyurduğunda, münafıklar çeşitli bahanelerle gitmediler. Bunların içerisinde gerçekten mü'min olan insanlarda vardı. Onlar ha bugün gideriz, ha yarın gideriz, ha şu hurma ağaçlan tam olgunlaşmış­tı, bunlanda toplayıverelim Öyle çıkarız, diyerek geride kalanlar, sonra­da "yahu Allah Rasulü çok uzağa gitti yetişemeyiz, zaten sahabede bu olayda yeterli" dediler. Yani harbi kazanırlar gibi iyi niyetlerle geride kalanlar vardı. Onlar iyi amellerle kötü amelleri karıştırdılar ama, gelip Allah Rasulüne itirafta bulundular. "Ya Rasulüllah hiç bir bahanemiz yoktu biz hata ettik" diye Tebük seferinden dönüşte efendimize durumu bildirdiler. Ama münafıklar; Ya Rasulüllah Vallahi gönlümüz seninle beraberdi ama şöyle, şöyle sebeplerden dolayı (bahçeye kuyu kazacak-tım tam yarıya kadar inmiştim, onun için gidemedim. Hurmayı ağacın­dan indirecektim, onun için gidemedim) diyorlar. Peygamberimizde on­ların mazeretlerini kabul eder gibi görünmüş. Fakat afva uğramamışlar­dır. Çünkü gitmeme sebepleri münafıklıktan kaynaklanıyordu. Umulur-ki Allah onların tevbelerini kabul eder, af eder. "Allah merhamet edici­dir." "Allah günahların üzerini örtücüdür" diyor Allah (c.c). Yani iyi­likle kötülüğü birbirine karıştıran bu tertemiz sahabeden oraya gitme­yenler, Tebük seferine katılmayanlar, ama efendimize "Ya Rasulüllah hiç bir mazeret ileri süremeyiz, bizi nefsimiz alıkoydu bu işte biz Allah'tan affımızı talep ederiz, bizim için de dua et" diyen sahabenin de af edileceğine işarettir.[126]

 

103- Mallarından sadaka alki onları temizleyip arındirasın ve onlara dua et. Muhakkak senin duan onları yatıştırır. Allah işiten­dir, bilendir.[127]

 

104- Bilmedilermi ki, Allah kullarından tevbeyi kabul eder, sa­dakaları alır ve Allah tevbeleri çok kabul edendir, merhamet eden­dir.

Bu ayet-i kerime efendimize, "onların mallarından zekatlarını al veya sadakalarını al, o malları almak suretiyle onları temizlersin, hem mali olarak temizlersin hemde ruhi yönden onları temizlersin ve onlar için dua et. Bu ayet-i kerime bir mü'minin diğer mü'mine dua etmesine delildir. Ayrıca peygamber efendimize emir var "onlar için dua et senin duan onlar için bir huzur kaynağıdır" diyor.

Yani bir mü'min diğer mü'min kardeşi için dua etmeli. Hatta şöyle denmiş, "günah işlemediğin ağızla dua et." Denilmiş ki yahu günah işle­medik ağız bizde yok ki, nasıl yapalım bunu? demişler ki; başkasına iyi­lik yap, o da senin için "Allah razı olsun" derse, sen onun ağzıyla günah işlemedin ya, işte bu günah işlemediğin ağızla dua etme budur demişler. Yalnız daha önce bir ayet-i kerimenin[128] tefsirinde söylemiştim. Hz. Aişe validemizin prensibi tabi, ayetin ruhuna uygun. Yapılan iyilikten sonra "dua et, dua et"...demiyor. Mesela bizde bir ge­lenek halindedir. Birimize "yahu ben bu iyilik karşılığında ne yapabili­rim?" diye sorulsa, sizde diyorsunuz ki "dua et canım, dua et" diyorsu­nuz. Dua etmek yaptığınızın karşılığını almak demektir. Biz karşılığı Allah'tan bekleriz, duadan değil. Peki, o dua ederse? etsin o ayrı, ama siz söylemeyin. Bir dua eden hani bir kardeşimiz bize bir iyilikte bulun-, muş, o iyiliğine karşı biz ona dua edelim. Biz iyilikte bulunmuşuz o kendi arzusuyla bize karşı dua etsin ama "benim için dua et" demeyin.

Mesela bir dostunuz hacca gidiyor, biraz para bulunsun yanında diyor sunuz. Biraz riyal veriyorsunuz, hayrınıza verdiniz. Ondan sonra diyor sunuz ki, "Arafatta benim için dua et" demeyin, bunu yaptığınız bir iyi Hğe karşılık istemeyin. İyilik yapmadığınız birine benim içinde düa e dersiniz. İyilik yaptığımıza "düa et" dersek ne olur? Hiç birşey olmaz.

Bu ayette efendimiz (s.a.v.)'ın o geride kalan samimi müslümanla için dua etmesini Allah (c.c.) efendimize emr ediyor "onlara dua et, se nin duan onlar için huzur kaynağıdır. Huzur verir onlara, sükûn verir diyor. "Allah herşeyi bilendir, Allah herşeyi işitendir." Yani onların yii reğindekini bilir. Sana gelipte işte şu sebepten dolayı gidemedik diyen ler, gerçekten samimi olarak mı söylüyorlar, seni kandırmak için rr söylüyorlar? bunu bilir. Seninde duanı işitir. Onlar bilmiyorlar mı ki A] lah kullarının tevbelerini kabul eder..[129]

 

105- Deki: (dilediğinizi) yapın, Allah, Rasulü ve mü'minler amelinizi görecektir. Yakında gizli ve açığı bilene döndürüleceksiniz. size, yaptıklarınızı haber verecektir.

Tebük seferi uzunca anlatıldı, daha da anlatılmaya devam edilece: yani bu bir iki sahife daha bu konuyu işliyor sure-i celile. Geçmişte b olayın nakledilmesi değil bu geçmişte bir olay nakl edilerek günümüze müslümanlar islami faaliyetlere yürürken geride kalanlara uyandır b "Yahu bunlar başarılı olamaz başaramazlar düşman pek güçlü. Kafir gözü pek açık. Yani böyle bir ortamda yapacakları birşey yok" diyeni re bir uyarıdır bu. Buna benzer bir olay îmam-ı Ebu Hanife zamanını Zeyd. b. Ali isimli Hz. Ali (r.a.) soyundan gelen şanlı bir yiğit o güni Emevi hanedanına demiş ki "sizin bu yaptığınız İslama uygun değildiı Yani devlet yönetiminiz İslama uygun değil bilakis zıttır. Düzeltini halinizi düzeltmezseniz biz düzeltiriz demişler ve baş kaldırmışla Bunlar tutmuşlar İmam-ı Ebu Hanife Hz. lerinide da'vet etmişler "Sen katıl bize" demişler. Bizim Hanefi fıkhına göre, Kur'an-ı Kerimin a kam ayetlerini tefsir eden Cassas, Ahkam-ül- Kur'anında bize bilgi ol rak verir. İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri mektubu almış ve demiş ki "az; mz, çok azsınız, doğmadan boğulabilirsiniz. Bu kadar güce karşı, bu k çük güçle karşı durulması mümkün değil size katılmıyorum" dem Şimdi burasını günümüzde bir kısım müslümanlar malzeme olarak ki lamyorlar. Bak diyorlar o zaman Hz. Zeyd b. Ali (r.a.) kıyam hareket: başlatıyor. Bunun üzerine İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri malının yarış yardım olarak gönderiyor. Şimdi daha önce kabul etmeyişi istişaredeki fikrini beyandır. Yani katılmıyorum diye fikrini beyan etmiştir. Ama karşı taraftaki değerli insanlar tabiin büyükleridir. O zamanda İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri düşmanın gücü ne olursa olsun mü'minin yanında yerini almıştır. Malının yarısını ki, çok zengin olduğu, söylenir. Fakat rakam verilmiyor, malının yarısını yardım olarak gönderdi diyorlar.

Yani yeryüzünün neresinde olursa olsun Allah için, Rasul için, yani İslam dini için kıyama kalkmış bir insan, gerçekten güven verici bir sa­mimiyeti yüreğinde olduğunu hissettiğimiz an, sayısı bir tek bile olsa ona yardım eli uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır, hesap yapılmayacak vay efendim bu bir tek kişidir. O zaman peygamberimize kimse yardım etmemesi lazımdı, birtek kişidir diye. Onun ümmetinden bir tek kişi kı­yama kalkmışsa, o bir tek kişinin samimiyeti ele alınacaktır. Ve ona on­dan sonra yardım eli uzatılacaktır. Geri kalınmayacaktır.

Ve birde kafirlerin ve münafıkların yaptıkları çok iyi gözetlenecektir. Bu ayet-i kerime bize onunda işaretini veriyor. 105. ayet-i kerimede­ki onlara hani "ne yaparsanız yapın ama, Allah sizin yaptığınız amelleri görüyor" buyuruyor. Yani kafirini de, münafığını da böyle denetim al­tında gözetim altında tutacaksınız. Hareketlerinden haberdar olacağız. Yani Anadolu ifadesiyle şu İstanbul şehrinde oturan müslümanlar, bu İstanbul şehrinde yerin altındaki yılanların hareketinden haberdar olma­lıdır.[130]

 

106- Diğerleri Allah'ın emrine havale edilmişlerdi. Ya onlara azap eder, ya tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hükmedendir.[131]

 

107- Zarar vermek, inkarı yaymak, mü'minler arasında tefrika çıkarmak, daha önce Allah ve Rasulüne harp açanın (yolunu) bek­lemek üzere mescit edinenler var. Onlar "bizim iyilikten başka bir isteğimiz yoktu" diye yemin ederler. Allah şahiddirki onlar yalan­cıdırlar.

"Mescidi Dırar", Dırar Mescidi Türkçe "zararlı mescid" diyelim. Kafirler, Roma Kayzer'inden de destek alan münafıklarla birlikte Medi­ne'nin kenarında mescid yaparlar. Aslında bu, bugünün ifadesiyle "ya­bancı güçlerin haber alma örgütü" olarak kurulmuş. Fakat müslümanların gözünü boyamak için o haber alma binasının üzerine "mescid" tabe­lasını asmışlar.

Ayet-i kerimenin tefsirinde Roma Kayzerinin desteği var diyor. Gassan emiri Cebelenin desteği vardır. Bu mescidin içerisindeki müna­fıklara ve bunun öncülüğünü yapan yine Medine'nin etrafındaki, ger­çekten hristiyan ilim adamlarından birisidir. Medine'nin kenarına mes­cid yapıyorlar orada münafıklar bir araya geliyorlar. Efendimize de di­yorlar ki "Ya Rasulüllah içimizde ihtiyarlar ve yaşlı olanlar var, hasta olanlar var, cemaatle namaz kılmayı arzu ederler ama, zat-ı alinizin Mescid-i Nebevisine gidip gelmeleri onlara güç oluyor, zorluk oluyor. Onlarda camiide cemaatle namaz kılsınlar için bizde Medine'nin kena­rında bir mescit yaptık, ne olur birgün lütfedip oraya gelip mescidimiz­de bir namaz kılarmısınız..? Teberrüken yani, siz orda namaz kılacaksı­nız ondan sonra orası bereketli olacak bizde orada namaz kılmaya de­vam edeceğiz" demişler. Efendimiz (s.a.v.) demiş ki "Tebük seferine katılıyoruz Tebük seferinin dönüşünde görüşürüz" demiş. Tebük seferi dönüşünde Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi indiriyor.

Zarar vermek için mecsid edinenler, ve küfrü yaygınlaştırmak için mescid yapanlar, mü'minler arasını parçalamak için mescid yapanlar, daha önce Allah ve Rasulüne harp edenleri gözetlemek için zararlı mes­cid yapanların hepsi gelirler ve yemin ederler. "Vallahi biz bunu iyi ni­yetlerle yaptık, billahi de biz bunu iyi niyetlerle yaptık. Yani biz ihtiyar­larımız, sakatlarımız, burada namaz kılsınlar diye yaptık" dediler ama o mescidi yapmanın gayesi; müslümanlara zarar vermek.

Münafıkların münafık olduğu belli değil ya. Burada bir mescid ya­pılmış o mescide katılan müslümanlar da var. Şimdi oraya katılan müs-lümanlarla Mescid-i Nebevi deki müslümanlar cemaat olarak birbirin­den ayrıldılar. Birde Allah'a ve Rasulüne harp eden insanlara karşı ku­lak vazifesi görüyorlar. Rasathane ne yapar, Rasathane gökyüzündeki yıldızları, ayı, güneşi gözetler. Bunlarda Allah Rasulünü ve ashabını gö­zetleyip Roma Kayzerine, Gassan emirine haberler ulaştırıyorlar ve Mekke'deki ve çevredeki peygamberimizin ve dinimizin düşmanı olan kişilere bilgi sızdırıyorlar. Yani haber alma örgütü olarak kurulmuşlar. Ama örgütün binasının üzerine Mescid tabelasını asıvermişler.

Efendimiz zamanında hem hocalık yaparlarmış, hemde mescid yaparlarmış. Günümüzde mescid yapmıyorlar pek. Mevcut mescitleri din aleyhinde kullanmak için gayret gösteriyorlar. Bu söylediklerimle belir­li şahısları göz önüne getirmeyin, yani filan şahsı kast ediyor. Filan adamları kast ediyor değilim. Genelde şahıslar geçici devam eden şey, sistem denen şeydir. Sistem zamanla kurulurken; bu camiler kanalıyla da insanlara kendimizi tanıtır, yine camiler kanalıyla biz dini insanların gözünden düşürürüz diye hesaplar yapmıştır. Ama hesaplan çok yanlış çıkmıştır. Allah'a çok şükür çok değerli gayretli hocalarımızın bu milleti uyarması neticesinde hesaplar yanlış çıkmıştır.

Bazı araştırma eserlerde yayınlandı. Bu son 150 senelik zaman içe­risinde Türkiye de kurulan kolejler, yani avrupanın kurmuş olduğu ko­lejler; Mesela Kayserinin hemen yukarısında Talas'da kolej kurmuş, Harputta kolej kurmuş ve güneydoğu illerimizde kolejler kurmuş bu adamlar, İstanbul'un göbeğinde Robert kolejini kurmuş, ve halen devam eden çeşitli kolej ve liseler var. Çok insani niyetlerle kurmuşlar ama ne­ticede, nereye o müesseseleri kurmuşsa, o milletin canına okumuşlar, o müesseseler vasıtasıyla.

Hani Cezayir'de, Fransız harbinde görüyoruz ki, kızılhaç yardım malzemesi götürüyor, ama içerisinde Fransızlara silah götürüyor. Yani böylesine çok iyi insani niyetlerle kurulu müesseseleri bilen küfür, ken­di doğrultusunda kullanmasını gayet iyi biliyor. Onun için dikkat edece­ğiz. Bu kafirlere hiçbir şekilde aldanmamaya gayret edeceğiz. Yani Amerika gelse de dese ki; "biz sizin için İstanbul şehrinde kendi para­mızla dünyanın en büyük Camisini yapıvereceğiz" derlerse kabul etme­yin. Kabul etmeyiz hocam bizim elimizde ne yetki var ki, yardımların birçoğu yetkili ve etkili yerlere geliyor ama 1928 yılında Amerika'nın Boston kentinde Bizansı ihya Enstitüsü kurulmuş.

Yani bu Fatih Sultan Mehmet'in çökerttiği köhne Bizans'ı yeniden diriltmek için bir enstitü kurulur. Ve Enstitünün ilk başkanı olarak o gü­nün Türkiye Cumhuriyeti başkanına, hükümetine yazı yazar. Ayasofya-mn bütün masraflarını yüklenmek üzere tamirini yapmak istiyorum bü­tün para bize ait der. Bizimkiler avantayı bulunca cup girmişler. Ve adam gelmiş 1932'den 1934'e kadar tamiratını devam ettirmiş ve o Wit-temore denen adam buradayken o günün cumhurbaşkanı ile görüşüp, Ayasofyanın camiden müzeye dönüştürme kararını aldırmış.(Bak, Prof.Semavi Eyice, Ayasofya 20-21, Yapı ve Kredi yayınları istanbul 1986) Kasap koyuna ot veriyorsa bu sevdiğinden değildir.[132]

 

108- Hiçbir zaman onun (zararlı mescidin) içinde (namaza) durma. İlkgünde temeli takva üzerine kurulan (Küba) mescid için­de (namaza) durman elbette daha layıktır. Orada öyle erkekler vardır ki onlar temizlenmeyi severler. AHah'da temizlenenleri se­ver.

Çünkü Küba mescidi namaz kılmak için yapılmış bir mescid. Tak­va üzerine kurulmuş tur. Mescidi dırar ise fesat üzerine kurulmuştur. Öy­le olunca takva üzerine kurulan mescidde namaz kılmak öbüründen da­ha hayırlıdır. O takva üzerine kurulan Küba mescidinde öyle yiğit in­sanlar var ki onlar temizlenmeyi severler, bedenende, ruhende kirden, pislikten, imansızlıktan ve şirkten, beladan, yalandan gıybetten, iftira­dan temizlenmeyi severler. Öbürleri ise pislikten zevk alırlar. "Allah çok temizlenenleri sever" buyuruyor Allah (c.c).

Küba mescidi tuğlalardan yapılıvermiş efendimiz Mekke'den Medi­ne'ye hicret ettiğinde Küba denilen vadiye geliyor orada bir müddet ko­naklıyor ve orada Küba mescidini yapıyor. Hacca gidenler bilir. Medine de ben şahsen yürüdüm, 45 dakikada vardım. Gerçi şimdiki hali çok gü­zel, yeni bir bina oturtularak yapılmıştır. Hattını da güzel hat yazılarıyla tanıdığımız şehrimiz İstanbul'un çok saygı değer hattatlarından, Hasan Çelebi yazmış. Allah hayırlı bereketli uzun ömür versin. Mesaj olarak, tuğladan veya çamurdanda olsa takva üzere kurulan mescidde namaz kılmak, böyle som mermerden, som altından yapılmış, zararlı, nifak üzerine kurulmuş, mesciddeki namazdan daha hayırlıdır. Tercihimizi ona göre yapacağız. Şimdi burada şu hatıra gelebilir. Hocam, günahkar bir kadın mescid yaptırdı burada namaz kılınır mı kılınmaz mı? Veya avrupadan kiliseler birliği, Türkiye de cami yapmak üzere, müslüman kardeşlerimizden birine para verip, "git cami yap"dese. Bunlarda namaz kılınırını? kılınır. Yönetim onların elinde değil, yani yönetim müslü-manlarm elinde olmalıdır. Burada karşı durulan mescidin zatı değil, karşı durulan yönetimdir. Orada münafıklar faaliyet yürütüyorlar. Ve onlar söz sahibidir. Beri tarafta ise müslümanlar hakimdirler. Müslü­manlar söz sahibidirler. Yani müslüman alıp müslüman yapar, müslü­man kendisi yönetirse ve başka özel bir şartta bağlanmazsa namaz kılı­nır.

Hocam bu kafirler Cami yapmak için mü'mine yardım eder mi? Eder niye etmesin? kafir mü'mine yardım eder. Tıpkı deniz kenarında balıkçının oltaya yem atıp balığı beslediği gibi. Balıklar hep birden se-vinirlermiş ulan bu kenarda oturan adam ne iyi adam be. Tabii ki sonla­rını görememezlikten dolayı.

Kendisine olta atan adam için, bize hep yem atar, diye sevinirlermiş balıklar. Çok iyi adam, çok cömert adam, avucundan yediriyor bana, di­ye kuzuda kasabı pek severmiş. "Kasab et derdinde, koyun can derdin­de" derler. Kasap onun etini sever aslında. Adamda balığın etini sever oltaya yakalanıncaya kadar. O onun farkına varmaz. Onun için kafirin elinden, yakalanacak şekilde birşey almamaya, alacaksak bile güçlü ola­rak almaya dikkat edelim. Yani kafirin elindeki haramdır diye birşey yok, güçlü oldumu müslüman güçlü iken alır. Harp esnasında alınıyor ve alınanlarla mescidde yapılıyor ve nıüslümanlarda rahatlıkla yiyorlar, onu kullanıyorlar ve onların mülkü oluyor. Yani bir mal kafirin elinde olduğundan dolayı pislik kazanmaz, necasettik olmaz onda, zatı necis değil onun, o malın alış şekli onu necis yapar. Çalmak onu pis yapar, gasp etmek onu pis yapar. Hukukuna uygun bir şekilde almakla pis ol­maz.[133]

 

109- Binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kuran mı hayırlı? yoksa binasını, yıkılmak üzere olan bir kenarın ucuna ku­rup, onunla cehenneme yıkılan mı? daha hayırlı? Allah zalim kav­ine hidayet vermez.[134]

 

110- Yaptıkları bina (mescid) kalbleri parçalamncaya kadar, kalblerinde bir şüphe olarak kalacaktır. Allah bilendir, hükmedendir.

Kalplerinde bir şüphe üzere o binayı yapanların, binaları devam eder, ancak kalpleri parçalanınca, o müstesna. "Bunların kalpleri parça­lanmadıkça" yani ölmedikçe manası vermişler veya mü'm inler tarafın­dan bunların bu zulmüne, bu yaptığı ihanetine, bu başka güçler adına, haber almak işinden vazgeçmek için, onların canına kıymadıkça bu adamlar, bu yaptıkları kötülüklerden vazgeçmezler devam ederler.

O binalarını bir şüphe üzere kurdular acaba müslümanları kandıra-bilirmiyiz. Acaba kafir tarafından, Roma Kayzeri tarafından mükafatlandırılabilirmiyiz. Onların getirdiği güçlerle, bunlara galip gelebilirmi-yiz diye. Kesinde değil, kanaatlerini şüphe üzerine kurmuşiardır. Peki bunların yola gelmesi biraz zor, ancak ölüm bu kalplerindeki fesadı, ki­ni giderebilir. "Allah herşeyi bilendir." "Allah hükmedendir."

Bakara suresinin başında anlatılmıştı. Bakaranın ilk girişinde, Mü'minler beş ayetle anlatılmış, kafirler iki ayetle tanıtılıyor. Münafık­lar onüç ayetle tanıtılıyor. Adam mescid açıyor, adam sakal uzatıyor, adam şalvar giyiyor, adam sarık sarıyor, adam bizden fazla rükûda, sec­dede üçten fazla subhanerabbiyela'la diyor ama iç dünyasında ise inan­mıyor. Bu adamla işimiz biraz daha zordur. Onun için Rabbim bunları çeşitli yönden fotoğraflarım çekip veriyor bize iç fotoğrafları tabiiki na­sıl davranırlar, nasıl konuşurlar, nasıl yemin ederler, zor günlerde nasıl kaçarlar, ganimet günlerinde nasıl koşarlar. Bütün bunları haber veri-yorki günümüzde de buna benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Özellikle siyasette olur bunlar. Partinin ayağı sallanmaya başladımı, "hani bir ge-midelindimi önce fareler kaçarmış ya" öylece kaçmaya başlarlar. Hafif güçlenmeye başladımı da hemen oraya doluşmaya başlarlar. İktidara kim gelecek olursa onlardan da yararlanalım diye adamlar devamlı gün­düz başka tarafta, gece başka tarafta görülüyorlar.[135]

 

111- Allah, cennet karşılığında mü'minlerden canlarını ve mallanın satın almıştır. Allah yolunda harbederler. Öldürürler, öldü­rülürler. Tevrat, İncil ve Kur'an da hak olarak yaptığı bir (cennet) va'dîdir. Allah'dan daha çok sözünü kim yerine getirir? O halde onunla yaptığınız bu alışverişe sevinin. İşte büyük başarı budur.

Hani "filan adam büyük tüccar" diyorlar, nerden biliyorsun bu ada­mın büyük tüccarlığını? diyorum. "Diyor ki birinci eldir." Yani Türki­ye'nin en büyük iş adamı olan filanın ürettiği malı, birinci elden bu adam alır.Yani bu ikinci adamın büyüklüğü ticaret yapmış olduğu kişi­nin büyüklüğünden geliyor. Amerika'daki filan müessesenin veya Japonya'daki filan fabrikanın malının Türkiye'deki distiribütörü bu adam­dır diyorlar. Bu adamın büyüklüğü doğrudan temasa geçtiği için, alışve­rişi onunla yaptığı içindir.

Peki öyle ise müslümanlara deniliyor ki; En büyük ticareti siz ya­pın. Fakat Türkiye ve dünyanın en zengin adamı ile doğrudan ticarete girseniz bile büyük adam olamıyorsunuz. Çünkü bütün bu zenginleri sermaye sahiplerini yaratan Allah (c.c.) 'dür. Bize denilmiştir ki, ticare­tiniz. Allah'la olsun. Allah'ın yarattıklarıyla ticaret yapın, ama büyük ti­caret yapmak istiyorsanız, Allah'la olsun. O'nunla ticaret nasıl olur? Onunla can ve mal verilip karşılığında cennet alınır. Yani bu dünyadaki ticaretle ne alınır. Aldığınızı ne kadar yiyebilirsiniz, dünyanın bütün tat­lı yiyecekleri elinizde olsa mide sınırlı, fakat devamlı yenebilecek ve sonu gelmeyecek bir hayatı almanın yolu mal ve canı Allah yolunda vermektir. Peki bu verilen bizim sermayemiz mi? Yok o da değil, buna şöyle misal vererek anlatılır. Baba oğluna sermaye veriyor, ondan son­rada baba oğluna diyor ki; bak şu malı verdim ki, şundan bana şu kadar ver demiş. Zaten senin malıyın aslı ananm ve babanındır. Bu olay baba­nın oğluna iyiliğidir aslında. Allah (c.c.) daha merhametlidir. Çünkü babalardaki merhameti yaratan O dur. Yani merhamet yüz parçaya ayrıldı, diyor peygamber efendimiz, bir parçası yeryüzüne indirildi. Babanın annenin yavrusuna olan merhameti, kedinin yavrusuna olan merhameti, tavuğun civcivini korumak için arslana karşı kanat çırpması o merha­metin dağıtılmış şeklidir. Ama Allah (c.c.) yüzde doksan dokuzuyla Ahirette mü'minlere merhametle muamele edecektir.

Rabbimin merhameti daha fazla Rabbim can vermiş evvela, sonra mal vermiş, sonrada demiş ki bunları bana ver ben sana cennet vereyim. Onun için Allah (c.c.) ile alışveriş yapmaya gayret edelim. Peki nasıl olacak bu dilde söylemesi kolay. Rabbim devam ediyor. "Allah yolunda harp ederler, kafirleri öldürürler, öldürülürler."

Günümüzde bir kısım arkadaşlar bu cihad faaliyetini hafife almışlar peygamber efendimizin bir hadisini kendilerine delil olarak almışlar. Efendimiz Bedir harbinden dönerken ashabına demiş ki. "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" demiş. Şimdi bu hadisi bir kısmı inkar ediveriyor. Bunlara tepki olsun diye, yani bu asker kaçaklarına tepki ol­sun diye bu hadis doğru değil diyorlar. Hadis Hatibi bağdadi tarafından "Tarihi Bağdat" isimli eserinin onüçüncü cildinde 7345 sıra no da ha­yatı anlatılan Vasıl b. Hamzanın rivayeti olarak kaydedilmiştir.Ehli bilirki zayıf hadisler uydurma hadisler gibi değildir. Ancak bu hadisi ken­di isteği doğrultusunda yorumlayanlannki yanlıştır. Efendim bizim ci-hadla ilişkimiz yok niye biz büyük cihadla meşgulüz. Elimizde teşbihi­miz var, namazımız var, dükkanda işimiz var, işimizi yaparız, paramızı kazanırız. Akşamleyin evimize geliriz namazımızı kılarız, zikrimizi de yaparız. Büyük cihad bu, biz bunu yapıyoruz diyorlar. Bunlara şöyle denir: hadis ne zaman söylenmiş düşünsenize, efendimiz bizzat küçük cihadı yapmış, sende bir yap canım, şu imansızın zararını biryoket. Is­lah olanlar ıslah olsun, ıslah olmayanlarda defolsun gitsin, ondan sonra geç büyük cihada. Yok o imansızlara bütün yönetimi devrediyor. Ondan sonrada kapıları kapatıyor "ben büyük cihadla meşgulüm" diyor.

Allah cennet karşılığında onların mallarını ve canlarını alır. Şimdi Allah bu vaadini kesinlikle yerine getirir. Öyle ise bu alışverişinizden dolayı birbirinizi müjdeleyin buyuruyor Allah (c.c). İşte büyük başarı büyük kazanç budur diyor. Biraz önce geçmişti böyle bir ayet-i kerime yine geldi. Yani büyük kazanç, köşeyi dönme bu işte. Mal verip can ve­rip karşılığında cenneti elde etmektir.[136]

 

112- Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler,(oruç tutanlar) rüku edenler, secde edenler, iyiliği emr edenler, kötülüğü engelleyenler, Allah'ın sınırlarını koruyanlar, (işte bu) mü'minleri müjdele.

Fatiha suresinde "Ya Rabbi yalnız sana ibadet ederiz."diyoruz. Yal­nız Allah'a hamd edenler yalnız Allah için secde edenler , ilim için se­yahat edersiniz, ticaret için seyahatte bulunursunuz, ama ticarette Allah rızası için olacaktır. Kafirlerin iyi veya kötü hallerini görüp ona göre tedbir alabilmek için seyahat edilir. Tarihi olayları yerinde incelemek için seyahat edilir. Ama hepsi dine hizmet etmek gayesiyle, seyehat edenler rükû edenler, secde edenler, iyiliği emr edenler, kötülükten alı­koyanlar, Allah'ın hadlerini koruyanlar, Allah'ın haddi hudud dediğimiz hududu Türkçede kullanırız biz "sizin köyle bizim köy hudud" deriz. Yani sınırı anlamında. Allah'ın (c.c.) bir hududu vardır.

Helal sınırı ile haram sınırını belirleyen sınırı vardır. Yap dediği yapma dediği şeyler vardır. Biz yap dediklerini yerine getireceğiz. Yap­ma dediklerinden kaçınacağız. Bunu yaptıkmı Allah'ın haddini korumuş oluyoruz. Yani İslam hukukunu korumak bizim görevimiz. Mü'minin sı­fatlarından bir tanesi İslam hukukunu korumaktır. Korumak derken böy­le Kur'an-ı Kerimi iyi bir kap içersine koyup, evin en yüksek yerine as­mak değil, tatbikata koymak gerek. Allah'ın hududunu korumak, onun tatbikata geçmesini sağlamaktır. Böylesi mü'minlere cenneti müjdele di­yor Allah (c.c).

Başkalarının yolundan veya filanın izinden gitmek olmaz. Onların plan ve programlarına uymak değil Ancak senin çizdiğin yolda yürü­rüz. Sana itaat ve ibadet ederiz. Kim bunlar? Hamdedenler. Ayetin ma­nasında "İslam için oruç tutanlar, seyahat edenler" diyor. İslam için se­yahate teşvik ediyor. "Deki onlara; "yeryüzünü şöyle bir dolaşın, Al­lah'ın dinini yalanlayanların sonu ne oldu? bir görün. Bir zamanların en güçlü devleti "Roma'nın" yerinde yeller esiyor, Fatih gelmiş, bu pisliği temizleyivermiş. Yani gezmenin manası ibret için olmalı. Burada Tevbe edenler , Tevbe etmek Rabbe yönelmek manasınadır. Yani "Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi" değil kelimenin kökü kişinin Rabbine dönmesi manasınadır. Tevbe kelimesinin yapısı itibariyle Türk­çe karşılığı "dönüş yapmak" bu dönüşü dillede ifade etmek yani "dönü­şüm sana ya Rabbi, sana dönüyorum Ya Rabbi." Yani arada bir işim, aşım, eşim, seni bana unutturuyor. Hani işinizle meşgulsünüz unutuyor­sunuz derken "Tevbe Ya Rabbi" diyorsunuz, bu bir dönüştür. Namaza geliş, işten Rabbe dönüştür. Bu bir tevbedir aslında.

Derken işte alışveriş yaptınız geç kaldığınız anda "Estağfirullah" ve "Sübhanallah" veya "Elhamdülillah" demeniz Rabbe dönüştür. Yani in­sana Allah (c.c.) unutma nimetini vermiş, unutmada bir nimettir. Unut­ma eğer olmamış olsaydı hayat bir zindan olurdu. Öyle ya annenizin ölü­sü hiç hatırınızdan çıkmıyor. Babanızın, kardeşinizin, amcanızın, dayını­zın trafik kazası veya sizi bazı çok üzen olaylar var, o gözünüzün önün­de hiç gitmeden dursa işte o zaman hayat bir cehenneme dönüşüverir. Onları unutuyorsunuzda rahat ediyorsunuz, onun için unutmakta Rabbi-min nimetlerinden bir nimettir demişler. Eğer hiç unutma olmamış ol­saydık, devamlı Allah'ı hatırlamış olsaydık, Allah zaten o özelliği bize vermiş olduğundan dolayı bizim hatırlamamızın önemi olmaz. Çünkü Allah (c.c.) hep kendisini hatırlama özelliği vermiş bize, o zamanda o özellik bizden değil. Rabbimden bize verilmiş ve onunda değeri olmaz­dı, ama işi sevip işe, aşı sevip aşa, eşi sevip eşe doğru yönelinip, o esna­da "bu işimi, bu aşımı, bu eşimi veren Allah (c.c.) dır" diye onu hatırla­mak ona dönmektir. Onun için bu en büyük tevbedir demişler.

Tabiiki tarihimizde bizim seyahat edenler çok önemlidir. Birçok se-yahetnameler yazılmış. Mesela en meşhuru Türkiye'de Evliya Çelebi Se­yahatnamesi, şu anda efendim ülkelerdeki vilayetlerdeki bölgelerdeki il­mi faaliyetler nasıldır diye biri bir araştırma yapacak olsa "Evliya Çele­binin Seyahatnamesini" okuyacaktır. Oralarda yönetim tarzı nasıldı diye bir doktora tezi verseler, orada ekonomik durum nasıldır diye bir araştır­ma yapacak olsa, Evliya Çelebinin seyahatnamesini okuyacaktır. Oralar­da insanlar arası münasebetler nasıldır. Köprüler, hanlar, hamamlar, sa­raylar yani sosyal tesisler nasıldır diye bir araştırma yapacak olsanız yine Evliya Çelebi seyahatnamesi okunacaktır.

Tarihimizde Arapça olarak yazılmış seyahatnameler vardır. İbn Ba-tuta seyahatnamesi gibi. Bunlar gitmişler görmüşler gördükleri yerlerde devlet başkanlarının, komutanların, alimlerin, halkın her yönünü görebil­dikleri kadarıyla yazmaya çalışmışlar ve bize de aktarmışlar. Örnek ol­sun diye kötülerin hayatım yazmışlar, onları yapmayasınız diye, yani kö­tülüğü misallendirmişler şu adam, şu kötülüğü yaptı, şöyle bir netice al­dı, gibi kötülüğü önlemek için misal olarak anlatılmıştır. Kültür tarihi­mizde en büyük seyahati yapanlar hadiscilerdir. İmam-ı Buhari (r.a.) Bu­hara kentinden çıkmış Mısır'ı, Suriye'yi, Irak'ı, Mekke ve Medine'yi ve orada yaşayan hadis alimlerini gezer ve onlardan onların Sahabeden, Ta­biinden rivayet ettiği hadisleri onlardan alırlar. O seyahatin neticesinde Kur'an-ı Kerimden sonra efendimizin hadislerinin bize nakl eden en de­ğerli kitap olan Buhari, Müslim, Tirmizi, Nese-i, Ebu Davud, İbn Mace, İmam-ı Malik'in Muvatta-i, Ahmen ibn Hanbel'in Müsnedi, diğer mücemler ve müsnedler toplanmış ve bize kadar nakl edilmiştir. Buda seya­hatlerin neticesinde elde edilmiş hadis kitaplarıdır.

Tefsir kitaplarında da öyle, Endülüste dünyaya gelen bir zat, ta Mı­sır'a kadar ilim için geliyor ve orada epeyce bir ilim öğrendikten sonra, Endülüs'e dönüyor. Mısır'dan Endülüs'e kadar gidiyor. Mısır'dan Azer­baycan'a gidiyor. Yani böyle bir ilim alışverişi ancak seyahatlerle müm-kin olmuştur. Allah (c.c.) da mü'minlerin sıfatlarından bir taneside seya­hat edenler diyor. Dinimizin çok uzak ülkelere yayılmasında birinci rolü tüccarlarınız üstlenmişlerdir. Hani Malezya'ya biz ordular göndermedik, Filipinlere ordular göndermedik, ama oralara kadar İslamı götürenler müslüman tüccarlar olmuştur. Onlarda bu seyahatin neticesinde hem ti­careti halletmişler, hemde İslam'ın oralara kadar ulaşmasını temiş etmiş­ler.

Bunu günümüzde daha da iyi anlamaya başlıyoruz. Şu anda Kazakis­tan'a, Azerbaycan'a, Türkmenistan'a, Tacikistan'a, ve Moskova'ya, ve Ki­ev'e, Ukrayna'ya, çeşitli yerlere din şu anda da tüccarlar eliyle gitmeye başladı. Yani oralara mal satmaya giden insanlar oralarda görüştükleri

insanlarla hemen bir araya geliveriyorlar, müslüman olduklarını söyleyi-veriyorlar. O tarafta dayım müslümanmiş, dedem müslümanmış, veya bizde müslümanmış iz gibi sözlerle başlıyor ve biraz daha samimi hava oluşuncada çeşitli İsîami hizmetlere sebep oluyor o görüşmeler. Gidişi­mizde gördük. Almanya'da İslamiyetin gelişmesi hızlı ama, Hollandamn küçük olması nedeniyle tahmin ederim ki neticeyi daha çabuk alacaklar işçilerimiz.

Yani Hollandamn müslümanlaşmasını bizde görürüz gibi geliyor. Çünkü birçok kiliselerini satın almışlar, camiye çevirmişler. Hollandamn nüfusunun az olması hanımlarının doğum yapmaması, türk işçilerininde doğuma biraz hız vermeleri neticesinde bir gün gelir oranın nüfus yo­ğunluğu müslümanlar tarafında fazlalaşınca o zaman yönetimi ele alırlar, hatta belediyelerde encümen azalığına seçilen çok müslümanlarımız var. Belediye encümen azasıdır. Büyük bir vilayette sakalıyla, şalvarıyla müslümanları temsil eden encümen üyeleri vardır. Zamanla çoğunluk el­lerine geçince yönetimide ellerine alacaklardır.

Polis teşkilatına hızla giriyor. Müslümanlar hemde şuurlu olarak giri­yorlar, burayı elde edelim parası bol diyorlar. Fabrikada işçi olarak çalış-maktansa polis olarak orada çalışalım diyerek oraya giriyorlar. Ve işin hesabını yaparak giriyor çoğunluk. Hani yahudiler dinine çok bağlı deriz ama Hollanda'nın başkentin de birtek sinagogları var, yani havraları var. Onuda işçilerimiz bastırmışlar parayı satın almışlar. Haham biraz sat­mam demiş ama parayı gözünün önünde birkaç defa gösterince beraber, zaten cemaat yoktu demiş satmış bizimkilere. Bizimkilerde çok güzel ca­mi yapmışlar kıblesi de tam düz böyle eğri büğrü değil. Onlar Kudüs'e döndüklerinden hiç yön değiştirme yapmadan kıblesi de çok düzgün düşmüş ve Mekke-i Mükerremeye doğru Kabeye doğru yöneliyorlar ve namazlarını öylece kılıyorlar.

Bu arada oralara gelen mesela Bulgaristandan gelenler olmuş onlarla görüştük. Bulgaristandan İslami cemaatların lideri durumunda arkadaş­lar, öğretim görevliliği yapmış, gazetecilik yapmış olanlar. Dedilerki "vallahi birçok din görevlimiz düne kadar Bulgar polisiyle çalışırdı. Bul­gar polisinin hizmetindeydi hocalarımız, düne kadar, Jivkof un yıkılışına^ kadar polis olanlar imamlığa seçilirdi. Veyahutta imamlığa seçilenleri polis yaparlardı. Yani polisle irtibatlıydı. Gizli polisle irtibatlıydı ama mayası müslümanya diyor o zamanki hizmetinde de ikili oynamış. Yani Bulgar polisinin nasıl çalıştığını çok iyi bildiklerinden şu anda da dinine çok iyi hizmet ediyorlar diyor. İslama çok iyi hizmet ediyorlar. Yani fev­kalade gelişmeler var.

İnşaallah çok iyi alışveriş, çok iyi gelişmeler olacak bu gelişmelere sebep yine başlangıçta ekonomik, yani işçilerimizin oraya gidişleri fakirlik nedeniyle çalışmak için gittiler. Karınlarını doyurduktan sonra gönül­lerini doyurmaya başladılar. Bu seferde camii yapıp dernek kurmaya başladılar, çeşitli dernekler kurmuşlar ayrı ayrı arkadaşlar, ayrı ayrı gruplardan cami açmışlar. Birbirlerine düşman gibi görünselerde Islamı vaşamada ve tanıtmada yarış halinde olmaları nedeniyle o ayrılık bile Almanya'da, Hollanda'da Fransa'da, faydaya dönüşüvenyor. Rekabet et­meleri daha kaliteli din hizmeti sunmaya sebeb oluyor. Kim daha kaliteli hizmeti sunarsa onun safında insanlar birikecek, onların maddi desteklen oraya akacak, onun için Türk çocuklarına sen daha fazla hizmet edecek­sin, ben daha fazla hizmet edeceğim, cemaati böyle kazanacağım dıyede bir yarışa girmişlerdir.[137]

 

113- Onların cehennem yaranı oldukları, onlara belli olduktan sonra, yakınları bile olsa, peygamber ve mü'minlere müşriklere is­tiğfar yapması yaraşmaz.

Bu 113. ayet-i kerimede müşrik insanların cehennemlik olduğu Allah tarafından açıklandıktan sonra, yakın akraba bile olsa, o müşrikler için istiğfar edilmemesini, anlatan ayet-i kerimedir bu. Velevki yakın akraba­da olsa diyor Rabbim, yani müşrik olan, yani İslama inanmayan bir kişi, ister anne olsun, ister baba, ister oğul, ister kız, ister dayı, ister amca ve ister ne olursa olsun onlar için istiğfar edilemeyeceğini Rabbim bu ayet-i kerimesiyle haber vermiş bize Peygamber (s.a.v.) da amcası Ebu Talib için dua etmekten alıkonmuştur. Çünkü müşrik olarak öldüğünden amca­sı için dua etmemesi istenmiş peygamber efendimizden.[138]

 

114- İbrahim'in babası için istiğfarı, babasına verdiği soz üzeri­nedir. Onun, Allah düşmanı olduğu İbrahim'e belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim yanık yürekli, yumuşak huyludur.

Daha önce buna benzer bir ayet-i kerime geçti. 80. ayet-i kerimesinde münafıklar için istiğfar etmemesi gerektiği etsen bile fayda vermez, on­lar için ister istiğfar et, istersen etme. Onlar için 70 kere istiğfar etsen Al-

lah katiyyen onları af etmeyecektir buyuruyor. Yani kafirlere ne kadar dua ederseniz edin af edilmeyecektir diyor orada. Burada ise istiğfar et­mememiz isteniyor. Peki hatıra şu gelebilir. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keri­minde haber veriyor İbrahim (a.s.) babası için dua etmiştir. Şuara sure­sinde "Ya Rabbi babam sapıklardandı ne olur babamı af et" diyor İbra­him (a.s.) Müşrik olan babasına dua ediyor. Rabbim ona cevap olarak di­yor ki yani hatırınıza böyle birşey gelirse mesela müşrikler için dua et­meyin en yakın akrabanız bile olsa. Peki ama İbrahim (a.s.) babası için yaptı diye sorarsanız cevap veriyor.

İbrahim'in babasına olan istiğfarı, af talebinde bulunması babasına vermiş olduğu bir vaadden dolayı. Babasına İbrahim (a.s.) demişti ki: "Babacığım ben senin için Allah'a istiğfarda bulunacağım" demişti Mer­yem suresinin 47. ayet-i kerimesinde Rabbim böyle haber veriyor. Birde Mümtehinen'in 4. ayet-i kerimesinde "Ben Allah'a senin için istiğfarda bulunacağım" diyor İbrahim (a.s.) Babası da diyor ki; "eğer bu imandan vaz geçmezsen, İslamdan vaz geçmezsen, bu peygamberlik davasından vaz geçmezsen seni taşlarız."

"Ateşle yakarız" diyor babası, ona karşı İbrahim (a.s.)'da "baba yanlış yoldasın ama ben senin için Rabbime istiğfarda bulunacağım" dedi. O vaadini yerine getirmek için diyor. İbrahim (a.s.) "babamıda af et Ya Rabbi" diyor. Dua ettiğini ama ne zamanki İbrahim (a.s.)'a açıklandı, ba­bası Allah için düşmandır, Allah düşmanıdır, o zaman ondan uzaklaştı ve dua etmekten de vazgeçti. "Mutlaka İbrahim yanık yürekli ve yumu­şak huyludur" diyor Allah (c.c.) İbrahim (a.s.) için birkaç defa kullanıl­mış bu Kur'an-ı Kerimde bir başka ayet-i kerimede Lut'a (a.s.) inanma­yan o ahlaksız toplumu, melekler cezalandırmak için görevlendirildiğin­de, İbrahim (a.s.) yine onlarada "Ya Rabbi bunlara bir fırsat tanı" diye, yani helak etme diye dua etmiş. Tabi dua kabul edilmemiştir. Onlar için Rabbinin sözü hak olmuştur ve onlar cezasını çekecektir dedikten sonra Rabbim böyle diyor. "Mutlaka İbrahim yanık yüreklidir, yumuşak huylu­dur. Rabbine yönelmiş bir insandır" diyor Rabbim. (Hud 74)

Yani İbrahim (a.s.)'m duası öğülüyor,yanık yürekliliği, yumuşak huy-luluğu öğülüyor. Yanık yüreklilik şudur günahkar veya müşrik bir insanı gördüğünde yüz çevirmek değil, onun o haline üzülmektir. Üzülürseniz fayda verirsiniz, o adama üzülmezde Allah kahretsin derseniz, o adama fayda vermeniz mümkün değil ama yanıp yakılmanız, bu insan böyle ol­mamalıydı derseniz işte o zaman ona faydalı olursunuz. O insanda etki meydana getirir. O insan size karşı güvenir ve sizin dediğinizi tutabilir.[139]

 

115- Allah, hidayete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri açıklamadan, bir kavmi sapıtmaz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilicidir.

Yani Kur'an-ı Kerimde "hidayeti verende Allah'tır. Delaleti verende Allah'tır", ayetleri var. Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdi­rir, İslama kavuşturur diyor ayet-i kerimede. O ayet-i kerimelerin, bir yerde açıklaması mahiyetinde onu şöyle anlıyor bazıları, zaman içerisin­de bazı gruplar demişlerki, vallahi mü'min olmakta, gavur olmakta, bi­zim elimizde değil Allah'ın elindedir. Delil olarak bu ayet-i getirmişler. Allah dilediğini saptırır gavur yapar, dilediğini imana sokar. Ama bir ayet-i açıklamak diğer ayetle olur diye bir kaidemiz var. Yani ayeti ayet­lerle açıklayacağız diyoruz. Rabbim bir başka ayet-i kerimesinde de "kim İslam yolunu seçerse hidayeti isterse, kendi için hidayete ermiş olur." "Kimde sapıtırsa ancak kendi zararına olarak sapıtır."[140] Yani kişinin kendi iradesiyle yaptığını ifade ediyor. Kişiye hidayeti Rabbim veriyor neyi nasıl yapacağım da öğretiyor. Yani peygamber ve kitap gönderiyor ondan sonra kişi iradesiyle saparsa sapar, o zaman sa­pıklardan olur o kişi. Mutlaka Allah herşeyi bilmektedir buyuruyor.[141]

 

116- Şüphesiz göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. O diriltir, O öldürür. Sizin için ondan başka dost ve yardımcı yoktur.

Şimdi "mülk Allah'ın" diyoruz biz çokta kullanırız. Hatta bazı evler­de "Ya Malik -el- mülk" yazar. Bazı seramiklerin üzerinde "mülkün sa­hibi Allah'tır" yazar. Bazılarında latin harfleriyle Türkçe olarak "Mülk Allah'ındır" diye yazdırmışlar kapının üzerine birazda biz oturalım desen olmaz diyor adam. Yahu sen Allah'ın kuluysan bizde Allah'ın kuluyuz. Birazda biz oturalım diyecek olsan o zaman tapusunu göstermeye kalkar tabii ki. Mülk Allah'ındır diyoruz biz. Öyle ise mülk üzerinde söz sahibi o olmalıdır. Bir taraftan Mülk Allah'ındır diyoruz. Yani toprağı yaratan O, gökyüzünü yaratan O, güneşi yaratan O, bizi yaratan O ama bu mülk üzerinde söz Allah'ın değil. Birkaç tane arkadaşın, birkaç tane hukukçu­nun koymuş olduğu kurallarla biz yönetilmek istiyoruz. Allah'a isyanın başlangıcı buradan başlıyor zaten, Mülk Allah'ın deme mecburiyeti var zaten, çünkü kendisi yaratmıyorya, öyle olunca başkası yaratıyor, O baş­kasına, müslümanlar Allah (c.c.) diyor. Öyle ise mülk Allah'ın ama, bu mülk üzerinde bizim sözümüz geçer, diyen adamlar zorbadırlar. Asıl zorba, despot insanlar, hakka tecavüz eden zalim insanlar. Onun için, "Allah'ın indirdiği ile hükm etmeyenler zalimlerin ta kendisidir" diyor. Maide suresinin tefsirinde geçmişti.[142] Zalimdir onlar, niye? sı­nırı aşmıştırlar. Allah'ın koyduklarıyla değil adil olmak yerine kendi koyduklarıyla insanlara zulm etmektedirler.[143]

 

117- Muhakkak Allah, peygamberide afvetti, içlerinden bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken, zor saatte ona uyan Muhacir ve Ensar'i afvetti. O, onlara çok şefkatlidir, merhametlidir.

Tebük seferine katılan mü'minler var, katılmayan mü'minler de vardı. Bu ayet oradan bahsediyor.Bu zor günlerde peygambere tabii olan mu­hacirden ve ensardan olanlar var, muhacir Mekke'den Medineye hicret eden deniliyor. Ensarda Medine nin yerlisi olup hicret edenlere yardımda bulunanlara diyoruz. Onları Allah c.c. afvetti, ama Peygamber efendi­mizin ne kabahati vardıki peygamberide afetti diyor. Bize bir uyan olsun diye. Bir kısım insanlar Hz. Isayı fazla sevmelerinden ilahi aştırmaya git­mişlerdir. Onlar, aşın muhabbetten olmuştur o kadar, fazla sevmişler ki, "bizim peygamberimizin hata etmesi mümkin değil" diyerek, bir gün gelmiş bu ilahtır demişler. Böylelikle aşırı sevgiden ilahlaştırarak küfre girmişlerdir. Onun için Peygamber efendimiz, "hnstiyanların Meryem oğlu İsa yi övdükleri gibi beni övmeyin. Bana Allanın kulu ve Rasulu deyin" âlyor.[144] Onun için biz "Muhammed Allanın kulu ve de elçisidir" diyoruz. Burada Rabbim Peygamberin, muhacirin ve ensarın günahlarını af etti diyor.

Peki peygamber efendimizin zellesi neydi? Tevbe suresinin 43 ncü ayetin tefsirini yaparken peygamber efendimize(s.a.v.) "onlara niçin izin verdin diye bir ayet-i kerime nazil olmuştu. Yani Tebük seferine katılır­larken Peygamber efendimiz, izin vermesinden dolayı azarlanıyor. Pey­gamber efendimiz diyorki gücü yeten herkes Tebük seferine katılacaktır. Derken birisi gelmiş vallahi Ya Rasulüllah bundan dolayı şundan dolayı' ben gidemem. Peygamber efendimizde izin veriyor sen gelme diyor. İzin vermeyince ne olacak? o münafık yine çıkmayacak, ama çıkmayıncada peygamberin emrine muhalefet etmiş olacak, ve münafıklığı ortaya çıkacaktır.

İşte Rabbimiz izin verdiği hatasını af etti peygamber efendimizin ve muhacirin, ensarın ve geride kalan samimi müslümanların. On tane ka­dar, hele hele üç tanesi, özellikle üç kelimesiyle ifade edilmiş. Onlarıda Allah (c.c.) af etmiştir. Çünkü Allah merhametlidir, Allah şefkatlidir.[145]

 

118- (Harpten) geride kalan üç kişiyi de afvetti. Geniş olmasına rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti. Canlan kendilerini sıkmıştı da, Allah'dan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar. Tevbe etmeleri için Allah onları afvetti. Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir, merhamet edendir.

Daha geride kalan üç kişiyi af etti buyuruyor Allah (c.c.) Üç kişi Ka'b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Murare b. Rabia isimli sahabeler, hiç bir mazeretleri yok. Tembelliklerinden dolayı Tebük seferine katılama­mışlar.

Hatta Ka'b b. Malik, şöyle anlatıyor: Maddi durumum iyiydi. Pey­gamber efendimiz, "haydi sefere" dedi. Ben dedim ki, benim durumum yerinde, tam gidecekleri gün harekete geçsem hazırlanırım dedim, hazır­lık yapmadım. Ama onlar harekete geçtiler, ben attı, arabaydı derken, Medine'de katılamadım onlara. Onlar yola çıktılar. Sonra bende, yahu ar­kadan varmak Peygamber (s.n.v.) görmek, utanmak gibi bir şeyler düştü içime, derken kendi tembelliğimden ben bu işe katılmadım. Tabi Tebük seferinden efendimiz başarıyla geri döndü. Münafıklar bunu hiç bekle­miyorlardı. Ve herkes özür dileyerek peygamber efendimizin huzuruna vardı, "vallahi ya Rasulüllah şöyle şöyle sebeblerim vardı, hanımım çok hastaydı, benim karnım ağrıyordu, başım ağrıyordu hastaydım" gibi. Herkes mazeret sürerek, yemin billah ettiler.

Tarihçilerimiz efendimiz bunların söylediklerin inanmış gibi kabul etti. Yani inanmış göründü. Üç tanesi gelmişler "vallahi ya Rasulüllah hiç ileri sürecek mazeretimiz yok. Bizimki tembellikten olmuştur. Ne la­zımsa cezasını çekelim ya Rasulüllah dedi. Peygamber efendimiz dediki "bunlarla konuşmayın" hatta selam bile alıp vermediler. Bu elli gün de­vam etti diyor. Hatta 40. gün olduğunda peygamber efendimiz hanımla-

rina haber göndermiş, "Kocalarınızla beraber aynı döşekte yatmayın" bu­yurdu. "Allah Rasulünden ikinci bir emir gelinceye kadar hanımımı ba­basının evine gönderdim" diyor.

"Fakat dünya bize dar geliyor. Hatta ayet-i kerimede dünya bu kadar geniş olmasına rağmen yeryüzü dar geliyordu" diyor. Hani Türkçede bir atasözü vardır. "Çarık ayağı sıkmişsa yolun geniş olmasının ayağa fay­dası yok" derler. Hani ayakkabınız ayağınızı sıkmış her taraftan yara yapmış. Bakıyorsunuz yol gidişil, gelişli çok geniş ve bu yolda yürüyor­sunuz. Yolun genişliği ayağınıza hiç faydası yok, yeryüzü geniş ama in­sanlar, insanlarla mutlu olurlar. En yakın hanımınız, dine olan bağlılığın­dan dolayı, size karşı tepki gösteriyor, çocukluğunuzdan beri arkadaşınız olanlar, size selam verip, almıyorlar ve yeryüzü dar geliyor.

İslamın cezalandırma sistemlerinden bir taneside budur. Yani toplu­mun tepki göstermesi ve kişinin emire bağlılığı burda belli olur. Pey­gamber efendimize bağlılık burda ortaya çıkmıştır. Bütün sahabe o en can ciğer olan arkadaşlarına selam alıp vermemişlerdir. 50 gün devam etmişKa'b şöyle devam etti: "Dama çıktım birşey bekliyorum, hergün za­ten birşey bekliyorum. Derken 50. gün biri koşarak geldi müjde ey Ka'b, müjde ey Ka'b dedi ve bu ayet-i kerimeyi okudu."

20. asırda, Kur'an ve sünnet doğrultusunda yürüyen muhacir ve ensarın yolundan gidecek olursak, elbette "Allah onlardan razı olmuştur, onlarda Allah'tan razı olmuşlardır" diyor Allah (c.c). Yani Sahabenin iyi yolda olduğunu Allah onaylıyor. Bu 117. ayet-i kerimede de Allah mu­haciri ve ensarı afvetti diyor. Fetih suresinde, Allah Hudeybiye de biat anında ağacın altında Allah Rasulüne biat edenlerden Allah razı olmuş­tur. Onlarda orada 1500 kişiler. Bu kadar kişiden Allah razı olmuştur di­ye ayet nazil oluyor. Ayrıca Haşr suresinin 8 ve 9. ayet-i kerimelerinde muhacir ve ensarı Rabbim öğüyor. Ama günümüzde bir kısım bilgisizler sahabeye saldırmaktalar. O zaman Kur'an'a da muhalefet ediyorlar. Rabbimin kelamınada muhalefet etmiş oluyorlar..[146]

 

119- Ey iman edenler, Allah'dan sakının ve sadıklarla beraber olun.

Ittika'yı, daha Bakara suresinin başında ikinci ayetin tefsirinde uzunca anlatmıştık. Eğer dünyada devlete gitmek istiyorsanız sadıklarla bera­ber olacaksınız. Ahirette cennete gitmek istiyorsanız sadıklarla beraber olacaksınız. Sadık, bir Allah'ın kitabını tasdik eden adam ki, o kitap doğrultusunda hareket eden adam sözleri ve davranışlarıyla dosdoğru adam. Yani doğruluğun ölçüsü Kur'anla olacaktır. Yoksa "hocam bu çok doğru adamdır, sözünün eri adamdır. Sana içki ısmarlayacağım dedimi hiç sö­zünden dönmez" diyor. Bu doğruluk değil ki. Yani cömertlik dürüstlük kötü yolda değil, iyi yolda olur.

Bizim kendimizi koruyabilmemizin en iyi en kestirme yolu sadık in­sanlarla beraber olmaktır. Yani bu İstanbul şehrinde veya bulunduğumuz mahallede köylerde, kasabalarda, nerde olursak olalım, dürüst insanlarla, îslami yaşayan insanlarla beraber olursak kurtuluşa ereriz.

Almanya'da, Hollanda'da şu görülüyor. Mesela köyünüzden, üç dört tane adam gitmiş, ikisi üçü İslama iyi sarılmış biri sarılmamış sorun onun bulunduğu şehirde İslami faaliyetler daha başlatılmadığından Cami kurulmamış, hoca gelmemiş oraya ve onlar kendini içkiye vermişler ve Alman gibi yaşamaya başlamışlar.

Yani sadık insanlarla bir arada olamamışlar, ama en berduş adam müslümanların bol bulunduğu yerde yaşıyor ise o çizgisini düzeltmiş. Epey keratalık yapmış, eroin pisliğine kadar bulaşmış ama sonra müslü­manların bulunduğu şehre gelince şimdi caminin hizmetkarı olmuş, ni­ye? Çevresindeki insanlar gelip giderlerken, çay içerlerken, yarın filan yere gideceğiz derken işin içine yavaşça girivermiş oluyor.

Dikkat edin çoluğunuzu, çocuğunuzu, hanımınızı en iyi koruma yolu çevrenizi iyi insanlarla kurmaktan geçiyor. Hani bazı arkadaşlar hocam vallahi hanımı kapatamıyorum. Kapanmayida istiyor. Fakat ayıp olur­muş diyor. Yani ben yirmibeş yaşına kadar açık gezmişim ben nasıl ya­payım diyormuş. Yani kabul ediyorda nasıl yapayım diyormuş. Şimdi arkadaş soruyor ne yapsın ne yapayım hocam? diyor. Dedim ki hanımı baş örtülü olanlarla dost olacaksın, hiç başını ört deme, fakat akşamları mü'min dostlarınıza gidip gelme birkaç kez devam ettimi göz ona alışır. Baş örtüsüne alışır, sonra o hanımlardan birinden teklif gelir. Aaa ne ka­dar güzel oldu..! derken giyer. Peki niye o giymemekte diretiyor. Çünkü o arkadaşlarıyla beraber yaşamış, büyümüş onlara karşı ayıp olacak. Pe­ki örtünürse berikilere karşı ayıp olmayacak, daha güzel olacak yani çev­renin önemini kendi hayatınızdan biliyorsunuz. Çocuklarınızdan biliyo­ruz. Hangi çocuklarla berbaber olurlarsa huyundan kapıyorlar.

Allah'tan korkma ile kuldan utanma, bir araya geldimi günah engel­lenmiş olur. Ama bazı günahları, Allah korkusu fazla kuvvetli olmaması nedeniyle bizi engellemeyebilir. İkisi bir araya geldimi alıkoyabilir bizi kötülüklerden onun için sadıklarla beraber olacağız.

Şimdi bu ayet-i kerimeyi bazı arkadaşlarımız günümüzde sadıktan kasıt tarikattır deyiveriyorlar. Çok doğru olan, istikameti olan Kur'an ve .Sünnete göre hareket eden şeyh efendilerde sadıklardandırlar. Ama sa­dıklar yalnız şeyh efendiler değildir. Anlatabildim mi bilmem. Yani sa­dıklar yalnız şeyh efendiler değildir. Ama Kur'an ve Sünnet çizgisi üze­rinde yürüyen şeyh efendilerde sadıklardandır. Kur'an ve Sünnet çizgi­sinde ise o insanla beraber olmak sadıklarla beraber olmaktır.

Ama günümüzde birazda istismar edilerek kullanılıyor bu ayet-i keri­me, Kur'an da Yusuf (a.s.) için, o kadına yüz vermediğinden dolayı dün­yanın en güzel kadını, kapalı bir oda arkasında "gel benimle gönlünün is­tediğini yerine getir" dediğinde "Allah'tan korkarım" diyen Yusuf (a.s.)'t överken, Rabbim: "O sadıklardandır diyor. Yani sadık insanın özellikle­rinden biride harama uçkur çözmemek olduğunuda öğrenmiş oluyoruz. Bu insanlarla beraber olacağız biz.[147]

 

120- Medine halkinada, etraftaki bedevilerede, Allah Rasulünden geride kalmak ve canlarını onun canına tercih etmek yakışmaz. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah yolunda isabet eden her susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri kızdıran, ayak bastıkları heryer ve düş­mana karşı kazanılan her başarıda onlar için salih amel yazılır. Al­lah iyilik yapanların ecrini zayii etmez.

Medinenin etrafında çöl hayatı yaşayan bedevilerde, madem ki müs-lümanız diyorlar, geri kalmaları yakışmaz. Allah Rasulü ile beraber sa­vaşa çıkmaları gerekir. Birde kendi nefislerini Allah Rasulüne tercih etmeleride yakışmaz.

Peygamber efendimiz bir hadisi şerifinde "Beni anne babanızdan ve nefislerinizden daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" buyuruyor.[148] Çok önemli, imanın ölçüsünü bildiren hadislerden biri. Allah Rasulünü kendimizden, anne ve baba­mızdan daha fazla sevmeliyiz niye anne ve baba sevgisini bize öğreten O'dur. Mesela biz anne ve babamıza saygı gösteriyoruz ama bir Alman

bizim kadar göstermiyor. Niye? o da bizim gibi bir insan, o da bir anne ve babadan meydana gelmiş çünkü onun tahrif edilmiş dini, böyle bir şe­yi ona emr etmediğinden ancak senede bir gün anneler ve babalar gü­nünde bir hediye götürmek suretiyle hatırlama kültürü vermiş.

Günümüzde Allah Rasulü yok, yani onun mübarek vücudu yok ara­mızda, bu ayet bizi nasıl ilgilendiriyor? "Hocam, Allah rasulü sağ olsay-dida hani canım canımız gibi korusaydık" diyenler,bilsinlerki getirdiği kitap koyduğu sünnet elimizde. Onu korumak onun canını korumak gibi­dir diyoruz. Bugün bizde canımızdan daha aziz bileceğiz. Allah'ın kitabı ile Ra sülünün sünnetini böylece koruyacağız. Fakat sarhoş bizim zayıf tarafımızı iyi görmüş karşısındakinin kitabına sövüyor. Çünkü kitabına söversem bu bana vurmaz diyor. Avradına söversem ağzımı parçalar bu benim diyor.

Mü'minlerin bu Tebük seferine gidişlerinde uğradıkları susuzluk, yorgunluk, açlık ve bu yolda attıkları adım, bastıkları her toprak kafirle­rin kinini artırıyor. O yolda edinmiş oldukları düşmanlıklar bunların ameli salihlerini artırıyor. Bunun için Allah (c.c.)bunları bize emr etmiş­tir. Yani Tebük seferini, cihadı bize emretmiştir. Bu yolda müslümanlanın susuzluğa, açlığa katlanmaları, zorluğa tahammül etmeleri ve nice vadiler aşmaları onların lehine sevap yazılıyor. Kafirlerinde kinini arttırı­yor nerdeyse patlayacaklar.

Günümüzde de öyle değil mi.? Materyalist kafaya göre yetişmiş adamlar şöyle diyorlardı. İnsanlar paraya mala meyyaldırlar. Bütün kav­galar bütün harpler para için olmuştur. Sermaye için olmuştur. İnsanlar aslında din falan kabul etmezler. Paranın peşinden giderler. Diye felsefe ürettiler ama baktılarki en fakir semtlerde camiler şehadet getiren par­mak gibi yukarıya doğru yükseli yükseliveriyor. Caminin masrafına bir bakıyor birkaç milyar gitmesi lazım. Bu fakir halktan nasıl çıkar, bu adamlar nasıl verir diyerek, kendi karnı şişiyor bu sefer, eğer yazar takı­mından biri ise karnındaki bütün kusmuğunu köşe başındaki bir yazısın­da dile getiriveriyor adam.[149]

 

121- Allah, yaptıklarının en güzeliyle mükafatlandırması için yaptıkları küçük veya büyük (cihad) harcamaları ve aştıkları her vadi onlar için yazılır.

Mü'mirilerin açlıkları, susuzlukları, İslam yolunda düştükleri yorgun­lukları dahi, kafirin kinini arttırıyor. Mü'minin sevabını arttırıyor, ameli salih onlar için yazılıyor, bu yolda sevaba yürüyorlar. Allah'ta iyilikte bulunanların mükafatlarını zayii etmeyeceğini buyuruyor. "Az bir sada­kada bulunsalar, çok sadakada da bulunsalar bir vadiyi aşıp yürüseler onlar için yazılır." Allah, "onların yaptıklarını en güzel şekilde mükafal-tandırmak içindir bu" diyor. Yani bu harpler, bu Tebük seferinde bir yaz gününde mesafelerin alınması, yüreklerin yanmasının sebebi nedir. Al­lah dileseydi melekleriyle oradakileri müslüman yapardı. Halbuki böyle bir seferde mü'minler, sadaka veriyor bir kısmının mal varlığı az, ama az veriyor, bir kısmının çok, çok veriyor.

Bedir harbine çıkmış, sıkıntılı anlar yaşamış, Uhud harbinde ikinci dönemde mağlup olmuş, dişi kırılmış, yüzü kanamıştır. Efendimiz ta Tebüğe kadar yürümüş, bazen devesinin üzerinde bazende yaya olarak yü­rümüştür. O yazın sıcağında gökyüzünün ateşi ile yeryüzünün ateşinin arasında kavrulurcasına yürümüşler Niye? Allah'ın mükafatına nail ola­bilmek için, Allah'ın dininin dünyaya hakim olması için yürümüşlerdir.

Bizde yürüyeceğiz. Geriye kalanlardan olmayacağız. Zaten bu Tevbe suresinin nüzul sebebi de bu, din mutlaka hakim olacak, ama öncüler di­ye geçti ayet-i kerime önde gidenlerin sevabı büyük olacak, geride ka­lanlar ise bu ayet-i kerimelerle bir kısmı münafık bir kısmı da hatalı müslüman olarak bize gösteriliveriyor. Günümüzde de İslam mutlak su­rette gelecektir. Bugünlerde hizmet verenler öncülerdir. Geride kalanlar yahu ekonomimizi bir düzeltelim, köşeyi bir dönelim, parasız İslama da­vet olmuyor, hele bir paralanalımda öyle İslama hizmet edelim. Çoluğu çocuğu evlendirelim. Ondan sonra diyenler Tebük seferinde geride ka­lanlar gibi geride kalan insanlardır.[150]

 

122- İman edenlerin hepsinin sefere çıkmaları doğru değildir. Di­ni iyi anlamaları ve kavimleri (harbrîen) geri döndüğünde onları uyarmaları için her topluluktan bir grup toplanması gerekmez mi?

Mesela Osmanlı bunu yaparmış. Bir taraftan cepheye ordular gönderirken, bir kısım insanlarda medreselerde ilmi tahsiline devam ederler­miş. Çünkü cepheye gidenlerin tamamı ölebilir. Çok değerli ilim adam­ları orada kaybedilebilir. Geridede yetişmeyecek olursa böylece din yok

olur. Onun için bir kısmı cepheye gittiğinde bir kısımda geride kalsın Al­lah'ın kitabını ve sünnetini öğretsinler buyuruyor Rabbim ayet-i kerimesinde.

Bir böyle almıyor ayet-i kerimenin manası, birde Mekkenin fethin­den sonra insanlar gruplar halinde İslama giriyorlar. Bir anda arap yarı­madası İslama teslim olmuş. Ee din öğrenmek istiyorlar. Halbuki daha önceki müslümanlar, düşünerek taşınarak müslüman oluyorlar, adam ge­lip birden girmiyordu. Araştırıyor, okuyor, okuyup araştırdıktan sonra Allah Rasulünü dinledikten sonra kendi kendine diyorki; "bak müslüman olacaksın ama bunun riskide var, Ölmek var, işkenceye tabi tutulmak var, malından çoluğundan çocuğundan, hanımından, evinden, yurdundan ol­makta var". Bütün bunların muhasebesini yaptıktan sonra gelip müslü­man oluyor.

Bunların İslamı sağlam iyi. Fakat Mekke feth edilince filan kabile top yekun Allah Rasulüne gelmişler demişlerki "biz müslüman olduk." Fazla bir bilgileri yok, bilgi edinmek istiyorlar. Mekke ve Medine'ye akın edecekler, bu sefer ayet nazil oluyor. "Hepiniz top yekûn ilim için Medine'ye gelmenize de gerek yok. Her toplumdan bir grup olmalı değil mi? Geriye kavminin yanma döndüğünde onları Allah'ın azabından sa­kındırmak için ve dini öğrenmek için belirli bir grubun olması gerekmez mi..?" diyor Rabbim. Yani şunu demek ister. Bütün köylerin üniversite­ye gelmesi gerekmez. Ama köyün imam ihtiyacından, doktor, mühendis, ziraatçısına kadar ihtiyacı olanları merkezde okutup sonra geriye getir­mesi gerekir diyor. Yani bütün insanlar doktor olsun olmaz bu, bütün in~ sanlar ziraat miihendisiolsunbu da olmaz. Yani ihtiyacı karşılayacak ka­dar herkes bir şey olsun. Rabbim onu ifade ediyor. Herkesin Medineye toplu halde gelmesi olmaz. Çünkü orada işleri kalır. Ve onların içerisin­den bir grup gönderilecek, orada efendimizin huzurunda dini İslamı öğ­renecekler, sonra kendi kavmi yanına dönecek, onlara neyin yapılıp, ne­yin yapılmayacağını, itikadın, amelin nasıl olacağını onlara Öğretecekler. "O vakit onlar böylelikle korunmuş ve sakınmış olur" diyor Allah (c.c).[151]

 

123- Ey iman edenler, kafirlerden size yakın olanlarla harbedin. Onlar sizde kuvvet bulsunlar (görsünler), iyi bilinki, şüphesiz Allah, müttekilerle beraberdir.

Yani ülkemizde İslami bir devlet var, devlet olarak en yakınınızdan başlamak manası çıkar, birde müslümamm diyen, ülkenin içinde adı müslüman kendi gavur olanlar çıkar, onlardan başlayınız. Bir islam dev­leti, kendi içindeki imansızlardan başlasın harekete İslami tebliğe ve on­lara karşı mücadeleye ve ondan sonra sınır olarak en yakınından başla­sın. Mesela peygamber (s.a.v.) devletini kurduktan sonra, önce Medine ve onun etrafındaki insanlara yönelik yapıyor. Sonrada arap yarım adası tamamen müslüman olunca Tebük seferine çıkıyor ve ondan sonra gelen sahabeler de Şam seferi, Irak seferi yani bir ülkenin kendi içindekilere yönelik faaliyet gösteriyor. Birde islam devletine komşu olan kafir dev­lete karşı faaliyet vardır. Peki niye bu faaliyeti yapıyoruz.

Müslümanlarda yalnız hilim sıfatı galip değildir. Yani yalnız koyun gibi yumuşaklık yok bunlarda. Bunlarda arslan gibi şecaatta var. Bunuda gösterin diyor Rabbim. Hani M. Akif merhum "Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum. Kopar belki, fakat çekmeye gelmez boynum" diyor.

Yani ben yumuşak başlı gibi görünüyorum ama, öyle biride gelip, başıma ip takıp, kendi istediği doğrultuda çekip götüremez. Müslüman koyun kadar yumuşak, aslan kadar şecaatli olsun istiyoruz.

Allah (c.c.) Fetih suresinin sonuna doğru mü'minlere karşı kendi ara­larında merhametli ama kafirlere karşı gayet güçlü kuvvetli, ve de şid­detli olmamız isteniyor. .

Fakat bakıyorsun günümüzde bazı insanlarımız mü'mine karşı katı, gavura karşı gayet yumuşak görünüyor. Yanlış bir politika bu, hani burda şiddetli görünüyor derken kaş çatarak yürümek filan değil, yani gavu­ru görünce kaş çatacağız anlamında değil, ayet-i kerimenin ruhu şöyle "bu kültür bakımından benden güçlü, bileğiyle de benden güçlü, bu adam şahsiyetiyle de benden güçlü bu adamla savaşılmaz demelidir karşı taraf. İyi bilinki Allah müttekilerle beraberdir.[152]

 

124- Bir sure indirildiğinde, onlardan biri "Bu hanginizin imanını artırdı?" der. Ancak iman edenlerin imanını artırmıştır. Onlar müjdeleniyorlar.

Bir sure nazil olduğunda onlardan biri derki veya bazısı derki yahu bu ayet hangimizin imanını artırdı diyor. Bu günümüzde de şöyle deni­yor, vallahi hocam ben Kur'an-ı okudum hiçbirşey göremedim veya şu kanuda Kur'an ne diyor diyorum onuda bilmiyor. Yani okuduğuda belli değil, ama bunu söylüyor. Yalnız gavurun söylediğini söylüyor. Bir sure nazil olsa müşrikler duyuyorlar da "yahu bu ayet hangimizin imanını art­tırıyor Allah aşkına" diyorlar. Ama Rabbimde diyorki; "iman edenler varya onların imanı artar, imanlarını artırır" o sure nazil olduğunda mü'min olan o sahabiler, "bir yeni sure nazil oldu, şöyle, şöyle" diyor. Diye birbirlerine sevinerek, o sureleri, o ayetleri nakl ediyorlar, müjdeli­yorlar.[153]

 

125- Kalblerinde hastalık olanlara gelince, onların pisliklerine pislik katmıştır ve onlar kafir olarak ölmüşlerdir.

"O kalplerinde hastalık olanlara gelince onların pisliğine pislik arttı­rır o ayetler ve onlar kafir olarak ölürler" diyor Rabbim.

Şimdi yağ bal iyi yiyeceklerdir, bal hemen hemen yiyeceklerin göz-desidir. Fakat adam böyle mide zaafiyetine uğramış, soğuktan ve de gı­dasızlıktan hastaneye düşmüş, bir adam siz bu adama yağ yediriyor sunuz kusuyor, bal yediriyorsunuz kusuyor. Be adam biz sana iyi yarasın diye yediriyoruz diyorsunuz. En iyi midenin dostu olan şeyler o adama zarar veriyor. Doktor geliyor ders veriyor. Diyorki yağm şu şu faydaları var, balında bu bu faydalan var. O midesi zararlı olan adam yani zaaflıktan ve gıdasızlıktan ve üşütmekten hastalanan adam, bu adama "yahu bu şeyler faydalı olsa benim mideme fayda verir. Mideme girince çıkıyor" diyor. Aynı bu hasta gibi bir sure nazil olduğunda, gavurlarda birbirleri­ne bakıyorlar, yahu bu adama ne fayda verir diyorlar. Rabbim diyor ki kalpleri hasta bunların, kalpleri hasta olanların ancak pisliğini arttırır. Yani imansızlığını kat kat yapar ve gavur olarak ölürler onlar.[154]

 

126- Görmüyorlarmı onlar, her sene bir veya iki kere fitneye tutuluyorlar. Sonra tevbe etmiyorlar ve nasihat almıyorlar.

Onlar görmezlerini onlar senede bir veya iki defa imtihana tabii tutu­lurlar. Sonra onlar tevbede etmezler, onlar nasihatte almazlar. Allah'ı zi­kirde etmezler. İki veya daha fazla imtihana tabii tutulurlarken adamlar, yani münafıklar şöyle müslümanız böyle müslümamz diye hava atıyor-Iardıya, Allah'ın rasulüde "Buyurun Tebük seferine deyince" aa Tebük seferinde bir can pazarlığı var. Kılıçlar var, hani Mekke'de, Medine'de gelip inanmadığı halde namaz kılmak, o kolay ama, can vermek o zor­dur. İşte imtihana tabi tutulmaları, böylelikle münafıklıkları, müslüman-lardan ayırt edilmeleri budur.

Hani sahte altın parayla, hakiki altını ölçmek için sahte para diyor-muşki, "ben senden değerliyim. "Altında diyormuş ki, "iddia etmeye ge­rek yok gel beraber ikimiz ateşe girelim" diyormuş, ateşe girince belli olur. Altın bir tarafa bakır bir tarafa ayrılınca sahte altının sahteliği orta­ya çıkıverir. Som altinsa olduğu gibi giriyor, olduğu gibi çıkıyor. Hakiki müslümanda böyle, zor günlerde böyle açlık, susuzluk, yorgunlukla im­tihan edildiğinde hemen yürüyor. Münafık orada kalıveriyor. Onun için Allah (c.c.) "bunlar imtihan edilirler" diyor. Günümüzde de insanların samimi olanla samimi olmayanı buralarda imtihan edebiliriz. Mücahidliği evde çay sohbetlerinde kimse elden bırakmaz. Gerçekten parasıyla ve canıyla hizmet edenler ise belli oluyor.[155]

 

127- Bir sure indirildiğinde birbirlerine bakarlar "sizi bir gören oldumu" derler ve sıvışırlar. Anlayışsız bir toplum olmaları sebebiy­le Allah onların kalblerini çevirmiştir.

Bir sure indiği zaman efendimiz mesela, Medine mescidinde veya evde veya sokakta veya herhangi bir topluluk yerlerinde genelde halka okur. "Şöyle bir sure, şöyle bir ayet nazil olmuştur" der. Oraya münafık­larda gelirler dinlerler. Çünkü müslümanlıklarını onaylatmaları gerekir devamlı. Efendimiz onları toplayıp o sureyi okuduğunda, münafıklar bir­birlerine bakarlar ve birbirlerine derler ki "müslümanl ardan sizi görenler oldu mu?" Oldu. Yani geldiğimizi onaylattık sonrada kaçarlar giderler diyor. Yani mescide gelmekle bunlarda müslümân, dedirttikten sonra gi­derler.

Hani devlet dairelerinde veya bazı toplantılarda veya işyerlerinde kapının önüne imza defteri bırakılır. Gelen geldiği saati, adını ve imzasını yazar vede geçer içeriye. Bazı uyanıklar imzasını attıktan sonra geri­sin geriye   çıkarlar giderler. Münafıklarda pey­gamber efendimizin meclisine geliyorlar, ayetleri şöyle dinliyor gibi ya­pıyorlar, "ya Rasulüllah bak biz buradayız" dedikten sonra pır gidiyorlar. Onu haber veriyor Rabbim. Peki bunları niye haber veriyor.

Günümüzde de kendisinin müslümanlığını onaylatmak için bir kısım insanlar, normal zamanda dinime düşmanca hareket ederlerken seçimler yaklaşınca Cuma namazlarını hiç küçük camide kılmazlar. Şöyle yüz ki­şilik, elli kişilik, ikiyüz kişilik camiler var İstanbul şehrinde hiç orada kılmazlar. Ya en büyük camide kılarlar. Niye? beş bin kişi görsün, on bin kişi görsün İstanbula gelirlerse Ya Süleymaniyede ya Sultan Ahmette kılarlar. Ankara'da Kocatepe Camiinde kılarlar. Yada evine yakın ve­ya partisine yakın camide kılıp işine devam ediyor. İşte Rabbimiz yalnız Mekke döneminin münafıklarını, Medine döneminin münafıklarını an­latmak için ayet indirmiyor. Her dönemin münafığının genel karakteri böyledir. Böylece anlayışsız toplum olmaları nedeniyle Allah'ta onların kalplerini çeviriyor. Ha Allah kafirin kalbini kendisi çevirmiyor. Kafir kendi kalbini kendisi çevirecek işler yapıyor.[156]

 

128- Muhakkak içinizden size öyle bir Rasul geldiki sizin sıkıntı­ya düşmeniz ona ağır gelir. Size düşkündür. Müzminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.[157]

 

129- Eğer yüz çevirirlerse "Allah bana yeter" de. Ondan başka ilah yoktur. Ona dayandım. O büyük arşın Rabbidir.

Sizin kendinizden size bir Rasul geldi. Yani insan cinsinden bir Ra­sul. Meleklerden değil insan cinsinden bir Rasul, "meleklerden bir pey­gamber gelmeli değilmi" diyor müşrikler. Yahu meleklerden bir pey­gamber gelseydi ve deseydi sakın ha kadınlarla haram yolda ilişkide bu­lunmayın. Meleğe biz derdik ki, "senin erkekliğin yok dişiliğin yok bu lafı sana söylemek kolay gelir." "Sakın ha içki içmeyin" derse yeme iç-

me kabiliyeti olmayan meleğe biz derdik ki sen tatmamışsın ki bunu, ya­ni içmesini bilmezsinki" sana demesi kolay ama "Bizim gibi bir insan peygamber olarak görevlendirildi" diyor. Yiyen, içen, evlenen, doğan vede Ölecek olan bir peygamber gönderildi diyor ve o nefis bakımından bizden çok kuvvetli iken diyor ki, "zina yapmayın Allah böyle buyuru­yor ve ben yapmıyorum." Bakın diyorki "içki içmeyin", diyor ki "faiz al­mayın" diyorki "rüşvet alıp vermeyin," diyorki, benim ağzım var, be­nimki de tad alır ama ben bunları yapmıyorum. Sizde bana uyun diyor.

Neslimizden gelmesi, yani insanın cinsinden gelmesi bizim için bir nimet. "Sizin Allah'tan yüz çevirmeniz ona zor geliyor", yani ağır geli­yor diyor. Bizim isyanımız Peygamber efendimize ağır geliyor. O, bize bizden fazla üzülüyor. Günahımızdan veya mazallah küfrümüzden dola­yı niye üzülüyor? "O sizin üzerinize çok hırslıdır, düşkündür. Hani anne ve babanın evladına olan koruma hırsından ve düşkünlüğünden Allah ra-sulünün ümmetine olan hırsı daha fazladır. O mü'minlere gayet şefkatli ve de merhametlidir. Burada "Rauf" Allah'ın isimlerindendir ama bu is­mi Allah (ç.c.) peygamber efendimize vermiş. "Rahiym" ismi Allah (c.c.)'ın isimlerindendir. Ama bu ismi peygamber efendimize vermiştir. Onun için "Rahiym" isimli insan olurmu olur. Ama bazen rahim var hani bazen Abdurrahim derler bazende Rahiym derler. Rahiymde denebilir mi? Denebilir.

Bu ayet onun delilidir. Çünkü peygamber efendimize denmiştir, diye delil getirilmiştir . Sen bu kadar onların üzerinde hırslı olmana rağmen, dikkatli olmana rağmen, merhametli olmana rağmen, eğer onlar senden yüz çevirirlerse; "Üzülme yine bütün dünya yüz çevirse, deki bana Allah yeter". Yani dünyada tek mü'minsiz kalsanız bütün dünya insanı mazal­lah Amerikanın köpeği olsa siz yine korkmayacak ve diyeceksniz ki "Al­lah bana yeter". Hatta bu ayet-i kerimenin tefsirinde şu haber bize nakle­diliyor. İbrahim (a.s.) ateşe atılmış mancunukla havada giderken Cebrail (a.s.) yetişiyor ve diyorki. Dile benden ne dilersen o da demişki "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir" demiş. Yani sana, benim ihtiyacım yok beni yaratan O, beni peygamber olarak gönderen O, öyle ise ben ondan yardım talebinde bulunurum demiş. Rabbimde onun ateşini gülistana çe­virmiştir. O'ndan başka ilah yok, O'ndan başka yaşatan, yaratan, yöneten yok, öyle ise o sana yeter. Ben ona güvendim dayandım. "O büyük arşın sahibidir. Rabbidir" de diyor Allah (c.c.) Tevbe suresi böylelikle bitmiş oldu.[158]



[1] Bak Siretü İbni Hişam 4/157,Deailnnübüvve Beyhöki 5/293

[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/309-310.

[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310.

[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310-311.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/311-312.

[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/312-313.

[7] Baka­ra 156

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/313-314.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/315.

[10] Buhari Kîcara 14 ,Tirmizi K.Ahkam 17

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/316-317.

[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/317-318.

[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.

[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.

[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318-319.

[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/319.

[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/320-321.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321.

[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321-322.

[20] Buharı K. E'deb 37, Müslim K.Birr 66

[21] Ankebut 2

[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/322-323.

[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/323-324.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/324-325.

  Ahmet b. Hanbel, Müsned 512 33,243

[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/325-327.

[26] Al'i îmran 185

[27] Bakara 24

[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/327-328.

[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/328.

[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.

[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.

[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/330-331.

[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331.

[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331-332.

[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332.

[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332-334.

[37] Sünen-ü Beyheki 91335,202

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/334-337.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/337.

[40] Tirmizi,Ebvabü tefsi­ri! Kur'an Hadis No:3094

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/338-339.

[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/339-340.

[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.

[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.

[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341.

[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341-342.

[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342.

[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342-343.

[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343.

[50] Bak: Beyheki. Delailünnübüv e 2/482, İbni Sa'd, Tabakat 5/229

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343-344.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.

[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.

[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344-345.

[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.

[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.

[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.

[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345-346.

[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346.

[60] Ahmet b. Hanbel Müsned 3/82,266

[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346-347.

[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/347-348.

[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348.

[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348-350.

[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350.

[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350-352.

[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.

[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.

[69] A'raf 82

[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352-353.

[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/353.

[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354.

[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354-357.

[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357.

[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357-358.

[76] Tevbe 56

[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/358-359.

[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.

[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.

[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359-360.

[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360.

[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360-362.

[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/362-363.

[84] Kasas 68

[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/363-364.

[86] Müslim, İman 78, Tirmizi ,Fiten U.

[87] Ankebut 45

[88] Hud 87

[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/364-366.

[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/366-367.

  Bak:Tirmizi, Cennet, bab 12, hadis no:2584

[91] Ali Imran 159

[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/367-369.

[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/369-370.

[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/370-371.

[95] Beyheki, Delail 51289

[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/371-372.

[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.

[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.

[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372-373.

[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/373-374.

[101] Tirmizi, Cehennem 7, Muvatta,Cehen­nem 1,Müsnedi Ahmeî,2/313,467

[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/374-376.

[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/376-377.

[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/377-378.

[105] Müslim,Cenaiz 106, Mııvatta Dahaya 8

[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/378-380.

[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/380-381.

[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381.

[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381-382.

[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382.

[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382-383.

[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383.

[113] MüsIim,Imara 159,Müsnedi Ahmet 31183

[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383-384.

[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/384-385.

[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385.

[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385-386.

[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386.

[119] Bakara 120

[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386-388.

[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/388-389.

[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389.

[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389-391.

[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/391-394.

[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/394-395.

[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/395-396.

[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396.

[128] insan süresi ayet 9

[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396-397.

[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/397-398.

[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398.

[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398-400.

[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/401-402.

[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402.

[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402-403.

[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/403-405.

[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/405-409.

[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409.

[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409-410.

[140] İsra 15

[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/410-411.

[142] Maide 45

[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/411-412.

[144] Buhari, Enbiya 48

[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/412-413.

[146] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/413-414.

[147] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/414-416.

[148] Buhari, îman 8 Müslim, İman 69

[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/416-417.

[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/417-418.

[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/418-419.

[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/419-420.

[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/420-421.

[154] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421.

[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421-422.

[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/422-423.

[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423.

[158] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423-424.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa
Ana Sayfa Dön ///