Medine'de Nazil
Olmuştur Yüzyirmîdokuz Ayettir.
Bu sürenin isimi Tevbe
süresidir. Kafirlere birkaç kerre "Fe inta-bü"diye başlayan adetlerde
kafirlere af i'lanı vardır. Ayrıca 104 ncü ayette Allah bütün kullarının
tevbesini kabul edeceğini bildirir. Onun için "Tevbe" süresi
demiştir.Bu sürenin bir üsmme "Berae" süresidir,
Berae, Türkçe û'e
haini ben ondan beriyim. Yani ondan biraz uzaklaşmak manasına geliyor..
B^rigel, yani o adamdan uzaklaş manasına geliyor. Uzak durmak. Yanı' offunla
olan ilişkiyi kesmek manasınadır. Meallerde ise bir kısmında Be.tatür diye
arapçasıyla yazılmış.Bir kısmında ise "Ültimatom" diye tercüme1-
edilmiştir. Fakat burada konu şu: Peygamber efendimiz (s.a.v.) Medine de
devletini kurduktan ve güçlendikten sonra ve Mekke'yi de feth ettikten sonra
Tebük seferim de yapıp, Bizanslılarada, müslümanlann gücü gösterildikten sonra
Hicretin dokuzuncu yılında Peygamber (s.a.v.) efendimizin bizzat kendisi hacca
gitmemiş yerine vekaleten Hac emirliğini yapmak Çizere Hz. Ebu Bekir (r.a.)
tayin etmiş ve göndermiş. O gittikten sonra Bu erae suresi nazil olmuş. Bunun
üzerine peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırmış. Bu sureyi kendisine okumuş ve
hemen hacca hazırlanıp gitmesini ve orada bütün insanlara bu sureyi okumasını
istemiştir. Hz. Ali de pey;gamher efendimizin Kasva adlı devesine binerek Hz.
Ebu Bekirin yanına varıyor. "Ben geldim Allah Ra-sulü gönderdi"
diyor. Hz. Ebu Bekir de sormuş. "Emir olarak mı geldin. Memur olarak mı
geldin? Hz. Ali: "meı"nur olarak geldim" demiş Yani emir sensin.
Ancak Allah'ın rasulü bu suniyi okumamı istedi demiş. Hz. Ebu Bekir'in
rivayetinde Hz. Ali (r.a.) Hicretin 9. yılı zilhicce ayının 10. günü, yani
Kurban Bayramı günü Arafatta sonra Mina da daha sonra Mekkede bütün insanlara
bu ültimatomu okuyor.[1]
5/ insanlar, iyi
dinleyin ve iyi duyunki Allah bize şunları bildirmekledir. Kafir katiyyen
cennete gidemeyecektir. Bu günden sonra müşrik feabeye gidemeyecektir. Çıplak
olarak Kabei muazzama tavaf edilmeyecektir. O güne kadar müşrikler çıplak
olarak tavaf ediyorlarmış. Eskiden beri tavaf geleneği var onların ama
dünyalık hiçbir şey bulunmasın üzerinizde diyorlar. Yaili biz Rabbimizdeh
geldiğimiz gibi Rabbimizih önüne varırız Kabenin Önünde demişler. Hatta
yüksüklerini o zaman toT puklarına takarlarmış hamallarını, kollarındaki
bileziklerini dahi çıkarırlar, ve öylece tavaf ederlermiş. O gün Hz. Ali
"Bu günden itibaren Kabe-j de çıplak olarakta tavaf edilmeyecek. Üçüncü
madde bu. Dördüncü madde olarakta bugüne kadar Peygamber (s.a.v.) efendimizle
anlaşma yapanların anlaşması müddetine kadar devam edecektir. Ama anlaşma
yapmayanlar ise dört ay kendilerine mühlet verilmiştir. Bu dört ay içerisinde yâ
gelecekler Allah'ın rasulüyle yeni anlaşmalara girecekler veya çekip gidecekler.
Veya İslama
girecekler. Bu bir yerde bu surenin özeti gibidir. Bu Hz. Ali'nin orda ilan
ettiği 1. ayet-i kerimeden başlıyoruz.[2]
1-Kendileriyle
andlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve Rasu-lünden bir ültimatomdur.[3]
2-Yeryüzünde
dört ay daha doUşuıız iyi bilinki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız ve Allah
kafirleri rifcvay edecektir.
Dört ay yeryüzünde
dolaşın yıni dört aylık müddetiniz var, iyi bilinki siz Allah'ı aciz bırakamazsın^.
Yani Rasulüne galip gelemeyeceksiniz, müslümanları mağlup edemeyeceksiniz. Bu
dini yeryüzünde yok edemeyeceksiniz, bunu iyi bilin Ve mutlaka Allah kafirleri
rüsvay edicidir diyor Allah (c.c). Bu haca ekber gününde Allah ve Rasulünden
insanlara duyurudur Yani Allat ve Rasulü müşriklerin dostu ve yardımcısı
değildir, bunu da ilan ediyo Allah (c.c). Şimdi burada alakaları kesilmiş
oluyor. Yani ey müşrikler puta tapanlar Yahudiler, Hristiyanlar, şimdi
burada şunu da
söyliyelim. Bu müşrik kelimesinin içerisine Yahudi ve Hristiyanlarda
giriyorlar. Bunu nerden anlıyoruz. Bu ayet-i kerimeler nazil olduktan sonra
Yahudi ve hristiyanlarında Mekke-i mükerremeye sokulmaları yasaklanmıştır.
Yani "müşrikler pistirler ve o mescidi harama yaklaşmasınlar" ayet-i
kerimesi Hristiyan ve yahudileri içine almış. Peygamberimiz bunu yorumlarken
onlarıda içine almış, demek ki müşrik kelimesi onlarada kullanılabiliyor.[4]
3- Allah ve
Rasulünün, müşriklerden uzak olduğu haccı ekber günü insanlara bir duyurudur.
Eğer pişman olursanız bu sizin için daha hayırlıdır. Eğer yüz çevirirseniz iyi
bilinki siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Kafirleri acıklı azapla müjdele.
Ekber kelimesi bizim
insanımız tarafından şöyle bilinir. Bu sene haccı ekbermiş derler. Arafa günü
aynı zamanda cumaya rastlarsa haccı ekber denir. Ama Kur'an-1 Kerimdeki Haccı
ekberden kasıt, eskiden beri umreye haccı asgar derlerdi. Yani küçük hac
derlermiş. Gerçek hacca da Haccı ekber derlermiş, onun için Haccı ekber
ifadesinin sebebi hac olduğunu, umre olmadığını açıklamak içindir. Allah ve
Rasulünden bu haccı ekberde insanlara bir duyurudur. O da Allah ve Rasulü
müşriklerden beridir. Yani onlarla dost değildirler. Onların yardımcısı da
değildir. Peki onlarla olan ilişki kesilirse ne olur.
Hani günümüzde de kitap
yazılmış "El Velau vel Beraü" diye değerli bir ilim adamı yazmış
Türkçeye de tercüme edilmiş dost ve düşmanlar Allah'ın dostları ve Allah'ın
düşmanları mü'minin dostu ve müminin düşmanları anlamına gelebilecek, Yani
kimleri dost edineceğiz kimleri düş-man edineceğiz ayet ve hadislerden
çıkartarak bu verilmiş Yani o "El Velau vel Beraü" kelimeleri de
zaten Kur'an-ı Kerimden alınmış kelimelerdir. Eğer tevbe edecek olursanız,
pişman olursanız o sizin için daha hayırlıdır. Yani tevbe sizin için
hayırlıdır. Eğer yüz çevirirde isyanınıza, küfrünüze ve şirkinize devam
ederseniz iyi bilinki (ve yine cümle geldi yukarda da buradada iyi bilinki) siz
Allah'ı aciz bırakamazsınız. Yani Allah'ın rasulüne galip gelemezsiniz.
Müslümanları mağlup edemezsiniz. Ve bu dini de yok edemezsiniz. Bunu iyice
aklınıza sokun. Kafirlere acıklı azabı müjdele diyor Allah (c.c.) Hani müjdele
kelimesini kullanmış. Aslında müjdelemek bizde Türkçede de kullanırız.
Müjdelemek iyi olayları haber vermek yani oğlu askerden gelenin annesine babasına
koşarak gelirler "oğlun askerden geliyor" diye müjdelerler. Veya şu
beklemekte olduğun güzel şey efendim o oldu diye haber veriliyor. Müjde iyi
şeylerde iyi haberlerdedir. Burada iyi değil halbuki. Cehennemin azabını onlara
müjdele ama bizim türkçedeki cümle kuruşumuz böyle. Arapça da ise "müjdele
onlara" diyor. Kafir tam sevinecek ne gelecek acaba diye, acıklı azabı
müjdele onlara, yani azabın şiddetini vurgulamak için müjdele kelimesini
kullanmış Allah (c.c). Peki bu dört aylık mühlet tanıma, hepsi için geçerli
mi? müttaklieri sever.[5]
4- Ancak
kendileriyle anlaşma yaptıklarınız müstesna hani bir devletle veya bir
kabileyle bir anlaşma yapmışsınız diyelim ki on seneliğine saldırmazlık paktı
imzalanmış. Karşı tarafta şartlara riayet ediyor. Onu şöyle ifade ediyor. O
anlaşmalar üzerinde hiçbir noksanlık yapmıyorlarsa, yani anlaşmadaki şartlara
riayet ediyorlarsa. Sizin karşınızdaki bir başka adama da yardım etmiyorlarsa,
müslümanlara sözlerinde durma mecburiyeti vardır. Rabbim buna dikkat çekiyor,
anlaşma yaptıklarınızla olan anlaşmaya dikkat ediniz ve riayet ediniz. Onlar
bozmadıkları müddetçe veya onlar senin zararına aleyhine harbe kalkmış birine
yardım etmediği müddetçe anlaşmayı bozmayın. Hani peygamber efendimiz
Medine'nin çevresindeki Yahudilerle anlaşma yapmış, saldırmazlık paktı
imzalamışlar ama, Mekkeli müşrikler peygamber efendimizi ve müslümanları boğmak,
topyekün müslümanları öldürmek üzere Medine'nin kenarına geldiklerinde bu
sefer onlar Mekkeli müşriklere yardım etmişlerdir. Bu doğrudan peygamber
efendimize saldırı olmasa bile dolaylı olarak saldırı demektir. Burada da
Rabbim buna dikkat çekiyor. Sizin zararınıza olacak şekilde bir başkasına da
yardım etmemişlerse, o zaman onların anlaşmasını müddeti sona erinceye kadar
tamamlayın. Allah sakınanları, münv.ki olanları sever buvunır Rabbim.
Bu dört aylık müddet de
müslümanların kafirlere saldırması haram kılınmıştır. Yani mühlet veriyor
peygamber efendimize Allah (c.c.) onlara mühlet ver dört ay düşünsünler
taşınsınlar. Akdini bozanlar yani anlaşmasını bozanlar anlaşmayı tamamlamak
için gelsinler. Anlaşması olmayanlar anlaşma yapmaya gelsinler, iman etmek
isteyenler, iman etsinler. Bu dört aylık zaman içerisinde bir fırsat tanınıyor
onlara. Ne yapacakları konusunda karar vermeleri için bir zamandır bu. Adam
anlaşmaya yanaşmayabilir. Müslümanda olmam diyebilir. Hasmane münasebetini
devam ettireceğim deme hakkı da var. Kafirin o zaman da çekip gitme hakkı var.
Çünkü o dört ayın bitiminde onlar cezalandırılacak. Kimler? Anlaşmaya
yaklaşmayanlar, sulh anlaşması yapmayanlar, müslüman olmayanlar. Nedeni ise
devletin içerisinde dinime düşman adam barındırılmaz, islam devletinde gayri
müslimler yaşar. Mesela Yahudiler ve Hris-tiyanlar 600 senelik Osmanlı tarihi
içerisinde bu İstanbul şehrinde ve Osmanlının hakim olduğu yerlerde
yaşamışlar. Ancak bir anlaşma karşılıklı bir zimmet anlaşması var. Yani
zimmilik hakları vardır onların. Onlar kendi görevlerini yerine getirecekler.
Devlette onlara karşı olan sorumluluğunu yerine getiriyor bu bir karşılıklı
anlaşmadır.[6]
5- Haram
aylar çıkınca, müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, hapsedin
ve her gözetleme yerlerine onlar için oturun. Eğer tevbe ederler, namazlarını
kılarlar ve zekatı verirlerse yollarını serbest bırakın. Şüphesiz Allah
Gafurdur, Rahimdir.
Bu tür anlaşmaya
yanaşmayanlara gelince o dört ay da geçince dine hasmane münasebetlerini devam
ettirenleri, o zaman o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayınız
evlerinde veya kalelerinde veya kabilelerinde. Etraflarım bir sur ile
çevirmişlerse onları muhasara altına alın. Onların geçit yerleri nereler ise
oraları tutun. Bir müddet önceydi, yazarın biri bu ayeti kerimeyi aldı bir
dergide yayınladı. "Efendim Kur'an-ı Kerim merhamet peygamberinin, efendim
rahmet dolu kitabıy-mış filan diyorlar sakın inanmayın. Kur'an-ı Kerimde
(burayı da verdi Tevbe suresinin 5.ayeti kerimesinde) kafirleri nerede
bulursanız Öldürün diyor" Yukarıyı okumuyor. Yukarda anlaşma yapanlar
müstesna anlaşma yapanların anlaşma müddetine kadar onlara fırsat tanıyın.
Yeni an-
laşmalar için haklar
tanıyın deniliyor. Oraları görmüyor adam.
Halbuki ayet-i kerime
bütün yollar kapanmış adam İslami bir devlette yaşıyor. Müslüman ol olmuyor.
Zorlayamayız. Yani müslüman olmuyor zorlayamayiz. İsteriz cam gönülden arzu
ederiz. Müslüman olmasını ama müslüman olmuyor adam o zamanda bağrına silahı
dayayıp "müslüman ol" diyemeyiz. Çünkü daha önce geçti dinde zorlama
yoktur.[7]
"Ben senin vatandaşın olarak kalacağım. Ve üzerime düşen sorumlulukları
yerine getireceğim" dese tamam. Aksi durumda işte o zaman Allah (c.c.)
bunlar dine karşı harp etmiş demektir. Ve bu adamları nerde bulursanız öldürün
diyor.
Peki adamı tam
kaldırdınız tabancanın tetiğini çekeceğin anda keli-me-i şehadeti getiriveriyor
adam. Rabbim, namazını dosdoğru kılarsa zekatını da verirse o zaman onun
yolunu serbest bırakın diyor. Yani müslüman olmuştur. O kardeşimiz olmuştur.
Hani çocukluğumda duymuştum, köyümüze gelen hoca efendi anlatmıştı. Hz. Ali
(r.a.) kaldırdı kılıcı adamı tam vuracak, adam Lailahe illallah dedi. Hz.
Ali'de bıraktı kesmeyi. Olay doğru hocamız doğru söylemişte, benim o zaman
çocuk aklım şöyle demişti. O zaman harp olmazki. Lailahe illallah dese
kurtulacak. Bu sefer arkadan vuracak. Yani müslümanın aldanmaması gerekir bunun
bir çıkış yolu olmaması lazım demiştim kendi kendime. Ama islam öyle değil
işte. Müslümanlar derhal onu kendi saflarına alıyorlar, duruma göre ya harp
ettiriyorlar karşı tarafa veya geride elinde silahı olmadan hizmet
gördürülüyor. Yani düşman safında kalmasına müsaade edilmiyor. Zaten Lailahe
illallah Muhammedün rasullüllah diyen adam beri tarafa gelecektir. Eğer iyi
güven sağlanmışsa harp ettirilir ihtiyaç vardır. Yoksa geri tarafta hizmet
veriliyor. Rabbimde zaten bunu teyid ediyor. Eğer tevbe ederlerse yeterli
değil, namazı da dosdoğru kılarlarsa o da yeterli değil. Zekatlarımda
verirlerse diyor Allah (c.c). O zaman onları serbest bırakıverin. Allah
affedicidir merhamet edicidir.
Hani o zaman Allah
affetse bile ben af edemem diyen olabilir. Yahu Allah'ın merhametinin yanında
senin merhametin ne olur ki be birader. Peygamber efendimiz rivayet ettiği bir
hadisi şerifte "Allah merhameti, rahmeti yüz parçaya ayırdı. Birisini
yeryüzündeki yaratılmışlara verdi diyor. Geri kalan doksan dokuzu ile kıyamette
mü'minlere merhamet edecektir" buyuruyor. (Buhhari K.Edeb 19Müslim K.Tevbe
17) Yani yeryüzündeki bütün insanların ve canlıların merhameti o yüz parçadan
bir parçaya ancak denk düşüyor. Onun için Allah'ın (c.c.) Gafurur Ra-hiym
olduğunu hiç unutmayacağız. Ama buda tenbelliğe sevk etmiyecek bizi.[8]
6- Eğer
müşriklerden biri senden yanma gelmek isterse onu yanına alki Allah'ın sözünü
işitsin. Sonra onu güven içinde olduğu yere ulaştır. Bu onların bilgisiz bir
toplum olmalarındandır.
Eğer müşriklerden herhangi
birisi senden komşuluk talebinde bulunursa "İsticar" kelime olarak
komşuluk talebinde bulunmak. "Ya rasulel-lah bende müslüman olayım, Veya
yakınında olayım affet beni" derse onun komşuluk hakkını ver onu affet.
Allah kelamını işitebilsin o da. Yani bir insan müslümanlara yakın olmayı
istiyorsa ona o yakınlık hakkını verin ki müslümanın yanında yakınında olursa
bir insan ne işitecektir? Allah'ın kelamını işitecektir. Doğruluk işitecektir
o adama bu fırsatı verin sonra onu güvenli olduğuna inandığı yere kadar
ulaştır. İşte bu onların bilmez bir kavim olmalarındandır diyor Allah (c.c).
Yani işi bilmemelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçeği hakikati
bilmemelerindendir.
Günümüzde dükkan
komşularınız olabilir. Hani ermeni olabilir, mm olabilir, yahudi olabilir. Ev
komşularınız olanlar var dükkan komşularınız olanlar var. Bu ayetin ruhuna
uygun olarak adamlar bir gün kıyamette, "Ya rabbi ben bununla otuz sene
komşuluk yaptım da bana Allah'ın kelamından tek söz söylemedi" derse,
biraz hesaba çekilirsiniz onu söyleyeyim. Yani İslami gerçekleri seninle
konuşmam. Benimle havadan sudan konuşurdun. Benim gönlümü kırmamak için
yapardın diyebilir, gönlünü kırmamışsın ama bütün vücudunu kırmışsın. Cehenneme
gönderilmesine engel olanlardan biri olabilirsin. Belkide senin tebliğin ona
ulaşıp fayda verebilir, vermemiş olsa bile biz sorumluluktan kurtulmuş oluruz.
Onun için komşularımızla gayri müşlim bile ilgilenelim.Hepimiz günahkarız hani
günahı açıktan yapanlar vardır, birde gizliden yapanlar var. Milletin gözündekiler
genelde açıktan yapanlardır. Hani şairin biri öyle demiş Farsça şiirinde.
"Eğer her haram şey şarap gibi insanı sarhoş etmiş olsaydı insanlar
caddelerde sallanarak giderdi." Herkes sarhoş olurdu, onun için
çevremizdeki insanlar mümkün mertebe bizim bildiğimizden faydalanmalıdırlar ve
ağzımızdan da Allah kelamı çıkmalıdır genelde, yani akşama kadar bin kelime
konuşmuşsaniz bu bin kelimenin içerisinden 501'i İslama yönelik olmalıdır hiç
değilse diyorum yani. 501 derken hiç değilse yani yüzde elli biri olsun hiç
değilse diyorum.[9]
7- Mescidi
haramda andlaşma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Rasuiü katında
nasıl andlaşması olur? Onlar sizlere doğru davrandıkça sizde onlara dürüst
davranın. Çünkü Allah müt-takileri sever.
Bu ayet İslami bir
devletin devletler arası anlaşmaları düzenleyen ayeti kerimeler ama siz bunu
ferdi olarakta alın, her türlü tapu noter karşılıklı senet veya sözlü
anlaşmalarınızda anlaşma şartlarına riayet edin. Hani bazı arkadaşlar hakem
olmam için gelirler. Bundan beş sene evvel, üç sene evvel veya bir sene evvel
iki arkadaş bir araya gelmişler. Para birinden çalıştırma birinden, birinin
parası var o işi yapacak kabiliyeti yok, birinin kabiliyeti var o işi yapacak
parası yok. Ortak olmuşlar. İşte yüzde elli senin, yüzde elli benim. Veya yüzde
otuz senin, yüzde yetmiş benim gibi neyse anlaşmaları. İş iyi gidivermiş bol
para kazanmaya başlamışlar. Şimdi diyorki parası olan, hocam benim param
olmasaydı bu bir şey yapacak değildi, yani ben hisseyi arttıracağım diyor. Yani
yüzde elli değilde yüzde altmış benim paramla kazandı. Öbür taraftaki diyor ki,
hocam benim aklım olmasa bilgim olmasa bunun parası ne olacaktı. Bankada
bekleyecekti diyor. İkisi de haklı olabilir ama hak ilk yapılan anlaşmadadır,
ona riayet edilmelidir. Efendimiz (s.a.v.) buyurur. "Müslümanlar ilk anda
koydukları şartlara rivayet etmelidirler."[10]
sonradan birinin lehine, birinin aleyhine gelişmiş olabilir. Fertleri
anlaşmalarına güzel riayet etmiş olsalar onların devleti de zaten anlaşmalara
riayet eder. Fakat burada hemen hatıra şu gelmesin bugün birleşmiş milletler
kararnamesine bizde imza attık. Bizde aynı şeyi yapmamız gerekir. Bu hatıra
gelmesin. Birleşmiş milletlerde beş tane, belalı beşler vardır. Bu benim
koyduğum isimdir. Yani resmi hukuki ismi, "daimi üye" beş tane.
Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin. bunlar daimi üyedir. Yüzelli tane
devlet İsraili kınayalım diye karar alsalar bu beşinden bir tanesi kınamayalım
dese kınanmaz. Bu beşinin ittifakı lazım, bir olayda karar alınması için ittifak
etmesi lazım. Diğerlerinin şöyle almış, böyle almış hiç ilgilendirmiyor. Yani
gelmesenizde olur, biz anlaşabilirsek size bildiririz deselerde olur.
Beşinin ittifak
ettiğine diğerleri de zaten uyuyorlar. Genellikle boyra da "onlar dosdoğru
oldukları müddetçe olun Allah müttekileri sever. Yani müttekmın de tarifi
istiyor. Böylelikle mtttteki insan ne demek, filan adam çok yapılmış olur,
görmeyeyim diye. O neki insan sayimaz. Peygamber efendimiz (s.a.v.) en mütteki
adam muttekımsa,, sayıim batar harp ferine bakard,, ordular düzenlerdi. Ordunun
bizzat en önde kılıç kuşanırdı, harp ederdi. Mütteki insanın tarifi Burada bir
kaç yerde geçmişti. Bakara suresınınılk beş ayetin- teki kısanın tarifi"
beş tane vasfı sayılıyordu orada bu vasıf devam vasrflan arasında ki, bin de
dost doğru olmaktır Yanı sözünün eri olmaktır diyelim, burada sözünün en olmak
anlaşmalar sözleşmelerdir yada sözünü yerine getirmektir.[11]
8- Nasıl
olabilir? Eğer onlar size galip gelseler sîzin hakkınızda yakınlıkda
gözetmezlerdi, and lasın ayıda gözetmezlerdi. Kaİbleri kaçınırken ağızlarıyla
sizi memnun etmeye çalışırlar. Onların çoğu fasıktır.
Yani daha önce zimmet
anlaşması karşılıklı bir anlaşma var ortada, ama riayet etmiyor. Akrabalık
bağlarımız var. Mesela müşriklerden birisi müslüman olmamış, oğlu müslüman
olmuş, adam oğlunu öldürmek için geliyor. Bedir harbinde olduğu gibi.
Çünkü gençler daha
çabuk müslüman olmuşlar. Mekke de babaları biraz diretmişler. Hz. Ebubekir
müslüman oluyor, babası müslüman olmuyor daha sonra olmuş ayrı. Hz. Ömer
müslüman oluyor, babası müslüman olmuyor yani gençler daha çok müslüman
olmuşlar, babalan müslüman olmamış ve bunlar amcaya, dayıya, teyzeye karşı
Bedir harbinde karşı karşıya gelmişler ve akrabalık bağlarımda gözetmiyor bu
kafirler.
Gelirler senin yanma
dil dökerler dilleriyle seni hoşnut ederler ama kalpleri söylediklerinden
uzaktır. Yani kalplerinde tuttukları, dilleriyle söylediklerinin aynı değildir.
Onların çoğu fasıktır diyor Allah (c.c.) ve Onları yine tanıtıyor. Peki niye
gavur oluyor bu adamlar. Çünkü pey;amberin mesajına kulak vermiyorlar. Allah'a,
peygambere iman etmiyorlar.[12]
9- Allah'ın
ayetlerini az bir paraya sattılarda Allah'ın yolundan alıkoydular. Gerçekten
onların yaptıkları ne kötü şeylerdir.
Onlar az para
karşılığında Allah'ın ayetlerini satıyorlar ve insanları Allah'ın yolundan
alıkoyuyorlar. Yani deniliyorki biz Allah'a, peygambere, ahirete iman edersek,
bugüne kadar bizim sistemimiz faiz üzerine kurulmuş. Bizim sistemimiz fuhuş
üzerine kurulmuş. Bizim sistemimi-miz şarap üzerine içki üzerine kurulmuş ve
bizim vücudumuz alışmış biz bunlara nasıl alışalım diyorlar. Bu durumda Allah
(c.c.) onlara dünyevi geçici zevkleri uğruna Allah'ın ayetlerini sattılar
diyor. Onlar ne kötü yapıyorlar. Yaptıkları ne kadar da kötü diyor Allah (c.c.).[13]
10- Onlar
mü'min hakkında yakınhğıda andlaşmayıda gözetmezler. İşte asıl saldırgan
onlardır.
Bu haddi aşanlar
akrabalık bağı, gözetmiyenler anlaşmalara riayet etmiyenler, karşılığında
Allah'ın ayetlerini satanlar dilleriyle insanları hoşnut edipte gönülleriyle
düşmanlık besleyenler onlardır.[14]
11- Eğer
pişman olurlar, namazı kılarlar ve zekatı verirlerse, dinde kardeşinizdirler.
Bilen bir kavm için ayetleri açıklıyoruz.
Yani babanızı öldürmüş
adam hani Peygamber efendimizin amcası Hz. Hamzayı (r.a.) öldürmüş. Öldürende
öldürtende bir gün geliyor keli-me-i şehadet getiriyor. Müslüman oluyor,
dosdoğru namazı kılıyor, zekatını veriyor, tevbe ediyor ve Rabbim diyor, işte
o takdirde onlar sizin
Bir tanesi babasını
tanıtıyor. Dine inanmayanlardan biri, yaşıyor hala. Babasını anlatıyor
şiirinde." Dosttu ellerimiz, düşmandı gönülleri-miz."Babam hafız bir
insandı, ama benim gavur olmama o kadar üzüldü diyor ve onuda anlatıyor. Dosttu
ellerimiz taki bu geldiğinde hoş geldin diyormuşta ondan sonra yüzüne pek bakmıyormuş,
düşmandı gönüllerimiz der. Şimdi bu insanların ağızlan dost olur ağızlarıyla
sizi hoşnut ederler, hoşunuza gidecek sözler söylerler ama yürekleriyle size
düşmanlık beslerler ve elleriyle dilleriyle söylediklerinin zıddını emr eder
gönülleri o adamların. Ama bu adamlar müslüman olurlarsa namazlarını kılarlar
ve de zekatlarını verirlerse o zaman onlar bizim din kardeşimiz oluverirler.
Buradan şunu anlıyoruz
biz dinimizdeki düşmanlık adamın içindeki küfre yöneliktir. Çünkü kafirlik
bütün pisliğin kaynağıdır ana merkezidir. Peki o adam ondan temizleniverecek
olursa o zaman o adam bizim can kardeşimiz kan kardeşimizden ilerde din
kardeşimiz oluverir. Bazılarına günümüzde düşmanlık yapmaları başka
sebeplerden oluyor. Hani bu güne kadar koministim diyenler kapitalistin
parasına düşmanlık yapıyor Sende niye olsun, bende olsun diyor. Peki alsakta bu
arkadaşa versek bunu fakir bıraksak bu sefer o da bankaya koyuyor o kominist
oluyor buda kapitalist oluyor anarşi böyle devam ediyor. Eğer düşmanlık hasmane
münasebetler dünyevi çıkarlar nedeniyle olacak olursa bunun önünü alması
mümkün değil aman insanları kötülüğe sevk eden bir hastalık var adamda, hani
doktor hastasının hastalığına düşmandır. O hastalığı nasıl olurda bundan
uzaklaşürayım diye uğraşır. Müslümanda imansızın yüreğindeki imansızlık
hastalığına düşmandır. Eğer onu ahverecek olursa o adam derhal onun din kardeşi
oluverecekür.[15]
12- Eğer
andlaşmalarından sonra yeminlerinden dönerler ve dininize dil uzatırlarsa,
küfrün önderleriyle savaşın. Çünkü onların yeminleri yoktur. Belki vaz
geçerler.
Burada dikkatimizi
şuna çekiyor: Kafir bir milletin halkından daha ziyade o milleti kötü yola sevk
eden önderleriyle harp edin diyor.Taş atana kızmayın, taş attırana kızın.
Kuklaya ateş etmeyin, kuklayı oynatana ateş edin.[16]
13-
Yeminlerini bozan, peygamberi sürgün etmeye çalışan toplumla savaşmazmısımz ki
size karşı önce onlar başlamışlardı. Yoksa onlardan korkuyormusunuz? Eğer iman
ediyorsanız kendisinden korkmanıza en layık olan Âllah'dır.
Küfrün önderleriyle
harp ediniz diyor. Hani scud füzelerini yapan yahudiymiş. Scud füzeleri İsraüin
üzerine atılmaya başlayınca adam fer-yad ediyormuş "vay babamı öldüren
füzeleri ben yaptım" diye. Adamın yaptığı füze bugüne kadar kaç insan
öldürdü bilmiyoruz. Bu körfez harbi nedeniylede öldürmeye devam ediyor. Bundan
sonrada hani diğer milletlerin kendi aralarındaki harplerinde devam edecek. Bu
işe karar veren kişiler binlerce adamın öldürülmesini sağlamış oluyor. Onun
için daha ziyade alet olan insanlara yönelik değil, o ortamı oluşturan
önderlere yöneliktir.
Yani Ebu Cehil'in
kendisine, Ebu Süfyaıı'a, Ebu Leheb'e yönelik hareket edilmesini istiyor.
Yoksa Ebu Cehil emrinde elli tane, yüz tane silahlı adam var. Ama emri Ebu
Cehil veriyor. Onun emrindekilerle uğraşmamayı, asıl bu kişiyi yönlendiren
adamla harp edilmesi gerektiğine dikkatimizi çekiyor. Yani maşayla değil
maşayı tutan adamla uğraşacak. Yani Hacivatla Karagözü oynatan adam vardır.
Kuklacı, kuklada hacivat hep tokat atıyor ve sizde yeter be deyip tabancayı
çekip Hacivata kurşun siksanız, hacivatı dejiş deşik yapsanız o yine yapacak
çünkü yukarda ipini çeken adam var. Ayet-i kerimede de küflün önderleriyle
yani ipi çeken adama ateş edin diyor.
Ne oluyor yeminlerini
bozan topluma karşı niye harp etmiyorsunuz. Peygamberi Mekke'den çıkarmaya azm
eden karar veren bu adamlarla niye harp etmiyorsunuz. İlk defa harbe onlar
başladığı halde niye harp etmiyorsunuz..? Tabii tereddüt edenler olmuşta ondan.
Yani peygamber efendimizle (s.a.v.) beraber katılalımmı katılmayalım mı. Yahu
karşımızdaki işte her ne kadar olsa da analarımız, babalarımız, dayılarımız,
yengelerimiz filan diyenler var. Rabbinı diyor ki, nasıl olur. Bu adamlar
anlaşmaları bozdular. Peygamberi yerinden yurdundan sürdüler çıkardılar.
Harbide ilk defa onlar başlattılar. Niye harp etmiyorsunuz. Yoksa onlardan mı
korkuyorsunuz. Eğer iman ediyorsanız korkmaya onlardan Hal™ lavık olan Allah
(c.c.)'dır. Yahu onları yaradan Allah, sizi yaradan
Allah. Siz Allah'ın
yarattığından korkuyorsunuzda Allah'ın kendisinden niye korkmuyorsunuz? Allah
onlara sizin elinizle azab eder. Hani Allah onların haklarını avucuna verir
deriz. Allah onları cezalandırır deriz. Ve-yahutta şöyle dua ederiz. İşte şu
dinimiz düşmanlarını kahret Ya Rabbi. Birde sıcacık odanın içinde çay kaynıyor
bir taraftan namazın arkasından Ya Rabbi kahret bu düşmanları diyoruz. Ya Rabbi
bizim keyfimizi bozma al eline kılıcı veya topu sen onlarla harp et. öyle
olmaz.
Allah onlara azap
edecek ama sizi sebep kılacak, sizin ellerinizle onlara azap edecek. Yoksa
Allah (c.c.) durup dururken kafir bir toplumu helak etmemiştir. Katiyyetle
böyle birşey yok. Ama hocam Lut kavmini helak etti. Doğru Lut kavmini helak
etti ama orada Lut (a.s.) ve ona iman eden saf müslümanlar mücadele
veriyorlardı. Onlar mücadele verirken Rabbim onlara yardım ediyordu. Nuh (a.s.)
karşısında kafirler var. Ama Nuh (a.s.) ve ona iman edenler mücadeleyi
verirlerken Rabbim onlara yardım etti. Yoksa peygamber yok, onun ümmeti de yok
bir yerde toplanmış gavurlar Allah'a isyan ediyorlar ama öyle bir toplumu hiç
helak etmemiştir. Yani onların karşısına hak budur gerçek budur diye dikilecek
bir müslüman olması gerekiyor o müslümanda çıkarsa Allah o müslümanın eliyle
ona azap eder. Ama hocam adedimiz az. Kıvılcım ormanın büyüklüğünden korkmaz
diyor Mevlana. Sen kıvılcım olmaya bak. Kıvılcım ormanın büyüklüğünden
korkmaz. Sen ışık olmaya bak. Işık karanlığın çokluğundan korkmaz.[17]
14- Onlarla
savaşınki Allah, onlara sizin ellerinizle azap etsin, onları rezil etsin,
onlara karşı size yardım etsin ve iman eden toplumların gönüllerini
ferahlatsın.[18]
15-
Kalblerinin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini k? bul eder. Allah
alimdir, hakimdir.
Allah onları rüsvay
etsin siz onlarla harp edin ki Allah onları rüsva etsin, onlara karşı Allah
size yardım etsin. Allah'ın size yardım etmesi için ne yapacaksınız mesela siz
yük kaldıracaksınız. Bizim oralarda yük Ya Allah dive başlarlar sarılırlar.
Peki eliyle tutmasada böyle dursa, Ya Allah dese kalkarını yük? kalkmıyor. İşte
yattığımız yerden yaptığımız dua da budur. Ya Rabbim düşmanlara karşı bizi
galip getir. Durduğun yerden Ya Allah deyip yükü kaldırmak gibi birşey, olmaz
öyle şey. Rabbim olmaz diyor bu Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde daha
Mü'min kavmin göğüslerine şifa versin . Yani yüreklerini serinletsin diyor.
Öyle ya yerinden
yurdundan olmuş müslümanlar, gözünün önünde anası öldürülmüş, babası
Öldürülmüş. Hani Ebu Cehil gibi herifler diyelim ki Ammar b. Yasir'in annesini
babasını gözünün önünde öldürmüşler ve birgün harp meydanında karşısına
çıktığında orada bir müslüman kardeşinin, düşmanın başını vurması berikini
rahat ettiriyor. Yani müslüma-nın gönlü serinliyor böylece. Tabi öncelikle
Müslüman, olsun babamızı öldüren dahi olsa kardeşimiz olsun. Ama müslüman olmaz
düşmanca münasebetine devam ederse daha binlerce anne ve babayı öldürmesi engellenir.
Eskiden köylerde tilki gelir tavukları perişan ederdi. Derken birisi tilkiyi
yakalar, mahalle sevinirdi, Tavuklarını tilkiden kurtardı diye, yani
geçmişinden dolayı değil gelecek tavuklara zulmedemeyecek öldüremeyecek diye
sevindiler. Onun için yüz tane bin tane kuzuyu perişan etmeye gelen kurt eğer
çoban tarafından öldürülecek olursa bütün kuzular sevinir. Çobanda sevinir
kuzular kurtuldu diye onun için kafirin öldürülmesine şu yönden sevinilir. Bu
adam diğer müslümanların öldürülmesine fırsat bulamayacak diye sevinilir.
Yoksa keşke iman ederek gitseydi diye gönlümüz arzu eder. Bunun içinde Allah
(c.c.) müslümanların kalplerindeki kini giderdi. Allah dilediğinin tevbesini kabul
eder. Allah her şeyi bilendir. Allah'tır hükmeden ve hükmünde hikmet sahibi
olan.[19]
16- Yoksa
sizi, içinizden cihad edenleri, Allah'dan, Rasuiünden ve mü'minlerden başkasını
dost edinmeyenleri, Allah bilmeden bıra-kıhvereceğinizimi sandınız? Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Allah sizin başınıza bazı
imtihanlar verecek o imtihan nedeniyle1 kim mücahidmiş kim mücahid değilmiş o
ortaya çıkacak kim Allah'ı, RasUlünü ve mü'minleri seviyor, o ortaya çıkacak.
Kimde Allah'ın rasu-lünün, mü'minlerinin dışında başkalarını dost ediniyorsa
onlar ortaya çıkıyor. Günümüzde bu ayet-i kerimeyi daha iyi anlıyoruz.
Biz müslüman insanız.
Türkiye'deki müslümanı, Irak'taki müslüma-nı, Kuveyt'teki müslümanı, Suud'taki
müslümanı, Emirliklerdeki müslü-manları tutuyoruz, Afrika'daki müslümanı
tutuyoruz. Endonezya'daki, İran'daki, Filipinler'deki müslümanı tutuyoruz.
Dünyanın neresinde bir müslüman varsa onu tutmakla görevliyiz. Çünkü peygamber
efendimiz (s.a.v.)" Bir vücudun azaları gibisiniz, birine diken battığında
bütün vücut acı duyar"[20]
dediği gibi vücudunuzda dünyanın öbür tarafında bir müslümanın ayağına, bir
devletin ayağına diken batsa müslümanın burada acı duyması gerekiyor.
Rabbim bu 16. ayet-i
kerimeyle içinizden mücahid olanları ortaya çıkarmadan Allah'ı rasulü ve
mü'minlerin dışında kişileri dost edinenleri de ortaya çıkarmadan, ,yani
hainleri ortaya çıkarmadan müslümanların dostlarını ortaya çıkarmadan serbest
bırakılacağınızımı zannediyorsunuz diyor. Bir başka ayet-i kerrnede îman ettik
deyivermekle insanlar kurtulacağının» zannediyor diyor.[21]
Rabbim. İmtihan edilmeden olmaz yani iman imtihan edilmeli. Ben iman ettim
mü'minim Kur'ana iman ediyorum, Elhamdülillah demek yeterli değil. Hani saf
alnınla, karışık altın yarışıyorlar. Ben senden daha değerliyim diyor. Saf
altın da öyle ise ateşe girelim kardeşim gel ateşe girelim kimin ak kimin pak
olduğu ortaya çıksın ateşe girince saf altın yine altın olarak çıkıyor ama
içinde gümüş karışık, olan bakır karışık, altın ise 100 gr. olarak giriyor, 30
gr. olarak çıkıyor. Yani ateşte ortaya çıkıyor doğru olanla, saf olanı, karışık
olanı. Mü'mininde iyi olanıyla, kötü olanı, sağlam ölamyla çürük olanı böyle
belalı mihnetli günde ortaya çıkıveriyor.[22]
17-
Müşrikler, kendi küfürlerini görüp dururken Allah'ın mes-cidlerini onarmaları
yaraşmaz. Onların amelleri boşa çıkmıştır. Ve onlar ebediyyen ateştedirler.
Kendilerinin kafir
olduğuna kendileri şahitlik yaparken müşriklerin Allah'ın mescidlerini imar
etmeleri yakışmaz, olmaz öyle şey. Yani mescidleri tamir etmek mescid yapmak
mescid açmak kafirlerin hakkı değildir. Görevli de değildir. Şimdi burada
Mekkeli müşrikler şunu iddia ediyorlar. Yıllardır Kabe'yi koruyan biziz. Bunu
koruma hakkı da bizimdir. Mekke feth edildikten sonra da aynı müşrikler
diyorlar ki Yıllarca benim dedem dedemin dedesi Kabe'yi koruyordu.
Efendim sulama
işlemini Hacıların su ihtiyaçlarını, Kabe'nin temizlenmesini, örtüsünü biz
üstleniyorduk diyorlar. Yani bu payın kendilerine verilmesini istiyorlar. Siz
inamyormusunuz, Rabbime ve Peygamberine ve Allah'ın kitabına inanmıyorsunuz.
Öyleyse siz kendi kafirliğinize kendiniz şahidsiniz. Kafir ve müşrik
olanlarında bu Kabe'nin imarıyla ilgilenme hakkı yoktur. Müslüman olanlara
gelince peygamber efendimiz aynı sülaleye vermiş. Çünkü uzmanlığa da dikkat
ediyor. Demiş ki daha önce bu sülale bu Kabe'nin temizlik işlerini yapıyordu,
bu şeref onlara "aitti, yine devam ettirecekler. Bu sülalede Kabe'nin su
işlerine bakıyordu. Bunlar bu şerefi yine devam ettirecekler. Gönülden
istiyorlar çünkü onlar. Kafir mescid yaparmı, Medine'de yapmış. Hac suresinde
gelecek, Mescidi Dırar diye bildirilmiş, zararlı mescid, yani müsl umanları
parçalamak üzere, yani Bizansın para desteğiyle Medine'de mescid yapılmış.
Münafıklar tarafından. Yani müslüman olmadığı halde müslüman görünen
münafıklar tarafından mescid yapılmış. Onun için kafir yardım eder-mi etmezmi?
Osmanlının son zayıflama döneminde, Anadoluyu gezerseniz görürsünüz.
Amerikalılar tarafından kolej açılmış, Kayseri'de var, Talaşta var çeşitli
yerlerde hastahane yapmışlar veya okul yapıvermişler. Oradan ajanlık yapmış
adamlar. Hani bu tür insanlar bu tür cami bile yapsalar bunların cami yardımı
nedir..? Daha önce de söyledim deniz kenarında balığa yem atan adamın durumu
gibidir. Balıklar seviniyor ha ne iyi adam bunlar bize yardım ediyorlar diyor.
Sen oltayı yutta bir görelim. İşte onların amelleri boşa gitmiştir. Ve onlar
ateşte, Cehennemde ebedidirler.[23]
18- Allah'ın
mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe iman eden, namazı kılan, zekatı
veren ve Allah'dan başka kimseden korkmayanlar onarır. İşte hidayete
ermişlerden olması ümit edilenler bunlardır.
Siz hacıları sulamayı
Mescidi haramı tamir etmeyi, Allah'a ve ahire-te imanla beraber mi kabul
ediyorsunuz? Allah yolunda cihad edenle aynı mı kabul ediyorsunuz? Hani
Mekkeli müşrikler bugüne kadar Kabe'yi biz temizledik gelen hacılara suyu biz
verdik diyorlar. Yani bizim yaptıklarımız boşa mı gidecek diyorlar. Bu ayet-i
kerime aynı zamanda şuna da değiniyor: İnsanların çıkarı için şu kadar hizmet
etmiş bir adam,1 ölürken mal varlığını hastahaneye veya köprü yapımına veya bir
sosyal tesise vakf etmiş. Bunun karşılığını görmeyecek mi? Rabbim bu mal varlığını
nereye bıraktı kim için bıraktı, Allah için mi? Yani karşılığını ücretini
Allah'tan alırım diye mi bıraktın?diye sorar. Fakat inanmıyordun ki diyor. Öyle
ise benden niye istiyorsun mükafatını kim için yapmışsan ondan isteyeceksin.
İşte insanlar, mahşer yerinde, bunlardan al, kim kime verecekse orda hiç bir
kimse kendisinden bir şeyin karşı tarafa geçmesini istemeyecektir. Onun için
mescidlere hizmet, topluma hizmet, Allah'a ve ahiret gününe imandan geçiyor. Bu
iman olursa yaptığınız her şey iyi hanenize, sevap hanenize işleyecektir,
Rabbimiz yardımcımız olsun.
Kendilerinin kafir
olduklarına şahit oldukları halde Allah'ın mescitlerini kafirlerin müşriklerin
imar etmesi yakışmaz. Yani bu iş müşriklere düşmez. Mescidleri imar etmek
müşriklere düşmez. Çünkü onlar kendilerinin kafir olduğunu söylüyor. Süddi
(r.a.)ye "Efendim bunların müşrik olduğuna dair nasıl şahidlik yapar"
diye sormuşlar o da diyorki" Peki siz bir yahudiye "sen necisin"
dediğinizde "yamıdiyim" demez mi? Evet ya-hudiyim der. Peki
hristiyana sorsanız "sen necisin" deseniz o da
"hristi-yanım" der. İşte bu adam kendisinin müşrik olduğuna; kafir
olduğuna şahitlik yapıyor diye açıklama getirmiş. Yani ayet-i kerimede
Rabbimiz kendilerinin kafir olduğuna yine kendileri şahit olduğu halde Allah'ın
mescitlerini imar etmek müşriklere yaraşmaz buyuruyor. Ve onların amelleri boşa
gitmiştir) "Ve onlar ateşte ebedidirler" diyor Rabbim. Peki
mescidleri kim imar eder? Onu da 18. ayet-i kerimesiyle" "Mescidleri
imar eden Allah'a iman edenler, meleklere iman edenler.
Ahireti iman edenler,
ve namaz kılanlar, zekatını verenler ve Allah'tan başka kimseden korkmayanlar.
Yalnız Allah'tan korkanlar mescidleri imar ederler.
İmardan kasıt tabii ki, bir
yapmaktır, bir de mescidleri şenlendirmektir. Peygamber efendimiz (s.a.v.)
mescidlerin amirleri mescidleri imar edenler, şenlendirenler Allah'ın has kulu
mü s lüm ani ardır diyor.Kesir, Abd h. Humeyd in müsnedinden naklediyor)
Peygamber efendimiz: "Sürünün kurdu olduğu gibi Şeytan da insanın
kurdudur.Kurt sürüden ayrılanı kapar.Ayrılmakdan sakının. Camiye ve cemaata
huymm.[24]
19- Siz
hacıları sulamayı Mescidi maramı ta'nıir etmeyi AHaha ve ahirete iman eden ve
Allah yolunda cihat eden gibimi kabul ediyorsunuz? Allah katında bunlar eşit
değildir.Allah zalimler topluluğun hidayete erdirmez.
Burada konu edilen
yalnız müşrikler ama günümüzde biz kendi aramızda uygulamaya kalkarsak ayet-i
kerimeyi mescid yapan çok değerli kardeşlerimiz var. Ama camiden cemaat
çekiliyor. Yeni gelen neslin camiye giden yolu engelleniyor. Bazı yol kesen
adamlar var. Eskiden dağlarda gezen eşkiya varmış. Şimdi şehire inmiş. Adamlar
üniversitede, parlamentoda veya çeşitli yerlerde durmuşlar yol kesiyorlar.
Milıi.eğitim bakanlığında insanların İslama ve imana giden yollan kesiliyor. Bu
adamlara yönelik faaliyette bulunalım getirin şu patronlarınızı buraya katkıda
bulunun denildiğinde, camii yapmayı diğerlerinden üstün görenlerimiz var.
Allah (c.c.) bu ayet-i kerimede, bütün paranızı götürseniz orda hacılara su
dağıtsanız, hayır işleseniz veya Kabe-i Muazzama yıkılmış, yeniden yapacağız
deseniz onun sevabı bir insanın müslüman olması için yapılan yatırıma denk
olmuyor. Hatta bir hadisi şerifte Peygamberimiz (s.a.v'ı Hz. Ali'ye demiş:
"Ya Ali senin elinle bir insanın İslama girmesi, yeryüzü dolusu Altunu
veya yeryüzü dolusu kızıl develeri tasadduk etmenden daha hayırlıdır."
(Buharı Sahih,K.Cihad Babü fazli men esleme ala yedeyhi racüliin) Onun için
Allah (c.c.) burada Allah katında Allah yolunda cihad etmekle, cami yapmak ve
hacılara su dağıtmak denk değil buyuruyor. Yalnız burada şunu söyleyeyim.
Ayet-i kerimenin nüzulü aslında Mekkeli müşrikler içindir. Yani doğrudan kast
edilen Mekkeli müşriklerdir. Fakat burada parasını, Allah'a ve ahiret gününe
iman ettikten sonra, mescid yapmaya harcayanlarda karşılığım görecekler. Ancak
Allah yolunda cihad etmekle onu yapmak denk olmadığını bilsinler. Al-i İmran
suresinin 200 ncü ayet-i kerimelesinin tefsirinde geçmişti. Abdullah bin
Mübarek daha ziyade hadisciler tarafından çok bilinir.
Abdullah bin Mübarek
hadis sahasında ileri gitmiş bir hadis ravisi-, dir. Kendisinin hadis
kitaplanda vardır. Arapça olarak yayınlanmıştır. Bir hac esnasında diyor.
Tarsus dolaylarında Allah yolunda cihad ediyorduk zaten bir sene ilim tahsili
talebe okuturmuş bir sene Allah'ın dininin yayılması için talebeleriyle
beraber küffar ülkesi üzerine gidermiş. Bir sene gelir yine ilim öğretirmiş bir
sene yine cihad edermiş. Yine bir cihad esnasında hacılar hacca gitmeye
hazırlanmışlar bir tanesi gelmiş Abdullah bin Mübareğe ben hacca gidiyorum bir
isteğiniz var mı demiş? O da demiş ki: Şu mektubu al kardeşim Fudayl b. îyad'a
ver demiş. Fudayl b. lyad tabiin'in büyüklerindendir ve Tasavvuf erbabının çok
değer
verdiği ve bütün İslam
aleminin değer verdiği bir insandır. Mektubu götürmüş ve ona vermiştir. Mektup
şiir halinde başlıyor:
"Ey Ka'bede ve
Mescidi Nebide Allah'a ibadet eden zat, eğer sen bizim ne yaptığımızı görmüş
olsaydın ibadetle oyun oynadığının farkında olurdun.
Ey yanaklarını göz
yaşlarıyla boyayanlar, bizim göğüslerimiz kanlarımızla boyanmakta. Ey atını
batıl yollarda yoranlar, bizim atlarımız düşman üzerine saldırı gününde
yorulur.
Misk kokuları sizin
olsun. Bizim kokularımız atların nallarından çıkan kıvılcımlarla güzel toz
kokusudur................"
Fudayl b. lyad demiş
ki mektubu getirene "postacıya ücret vermek gerekir" demiş. Sana
ücret olarak Allah rasulünden bana rivayet edilen bir hadisi anlatayım: Ebu
Hüreyre rivayet ediyor: Bir adam "Ya rasülel-lah bana öyle bir amel
öğretki ben onunla Allah yolunda cihat edenlerin sevabını alayım
dedi.Effendimiz:"Hiç ara vermeden namaz kılıp,hiç yemeden oruç
tutabilirmisin? diye sorunca:"Ya Rasülellah ben zayıfım gücüm
yetmez" dedi. Efendimiz: "Nefsim elinde olan Allaha yemin ede-rimki
gücün yetseydi bile yinede Allah yolunda cihat edene ulaşamazdın."
buyurur.
"Allah zalim
toplumlara hidayet etmez" buyuruyor zalim toplumlara yol göstermez,
hidayet vermez ama zalimlikten vaz geçerlerse onlarda müslüman olurlar.[25]
20- İman
edenler .hicret edenler ve Allah yolunda mallan ve canlarıyla cihad edenler
Allah katında derecesi en büyük olanlardır .işte onlardır kurtuluşa erenler.
Bu 20. ayet-i kerimeyi
hatırınızda tutuverin yani cihadın üstünlüğünü anlatan bir ayet-i kerime
"iman edenler Allah için hicret edenler hicret baktıki bir yerde Rabbimin
bütün emir ve yasaklarını yerine getirme imkânı kalmamış ama duymuş ki filan
yerde Allah'ın bütün emir ve yasaklarını icra etmek mümkündür.Oradan diğerine
hicret etmek Müslü-manın üzerine görevdir. Ama bu Kaldığı yerde görev gereği
kalıyorsa o başka. Yani ben burada kalmakla daha faydalı olacağım çevreme de
faydalı olacağım diyerek kalıyorsa o ayrı ama bütün imkanları elinden alınmışsa
o zaman hicret eder. Hicret edenler malları ve de nefisleriyle Allah yolunda
cihad edenlere, Allah katında derecelerin en büyüğü vardır. Yani bu yapılan
işler Allah katında derecelerin en büyüğüdür. Daha bundan büyük derece yoktur
anlamında bir ayet-i kerimedir bu.
İşte kazananlar
onlardır diyor Allah (c.c), başarılı olanlar onlardır diyor Allah (c.c.)
deyince bu faiz alıp verenlerle ilgili değildir. Kazanan, başaran anlamındadır.
İşte faizciler onlardır. Yani başarılı olanlar kazananlardır. Ama günümüzde
başarılı olanlar yine faizciler yani faizci, çokça yiyen adamları ne başarılı
adamlar iş biliyor, iş bitiriyor, köşeyi çabuk dönüyor ve kazanıyor. Köşeyi
çabuk döndüğünden dolayı mesela biz çocukluğumuzda dönerdik oyun oynardık.
Dönerdik dönerdik ve başımız dönerdi bu sefer bütün evler dönmeye başlardı.
Adamlarında başı çok döndüğünden etrafındakileri de dönek görmeye başlıyorlar.
Yahu dönek olan sensin etrafındaki insanlar değil.
Rabbim kazananlar
onlardır diyor. Başarılı olanlar onlardır diyor. Bir başka ayet-i kerimede
"Kim Cehennemden uzaklaştırılır Cennete ko-yulursa kazanan odur"
diyor Allah (c.c.).[26] Biz
buna başarılı adam diyoruz, işte bizim de elli senelik, altmış senelik
hayatımızda süratli bir yükselme yapipta, cehenneme düşmektense hem bu dünyayı
güzel hem de ahire ti güzel eylemek gerekiyor. Rabbim, o Allah yolunda malları
ve de canlarıyla cihad edenlerin hakkında derece bakımından en üstün ve en
büyük hatta "üstün" kelimesinden ziyade "En büyük" ifadesi
kullanmış. "Allah katında derecelerin en büyüğü". Rabbim onlara rahmetini
ve rızasını müjdeliyor, yani onlardan hoşnut olacağını müjdeliyor. İçinde
nimetleri olan daimi nimetleri olan Cennetini müjdeliyor Allah (c.c). Ayet-i
kerimelere bakacak olursak, ayet-i kerimeler de Rabbim Cenneti istememizi
istiyor, eğer Kur'anla konuşacaksak Rabbim "Yakıtı insan ve taşlardan olan
Cehennemin ateşinden sakının" diyor.[27] Veya
"Ya Rabbi bize dünypja güzellik ver, ahirette güzellik ver, bizi
cehennemin azabından koibbi" diye nasıl dua edeceğimizi öğretiyor.[28]
21- Onlara
Rabierî, bir rahmet, hoşnutluk ve içlerinde bol ve ebedi nimetler olan
cennetleri müjdeler.[29]
22- Orada
sonsuza değin kalıcıdırlar. Muhakkak büyük mükafat Allah kalındadır.
Burada da Rabbim Allah
yolunda cihad edenlere Rahmetini müjdeliyor rızasını hoşnutluğunu müjdeliyor.
"Bana seni gerek seni" derken Yunus Emre yanlış etmiyor. Rabbimin
rızasını kazanan Cennetine girecekti. Öyle ise Cennet son duraktır. Burada da
Rabbim, zaten sıralamada birinci derecede rahmeti ve ikinci derecede rızası ve
hoşnutluğu ve onlar için cennet üçüncü derecede ve sonrada orada ebedi
kalacaklar, yani şu kadar milyon veya şu kadar milyar veya şu kadar trilyon
sene yaşanacakta ve sonra orada hayat sona erecek diye birşey yok. "Ama
hocam insan gördüğü şeylere bakmaktan usanır yediği şeyleri tatmaktan usanır,
kokladıklarından da usanır? ama öyle değil. Hani her an yeni birşeyle karşı
karşıya kalır yani gördüğü, tattığı, duyduğu şeylerde her an değişiklik vardır
ve her an bir başka farklılık ve güzellik vardır. Allah (c.c.) çeşitli ayet-i
kerimelerde bunu bize haber veriveriyor.[30]
23- Ey iman
edenler, eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşı küfrü severlerse onları
dost edinmeyiniz. Sizden kim onlardan dost edinirse onlar zalimlerin ta
kendisidir.
Evliya, velinin
çoğulu, veli de hani Türkçe de kınandığımız vali kelimeside ordan geliyor.
Vali; halkını dostça seven yönetici anlamına geliyor. Allah (c.c.)
"onları yönetici ve dost edinmeyiniz diyor. Babanız bile olsa, babanız
dininize düşmansa, kardeşiniz dininize düşmansa sakın ha onu kendinize dost ve
yönetici edinmeyiniz" diyor. Değil falan partinin başkanı, onları geç,
baban dahi olsa, oğlan kardeşin bile olsa madem ki dine düşmandır onu dost
edinmeyeceğiz. Peki hocam edinirsek ne olur. Rabbim cevabını veriyor.
"Sizden kim onları kendisine dost ve yönetici edinecek olursa işte onlar
zalimlerin ta kendisidir." Yani müslü-man bile olsa, çünkü ayet-i kerime
müslümanlarla ilgili.Bizi yaratan olduğu için bizim neye fazla meyi
edeceğimizi de gayet çok iyi bildiğinden en zayıf noktaları bize
bilidiriveriyor burada.[31]
24- Deki:
"Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz,
kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler,
size Allah'dan, Rasulünden ve Onun yolunda ci-haddan, daha sevgili ise o halde
Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasik topluluğa hidayet vermez.
Günümüzde dinden
uzaklaşmıyoruz. Allah'a hamd ve senalar olsun da İslami çizgiden uzaklaşıyoruz.
Yani dinimiz olarak Allah'a imanımız var diyoruz, Peygambere imanımız var
diyoruz, Kur'an-a imanımız var da yani Kur'an-ı kerim okutmak için Kur'an
kursları açalımda, ama uygulamasına gelince içindeki emir ve yasakların zamanı
değil, yani zamanı geçti demiyor onunda zamanı var yavaş yavaş diyerekten
başkalarının emir ve yasaklarını hayatına tatbik eden müsîümanlarımiz var.
Peki bunları buna iten nedir? Dünyevi çıkarlar. Ticaretine zarar gelmesi
endişesi.kesada uğramak Türkçe'de kesad kelimesini de kullanırız değil mi?
Kesada uğradı, gibi aynı ayet-i kerimeden alma kesad; azalacağından korktuğunuz
ticaretiniz, Allah ve Rasulünden daha sevimli oluverirse diyor Allah (c.c).
Kur'an-ı Kerimeyi okurken birazda bunlara dikkat edin, kendinizde gelişsin bu
meleke.
Hoşunuza giden
meskenler Allah ve Rasulünden daha sevimli geliyorsa, yahu hocam vallahi kendi
arazim ama işte ruhsat vermiyorlardı, yaptık yıktırmasınlar diye o adamlara
gidiyoruz şirin görünüyoruz diyor adam. Yani filan yere gidiyoruz, oraya şirin
görünüyoruz, maddi destek sağlıyoruz, adamların dinsiz faaliyetlerine yardım da
ediyoruz diyor. Niye? Ev yıkılmasın diyor köşk vari küçük bir villa yaptırmış,
elden gitmesin diye. Rabbim bizim böyle en zayıf noktalarımızı vermiş burda.
Allah ve Rasulünden birde Allah yolundaki cihaddan daha sevimli ise o zaman
bekleyin. Allah'ın işi başınıza gelinceye kadar, bu iki türlü anlaşılabilir.
Birincisi eceliniz gelinceye kadar bekleyin kıyamette bunun cezasını mutlaka
göreceksiniz, ikincisi bu dünyada da ceza görebilirsiniz bu dünyada cezasını
görenler var, bu dünyada cezasını görmemişse ahi-rette mutlak surette
müşlümanların yanında olmamanın cezasını kişi ödeyecektir.[32]
25- Şüphesiz
Allah size birçok yerde ve Huneyn gününde çokluğunuzla böbürlendiğiniz halde
çokluğunuz size hiçbir fayda vermediğinde, ve yeryüzü geniş olduğu halde size
dar geldiğinde ve arkanızı dönüp kaçtığınızda size yardım etti.
Ayet-i kerimede Allah
(c.c.) "birçok yerde Allah size yardım etmiş zaferi vermişti"
buyuruyor. Huneyn gününe gelince orada siz çokluğunuzdan dolayı, öğünmeye
başlamıştınız, yani çokluğunuz hoşunuza gitmişti, ama çokluğunuz size fayda
vermedi. Huneyn günü, Huneyn savaşı diye geçer. Bu peygamber efendimizin
gazveleri arasında Mekke'nin fethinden sonra o sene Mekke civarında tüm
müşriklerden bir grupla, ki onlardan güçlü, harp etmesini bilen bir toplum,
yer olarak Taifle Mekke arasında bir vadide yerleşmişler onlarla harp ediliyor.
Müslümanların sayısı 12 binin üzerinde ve ilk defa böylesine çok bir orduyla
harbe katılıyor müslümanlar diyorlar ki yahu biz Bedir de 330 kişiyle galip
geldik. Burada 12 bin kişiyle bunları teperiz biz demişler. Ama gitmişler mağlup
olmuşlar. Rabbim "sizin çokluğunuz, sizin hoşunuza gitti ama size
çokluğunuz fayda vermedi. Rabbimdir size yardım eden". Rabbim bunu
vurgulamak istiyor aslında.[33]
26- Sonra
Allah, Rasulüne ve Mü'minlere sekinetini (güveni) indirdi. Görmediğiniz
ordular indirdi ve kafirleri cezalandırdı. işte kafirlerin cezası budur.
Allah ve Rasulünün
çevresindeki bir avuç müslüman Huneyn gazvesini kazandılar. Çoklukla
kazanmadılar peygamber (s.a.v.) çevresindeki kesin rakam verilmemekle beraber
200,300 kadar sahabeyle Huneyn gazvesi başarıyla neticelenmiştir. 12 bin
kişiyle neticelenmeyen ve bozguna uğrayan sahabe, Efendimizin (s.a.v.)
etrafındaki bir avuç müslümanla başarıya ulaşılmıştır.
Yani Rabbim şunu diyor:
Azlığınızdan korkmayın çokluğunuzla öğünmeyin. Rabbimdir size yardım eden, bunu
vermek istiyor.Günümüzde bir avuç bosnalı müsîüman bütün hristiyan aleminin
desteklediği sırp orduları karşısında şanlı bir direniş göstermektedir.
Çeçenler kendilerinden yüz kat fazla olan Ruslara karşı imanlarını koruyorlar.[34]
27- Sonra
Allah, bunun ardından dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah mağfiret ve
rahmet edendir.
Bundan sonra Allah
dilediğinin tevbesini kabul eder, yani ordan kaçanlarda pişman olmuşlar tabii.
Ya Rabbi biz çokluğumuza güvendik, kaybettik, kaçtıkta kaçmamızdan dolayıda
sana tevbe ederiz. Çokluğumuzla övünmemizden sana tevbe ederiz, yardımı ancak
senden taleb ederiz diye Rabbime yönelince, Allah (c.c.) de onlardan dilediğini
af ettiğini haber veriyor. Allah af edicidir, Allah merhamet edicidir diyor.
Yani bizde bu duruma düşebiliriz günümüzde, bazı durumlarda bu kadar paramızla
bu kadar insanımızla niye yapmıyalım değil mi? Rabbim bizimle olduktan sonra
neden başarılı olmayalım, dilimizi buna alıştıralım. Yani Rabbimin dinine iman
etmişim onun dininin yayılmasını istiyorum. Öyle ise onun yardımına güvenelim,
çokluğumuza güvenmeyelim, biz çok olmaya çalışalım, ama çokluğa güvenmeyelim.
Biz Rabbimize güvenelim çünkü tevekkül edenler ancak Allah'a güvenirler.
Allah'a tevekkül ederler buyuruyor Rabbim.
"Ey iman edenler
şu seneden sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar." Bu ayet-i kerime hani
peygamber efendimiz (s.a.v.) Tevbe suresinin başında da açıkladığımız gibi
'Mekke'nin fethinden sonra Hz. Ebu Bekir'i (r.a.) bir hac için emir tayin
ediyor, onu gönderiyor ve arkasından bu Tevbe suresi nazil oluyor. Bunun
üzerine Peygamber efendimiz Hz. Ali'yi çağırıyor. Bu sureyle git ve orada bütün
insanlara bunu ilan et bu emredilen ve yasaklanan şeyleri açıkla diyor. Hz. Ali
(r.a.) da bütün insanlara, müslüman olan ve olmayanlara bu sureyi özet halinde
insanlara duyurayor. Bu duyurulanlardan bir taneside şu:[35]
28- Ey iman
edenler, şüphesiz müşrikler neces (pislik) dirler. Bu yıllarından sonra Mescidi
harama yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkarsanız, Allah dilerse yakında
kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah, herşeyi bilendir. Hükmünde
hikmet sahibi olandır. ,
Burada müşriklerden
kasıt Yahudiler, Hristiyanlar ve puta tapanlardır. Hani bazı arkadaşlar
efendim Amerikalı ağabeylerimize müşrik diyemeyiz diyorlar. Bunu gazetede de
yazıyor herif. Yahu Allah diyor da ben niye demiyeyim. Adamın damarına
dokunuyormuş. Filistin'de çocukların kolunu kıran, anasını çocuğun gözü önünde
yakan İsrailliye müşrik diyemeyeceğiz. Yahu Rabbim diyor. Rabbim kimin mü'min
olduğunu, kimin müşrik olduğunu beyan eder. Rabbim de diyorsa ki bu adam
müşriktir, öyle ise bizde deriz, daha önce de dedik.
Allah, Meryem oğlu
İsa'dır diyenler kafirdir diyor. Yok efendim ehli kitaba öyle birşey diyemez.
Yahu Rabbim diyor. Müşrikler pistirler.
Ama hocam, görüyoruz
adanılan. Hatta ülkemize gelenleri renkli televizyondan görüyoruz pırıl pırıl
adam, elbisesi temiz, yüzü temiz, saçı temiz, hatta evinde banyo yapmış uçağa
binmiş derken havaalanından beş yıldızlı otele götürüyorlar. Hemen bir duş
alıyor yine pırıl pırıl, oniki saaat önce banyo yapmıştı, oniki saat sonra yine
banyo yapıyor adam. Yani biz buna nasıl pis deriz.
Rabbimde bu hususta
nedenleri istemiyor ki o elbiseleri pis demiyor, adamların içi pis, ruhu pis
diyor. Hangi yetkili batıdan gelipte üçüncü dünya ülkelerini ziyaret etmişse,
mutlaka orada bir fitne, fesat var, bir çatışma başlıyor, orada bir kargaşa
başlıyor ve ihtilal ve inkılaplar oluyor o ülkede binlerce insanın kanı ve
gözyaşı birbirine karışıyor, yani Maltada toplandılar, Afganistanı işgal etti,
sonra İngiltere'de toplandılar Saddamı İran'a vurdurdular, ondan sonra petrol
meselesini çıkardılar daha dünyanın çeşitli yerlerinde neler oluyor da bize
hani konumuz olmadığından ilgimiz olmadığından dolayı duyurulmuyor. Afrikanın
ortasıda zaten dünyaya kapalı, Allah'a açık.Hergün beş altı tane Filistinli
öldürülüyor kılımız kıpırdamıyor da, çocuğun birinin kolu yaralanmış
İsrail'de, veya kuş ölmüş televizyonda ayağa kalkıyor. "Mescid-i Harama
yaklaşmasınlar şu seneden sonra Mescid-i Harama yak laşmasmlar." Peki bu
Mescid-i Harama yaklaşmayacak olurlarsa ne olur? Ekonomik yönden Mekke halkına
bir zarar gelebilir endişesi vardı. Çünkü Mekke halkının toprağına bir tohum
atsanız birşey bitmez çünkü kupkuru. Ayet-i kerimede İbrahim (a.s.) Ya Rabbi
ben zürriyetimi hanımımı çoluğumu, çocuğumu ziraata hiç te elverişli olmayan
yerde iskan ediyorum. Yani Mekke'nin ziraata elverişli olmadığını ibrahim
(a.s.)'m diliyle ayet-i kerime bize bildirmiş. Onların geçimi Yemen'den Şam'a
kadar ve Hindistan'a kadar olan tacirlerin uğrak yeri olması, Hac mevsiminde
gelen insanların karşılıklı alış verişlerinden elde ettikleri gelirler. Peki
Yahudi Hristiyan ve puta tapanlar.hareme sokulmayacak olurlarsa Mekke insanın
da bu sefer maddi sıkıntıya düşme korkusu var.
Rabbim ona da cevap
veriyor. "Eğer fakirlikten korkacak olursanız, dilerse Rabbim yakında
kendi lütfuyla zengin eder." İşte çok yakın zamanda Mekke insanı Yahudi
ve Hrisuyanların gelmemesi neticesinde daha fazla zengin olmuşlardır.
Azerbeycandan ta Fas'a kadar müslüman-lar hakim olmuşlar ve Mekke, Medine mutlu
bir hayat yaşamış. Derken Osmanlıların yani Türklerin müslüman olması ve
Harem-i Şerife verilen önem üzerine buradan gönderilen Surre alaylanyla
gönderilen paralarla oranın insanlarının bir sene yiyeceği, içeceği, giyeceği
ve hac masrafları tamamıyla ecdadımız tarafından karşılanıyor.
Hacca gittiğimde,
Riyad üniversitesinde öğrencilerin kaldığı yurtta iki gece kaldım. Talebeden
biri "yıllarca bizi sömürmüşsünüz" diyor. Oğlum dedim Suud petrolü
bulali ne kadar oldu. Yakın. Yani Osmanlıdan ayrıldıktan sonra İngilizlerin
emriyle, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra petrol buralarda bulundu ve işlemeye
başlandı değil mi? Evet. Yani biz petrolünüzü sömürmedik sizi sömürmedik.
Petrolünüzü Amerika ile İngiltere sömürüyör şu anda evet. Peki daha önce biz
ne götürmüşüz, kummu götürmüşüz? yani Süleymaniyeyi yapmak için çölden kum mu
götürmüşüz? Ne vardı ki..? Çocuk dura kaldı hakikaten ne vardıki? Hiç düşünme
fırsatı vermiyor ki İngiliz yönetimi veya Amerikan yönetimi or-daki insanlara.
Sömürmüşler sizi diyor o kadar.
Gerçekten bir kafire
karşı tavır alınmak zarureti varsa tavrınızı alın. Maddi sıkıntıyı düşünmeyin.
Allah (c.c.) onun daha fazlasını vereceğini vaad ediyor. Ama bunu Allah rızası
için yapacaksınız, yaparken şüphe içerisinde olursanız, verirmi vermez mi acaba
derseniz o zaman vermeyebilir. Kesinlikle seksiz şüphesiz böyle inanacaksınız.
Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir ve Allah hükmünde hikmet sahibidir.[36]
29-
Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahirete iman etmeyenlerle, Allah ve
Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlarla, hak dini ile dinlenmeyenlerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar harbediniz.
Efendim batıya sevimli
görünmek için gayret gösteren çok değerli hocalarımız vardır. Dinimizde savunma
harbi vardır, diye kitaplar yazılmıştır bu ülkede, yani "gelirse vururum
savunurum gelmeyecek olursan sen orada ben burda yaşayalım, birbirimize
karışmayalım" düsturları bizim dinimizde vardır, diyenler var. Niçin bunu
diyor. Yıllarca batı demiş "yahu siz barbarsınız siz saldırgan bir
toplumsunuz ta Viyana'ya kadar gelmişsiniz ne işiniz var ta buralara
kadar" demişler. Bu sefer bunu sile-bilmek için bir kısım hocaların eline
bir kalem vermişler, yazın buraya bir şey, biz yayınlarız demişler ve
yayınlamışlar. "Dinimiz kendi toprakları dışındaki topraklardaki
insanlarla ilgisi yoktur. Onlara gitmez gelmez iç işlerine karışmaz".
Dinimiz bütün dünya
devletlerinin iç işlerine karışır. Niye karışır, şimdi insana biraz ters gibi
gelir. Dünya Rabbimindir. Bunda şek şüphe varmı? yok. Yeryüzünde gökyüzünde
yaradılan her şey Rabbimindir, O yaratmıştır çünkü. Kur'an-ı, İncil'i,
Tevrat'ı, indiren Rabbimdir. En son Kur'an-ı indirdiğini, diğerlerini nesh
ettiğini ifade eden de odur. Bu dinin dünyada yayılmasını emredende O'dur. Öyle
ise bir müslümanın üzerine düşen görev, ayağını koyabileceği bir vatan
edindikten sonra, hemen yakınındaki vatan üzerindeki kalan insanların da, bu
İslam nimetinden faydalanması için oraya gitmesidir. Harp yapmak istemiyoruz
ama diyoruz ki, benim insanlarım gelecek senin ülkende İslam'ı yayacaktır ve
buna müdahele etmiyeceksin. Ederim derse. Haa o zaman devlet başkanına dilini
keserim. Yıllardır bu milleti Cehenneme gönderme şebeke kurmuşsunuz, devlet
kurmamışsınız ki. cehenneme insan gönderme şebekesi kurmuşsunuz. Bu imansız
haüvjo oirn ha irisin sapık bir inancın hiç bir insana yayılmasına taraftar
değilim.
Aids.verem, veba(veya
kolera gibi hastalıkları taşıyanlar nasıl toplumun selameti için karantinaya
alımyorl arsa, küçücük çocukları öldürüp yakan sapıklar cezalandırılıyorsa
körpecik beyinleri eğitim yoluyla önce kafirleştirip sonra cehennem ateşine
atanlarda cezalandırılmalıdır.
Ayet-i kerime (29.
ayet-i kerime) "Allah'a ve ahirete iman etmeyenlerle harp edin. Allah'ın
ve Rasulünün haram kabul ettiklerini haram kabul etmeyenlerle harp edin. Kitap
verilenlerden yani Yahudi ve Hristi-yanlardan hak dini kabul etmeyenlerle harp
edin. Ne zamana kadar? Ya müslüman olurlar ki biz müslüman olmaya zorlayanlayız
çünkü gönül işidir, o zaman da zillet içerisinde, elleriyle cizyelerini
ödeyinceye kadar, vergilerini İslam devletine ödeyinceye kadar harp edin"
diyor Allah (c.c).
İslam dini ancak
savunma harbine izin veriyor diyenler. Ya bu ayet-i kerimeyi Kur'an dan
çıkaracaklar veya bu ayete iman edecekler. Bir tek ayete iman etmemek mazallah
adamı dinden eder. Onun için dikkat edelim hatta "cizyeyi ödeyinceye
kadar" cümle bitmemiş "zillet içerisinde ödeyinceye kadar"
diyor. Bu ayete uygun olarak Hz. Ömer feth ettiği yerlerde, ehli kitaptan olan
yahudi ve hristiyanlarla, bir de ateşe tapan mecusilerle, puta tapanlarla
yapılan anlaşmalarda vatandaşlık anlaşması yapılıyor. Canınız korunacaktır,
malınız korunacaktır, vergi olarak cizye ve haraç, ödeyeceksiniz yani adam
başına cizye, mahsulünün orantısında ödeyeceksiniz, atın güzeline
binmeyeceksiniz. Bunu günümüzün diliyle kullancak olursak Mercedes'e
binmeyeceksiniz İstanbul sokaklarında .Hocam 20. asırda bu olur mu? Yahudi,
müslümana Mercedes'e binme fırsatını vermemiş, kanunen yasak yok. Ama bütün
ekonomik imkanlar adamların elinde, müslümanlar yeni yeni mücadele veriyorlar,
gayret ediyorlar da bazı imkanlara sahip oluyorlar, ithalat, ihracat servisine
bundan 20 sene, 25 sene önce müracat edenlerden Yasef müracat ederse alıyor,
Yusuf müracaat ederse alamıyor. Abraham müracaat ediyor alıyor, İbrahim
alamıyor böyle bir hal. Giydiğiniz elbise müslümanlarin elbiselerinden
güzelolamıyacak yani müslümanlar imrenmeyecek.[37]
Bu ayet-i kerimenin
tefsirinde İbn-i kesir'de uzun bir anlaşma var. Şimdi bu zimmi vatandaş
muamelesiyle ilgili de çağımızda da batıya yaranma kitapları da yazılmıştır.
Kur'an, Hadis ve Sahabenin tatbikatına değinilmeden son dönemlerde Osmanlının
yıkılma dönemlerinden bazılarım örnek vererek bak işte falan Yahudi şöyle
itibarlıydı, filan hristiyan böyle itibarlıydı. Dinimiz hatta ehli kitabı,
müslümandan üstün görürdü demeye getiriyorlar. Şu sinema yapımcıları var ya
bizden biraz daha uyanık gibi geliyor. 1900 lü yılların filimlerini çevirecek
olurlarsa mahalle aralarında eski eşya alıp satanları genelde Yahudi tipli
adamlardan yapıyorlar ve Yahudi şivesiyle konuşturuyorlar sinemacılar. Tamircilik
işini onlara yaptırıyorlar. Film icabı bir tamirci varsa o ya ermeni-dir, ya
rumdur, ya bilmem ne, gerçekten öyleymiş yüz sene evvel yüz sene önce inşaat
işleri genelde ermenilerin ellerinde onun için ermeninin biri İstanbul'un
binalarını kimler yaptı konusunda bir kitap yazmış. Temizlik işçileri için
yine o tipten insanlar bu işi yapıyor. Bu kuyumculuk gibi, tamircilik gibi,
ayakkabı tamirciliği gibi işleri daha ziyade Yahudiler yapıyor. Ticaret ile
cihadı müslümanlar yapıyor. Parayla, kılınç müslümanın elinde tutuluyor.
Şu anda yahudi ve
hristiyanlarm elindeyse (devir değiştikten sonra) bu imkan onların eline geçti,
devir değişti. Şimdi müslüman mahalle arasında lağımcı, filan vilayetin filan
kazasından gelenler. Limoncu filan vilayetin filan mahallesinden gelen,
Anadolu insanı bunlar ve Mahmut paşanın hammalları da filan vilayetin filan
kazasından gelenler. Anadolu insanı, adı Ali Velidir, Osmandır, Kerimdir. Kanun
değişmiş, durumda değişmiş. Yani düzelmek istiyorsa şahsen fert olarak
kendimizi düzeltmekle beraber durumuda değiştirmek gerekiyor, şahsi durumunuzu
değiştiremezsiniz katiyetle, yani ben bu işten kurtulayım deseniz kendiniz
kurtulsanız bile aileniz kardeşiniz, veya köylünüz aynı zilletin içerisinde
devam eder. Rabbim devam ediyor :[38]
30-
Yahudiler: "Üzeyr, Allah'ın oğludur" dediler. Hristiyanlarda:
"Mesih, Allah'ın oğludur" dediler. Bu, onların ağızlarıyla
söyledikleridir. Daha önceki kafirlerin sözlerine benzerler. Allah onları
kahretsin. Nasılda döndürülüyorlar.
Bazıları 'bunlara gavur
demeyelim, müşrik demeyelim" diyorlar Yahu bunlar "Uzeyir Allah'ın
oğludur" diyorlar. Bunların ağızlarıyla söyledikleri söz işte budur. Daha
önce aynı sözü söyleyenlere benziyorlar, yani bunlarda yeni bir söz
söylemiyor, bu kafirlerden daha önce bunu da söyleyenler vardı. Yani küfrün
geliştirdiği yeni bir küfür yok daha önce de gelişmiş olan, yapılmakta olan
söylenmekte olan küfrün tekrarını yapıyorlar.[39]
31- Onlar
Allah'ın dışında hahamlarını ve papazlarını Ve Meryem oğlu Mesih'i Rab
edindiler. Halbuki tek ilaha kullukla emro-lunmuşlardı. Ondan başka ilah
yoktur. Onların ortak koştuklarından münezzehtir.
Bu ayet-i kerimenin
tefsirinde bir hadisi şerif rivayet etmişler. Adıy bin Hatem hristiyanlıktan
müslüman olmuş bir insan, hatta Peygamber efendimizin yanına Ya Rasulüllah ben
bu ayet,i kerimeyi okudum hristiyanlar papazlarını, ilim adamlarını
kendilerine Rab kabul ederler diyor. Ee ben hristiyandım, biz papazlarımızı
kendimize Rab, ilah kabul etmeyiz diyor. Efendimiz sormuş peki demiş. Allah'ın
helal kıldığı bir şeyi papazınız haram kılsaydı kabul edermiydiniz? Ederiz demiş.
Peki Allah'ın haram kıldığı bir şeyi helal kilsa kabul edermiydiniz? Ederiz
demiş. İşte Rab kabul etmek budur demiş.[40]
Yani Kur'an-ı Kerim de
Allah'tan başka Rab kabul etmeyin dediğinde bize, biz kendi kendimize böyle
bir şey yapmıyoruz ki demiyelim. Allah'ın haram kıldığı bir şeyi günümüzde bir
adam bir kuruluş helal kıldım derse ve müslümanlarda onu kabul ederlerse bu
müslümanların Rabbı olur o adam veya o kuruluş. Allah'ın helal kıldığı bir şeyi
günümüzde bir insan veya bir grup haram kıldım derde bir grup insanda evet
doğrudur hakikaten isabetli karar alınmış der bunun haram olmasında fayda
vardır, Allah'ın helal kıldığı şeyi haram olmasında fayda var diyecek olsa,
işte o kişiler veya o kişi o insanların Rabbı olur. Yani müşrik olurlar. Onun
için bundan çok sakınacağız Allah'ın Kur'an da haram kıldığına karşı haram
kılan insanların bütün görüş ve söyledikleri geçersizdir diye inanacağız, öyle
düşüneceğiz. Mesela içkiden misal verelim, içkiyi içen adam Allah af etsin
diyor. Bu adam müslüman kalmış. Al-lah'dan başka Rab da kabul etmemiştir
kimseyi. Biride hiç içmemiş, midesine koymamış. Yahu ne iyi adamsın maşallah
yani dinin yasakladığı için içmiyorsun öyle değil mi? diye soruyorsunuz. Yok
yahu öyle şey mi olur, mideme dokunuyor da onun için içmiyorum. 20. asırda bu
haram mî olurmuş, hangi çağda yaşıyorsun arkadaş diyor. Bu adam gavurdur.
Obürüsüde Allah'a peygambere iman etmişte içiyor ama "ne yapalım Allah
affetsin" diyor ve onu Allah affeder inşaallah.
Allah'tan başka
yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. O müşriklerin şirk koştuklarından
Allah'utenzih ederim. Yani onların Allah hakkında "Söylediklerini kabul
etmem red ederim. Yani noksanlık yoktur onda. Herşey en yüksek noktasındadır,
kemal noktasındadır diyoruz.[41]
32-
Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek isterler. Kafirler hoşlanmasalarda Allah
nurunu tamamlayacaktır.
Yani Allah'ın dinini
yok etmek isterler. Nur kelimesiyle ifade edilmiş İslam. Allah mü'minlerin
dostudur onları karanlıklardan, zulumattan nura çıkarır. Yani insanın evvela
gönlünü aydınlattığı, dünyasını aydınlattığı için nur kelimesiyle ifade
edilmiş İslam dini. Bunlarda İslamın nurunu söndürmek isterler; ağızlarıyla
söyledikleri sözlerle, yaptıkları iftiralarla, yazdıkları şiirlerle, dinin
aleyhinde yazdıkları romanlarla, kitaplarla, makalelerle, konferanslarla,
seminerleriyle, sempozyumlarıyla her türlü faaliyetleriyle, Allah'ın dinini
söndürmek isterler. Kafirlerin hiç hoşuna gitmese de Allah nurunu tamamlar.
Allah onların söndürmek için üflediklerini geriye çevirir diyor. 1400 seneden
beri bütün dünya kafirleri iş birliği yapmışlar. Onun için Bizans
imparatorluğu, İran imparatorluğu iş birliği yapmış her üfleşiylerinde
söndürecekleri yerde ışığını arttırmışlar. Hani bazan ateşi yandırmak içinde
üfleriz. Yani daha iyi yansın diye de üfleriz. Onların söndürmek için
üflemeleri bizim ışığımızın daha fazla yanmasına sebep olmuştur. Hani bunlar
müslümanlara saldırıyorlar, müslümanlan hapse atıyorlar, müslümanları
dövüyorlar filan, şikayet ediyoruz ya. Demir dövüldükçe sağlamlaşır.
Müslümanlarda şu günlerde dövüldükçe güçleniyorsa biraz da o sebepten yani son
30 -40 senedir müslümanlar her geçen gün artıyorlarsa ve biraz daha
sağlamlaşıyorlarsa sebebi odur.
Şeytan olmasaydı
diyorlar, şeytan olmasaydı ne olurdu? Adem oğlu uyurdu. Şeytan olmamış olsaydı
hayatta mücadele diye birşey olmazdı. Kırlangıç kuşu-na demişler ki niye böyle
uçarken zik zaklı uçuyorsun. "Ben belanın' bir altından bir üstünden
uçarım" demiş. Yani eğer atmaca korkusu olmamış olsaydı. Kırlangıç hantal
bir kuş olurdu. Uçamazdı fazla uçma kabiliyeti gelişmezdi. Onun içindir ki
onun böyle cevval uçması atmaca korkusundandır. Onun için biz de kafir
korkusundan değil, dinimizi kaybetme korkusundan dinimize her geçen gün biraz
daha sarılıyoruz. Her nefes alışımızda, her adımımızı atarken sağ adımla
çıkmamızın sebebi adet değil, o her an dini hatırlamak adetidir. Sağ adımla
evden çıkacaksınız dininize bağlılığınızı ortaya koyuyorsunuz.
Bismillahirrahmanirrahim diyorsunuz. Dininizle olan bağı kesmiyorsunuz,
unutmuyorsunuz hiç.Selamün aleyküm diyorsunuz. Allah'ın selam ismiyle hitap
ediyorsunuz. Yine Allah'ı hatırlıyor ve hatırlatıyorsunuz. Yani bütün faaliyetlerinizde
din içerisinde olduğunuza gayret gösteriyorsunuz.[42]
33- O,
hidayet ve hak din ile bütün dinlere üstün gelmesi için Ra-sulünü gönderendir.
Müşrikler hoşlan masalarda.
Peygamberini hak dinle
gönderen Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesi ile İslam dini bütün dinlerin değer
itibariyle bir kere üstünde olduğunu ve hakimiyeti de sağlayacağını müjdeliyor.
Bütün dinlere bağlı olan insanların, İslam adaleli altında yaşayacağını da bu
ayet-i kerime müjdeliyor. Yani İslamın dünya hakimiyetini müjdeleyen ayetlerden
bir tanesi budur.[43]
34- Ey iman
edenler, şüphesiz hahamlardan ve papazlardan bir çoğu batıl yollardan
insanların mallarını yerler ve Allah yolundan ahkoyarlar. Altın ve gümüşü
toplayıpda, Allah yolunda dağıtmayanlara acıklı azabı müjdele.
Burada Allah
(c.c.)'ünün iki yönlü mesajı var. Bir Ehl-i kitap hakkında bilgi veriyor
Rabbimiz. Papazların durumu hakkında bilgi veriyor. Kendi tarihlerinden
biliyoruz. Para karşılığında günahları affettiklerini biliyoruz. Allah (c.c.)
bunu haber vermesi bizim de bu durumlara düşmememiz içindir. Bir hoca, şeyh
veya ilim adamı, hiçbir kimse için cennet garantisi veremez. Ancak mü'min
olarak ölmüş olan cennete gider.
Birgün cami önünde bir
şahıs hayır müessesesi için makbuz karşılığı para topluyor. "Haydi cemaat
cennetten parsel alıyorsunuz" gibi şeyler söylüyordu.Bu doğru değil. Sanki
o makbuz tapu. Olmaz öyle şey. Ancak mü'min olarak ölen cennete gider.
"Sizi de Allah cennete koymayacakta kimi koyacak?" sözü yanlış.[44]
35- O gün
bunlar üzerinde cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla'yüzleri, yan tarafları
ve sırtları dağlanır. "İşte kendiniz için topladıklarınız. Topladığınızı
tadınız" (denir) Bu dünyada iken toplayıp, dağıtmayanlar o topladıklarıyla
azap edilecekler. Vücudlar yanar yanar dökülür. Allah tekrar tazeler.
Ebu Zer Gıfari yanında
yarma birşey bırakmamış. Dinimiz hakkını vermek kaydıyla mal biriktirmeye de
müsaade etmiştir. Bu ayetler sadece yahudi ve hristiyanları değil bizide
ilgilendirir.Mal biriktirirken ileride sizi yakacak olanları biriktirmeyin.Nasüki
bağrınıza yılanı basmıyorsunuz, işte ahirette yüzünüze yanlarınıza sırtınıza
alev olup yakacak haram mallardaan sakınınız.[45]
36- Gökleri
ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında, Allah katında ayların sayısı
onikidir. Bunlardan dördü (Recep, Zilka'de, Zilhicce ve Muharrem) haram
aylardır. İşte doğru (devaml ve düzenleyici) din budur. Orada (o aylar içinde)
kendinize zulun etmeyin. Müşrikler sizinle topyekün harbettiği gibi sizde
müşriklerle harbedir). Bilinki Allah müttekilerle beraberdir.
Recep, Zilka'de,
Zilhicce ve Muharrem ayları haram aylar olarak ka bul edilmiştir. Cahiliye
döneminde de bu aylara riayet edilmiştir. Recef ayı umre ayı olarak kabul
ediliyordu. Bu dört ay, haram ayı olarak İslan da da devam ettirilmiştir. Medeniyetten
uzak yerlere de gitseniz aylar 11 dir. Hafta 7 gündür. Her yerde aynıdır.
Bütün insanlığın
kültürünün temelinde din vardır. Bu şunu gösterir Bütün insanlarda aynı kökten,
kaynaktan meydana geliyor. En sapık din le, İslam karşılaştırıra birleşen yönler
olduğuda görülür. Birleşen husus
lar nereden
kaynaklanıyor? Peygamber neslinden geldiğindendir. Hak dinden kalan hususların
o sapık dinlerde de kaldığını ve bütün insanların Hz. Adem'den geldiğini
gösteriyor.
Allah müttekilerle
beraberdir. Yani bütün emirleri yaşayıp, yasaklarından kaçanlarla beraberdir.
Aklımıza şu geliyor. Harpler oluyor. Müslümanlara neden yardım gelmiyor
diyoruz. Allah, müslümanlarla, hakiki müslümanlar ayrılsın diye tehir
edebiliyor. Allah müttekilerle beraberdir diyor Rabbim.[46]
37- Bu haram
ayların hürmetini başka aylara geciktirmek küfürde artış yapmaktır. Kafirler
onunla sapıtılır. Allah'ın haram kıldığını helal kılmak, Allah'ın haram
kıldığı sayıyı çiğnemek için bir sene helal kılıyorlar, bir sene haram
kılıyorlar. Yaptıklarının kötülüğü onlara süslendi. Alkıh kafir topluma
hidayet vermez.
Kendilerine göre ayı
evirip çeviriyorlar. Olur mu bu demeyin. Bu zamanla batılılarda da olmuş.
Namazımızı güneşe göre, orucumuzu ve haccı ifa etmede ay takvimine göre
yapıyoruz. İki takvimi de kullanıyoruz. Dinimiz evrensel bir din. Bütün
insanlar bu tadı tadsın isteniyor. Onun için dolanır durur.
İnsan akla hayale
gelmeyen pislikler yaparken "Bir insan bunu nasıl yapıyor?" deniyor.
Şeytan ona yardım ediyor. Kedi aç kaldı mı yavrusunu yer. Yerken gözünü
kapatır. Bir filozof şöyle izah ediyor. Güvercine saldırıyorum diye yavrusuna
saldırıyor ve yiyinceye kadarda gözünü aç-miyor.Böylece o gövercin yemiş olu
yor. Kafirlerde küfürlerinden kayr naklanan uyuşturucu kullanımını, ibneliği, lezbiyenliği
soygunu, köşe dönmeyi, ihaneti, çağdaşlık ,işbilme, işbitirme olarak
isimlendirerek gövercin eti niyetiyle kendi canlarını cehennemde yakmaya
çalışıyorlar.[47]
38- Ey iman
edenler, size ne oluyor ki, "Allah yolunda birlikte harbe katılın
denildiğinde yere doğru ağırlaştınız. Ahirete karşılık dünya hayatınamı razı
oldunuz? Dünya hayatının geçimliği ahirete göre çok azdır.
Tebük seferini
anlatıyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'m Bizansla ilk karşı karşıya geldiği
seferdir. Mü'min olan herkesin bu sefere katılmasını istiyor efendimiz.[48]
39-Eğer
birlikte harbe katılmazsanız, sizi acıklı bir azapla cezalandırır ve sizin
yerinize bir başka toplumu getirir. Ona hiç bir şeyle zarar veremezsiniz. Allah
herşeye gücü yetendir.[49]
40- Eğer siz
ona yardım etmezseniz, Allah ona yardım etmişti. Hani ikinin ikincisi iken
kafirler onu çıkarmıştı. O ikisi mağarada iken arkadaşına "Üzülme Allah
bizimle beraberdir" demişti. Allah'da ona sekineyi (güveni) indirdi ve
sizin görmediğiniz ordularla onu kuvvetlendirdi. Kafirlerin (küfür) kelimesini
alçaktı. Allah'ın kelimesi işte o çok yücedir. Allah Azizdir, Hakimdir.
Mekkeli müşrikler
biraraya geliyorlar, ne edelim diyorlar. Sürgün edelim. Daha güçlenir diyorlar.
Hapsedelim. Bütün akrabaları her gün bizimle harbederler. Öldürelim diyorlar.
Ev kuşatılıyor. Efendimiz Hz. Ebu Bekir'le (r.a.) beraber Mekke'den çıkarlar.
Peygamber efendimizin (s.a.v.) yatağına Hz. Ali yatıyor. Allah (c.c.) iki
kişiyken onlara yardım ediyor. Efendimizle Hz. Ebu Bekir Sevr'de mağaraya
gizleniyor. Orümcek ağ örüveriyor mağara ağzma.[50] Bize
günümüzde neyi nasıl yapacağımızı da Öğretiyor bu ayetler. Herkes nerede
bulunuyorsa İslam'ı saf şekliyle anlatmak ve yaşamakla görevlidir. Allah (c.c.)
yardım edecektir. Efendimize ve Hz. Ebu Bekir'e (r.a.) yardım ettiği gibi.[51]
41- Hafif ve
ağır olarak topluca harbe katılın. Mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda
cihad yapın. Eğer bilirseniz bu sizin için da-' ha hayırlıdır.
Mısır'ın ünlü
ediplerinden Mustafa Lütfü adında bir zatın harp hutbesi vardır. Libyada,
Fransızlara karşı mücadele edenlere diyor ki: "Eğer arslanlar gibi savaş
meydanında çarpışmadan kaçarsanız, düşmanlarınız cephedekileri öldürdükten
sonra gelip ellerinizdeki kazmalarla mezarlarınızı kazdırıp, canlı canlı sizi
toprağa gömerler" diyor. Onun için kaçmak çıkar yol değil.[52]
42-Eğer
yakın bir menfaat ve orta bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı, ancak meşakkat
onlara uzak geldi. "Eğer gücümüz yetseydi sizinle beraber (harbe)
çıkardık" diye yemin edecekler. Kendilerini helak ediyorlar. Allah
biliyorki şüphesiz onlar yalan söylüyorlar.
Tebuk Medine'den
yanılmıyorsam 400 km. yaz günü. Hurmaların olgunlaştığı bir zamanda izin
isteyenler olmuş. Efendimiz izin vermiş.[53]
43- Allah
seni af etsin. Doğru söyleyenler sana açıklanıncaya kadar ve yalan
söyleyenleri bitinceye kadar onlara niçin izin verdin?[54]
44- Allah'a
ve ahirete iman edenler, malları ve canları ile cihad etmemek için senden izin
istemezler. Allah, müttekileri bilir.[55]
45- Ancak
Allah'a ve ahirete iman etmeyen, kalbleri şüpheye düşen ve şüphe içinde
bocalayıp duranlar izin isterler.
1400 sene evvelki
münafıkların halini dile getirmekle, bugün içinde ibret almamız isteniyor. Kimi
mal ve canlarıyla hizmet ederlerken, kimi de hele bir emekli olayım, para
sahibi olayım, hizmet edeyim diyorlar. Allah şu andaki gücümüzden sorumlu
tutuyor bizi. Mevcud gücümüzden sorumluyuz biz. Yarına yönelik plan kurulur ama
işi yarına tehir etmemeli. Her zamanın kendine has bir ibadet zamanı
vardır.Sizin elli yaşında yapacağınız hizmetler elli yaşın sorumluluğun u
karşılar. Şu anda bulunduğunuz yaşdayapmamz gereken hizmetleri hiç bir zaman
telafi edemezsiniz. Ancak tevbe edersiniz.[56]
46- Eğer
(cihada) çıkmak isteselerdi onun için hazırlık yapsalardı. Ancak onların
katılmasını hoşgörmedi, onları alıkoydu ve onlara: "oturanlarla (çocuk ve
kadınlarla) beraber oturun"dendi.[57]
47- Eğer
sizin içinizde harbe çıksalardı, aranızda bozgunculukdan başka birşeyi
artırmazlardı ve sizin için fitneyi isterlerdi. İçinizde onlara kulak
verecekler vardır. Allah, zalimleri bilendir.
Çevremizdeki insanlara
dikkat edeceğiz. Yalnız çekinmeyeceğiz. Kafir için en zararlı söz "Lailahe
illallah'tır" biz bunu minarenin tepesinden söylüyoruz. Bizim gizli veya
gizlenecek sözümüz yoktur. Kimseden endişe etmeyin. Haber almak için gelende
müslüman, anası, babası müslümandır. Şu şudur. Bu budur diye dilimizi
kısmayalım. Yoksa cehennem var.
Efendimiz miraç
gecesinde dilleri ateşten makaslarla kesilenlerin, hakikatleri söylemeyenler
olduğunu belirtmiştir.[58]
48- Onlar
daha öncede fitne çıkarmak istemişler ve senin hakkında birçok işler
çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemeselerde Allah'ın emri üstün
geldi.
Tebuk seferine hareket
ettiğinde münafıkların müslüman göründüğü halde müslüman olmayan insanların
mazeretler ileri sürerek bu Tebük seferine katılmamalarını anlatıyor. Peygamber
efendimize münafıkları anlatırken aynı zamanda ayet-i kerime bize bugünün
münafıklarının da iç dünyasının filmini bize arz ediyor. Rabbim"Daha
öncede fitneyi arıyorlardı. Fitne araştırıyordu bunlar senin için çeşitli
işler entrikalar çeviriyorlardı. Sonunda hak geldi Allah'ın işide ortaya
çıktı. Onların hoşuna gitmedi. Onların hoşuna gitmediği halde Allah'ın emri
geldi. Allah'ın işi ortaya çıktı, hakikat apaçık ortaya çıkıverdi1 'diyor. Yani
onların münafıklığı ortaya çıktı. Onlar sizin Tebük'e gidip Roma'lı askerler
tarafından mağlup olacağınızı ümit ediyorlardı, ama onların dediği olmadı. Hak
batıla galip geldi orada sizin mağlup olmadığınız sağ salim memleketinize
evlerinize döndüğünüz ortaya çıktı. Ve birde onların münafıklığı ortaya çıktı.
Tabi onlar bundan hoşlanmadılar. Kendi münafıklıklarının ayet-i kerimelerle
anlatılmasından da hoşlanmadılar. Sizin galip gelmenizden de hoşlanmadılar.[59]
49- Onlardan
bir kısmı: "Bana izin ver ve beni fitneye düşürme" der. İyi bilinki
onlar zaten fitneye düşmüşlerdi. Şüphesiz cehennem kafirleri kuşatıcıdır.
Onlardan biri sana
diyor ki bana izin ver, yani Tebuk seferine gitmeyeyim bu harbe katılmayayım
diyor. Gerekçesi de var beni fitneye düşürür. Ced b. Kays isimli münafık bayağı
ileri gelen bir münafık Peygamber efendimiz (s.a.v.) 'e geliyor. Ya Rasulüllah
ben günaha girmek istemiyorum. Ama Romalı kızların güzel olduğunu söylüyorlar.
Ben oraya gidersem kendimi günahtan koruyamam. Yani şimdi imansızlığını söylese
olmaz, çünkü mü'min görünüyor adam. Harbe gitmeyişinin gerekçesi olarak, çok
mütevazı, dininize bağlı, Takva sahibi de, takvasının zedeleneceğinden korktuğu
için harbe gitmediğini ortaya koyuyor. Hani günümüzdebir kısım insanlarımızda
buna benzer bir laf ederler. "Efendim mahviyyet gerekir mahviyyet"
bu tasavvufta bir terimdir. Yani kişinin kendisini yok gibi hissettirmesi;
Varlığım insanlara hissettirmeden İslamı yaşayacak fakat bu yaşadığını
insanlara hissettirmeyecek yani İslamı yaşadığım insanlara hissettirmeyecek
niye işin içine riya girmesin diye. Onun içindir ki müslümanların faaliyet
gösterdiği çeşitli derneklerde vakıflarda, kuruluşlarda, kurumlarda yer
almıyorum efendim gösteriş gibi oluyor. Oraya gitmek gelmek meydanlarda AUahu
Ekber diye bağırmak çeşitli işler yapmak riyaya girebilir onun için o tür
yerlerde ben görünmemeye dikkat ediyorum. Uzleti tercih ediyorum diyorlar.
Onlar öyle diyorlar. Ama peygamber efendimiz "İslam'ın ruhbanlığı
cihadladır" diyor.[60] Yani
her şeyden el etek çekmek mi istiyorsun mütevazi olmak riyadan kaçınmak mı
istiyorsun buyur cihad et diyor. Bir adam kendisini cihada vermişse maldan, candan
vazgeçmiş demektir.
Şimdi ortada Ya
Rasulüllah fitneye düşmemek, büyük günah işlememek için ben bu Tebuk seferine
katılmak istemiyorum bana izin ver diyor. Tabii ki Peygamber efendimizde izin
vermiş onlara. Ama Rabbim efendimizi de uyarıyor. Asıl fitnelemekle onlar
fitnenin içerisine düşüyorlar. Yani büyük günahı fitnelemekle elde ediyorlar
diyor Rabbim.[61]
50- Eğer
sana bir iyilik isabet ederse, onlar bozulurlar. Eğer sana bir musibet isabet
ederse "biz (savaşa katılmamakla) daha önceden tedbirimizi aldık"
derler ve sevinerek döner giderler.
Eğer sana bir iyilik
isabet ederse, müslümanlar devlet olarak, fert olarak rahata kavuşurlar, zaferi
elde ederler, ekonomik yönden güçlü olurlar, devletlerini kurarlar ve halk
olarak rahat bir hayat yaşarlarsa münafıkları kötü duruma düşürürler. Yani
münafıklar kendi iç dünyalarında yıkılırlar üzülürler adamlar kahrolurlar, ama
eğer sana bir görev isabet edecek olursa; Biz tedbirimizi daha önce almıştık
derler ve sevinirler ve evlerine sevinerek dönerler. Yani eğer sen Tebuk'e
gittiğinde orada Romalılarla yaptığın harpte mağlup olsaydın o zaman
diyeceklerdi. Biz tedbirimizi aldık canım arap askerleri Romalı askerlere
galip mi gelecek kesinlik le olmaz biz bunu biliyorduk. Onun için gitmedik, oh
gitmemekle ne iyi etmişiz deyip sevineceklerdi diyor Allah (c.c.) Peki ne
diyelim bunlara?[62]
51- Deki:
"Bize ancak Allah'ın yazdığı isabet eder. O bizim mev-lamizdir. Mü'minler
ancak Allah'a tevekkül etsinler"
Yani başımıza iyilik
gelirse üzülüyorlar müslümanlarm başına kötülük gelecek olursa o zaman da
oynuyorlar seviniyorlar. Cevap olarak deki bize ancak Allah'ın takdir ettikleri
gelir. Allah'ın takdirinde eğer zafer varsa o gelir. Allah'ın takdirinde eğer
şehitlik varsa o gelir. O bizim dostumuz, efendimiz, yaratıcımız,
yöneticimizdir. Mü'minler ancak Al-îah'a tevekkül etsinler diyor Allah (c.c):
onlara yine cevap.[63]
52- Deki:
"Siz, bizim hakkımızda iki güzellikden (gazilik veya şehidlikden)
başkasını gözetleyemezsiniz. Biz ise bizim ellerimizle Allah katında bir azabın
size isabet etmesini gözetliyoruz. Gözetleyin. Bizde sizinle beraber
gözetleyenlerdeniz".
Yani kafirlerin
mü'minler hakkında isteyebilecekleri iki şey vardır. Başka şey yok. Bizde sizin
hakkınızda iki şeyin gelmesini bekliyoruz. Ya Allah'ın azabı gelir başınıza
Allah kendisi azap eder ahirette veya bu dünyada bela veya musibetlerle veya
bizim ellerimizle size azap eder. Yada bizi galip getirir, size azap eder. Size
her halükarda azap var. Sizde bizini hakkımızda iki şeyi istiyorsunuz ama
ikiside güzel bizim için diyor, o da ya bizim mağlup olmamızı, o harpte
ölmemizi istiyorsunuz. Bu bizim için iyidir, şehitlik veya ölmezsek galip
geleceğiz, o da zaferdir. O da bizim için iyidir. Yani siz bizim hakkımızda ne
düşünürseniz düşünün o bizim için iyidir diyor. Çünkü Ölürsek şehidiz, kalırsak
gaziyiz. Zaferi elde ediyoruz. Her ikisi de müslüman için ideal istenilecek bir
şeydir diyor. Allah (c.c.) onun için hani şair "Ne varlığa sevinirim, ne
yokluğa yerinirim" diyor. Yani müslüman varlıkta sevinmez, yoklukta
yerinmez. Hani yine bir Tasavvuf şairi şiirini söylerken "Narında hoş,
nurunda hoş" diye biter şiirin sonu.
Gülü yaratanda.Allah
(c.c.) Bize Allah'tan ne isabet ederse bu Allah'ın bizim hakkımızda
yazdığıdır. Bize düşen görev, var olan bedeni gücümüz, akıl gücümüz, diploma
gücümüz, karar gücümüz, her türlü Allah'ın bize lütfettiği güçlerimizi
Allah'ın dini konusunda kullanmaktır, kullandıktan sonra o yolda şehit
olmuşsunuz. Devlete erişemediniz ama kaybetmemişsiniz, kazandınız siz veya o
izzete eriştiniz, devlete vardınız, yine kazandınız. Yani müslümanın hayatta
kaybetme diye bir endişesi yoktur. Kaybetme endişesi İslami hizmette üzerine
düşen görevi yapamamak, hakkı kaybetmektir. Bu görevi yaptıktan sonra şehit
oldun hedefine varmış olursun. Hani peygamber efendimiz (a.s.) bir hadisi şerifinde
ifade ediyor. "Öyle peygamberler geldi geçti ki bir ömür boyu Islama
davet etti de ona inanan tek insan olmadı." Böyle peygamber gelmiş geçmiş.
Peki o peygamber görevim yapamadı mı? Buhari.,K. ttb.hadis; 5351. Hidayet
Rabbimdendir. O peygamber görevini yaptı ve Rabbimin huzuruna kavuştu. Bir
kısım peygamberleride öldürdüler diyor. Ayet-i kerimenin tefsirinde daha önce
geçmişti. O gün peygamberi öldürdüler diyor. O peygamber erişemedi mi hedefine
peygamber hedefine erişti ama Allah (c.c.) öyle ise neye gönderdi. Allah (c.c.)
gönderir o toplum yarın kıyamet gününde Ya Rabbi doğru nedir? Eğri nedir? Biz
bilmiyorduk. Bak bu Muhammedi gönderdiğin gibi bize bir Peygamber
gönder-şeydin. İsa'yı gönderdiğin gibi bize de bir peygamber gönderseydin biz
de iman ederdik, demesinler diye Allah (c.c.) o topluma peygamber göndermiş,
ama karşı taraf iman etmemiş, iman etmediği gibi peygamberlerini de
öldürmüşler.
Bu peygamber yine de
başarılıdır. Biz o peygamberle Hz. Musa, Hz. İsa efendimiz arasında peygamber
olmaları yönüyle hiç ayırım yapmadığımızı her yatsı namazımızdan sonra
"Biz Allah'ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız" diyoruz. Yani
bu ayet-i kerimeleri okurken bizi teselli ediyor ki biz üzerimize düşeni
yapalım. Yani kafirlere karşı üzerimize düşeni yapalım. Yaptıktan sonra mağlup
olma diye bir şey yok.
mek vardır ama mağlup
olma diye bir şey yoktur müslümanlıkta. Peygamber efendimiz (s.a.v.), diyelim
orada Uhud harbinde mağlup durumda harbi kaybetmişti ama sonunda yine kazanan
müslümanlar olmuştur. Rabbim daha önce de bir ayet-i kerimede ve geçmişti.
Tevbe suresinin 14. ayet-i kerimesinde ve bu 52. ayet-i kerimede "Siz
bizim hakkımızda ne düşünürseniz düşünün bizim için iyiliktir o"
buyruluyor. Bizim diyelim Tebük harbinde Romalılara karşı mağlup olduğumuzu ve
orada hepimizin şehid olduğunu düşünün, şehidlik bizim için cennete
kestirmeden gitme yoludur. Bizim için iyidir. Peki buna alternatif ne olur,
galip gelme olur. O da bizim için iyidir. Yani siz ne kadar beyninizi kötü
yönde kullansanız bu düşündüğünüz bizim lehimize olur diyor ayet-i kerime. Biz
sizin hakkınızda ise ya Allah'ın size azap etmesini veya Allah (c.c.) bizim
elimizle size azap etmesini veriyor. Yani Allah bizim ellerimize, kollarımıza
güç verecektir. Ya biz azap edeceğiz veya Allah (c.c.) size azap edecektir
diyor Rabbim. Bekleyin. "Biz de sizinle beraber bekleyeceğiz.
"Görelim mevla neyler neylerse güzel eyler."
Bu Tevbe suresinin 14.
ayet-i kerimesinde ise "onlarla harp ediniz" "Allah sizlerin
elleriyle onlara azap etsin" Yani Allah'ın (c.c.) geçmiş toplumlara
gökyüzünden bazı taşlar yağdırmak suretiyle veya ateş indirmek suretiyle,
toprağın altını üstüne getirivermek suretiyle azap ettikleri olmuş. Ama bu
toplumlar ise yani peygamber efendimizden sonra gelen toplumlarda ise
mü'minlerin eliyle olacak bu iş. Allah kafirlere dünyada azabı tattıracaksa o
azap mü'minlerin eliyle olacaktır. Yani biz gökyüzünden melek beklemeyelim.
Melekle Rabbim yardım eder ama yeryüzünde Allah'ın dinini hakim kılmak için
çıkan bir tek şahıs bile olsa bir mü'minin olması gerekir. Allah o mü'min
insana yardım eder. Yoksa insansız olmuş olsaydı, niye insanları yaratsın ki
Allah (c.c), Melekler zaten diyorlardı ki Bakara suresinin baş tarafında
otuzuncu ayette "Ya Rabbi seni teşbih ederiz, seni takdis ederiz" bu
adem oğlunu yaratmaya ne gerek var, diyorlardı melekler[64]
53- Deki: "Gönüllü
veya gönülsüz infak edin, sizden asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz fasik bir
kavim oldunuz."[65]
54-
Sadakalarının kabulünü engelleyen: Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri, namaza
tembel tembel gelmeleri ve istemiyerek infakda bulunmalarıdır.
Sizin verdikleriniz kabul
değildir. Niye? "Çünkü siz fasık bir toplumsunuz" "Onların
infaklarımn kabul edilmemesi Allah'ı inkar etmele-rindendir, peygamberini inkar
etmelerindendir. Münafıklar Allah'a ve peygambere inanmıyorlar inanmış gibi
görünüyorlar. İşte inanmadıklarından dolayı verdikleri kabul edilmiyor.namazı
kılmıyorlar, kılarlarsa bile tembel tembel kılıyorlar.Tadat gibidir namaz.
Askerin sayılması için bora çalınıyor. Toplanılıyor orda işte filan filan
burda, diyerek içtima yapılır. Namaz da müslümanların tadatıdır. Günde beş
defa ezanla beraber çağrılıyorlar ve orada sanki sayım için hizaya durulur.
Münafıklar gelmezlerse münafıklıkları, kafirlikleri ortaya çıkacak ve onun için
böyle istemeye istemeye namazlarını gönülsüz kılmalarından dolayıdır. İnfakta
bulunuyorlar ama verdiklerinden hoşlanmayarak gönülsüz gönülsüz veriyorlar.
İşte bundan dolayı onların vermiş oldukları infak yani sadakalar Allah katında
kabul edilmiyor. Sadakaları kim kabul edecek? Allah (c.c). Öyle ise başta
Allah'a iman etmek gerekiyor. Bunun sevaplığım , kim anlatıyor, bize ahiretten
kim naklediyor, peygamber efendimiz öyle ise ona iman etmek gerekiyor. Ondan
sonra verilirse, Allah (c.c.) tarafından kabul edileceğini ifade ediyor
Rabbim. Ama adamlar harbe gitmemekle hani Türkiyede şöyle bir söz vardır.
Efendim Osmanlı döneminde Yahudiler, Hristiyanlar harbe alınmamışlar, çocukları
askere alınmamış, harbe alınmamış onlar mal mülk sahibi olmuşlar derler. Bu
Osmanlının son dönemlerinde doğrudur. Fakat Osmanlının daha önce güçlü olduğu
dönemlerde doğru değildir. O dönemlerde de zengin olan yine müslümanlardır.
Cihadı yapan, ilim faaliyetini yapan, zenginliği, ticareti de elinde tutan
müslümanlardı. O dönemde Yahudi ve Hristiyanlara da bir görev verilmişti.
İnşaat gibi yapı işlerini onlar yapıyor. Hatta halen yaşayan Ermeninin biri
İstanbul'daki tarihi binaları yapan ermenilerin bir listesini çıkardı, kitap
halinde yayınladı.
Öyle veya böyle
ticaret müslümanların elinde, siyaset müslümanların elinde. Hizmeti de bu
insanlara vermiş. Kur'an kaldırılıp, batıdan onların istediği kanun gelince
ters dönmüş bu sefer siyasetle ticareti onlar, limon satmayı, hammalhk yapmayı
küçük çaplı iş yapmayı onların ürettiği mallan evirip çevirip satmayı
bizimkilere veri vermişler. İnşaat işçiliğini karadenizlilere vermişler veya
ustalığı onlara vermişler. Ona göre de Türkiye'de vilayetlerimizi bile
ayırmışlar. Kasaplığı filanca kazaya vermişler. Buna göre işleri müslümalara
devredivermişlerdir. Rabbim "eğer o münafıklardan, kafirlerden zengin insanlar
görecek olursan onların malları da evlatları da seni imrendirmesin."
Hatta halk arasında konuşulur, münafıklığı ile köşeyi döndü gitti be. Şimdi
biliyoruzya bunu "herif köşe dönücü" deniliyor. Adam her partiye
yaranmak için oraya gidi-
yor, buraya gidiyor,
hangisi iktidara gelmişse onların yanında takla atıyor. Yağ kuyruğuna giriyor,
yağ çekiyor herif köşeyi dönüyor.[66]
55- Onların
mallahda evlatlanda seni imrendirmesin. Allah, bu mallar ve evlatlar yüzünden
onlara dünya hayatında azap etmek ve kafir olarak canlarının çıkmasını ister.
Yani kafir olarak
ölmelerini ve bu dünyada o mallan ve evladları sebebiyle de azap görmelerini
murad ediyor Allah (c.c.) Bu dünyada malının çokluğundan dolayı azap gören
insanlar var. Yani davası halen devam eden filan öldürüldü, filanın çocuğu
kaçırıldı, filanın işçileri şöyle yaptılar gibi olaylar. Adamlar sıkıntıdalar.
O çok büyük zenginler her yerde geziyor gibidirler ama tabancayla bekleyen
birçok korumaları arasında yaşıyorlar. Allah öyle bir hale düşürmesin çok zor.[67]
56- Onlar,
sizden olduklarına dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki onlar sizden
değildirler. Ancak onlar korkak bir kavimdirler.[68]
57- Eğer
sığınacak bir yer veya mağaralar veya girecek bir delik bulsalardı hemen oraya
koşarak yüz çevirirlerdi.
Yani islam devletinin
içerisinde yaşayan müslüman görünen ama gerçekten müslüman olmayan bu adamlar,
düşünün ki daha peygamber efendimizin yanında, bizim yanımızda filan değil,
bizim halimize bakıp nefret edebilirler. Ama kainatın efendisinin yönetteği bir
devlette adamların gönülleri imansızlık hastalığı ile dopdolu olduğundan
peygamberin devletinde değil yaşamak, bir sığınak bulsalar, bir mağara
bulsalar, bir delik bulsalar oraya girmeyi, o devlette yaşamaya tercih
ediyorlar. Bu biraz bizim aleyhimize gibi hocam, halbuki İslam devletinde
herkes canı gönülden orada yaşamak ister öyle değil mi? hayatta gülün üzerine
sineğin konduğu hiç görülmemiş. Olmaz yani katiyyen olmaz. Onun için
Mevlana, sineğe karşı
tedbir olarak gül suyu ile evi temiz tutmaktır der. Evi gül suyuyla tertemiz
yaptınız mı zaten orada yaşamaz çekip gider başka yerlere, pis yerler bulurlar
oralara yerleşirler. Bu adamların içi pislik dolu olduğundan peygamber
efendimiz (s.a.v.)'m yüzünü görmek istemiyorlar, sesini dinlemek istemiyorlar,
devletinde yaşamak istemiyorlar.
Şeyh Sadi
Gülistan'ında anlatıyor. Bir bülbülle kargayı aynı kafese koymuşlar. Bülbülün
dili tutulmuş, konuşamayıvermiş, ötemey i vermiş. Ama karga da diyor iki
ellerini birbirine oğuşturmuş sinirle Rabbine yönelmiş ellerini kaldırmış
"Ya Rabbi hayatta ne türlü bir kötülük yaptım ki böylesine çirkin,
böylesine kötü sesli, böylesine kendini beğenmiş, biriyle aynı kafeste kalma
cezasına çarptırıldım?" demiş kargada bunu söylemiş. Şimdi kuşların en
güzeli ve en güzel seslisi bülbülün yanında rahat etmesi gerekiyor ama kendi
renginin karalığı bülbülün yanma gelince daha kuvvetli oluyor ve rahatsız
oluyor. Kendi sesinin çirkinliği bülbülün sesinin yanında ortaya çıkıyor. Onun
için çok çirkin sesli bir adam çok güzel sesli bir hafızdan pek hoşlanmaz. Ama
güzel sesli bir hafız, güzel sesli başka bir hafızı seviyor. Ve beraber hareket
edip beraber oturuyorlar. Şimdi burada da karga aynı şekilde bülbülden
rahatsız, sinekte gülden rahatsız, münafıklarda peygamber efendimizin temizliğinden,
dürüstlüğünden rahatsız. Lut (a.s.)'ın münafık kavmi, yani kadınları bırakıp
erkeklerle ilişki kurmayı tercih eden kafirler diyorlar ki "Çıkarın
bunları bu şehirden sürgün edin. Bunlar temiz kalmaya çalışan adamlar
bunlar."[69] Temiz kalmaya çalışan
adamları sürün bu şehirden diyorlar. Yani adamlar temizden hoşlanmıyorlar.
Temiz kalan peygamber ve ona iman edenlerden hoşlanmıyorlar. Aynı şekilde bu
adamlarda efendimizin devletinde müslüman olarak rahat yaşamayı istemiyor.
Çünkü gönlü pislikle dopdolu bu insanların.Günümüzde bir kısım mü si uman im iz
kafire yaranmak için alçalıyor ve onun seviyesine iniyor.Peygamberimizin
devletinden çıkmak isteyen bu kafirlere bizim yaranmamız 'mümkin değil.[70]
58- Bazıları
sadakalar konusunda sana dil uzatır. Eğer kendilerine verilirse hoşnut
olurlar. Eğer verilmezse o zaman kızarlar.[71]
59- Eğer
onlar Allah'ın ve Rasulünün onlara verdiğine razı olsalardı ve "Allah
bize yeter, yakında lütfundan Allah ve Rasulü bizede verecek ve biz Allah'a
rağbet ederiz" deselerdi (daha hayırlı olurdu).
Çekişme aslında burada
kaş, göz hareketiyle meram anlatma hareketi, peygamberle alay eden, kaş göz
hareketleriyle onu hafife almaya çalışanlar cehennemliktir diyor ayet-i kerime.
Yani kaş göz hareketleriyle veya sözle vede şakayla karışık sataşmadır. Onun
için sadakalar konusunda efendimiz (s.a.v.)'la çekişiyorlar. Efendimiz sadaka
mallarından dağıtım yaparken* kendisine verilmeyen münafığın biri efendimizin
adil olmadığını söylemiş. Ali ah (c.c.) sadakaların kimlere verileceğini hemen
bir alt ayette haber vermiştir. Eğer ve o sadakadan kendilerine verilecek
olursa peygamberden hoşlanıyorlar. Eğer verilmeyecek olursa bu seferde
kızıyorlar, gazaplanıyorlar adamlar. Eğer Allah'ın ve Rasulünün verdiğine razı
olsalardı. Keşke razı olsalardı. Allah bize yeter deselerdi. Allah ve Rasulü
kendi tarafından kendi lütfundan bize yakında verecek, biz ancak Allah'a
yöneliriz. Allah'ı isteriz onun rızasını isteriz deselerdi onlar için daha
hayırlı olurdu.[72]
60-
Allah'dan bir farz olarak sadakalar, ancak fakirlere, düşkünlere, onun
üzerinde çalışan (memur)lara, kalbleri ısındırılacak1lara, kölelere,
borçlulara, Allah yolunda (cihad edenlere) ve yolculara aittir. Allah herşeyi
bilen hükmünde hikmet sahibi olandır.
Dedikten sonra zekatın
dağıtım yerlerini ifade ediyor Allah (c.c). Şimdi peygamber efendimiz
sadakaları zekatları topluyor. Onları ihtiyaç sahiplerine, layık olanlarına
dağıtıp veriyor. Onlar bize de ver diyorlar. Halbuki verilecek yerleri Rabbim
ayet-i kerimede sadaka (ki burada kast edilen zekattır), zekat fakirler içindir
diyor. Mesakin miskinin çoğulu,
miskin fakirden biraz
daha alt olan kişi diye tarif edilmiş. Fakir hiç değilse bir günlük yiyeceği
olan, miskin ise hiç olmayan. Hani Sultan Ahmet meydanında gezip dolaşan, akşam
yemeği konusunda garantisi olmayan adamlara miskin derler. Zekat müessesesinde
çalışan memurlar. Hani İslami bir devlette zekat müessesesi vardır. Diyelim ki
bir bakanlığın bünyesinde veya zekat bakanlığı vardır. Sadaka bakanlığı
vardır. Onlar toplama işlerini dağıtma işleri oradan görülmektedir.
Aslında zekat İslamda
devlete verilir. Doğrudan İslam devletine veriliyor. İslam devleti dağıtıyor.
Peygamber (s.a.v.) zamanında, Hz. Ebu Bekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)
zamanlarında bu böyle işlemiş. Hz. Osman (r.a.) zamanında şöyle bir şey denmiş.
Bazı malları ki onlara bizim memurumuzun ulaşması mümkün değil. Kur'an dilinde
ve fıkıh kitaplarında mesela, emvali zahire, emvali batine der. Yani kişinin
bilebileceği mallar var. Devletin bilebileceği mallar var. Devletin
bilebileceği malların zekatı yine devletindir. Devamlı İslam tarihinde bu
böyledir. Ancak şahsın bilebileceği malların zekatını ise şahsın kendisinin
vermesine müsade edilir. Ama asıl olan dinde zekatın devlete verilmesidir.
Zekatı devlet alır, onu bir fonda toplar ve o fondan fakirlere, o devlette ne
kadar fakir varsa bunlara ihtiyacını giderecek kadar para verir. Peki o
ihtiyacın oranı nedir. Yaşı 65'e ulaşanlar şu anda ne alır? Bilen var mı? 65
yaş maaşı alanlar 30 bin lira.Bunu alan zenginse niye veriyoruz. Fakirse niye
30 binlira veriyoruz. Dinim ayarla masını şuna bağlamış. Yani bir fakirin
havayici asliyesi karşılanmalıdır. Havayici asliye arapça ifadesi, Türkçesi bir
oturacağı ev, kiraya değil mülkiyet olarak, bineceği bir araba, Tür-kiyede en
küçüğünden bir araba diyelim, kışlık ve
yazlık elbisesi ve
devlet başkanının yiyebileceği kadar yiyecekten alabileceği bir pay. Ama
devlet başkamnınki çok fazla her fakire aynı verile-mezki. Ya onunki aşağı
indirilecek yada fakirinki yukarı çıkarılacak. Yani orta yolu bulacak. Çünkü
ikisinin midesi aynıdır. Dinimize göre devlet başkanının midesi ile çobanın
midesi, fakirin midesi aynıdır, beden ölçüleri de üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Tabii burada başkan
için bu yalnız, diğer uzmanlık sahası için maaşın sınırı yüksektir. Yani
devlet başkanının ki azdır İslamda. Devlet baş-kanınınkini asgari ücret
belirler oranım, ama bir hakimin, bir imamın, bir mühendisin, bir ordu
komutanının, sahasında uzman olan kişinin maaşı özel konuşmaya tabiidir. Ama o
konuşma devlet başkanın ınki s inden aşağı olmayacaktır. Bunu bir gazeteci
arkadaşa anlattımda hocam devlet başkanlığına kimse heves etmez diyor. Zaten
heves yeri değil orası hizmet yeri. Oraya sevabım çok olsun diye gidecek adam.
Yani oraya rağbet eden adam sevabım çok olsun diye gidecek. Çünkü yaptığı her
işin sevabı, normal insanların yaptığı işin sevabı gibi değil kat kat oluyor
onunkisi. Üçüncü sırada memurlar gelirler. Sonrada kalbi İslama kazandınlmak
istenenler. Onlarada zekat müessesesinden para verilir. Yani İslam devleti
diyelim ki Rusya'da veya Japonya'da veya Amerika'da İslama girecek veya
girmeyecek ama tereddütte, böyle bir adama bazı hediyeler verilip, gönlü İslama
kazandırılır. Fakat Hz. Ömer yok size demiş niye, çünkü İslamın sizin gibi adamların
gücüne konuşmasına ihtiyacı kalmamıştır, vermiyoruz bundan sonra ve
vermemişlerdir. Bizim Hanefi alimleri diyor ki Müellefeyi Kulub'a zekattan para
verilmez. Niye çünkü onu Hz. Ömer kaldırmıştır ve bunu sahabede kabul etmiştir.
Onda icma hasıl olmuştur derler. Fakat bir kısım alimlerimiz der ki. Hz. Ömer
doğru kaldırmışta gerekçe olarak şunu söylemiş "İslamın size ihtiyacı
kalmamıştır" onun için vermiyoruz. Ha ne demektir bu. İslamın yine bu tür
adamlara ihtiyacı olacağı dönem gelirse hüküm bakidir. Yine müellefeyi Kulub'a
verilir.
Fakirler, miskinlerden
sonra bu zekatı dağıtma ve toplamada görevli olan memurlarda maaşlarını o
müesseseden alırlar. Kalbi İslama ısındırılmak istenenlerle, köle azadında
kullanılır para. Yani dinde hep köleliğe sataşanlar bilsinler ki dinin zekat
fonundan para çıkar, kölelerini satın alır azad eder. Bununla ilgili ayet-i
kerime indirilmiştir. Yani bu adamların koymuş olduğu sistemde köleye olan
zulmü, köleye olan hakir bakmayı ortadan kaldıran dinimizdir. Hani daha önce
tefsiri geçtiya. Hz. Bilal (r.a.) peygamber efendimizin yanında oturunca
Mekkeli müşrikler "senin yanma gelmek istiyoruz ama köle ile aynı seviyede
oturamayız" diyorlar. Halbuki Hz. Ebu Bekir, Hz. Bilal Habeşi'yi köle
olarak satın almış ve azad etmiş, hürriyetine kavuşmuş, o da peygamberimizin
sevgilisi olmuş. Hergün yanında duruyor, ezan-ı Muhammedisini okuyor ve ona
böyle yüzüne bakmaktan sevap alıyor, Bilal Habeşi. Efendimizin yanında
oturuyor o köleler.
Zekat, borçlulara
veriliyor. İslamda kişilere garanti vermiş. Bir müs-lüman senet vermiş, iflas
etmiş ise, karşılığı çıkmamışsa devlet onun karşılığında garantördür. Borçluya
vermek suretiyle karşı tarafa ödemesini sağlıyor, müessese olarak. Burada
Rabbim sadaka borçlulara verilir. Allah yolunda olanlara verilir. Yani îslamın
izzeti için, İslamın devlet olması için gayret sarf eden insanlara verilir. Bu
ordu halinde, asker halinde olur. Bu talebe müesseseleri olur. Bu onlara
gerekli malzemelerin alımında onlara gerekli kolaylığın sağlanması yani
dininin devlet olması için gayret gösteren her türlü şahıs, kurum, kuruluş
neyse buralarda kullanılır zekat. Yolda kalmış insanlara verilir. Hani
dükkanınıza geliyor bir adam diyor ki efendim ben Erzurum'dan gelmiştim,
Konya'dan gelmiştim paramı çaldırttım veya param bitti, bana memleketime
gidecek kadar para gerekiyor. Siz ona çıkarıp veriyorsunuz ve zekatınıza
sayıyorsunuz. Bu adam isterse Konya'nın en zengin adamı olsun hiç önemli değil,
yolda kalmış bir adama zekattan paranızı verirsiniz. O adam zenginde olsa
zekatınız geçerlidir.
Tabi bunu İslam'da devlet yapıyor, yalnız hani burada biz zekatı hep ferdi
olarak verdiğimiz için hemen hayalimizde bu canlanmıyor. Devlet verdiğinden
dolayı devletin zekat fonundan yolda kalmış insanları memleketine götürecek
kadar parayı verme zorunluğu vardır. Allah'tan bir farz olarak Allah herşeyi
bilendir, Allah hükmedendir. Hükmünde hikmet sahibi olandır diyor.[73]
61- Onlardan
bazısı peygambere eziyet ederler ve "O (her söyleneni dinleyen) bir
kulaktır" derler. Deki: "O sizin için hayırlı biı kulakdir.Allah'a
iman eder, mü'minlere inanır ve sizden iman eden ler için bir rahmettir.
Allah'ın Rasulüne eziyet edenlere büyük azaj vardır.[74]
62- Sizi
hoşnut etmek için Allah'a yemin ederler. Eğer iman edi yorlarsa Allah'ı ve
Rasulünü hoşnut etmeleri daha doğrudur.
Peygamber efendimizi
üzerken, nasıl üzdüklerini Rabbim haber ver yor. Şöyle derler "Yahu
herkesi dinliyor bu" diyorlar. Onların en hak: gördüğü adam, bir kere
rengi zenci olan Bilal-i Habeşidir. , Mekkelileri kendisi bize yakın şimalidir.
Yani arapların rengi bizimle beraberdir. E; merimsidir. Bilal-i Habeşi, Habeşli
zenci bir adam. Hakir görülüyor, kıble olması yönüyle, birde siyah olmasıyla da
hakir görülüyor. Peygambt efendimiz onu biliyor. Bilal-i Habeşi yi biliyor.
Arkasında namaz kılaı ordusuna gelen, cadde de karşısına dikilen biri laf etmek
istediğine "efendimiz dinliyorum." Hatta dinleyiş şeklini tarif
ediyor, şemail kitaj lan, şunu omuz arasındaki göğsünü o konuşan adama
döndürürdü diyo Yani adama değer verir. Kim olursa olsun karşıdaki konuşan bir
ada: oldu mu, o adama şu göğsünü tamamen döndürürdü diyor. Ona da değ' vermiş
oluyor. Yani biz bunu hayatımızda tatbik etmemiz gerekiyor, y ni konuşan ister
imanlı ister imansız önemli değil, konuşuyorsa adan
değer vereceğiz, böyle
kendisine doğru döneceğiz. Yanlış konuşuyor, o zaman yanlışını düzeltici
konuşma yapacağız, ama ona doğru yönelinecek. Efendimiz için "Bu herkesi
dinliyor" diyorlar. Onun dinlemesi sizin için hayırlıdır. O hepinizi
dinler.[75]
63- Bilmedilermi
ki, kim Allah'a ve Rasulüne karşı gelirse, onun için içinde ebedi kalacağı
cehennem vardır. İşte bu büyük bir rüsva'yliktır.
Hani münafıklar
geliyorlar "vallahi sana iman ediyoruz Ya Rasullül-lah. Billahi de iman
ediyoruz." Hani geçti ya[76]
"Allah'a yemin ediyorlar. Biz sizdeniz diyorlar." Şimdi bana
içinizden biri deseki vallahi hocam seni çok seviyorum. Billahi çok seviyorum,
tallahi çok seviyorum, yahu durup dururken bu adam bana bunu niye söylüyor,
hani sevdiğinizi söyleyin "seni seviyorum hocam"deyin bu olur. Bir
kardeşimize "seviyorum seni" denilir de, vallahide seviyorum,
billahide seviyorum, tallahide seviyorum, ee seviyorsan seviyorsun, yani yemine
ne gerek var, yani yeminle teyid etmeye gerek yok diyoruz.
Şimdi bazıları
peygamber efendimize yeminle geliyorlar. Efendimiz onun yürüyüşünden anlıyor,
bakışından anlıyor, Hz. Ebu Bekirin kendisini sevdiğini bakışından anlıyor.
Yani Hz. Ebu Bekir yemin etmemiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.) münafıkları da
dinlemiş. Vallahi Yarasu-lüllah, billa yarasulüllah ben Tebük harbine
katılamadım ama bugün yetişirim, yarın yetişirim dedim yapamadım edemedim
diyerek çeşitli bahaneler söylemişler. Peygamber efendimiz dinlemiş ve itiraz
da etmemiş. Rabbim diyor ki onun dinlemesi hayırdır sizin için aslında, ama o
peygamber aldanmaz, dinlerde aldanmaz. O Allah'a iman eder, mü'min-lere
güvenir, münafıkları dinler de inanmış gibi görünür ama inanmaz, kime inanır
mü'nünlere inanır. Mümini de dinler, kafiri de dinler. Münafık yutturduğunu
zanneder. Ama peygamber (s.a.v.) mü'minlere güvenir, mü'min insanlara inanır.
"Sizden iman edenlere o bir rahmettir. Allah'ın rasulüne eziyet edenlere
ise yakışır acıklı azap vardır" diyor Allah (c.c). Sizin için Allah'a
yemin ederler, sizin hoşnutluğunuzu almak için sizin hoşunuza gitmek için yemin
ederler. Vallahi de seviyorum seni, billahide seviyorum, vallahi sizdeniz diye
yemin eder. Ama eğer mü'minlerse onlar Allah'ı ve Rasulünü razı etmek daha
layıktır. Allah ve Rasulü razı olmaya onlara daha layıktır. Yani biz insanların
razı olması için değil Allah ve Rasulünün razi olması için insanlara iyi
muamelede bulunma-
nız gerekiyor. Allah
ve Rasulünün razı olması için muamele yaparsak kul da razı olur. Ama insanlar
razı olsun diye hareket edecek olursak insanların istekleri çeşitlidir.
Herkesi razı etmek için adamın insanlığından çıkması gerekiyor onlar
bilmedilermi ki. "Kim Allah ve Rasulüne karşı savaş ilan ederse, Allah ve
Rasulüne karşı kesinlikle sınır çizerse ve sınırım kapatırsa, onun için ebedi
cehennem vardır. Bu da büyük bir rüsvaylıktır diyor Allah (c.c.)."[77]
64- Münafıklar,
kalblerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin indirilmesinden
korkarlar. Deki: "Siz alay edin. Allah sizin korktuğunuzu çıkaracaktır.
Mü'minleri kandırmak
için her çareye başvuran münafıklar iki yüzlülüklerinin açığa çıkmasından
korkarlar. Bunlar cami ile kilise arasında kalan, çıkarı için bir o tarafa, bir
bu tarafa koşan, birgün iki tarafdanda kovulan tiplerdir.
Müslümanların
karşısında Kur1 an öpen batılılar karşısında viski içip gerdan kıranlar iki
taraftada itibarı olmayan, hizmet ettiği sürece kullanılan insan tipleridir.[78]
65- Eğer
onlara sorsan: "Elbette biz (söze) dalar ve şakalaşırız" derler.
Deki: "Allah'la, onun ayetleri ile ve Rasulü ilemi eğleniyorsunuz?"
Bunların ipleri pazara
çıktığında kendilerini savunurken, "oyun olsun için yapıyorduk"
derler. Günümüzde dinime imanıma saldıranlar peygamberime dil uzatanlar,
sıkıştıkları vakit, "Biz sanat yapıyorduk' diyorlar. Madem sanat
yapıyorsunuz tapındığınız putları konu edinin. Sizi ve bizi yaratan Allah'ı
alaya alarak sanat yapılmaz.[79]
66- Özür
dilemeyin. Eğer sizden (tevbe eden) bir gurubu afvetsek bile suçlu olmaları
sebebiyle diğer guruba azap edeceğiz.
İslam'a çatan
ifadelerden sonra "sanat yapıyorduk, oyun oynuyorduk" gibi özürler,
kabahatinizdende büyük. Özür dilemeyin. Allah'dan af dileyin. İmandan sonra
küfre girenlerin kurtuluşu tevbe ederek tekrar imana dönmektir. İnsanları
kandırırlar ama Allah'ı asla kandıramazlar.[80]
67- Münafık
erkeklerle, münafık kadınlar birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği
yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar) Onlar Allah'ı unuttular,
Allah'da onları unuttu, (muamelesi yaptı.) Şüphesiz münafıklar fasıklarin ta
kendisidirler.[81]
68- Allah,
munafık erkeklere, münafık kadınlara ve kafirlere orada ebedi kalmak üzere
cehennemi va'detti. Cehennem onlara yeter. Allah onlara lanet etmiştir ve onlar
için devamlı azap vardır
Bu Tevbe suresinde
genellikle kafirlerden ziyade münafıkların durumu bize bildirilmektedir.
Efendimiz'in (s.a.v.) bol günlerinde, rahat günlerinde gelip bizlerde
müslümanız diyen, onunla beraber namaz kılan, Efendimiz'in (s.a.v.) dar
günlerinde yanından ayrılıveren, bu insanlar hakkında Rabbim bilgi verirken,
bize aynı zamanda bizim günümüzdeki yaşadığımız ortamdaki münafıkların
karakterinide bize bildirmiş oluyor. "Münafık erkeklerle münafık kadınlar
birbirlerindendir. Yani biribirleri-nin yandaşlarıdırlar. Onlar kötülüğü emr
ederler, insanları iyilikten alı-koyarlar, ellerini sıkı tutarlar."
Yani cimrilik yaparlar.
Münafığın dört vasfı sayılmış oluyor böylece. Her gün namazımızda okuduğumuz
"Maun" suresinde de efendimiz (s.a.v.) mü'min görünen münafıklık
yapan insanların yetimi azarladığını, fakirin kamını doyurmadığım, namaz
kılarsa riyakarlık yaptığını, riya için gösteriş için namaz kıldığını ve
komşuluk münasebetlerinde de aralarında birbirlerine bir malzeme için muhtaç
olduklarında, yardımlaşma yapmadıklarını ifade ediyordu Allah (c.c.)
Burada da bu dört
vasıflarını bize bildiriyor. Bunların yaptıkları bu kötülüklerin cezası
olarakta Rabbim, "Onlar Allah'ı unuttular da Allah'ta onları unutmuş
muamelesi yaptı." Hani bir insan birini unutursa ne yapar, ona karşı
iyilikleri, ona karşı ziyaretleride tamamen ortadan kalkar ya. Allah (c.c.)
için unutma söz konusu değil. Ama unutulmuş bir insana nasıl ki insanlar iyi
muamele yapmazlar kötü muamele de yapmazlar ama her türlü nimetler onlardan
kesilmiş olur Allah (c.c.) de bu münafıklara unutulmuş muamelesi yapacaktır.
Kıyamet gününde cennet ve onun nimetlerinden hiçbir şeyden
yararlanmayacaklardır.
"Münafıklar
fasıkların ta kendisidir" diyor Allah (c.c.) ve beş ayet-i kerime ile
mü'minleri tarif ediyor. Bakara suresinin ilk beş ayetiyle ondan sonra gelen
iki ayet-i kerimeyle kafirleri tanıtıyor. Ondan sonra gelen onüç ayet-i
kerimeyle münafıkları tanıtıyor. Bundan da şunu anlıyoruz ki biz müslümanlar
için en tehlikeli olanlar kafirlerden ziyade münafık olanlardır. Onun için
Rabbim münafıkların vasıflarını birkaç surede birçok ayet-i kerimeyle
tanıtıyor bize. İyi anlasınlar, bilsinler ve bu insanların namaz kıldıklarına
aldanmasınlar, Allah peygamber dediklerine inanmasınlar. Münafıklıkları
nedeniyle bunları yaparlar bunlar. Nerden anlayacağız..? İşte buradaki münafık
münafığı tutar, kötülüğü emr ederler. Yani yapmış olduğu kanunlarda mutlaka
insanlara zaraı verir. Onlar Rabbimin yapmayın dediklerini yaparlar ve Allah'ın
yapınız dediklerini ise engellerler, mani olurlar vede cimrilik yaparlar. Münafık
erkeklere de, münafık kadınlara da ve topyekün kafirlere, Allat ebedi olarak
cehennemi vaad ediyor. Ebedi olarak cehennemde kalacaklardır. Kur'an-ı Kerim
de münafık erkekler, münafık kadınlar, ve de kafirler diye sıralamaya da
dikkat çeker alimlerimiz. Mesela burada Evvela münafıkları söylüyor, sonra
kafirleri söylüyor. Yani tehlikesinin önemine de dikkat çekmiş oluyor.
Birinci derecede
müslümanlar için tehlikeli olan münafıklar, ikine derecede tehlikeli olanlar
kafirler olduğuna da bu sıralama işaret etmi: oluyor. Onlar Cehennemde
ebedidirler, o cehennem onlara yeter diyo Rabbim. Allah onlara lanet etmiştir.
Yani rahmetinden uzaklaştirnııştır Daimi azab onlaradır diyor Allah (c.c.)
Bunlar sizden öncekiler gibidir ler. Yani münafıklar yalnız peygamber efendimiz
(s.a.v.) dönemindi
yaşamış değildirler.
Daha öncede münafıklar olmuş. Hani Nuh (a.s.) döneminde de Nuh (a.s.)'a iman
edenlerde var, iman etmeyen kafirler var. İkisinin arasında gelip gidenler var.
Hani Rabbim ayet-i kerimesinde onlar hakkında münafıklar kafirlerle müslümanlar
arasında gelirler giderler. Ne o taraftandırlar ne de bu taraftandırlar.
İkisinden de faydalanacaklarını sanıyorlar. Ama bazen ikisi tarafındanda
cezalandırılıyorlar.[82]
69- Sizden
öncekiler gibisiniz, onlar, kuvvetçe sizden daha güçlü idiler. Mal ve evlad
yönünden daha çok idiler. Onlar nasipleri kadar faydalandılar. Sizden
öncekilerin nasipleriyle faydalandıkları gibi sizde nasibinizden faydalandınız.
(Batıla) dalanlar gibi sizde (batıla) daldınız. İşte onlar, amelleri dünyada ve
ahirette boşa gidenlerdir. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.
Dalmak nasıl olur?
Sinek bakmış ki tabağın içinde bal var, yukardan hemen kenarına konarmış..
Dermiş ki bu benim neslime yeter. Yani benden sonra gelecek olan nesillere
yeter bu, evvela ön ayaklan ileriye doğru gider, sonra hortumunu bala doğru
uzatır, yemeğe başlarmiş. Yedikçe dalarmış, yedikçe dalarmış, içerisine doğru
ve ayakları da, kanatları da tamamen balın içerisine batarmış. Tam karnı
doyarmiş, karnı do-yunce şimdi daha iyi uçarım karnım daha iyi doydu, deyip te
kanadım çırpmaya kalkınca kanadını çırpamazmış. İşte insan oğlunun dünya ya
dalması böyle birşey. Ha bugün çıkarım. Yani dalarken iyi niyetlerle dalıyor.
Hocam şöyle bir ev alacak kadar birşey, yani bu anlattıklarımı almayın yapmayın
diye söylemiyorum, dikkat edin yalnız. Hani daha Önce ifade ettim para
cebinizde duracak, şu göğüs kaburga kemiğinizin içerisine kalbinize girmeyecek.
Yani sevgisi kalbinizin içerisine girmeyecek, cebinizde duracak. Yoksa bir
araba alayım veya bir ev alayım yeter. Ordan oraya taşınma olmuyor filan v.s.
Bir de dükkan aldınız, sonu gelmez, bir de deniz kenarında ev alma, yazlık
alma ihtiyacı hissedilir. Ondan sonra çocuğa bir ev yazlık, bir araba gibi
bütün bunlara dalınıp gidilirde, bu dünya dan herşeyi elde edeyim denilir de,
ahiretle ilgili olarakta hiçbir şeye elimiz varmaz. İmanınız da var ayrıca,
yalnız yahu bunu da elde edelim dediğimiz için, ama hele şu işleride bitireyim
hele
bu işleride bitireyim
diye devam eder gideriz. Mazaallah. Rabbimde ona dikkat çekiyor onların daldığı
gibi sizde dalarsınız diyor. İşte onların amelleri dünyada da boşa gitti,
ahirette de boşa gitti. İşte zarara uğrayanlar onlardır diyor Allah (c.c).[83]
70- Onlara
kendilerinden öncekilerin, Nuh, Ad, Semud, İbrahim'in kavmi, Medyen halkı ve
mü'tefikatin (Lut'un darmadağın olan kavminin) haberi gelmedi mi? Onlara
peygamberleri açık delillerle gelmişlerdi. Allah onlara zulmetmedi. Ancak
onlar kendilerine zulmetmişlerdi.
Onlardan öncekilerin haberi
onlara gelmedi mi? Yani bu insanlar Peygamberleri yalanlamaya yöneliyorlar.
Kafirlere yaranıyorlar ve dünya nimetlerine dalıyorlar, ahireti inkara
yöneliyorlar. Acaba onlara daha öncekilerin haberleri gelmedi mi? ki Nuh'un
kavmi, Ad kavmi, yani Lut (a.s.)'a inanmayan Ad kavmi inananları var tabii ama
çoğunluğu inanmamış, Semud kavmi Salih (a.s.)'a karşı gelen Salih (a.s.)'ı
öldürmeye teşebbüs eden ve helak olan Semud kavminin haberi, ve kavmi İbrahim ,
İbrahim (a.s.)'ı ateşe atmaya teşebbüs eden ve de atan, o insanların akıbetinin
ne olduğu konusunda haber onlara gelmedi mi? Ve Ashab-ı Medyen'e, Şuayb
(a.s.)'a iman etmeyen ve ticaretle meşgul olan, tartılarını ve ölçülerini
kendi lehlerine çeviren, o ticaret erbabı ki sonlan perişan olmuştur. Onlara,
Allah'ın azabı gelmişti, onların haberi bunlara gelmedi mi? Daha evvelki
tehlikeler ve büyük günah işleyen ve Lut (a.s.)'a iman etmeyen, o ahlaksız
işleri yapan insanların haberleri, bu münafiklara,gelmedi mi? buyuruyor Allah
(c.c.)
Hani Mevlana diyor ki
bunlar neye anlatılır. Daha önce anlatmıştım. Bu kavimlerin başlarına Allah
(c.c.) bu dünyada iken bela vermiştir. Bir kısmını şiddetli bir rüzgarla yok
etmiş, bir kısmını toprağın altım üstüne getirmek suretiyle helak edivermiş,
bir kısmını şiddetli bir gürültüyle helak etmiş yok etmiş. Daha sonra gelenler
onların düştüğü o tehlikeli duruma, bu dünyada ki bela ve musibete, ahiretteki
belaya düşmesinler diye, Allah (c.c.) bunları bize ibret olarak bildiriyor.
Hanielektirik direklerinin üzerinde kuru bir insan kafasının resmi vardır ve
bir de çarpı vardır üzerinde. Yani bu direğe çıkma ölürsün, daha önce birisi
çıktı ve
Öldü anlamındadır.
Allah (c.c.) geçmiş toplumlardan helak olanların durumunu bildirirken, Allah'a
isyan ettiler ve bu cezayı bunlar hak ettiler. Sizde aynı suçu işlemeyin diye
Allah (c.c.) bizi uyarıyor.
İşte Mevlana bunu bize
daha iyi anlatabilmek için Arslan, Kurt ve Tilki ava gitmişler diyor. Arslan
tabii ki ormanların sultam Şahıdır. Av neticesinde bir yaban öküzü, bir geyik,
bir de tavşan vurmuşlar. Arslan Kurd'a taksimi sen yap bakalım demiş. Kurt demiş
ki: Efendim şu yaban öküzü zat-ı alinizin olsun, şu geyik benim olsun, şu
tavşanda tilki kardeşin olsun demiş. Arslan pençeyi bir atmış ve Kurd'u
öldürmüş, derisini başından çıkarmış. Bu sefer Tilki'ye yöneldi, taksimi sen
yap bakalım demiş. Tilki de; Efendim şu geyiği sabah kahvaltısı yapsanız, şu
yaban öküzünü de öğle yemeği yapsanız, tavşanı da yatacağınızda çerez olarak
yeseniz demiş. Arslan yahu sen bu taksimi nerden öğrendin demiş. Efendim
Kürd'ün başına gelenler bana ders oldu demiş. Mevlana diyor ki, Allah (c.c.)
bütün dünyada ve gökyüzünde var olan her şeyi yaratan odur. Öyle olunca onun
mülkünde Allah'ın dediği olur. Eğer biri çıkarda Allah (c.c.)'ın taksimine
isyan ederse başına gelecek bellidir. Taksimlerden biri de nedir? İnsanlar içerisinde
istediğini peygamber seçmesidir. Allah (c.c), "Allah dilediğini halk eder
ve dilediğini seçer" diyor.[84]
kendisi hakkında peygamber (a.s.), "peygamber olarak seçmişse biri
kalkıpta itiraz edecek olursa niye onu seçtin de bu Mekke'nin ileri
gelenlerinden veya şu iki büyük şehirden daha eşraftan olan insanlara
vermedin" diye itiraza kalkarsa Allah (c.c.) bu dünyada da ahirette de
amellerinin boşa gidivereceğini bize haber veriyor.
Onlara da
peygamberleri delilleriyle geldiler, mucizelerle geldiler. Allah onları
cezalandırmakla zulm etmedi. Onlar kendilerine zulm ettiler, diyor Rabbim.
Yani imansızlığı tercih etmekle kendilerine zulm etmiş oldular. Öyle olunca
insanlar Cehennemde yanacak dediğimizde bizi Allah (c.c.) yakmıyor. Bu ayet-i
kerimeden anladığımız kadarıyla insanlar kendi ateşlerini kendileri
hazırlıyorlar ve kendi kendilerine zulm etmiş oluyorlar. Şimdi bize mü'mini
tanıtıyor tekrar.[85]
71- Mü'min
erkeklerle, mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İyiliği emrederler,
kötülükden alıkoyarlar, namazı kılarlar,
zekatı verirler.
Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz
Allah Azizdir, Hakimdir.
Mü'min erkeklerle
mü'min kadınlar onlarda biribirlerinin dostlarıdırlar. Yani mü'minin dostu
mü'mindir. "Kafirden dost, domuz derisinden post olmaz" demiş
atalarımız. Yani kafirden dost olmaz sözü ayet-i kerimelerden özetlenerek
alınmış bir cümledir. Domuzdan post olmaz sözü de Peygamber efendimiz (s.a.v.)
hadisinden alınmış bir sözdür ayet ve hadisten alman ve atasözü haline
getirilen bir şeydir. Mü'minler-de iyiliği emrederler, kötülüklerden
alıkoyarlar, ve namazlarını dosdoğru kılarlar ve zekatlarını da verirler.
Allah ve Rasulüne itaat ederler. Burada mü'minlerin altı vasfını sayıvermiş:
1- mü'minler birbirlerinin dostudur. 2- iyiliği emr ederler, 3- kötülükten
alıkoyarlar, 4- namazı dosdoğru kılarlar, 5- zekatlarım verirler. 6- Allah'a
ve Rasulüne itaat edere-ler.
Münafığın dört vasfına
karşı, müslümanların altı tane vasfını sayıvermiş Allah (c.c). Mü'minler
iyiliği emreder derken, namazı emr eder, orucu emr eder, zekatı emr eder, haccı
emr eder. Mahalle arasında, komşular arasında bir insana birisi saygısızlık
yapıyorsa haklının yanında yer alır, haksıza karşı derki haksızlık yapıyorsun
ve öyle yapma der. İyiliği emr eder. İnsanların yanlışlığını münasip bir dille
o insanlara duyurmak, iyiliği emr etmektir. Yanlışı duyururken onun nasıl
yapacağım söylemekte bizim görevimizdir ve yapılan yanlışı engellemekte asli görevlerimizdendir.
Hani mahallede çocukluk arkadaşımız, okul arkadaşımız, asker arkadaşımız,
dükkan arkadaşımız, ev arkadaşımız, daire arkadaşımız, tanıdıklarımız,
dostlarımız, yakınlarımız bunlar, mesela kötü yollara düşüyor. Bizde kızıyoruz
onlara, kızıyoruz da engellemiyoruz. "Allah kahretsin sözümüzü
tutmuyor"diyoruz ve böylece onun kötü yola gitmesine göz yummuş oluyoruz.
Rabbim ayet-i
kerimesinde "engellerler, mani olurlar, yasaklarlar" diyor. Onu, yani
kötülüğü yasaklarlar, engellerler. Nasıl engeller? Hadisi şerifte ifade
edildiğine göre elle engeller. Tutar adamı salmaz veya ona birşeyler verir para
verir yine o kötülüğü engeller veya döverek mani olur. Yani bütün yollan
denemiştir, mani olamamışsa eliyle döverek mani olur. Ona gücü yetmezse o zaman
diliyle mani olur, ona da gücü yetmezse buğz eder demişler. (O da buğz eder
zaten hadisi şerifte yokda tercemede Türkçeye tercemesinde buğz eder demişler).
Ve yine güç yetmezse kalbi ile mani olur derler. Buğz etmekte bunun içine
girer. Kalbiyle bu sefer düşünür yani aklıyla daha nasıl mani olurum diyebilir
veya başka şeyler ortaya dökülebilir.[86]
"Namazlarını
dosdoğru kılarlar." Mü'mini anlatırken genelde bu hiç ihmal edilmiyor.
Namazlarını dosdoğru kılarlar. Çünkü namaz insanların dürüst olması,
kötülüklerden uzaklaştırması için en etkili ilaçtır. Ayet-i kerimede Rabbim
"namaz insanı kötülüklerden alıkoyar" diyor.[87] Ama
hocam bir tanesini biliyoruz, namaz kılıyor ama bütün kötülükleri yapıyor? o
insan namazına kalıbıyla geliyor da kalbiyle gelemiyor. Kalbiyle dükkanda, evde
veya bir dalaverenin peşindedir. Ondan dolayı namaz o insana faydalı olmuyor.
Demek ki namaz
zalimlere baş kaldırabilmek için en büyük araçtır. Hani Şuayb (a.s.)'a diyorlar
ki Ya Şuayb babalarımızın taptıklarını ter-ketmemizi sana namazınmı emrediyor?
diyorlar.[88] Yani babalarımızın
koyduğu kanunlara uymayı engelleyen senin kıldığın namaz mı diyorlar.(Enteresan
yani Allah'ın bize bildirdiği bu ayetlerden biride burda bence enteresan. Yani
namaz bir insanı nasıl alıkoyar ki onlar hiç itiraz etmiyorlar. Senin namazın
mı bizim babalarımızın koyduğu kanunlara babalarımızın yolundan gitmeye mani
oluyor burada. Çünkü namaz müslümanları bir araya getiren halk halinde Hakkın
huzurunda tutan en önemli ibadetimizdir.
Bu ibadetimiz
içerisinde Allah'ın kanununun maddelerini ibadet olarak okuyoruz biz. Yani o
kanun maddelerini unutmayalım diye tekrarlayıp duruyoruz namazımızda. Dünyanın
hiçbir yerinde kanun maddeleri ibadet malzemesi olarak kullanılmaz. Yalnız bu
müslümanlarda-dır. Kur1 an, hem kanundur, hem de ibadetini onunla yapar. Günde
beş defa da tekrar eder. Ama hocam biz okuduklarımızın manasını bilmiyoruz ki
ne yapalım. Tabi bizi cehaletin içerisine atıvermişler de ondan yoksa herkes
okuduğunun manasını bilmeli ve namazını kılarken de mana düşünülerek namaz
kılınmalıdır.
"Ve zekatlarını
verirler." Yukarıda münafıkları anlatırken onlar ellerini kapatırlar.
Cimrilik yaparlar diyor. Müslümanlar ise zekatlarını verirler. Yani cömert
davranırlar. Allah'a ve Rasulüne itaat ederler diyor Allah (c.c). Münafıklar
ise onlar Allah'a itaatten çıkarlar isyan ederler. Mü'minler ise Allah'a ve
Rasulüne itaat ederler. İşte onlara Allah (c.c.) merhamet edecektir. Allah
herşeye gücü yeten ve Allah hikmet sahibi olandır. Münafıklara Cehennemi vaad
etmişti Rabbim mü'minlere de[89]
72-.Allah,
mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinde ebe-diyyen kalmak üzere altından
ırmaklar akan, cennetler ve adn cennetlerinde güzel meskenler va'detti.
Allah'ın hoşnud olması ise hepsinden büyüktür. İşte büyük başarı budur.
İmansızın biri Türkiye'de
derginin birinde yazıyor: "Efendim cennette nimetler hep erkeklere vaad
ediliyor" diyor. Kur'an okumadığından tabi bu, halbuki Allah (c.c.)
"mü'min erkekler ile mü'min kadınlar bunun içerisine girer"
buyuruyor. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar Allah'a ve Rasulüne, Kur'an-ı
Kerime ve içerisindeki bütün ayetlerin ahkamına iman etmiş erkeklere,
kadınlara cennette nimetler ve çok güzel tertemiz köşkler vaad ediyor Allah
(c.c). Irmaklar vaad ediyor. Bu dünyada apartmanımızda susuz yaşıyoruz, ama
inşaallah Allah ahirette, "cennette kesintisiz, devamlı akan,
kokusuz" başka bir ayet-i kerimede "kokusuz yani kötü kokusu yok
rengi bozuk değil ve içenlere gayet tatlı olan ırmaklar olduğunu haber veriyor.
Mü'minlerin elde edebileceği en büyük saadet Allah'ın (c.c.) rızasını
kazanmaktır. İşte büyük başarıda budur diyor Rabbim. Hani insanlar arasında
deriz ya "filan adam çok başarılı adam be." Neymiş başarıldığı?
Köşeyi dönmüş. Rabbim de yalnız başarıdan değil büyük başarıdan bahsediyor
bize, büyük başarı Rab-bimin rızasını kazanmak ve devamlı olan cennetteki köşkü
ve bahçesini ve oralarda akan ırmakları elde etmektir. Bu dünyada adam bazı
köşk ve bahçeleri elde edinceye kadar ömrünün en değerli vaktini geçirmiş, yani
ihtiyarlayınca elde etmiş. 80,90 yaşma gelmiş nefes darlığı var merdiveni inip
çıkamıyor ve birçok yiyecek maddelerini yiyemiyor. Evinin rüzgarıda dokunuyor,
yani tadı kaçmış. Onun için Allah (c.c.) cenneti çok güzel tarif eder. Bir çok
ayet-i kerimede cennetin tarifi vardır, ve "insanoğlununda tam zevk
alacağı yaşta" olacağını hadisi şeriflerden çıkarmış alimlerimiz. Yani 30
veya 33 yaşlarında olacaktır derler.[90]
73- Ey
peygamber, kafirler ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların
yeri cehennemdir ve o ne kötü dönüş yeridir.
Her insan dönüyor.
Yani bu dünyaya gelipte dönmeyeni yok. Herkes dönüyor ama dönüş yerinin iyisi
var, dönüş yönünün kötüsü var. Rabbim bizi uyarıyor, cehhennem ne kötü dönüş
yeridir diyor. Haber
veriyor yahu oraya
dönmeyin. Yani bir yol var bu yoldan giderseniz cehenneme gidiyor ve orası çok
kötü bir dönüş yeridir diyor. Ve onları o kötü dönüş yerine cehenneme
gitmemeleri için Allah (c.c), Peygamber (s.a.v.) den dünyada kafirlerin
karşısına çıkıp, gitmeyin bu yoldan, sizi salmam, münafiklarada bu yoldan sizi
salmam, kılıcımı çektim geçemezsiniz. Gitmeyin burada yanacaksınız diye
şiddetle muamele etmesini istiyor. Bu sert davranış aslında kafirler için bir
merhamettir. Onların kendilerini ateşe atmamaları için bir uyarıdır.
"Allah'tan bir
rahmetle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer katı kalpli asık suratlı olmuş
olsaydın etrafından dağilıverirlerdi" buyuruyor.[91] Tabi
bu ayet-i kerimeyi alıp bir kısım insanlarımız efendim kafirlerede yumuşak
davranmamız gerekir derler. Orası mü'minler içindir, o ayet-i kerime "Uhud
harbinin akabinde, eğer sen onlara yumuşak davranmamış olsaydın katı
davransaydın, etrafından dağılıverirlerdi" diyor. Yalnız şöyle, bu ayet-i
kerimeyi okuduk, sabahleyin komşularınızın gavurları, hristiyanı, ermenisi,
yahudisi var, onlara çatık kaşlı olmak değil. İnşaallah onların müslüman olması
için cihad edeceğiz. Cihad kılıçla olduğu gibi kalemle olur cihad sözle olur.
Cihad, onun mantığını, aklını,gönlünü kazanmak ve Allah'ın kelamını onlara
duyurmakla olur ve bunu yaparken müslüman zayıflığından değil güçlü olduğuna
inandığından yapmalıdır.
Birisi bir adama
sormuş adın ne? demiş. Mülayim demiş. Adam söyle 50-60 kilo ağırlığmdaymış.
"Oğlum mülayim olmasan ne yaparsın bana" demiş. İnsanlara karşı güzel
sözlerle İslamı tebliğ ederken, Müslüman güçlü olmalıdır. Güçlülüğünü karşı
taraf bilmelidir. Bunu bildikten sonra müslüman yumşak muamele etmelidir.
Burada da ayet-i kerime peygamber efendimiz (s,a..v.) Tebük seferinde
Bizanslılara galip geldikten sonra dönüşte bu ayet-i kerime nazil olmuştur.
"Kafirlere karşı cihad et, münafıklara karşı cihad et." Münafıklara
karşı cihad daha önce yapılmıyordu. Çünkü Medine devleti daha biraz güçsüzdü.
Onun için münafıkları karşısına almak istemiyordu peygamber efendimiz. Yani
birçok kafir, münafıkları müslüman olarak biliyordu. Şimdi onlara karşı,
peygamber efendimiz bir mücadele vermiş olsa, şöyle denecek;" Muhammed
kendi adamlarıyla harp ediyor." Bu endişeden dolayı Tebük seferine kadar
münafıklara karşı peygamber efendimiz yumuşak davranmış, yalan söylediklerinde,
inanmamış aslında da inanmış görü-nüvermiş.
Derken Mekke müslüman
olmuş, Medine müslüman olmuş, etraf kabileler müslüman olmuş, Hayber
fethedilmiş. Tebük seferine çıkılmış ve orada Romalılarla karşı karşıya
gelinmiş vede galip gelinmiş. Daha endişe edilecek birşey kalmadı. Bu sefer
münafıklara ya müslümanlığı-
nıza devam edin,
müslüman olun, gerçekten müslüman olun veya terk edin burayı denmiştir. Hani
Tevbe süresinin başında onlara dön ay mühlet diyorlardı. Dört aylık zaman
içersinde ya müslüman olursunuz veya çeker gidersiniz, veya anlaşmalarınızı
tazelersiniz. Çünkü bu ülkeye müşrik giremez diyor ayet-i kerimede.[92]
74- (kötü
söz) söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Şüphesiz o küfür sözünü
söylediler, İslam olduktan sonra kafir oldular ve erişemediklerine (cinayete)
yeltendiler. Allah'ın fütfundan, Allah ve Rasulünün onları zengin etmesinden
başka intikam almaya sebep yoktu. Eğer tevbe ederlerse onlar için daha hayırlı
olur. Eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünya ve ahirette acıklı bir azab-la
azab eder. Onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcıda yoktur.
Peygamber'e (s.a.v.)
yeminler ediyorlar Vallahi de demedik, billa-hide demedik diyorlar. Ayet-i
kerimede ne demedikleri söylenmiyor. Yani münafıklar peygamber efendimizin
aleyhinde bir söz söylemişler. Peygamber'e (s.a.v.) durum bildirilmiş.
Efendimiz çağırmış bunları bu sefer yemin ediyorlar. "Vallahi demedik,
billahi demedik" diyorlar. Sakın şüphe etmeyin, bunların yeminlerine
inanmayın. Müslüman göründükten sonra tekrar gavur oldular, erişemediklerini
elde etmeye gayret ettiler.
Tefsircilerimiz
onların ne söylediğini bize nakl ediyorlar. Ama mademki dedim ben kendi
kendime Allah (c.c.) bildirmiyor, bende söyle-meyeyim. Yani prensibime uygun
değil benim. Çünkü Rabbim de söylememiş zaten. Rabbimde münafıklar şöyle
dediler peygamberinize demiyor. Yalnız söylemedikleri konusunda yemin
ettiklerini haber veriyor bize. Öyle ise bende tefsirlerin yazdığını
söylemeyeyim diyorum. Niye?
Bir kitap yazılmış
arap aleminde bu kitap bundan üç dört sene önce Türkçeye terceme edilmiş. Kim
terceme etti -belli ddğil, kim bastı o da belli değil, ama bol miktarda parasız
dağıtıldı bu kitap. Küçük bir kitapçık. Bir gün sevdiğim bir arkadaşımın
dükkanında bu kitabı gördüm. Yahu bu kitabı kim bıraktı? sabahleyin biri geldi
bütün kitapçı dükkan-
larma birer paket
bıraktı gitti diyor. Kitabı ben biliyorum, kitap şiiliğin aleyhinde yazılmış.
Fakat öyle şeyler var ki Hz. Ömer (r.a.) hakkında bugüne kadar hiçbir kitapta
yani sünni veya şii kitabında görmediğim iftiralar var. Dedim ki bunu götür git
evinde yak, veya yok et. Yahu hocam Hz. Ömer'e, Hz. Ebubekir'e böyle deniyorsa
bu adamları tanıtalım. Bakın şimdi burada Hz. Ömer (r.a.) aleyhinde bir söz
var, ağza alınacak gibi değil, bunu bir yazar yazmış olsa bile, bunu yayan adam
günaha girer.
Onlar Allah ve
Rasulünün mü'minlere olan lutfu kereminden dolayı müslümanlara karşı intikam
almaya kalkarlar. Yahu müslümanların sahip olduğu nimetleri çekemeyiverdiler
adamlar. Çünkü peygamber efendimiz Medine'ye gelmeden önce Ev s kabilesi,
Hazrec kabilesi filan, sadece bir kabileden ibarettiler. Ama peygamber
efendimize sahip çıktılar. Kanını kanımız gibi koruyacağız, canını canımız
gibi koruyacağız, namusunu namusumuz gibi koruyacağız, dininide yayacağız
dediler, ve Efendimiz Medine'ye hicret etti devletini kurdu. Derken o devlet
dünyanın en bol nimetlerine sahip oldu. O insanlarda o nimetlerden yararlanınca
münafıklar bu sefer parmaklarını ısırmaya başladılar. Allah ve Rasulünün onlara
lutfundan dolayı onlarda müslümanlardan intikam almaya kalktılar. Rabbim eğer
yaptıklarına tevbe etmiş olsaydılar onlar için daha hayırlı olurdu. Ama eğer
onlar dinden yüz çevirirlerse sırt döner giderlerse Allah onlara dünyada ve
ahirette acıklı bir azab ile azab eder. Yeryüzünde onlara bir dostta bulunmaz,
yardım edende olmaz di-.yor münafığa, münafığa birgün gelir yeryüzünde dostta
kalmaz. Günümüzde de münafıklar ne doğunun işine yarıyor, ne batının işine
yarıyor, ne gavurun işine yarıyor, ne de müslümamn işine yarıyor. Ve böyle
ka-lıveriyor insan.
Yani mü'mince
davranmayı düşman bile takdir eder. Yani bu adam benim düşmanım ama Vallahi
inancında sağlam der. Ama ne olduğu belirsizi kafir de dost kabul etmez.
Müslümanda onu dost kabul etmez. Rabbimde bize onu.haber vermiş oluyor.[93]
75- Onlardan
bir kısımda: "Eğer o bize lutfundan (mal) verirse elbette bizde sadaka
vereceğiz, ve salihlerden olacağız" diye Allah'a söz vermişlerdi.[94]
76- Onlara
lutfundan (mal) verincede ona cimrilik ettiler ve dönerek yüz çevirdiler.
Günümüzde de adamın biri
cami yaptırmış birisi de ah çekiyormuş. Ah, vah benimde param olsa bir camide
ben yaptırsam diyormuş. Bir taneside kaç paran var demiş. Beş binlira filan
var,demiş. Yahu camiye bir süpürge lazım demiş. Beş binliraya süpürge
veriyorlarmış ver bakalım onu demiş. Bu sefer adam yan çizmiş, yahu eve ekmek
gidecek, peynir gidecek, bilmem ne gidecek demiş. Bunun üzerine diğeri ona eğer
bir cami yapacak paran oluverirsede ev almak istersin. Şimdi beş binlirayı
veremeyen ilerde beşyüz milyon lirayı hiç veremez deyivermiş.
Şimdi burada
münafıklar öğünüyorlar. "Allah'ım sen bize bol verseydin, bizde bol
dağıtırdık ve bizde o zaman salihlerden olurduk." Yani işi gücü
bırakırdık, otururduk, teşbihimizi çeker, salih insanlardan olurduk diyorlar
ama Allah onlara kendi kereminden bol bol verdiği vakit cimrilik yaparlar, yüz
çevirirler. Onlar dinden yüz çevirerek sırt dönerler diyor Allah (c.c.) Bu
ayet-i kerimenin tefsirinde sahabeden Sa'le-be b. Hatib isimli birinden bahs
ederler. O Sa'lebe peygamber efendimize gelmiş. "Ya Rasulüllah benim için
dua etsende Allah bana bol mal verse" demiş. Demiş ki "Sa'lebe
şükrünü eda edebildiğin az mal, şükrünü edemediğin çok maldan hayırlıdır"
demiş. Israr etmiş. "Ya Rasulüllah dua et çok mal sahibi olayım ben"
demiş. Peygamber efendimiz de dua etmiş. Derken koyunu arttı, arttı, arttı ve
Medine vadisi onun ko-yünlarıyla doldu diyorlar. Birgün peygamber efendimiz
zekatını almak üzere iki tane zekat memuru gönderdiğinde durumu arz etmişler
efendimiz bizi buraya gönderdi demişler. O da demiş "Bu bir cizyedir
vermiyorum" Cumaya gelemeyivermiş. Beş vakit namazı kılamayıvermiş.
Peygamber efendimiz kızmış sonra o da pişman olmuş zekatım getirmiş. "Ya
Rasulüllah ben hata ettim" demiş, ama peygamber efendimiz zekatını
almamış. Vefat ettikten sonra Hz. Ebubekir'e getirmiş hem geçmiş senenin, hem
bu senenin zekatını Hz. Ebubekir demiş ki: Allah Rasulünün almadığım ben almam
demiş.[95]
Ve o Sa'lebenin hayatı
Doyunca ağlayarak ömrünü geçirdiğini söylerler. Sağlam, samimi bir müslümandı
derler. Sa'lebe için o konuda yazılmış birçok kitaplar, makaleler vardır, O
zatın hayatı hakkında. Allah kişiye gücünün yetebileceği kadarını teklif
ediyor. Yani bir adamın yüz lirası varsa yüz liralık sorumluluğu var, yüz
milyonu varsa yüz milyon liralık sorumluluğu var, yüz milyarı varsa yüz
milyarının sorumluluğu vardır. Yani çok zengin olsaydım şöyle yapsaydım
demeyin, çok zengin olmaya çalışın o ayrı, ama diğer taraftan da bir şey
yapmaya gayret edin.[96]
77- Allah'a
verdikleri sözden dönmeleri, yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle
karşılaşacakları güne kadar Allah onların kalblerine nifak soktu.[97]
78-
Bilmedilermi ki Allah, onların sırlarını ve fısıltılarını bilir ve Allah
gaybları çok iyi bilendir.
Yalanları sebebiyle ve
Allah'a vaad ettiklerini yerine getirmemeleri sebebiyle Allah'a kavuşacakları
güne kadar Allah onların kalplerine nifakı sokuvermiştir. Yani münafık
etmiştir onları, onlar bilmiyorlar ki Allah onların gizli konuştuklarını da
açıktan konuştuklarımda, fısıltılarını da bilir. Allah gaybları gayet iyi
bilendir.[98]
79- Onlar
(münafıklar) mü'minlerden (zekat dışı) gönüllü sadaka verenlerle, gücünün
yettiği kadar veren (fakirler) le alay ederler. Allah onları maskaraya
çevirmiştir. Onlar için acıklı azap vardır.
Hiç malı olmayan ancak
gayreti olan insanlarla da dalga geçiyorlar. Hani peygamber efendimiz
Romalılara karşı harp için hazırlanırken herkes birşeyler getirsin demiş.
Abdurrahman b. Avf (r.a.) kırk bin dinar getirmiş diyorlar veya kırk okka altun
getirdi diyorlar. Ya Rasulüllah buyurun kırk okka altun. Sarraflar bilirler.
Bir okka kilodan fazladır. 50 kg. getirdi ve buyurun Ya Rasulüllah dedi. İşte
ayet-i kerimede anlatılan
münafıklar, bol veren bu
müslümanları görünce dalga geçiyorlardı. Humeze varya ayet-i kerimede "o
göz kırparak alay edenler." Ha bu varya gösteriş için veriyor diyorlar.
Derken bir garibanda hiçbir şeyi yok. "Ya Rasulüllah bir kilo hurma varmış
evde onu da getirdim belki bir müslü-manın biri ilerde kanma can verirde o da
cihad eder" diyor. Bu seferde çok az bir şey, diyor münafıklar. Fakat
Rabbim diyor ki Allah onları rüsvay edecek, Allah onlarla dalga geçti. Yani o
söylediklerine bin pişman oldular onlar. Acıklı azap onlar içindir.[99]
80- Onlar
için ister istiğfar et, ister istiğfar etme. Onlar için yetmiş kerre istiğfar
etsen Allah onları afvetmeyecektîr. Bu, Allah'ı ve Rasulünü inkar etmeleri
sebebiyledir. Allah, fasik kavme hidayet vermez.
Münafıkların başı Abdullah
b. Übey. (Fakat onun oğlu Abdullah çok sağlam bir müslümandır). Bir harp
esnasında, peygamber efendimize hakaret etmiş, "Sen necisin? demiş, daha
dün geldin sen bizim yurdumuza" demiş. Hatta arabın diliyle, bizim Türkçe
de başka bir şekilde söylenir. Besle köpeği seni ısırsın demiş. Kendi söylüyor
bunu. Türkçe de ise, "Besle kargayı oysun gözünü" diye ifade edilir.
Bu peygamber efendimize bildirilir. Efendimiz üzülmüş tabii. Hz. Ömer: "Ya
Rasulüllah müsade ette boynunu surda indirivereyim" demiş. Efendimiz
müsa-de etmemiş. Fakat oğlu Abdullah Medine'ye gelir. Medine'nin giriş kapısında
durur. Herkes geçmiş, kendi babasına demiş ki; "geçemezsin. Allah'ın
Rasulünden özür dilemedikçe o izin vermedikçe seni bu Medine'ye sokmam"
demiş babasına .Sonra Peygamber efendimizden izin is-tiyorda ondan sonra
içeriye almıyor ve demiş ki "Ya Rasulüllah eğer babam öldürülecekse müsade
edin ben öldüreyim." Niye? "eğer başkası öldürürse ne de olsa
babamdır. O müslüman kardeşime içimden belki kin beslerim. Bir kafir yüzünden
müslüman kardeşime kin beslerim belki "demiş. Sonra Abdullah b. Übey
ölmüş, kendi eceli ile Ölmüş tabi ki, peygamber efendimize bildirmişler.
Efendimiz onun cenaze namazım kıldırmış, sırf oğlunun gönlünü almak için,
Abdullah'ın o yiğitliğine karşı, onun gönlünü almak için, kendi gömleğini
çıkarmış o münafıkların başı ölüye de giydirilmiş. Ve namazını da kıldırmış
defnetmiş. Ama Rabbim o münafıklar için "Allah'tan af talebinde bulımsan
da bulunmasanda, 70 kere af talebinde bulunsanda Allah onları katiyyen af
etmez" diyor peygamber efendimize. Niye af etmeyecektir? Çünkü onlar Allah'ı
ve Rasulünü inkar etmişlerdir. Allah fasık toplumlara hidayet vermez diyor
Allah (c.c.).
Münafikun suresinin 6.
ayet-i kelimesiyle Rabbim şöyle demiş "onlar için istiğfar etsende
etmesende denktir. Hiç birşey yoktur. Allah hiçbir şekilde onları
affetmeyecektir." Mağfiret etmeyecektir. Bu ama 70 defadan fazla istiğfar
edeceğim diyerek peygamber efendimiz gidiyor ve o münafığın cenaze namazını
kıldırıyor. Münafıkların başı Abdullah b. Selül'ün cenaze namazını kıldırıyor.
Kendi gömleğini ona kefen olarak veriyor. Namazı kıldırdıktan sonra ise biraz
sonra gelecek olan 84. ayet-i kerime nazil oluyor.
"Onlardan ölen
biri üzerine katiyyen ve ebediyyen namaz kıldırma. Namaz kılma ve onlar için
dua etme. Onların kabri üzerine gelip durma" diyor Allah (cc.) Bu ayet-i
kerime nazil olduktan sonra peygamber efendimiz münafıklar ve de kafirler
üzerine cenaze namazı kılınmayacağım ve de onların kabirleri üzerine
durulmayacağını halkına ilan etmiş oluyor. Müslümanlara ilan etmiş oluyor.
Bazı hacca gidenleriniz orda görürler, tam hacdan dönecekleri sıralarda
hacılarda, beyaz beyaz pamuklu dokumalar olduğunu görürler. Yapılan şu.
Mekke'den beyaz keten kumaş alıyorlar, zemzem suyuyla yıkıyorlar. Onu
getirecekler burada kendileri için, babaları için, oğulları için kefen
yapacaklar. Yani zemzem suyuyla yıkanmış bezden kefen yapacaklar. Değil zemzem
suyuyla yıkanmış kefen, peygamber efendimiz (s.a.v.)'ın sırtından çıkmış
gömleği giymek, kafire fayda vermez, münafığa fayda vermez. Kişinin kendine
fayda verecek olan, kişinin kendi imanıdır. Eğer kişinin gönlünde iman olmazsa
onun sırtına ne geçirirseniz geçirin, Kabe toprağına sarsanız bile, efendimiz
(s.a.v.)'ın kabrine gömseniz, o adamın cehennem azabından kurtulması mümkün
değil, tıpkı münafıkların başı Abdullah b. Ubeyd b. Selül'ün olduğu gibi. Peki
niye dua edilmez onlara. Allah ve Rasulüne küfr etmelerinden dolayı. Yani küfrü
Türkçedeki sövme anlamında değil inkarlarından dolayı. Allah ve Rasulünü inkar
etmelerinden dolayı, onlar için yapılan istiğfar kabul edilmez.[100]
81- Allah'ın
Rasulüne muhalefet edip, geride kalıp oturanlar, sevindiler. Allah yolunda
malları ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmadılar ve: "sıcaklarda
topluca harbe çıkmayın" dediler. Deki: "cehennem ateşi daha
sıcak." Keşke bilselerdi (de geride kalmasa-lardı.)
Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'ın cihad için Tebük'e gitmesi esnasında ona muhalefet ederek geride
kalanlar, o kalışlarından dolayı sevinmeye başladılar. Yani peygamber
efendimiz ordusuyla Tebük'e gidecek. Tahmin ederim 400 km. aşılacak ve Tebük'te
o günün Roma'lı yani Bizanslı askerleriyle müslümanlar ilk defa karşı karşıya
gelecekler. Tebük seferi böyle olmuştur. Medine'deki münafıkların başı ve diğer
kafirler, yahudiler: "Muhammed kim, bu arap insanı kim, dünyayı feth etmiş
Bizanslı askerleri kim. Bu adamlar kendi kendilerine ölüme gidiyorlar" diyorlar.
Ve efendimiz arkadaşlarıyla beraber Tebük'e doğru çıktıktan sonra da kendi
kendilerine çok seviniyorlar. Oh..! katılmadık hiç olmazsa yoldaki kumun
ateşinden, güneşin ateşinden, hararetinden, yolun meşakkatinden kurtulduk, bir
de oradaki ölümden kurtulduk" diyorlar, seviniyorlar. Malları ve
canlarıyla Allah yolunda savaşmaktan hoşlanmıyorlar. Diğerlerine de diyorlar
ki: Yahu şu sıcak günlerde seferberlik yapmayın. Cihada çıkmayın diyorlar. Yani
bu günler harp edilecek gün mü? Yani yaz günü her taraf sıcak eğer yapılacaksa
beklesin serin günlerde yapılsın anlamında bu sıcak günlerde seferberlik ilan
etmeyin oraya gitmeyin diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki "söyle onlara
cehnnemin ateşi, hararet bakımından, bu yazın ateşinden daha şiddetlidir
buyuruyor.
Bunu açıklama babından
peygamber efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; "Yeryüzünün ateşi cehennem
ateşinin 70 cüzünden bir cüzdür. (Bölümünden bir bölümdür) ve bu da deniz
suyundan iki defa geçirildikten sonra yeryüzüne indirilmiştir."[101]
yani cehennemin ateşi alınacak yeryüzünün denizlerinin içerisinden geçirilecek
ve yeryüzüne inecek ve bu haliyle ormanları yakan evleri şehirleri yok eden
ateş deniz suyundan geçirildikten sonra bu hale geldiğini ifade ederken
cehennemin ateşinin şiddetini beyan ediyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.) o
ateşe karşı bu ateşi tercih ediyor. Yani bu dünyada ki ateşe girinki o ateşe
girmeyesi-niz anlamındadır bu ayet. Hani Yunus Emre'de şöyle ifade
etmiş:"Gelin bugün yanalım-Yann yanmamak için"Yani cehennemin
ateşinde yanmamak için bu dünyada İslam'ın tanıtılması, İslam'ın insanlara
tavsiye edilmesi İslam'ın adaleti içerisinde, insanların yaşatılması için
harekete geçelim.Ateşe doğru koşanları kurtarmak için kendimizi tehlikeye
atalım. Bu hareketin neticesinde yanmak olabilir. Bu dünyada İbrahim (a.s.)
gibi ateşe atılmak olabilir. Yusuf (a.s.) gibi hapse atılmak olabilir. Musa
(a.s.) ve Peygamber efendimiz (s.a.v.) gibi yerinden yurdundan edilme sürgüne
gönderilme olabilir. Bütün bunlar insana ateş gibi yakıcı azab verir ama, bu
azab cehennemin karşısında gayet hafif kalır diyor Allah (c.c).
Ah keşke bir
anlayabilseler diyor. Yani cehennem ateşinin daha şiddetli olduğunu bir
anlayabilselerdi diyor. Bu çok zor birşey yalnız. Yani hem kolay hem zor. Hani
bu dünya da ateşin şiddetini, hararetini ancak elimizi değdirince anlıyoruz.
Yavrumuz, çocuğumuz veya torunumuz veya kardeşimiz sobaya veya elektriğin
yanmakta olan teline eli deği-verse onun elinden önce bizim yüreğimiz yanar.
Halbuki aynı çocuk eğer İslami çizgide büyütülemez, kafir olarak yaşar, bu
dünyadanda kafir olarak gidecek olursa, şiddetini tasvirde dillerin aciz
kaldığı cehennem ateşinde yanar. Peki bu dünyada yavrusunun eline ateşin değmesinden
endişe eden baba, acaba cehennemde yanmasına tahammül edebilir mi? edemez
aslında. Peki niye o zaman eğitimine fazla ağırlık vermez, İslami çizgide
yürümesi için gayret göstermez. O ahiret hakkında ki inancımızın
zayiflığmdandir. Zayıf bir şekilde olduğundan dolayıdır ki çocuklarımızın ahiret
için hazırlığına fazla dikkat etmeyiz ama, bu dünyada sıkıntı çekmesin diye
daha fazla gayret ederiz.[102]
82-
Kazandıklarına karşılık az gülüp çok ağlasınlar. "Çok ağlayınız az
gülünüz" diyor Allah (c.c). Yani gideceğiniz yer cehnnem olduğundan kafir
ve münafıklar için diyor. Tabii ki gideceğiniz yer cehennem, bu dünyanın
şiddetli ateşinden daha fazla şiddetli olan bir ateşe gideceksiniz, o halde çok
ağlayın az gülün. Bu kazanmış olduğunuz günahlara karşılık olarak diyor.
Günümüzde bu ayet-i
kerime bize şöyle bir mesaj verir. Hani son elli altmış senedir. Bu memlekette
İslama hizmet etmesinden dolayı Cumhuriyetin ilk yıllarından beri tiaşi
koparılan, yani idam edilen, kurşuna dizilen çok hoca efendiler olmuştur. Yani
sayısı kesinlikle belli edilememiş. Bugüne kadar 100 bin diyen var 200 bin
diyen var. Yani kesin rakam araştırmacının kendine göre değişiyor. Tabii bu
ilim adamları sıradan ilim adamları da değil. Köyümüzün yalnız Kur'anını
okuyu-veren hocalar değil. Çoğunluğu özellikle seçilmiş. Bugünkü ifadeyle
profesör o günkü ifadesiyle Fatih dersiamlarından derler. Bu insanların boynu
vurulmuş onun yolundan gidenler sürgüne gönderilmiş veya çeşitli işkencelere
tabi tutulmuş. O dönemde bir kısım müslümanlarımızda Allah'a çok şükür bana
değmedi demiş sevinmişler. Allah'a çok şükür
ben onlar gibi
yapmadım ve bunlar başıma gelmedi, diye sevinmişler. O günden bu güne kadar
şiddeti birazdaha hafifleyerek de olsa devam ediyor müslümanlara karşı işkence
yapmak. Günümüzde hani müslümamn bir tanesini tutsalar götürüp hapse atsalar
veyahutta dövseler işkence etseler, yahu o gün benide çağırmışlardı, Allah'a
çok şükür gitmemişim oraya diyor adam. Aynıdır yani, şimdi adam diyor ki: Yahu
hocam filan hocayı filanla beraber oturuyorlarken gelmişler almışlar
götürmüşler gitmişler dövmüşler veya hapsetmişler. Öbürü diyor ki: Yahu hocam
tam o gün bende çağrılmıştım. Allah'a çok şükür ki ben gitmemişim diyor ve
ondan sonrada Allah yolunda cihad etmeyi malıyla, canıyla ci-had etmeyi hoş
karşılamıyor. İşte bu adamda münafıkların o sayılan vasıflarım kendisinde
toplamış oluyor. Yani Allah (c.c.) bundan 1400 sene evvel Medine'de geçen bir
olayı nakletmek için Tevbe suresini indirmemiş, o olayı naklediyor. O olayda
münafıkların sıfatlarını veriyor. Günümüzdeki münafığın sıfatına denk düşüyor.
Bunun filmini vermiş oluyor aslında bize. Öbür tarafta çok değerli sahabenin
sıfatlarını veriyor. Günümüzde onun yolundan giden sahabenin fotoğrafını vermiş
oluyor.[103]
83- Eğer,
Allah seni onlardan bir gruba döndürürde, onlarda (harbe) çıkmak için izin
isterlerse deki: "Benimle asla çıkamazsınız ve benimle asla düşmana karşı
harp edemezsiniz. Çünkü siz ilk defa oturmaya razı olmuştunuz. Geride
kalanlarla beraber oturun.
Allah seni onlardan
bir gruba döndürmüş olsa, seninle beraber harbe çıkmak için senden izin
isterler onlar. Şimdi Tebük seferinde peygamber efendimiz başarılı olunca
tekrar bir sefere kalkışacak olsa, peygamber efendimizden izin istiyorlar. Ya
Rasulüllah bizde gelelim seninle beraber, daha önce katılmayanlara deki;
"Sakın ha benimle beraber hiçbir zaman bir sefere çıkmayınız istemiyorum
ve benimle beraber hiçbir düşmana karşıda harp etmeyin, sizin yardımınıza
benim ihtiyacım yok, münafıklığınız ortaya çıkmıştır. Benim sizin gibi
münafıklardan yardım almaya ihtiyacım yok, sizinle bir düşmana karşı harp
etmeye de ihtiyacım yok. Çünkü siz ilk defasında oturmaya razı oldunuz. Burada
kalmaya razı oldunuz, Öyle ise yerinde oturan kadınlarla ve yerinde oturan bu
kötürüm insanlarla beraber sizde oturun kaim." Yani sıhhatli in-
sansınız ama, yerinde
oturup kalaniarla beraber sizde kalın diyor Allah (c.c). Yani burada tevbeleri
kabul edilmedi, anlamında değil, adamlar münafıklıklarına devam ediyorlar.
Münafık olarak katılmak istiyorlar. Peygamber efendimiz orada kabul etmiyor,
kalın yerinizde diyor.[104]
84- Onlardan
ölen biri üzerine asla namaz kılma ve kabri başında da durma. Çünkü onlar
Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fa-sık olarak öldüler.
80. ayet-i kerimede
açıkladığımız gibi peygamber efendimiz (s.a.v.). Abdullah b.Übey b. Selül
isimli münafığın ölmesi üzerine Peygamberimiz cenaze namazını kildırmıştı.
Bunun üzerine bu ayet geliyor, "onun cenaze namazını kıldırma, onların
üzerine kabirleri üzerinde de durma. Bu ayet-i kerime aynı zamanda kabir
ziyaretinin caiz olduğuma delildir. "O münafığın kabri üzerinde
durma" diyor. Peki münafığın kabri üzerinde durma deyince, münafık
olmayanların kabrinin üzerinde durulabileceğine delildir demişler. Zaten
peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisi şerifinde "Ben sizi kabir
ziyaretinden men etmiştim yasaklamıştım. Ancak bundan sonra kabir ziyaretinde
bulununuz" buyurmuş.[105]
Başlangıçta niye yasaklamış peygamber efendimiz? Çünkü kabir eskiden tapınma
yerlerinden bir yermiş. Bunu ortadan kaldırmak üzere Peygamber efendimiz ashabına
"kabir ziyaret etmek yasaktır" demiş. Bir müddet yapmamışlar. İman
gönüllerine tamamen yerleşince, Allah inancı Kur'an doğrultusunda onlara bilgi
ve iman olarak yerleşince, bu yasağı kaldırmış ve ziyaret etmelerini onlara
müsade etmiş efendimiz (s.a.v.)
Fakat ziyaret ederken,
ziyaret edeceğiz diye biz, yine "Ey burada yatan zat benim için bir oğlan
ver, benim için de bir kız ver" demeyeceğiz. O türden bazı evliyaların
hayatına bakıyoruz. Yazık o da yaşadığı müddet içinde evlenmiş fakat çocuğu
olmamış. Yahu o adamın kendisinin bir çocuğu olmamış, sana nasıl versin. Hiç
bir kişi diğerine evlat veremez. Hiç biri diğerinin derdini alamaz. Şâfi olan
yani şifayı veren Allah (c.c.) dür. Şefaat izni verecek olan da Allah (c.c.)
dür. Şefaat iznini verecek Allah (c.c.) peygamberlerine ve efendim Allah'ın has
kullarına veli kullarına ameli salihi çok iyi olan hafız kullarına şefaat
iznini vereceğine dair hergün okuduğumuz Ayet-el Kürsi de ancak kendi izni ile
şefaat olacağına dair ayet-i kerimesini indirmiş Allah (c.c).
Peki niye bu adamların
namazı kılınmıyor? Çünkü onlar Allah'ı ve Rasulünü inkar ettiler ve fasık
olarak öldüler. Fasık olarak ölen Allah'ı ve Rasulünü inkar eden bu adamların
namazının kılınmayacağı konusunda kesin ayet bu. Bir zamanlar bir adam,
Ankara'da basma demeç vermişti. Demişti ki, Allah diye bir şey yok, insanlar
kendileri icad ettiler demişti. Dediğinden bir müddet sonra da öldü adam
geberdi. Maltepe camiine getirdiler adamı. Tabii ki hoca efendi rapor almış,
hoca efendi arazi olmuş ben hastayım demiş veya izin almış. Yok öte hoca, beri
hoca, yok. Demişler ki bu Allah'a inanmazdı niye buraya getirdiniz namaz kılan
olmadı. Fakat avukatın birisi demiş ki; ben bilirim kıldırmasını, kıldırmış
sonra basında duyduğumuz kadarıyla biri, senin abdestin yoktu yahu, böylesi
adamın böylesi namazı olur demişler. Ondan sonra tedbir alındı, diyanetin
dışında cenaze imamlığı icad edildi.
Fakat onları idare
etmemesi gerekir. Burada bunların yaptığı icraatı tasvip etmiyorum. İmansız
varsa hoca demelidir ki "adam imansız olduğundan dolayı
küdırılmamalıdır." Mesela bazı cenazelerin dayısı, kardeşleri, emmisi
şöyle gelip dikiliyorlar, namaz kılmıyorlar. Özellikle İmam sorması lazım. Bu
cenaze müslümansa gelin katılın, cenaze müs-lüman değilse niye getirdiniz? Fakat
şuna dikkat ediyoruz yine de. Mesela oğlu imansızdır katılmıyor cenazeye, orda
bekliyor biz biliyoruz ki onun babası müslümandır, o zaman yine kıldırılır.
Yani orda beklediler diye cenazesini kıldınlmamazlık yapılmaz. Biz kişinin
kendisini nazarı itibara alırız.
Zaten bu ayeti kerime
nazil olduktan sonra peygamber efendimiz ölen ve cenazesini kıldırmakta olduğu
her kişi hakkında sorarmış. Bu kimdi neyin nesiydi diye sorarmış ve eğer
müslüman olmadığını bilirse ölünüze istediğiniz muameleyi yapın ve defn edin
der, cenazeyi, kıldır-mazmiş peygamber efendimiz vefatına yakın Medine'deki
münafıkların isim listesini Huzeyfe (r.a.)'a bildirmiş. Bu çok ince bir siyaset
aslında, efendimizin ince bir siyaseti, diğerlerine bildirmiyor. Mesela Hz.
Ebu-bekire, Hz. Ömer'e, Hz. Ali'ye, Hz.Osman'a diğer sahabeye bildirmiyor.
Huzeyfe'ye bildiriyor. Huzeyfe değerli bir sahabe, öbürleride değerli sahabe
fakat ne hikmete binaendir bilmiyoruz, Huzeyfe'ye bildiriyor o da kimseye
bildirmiyor. Fakat efendimizin ona bildirmesinin şu faydası var. O Hz. Ömer
veya Hz. Ebubekir veya Hz. Osman veya Hz. Ali onlardan birini vali, kaymakam
olarak tayin edebilir. O zaman Huzeyfe (r.a.) müdahale ediyor. Bunu tayin etme
diyor. Bu kadar. Hz. Ömer bakarmış, bir adam ölmüşse cenazesi getirilmişse
Huzeyfe o cenazeye katılmıyorsa Hz. Ömerde cenazesini kıldırmıyormuş. Öyle bir
durum varmış. Peki niye ilan edilmiyor. Peygamber efendimiz bunu ilan
etseydiya, ilan etmenin zararı vardır. Çünkü herkesin bilmesi zaruri değil o
insanların hiç bilmemesinde fayda var. Bilen birinin olması ve onların şerrinden
korunulması gerekir. Onu da peygamber efendimiz sağlığında, ondan sonra
Huzeyfe (r.a.) onların şerrinden devleti korumuş.
Günümüzde bunların
benzeri masonlardır. Bir bakarız onlara, yahu sen niye mason oldun? derseniz.
"Vallahi hocam dinimden imanımdan birşey kaybetmiyorum, parası da bol,
imkanlar var onun için oldum" diyor. O imkanlar için girilir, ava
giderken avlanılır buna dikkat eden yok. Yalnız orada bu adama liste verilmiş,
bu adamlar masondur diye, bir bakmış ki bu adamlar pratikten zengin
oluvermişler. Pratikten profesör oluvermişler, pratikten yükselivermişler,
makam ve mevkileri elde etmişler. Adam diyorki: bende yükselmek istiyorum, öyle
ise bende buraya gireyim diyor. Bu tür adamların ilan edilmesinin zararı
burda. Ya sevimli oluyorlar, ya çok korkunç görünüyorlar, onlara karşı direnme
gücünü yitiriyor. Hani müfettiş bir arkadaş anlattı İstanbul'da çeşitli yerleri
teftiş ediyorum. Adam vardımmı masasının üzerine bilmem ne namussuz şeyin
amblemini koyuyor. Yani benimle uğraşma, kulağından tuttummu filan yere atarım,
anlamında kullanıyor o amblemi diyor. Yani şimdi onlar ya korkunç hale
geliyor, ya sevimli hale geliyor. İkisi de zararlı, korkulacak bir güç olmaları
da zararlı, sevimli halde görünmeleri de zararlı. Ama etkili ve yetkililer
onları bilecek, belini bükmesini de bilecek.[106]
85- Onların
malları ve evladı seni imrendirmesin. Allah, onlarla dünyada onlara azap etmek
ve kafir olarak canlarını almak ister.
Sakın ha onların
malları ve evlatları senin hoşuna gidip meylini onlara doğru çekmesin. Allah
onlara ellerindeki imkanlarla bu dünyada azap etmek istiyor ve onların kafir
olarak canlarını almak istiyor. Yani onlar kafirken ölecekler, ahirette ceza
çekecekler bu dünyada da o mallarından dolayı azap görecekler. Çeşitli
şekillerde bunun tefsiri vardır. Yani bu dünyada mal ve evladından dolayı azap
görmesinin çeşitli yorumu var. Mesela çok ünlü kafirlerden birinin oğlu
müslüman olmuş. Birinin kardeşi müslüman olmuş. Bedir harbinde müslüman babayla
kafir oğlu, müslüman oğulla kafir baba karşı karşıya gelmişler. Bu onun için
bir azaptır. Ben yetiştireceğim Muhammed'e hizmet edecek, diye adam bu dünyada
yüreği yanıyor ve yine bir yakınının kılıcıyla o Bedir harbinde eeberip
gidiyor. Dünvada azap görüyor adam veya dünyada iken peygamber efendimiz (a.s.)
devletini kurunca, o imansızları mağlupta edince, hani çevredeki yahudilerin
mallarına el koyup sahabe arasında ganimet olarak dağıtınca o mallar bu
dünyada da onlar için azap oluveriyor. Bazen şöyle deriz efendim kafir dünyada
azap görmese ahirette görür. Kafirler hem bu dünyada azap görsün, hem de
ahirette azabı görsün. [107]
86-
"Allah'a iman edin ve Rasulü ile beraber cihad edin" diye bir sure
indiği zaman, onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isterler ve:
"Bizi bırak, oturanlarla beraber olalım" derler.[108]
87- Geride
kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Kalbleri üzerine mühür vuruldu. Onlar
(leh ve aleyhlerine olanı) iyice anlamazlar.
Bülün millet din için
harbe gitmişler, geride o münafıklar kalmışlar. Malları onlara ağırlık yapmış
ve kalmaktan hoşlanıyorlar. Nasıl hoşlanır derseniz. Diyelim ki köyünüzdesiniz
veya bir mahalledesiniz. Mahallede veya köyde herkes vatan savunması için, din
için, iman için çıkmış. Yalnız kadınlar ve çocuklar kalmış derken 20, 30'unda
bir delikanlı caddede nasıl gezer, köyün sokaklarında, caddede hiç bir özrü
mazereti yokken gezmesi mümkün değil. Ama bunlar çok hoşnut bir haldeler, bir
yerdede sevinçliler. Peki nasıl güler bu adam. Tıpkı Sultanahmette bazı deliler
var onlar gibi gülerler, adam hertarafı kapkara, elbisesinin herta-rafı yırtık
kir pas içerisinde millete bakıp hem güler hem gider. Akli dengeyi yitirince
ağlanacak haline bu adam gülüyor. Bu münafıklarda bulundukları durumdan memnunlar.
Niye memnun? hani arap şair şöyle diyor:
"Alçağa, alçaklık
gayet kolay gelir."
Namuslu bir insana
"deyyus" deseniz adam küplere biner, elinden gelse adamı döver. Fakat
deyyus bir adama "deyyus" deseniz adam güler geçer. Alçağa alçaklık
kolay gelir. Bunun örneği diyor arap şairi; Ölüyü ne kadar dürterseniz dürtün
acı veremezsiniz. "Adamın akli melekeşi dumura uğrayıp anlamaz hale
gelince, o yaptığı iştende memnun olur, gülme tarafına bile gidebilir. İşte
ateistler deliler gibidirler Allah için onların tedavisi için mallarınızı
seferber edin.[109]
88-
Peygamber ve onunla beraber iman edenler ise mallan ve canlarıyla cihad
ettiler. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridirler.
Ancak, Allah Rasulü ve
onunla beraber iman edenler, mallarıyla, canlarıyla cihad ederler. Hayır olan
herşey, güzel olan herşey onlar içindir. Dünya malının helali ve temiz olanıda
onlar içindir. Sevapta onlar içindir ve kurtuluşa erenlerde işte onlardır diyor
Allah (c.c.). Ayette "müflihun" derken, yalnız ahirette kurtulanlar
değil, bu dünyada da kurtuluşa erenler, mallarıyla ve de canlarıyla cihad
edenlermiş. Yoksa mal ve canıyla cihad etmezse insan bu dünyada da huzursuz
olur. Hiç değilse zillet içersinde yaşar. Bingazide Mustafa Lutfi El
Menfeluti, Trablusgarp da düşmanlara karşı çarpışanlar için yazdığı bir
hutbesinde diyor ki: Eğer harp meydanında, cehpede yiğitçe çarpışarak ölmekten
korkar ve geriye kaçarsanız düşmanlarınız o cephede kalmaz evlerinize kadar
gelir ve sizi alır ellerinizle kabrinizi kazdırır, sonra canlı canlı toprağa
gömer diyor. Can ve malıyla cihad etmeyen bir adam neticede böyle bir hayatı
yaşamayada razı oluyor demektir.[110]
89- Allah
onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler
hazırladı, işte büyük başarı budur.
Şimdi bir arkadaşımız diyor
ki: Hocam hep altından ırmak akan cennet diyorsun. Şimdi sarraf adam, sarrafça
düşünür, altınla uğraşanlar, Yahu hocam bu "altın" böyle eriyipte su
gibi mi akıyor diyor. Vallahi hiç böyle düşünmemiştim, ama sen sarraf olduğun
için düşünmüşsün. Tabi öyle değil yani ağaçların köklerinden, diplerinden,
bahçelerde ve parklarda çiçekler arasından şırıl şırıl akan ırmaklar vardır ya
işte o manaya geliyor. Yoksa maden olan altın değil, işte büyük başarıda budur
diyor Allah (c.c). Hani günümüzde insanlar hakkında değerlendirme yaparken çok
başarılı adamdır diyoruz. Ne yapmış? Gelmiş İstanbul'a kısa zamanda köşeyi
dönmüş, ne başarılı adam be, filan diyoruz. Bu günün insanının anlayışına göre
bu insan başarılıdır. Doğrudur. Ama bu başarısı ne kadar sürer, ondan ne kadar
yararlanabilir. Eğer hiç bir engel kalmazsa dünyevi bir engeli olmazsa ölünceye
kadar devam eder ve biter. Fakat o da nedir 70 sene,80 sene, 90 sene ahiret
hayatına göre hiçtir o, yani sıfır denecek kadar bir rakamdır. Ee orada
kaybetmiş burada kazanmış bu adam şimdi başarılı değildir. Büyük başarı
ahirette cenneti elde etmekdir. Allah'ın (c.c.) dediğide bu dur. Haramları
yiyerek bedenini cehennemde yakmaya hazırlayan insan başarılı insan değildir.[111]
90-
Bedevilerden özür dileyenler, kendilerine izin verilmesi için geldiler. Allah'a
ve Rasulüne yalan söyleyenler oturdular. Onlardan inkar edenlere yakında
acıklı bir azap isabet edecektir.
"A'rab"
kelimesi bedevi diye terceme edilir. Türkçede çölde, yaşayan araplara a'rab
deniyor. Fakat çölde yaşayan yalnız araplar için söylenmez. Medeniyetten uzak
kalmış herkese a'rab denebilir, "sana onlara izin vermen için, o özür
beyan edenler yani Ya Rasuîüllah Tebük seferine katılmadık özür dileriz, şöyle
mazeretimiz vardı, böyle mazeretimiz vardı diyen kişiler. Allah'ı ve Rasulünü
yalanlayan ve olduğu yerde oturup kalan kişiler kendilerine izin verilmesi
için sana gelirler. İşte o kişilere, onlardan kafir olanlara acıklı azap
isabet eder diyor. Yani cehennem azabı onlara isabet edecektir. Mutlaka onları
cehennemin azabı yakacaktır" diyor Allah (c.c.)- Peki geride kalanlar
harbe katılmayanların hepsi böyle mi..? öyle değil diyor Rabbim 91. ayet-i
kerimesinde.[112]
91- Allah ve
Rasulü için nasihat ettikleri takdirde zayıflara, hastalara, harcayacak bir şey
bulamayanlara, (cihada çıkmadıkları için) bir günah yoktur. İyilik edenlerin
aleyhine bir yol yoktur. Allah gafurdur, rahimdir.
Zayıf olanlar, bedenen
zayıf olanlar veya bir başka yönden zayıf olanlar, hasta olanlar ve infak
edecek birşey bulamayanlar. Hani adam çıkmak istiyorda kendine yiyecek
bulamıyor ne yapacak, (bu ikinci yüzü). Yani adam hasta ama hasta iken diyor
ki: (ah keşke şu hastalığı Allah bana vermeseydi bende gitseydim) etrafındaki
insanlara, yahu ne duruyorsunuz gün bugündür. Allah'ın dinin yücelmesi günüdür.
Böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmez. Bende hasta olmasaydım bende gitseydim
diye insanlara nasihat edenlerin gidememelerinden dolayı onlara bir günah
yoktur diyor Allah (c.c.). Hani şöyle misal vermiş. İki tane adam var, ikisi de
hasta ve İslam için cihada da katılamamışlar. Biri diyor ki: "yahu
hastalığımda amma isabet etti ha, hasta olmasaydım cihada gitmem gerekirdi, o
zamanda ölürdüm. Hasta olduğumdan dolayı gitmedim bende günaha girmemiş oldum.
Oh ammada iyi oldu." Bu adam hem geride kalmıştır, hem hastalanmıştır,
hemde bu niyetinden dolayı cehennemde azabını çekecektir. Öbürüsüde diyor ki:
"Aman ya Rabbi keşke hasta olmasaydım, bende katılsaydım bu cihada diyor.
Bu adam hem gitmiyor, hemde gitmediğinden dolayı üzüntü duyduğu için sevabım da
ayrıca alıyor. Çünkü peygamber (s.a.v.) sefer esnasında arkadaşlarına demişki:
"geçtiğiniz her vadiden, attığınız her adımdan aldığınız sevabı, Medine
de kalan ve özrü olan kardeşlerinizde alıyorlar" demiş.[113]
Yani cihada gidenler, her yürüdükleri vadide, her attıkları adımda sevap
alıyorlar. Medine de gerçekte mazereti olupta katılamayan insanlarda onların
aldığı sevabı alıyorlar ama, Medine de kalanların gönlü onlarla beraber olması
kaydıyla, evet daha kimlere günah yok.[114]
92-
Kendilerini (bineğe) bindirmen için gelipde: "sizi bindirecek bir şey
bulamıyorum) dediğinde infak edecek bir şey bulamamanın üzüntüsünden gözleri
yaş akıtarak geri dönenlere de (günah yoktur).
Bir kısım sahabi
geliyor, "Ya Rasuîüllah bizde Tebük seferine katılmak istiyoruz. Ancak
yürümekle oraya varılmaz, eşyamızı taşıyacak veya bizim bineceğimiz bir binek
ver, bizde katılalım" diye gelenler varya, onlara sende binek veremedin
ya. Yani cihad için hazırlanması gerekenleri kendileri bulamıyorlar, sende bulamadın.
O takdirde o gidemeyenler için bir günah yoktur. Onlar geriye dönüyorlar, yani
harbe ka-tilamıyorlar ama üzüntülerinden göz yaşlarını akıtarak geride
kalıyorlar ve infak edecek birşey bulamamanın acısını çekerek geride kalan bu
adamlar için günah yoktur diyor Allah (c.c).[115]
93- Ancak
zengin oldukları halde senden izin isteyenlere (kınamak) için yol vardır.
Geride kalanlarla beraber olmaya razı oldular. Allah'da kalbleri üzerine mühür
vurdu. Artık onlar bilmezler
Peki günaha girenler
kendileri zengin oldukları halde, "Ya Rasulüllah bize izin versen de biz
gitmesek olmaz mı" diyenlerin aleyhlerine yol vardır.
Onlar geride
kalanlarla beraber olmaktan hoşlandılar, Allah'ta onların kalplerini mühürledi
ve onlar da hiçbirşey bilmezler, diyor Allah (c.c).[116]
94- Onlar,
geri döndüğünüzde sizden özür dilerler. Deki: "özür dilemeyin. Size hiç
bir zaman inanmayacağız. Allah bize, sizin haberlerinizi bildirdi. Yakında
Allah ve Rasulü amelinizi görecektir. Sonra gizli ve açığı bilene
döndürüleceksinizde o size yaptıklarınızı haber verecektir."
"Onlar, geri
döndüğünüzde sizden özür beyan ederler." Şimdi Tebük seferinden Efendimiz
geri gelmiş, bu sefer münafıklar sıraya dizilmişler. Vallahi Ya Rasulüllah
Özür dileriz tam böyle çıkacaktım ama şöyle geciktim, böyle geciktim, şöyle
oldu, böyle oldu, hurma ağaçlarım, sularım, bahçelerim, bağlarım, çeşitli
çoluğum çocuğum, hanımım gözümün önünde tüttü gidemedim. Özür dilerim diyerek
geliyorlar, "sakın özür beyan etmeyin. Biz size katiyyen inanmayız, özür
beyan etmeyin söylediklerinize inanmayız, sizin haberlerinizi Allah bize haber
verdi. Yani sizin iç dünyanızı, niçin kaldığınızı, nasıl bir münafık olduğunuzu,
Allah bana ve bize haber verdi" diyor. Bize haber verdi yani ayet nazil
oldu bende öğrendim, benim ashabım da sizin iç dünyanızı öğrendi. Böyle
gelipte yemin billah ederek özür beyan etmeyin, inanmayacağız sizin
dediğinize, sizin amellerinizi, Allah ve Rasulüde görüyor vede görecek, gizliyi
de açığı da bilen Allah (c.c.) huzuruna geri döndürüleceksiniz ve o Allah
sizin yaptığınız herşeyi, size teker teker haber verecektir buyruluyor.[117]
95- Onların
yanına döndüğünüzde onlardan vazgeçmeniz için Allah'a yemin edecekler. Onlardan
vazgeçin. Şüphesiz onlar pistir. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer
cehennemdir.[118]
96- Onlardan
razı olmanız için size yeınin ederler. Eğer onlardan razı olsanızda şüphesiz
Allah fasik kavimden razı oimaz.
Size Allah adım
vererek yemin ederler. Vallahi de billahi de derler. Onlardan vazgeçmeniz, yani
af etmeniz için size Allah adını anarak ye-nun ederler. Yani Vallahi ,de şundan
dolayı geri kalmıştık billahide bumdan dolayı geri kalmıştık ne olur bizi
affedin cezalandırmayın diyorlar. Allah (c.c.) diyorki "onlardan yüz
çevirin", yani "affedin" demiyor-da onlardan yüz çevirin, gerçi
"affedin" anlamında da alan tefsirciler var, onları geçin
cezalandırmayın bundan dolayı ama bilin ki münafıklıklarından dolayı
yapmışlardır manasıda var. Onlardan "yüz çevirin" yani dostluk
gösterisinde bulunmayın, bu mana biraz daha kuvvetli çünkü ayetin devamı
"onlar pistirler" diyor. Hani pisliğe bakınca insanın yüzü böyle geri
çevrilir ya, hoş olmayan manzarayı gördüğünüzde içiniz; gözünüz büzülüyor,
bütün vücudunuz bile büzülüyor. Bütün hücreleriniz büzülüyor. Aynen öyle,
onlar pisliktir diyor onlardan yüz çevirin. Bu manada, onların sığınağı
cehennemdir, yaptıkları kötülükler karşılığı olarak yerleri cehennemdir diyor
Allah (c.c.)
Burada münafıklar için
"o münafıklar pistirler." Daha önce geçti bir ayet-i kerimede de
müşrikler pistirler diyor. Fatih Sultan Mehmet Hanın "Fetih name"sini
Türkçeye terceme ettim. 1453 yılında yazmış. Yani İstanbul'u aldığını, tamamen
üstünlüğün müslümanların eline geçtiği müjdesini veren mektubu "Haber-i
Sahih" isimli çok değerli bir tarih kitapı naklediyor. Orada şunu
görüyoruz. Onbeş kadar ayet-i kerime kullanmış, kafirlere yönelik ayet-i
kerimeler. "Onlara karşı harp ediniz, onlara karşı cihad ediniz, onlar
pisliktirler" ayetlerim verdikten sonra "Cenab-ı Allah'ın dediği gibi
bizde askerlerimizi, toplarımızı tüfeklerimizi, mancınıklarımızı
hazırladık" diyor.
"O kafirlere
karşı gücünüz yettiğince, kuvvet hazırlayın" ayetine uygun olarak kuvvet
hazırladık diyor. Yani sözüne delil olarak ayetlerden getirmiş.
Günümüzde özellikle
bir dergide bir makalesinde veya konferansında İslami bir konuyu anlatacak
adam, "Efendim İskenderin de dediği gibi veya Aristonun ifade ettiği gibi
veya İngiliz yazar filanında söylediği gibi" diyor. Bu, aşağılık
kompleksinden kaynaklanıyor. Yahu onların en güzeli benim tarihimde var,
ayetimde var, hadisi şerifimde var ve sahabe sözlerinde fevkaladesi var. Ama
öyle bir hal yerleşmişki ülkemizde Çiçeronun dediği gibi derseniz, aydın
müslümansınız, Hz. Ali'nin dediği gibi derseniz gericisiniz. Hz. Ali
''Söylenene bak, söyleyene bakma" diyor. Bu arkadaşlar kendi
küçüklüğünden batılı bir yazarın adını kullanarak büyümeğe çalışıyor.Gavurla
fotoğraf çektirmeye can atıyorlar. Bizde küçüklüğümüzü anlıyoruzda, herşeyden
daha büyük Allah (c.c.) kelamına dayanarak büyümeğe çalışıyoruz. Aramızdaki
fark bu. Fatih Fetihnamesinde bir ona dikkat etmiş, birde "O konstantinin
içersindeki kafirlerle, onların tekfuru" diyor. Tekfurlarından
bahsederken, böyle hani bir pisliği evinizden tutup atarsımzya, onu atarken
halet-i ru-hiyeniz nasılsa aynen o var. Fatihte kafir insana karşı bakış açısı
bu, "bu alçak pislik zümresi" diyor. "Bunlar İslam ülkelerinin
ortasında kalmış konstantiniye diye bilinen şehrin içerisine dolmuş bu pislik
zümresi bu müslüman halkının ortasında sevgilinin yanağında çıkmış çıban gibi
görünüyorlar. Bunlar dolunayın içerisinde kara bir leke gibi bulunuyorlar. Bu
pisliği temizlemek bizim görevimizdir" gibi güzel ifadeler.
Allah rızası için
kafire bakarken böyle bakılır. Biraz böyle bakın,hani hayvanat bahçesinde
gezerken domuzu görüyorum bakamıyorum şahsen, diğerlerine bakıyoruz. Kendi
kendime diyorum, Yahu buda bir canlıdır. Ama bunda inancımızdan kaynaklanan bir
iğrençlik var. Domuz bir Alman çocuğu için hiç iğrenç değildir, domuz Onun
için sevimlidir de. Müslüman, domuza bakarken nasıl iğreniyorsa, Amerikan devlet
başkanı bile olsa, Rus devlet başkanı bile olsa kafire bakarken bu iğrenmeyi
içinde taşımalıdır. Hucurat suresinde Rabbim "Allah küfrü size çirkin
gösterdi" diyor. Eğer küfür ve kafir gözünüzde çirkin gözükmüyorsa,
imanınızın zayıflığına işaret olunur. Birçok müslüman Fatih o kafiri Öldürüp
pislikten temizlediğinden dolayı iftihar ediyor ve bir müslüman kardeşine bunu
müjdeliyor. Öbür tarafta günümüzde bir gavurla arkadaş olmak bazen adama öğünç
vesilesi oluveriyor. Rabbim şöyle buyuruyor: "onlar sizin onlardan hoşnut
olmanız için yemin ediyorlar. Rabbinizde diyorki; Eğer onlardan hoşlanırsanız
onlardan razı olursanız, iyi bilin ki Allah fasık kavimlerden razı olmaz."
Yahu hocam bu adamlar hiç sevilemezmi yani sevdiremezmiyiz. Rabbim kesin hükmünü
vermiş. "Yahudilerle hristiyanların dinine girmediğiniz müddetçe bu
adamlar sizi sevmez sizden hoşnut olmazlar diyor[119] Onların
yolundan gitmediğiniz müddetçe sizden hoşnut olmaları mümkün değildir"
diyor Rabbim. Günümüzde de bunu bazı yetkililer ifade ederler. "Yahu bu
adamlarada hiç yaranamadık hala aleyhimize yazıyorlar çiziyorlar. Halbuki ne
kadar gittikte, Vallahi sizinle beraberiz, billahi sizinle beraberiz"
dedilerde yine de diyor ki; adam, "olmaz bizim dinimize girmediniz"
diyor.[120]
97-
Bedeviler küfür ve nifakda daha şiddetli ve Allah'ın, Rasulü üzerine
indirdiğini bilmemeye daha uygundurlar. Allah herşeyi bilen ve hikmetle
hükmedendir.
Bedeviler küfür ve
nifakta, münafıklıkta en şiddetli adamlardır. Bedevilerin bir kısmı tamamı
değil. Çünkü ilerde onların içindende çok iyi insanlar olduğunu ifade edecek
Rabbim. Fakat iyi olanlar Allah'a ahire-te iman ediyorlar, namazlarını
kılıyorlar, verdiklerini Allah'a yakınlaşma vesilesi kabul ediyorlar.
Kültürlerini imanla geliştirmiş kişiler ve sevimli insanlar ama bedevidirler.
Yani Allah'ın Rasulüne indirmiş olduğu Kur'an ahkamını bilmemede de en cahil
adamlar bunlar.
Şimdi bedevinin tarifi
yapılmış oldu Bedevi deyince; arkasına devesini almış devesinin yularını tutmuş
kaba saba bir adam aklımıza getirirler bizim. Bedevi, İstanbul şehrinde de
dünyaya gelebilir. İstanbul'un böyle en saygı değer mahallesinde büyüyebilir.
İstanbul'un en imkanlı ortaokulu ve lisesinde okulunu bitirir. En gözde
üniversitesinden mezun olur, ondan sonra profesör veya milletvekili olur,
bakanda olur da bedevilikten kurtulamaz adam. Niye kurtulamaz? Allah'ın,
Rasulüne indirdiği ahkam hakkında bilgisi yoktur. Böylece bedevinin tarifi
yapılıyor. Bu bedevi günümüzde İslam hukukunu bilmiyorsa ki, siz bir çoğunuz
bilmesenizde inanıyorsunuz. "Rabbim ne demişse doğrudur" diyorsunuz,
en güzelini yapıyorsunuz. Yalnız Öğrenmeye devam edeceğiz. Berikisi hem iman
etmiyor, hem de bilmiyor adam. Yani "hem kel, hem fodul" diyoruz ya
ikiside var adamda. Bu adam işte bedevidir. Yoksa insanın bedevi olması için
illa bir çölde yaşaması gerekmiyor. Çünkü Rabbim sıfatım vermiş; hem kafirlikte
ve münafıklıkta en şiddetli, hem-de Allah'ın ahkamını bilmiyor bu adamlar.
Allah herşeyi bilendir.[121]
98-
Bedevilerden öyleleri vardirki yaptığı infakı (hayrı) zarar sayar ve size
musibetlerin gelmesini beklerler. O kötü musibet onlar üzerine olsun. Allah
herşeyi işitendir, bilendir.
Bedevilerden bir kısmı
Allah yolunda verdiğini sanki bir ceza veriyormuş gibi kabul eder. Yani zekat
ver diyorlar. Böyle zorlanarak veriyor adam. Yani suçsuzken ceza veriyormuş
gibi bir hal olur onda ve bekleyip dururlar müslümanların başına bir bela
musibet geliversede kurtulsam falan, ama en kötü musibetler ve belalar onların
üzerine olsun. Tabi "devair" kelimesi, "daire" kelimesi
böyle dönüp dolaşan bela ve musibet için kullanılmış. Yani "müslümanların
başına bela gelmesini beklerler dururlar" diyor. Yani günümüzde de şu
kadar zekat vermelisiniz denildiğinde "Allah benimle mi kazandı onu"
diyor adam. Bunu vermeyi bir ceza veriyormuş gibi görür.[122]
99-
Bedevilerden öyleleri vardirki, Allah'a ve ahiret gününe iman eder, infak
ettiğini Allah'a yakınlık ve Rasulünün duasını vesile sayar. İyi bilinki bu
onlar için yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) girdirecektir.
Şüphesiz Allah Gafurdur, Rahimdir.
Ayet-i kerimede o anda
ismi geçenler Medine'nin etrafında kabile hayatı yaşayan yani çöl hayatı
yaşayan insanların içerisinde "öyleleri de var ki; Allah'a iman eder,
ahiret gününe iman eder. Allah için vermiş olduğu şeyleri Allah'a yakınlaşma
vesilesi olarak kabul eder, ve peygamberimize (a.s.) dua olarak kabul eder,
salavat olarak kabul eder. İyi bilin ki; o Allah yolunda verdikleri, onlar için
bir yakınlaşma vesilesidir." Yani verdiklerimiz bizi Allah'a yaklaştırır.
Allah çok yakın bir zamanda rahmetine sokacaktır. "Allah mağfiret
edicidir." Yani kişinin günahlarını gizleyicidir. "Allah (c.c.)
merhamet edicidir." Kişilerin azıcık amelleri karşılığında çok
mükafatlar,vererek cennetine koyandır diyor Allah (c.c.) kendisini tarif
ederken, Kur'an-ı Kerim bundan 1400 sene evvel insanını tarif ederken, günümüz
kafirinin veya münafığının veya müslümanının tarifidir aynı zamanda, Kur'an-ı
Kerim'in üslubunu görüyoruz. Medine veya Tebük seferini filan ben söylüyorum,
yani tefsirlerden alarak. Kur'an, Tebük seferini demiyor Medine de demiyor.
Medine etrafmdeki bedeviler demiyor o genel isimler kullanıyor, genel kelimeler
kullanıyor. Çünkü 1400 sene evvelinin bedevisi, ikibin yılının bede-visiyle aynı
karakteri taşıdımı tamamdır. Onun için Rabbim hani peygamberlerin hayatını
verirken genelde şehirlerine, anne ve babalarının ve de doğdukları tarihlerine,
öldükleri tarihlerine önem vermez. Ancak olayın seyrine önem verir. Çünkü o
olay günümüzde de cereyan edecek kafamız takılı kalmasın oraya diye.
Kendilerinde
yararlandığımız hoca efendiler var. Alırlar bizi sahabe hayatını anlatmaya
giderler, veya bir tabiinin hayatından anlatırlar. Çokta güzel anlattıklarından
dolayı bizi duygulandırırlar. Vatandaş orda kendinden geçer, hoca efendi de
kendinden geçer. Adam kendine gelince şöyle bir bakar ki, cihad edecek ama,
biraz önceki manzarada cihad eden sahabenin altında deve var, belinde kılıç
var, başında sarık var, ve yürüdüğü yer kumdu, adam kendine geldikten sonra
cami havlusuna veya camiden çıkıyor kapının önüne, dışarısı asfaltta deve yok
araba var, kılmç yok adamların belinde tabanca var, Vallahi her halde biz o
zaman gelsek iyi olurmuş. Deveye binerdik, kılıncı alırdık harp ederdik diyor.
Fakat ayet-i kerimenin üslubu böyle değil, ayet-i kerime genelde insanların
tavırlarını, söylediklerini nakleder, vasıtalarını bize nakledmez vasıta
mallarınız ve de canlarınızla der develerinizi demez, mallarınızla der o mal
bugün araba, yarın herkesin evinin balkonuna konmuş helikopter veya diğer uçak
olabilir. Belkide bir uzay aracı olur, yani bunlarla Allah yolunda cihad
ediniz. Ayet-i kerimenin anlamı bu, fevkalade güzeldir. Bu güzellik
doğrultusunda hareket etmeye çalışalım. Rabbi-mizden yardım talep edelim. Allah
yardımcımız olsun.[123]
100-
Muhacirlerden ve Ensardan önde gidenler ve iyilikle onlara uyanlar, Allah
onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'tan razı olmuşlardır. Onlar için, içinde
ebediyen kalacakları ve altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük
başarı budur.
Allah (c.c.) ashabı kiramın
af edildiklerini bu ayet-i kerimesiyle ifade ediyor. Ashab-ı kiram seçkin bir
topluluktur. Allah onlardan razı olmuştur. Onlarda Allah'tan razı olmuşlardır.
İfadesiyle Allah (c.c.) bizlerin ashaba dil uzatmamamız konusuna işaret
etmiştir. Günümüzde Kur'an-ı Kerim okumayan ama ben Kur'andan başkasını da
tanımam diyen insanlarımızda vardır. Kur'an okumazlar okurlarsa da böyle
rastgele bir okuyuşla otobüsle giderken okumayı yeğleyen insanlar vardır.
"Ashapta bizim gibi insan değil mi, onlarda bizim gibi adam
değillermiydi..? Niye biz onların görüşlerine itibar edelim, niye onların
dokunulmazlığı olsun ki.?" gibi sözler söylüyorlar.
Eğer Kur'an-ı Kerimde
ashabın af edildiği konusunda ayetler olmamış olsaydı, peygamber efendimizin
(a.s.) ashap hakkında çok değerli hadis-i şerifleri olmamış olsaydı. Bu tür
söylenen sözlerin mantıken doğruluğunu kabul ederdik. Fakat Allah (c.c.)
Ensardan ve muhacirlerden (Muhacir: Mekke'den Medine'ye peygamber efendimiz
(a.s.) talimatı doğrultusunda malını mülkünü evlad ve iyalini dostlarını
yakınlarını bırakarak sırf gayreti diniyyesinden dolayı Medine'ye hicret eden
insanlardır. Ensarda: Medine'nin yerlileri olup Allah ve Rasulüne iman etmeleri
neticesinde Mekke'den, Medine'ye hicret eden kardeşlerine iki göz evi varsa
birini, iki dönüm tarlası varsa veya iki dönümlük hurma bahçesi varsa veya iki
hurma ağacı varsa birini kardeşine verebilen insanlara diyoruz. Yani gelenlere
yardım edenler anlamında oluyor.) O muhacirlerle, Ensardan ilk önce Allah
yolunda yarış yapan, müsabaka yapan ve öncelik hakkını elde eden insanlar, ve
onları iyilik yolunda takip edenler. Yani muhacir ve Ensar'ı takip edenler,
onların izinden gidenler, ama iyilik yolunda onların izinde gidenler. Hani taklid
dinen yasaklanmıştır. Kötüdür. Ama iyiliği taklid iyidir güzeldir. Hani bir
insanda Islami hizmet gördünüz çok güzel oluyor o hizmet Kur'an ve sünnet
doğrultusunda yapılan bir hizmet gördünüz aynısını siz kendiniz yapmak
istiyorsunuz. Bu bir takliddir. Daha önce yapılan bir insanın yaptığını
yapmanız bir takliddir.
İşte Allah (c.c.) de
"ashabı, yani muhacir ve ensarı ihsan yolunda takip edenler onların
yolundan gidenler varya Allah onlardan razı olmuştur diyor ve onlarda Allah
(c.c.) den razı olmuşlardır.Ve Allah onlar için cennetini altından ırmaklar
akan cennetini hazırlamıştır ve onlar orada ebediyyen kalıcıdırlar" diyor
Allah (c.c.) Ve işte büyük basan büyük kazançta budur diyor. Bu ayet-i
kerimeler bir kaç defa geçiyor. Her defasında da cenneti elde eden ahirette
Allah'ın rızasını kazanan kullar için söylenmiş bir ifadedir bu demekki, bu
adam başarılı bu adam köşeyi döndü, bu adam kazandı dediğimizde biz cenneti ve
Allah'ın rızasını kazanmış olan insana bunu dememiz gerekiyor. Yoksa bu dünyada
yapılan hani köşe dönme ile elde edilen başarılar insana geçici bir mutluluk
verebilir, ve de geçici bir rahatlık kazandırabilir. Ama onunda bir zaman elden
çıkıverdiğini düşünmek veya elden çıkmasa bile insanın kendisi bu dünyadan
çıkacaktır ve o elde ettiklerinden de uzaklaşacaktır.
Zaten Tevbe suresinin
devamında gelecek sahabe için 117. ayet-i kerimesinde "o zor saatlerde,
zor anlarda Allah rasulüne tabii olan Muhacir ve Ensar'ın tevbelerini Allah
(c.c.) kabul etmiştir" buyuruyor. Fetih suresinde de Allah (c.c.) "o
hudeybiye müsalahasmda peygamber efendimiz (s.a.v.) 'in eline ellerini koyarak
Ya Rasulüllah kanımın son damlasına kadar seninle beraber Allah yolunda cihad
edeceğiz diye söz veren ve biat eden 1500 kadar ashaptan razı olduğunu"
ifade eder Böylece ashaba dil uzatmayacağız. Ashap efendimiz (s.a.v.)'i mü'min
olarak gören kişi olarak tarif edilir. Yani bir adam kafir olarak görmüş
diyelim, efendimiz vefat ettikten sonrada müslüman olmuş buna sahabe demiyorlar.
Sahabeden saymıyorlar. Bunun efendimizi mü'min olarak görmesi şarttır. Ayrıca
çocuk olarak görmüşse onları saymışlar.
Sahabe hayatını
anlatan çok değerli eserlerde yazılmış hani "el-isa-betü fi Temyizis
Sahabe" İbn. Haceril Askalani, "Üsdül Gâbe." Yani islam
vadisinin arslanlan manasında "Üsdül Gâbe" isimli bir eser yazılmış.
İbni Sa'd tarafından da "Tabakat"da birçok sahabenin hayatı verilmiştir.
Biz peygember efendimizin arkadaşlarından yirmibeş bine yakınının nerde
doğduğunu, nerde öldüğünü nasıl hizmetlerde bulunduğunu, ne zaman müslüman
olduğunu, hangi hadisleri rivayet ettiğini biliyoruz. Gözünüzün önüne şunu
getirin 1400 sene evvelinde bir olay olmuş, efendimiz peygamber olarak
görevlendirilmiş ve ona yardım eden insanlardan 25 bin tanesinin nerde doğup
Öldüğünü, hangi hadisleri peygamber efendimizden duyduğunu kaç yaşında vefat
ettiğini hangi senede müslüman olduğunu, hangi harplere katıldığını biliyoruz.
Günümüzde şöyle elli
sene, altmış sene evvel ölen adamların en yakın silah arkadaşlarını araştırmaya
koyuluyorlar da büyük çoğunluğunu çıkaramıyorlar. Yani günümüzdede herşey
yazılıyor, bilgisayarlar devreye girdi, kağıt kalem bol miktarda var, yazanlar
çizenler var. Fakat ashabın ve ondan sonra gelen tabiinin göstermiş olduğu bu
dikkat tarih boyunca dünyanın hiçbir medeniyetinde gösterilmemiş. Yani diyelim
Amerikanın vurulan devlet başkanı Kennedy'nin en yakın arkadaşlarıyla ilgili
kitap yazılsa, görüştüğü tanıştığı 25 bin, hatta daha fazla yakını, çevresi,
amiri, memuru, bilmem neyi vardır bunları hayatlarıyla birlikte çıkartamazlar.
Yani sahabe ve ondan sonra gelen tabiinin, yani imam-ı Ebu Hanife çağında
yaşayan insanların yaptığı hizmet varya, dünya tarihinde eşine rastlanmayan
bir hizmettir. Sahabenin hiç birine dil uzatmayacağız. Günümüzde (Türkiyede de
vardır) mesela Hz. Muaviye (r.a.)'a dil uzatmaktan zevk alan insanlar vardır.
Peki uzatınca ne olacak yahu hak geri gelmiyorki. Hz. Hasan veya Hz. Hüseyin
geriye gelmiş olsa, yani biz onların aleyhine konuşmakla onlar geriye gelmiş
olsa amenna, gelen bir şey yok. Alimlerimiz bu konuda hani Kerbela konusunda
Hz. Ali ile Hz. Muaviye (r.a.) arasında geçen bu olay hakkında çok güzel
ifedeler buyurmuşlar, "Onlar kılıçlarını kana buladılar biz dillerimizi
kana bıılamayalım" diyorlar, ehli sünnet bir orta yol tutmuş. Ehli sünnet
olmasının özelliği burdadır, güzelliği hurdadır. Hz. Ali'yi fazla severler
yalnız onu söyleyeyim. Ehli sünnet Hz. Ali'yi (r.a.), Hz. Muaviye (r.a.)'den
fazla severler ve burada da hata etmezler. Çünkü Hz. Ali, ilk
müslümanlardandır. Hz. Ali, efendimiz (s.a.v.)'ın yeğenidir. Hz. Ali, peygamber
(s.a.v.) damadıdır. Fatıma validemizin kocası, ciğerparemiz Hz. Hasanla, Hz.
Hüseyinin babasıdır. Efendimizin (s.a.v.) yanma çocukken girmesi daha küfrün
pisliği ile pislenmeden efendimize teslim olması İslamın bize saf şekilde
gelmesinde büyük etkisi olmuştur. Kur'an-m anlaşılmasında, bize nakl
edilmesinde, hadislerin nakl edilmesinde, İslamın saf haliyle bize ulaşmasında
büyük etkisi olmuş. Hz. Ali'yi fazla sevmemiz Hz. Muaviye (r.a.) 'a sövmeyi
gerektirmiyor.
Bizim Ehli sünnet
insanımız orta yolu şöyle bulmuşlar. Anadoluda birçok insanımızın adı Hasan
Ali'dir. Bir çoğunun adıda Ömer Ali'dir. Orta yoldur bu aslında, yani hem
Ömer'i severiz, hem de Ali'yi severiz demektir bu. Hepsine olan muhabbetimizi
beyan etmek için isimlerimize bile onları nakş etmişlerdir.
Bu Tevbe suresinin 100.
ayet-i kerimesi yine Tevbe suresinin 117. ayet-i kerimesi ve Fetih suresinin 19
ve 20. ayet-i kerimeleri ashabın "Allah tarafından af edildiğini ve
onlardan Allah'ın razı olduğunu, onlarında Allah (c.c.) den razı olduğunu"
ifade eden ayet-i kerimelerdir. Ashap arasında mutlaka farklılık vardır. Hani
bu konuda hadisi şeriflerde vardır. Mesela bir ifadede ashabın derece
bakımından en aşağı olanı demişlerdir. Derece bakımından ashabın en alt
derecede olanı daha sonra gelenlerin en üst derece olanından üstündür diye
ifade vardır. Yani evli-yaullahtan birine Öyle demişler, "Efendim zatı
alinizi biz sahabeden biri gibi görüyoruz" demişler. Demiş ki
"Evliyanın en büyüğü sahabenin en küçüğünün atının ayağından çıkan toza
denk olamaz" demiş. Peki ne özellikleri var denirse. Yahu dünya bir
tarafta peygamber (s.a.v.)'a düşman ve efendimiz tek başına, yani siz beş
milyar insana karşı bir peygamber gönderildiğini düşünün, 1400 sene öncesindesiniz
ve O, peygamberim diyor. "Allah beni peygamber olarak gönderdi"
diyor ve insanların bütün yanlışlarına karşı el kaldırıyor ve diyor ki
"ben onu değiştireceğim" ve siz beş milyar insanın yanında değilde,
peygamber efendimizin (a.s.) yanında yer alıyorsunuz bu demektir ki, beş milyar
insandan gelebilecek bütün zararı göğüsleyeceğim. Malıma, canıma, namusuma
gelebilecek olan bütün bela ve musibeti ben Allah için göğüsIüyorum diyorsunuz.
Ve sahabe bunu yapmış, zaten onun için ayet-i kerimede inmiş yani, "onlar
o zor an varya, o zor anda Allah rasulüne tabii oldular, onun içinde Allah
(c.c.) onları afetti" diyor. Eğer bizde onların yolunda yürürsek onların
komşusu oluruz.[124]
101-
Çevrenizdeki bedevilerden münafıklar vardın Medine halkından da nifaka alışkın
olanlar vardır. Onları siz bilmezsiniz. Onları biz biliriz. Onlara yakında iki
defa azap edeceğiz. Sonra büyük bir azaba döndürülürler.
Etrafınızdaki
bedevilerden olan münafıklar, ve Medine'nin ahalisinden olan münafıklar,
nifakta devam ettiler, nifaka alışkanlık meydana getirdiler. Yani münafıklık
onların huyu karakteri oldu. Sen onları bilmezsin diyor. Yani münafıklık
öylesine vücutlarına, karakterlerine, davranışlarına sindi ve öylesine
kendilerini gizlediler ki, sen onları bilemezsin, onları biz biliriz. Yakında
biz onlara iki kere azap çektireceğiz, azabı tattıracağız. "Onlara iki
kereden" kasıt demişler 1- bu dünyada münafıklıkları ortaya çıkacak, yani
Allah (c.c.) peygamberimize bildirecek, filan münafıktır, filan münafıktır
diye bilgi verecek. 2- böylece münafıklar müslümanız diye geçinirken Medine
devletinden almış olf vnrHımi ardan mahrum olacaklar ve böylece iki defa azabı
görmüş olacaklar bunlar. Sonrada büyük azaba gönderilirler diyor Allah (c.c.)
Hani "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" diyorlar. Bakara suresinin
ilk birinci sahifesinde geçtiği gibi münafık kendisi gibi şeytan adamlarla bir
araya geldiklerinde ise biz onlarla dalga geçiyoruz. Biz sizlerle beraberiz
diyorlar. Ama sonra üçüncü sahifede devam eden, ayet-i kerimelerinde ve ondan
sonra devam eden ayet-i kerimelerde, onların münafıklıktan elde ettiği dünyevi
çıkar, geceleyin yıldırım ışığında insan ne kadar yararlanıyorsa işte bunların
çıkarları bu dünyada bu kadar olduğunu açıklıyor. Yani geçici bir ışıklanma,
geçici bir faydalanmadır. Birgün o da kesiliverir. Çünkü Allah (c.c.)
münafıkların kimler olduğunu peygamber (s,a.v.)'a bildirmiştir.[125]
102-
Diğerleri günahlarını itiraf ettiler. İyi amelle kötüsünü birbirine
karıştırdılar. Belki Allah onların tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah
mağfiret ve rahmet edicidir.
Özellikle bu konu Tebük
seferinde belirginleşir. Peygamber efendimiz ashabına "haydin Tebük
seferine katılıyoruz. Gücü yeten, imkanı olan katılsın" buyurduğunda,
münafıklar çeşitli bahanelerle gitmediler. Bunların içerisinde gerçekten mü'min
olan insanlarda vardı. Onlar ha bugün gideriz, ha yarın gideriz, ha şu hurma
ağaçlan tam olgunlaşmıştı, bunlanda toplayıverelim Öyle çıkarız, diyerek
geride kalanlar, sonrada "yahu Allah Rasulü çok uzağa gitti yetişemeyiz,
zaten sahabede bu olayda yeterli" dediler. Yani harbi kazanırlar gibi iyi
niyetlerle geride kalanlar vardı. Onlar iyi amellerle kötü amelleri
karıştırdılar ama, gelip Allah Rasulüne itirafta bulundular. "Ya
Rasulüllah hiç bir bahanemiz yoktu biz hata ettik" diye Tebük seferinden
dönüşte efendimize durumu bildirdiler. Ama münafıklar; Ya Rasulüllah Vallahi
gönlümüz seninle beraberdi ama şöyle, şöyle sebeplerden dolayı (bahçeye kuyu
kazacak-tım tam yarıya kadar inmiştim, onun için gidemedim. Hurmayı ağacından
indirecektim, onun için gidemedim) diyorlar. Peygamberimizde onların
mazeretlerini kabul eder gibi görünmüş. Fakat afva uğramamışlardır. Çünkü
gitmeme sebepleri münafıklıktan kaynaklanıyordu. Umulur-ki Allah onların
tevbelerini kabul eder, af eder. "Allah merhamet edicidir."
"Allah günahların üzerini örtücüdür" diyor Allah (c.c). Yani iyilikle
kötülüğü birbirine karıştıran bu tertemiz sahabeden oraya gitmeyenler, Tebük
seferine katılmayanlar, ama efendimize "Ya Rasulüllah hiç bir mazeret
ileri süremeyiz, bizi nefsimiz alıkoydu bu işte biz Allah'tan affımızı talep
ederiz, bizim için de dua et" diyen sahabenin de af edileceğine işarettir.[126]
103-
Mallarından sadaka alki onları temizleyip arındirasın ve onlara dua et.
Muhakkak senin duan onları yatıştırır. Allah işitendir, bilendir.[127]
104-
Bilmedilermi ki, Allah kullarından tevbeyi kabul eder, sadakaları alır ve
Allah tevbeleri çok kabul edendir, merhamet edendir.
Bu ayet-i kerime
efendimize, "onların mallarından zekatlarını al veya sadakalarını al, o
malları almak suretiyle onları temizlersin, hem mali olarak temizlersin hemde
ruhi yönden onları temizlersin ve onlar için dua et. Bu ayet-i kerime bir
mü'minin diğer mü'mine dua etmesine delildir. Ayrıca peygamber efendimize emir
var "onlar için dua et senin duan onlar için bir huzur kaynağıdır"
diyor.
Yani bir mü'min diğer
mü'min kardeşi için dua etmeli. Hatta şöyle denmiş, "günah işlemediğin
ağızla dua et." Denilmiş ki yahu günah işlemedik ağız bizde yok ki, nasıl
yapalım bunu? demişler ki; başkasına iyilik yap, o da senin için "Allah
razı olsun" derse, sen onun ağzıyla günah işlemedin ya, işte bu günah
işlemediğin ağızla dua etme budur demişler. Yalnız daha önce bir ayet-i
kerimenin[128] tefsirinde söylemiştim.
Hz. Aişe validemizin prensibi tabi, ayetin ruhuna uygun. Yapılan iyilikten
sonra "dua et, dua et"...demiyor. Mesela bizde bir gelenek
halindedir. Birimize "yahu ben bu iyilik karşılığında ne yapabilirim?"
diye sorulsa, sizde diyorsunuz ki "dua et canım, dua et" diyorsunuz.
Dua etmek yaptığınızın karşılığını almak demektir. Biz karşılığı Allah'tan
bekleriz, duadan değil. Peki, o dua ederse? etsin o ayrı, ama siz söylemeyin.
Bir dua eden hani bir kardeşimiz bize bir iyilikte bulun-, muş, o iyiliğine
karşı biz ona dua edelim. Biz iyilikte bulunmuşuz o kendi arzusuyla bize karşı
dua etsin ama "benim için dua et" demeyin.
Mesela bir dostunuz
hacca gidiyor, biraz para bulunsun yanında diyor sunuz. Biraz riyal
veriyorsunuz, hayrınıza verdiniz. Ondan sonra diyor sunuz ki, "Arafatta
benim için dua et" demeyin, bunu yaptığınız bir iyi Hğe karşılık
istemeyin. İyilik yapmadığınız birine benim içinde düa e dersiniz. İyilik
yaptığımıza "düa et" dersek ne olur? Hiç birşey olmaz.
Bu ayette efendimiz
(s.a.v.)'ın o geride kalan samimi müslümanla için dua etmesini Allah (c.c.)
efendimize emr ediyor "onlara dua et, se nin duan onlar için huzur
kaynağıdır. Huzur verir onlara, sükûn verir diyor. "Allah herşeyi
bilendir, Allah herşeyi işitendir." Yani onların yii reğindekini bilir.
Sana gelipte işte şu sebepten dolayı gidemedik diyen ler, gerçekten samimi
olarak mı söylüyorlar, seni kandırmak için rr söylüyorlar? bunu bilir. Seninde
duanı işitir. Onlar bilmiyorlar mı ki A] lah kullarının tevbelerini kabul
eder..[129]
105- Deki:
(dilediğinizi) yapın, Allah, Rasulü ve mü'minler amelinizi görecektir. Yakında
gizli ve açığı bilene döndürüleceksiniz. size, yaptıklarınızı haber verecektir.
Tebük seferi uzunca
anlatıldı, daha da anlatılmaya devam edilece: yani bu bir iki sahife daha bu
konuyu işliyor sure-i celile. Geçmişte b olayın nakledilmesi değil bu geçmişte
bir olay nakl edilerek günümüze müslümanlar islami faaliyetlere yürürken geride
kalanlara uyandır b "Yahu bunlar başarılı olamaz başaramazlar düşman pek
güçlü. Kafir gözü pek açık. Yani böyle bir ortamda yapacakları birşey yok"
diyeni re bir uyarıdır bu. Buna benzer bir olay îmam-ı Ebu Hanife zamanını
Zeyd. b. Ali isimli Hz. Ali (r.a.) soyundan gelen şanlı bir yiğit o güni Emevi
hanedanına demiş ki "sizin bu yaptığınız İslama uygun değildiı Yani devlet
yönetiminiz İslama uygun değil bilakis zıttır. Düzeltini halinizi
düzeltmezseniz biz düzeltiriz demişler ve baş kaldırmışla Bunlar tutmuşlar
İmam-ı Ebu Hanife Hz. lerinide da'vet etmişler "Sen katıl bize"
demişler. Bizim Hanefi fıkhına göre, Kur'an-ı Kerimin a kam ayetlerini tefsir
eden Cassas, Ahkam-ül- Kur'anında bize bilgi ol rak verir. İmam-ı Ebu Hanife
Hz. leri mektubu almış ve demiş ki "az; mz, çok azsınız, doğmadan
boğulabilirsiniz. Bu kadar güce karşı, bu k çük güçle karşı durulması mümkün
değil size katılmıyorum" dem Şimdi burasını günümüzde bir kısım
müslümanlar malzeme olarak ki lamyorlar. Bak diyorlar o zaman Hz. Zeyd b. Ali
(r.a.) kıyam hareket: başlatıyor. Bunun üzerine İmam-ı Ebu Hanife Hz. leri
malının yarış yardım olarak gönderiyor. Şimdi daha önce kabul etmeyişi istişaredeki
fikrini beyandır. Yani katılmıyorum diye fikrini beyan etmiştir. Ama karşı
taraftaki değerli insanlar tabiin büyükleridir. O zamanda İmam-ı Ebu Hanife Hz.
leri düşmanın gücü ne olursa olsun mü'minin yanında yerini almıştır. Malının
yarısını ki, çok zengin olduğu, söylenir. Fakat rakam verilmiyor, malının
yarısını yardım olarak gönderdi diyorlar.
Yani yeryüzünün
neresinde olursa olsun Allah için, Rasul için, yani İslam dini için kıyama
kalkmış bir insan, gerçekten güven verici bir samimiyeti yüreğinde olduğunu
hissettiğimiz an, sayısı bir tek bile olsa ona yardım eli uzatılacaktır. Geri
kalınmayacaktır, hesap yapılmayacak vay efendim bu bir tek kişidir. O zaman
peygamberimize kimse yardım etmemesi lazımdı, birtek kişidir diye. Onun
ümmetinden bir tek kişi kıyama kalkmışsa, o bir tek kişinin samimiyeti ele
alınacaktır. Ve ona ondan sonra yardım eli uzatılacaktır. Geri
kalınmayacaktır.
Ve birde kafirlerin ve
münafıkların yaptıkları çok iyi gözetlenecektir. Bu ayet-i kerime bize onunda
işaretini veriyor. 105. ayet-i kerimedeki onlara hani "ne yaparsanız
yapın ama, Allah sizin yaptığınız amelleri görüyor" buyuruyor. Yani
kafirini de, münafığını da böyle denetim altında gözetim altında tutacaksınız.
Hareketlerinden haberdar olacağız. Yani Anadolu ifadesiyle şu İstanbul şehrinde
oturan müslümanlar, bu İstanbul şehrinde yerin altındaki yılanların
hareketinden haberdar olmalıdır.[130]
106-
Diğerleri Allah'ın emrine havale edilmişlerdi. Ya onlara azap eder, ya
tevbelerini kabul eder. Allah bilendir, hükmedendir.[131]
107- Zarar
vermek, inkarı yaymak, mü'minler arasında tefrika çıkarmak, daha önce Allah ve
Rasulüne harp açanın (yolunu) beklemek üzere mescit edinenler var. Onlar
"bizim iyilikten başka bir isteğimiz yoktu" diye yemin ederler. Allah
şahiddirki onlar yalancıdırlar.
"Mescidi
Dırar", Dırar Mescidi Türkçe "zararlı mescid" diyelim. Kafirler,
Roma Kayzer'inden de destek alan münafıklarla birlikte Medine'nin kenarında
mescid yaparlar. Aslında bu, bugünün ifadesiyle "yabancı güçlerin haber
alma örgütü" olarak kurulmuş. Fakat müslümanların gözünü boyamak için o
haber alma binasının üzerine "mescid" tabelasını asmışlar.
Ayet-i kerimenin
tefsirinde Roma Kayzerinin desteği var diyor. Gassan emiri Cebelenin desteği
vardır. Bu mescidin içerisindeki münafıklara ve bunun öncülüğünü yapan yine
Medine'nin etrafındaki, gerçekten hristiyan ilim adamlarından birisidir.
Medine'nin kenarına mescid yapıyorlar orada münafıklar bir araya geliyorlar.
Efendimize de diyorlar ki "Ya Rasulüllah içimizde ihtiyarlar ve yaşlı
olanlar var, hasta olanlar var, cemaatle namaz kılmayı arzu ederler ama, zat-ı
alinizin Mescid-i Nebevisine gidip gelmeleri onlara güç oluyor, zorluk oluyor.
Onlarda camiide cemaatle namaz kılsınlar için bizde Medine'nin kenarında bir
mescit yaptık, ne olur birgün lütfedip oraya gelip mescidimizde bir namaz
kılarmısınız..? Teberrüken yani, siz orda namaz kılacaksınız ondan sonra orası
bereketli olacak bizde orada namaz kılmaya devam edeceğiz" demişler.
Efendimiz (s.a.v.) demiş ki "Tebük seferine katılıyoruz Tebük seferinin
dönüşünde görüşürüz" demiş. Tebük seferi dönüşünde Allah (c.c.) bu ayet-i
kerimeyi indiriyor.
Zarar vermek için
mecsid edinenler, ve küfrü yaygınlaştırmak için mescid yapanlar, mü'minler
arasını parçalamak için mescid yapanlar, daha önce Allah ve Rasulüne harp
edenleri gözetlemek için zararlı mescid yapanların hepsi gelirler ve yemin
ederler. "Vallahi biz bunu iyi niyetlerle yaptık, billahi de biz bunu iyi
niyetlerle yaptık. Yani biz ihtiyarlarımız, sakatlarımız, burada namaz kılsınlar
diye yaptık" dediler ama o mescidi yapmanın gayesi; müslümanlara zarar
vermek.
Münafıkların münafık
olduğu belli değil ya. Burada bir mescid yapılmış o mescide katılan
müslümanlar da var. Şimdi oraya katılan müs-lümanlarla Mescid-i Nebevi deki
müslümanlar cemaat olarak birbirinden ayrıldılar. Birde Allah'a ve Rasulüne
harp eden insanlara karşı kulak vazifesi görüyorlar. Rasathane ne yapar,
Rasathane gökyüzündeki yıldızları, ayı, güneşi gözetler. Bunlarda Allah
Rasulünü ve ashabını gözetleyip Roma Kayzerine, Gassan emirine haberler
ulaştırıyorlar ve Mekke'deki ve çevredeki peygamberimizin ve dinimizin düşmanı
olan kişilere bilgi sızdırıyorlar. Yani haber alma örgütü olarak kurulmuşlar.
Ama örgütün binasının üzerine Mescid tabelasını asıvermişler.
Efendimiz zamanında
hem hocalık yaparlarmış, hemde mescid yaparlarmış. Günümüzde mescid yapmıyorlar
pek. Mevcut mescitleri din aleyhinde kullanmak için gayret gösteriyorlar. Bu
söylediklerimle belirli şahısları göz önüne getirmeyin, yani filan şahsı kast
ediyor. Filan adamları kast ediyor değilim. Genelde şahıslar geçici devam eden
şey, sistem denen şeydir. Sistem zamanla kurulurken; bu camiler kanalıyla da
insanlara kendimizi tanıtır, yine camiler kanalıyla biz dini insanların
gözünden düşürürüz diye hesaplar yapmıştır. Ama hesaplan çok yanlış çıkmıştır.
Allah'a çok şükür çok değerli gayretli hocalarımızın bu milleti uyarması
neticesinde hesaplar yanlış çıkmıştır.
Bazı araştırma
eserlerde yayınlandı. Bu son 150 senelik zaman içerisinde Türkiye de kurulan
kolejler, yani avrupanın kurmuş olduğu kolejler; Mesela Kayserinin hemen
yukarısında Talas'da kolej kurmuş, Harputta kolej kurmuş ve güneydoğu
illerimizde kolejler kurmuş bu adamlar, İstanbul'un göbeğinde Robert kolejini
kurmuş, ve halen devam eden çeşitli kolej ve liseler var. Çok insani niyetlerle
kurmuşlar ama neticede, nereye o müesseseleri kurmuşsa, o milletin canına
okumuşlar, o müesseseler vasıtasıyla.
Hani Cezayir'de,
Fransız harbinde görüyoruz ki, kızılhaç yardım malzemesi götürüyor, ama
içerisinde Fransızlara silah götürüyor. Yani böylesine çok iyi insani
niyetlerle kurulu müesseseleri bilen küfür, kendi doğrultusunda kullanmasını
gayet iyi biliyor. Onun için dikkat edeceğiz. Bu kafirlere hiçbir şekilde
aldanmamaya gayret edeceğiz. Yani Amerika gelse de dese ki; "biz sizin
için İstanbul şehrinde kendi paramızla dünyanın en büyük Camisini
yapıvereceğiz" derlerse kabul etmeyin. Kabul etmeyiz hocam bizim elimizde
ne yetki var ki, yardımların birçoğu yetkili ve etkili yerlere geliyor ama 1928
yılında Amerika'nın Boston kentinde Bizansı ihya Enstitüsü kurulmuş.
Yani bu Fatih Sultan
Mehmet'in çökerttiği köhne Bizans'ı yeniden diriltmek için bir enstitü kurulur.
Ve Enstitünün ilk başkanı olarak o günün Türkiye Cumhuriyeti başkanına,
hükümetine yazı yazar. Ayasofya-mn bütün masraflarını yüklenmek üzere tamirini
yapmak istiyorum bütün para bize ait der. Bizimkiler avantayı bulunca cup
girmişler. Ve adam gelmiş 1932'den 1934'e kadar tamiratını devam ettirmiş ve o
Wit-temore denen adam buradayken o günün cumhurbaşkanı ile görüşüp, Ayasofyanın
camiden müzeye dönüştürme kararını aldırmış.(Bak, Prof.Semavi Eyice, Ayasofya
20-21, Yapı ve Kredi yayınları istanbul 1986) Kasap koyuna ot veriyorsa bu
sevdiğinden değildir.[132]
108- Hiçbir
zaman onun (zararlı mescidin) içinde (namaza) durma. İlkgünde temeli takva
üzerine kurulan (Küba) mescid içinde (namaza) durman elbette daha layıktır.
Orada öyle erkekler vardır ki onlar temizlenmeyi severler. AHah'da
temizlenenleri sever.
Çünkü Küba mescidi
namaz kılmak için yapılmış bir mescid. Takva üzerine kurulmuş tur. Mescidi
dırar ise fesat üzerine kurulmuştur. Öyle olunca takva üzerine kurulan
mescidde namaz kılmak öbüründen daha hayırlıdır. O takva üzerine kurulan Küba
mescidinde öyle yiğit insanlar var ki onlar temizlenmeyi severler, bedenende,
ruhende kirden, pislikten, imansızlıktan ve şirkten, beladan, yalandan
gıybetten, iftiradan temizlenmeyi severler. Öbürleri ise pislikten zevk
alırlar. "Allah çok temizlenenleri sever" buyuruyor Allah (c.c).
Küba mescidi tuğlalardan
yapılıvermiş efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret ettiğinde Küba denilen
vadiye geliyor orada bir müddet konaklıyor ve orada Küba mescidini yapıyor.
Hacca gidenler bilir. Medine de ben şahsen yürüdüm, 45 dakikada vardım. Gerçi
şimdiki hali çok güzel, yeni bir bina oturtularak yapılmıştır. Hattını da
güzel hat yazılarıyla tanıdığımız şehrimiz İstanbul'un çok saygı değer
hattatlarından, Hasan Çelebi yazmış. Allah hayırlı bereketli uzun ömür versin.
Mesaj olarak, tuğladan veya çamurdanda olsa takva üzere kurulan mescidde namaz
kılmak, böyle som mermerden, som altından yapılmış, zararlı, nifak üzerine
kurulmuş, mesciddeki namazdan daha hayırlıdır. Tercihimizi ona göre yapacağız.
Şimdi burada şu hatıra gelebilir. Hocam, günahkar bir kadın mescid yaptırdı burada
namaz kılınır mı kılınmaz mı? Veya avrupadan kiliseler birliği, Türkiye de cami
yapmak üzere, müslüman kardeşlerimizden birine para verip, "git cami
yap"dese. Bunlarda namaz kılınırını? kılınır. Yönetim onların elinde
değil, yani yönetim müslü-manlarm elinde olmalıdır. Burada karşı durulan
mescidin zatı değil, karşı durulan yönetimdir. Orada münafıklar faaliyet
yürütüyorlar. Ve onlar söz sahibidir. Beri tarafta ise müslümanlar hakimdirler.
Müslümanlar söz sahibidirler. Yani müslüman alıp müslüman yapar, müslüman
kendisi yönetirse ve başka özel bir şartta bağlanmazsa namaz kılınır.
Hocam bu kafirler Cami
yapmak için mü'mine yardım eder mi? Eder niye etmesin? kafir mü'mine yardım
eder. Tıpkı deniz kenarında balıkçının oltaya yem atıp balığı beslediği gibi.
Balıklar hep birden se-vinirlermiş ulan bu kenarda oturan adam ne iyi adam be.
Tabii ki sonlarını görememezlikten dolayı.
Kendisine olta atan
adam için, bize hep yem atar, diye sevinirlermiş balıklar. Çok iyi adam, çok
cömert adam, avucundan yediriyor bana, diye kuzuda kasabı pek severmiş.
"Kasab et derdinde, koyun can derdinde" derler. Kasap onun etini
sever aslında. Adamda balığın etini sever oltaya yakalanıncaya kadar. O onun
farkına varmaz. Onun için kafirin elinden, yakalanacak şekilde birşey almamaya,
alacaksak bile güçlü olarak almaya dikkat edelim. Yani kafirin elindeki
haramdır diye birşey yok, güçlü oldumu müslüman güçlü iken alır. Harp esnasında
alınıyor ve alınanlarla mescidde yapılıyor ve nıüslümanlarda rahatlıkla
yiyorlar, onu kullanıyorlar ve onların mülkü oluyor. Yani bir mal kafirin
elinde olduğundan dolayı pislik kazanmaz, necasettik olmaz onda, zatı necis
değil onun, o malın alış şekli onu necis yapar. Çalmak onu pis yapar, gasp
etmek onu pis yapar. Hukukuna uygun bir şekilde almakla pis olmaz.[133]
109-
Binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kuran mı hayırlı? yoksa
binasını, yıkılmak üzere olan bir kenarın ucuna kurup, onunla cehenneme
yıkılan mı? daha hayırlı? Allah zalim kavine hidayet vermez.[134]
110-
Yaptıkları bina (mescid) kalbleri parçalamncaya kadar, kalblerinde bir şüphe
olarak kalacaktır. Allah bilendir, hükmedendir.
Kalplerinde bir şüphe
üzere o binayı yapanların, binaları devam eder, ancak kalpleri parçalanınca, o
müstesna. "Bunların kalpleri parçalanmadıkça" yani ölmedikçe manası
vermişler veya mü'm inler tarafından bunların bu zulmüne, bu yaptığı
ihanetine, bu başka güçler adına, haber almak işinden vazgeçmek için, onların
canına kıymadıkça bu adamlar, bu yaptıkları kötülüklerden vazgeçmezler devam
ederler.
O binalarını bir şüphe
üzere kurdular acaba müslümanları kandıra-bilirmiyiz. Acaba kafir tarafından,
Roma Kayzeri tarafından mükafatlandırılabilirmiyiz. Onların getirdiği güçlerle,
bunlara galip gelebilirmi-yiz diye. Kesinde değil, kanaatlerini şüphe üzerine kurmuşiardır.
Peki bunların yola gelmesi biraz zor, ancak ölüm bu kalplerindeki fesadı, kini
giderebilir. "Allah herşeyi bilendir." "Allah hükmedendir."
Bakara suresinin
başında anlatılmıştı. Bakaranın ilk girişinde, Mü'minler beş ayetle anlatılmış,
kafirler iki ayetle tanıtılıyor. Münafıklar onüç ayetle tanıtılıyor. Adam
mescid açıyor, adam sakal uzatıyor, adam şalvar giyiyor, adam sarık sarıyor,
adam bizden fazla rükûda, secdede üçten fazla subhanerabbiyela'la diyor ama iç
dünyasında ise inanmıyor. Bu adamla işimiz biraz daha zordur. Onun için Rabbim
bunları çeşitli yönden fotoğraflarım çekip veriyor bize iç fotoğrafları tabiiki
nasıl davranırlar, nasıl konuşurlar, nasıl yemin ederler, zor günlerde nasıl
kaçarlar, ganimet günlerinde nasıl koşarlar. Bütün bunları haber veri-yorki
günümüzde de buna benzer durumlarla karşılaşıyoruz. Özellikle siyasette olur
bunlar. Partinin ayağı sallanmaya başladımı, "hani bir ge-midelindimi önce
fareler kaçarmış ya" öylece kaçmaya başlarlar. Hafif güçlenmeye başladımı
da hemen oraya doluşmaya başlarlar. İktidara kim gelecek olursa onlardan da
yararlanalım diye adamlar devamlı gündüz başka tarafta, gece başka tarafta
görülüyorlar.[135]
111- Allah,
cennet karşılığında mü'minlerden canlarını ve mallanın satın almıştır. Allah yolunda
harbederler. Öldürürler, öldürülürler. Tevrat, İncil ve Kur'an da hak olarak
yaptığı bir (cennet) va'dîdir. Allah'dan daha çok sözünü kim yerine getirir? O
halde onunla yaptığınız bu alışverişe sevinin. İşte büyük başarı budur.
Hani "filan adam
büyük tüccar" diyorlar, nerden biliyorsun bu adamın büyük tüccarlığını?
diyorum. "Diyor ki birinci eldir." Yani Türkiye'nin en büyük iş
adamı olan filanın ürettiği malı, birinci elden bu adam alır.Yani bu ikinci
adamın büyüklüğü ticaret yapmış olduğu kişinin büyüklüğünden geliyor.
Amerika'daki filan müessesenin veya Japonya'daki filan fabrikanın malının
Türkiye'deki distiribütörü bu adamdır diyorlar. Bu adamın büyüklüğü doğrudan
temasa geçtiği için, alışverişi onunla yaptığı içindir.
Peki öyle ise müslümanlara
deniliyor ki; En büyük ticareti siz yapın. Fakat Türkiye ve dünyanın en zengin
adamı ile doğrudan ticarete girseniz bile büyük adam olamıyorsunuz. Çünkü bütün
bu zenginleri sermaye sahiplerini yaratan Allah (c.c.) 'dür. Bize denilmiştir
ki, ticaretiniz. Allah'la olsun. Allah'ın yarattıklarıyla ticaret yapın, ama
büyük ticaret yapmak istiyorsanız, Allah'la olsun. O'nunla ticaret nasıl olur?
Onunla can ve mal verilip karşılığında cennet alınır. Yani bu dünyadaki
ticaretle ne alınır. Aldığınızı ne kadar yiyebilirsiniz, dünyanın bütün tatlı
yiyecekleri elinizde olsa mide sınırlı, fakat devamlı yenebilecek ve sonu
gelmeyecek bir hayatı almanın yolu mal ve canı Allah yolunda vermektir. Peki bu
verilen bizim sermayemiz mi? Yok o da değil, buna şöyle misal vererek
anlatılır. Baba oğluna sermaye veriyor, ondan sonrada baba oğluna diyor ki;
bak şu malı verdim ki, şundan bana şu kadar ver demiş. Zaten senin malıyın aslı
ananm ve babanındır. Bu olay babanın oğluna iyiliğidir aslında. Allah (c.c.)
daha merhametlidir. Çünkü babalardaki merhameti yaratan O dur. Yani merhamet
yüz parçaya ayrıldı, diyor peygamber efendimiz, bir parçası yeryüzüne
indirildi. Babanın annenin yavrusuna olan merhameti, kedinin yavrusuna olan
merhameti, tavuğun civcivini korumak için arslana karşı kanat çırpması o merhametin
dağıtılmış şeklidir. Ama Allah (c.c.) yüzde doksan dokuzuyla Ahirette
mü'minlere merhametle muamele edecektir.
Rabbimin merhameti
daha fazla Rabbim can vermiş evvela, sonra mal vermiş, sonrada demiş ki bunları
bana ver ben sana cennet vereyim. Onun için Allah (c.c.) ile alışveriş yapmaya
gayret edelim. Peki nasıl olacak bu dilde söylemesi kolay. Rabbim devam ediyor.
"Allah yolunda harp ederler, kafirleri öldürürler, öldürülürler."
Günümüzde bir kısım
arkadaşlar bu cihad faaliyetini hafife almışlar peygamber efendimizin bir
hadisini kendilerine delil olarak almışlar. Efendimiz Bedir harbinden dönerken
ashabına demiş ki. "Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" demiş.
Şimdi bu hadisi bir kısmı inkar ediveriyor. Bunlara tepki olsun diye, yani bu
asker kaçaklarına tepki olsun diye bu hadis doğru değil diyorlar. Hadis Hatibi
bağdadi tarafından "Tarihi Bağdat" isimli eserinin onüçüncü cildinde
7345 sıra no da hayatı anlatılan Vasıl b. Hamzanın rivayeti olarak
kaydedilmiştir.Ehli bilirki zayıf hadisler uydurma hadisler gibi değildir.
Ancak bu hadisi kendi isteği doğrultusunda yorumlayanlannki yanlıştır. Efendim
bizim ci-hadla ilişkimiz yok niye biz büyük cihadla meşgulüz. Elimizde teşbihimiz
var, namazımız var, dükkanda işimiz var, işimizi yaparız, paramızı kazanırız.
Akşamleyin evimize geliriz namazımızı kılarız, zikrimizi de yaparız. Büyük
cihad bu, biz bunu yapıyoruz diyorlar. Bunlara şöyle denir: hadis ne zaman
söylenmiş düşünsenize, efendimiz bizzat küçük cihadı yapmış, sende bir yap
canım, şu imansızın zararını biryoket. Islah olanlar ıslah olsun, ıslah
olmayanlarda defolsun gitsin, ondan sonra geç büyük cihada. Yok o imansızlara
bütün yönetimi devrediyor. Ondan sonrada kapıları kapatıyor "ben büyük
cihadla meşgulüm" diyor.
Allah cennet
karşılığında onların mallarını ve canlarını alır. Şimdi Allah bu vaadini
kesinlikle yerine getirir. Öyle ise bu alışverişinizden dolayı birbirinizi
müjdeleyin buyuruyor Allah (c.c). İşte büyük başarı büyük kazanç budur diyor.
Biraz önce geçmişti böyle bir ayet-i kerime yine geldi. Yani büyük kazanç,
köşeyi dönme bu işte. Mal verip can verip karşılığında cenneti elde etmektir.[136]
112- Tevbe
edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler,(oruç tutanlar) rüku
edenler, secde edenler, iyiliği emr edenler, kötülüğü engelleyenler, Allah'ın
sınırlarını koruyanlar, (işte bu) mü'minleri müjdele.
Fatiha suresinde
"Ya Rabbi yalnız sana ibadet ederiz."diyoruz. Yalnız Allah'a hamd
edenler yalnız Allah için secde edenler , ilim için seyahat edersiniz, ticaret
için seyahatte bulunursunuz, ama ticarette Allah rızası için olacaktır.
Kafirlerin iyi veya kötü hallerini görüp ona göre tedbir alabilmek için seyahat
edilir. Tarihi olayları yerinde incelemek için seyahat edilir. Ama hepsi dine
hizmet etmek gayesiyle, seyehat edenler rükû edenler, secde edenler, iyiliği
emr edenler, kötülükten alıkoyanlar, Allah'ın hadlerini koruyanlar, Allah'ın
haddi hudud dediğimiz hududu Türkçede kullanırız biz "sizin köyle bizim
köy hudud" deriz. Yani sınırı anlamında. Allah'ın (c.c.) bir hududu
vardır.
Helal sınırı ile haram
sınırını belirleyen sınırı vardır. Yap dediği yapma dediği şeyler vardır. Biz
yap dediklerini yerine getireceğiz. Yapma dediklerinden kaçınacağız. Bunu
yaptıkmı Allah'ın haddini korumuş oluyoruz. Yani İslam hukukunu korumak bizim
görevimiz. Mü'minin sıfatlarından bir tanesi İslam hukukunu korumaktır.
Korumak derken böyle Kur'an-ı Kerimi iyi bir kap içersine koyup, evin en
yüksek yerine asmak değil, tatbikata koymak gerek. Allah'ın hududunu korumak,
onun tatbikata geçmesini sağlamaktır. Böylesi mü'minlere cenneti müjdele diyor
Allah (c.c).
Başkalarının yolundan
veya filanın izinden gitmek olmaz. Onların plan ve programlarına uymak değil
Ancak senin çizdiğin yolda yürürüz. Sana itaat ve ibadet ederiz. Kim bunlar?
Hamdedenler. Ayetin manasında "İslam için oruç tutanlar, seyahat
edenler" diyor. İslam için seyahate teşvik ediyor. "Deki onlara;
"yeryüzünü şöyle bir dolaşın, Allah'ın dinini yalanlayanların sonu ne
oldu? bir görün. Bir zamanların en güçlü devleti "Roma'nın" yerinde
yeller esiyor, Fatih gelmiş, bu pisliği temizleyivermiş. Yani gezmenin manası
ibret için olmalı. Burada Tevbe edenler , Tevbe etmek Rabbe yönelmek
manasınadır. Yani "Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi, Tevbe ya Rabbi"
değil kelimenin kökü kişinin Rabbine dönmesi manasınadır. Tevbe kelimesinin
yapısı itibariyle Türkçe karşılığı "dönüş yapmak" bu dönüşü dillede
ifade etmek yani "dönüşüm sana ya Rabbi, sana dönüyorum Ya Rabbi."
Yani arada bir işim, aşım, eşim, seni bana unutturuyor. Hani işinizle
meşgulsünüz unutuyorsunuz derken "Tevbe Ya Rabbi" diyorsunuz, bu bir
dönüştür. Namaza geliş, işten Rabbe dönüştür. Bu bir tevbedir aslında.
Derken işte alışveriş
yaptınız geç kaldığınız anda "Estağfirullah" ve
"Sübhanallah" veya "Elhamdülillah" demeniz Rabbe dönüştür.
Yani insana Allah (c.c.) unutma nimetini vermiş, unutmada bir nimettir. Unutma
eğer olmamış olsaydı hayat bir zindan olurdu. Öyle ya annenizin ölüsü hiç
hatırınızdan çıkmıyor. Babanızın, kardeşinizin, amcanızın, dayınızın trafik
kazası veya sizi bazı çok üzen olaylar var, o gözünüzün önünde hiç gitmeden
dursa işte o zaman hayat bir cehenneme dönüşüverir. Onları unutuyorsunuzda
rahat ediyorsunuz, onun için unutmakta Rabbi-min nimetlerinden bir nimettir
demişler. Eğer hiç unutma olmamış olsaydık, devamlı Allah'ı hatırlamış
olsaydık, Allah zaten o özelliği bize vermiş olduğundan dolayı bizim
hatırlamamızın önemi olmaz. Çünkü Allah (c.c.) hep kendisini hatırlama özelliği
vermiş bize, o zamanda o özellik bizden değil. Rabbimden bize verilmiş ve
onunda değeri olmazdı, ama işi sevip işe, aşı sevip aşa, eşi sevip eşe doğru
yönelinip, o esnada "bu işimi, bu aşımı, bu eşimi veren Allah (c.c.)
dır" diye onu hatırlamak ona dönmektir. Onun için bu en büyük tevbedir
demişler.
Tabiiki tarihimizde
bizim seyahat edenler çok önemlidir. Birçok se-yahetnameler yazılmış. Mesela en
meşhuru Türkiye'de Evliya Çelebi Seyahatnamesi, şu anda efendim ülkelerdeki
vilayetlerdeki bölgelerdeki ilmi faaliyetler nasıldır diye biri bir araştırma
yapacak olsa "Evliya Çelebinin Seyahatnamesini" okuyacaktır.
Oralarda yönetim tarzı nasıldı diye bir doktora tezi verseler, orada ekonomik
durum nasıldır diye bir araştırma yapacak olsa, Evliya Çelebinin
seyahatnamesini okuyacaktır. Oralarda insanlar arası münasebetler nasıldır.
Köprüler, hanlar, hamamlar, saraylar yani sosyal tesisler nasıldır diye bir
araştırma yapacak olsanız yine Evliya Çelebi seyahatnamesi okunacaktır.
Tarihimizde Arapça
olarak yazılmış seyahatnameler vardır. İbn Ba-tuta seyahatnamesi gibi. Bunlar
gitmişler görmüşler gördükleri yerlerde devlet başkanlarının, komutanların,
alimlerin, halkın her yönünü görebildikleri kadarıyla yazmaya çalışmışlar ve
bize de aktarmışlar. Örnek olsun diye kötülerin hayatım yazmışlar, onları
yapmayasınız diye, yani kötülüğü misallendirmişler şu adam, şu kötülüğü yaptı,
şöyle bir netice aldı, gibi kötülüğü önlemek için misal olarak anlatılmıştır.
Kültür tarihimizde en büyük seyahati yapanlar hadiscilerdir. İmam-ı Buhari
(r.a.) Buhara kentinden çıkmış Mısır'ı, Suriye'yi, Irak'ı, Mekke ve Medine'yi
ve orada yaşayan hadis alimlerini gezer ve onlardan onların Sahabeden, Tabiinden
rivayet ettiği hadisleri onlardan alırlar. O seyahatin neticesinde Kur'an-ı
Kerimden sonra efendimizin hadislerinin bize nakl eden en değerli kitap olan
Buhari, Müslim, Tirmizi, Nese-i, Ebu Davud, İbn Mace, İmam-ı Malik'in
Muvatta-i, Ahmen ibn Hanbel'in Müsnedi, diğer mücemler ve müsnedler toplanmış
ve bize kadar nakl edilmiştir. Buda seyahatlerin neticesinde elde edilmiş
hadis kitaplarıdır.
Tefsir kitaplarında da
öyle, Endülüste dünyaya gelen bir zat, ta Mısır'a kadar ilim için geliyor ve
orada epeyce bir ilim öğrendikten sonra, Endülüs'e dönüyor. Mısır'dan Endülüs'e
kadar gidiyor. Mısır'dan Azerbaycan'a gidiyor. Yani böyle bir ilim alışverişi
ancak seyahatlerle müm-kin olmuştur. Allah (c.c.) da mü'minlerin sıfatlarından
bir taneside seyahat edenler diyor. Dinimizin çok uzak ülkelere yayılmasında
birinci rolü tüccarlarınız üstlenmişlerdir. Hani Malezya'ya biz ordular
göndermedik, Filipinlere ordular göndermedik, ama oralara kadar İslamı
götürenler müslüman tüccarlar olmuştur. Onlarda bu seyahatin neticesinde hem ticareti
halletmişler, hemde İslam'ın oralara kadar ulaşmasını temiş etmişler.
Bunu günümüzde daha da
iyi anlamaya başlıyoruz. Şu anda Kazakistan'a, Azerbaycan'a, Türkmenistan'a,
Tacikistan'a, ve Moskova'ya, ve Kiev'e, Ukrayna'ya, çeşitli yerlere din şu
anda da tüccarlar eliyle gitmeye başladı. Yani oralara mal satmaya giden
insanlar oralarda görüştükleri
insanlarla hemen bir
araya geliveriyorlar, müslüman olduklarını söyleyi-veriyorlar. O tarafta dayım
müslümanmiş, dedem müslümanmış, veya bizde müslümanmış iz gibi sözlerle
başlıyor ve biraz daha samimi hava oluşuncada çeşitli İsîami hizmetlere sebep
oluyor o görüşmeler. Gidişimizde gördük. Almanya'da İslamiyetin gelişmesi
hızlı ama, Hollandamn küçük olması nedeniyle tahmin ederim ki neticeyi daha
çabuk alacaklar işçilerimiz.
Yani Hollandamn
müslümanlaşmasını bizde görürüz gibi geliyor. Çünkü birçok kiliselerini satın
almışlar, camiye çevirmişler. Hollandamn nüfusunun az olması hanımlarının doğum
yapmaması, türk işçilerininde doğuma biraz hız vermeleri neticesinde bir gün
gelir oranın nüfus yoğunluğu müslümanlar tarafında fazlalaşınca o zaman
yönetimi ele alırlar, hatta belediyelerde encümen azalığına seçilen çok
müslümanlarımız var. Belediye encümen azasıdır. Büyük bir vilayette sakalıyla,
şalvarıyla müslümanları temsil eden encümen üyeleri vardır. Zamanla çoğunluk ellerine
geçince yönetimide ellerine alacaklardır.
Polis teşkilatına
hızla giriyor. Müslümanlar hemde şuurlu olarak giriyorlar, burayı elde edelim
parası bol diyorlar. Fabrikada işçi olarak çalış-maktansa polis olarak orada
çalışalım diyerek oraya giriyorlar. Ve işin hesabını yaparak giriyor çoğunluk.
Hani yahudiler dinine çok bağlı deriz ama Hollanda'nın başkentin de birtek
sinagogları var, yani havraları var. Onuda işçilerimiz bastırmışlar parayı
satın almışlar. Haham biraz satmam demiş ama parayı gözünün önünde birkaç defa
gösterince beraber, zaten cemaat yoktu demiş satmış bizimkilere. Bizimkilerde
çok güzel cami yapmışlar kıblesi de tam düz böyle eğri büğrü değil. Onlar
Kudüs'e döndüklerinden hiç yön değiştirme yapmadan kıblesi de çok düzgün düşmüş
ve Mekke-i Mükerremeye doğru Kabeye doğru yöneliyorlar ve namazlarını öylece
kılıyorlar.
Bu arada oralara gelen
mesela Bulgaristandan gelenler olmuş onlarla görüştük. Bulgaristandan İslami
cemaatların lideri durumunda arkadaşlar, öğretim görevliliği yapmış,
gazetecilik yapmış olanlar. Dedilerki "vallahi birçok din görevlimiz düne
kadar Bulgar polisiyle çalışırdı. Bulgar polisinin hizmetindeydi hocalarımız,
düne kadar, Jivkof un yıkılışına^ kadar polis olanlar imamlığa seçilirdi.
Veyahutta imamlığa seçilenleri polis yaparlardı. Yani polisle irtibatlıydı.
Gizli polisle irtibatlıydı ama mayası müslümanya diyor o zamanki hizmetinde de
ikili oynamış. Yani Bulgar polisinin nasıl çalıştığını çok iyi bildiklerinden
şu anda da dinine çok iyi hizmet ediyorlar diyor. İslama çok iyi hizmet
ediyorlar. Yani fevkalade gelişmeler var.
İnşaallah çok iyi
alışveriş, çok iyi gelişmeler olacak bu gelişmelere sebep yine başlangıçta
ekonomik, yani işçilerimizin oraya gidişleri fakirlik nedeniyle çalışmak için
gittiler. Karınlarını doyurduktan sonra gönüllerini doyurmaya başladılar. Bu
seferde camii yapıp dernek kurmaya başladılar, çeşitli dernekler kurmuşlar ayrı
ayrı arkadaşlar, ayrı ayrı gruplardan cami açmışlar. Birbirlerine düşman gibi
görünselerde Islamı vaşamada ve tanıtmada yarış halinde olmaları nedeniyle o
ayrılık bile Almanya'da, Hollanda'da Fransa'da, faydaya dönüşüvenyor. Rekabet
etmeleri daha kaliteli din hizmeti sunmaya sebeb oluyor. Kim daha kaliteli
hizmeti sunarsa onun safında insanlar birikecek, onların maddi desteklen oraya
akacak, onun için Türk çocuklarına sen daha fazla hizmet edeceksin, ben daha
fazla hizmet edeceğim, cemaati böyle kazanacağım dıyede bir yarışa
girmişlerdir.[137]
113- Onların
cehennem yaranı oldukları, onlara belli olduktan sonra, yakınları bile olsa,
peygamber ve mü'minlere müşriklere istiğfar yapması yaraşmaz.
Bu 113. ayet-i
kerimede müşrik insanların cehennemlik olduğu Allah tarafından açıklandıktan
sonra, yakın akraba bile olsa, o müşrikler için istiğfar edilmemesini, anlatan
ayet-i kerimedir bu. Velevki yakın akrabada olsa diyor Rabbim, yani müşrik
olan, yani İslama inanmayan bir kişi, ister anne olsun, ister baba, ister oğul,
ister kız, ister dayı, ister amca ve ister ne olursa olsun onlar için istiğfar
edilemeyeceğini Rabbim bu ayet-i kerimesiyle haber vermiş bize Peygamber
(s.a.v.) da amcası Ebu Talib için dua etmekten alıkonmuştur. Çünkü müşrik
olarak öldüğünden amcası için dua etmemesi istenmiş peygamber efendimizden.[138]
114-
İbrahim'in babası için istiğfarı, babasına verdiği soz üzerinedir. Onun, Allah
düşmanı olduğu İbrahim'e belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim yanık
yürekli, yumuşak huyludur.
Daha önce buna benzer
bir ayet-i kerime geçti. 80. ayet-i kerimesinde münafıklar için istiğfar
etmemesi gerektiği etsen bile fayda vermez, onlar için ister istiğfar et,
istersen etme. Onlar için 70 kere istiğfar etsen Al-
lah katiyyen onları af
etmeyecektir buyuruyor. Yani kafirlere ne kadar dua ederseniz edin af
edilmeyecektir diyor orada. Burada ise istiğfar etmememiz isteniyor. Peki
hatıra şu gelebilir. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde haber veriyor İbrahim
(a.s.) babası için dua etmiştir. Şuara suresinde "Ya Rabbi babam
sapıklardandı ne olur babamı af et" diyor İbrahim (a.s.) Müşrik olan
babasına dua ediyor. Rabbim ona cevap olarak diyor ki yani hatırınıza böyle
birşey gelirse mesela müşrikler için dua etmeyin en yakın akrabanız bile olsa.
Peki ama İbrahim (a.s.) babası için yaptı diye sorarsanız cevap veriyor.
İbrahim'in babasına
olan istiğfarı, af talebinde bulunması babasına vermiş olduğu bir vaadden
dolayı. Babasına İbrahim (a.s.) demişti ki: "Babacığım ben senin için
Allah'a istiğfarda bulunacağım" demişti Meryem suresinin 47. ayet-i
kerimesinde Rabbim böyle haber veriyor. Birde Mümtehinen'in 4. ayet-i
kerimesinde "Ben Allah'a senin için istiğfarda bulunacağım" diyor
İbrahim (a.s.) Babası da diyor ki; "eğer bu imandan vaz geçmezsen,
İslamdan vaz geçmezsen, bu peygamberlik davasından vaz geçmezsen seni
taşlarız."
"Ateşle
yakarız" diyor babası, ona karşı İbrahim (a.s.)'da "baba yanlış
yoldasın ama ben senin için Rabbime istiğfarda bulunacağım" dedi. O
vaadini yerine getirmek için diyor. İbrahim (a.s.) "babamıda af et Ya
Rabbi" diyor. Dua ettiğini ama ne zamanki İbrahim (a.s.)'a açıklandı, babası
Allah için düşmandır, Allah düşmanıdır, o zaman ondan uzaklaştı ve dua etmekten
de vazgeçti. "Mutlaka İbrahim yanık yürekli ve yumuşak huyludur"
diyor Allah (c.c.) İbrahim (a.s.) için birkaç defa kullanılmış bu Kur'an-ı
Kerimde bir başka ayet-i kerimede Lut'a (a.s.) inanmayan o ahlaksız toplumu,
melekler cezalandırmak için görevlendirildiğinde, İbrahim (a.s.) yine onlarada
"Ya Rabbi bunlara bir fırsat tanı" diye, yani helak etme diye dua
etmiş. Tabi dua kabul edilmemiştir. Onlar için Rabbinin sözü hak olmuştur ve
onlar cezasını çekecektir dedikten sonra Rabbim böyle diyor. "Mutlaka İbrahim
yanık yüreklidir, yumuşak huyludur. Rabbine yönelmiş bir insandır" diyor
Rabbim. (Hud 74)
Yani İbrahim (a.s.)'m
duası öğülüyor,yanık yürekliliği, yumuşak huy-luluğu öğülüyor. Yanık yüreklilik
şudur günahkar veya müşrik bir insanı gördüğünde yüz çevirmek değil, onun o
haline üzülmektir. Üzülürseniz fayda verirsiniz, o adama üzülmezde Allah
kahretsin derseniz, o adama fayda vermeniz mümkün değil ama yanıp yakılmanız,
bu insan böyle olmamalıydı derseniz işte o zaman ona faydalı olursunuz. O
insanda etki meydana getirir. O insan size karşı güvenir ve sizin dediğinizi
tutabilir.[139]
115- Allah,
hidayete erdirdikten sonra, sakınacakları şeyleri açıklamadan, bir kavmi
sapıtmaz. Şüphesiz Allah, herşeyi bilicidir.
Yani Kur'an-ı Kerimde
"hidayeti verende Allah'tır. Delaleti verende Allah'tır", ayetleri
var. Allah dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir, İslama kavuşturur
diyor ayet-i kerimede. O ayet-i kerimelerin, bir yerde açıklaması mahiyetinde
onu şöyle anlıyor bazıları, zaman içerisinde bazı gruplar demişlerki, vallahi
mü'min olmakta, gavur olmakta, bizim elimizde değil Allah'ın elindedir. Delil
olarak bu ayet-i getirmişler. Allah dilediğini saptırır gavur yapar, dilediğini
imana sokar. Ama bir ayet-i açıklamak diğer ayetle olur diye bir kaidemiz var.
Yani ayeti ayetlerle açıklayacağız diyoruz. Rabbim bir başka ayet-i
kerimesinde de "kim İslam yolunu seçerse hidayeti isterse, kendi için
hidayete ermiş olur." "Kimde sapıtırsa ancak kendi zararına olarak
sapıtır."[140]
Yani kişinin kendi iradesiyle yaptığını ifade ediyor. Kişiye hidayeti Rabbim
veriyor neyi nasıl yapacağım da öğretiyor. Yani peygamber ve kitap gönderiyor
ondan sonra kişi iradesiyle saparsa sapar, o zaman sapıklardan olur o kişi.
Mutlaka Allah herşeyi bilmektedir buyuruyor.[141]
116- Şüphesiz
göklerin ve yerin mülkü Allah'a aittir. O diriltir, O öldürür. Sizin için ondan
başka dost ve yardımcı yoktur.
Şimdi "mülk
Allah'ın" diyoruz biz çokta kullanırız. Hatta bazı evlerde "Ya Malik
-el- mülk" yazar. Bazı seramiklerin üzerinde "mülkün sahibi Allah'tır"
yazar. Bazılarında latin harfleriyle Türkçe olarak "Mülk Allah'ındır"
diye yazdırmışlar kapının üzerine birazda biz oturalım desen olmaz diyor adam.
Yahu sen Allah'ın kuluysan bizde Allah'ın kuluyuz. Birazda biz oturalım diyecek
olsan o zaman tapusunu göstermeye kalkar tabii ki. Mülk Allah'ındır diyoruz
biz. Öyle ise mülk üzerinde söz sahibi o olmalıdır. Bir taraftan Mülk
Allah'ındır diyoruz. Yani toprağı yaratan O, gökyüzünü yaratan O, güneşi
yaratan O, bizi yaratan O ama bu mülk üzerinde söz Allah'ın değil. Birkaç tane
arkadaşın, birkaç tane hukukçunun koymuş olduğu kurallarla biz yönetilmek
istiyoruz. Allah'a isyanın başlangıcı buradan başlıyor zaten, Mülk Allah'ın
deme mecburiyeti var zaten, çünkü kendisi yaratmıyorya, öyle olunca başkası yaratıyor,
O başkasına, müslümanlar Allah (c.c.) diyor. Öyle ise mülk Allah'ın ama, bu
mülk üzerinde bizim sözümüz geçer, diyen adamlar zorbadırlar. Asıl zorba,
despot insanlar, hakka tecavüz eden zalim insanlar. Onun için, "Allah'ın
indirdiği ile hükm etmeyenler zalimlerin ta kendisidir" diyor. Maide
suresinin tefsirinde geçmişti.[142]
Zalimdir onlar, niye? sınırı aşmıştırlar. Allah'ın koyduklarıyla değil adil
olmak yerine kendi koyduklarıyla insanlara zulm etmektedirler.[143]
117-
Muhakkak Allah, peygamberide afvetti, içlerinden bir kısmının kalbleri kaymak
üzere iken, zor saatte ona uyan Muhacir ve Ensar'i afvetti. O, onlara çok
şefkatlidir, merhametlidir.
Tebük seferine katılan
mü'minler var, katılmayan mü'minler de vardı. Bu ayet oradan bahsediyor.Bu zor
günlerde peygambere tabii olan muhacirden ve ensardan olanlar var, muhacir
Mekke'den Medineye hicret eden deniliyor. Ensarda Medine nin yerlisi olup
hicret edenlere yardımda bulunanlara diyoruz. Onları Allah c.c. afvetti, ama
Peygamber efendimizin ne kabahati vardıki peygamberide afetti diyor. Bize bir
uyan olsun diye. Bir kısım insanlar Hz. Isayı fazla sevmelerinden ilahi
aştırmaya gitmişlerdir. Onlar, aşın muhabbetten olmuştur o kadar, fazla
sevmişler ki, "bizim peygamberimizin hata etmesi mümkin değil" diyerek,
bir gün gelmiş bu ilahtır demişler. Böylelikle aşırı sevgiden ilahlaştırarak
küfre girmişlerdir. Onun için Peygamber efendimiz, "hnstiyanların Meryem
oğlu İsa yi övdükleri gibi beni övmeyin. Bana Allanın kulu ve Rasulu
deyin" âlyor.[144]
Onun için biz "Muhammed Allanın kulu ve de elçisidir" diyoruz. Burada
Rabbim Peygamberin, muhacirin ve ensarın günahlarını af etti diyor.
Peki peygamber efendimizin
zellesi neydi? Tevbe suresinin 43 ncü ayetin tefsirini yaparken peygamber
efendimize(s.a.v.) "onlara niçin izin verdin diye bir ayet-i kerime nazil
olmuştu. Yani Tebük seferine katılırlarken Peygamber efendimiz, izin
vermesinden dolayı azarlanıyor. Peygamber efendimiz diyorki gücü yeten herkes
Tebük seferine katılacaktır. Derken birisi gelmiş vallahi Ya Rasulüllah bundan
dolayı şundan dolayı' ben gidemem. Peygamber efendimizde izin veriyor sen gelme
diyor. İzin vermeyince ne olacak? o münafık yine çıkmayacak, ama çıkmayıncada
peygamberin emrine muhalefet etmiş olacak, ve münafıklığı ortaya çıkacaktır.
İşte Rabbimiz izin
verdiği hatasını af etti peygamber efendimizin ve muhacirin, ensarın ve geride
kalan samimi müslümanların. On tane kadar, hele hele üç tanesi, özellikle üç
kelimesiyle ifade edilmiş. Onlarıda Allah (c.c.) af etmiştir. Çünkü Allah
merhametlidir, Allah şefkatlidir.[145]
118-
(Harpten) geride kalan üç kişiyi de afvetti. Geniş olmasına rağmen yeryüzü
onlara dar gelmişti. Canlan kendilerini sıkmıştı da, Allah'dan yine Allah'a
sığınmaktan başka çare olmadığını anladılar. Tevbe etmeleri için Allah onları afvetti.
Şüphesiz Allah, tevbeleri çok kabul edendir, merhamet edendir.
Daha geride kalan üç
kişiyi af etti buyuruyor Allah (c.c.) Üç kişi Ka'b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve
Murare b. Rabia isimli sahabeler, hiç bir mazeretleri yok. Tembelliklerinden
dolayı Tebük seferine katılamamışlar.
Hatta Ka'b b. Malik,
şöyle anlatıyor: Maddi durumum iyiydi. Peygamber efendimiz, "haydi
sefere" dedi. Ben dedim ki, benim durumum yerinde, tam gidecekleri gün
harekete geçsem hazırlanırım dedim, hazırlık yapmadım. Ama onlar harekete
geçtiler, ben attı, arabaydı derken, Medine'de katılamadım onlara. Onlar yola
çıktılar. Sonra bende, yahu arkadan varmak Peygamber (s.n.v.) görmek, utanmak
gibi bir şeyler düştü içime, derken kendi tembelliğimden ben bu işe katılmadım.
Tabi Tebük seferinden efendimiz başarıyla geri döndü. Münafıklar bunu hiç beklemiyorlardı.
Ve herkes özür dileyerek peygamber efendimizin huzuruna vardı, "vallahi ya
Rasulüllah şöyle şöyle sebeblerim vardı, hanımım çok hastaydı, benim karnım
ağrıyordu, başım ağrıyordu hastaydım" gibi. Herkes mazeret sürerek, yemin
billah ettiler.
Tarihçilerimiz
efendimiz bunların söylediklerin inanmış gibi kabul etti. Yani inanmış göründü.
Üç tanesi gelmişler "vallahi ya Rasulüllah hiç ileri sürecek mazeretimiz
yok. Bizimki tembellikten olmuştur. Ne lazımsa cezasını çekelim ya Rasulüllah
dedi. Peygamber efendimiz dediki "bunlarla konuşmayın" hatta selam
bile alıp vermediler. Bu elli gün devam etti diyor. Hatta 40. gün olduğunda
peygamber efendimiz hanımla-
rina haber göndermiş,
"Kocalarınızla beraber aynı döşekte yatmayın" buyurdu. "Allah
Rasulünden ikinci bir emir gelinceye kadar hanımımı babasının evine
gönderdim" diyor.
"Fakat dünya bize
dar geliyor. Hatta ayet-i kerimede dünya bu kadar geniş olmasına rağmen yeryüzü
dar geliyordu" diyor. Hani Türkçede bir atasözü vardır. "Çarık ayağı
sıkmişsa yolun geniş olmasının ayağa faydası yok" derler. Hani
ayakkabınız ayağınızı sıkmış her taraftan yara yapmış. Bakıyorsunuz yol
gidişil, gelişli çok geniş ve bu yolda yürüyorsunuz. Yolun genişliği ayağınıza
hiç faydası yok, yeryüzü geniş ama insanlar, insanlarla mutlu olurlar. En
yakın hanımınız, dine olan bağlılığından dolayı, size karşı tepki gösteriyor,
çocukluğunuzdan beri arkadaşınız olanlar, size selam verip, almıyorlar ve
yeryüzü dar geliyor.
İslamın cezalandırma
sistemlerinden bir taneside budur. Yani toplumun tepki göstermesi ve kişinin
emire bağlılığı burda belli olur. Peygamber efendimize bağlılık burda ortaya
çıkmıştır. Bütün sahabe o en can ciğer olan arkadaşlarına selam alıp
vermemişlerdir. 50 gün devam etmişKa'b şöyle devam etti: "Dama çıktım
birşey bekliyorum, hergün zaten birşey bekliyorum. Derken 50. gün biri koşarak
geldi müjde ey Ka'b, müjde ey Ka'b dedi ve bu ayet-i kerimeyi okudu."
20. asırda, Kur'an ve
sünnet doğrultusunda yürüyen muhacir ve ensarın yolundan gidecek olursak,
elbette "Allah onlardan razı olmuştur, onlarda Allah'tan razı
olmuşlardır" diyor Allah (c.c). Yani Sahabenin iyi yolda olduğunu Allah
onaylıyor. Bu 117. ayet-i kerimede de Allah muhaciri ve ensarı afvetti diyor.
Fetih suresinde, Allah Hudeybiye de biat anında ağacın altında Allah Rasulüne
biat edenlerden Allah razı olmuştur. Onlarda orada 1500 kişiler. Bu kadar
kişiden Allah razı olmuştur diye ayet nazil oluyor. Ayrıca Haşr suresinin 8 ve
9. ayet-i kerimelerinde muhacir ve ensarı Rabbim öğüyor. Ama günümüzde bir
kısım bilgisizler sahabeye saldırmaktalar. O zaman Kur'an'a da muhalefet
ediyorlar. Rabbimin kelamınada muhalefet etmiş oluyorlar..[146]
119- Ey iman
edenler, Allah'dan sakının ve sadıklarla beraber olun.
Ittika'yı, daha Bakara
suresinin başında ikinci ayetin tefsirinde uzunca anlatmıştık. Eğer dünyada
devlete gitmek istiyorsanız sadıklarla beraber olacaksınız. Ahirette cennete
gitmek istiyorsanız sadıklarla beraber olacaksınız. Sadık, bir Allah'ın
kitabını tasdik eden adam ki, o kitap doğrultusunda hareket eden adam sözleri
ve davranışlarıyla dosdoğru adam. Yani doğruluğun ölçüsü Kur'anla olacaktır.
Yoksa "hocam bu çok doğru adamdır, sözünün eri adamdır. Sana içki
ısmarlayacağım dedimi hiç sözünden dönmez" diyor. Bu doğruluk değil ki.
Yani cömertlik dürüstlük kötü yolda değil, iyi yolda olur.
Bizim kendimizi
koruyabilmemizin en iyi en kestirme yolu sadık insanlarla beraber olmaktır.
Yani bu İstanbul şehrinde veya bulunduğumuz mahallede köylerde, kasabalarda,
nerde olursak olalım, dürüst insanlarla, îslami yaşayan insanlarla beraber
olursak kurtuluşa ereriz.
Almanya'da,
Hollanda'da şu görülüyor. Mesela köyünüzden, üç dört tane adam gitmiş, ikisi
üçü İslama iyi sarılmış biri sarılmamış sorun onun bulunduğu şehirde İslami
faaliyetler daha başlatılmadığından Cami kurulmamış, hoca gelmemiş oraya ve
onlar kendini içkiye vermişler ve Alman gibi yaşamaya başlamışlar.
Yani sadık insanlarla
bir arada olamamışlar, ama en berduş adam müslümanların bol bulunduğu yerde
yaşıyor ise o çizgisini düzeltmiş. Epey keratalık yapmış, eroin pisliğine kadar
bulaşmış ama sonra müslümanların bulunduğu şehre gelince şimdi caminin
hizmetkarı olmuş, niye? Çevresindeki insanlar gelip giderlerken, çay
içerlerken, yarın filan yere gideceğiz derken işin içine yavaşça girivermiş
oluyor.
Dikkat edin
çoluğunuzu, çocuğunuzu, hanımınızı en iyi koruma yolu çevrenizi iyi insanlarla
kurmaktan geçiyor. Hani bazı arkadaşlar hocam vallahi hanımı kapatamıyorum.
Kapanmayida istiyor. Fakat ayıp olurmuş diyor. Yani ben yirmibeş yaşına kadar
açık gezmişim ben nasıl yapayım diyormuş. Yani kabul ediyorda nasıl yapayım
diyormuş. Şimdi arkadaş soruyor ne yapsın ne yapayım hocam? diyor. Dedim ki
hanımı baş örtülü olanlarla dost olacaksın, hiç başını ört deme, fakat
akşamları mü'min dostlarınıza gidip gelme birkaç kez devam ettimi göz ona
alışır. Baş örtüsüne alışır, sonra o hanımlardan birinden teklif gelir. Aaa ne
kadar güzel oldu..! derken giyer. Peki niye o giymemekte diretiyor. Çünkü o arkadaşlarıyla
beraber yaşamış, büyümüş onlara karşı ayıp olacak. Peki örtünürse berikilere
karşı ayıp olmayacak, daha güzel olacak yani çevrenin önemini kendi
hayatınızdan biliyorsunuz. Çocuklarınızdan biliyoruz. Hangi çocuklarla
berbaber olurlarsa huyundan kapıyorlar.
Allah'tan korkma ile
kuldan utanma, bir araya geldimi günah engellenmiş olur. Ama bazı günahları,
Allah korkusu fazla kuvvetli olmaması nedeniyle bizi engellemeyebilir. İkisi
bir araya geldimi alıkoyabilir bizi kötülüklerden onun için sadıklarla beraber
olacağız.
Şimdi bu ayet-i
kerimeyi bazı arkadaşlarımız günümüzde sadıktan kasıt tarikattır
deyiveriyorlar. Çok doğru olan, istikameti olan Kur'an ve .Sünnete göre hareket
eden şeyh efendilerde sadıklardandırlar. Ama sadıklar yalnız şeyh efendiler
değildir. Anlatabildim mi bilmem. Yani sadıklar yalnız şeyh efendiler
değildir. Ama Kur'an ve Sünnet çizgisi üzerinde yürüyen şeyh efendilerde
sadıklardandır. Kur'an ve Sünnet çizgisinde ise o insanla beraber olmak
sadıklarla beraber olmaktır.
Ama günümüzde birazda
istismar edilerek kullanılıyor bu ayet-i kerime, Kur'an da Yusuf (a.s.) için,
o kadına yüz vermediğinden dolayı dünyanın en güzel kadını, kapalı bir oda
arkasında "gel benimle gönlünün istediğini yerine getir" dediğinde
"Allah'tan korkarım" diyen Yusuf (a.s.)'t överken, Rabbim: "O
sadıklardandır diyor. Yani sadık insanın özelliklerinden biride harama uçkur
çözmemek olduğunuda öğrenmiş oluyoruz. Bu insanlarla beraber olacağız biz.[147]
120- Medine
halkinada, etraftaki bedevilerede, Allah Rasulünden geride kalmak ve canlarını
onun canına tercih etmek yakışmaz. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah yolunda
isabet eden her susuzluk, yorgunluk, açlık, kafirleri kızdıran, ayak bastıkları
heryer ve düşmana karşı kazanılan her başarıda onlar için salih amel yazılır.
Allah iyilik yapanların ecrini zayii etmez.
Medinenin etrafında
çöl hayatı yaşayan bedevilerde, madem ki müs-lümanız diyorlar, geri kalmaları
yakışmaz. Allah Rasulü ile beraber savaşa çıkmaları gerekir. Birde kendi
nefislerini Allah Rasulüne tercih etmeleride yakışmaz.
Peygamber efendimiz
bir hadisi şerifinde "Beni anne babanızdan ve nefislerinizden daha fazla
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız" buyuruyor.[148] Çok
önemli, imanın ölçüsünü bildiren hadislerden biri. Allah Rasulünü kendimizden, anne
ve babamızdan daha fazla sevmeliyiz niye anne ve baba sevgisini bize öğreten
O'dur. Mesela biz anne ve babamıza saygı gösteriyoruz ama bir Alman
bizim kadar
göstermiyor. Niye? o da bizim gibi bir insan, o da bir anne ve babadan meydana
gelmiş çünkü onun tahrif edilmiş dini, böyle bir şeyi ona emr etmediğinden
ancak senede bir gün anneler ve babalar gününde bir hediye götürmek suretiyle
hatırlama kültürü vermiş.
Günümüzde Allah Rasulü
yok, yani onun mübarek vücudu yok aramızda, bu ayet bizi nasıl ilgilendiriyor?
"Hocam, Allah rasulü sağ olsay-dida hani canım canımız gibi
korusaydık" diyenler,bilsinlerki getirdiği kitap koyduğu sünnet elimizde.
Onu korumak onun canını korumak gibidir diyoruz. Bugün bizde canımızdan daha
aziz bileceğiz. Allah'ın kitabı ile Ra sülünün sünnetini böylece koruyacağız.
Fakat sarhoş bizim zayıf tarafımızı iyi görmüş karşısındakinin kitabına
sövüyor. Çünkü kitabına söversem bu bana vurmaz diyor. Avradına söversem ağzımı
parçalar bu benim diyor.
Mü'minlerin bu Tebük
seferine gidişlerinde uğradıkları susuzluk, yorgunluk, açlık ve bu yolda
attıkları adım, bastıkları her toprak kafirlerin kinini artırıyor. O yolda
edinmiş oldukları düşmanlıklar bunların ameli salihlerini artırıyor. Bunun için
Allah (c.c.)bunları bize emr etmiştir. Yani Tebük seferini, cihadı bize
emretmiştir. Bu yolda müslümanlanın susuzluğa, açlığa katlanmaları, zorluğa
tahammül etmeleri ve nice vadiler aşmaları onların lehine sevap yazılıyor.
Kafirlerinde kinini arttırıyor nerdeyse patlayacaklar.
Günümüzde de öyle
değil mi.? Materyalist kafaya göre yetişmiş adamlar şöyle diyorlardı. İnsanlar
paraya mala meyyaldırlar. Bütün kavgalar bütün harpler para için olmuştur.
Sermaye için olmuştur. İnsanlar aslında din falan kabul etmezler. Paranın
peşinden giderler. Diye felsefe ürettiler ama baktılarki en fakir semtlerde
camiler şehadet getiren parmak gibi yukarıya doğru yükseli yükseliveriyor.
Caminin masrafına bir bakıyor birkaç milyar gitmesi lazım. Bu fakir halktan
nasıl çıkar, bu adamlar nasıl verir diyerek, kendi karnı şişiyor bu sefer, eğer
yazar takımından biri ise karnındaki bütün kusmuğunu köşe başındaki bir
yazısında dile getiriveriyor adam.[149]
121- Allah,
yaptıklarının en güzeliyle mükafatlandırması için yaptıkları küçük veya büyük
(cihad) harcamaları ve aştıkları her vadi onlar için yazılır.
Mü'mirilerin
açlıkları, susuzlukları, İslam yolunda düştükleri yorgunlukları dahi, kafirin
kinini arttırıyor. Mü'minin sevabını arttırıyor, ameli salih onlar için
yazılıyor, bu yolda sevaba yürüyorlar. Allah'ta iyilikte bulunanların
mükafatlarını zayii etmeyeceğini buyuruyor. "Az bir sadakada bulunsalar,
çok sadakada da bulunsalar bir vadiyi aşıp yürüseler onlar için yazılır."
Allah, "onların yaptıklarını en güzel şekilde mükafal-tandırmak içindir
bu" diyor. Yani bu harpler, bu Tebük seferinde bir yaz gününde mesafelerin
alınması, yüreklerin yanmasının sebebi nedir. Allah dileseydi melekleriyle
oradakileri müslüman yapardı. Halbuki böyle bir seferde mü'minler, sadaka
veriyor bir kısmının mal varlığı az, ama az veriyor, bir kısmının çok, çok
veriyor.
Bedir harbine çıkmış,
sıkıntılı anlar yaşamış, Uhud harbinde ikinci dönemde mağlup olmuş, dişi
kırılmış, yüzü kanamıştır. Efendimiz ta Tebüğe kadar yürümüş, bazen devesinin
üzerinde bazende yaya olarak yürümüştür. O yazın sıcağında gökyüzünün ateşi
ile yeryüzünün ateşinin arasında kavrulurcasına yürümüşler Niye? Allah'ın
mükafatına nail olabilmek için, Allah'ın dininin dünyaya hakim olması için
yürümüşlerdir.
Bizde yürüyeceğiz.
Geriye kalanlardan olmayacağız. Zaten bu Tevbe suresinin nüzul sebebi de bu,
din mutlaka hakim olacak, ama öncüler diye geçti ayet-i kerime önde gidenlerin
sevabı büyük olacak, geride kalanlar ise bu ayet-i kerimelerle bir kısmı
münafık bir kısmı da hatalı müslüman olarak bize gösteriliveriyor. Günümüzde de
İslam mutlak surette gelecektir. Bugünlerde hizmet verenler öncülerdir. Geride
kalanlar yahu ekonomimizi bir düzeltelim, köşeyi bir dönelim, parasız İslama davet
olmuyor, hele bir paralanalımda öyle İslama hizmet edelim. Çoluğu çocuğu
evlendirelim. Ondan sonra diyenler Tebük seferinde geride kalanlar gibi geride
kalan insanlardır.[150]
122- İman
edenlerin hepsinin sefere çıkmaları doğru değildir. Dini iyi anlamaları ve
kavimleri (harbrîen) geri döndüğünde onları uyarmaları için her topluluktan bir
grup toplanması gerekmez mi?
Mesela Osmanlı bunu
yaparmış. Bir taraftan cepheye ordular gönderirken, bir kısım insanlarda
medreselerde ilmi tahsiline devam ederlermiş. Çünkü cepheye gidenlerin tamamı
ölebilir. Çok değerli ilim adamları orada kaybedilebilir. Geridede
yetişmeyecek olursa böylece din yok
olur. Onun için bir
kısmı cepheye gittiğinde bir kısımda geride kalsın Allah'ın kitabını ve
sünnetini öğretsinler buyuruyor Rabbim ayet-i kerimesinde.
Bir böyle almıyor
ayet-i kerimenin manası, birde Mekkenin fethinden sonra insanlar gruplar
halinde İslama giriyorlar. Bir anda arap yarımadası İslama teslim olmuş. Ee
din öğrenmek istiyorlar. Halbuki daha önceki müslümanlar, düşünerek taşınarak
müslüman oluyorlar, adam gelip birden girmiyordu. Araştırıyor, okuyor, okuyup
araştırdıktan sonra Allah Rasulünü dinledikten sonra kendi kendine diyorki;
"bak müslüman olacaksın ama bunun riskide var, Ölmek var, işkenceye tabi
tutulmak var, malından çoluğundan çocuğundan, hanımından, evinden, yurdundan olmakta
var". Bütün bunların muhasebesini yaptıktan sonra gelip müslüman oluyor.
Bunların İslamı sağlam
iyi. Fakat Mekke feth edilince filan kabile top yekun Allah Rasulüne gelmişler
demişlerki "biz müslüman olduk." Fazla bir bilgileri yok, bilgi
edinmek istiyorlar. Mekke ve Medine'ye akın edecekler, bu sefer ayet nazil
oluyor. "Hepiniz top yekûn ilim için Medine'ye gelmenize de gerek yok. Her
toplumdan bir grup olmalı değil mi? Geriye kavminin yanma döndüğünde onları
Allah'ın azabından sakındırmak için ve dini öğrenmek için belirli bir grubun
olması gerekmez mi..?" diyor Rabbim. Yani şunu demek ister. Bütün köylerin
üniversiteye gelmesi gerekmez. Ama köyün imam ihtiyacından, doktor, mühendis,
ziraatçısına kadar ihtiyacı olanları merkezde okutup sonra geriye getirmesi
gerekir diyor. Yani bütün insanlar doktor olsun olmaz bu, bütün in~ sanlar
ziraat miihendisiolsunbu da olmaz. Yani ihtiyacı karşılayacak kadar herkes bir
şey olsun. Rabbim onu ifade ediyor. Herkesin Medineye toplu halde gelmesi
olmaz. Çünkü orada işleri kalır. Ve onların içerisinden bir grup gönderilecek,
orada efendimizin huzurunda dini İslamı öğrenecekler, sonra kendi kavmi yanına
dönecek, onlara neyin yapılıp, neyin yapılmayacağını, itikadın, amelin nasıl
olacağını onlara Öğretecekler. "O vakit onlar böylelikle korunmuş ve
sakınmış olur" diyor Allah (c.c).[151]
123- Ey iman
edenler, kafirlerden size yakın olanlarla harbedin. Onlar sizde kuvvet
bulsunlar (görsünler), iyi bilinki, şüphesiz Allah, müttekilerle beraberdir.
Yani ülkemizde İslami
bir devlet var, devlet olarak en yakınınızdan başlamak manası çıkar, birde
müslümamm diyen, ülkenin içinde adı müslüman kendi gavur olanlar çıkar,
onlardan başlayınız. Bir islam devleti, kendi içindeki imansızlardan başlasın
harekete İslami tebliğe ve onlara karşı mücadeleye ve ondan sonra sınır olarak
en yakınından başlasın. Mesela peygamber (s.a.v.) devletini kurduktan sonra,
önce Medine ve onun etrafındaki insanlara yönelik yapıyor. Sonrada arap yarım
adası tamamen müslüman olunca Tebük seferine çıkıyor ve ondan sonra gelen
sahabeler de Şam seferi, Irak seferi yani bir ülkenin kendi içindekilere
yönelik faaliyet gösteriyor. Birde islam devletine komşu olan kafir devlete
karşı faaliyet vardır. Peki niye bu faaliyeti yapıyoruz.
Müslümanlarda yalnız hilim
sıfatı galip değildir. Yani yalnız koyun gibi yumuşaklık yok bunlarda. Bunlarda
arslan gibi şecaatta var. Bunuda gösterin diyor Rabbim. Hani M. Akif merhum
"Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum. Kopar belki, fakat çekmeye
gelmez boynum" diyor.
Yani ben yumuşak başlı
gibi görünüyorum ama, öyle biride gelip, başıma ip takıp, kendi istediği
doğrultuda çekip götüremez. Müslüman koyun kadar yumuşak, aslan kadar şecaatli
olsun istiyoruz.
Allah (c.c.) Fetih
suresinin sonuna doğru mü'minlere karşı kendi aralarında merhametli ama
kafirlere karşı gayet güçlü kuvvetli, ve de şiddetli olmamız isteniyor. .
Fakat bakıyorsun
günümüzde bazı insanlarımız mü'mine karşı katı, gavura karşı gayet yumuşak
görünüyor. Yanlış bir politika bu, hani burda şiddetli görünüyor derken kaş çatarak
yürümek filan değil, yani gavuru görünce kaş çatacağız anlamında değil, ayet-i
kerimenin ruhu şöyle "bu kültür bakımından benden güçlü, bileğiyle de
benden güçlü, bu adam şahsiyetiyle de benden güçlü bu adamla savaşılmaz
demelidir karşı taraf. İyi bilinki Allah müttekilerle beraberdir.[152]
124- Bir
sure indirildiğinde, onlardan biri "Bu hanginizin imanını artırdı?"
der. Ancak iman edenlerin imanını artırmıştır. Onlar müjdeleniyorlar.
Bir sure nazil
olduğunda onlardan biri derki veya bazısı derki yahu bu ayet hangimizin imanını
artırdı diyor. Bu günümüzde de şöyle deniyor, vallahi hocam ben Kur'an-ı
okudum hiçbirşey göremedim veya şu kanuda Kur'an ne diyor diyorum onuda
bilmiyor. Yani okuduğuda belli değil, ama bunu söylüyor. Yalnız gavurun
söylediğini söylüyor. Bir sure nazil olsa müşrikler duyuyorlar da "yahu bu
ayet hangimizin imanını arttırıyor Allah aşkına" diyorlar. Ama Rabbimde
diyorki; "iman edenler varya onların imanı artar, imanlarını artırır"
o sure nazil olduğunda mü'min olan o sahabiler, "bir yeni sure nazil oldu,
şöyle, şöyle" diyor. Diye birbirlerine sevinerek, o sureleri, o ayetleri
nakl ediyorlar, müjdeliyorlar.[153]
125-
Kalblerinde hastalık olanlara gelince, onların pisliklerine pislik katmıştır ve
onlar kafir olarak ölmüşlerdir.
"O kalplerinde
hastalık olanlara gelince onların pisliğine pislik arttırır o ayetler ve onlar
kafir olarak ölürler" diyor Rabbim.
Şimdi yağ bal iyi
yiyeceklerdir, bal hemen hemen yiyeceklerin göz-desidir. Fakat adam böyle mide
zaafiyetine uğramış, soğuktan ve de gıdasızlıktan hastaneye düşmüş, bir adam
siz bu adama yağ yediriyor sunuz kusuyor, bal yediriyorsunuz kusuyor. Be adam
biz sana iyi yarasın diye yediriyoruz diyorsunuz. En iyi midenin dostu olan
şeyler o adama zarar veriyor. Doktor geliyor ders veriyor. Diyorki yağm şu şu
faydaları var, balında bu bu faydalan var. O midesi zararlı olan adam yani
zaaflıktan ve gıdasızlıktan ve üşütmekten hastalanan adam, bu adama "yahu
bu şeyler faydalı olsa benim mideme fayda verir. Mideme girince çıkıyor"
diyor. Aynı bu hasta gibi bir sure nazil olduğunda, gavurlarda birbirlerine
bakıyorlar, yahu bu adama ne fayda verir diyorlar. Rabbim diyor ki kalpleri
hasta bunların, kalpleri hasta olanların ancak pisliğini arttırır. Yani
imansızlığını kat kat yapar ve gavur olarak ölürler onlar.[154]
126-
Görmüyorlarmı onlar, her sene bir veya iki kere fitneye tutuluyorlar. Sonra
tevbe etmiyorlar ve nasihat almıyorlar.
Onlar görmezlerini
onlar senede bir veya iki defa imtihana tabii tutulurlar. Sonra onlar tevbede
etmezler, onlar nasihatte almazlar. Allah'ı zikirde etmezler. İki veya daha
fazla imtihana tabii tutulurlarken adamlar, yani münafıklar şöyle müslümanız
böyle müslümamz diye hava atıyor-Iardıya, Allah'ın rasulüde "Buyurun Tebük
seferine deyince" aa Tebük seferinde bir can pazarlığı var. Kılıçlar var,
hani Mekke'de, Medine'de gelip inanmadığı halde namaz kılmak, o kolay ama, can
vermek o zordur. İşte imtihana tabi tutulmaları, böylelikle münafıklıkları,
müslüman-lardan ayırt edilmeleri budur.
Hani sahte altın parayla,
hakiki altını ölçmek için sahte para diyor-muşki, "ben senden değerliyim.
"Altında diyormuş ki, "iddia etmeye gerek yok gel beraber ikimiz
ateşe girelim" diyormuş, ateşe girince belli olur. Altın bir tarafa bakır
bir tarafa ayrılınca sahte altının sahteliği ortaya çıkıverir. Som altinsa
olduğu gibi giriyor, olduğu gibi çıkıyor. Hakiki müslümanda böyle, zor günlerde
böyle açlık, susuzluk, yorgunlukla imtihan edildiğinde hemen yürüyor. Münafık
orada kalıveriyor. Onun için Allah (c.c.) "bunlar imtihan edilirler"
diyor. Günümüzde de insanların samimi olanla samimi olmayanı buralarda imtihan
edebiliriz. Mücahidliği evde çay sohbetlerinde kimse elden bırakmaz. Gerçekten
parasıyla ve canıyla hizmet edenler ise belli oluyor.[155]
127- Bir
sure indirildiğinde birbirlerine bakarlar "sizi bir gören oldumu"
derler ve sıvışırlar. Anlayışsız bir toplum olmaları sebebiyle Allah onların
kalblerini çevirmiştir.
Bir sure indiği zaman
efendimiz mesela, Medine mescidinde veya evde veya sokakta veya herhangi bir
topluluk yerlerinde genelde halka okur. "Şöyle bir sure, şöyle bir ayet
nazil olmuştur" der. Oraya münafıklarda gelirler dinlerler. Çünkü
müslümanlıklarını onaylatmaları gerekir devamlı. Efendimiz onları toplayıp o
sureyi okuduğunda, münafıklar birbirlerine bakarlar ve birbirlerine derler ki
"müslümanl ardan sizi görenler oldu mu?" Oldu. Yani geldiğimizi
onaylattık sonrada kaçarlar giderler diyor. Yani mescide gelmekle bunlarda
müslümân, dedirttikten sonra giderler.
Hani devlet
dairelerinde veya bazı toplantılarda veya işyerlerinde kapının önüne imza
defteri bırakılır. Gelen geldiği saati, adını ve imzasını yazar vede geçer
içeriye. Bazı uyanıklar imzasını attıktan sonra gerisin geriye çıkarlar giderler. Münafıklarda peygamber
efendimizin meclisine geliyorlar, ayetleri şöyle dinliyor gibi yapıyorlar,
"ya Rasulüllah bak biz buradayız" dedikten sonra pır gidiyorlar. Onu
haber veriyor Rabbim. Peki bunları niye haber veriyor.
Günümüzde de kendisinin
müslümanlığını onaylatmak için bir kısım insanlar, normal zamanda dinime
düşmanca hareket ederlerken seçimler yaklaşınca Cuma namazlarını hiç küçük
camide kılmazlar. Şöyle yüz kişilik, elli kişilik, ikiyüz kişilik camiler var
İstanbul şehrinde hiç orada kılmazlar. Ya en büyük camide kılarlar. Niye? beş
bin kişi görsün, on bin kişi görsün İstanbula gelirlerse Ya Süleymaniyede ya
Sultan Ahmette kılarlar. Ankara'da Kocatepe Camiinde kılarlar. Yada evine yakın
veya partisine yakın camide kılıp işine devam ediyor. İşte Rabbimiz yalnız
Mekke döneminin münafıklarını, Medine döneminin münafıklarını anlatmak için
ayet indirmiyor. Her dönemin münafığının genel karakteri böyledir. Böylece
anlayışsız toplum olmaları nedeniyle Allah'ta onların kalplerini çeviriyor. Ha
Allah kafirin kalbini kendisi çevirmiyor. Kafir kendi kalbini kendisi çevirecek
işler yapıyor.[156]
128-
Muhakkak içinizden size öyle bir Rasul geldiki sizin sıkıntıya düşmeniz ona
ağır gelir. Size düşkündür. Müzminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.[157]
129- Eğer
yüz çevirirlerse "Allah bana yeter" de. Ondan başka ilah yoktur. Ona
dayandım. O büyük arşın Rabbidir.
Sizin kendinizden size bir
Rasul geldi. Yani insan cinsinden bir Rasul. Meleklerden değil insan cinsinden
bir Rasul, "meleklerden bir peygamber gelmeli değilmi" diyor
müşrikler. Yahu meleklerden bir peygamber gelseydi ve deseydi sakın ha
kadınlarla haram yolda ilişkide bulunmayın. Meleğe biz derdik ki, "senin
erkekliğin yok dişiliğin yok bu lafı sana söylemek kolay gelir."
"Sakın ha içki içmeyin" derse yeme iç-
me kabiliyeti olmayan
meleğe biz derdik ki sen tatmamışsın ki bunu, yani içmesini bilmezsinki"
sana demesi kolay ama "Bizim gibi bir insan peygamber olarak
görevlendirildi" diyor. Yiyen, içen, evlenen, doğan vede Ölecek olan bir
peygamber gönderildi diyor ve o nefis bakımından bizden çok kuvvetli iken diyor
ki, "zina yapmayın Allah böyle buyuruyor ve ben yapmıyorum." Bakın
diyorki "içki içmeyin", diyor ki "faiz almayın" diyorki
"rüşvet alıp vermeyin," diyorki, benim ağzım var, benimki de tad
alır ama ben bunları yapmıyorum. Sizde bana uyun diyor.
Neslimizden gelmesi,
yani insanın cinsinden gelmesi bizim için bir nimet. "Sizin Allah'tan yüz
çevirmeniz ona zor geliyor", yani ağır geliyor diyor. Bizim isyanımız
Peygamber efendimize ağır geliyor. O, bize bizden fazla üzülüyor. Günahımızdan
veya mazallah küfrümüzden dolayı niye üzülüyor? "O sizin üzerinize çok
hırslıdır, düşkündür. Hani anne ve babanın evladına olan koruma hırsından ve
düşkünlüğünden Allah ra-sulünün ümmetine olan hırsı daha fazladır. O mü'minlere
gayet şefkatli ve de merhametlidir. Burada "Rauf" Allah'ın
isimlerindendir ama bu ismi Allah (ç.c.) peygamber efendimize vermiş.
"Rahiym" ismi Allah (c.c.)'ın isimlerindendir. Ama bu ismi peygamber
efendimize vermiştir. Onun için "Rahiym" isimli insan olurmu olur.
Ama bazen rahim var hani bazen Abdurrahim derler bazende Rahiym derler.
Rahiymde denebilir mi? Denebilir.
Bu ayet onun
delilidir. Çünkü peygamber efendimize denmiştir, diye delil getirilmiştir . Sen
bu kadar onların üzerinde hırslı olmana rağmen, dikkatli olmana rağmen,
merhametli olmana rağmen, eğer onlar senden yüz çevirirlerse; "Üzülme yine
bütün dünya yüz çevirse, deki bana Allah yeter". Yani dünyada tek
mü'minsiz kalsanız bütün dünya insanı mazallah Amerikanın köpeği olsa siz yine
korkmayacak ve diyeceksniz ki "Allah bana yeter". Hatta bu ayet-i
kerimenin tefsirinde şu haber bize naklediliyor. İbrahim (a.s.) ateşe atılmış
mancunukla havada giderken Cebrail (a.s.) yetişiyor ve diyorki. Dile benden ne
dilersen o da demişki "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir" demiş.
Yani sana, benim ihtiyacım yok beni yaratan O, beni peygamber olarak gönderen
O, öyle ise ben ondan yardım talebinde bulunurum demiş. Rabbimde onun ateşini
gülistana çevirmiştir. O'ndan başka ilah yok, O'ndan başka yaşatan, yaratan,
yöneten yok, öyle ise o sana yeter. Ben ona güvendim dayandım. "O büyük
arşın sahibidir. Rabbidir" de diyor Allah (c.c.) Tevbe suresi böylelikle
bitmiş oldu.[158]
[1] Bak Siretü İbni Hişam
4/157,Deailnnübüvve Beyhöki 5/293
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/309-310.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/310-311.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/311-312.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/312-313.
[7] Bakara 156
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/313-314.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/315.
[10] Buhari Kîcara 14 ,Tirmizi
K.Ahkam 17
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/316-317.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/317-318.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/318-319.
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/319.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/320-321.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321.
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/321-322.
[20] Buharı K. E'deb 37, Müslim
K.Birr 66
[21] Ankebut 2
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/322-323.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/323-324.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/324-325.
Ahmet b. Hanbel, Müsned 512 33,243
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/325-327.
[26] Al'i îmran 185
[27] Bakara 24
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/327-328.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/328.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/329.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/330-331.
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331.
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/331-332.
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332.
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/332-334.
[37] Sünen-ü Beyheki 91335,202
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/334-337.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/337.
[40] Tirmizi,Ebvabü tefsiri!
Kur'an Hadis No:3094
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/338-339.
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/339-340.
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/340.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/341-342.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/342-343.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343.
[50] Bak: Beyheki. Delailünnübüv
e 2/482, İbni Sa'd, Tabakat 5/229
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/343-344.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344.
[54] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/344-345.
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/345-346.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346.
[60] Ahmet b. Hanbel Müsned 3/82,266
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/346-347.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/347-348.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/348-350.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/350-352.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352.
[69] A'raf 82
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/352-353.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/353.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/354-357.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/357-358.
[76] Tevbe 56
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/358-359.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/359-360.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/360-362.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/362-363.
[84] Kasas 68
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/363-364.
[86] Müslim, İman 78, Tirmizi
,Fiten U.
[87] Ankebut 45
[88] Hud 87
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/364-366.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/366-367.
Bak:Tirmizi, Cennet, bab 12, hadis no:2584
[91] Ali Imran 159
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/367-369.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/369-370.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/370-371.
[95] Beyheki, Delail 51289
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/371-372.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/372-373.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/373-374.
[101] Tirmizi, Cehennem 7, Muvatta,Cehennem
1,Müsnedi Ahmeî,2/313,467
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/374-376.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/376-377.
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/377-378.
[105] Müslim,Cenaiz 106, Mııvatta
Dahaya 8
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/378-380.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/380-381.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/381-382.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/382-383.
[112] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383.
[113] MüsIim,Imara 159,Müsnedi
Ahmet 31183
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/383-384.
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/384-385.
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/385-386.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386.
[119] Bakara 120
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/386-388.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/388-389.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/389-391.
[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/391-394.
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/394-395.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/395-396.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396.
[128] insan süresi ayet 9
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/396-397.
[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/397-398.
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398.
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/398-400.
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/401-402.
[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402.
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/402-403.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/403-405.
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/405-409.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/409-410.
[140] İsra 15
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/410-411.
[142] Maide 45
[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/411-412.
[144] Buhari, Enbiya 48
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/412-413.
[146] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/413-414.
[147] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/414-416.
[148] Buhari, îman 8 Müslim, İman
69
[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/416-417.
[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/417-418.
[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/418-419.
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/419-420.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/420-421.
[154] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421.
[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/421-422.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/422-423.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/423.