Bab-ı Ali'de Bir Rahmet Pınarı.
Kur'an Bütün İnsanlar İçin İndirilmiştir.
Kur'ana Göre Peygamberin Hüküm Koyma Hakkı
Bugün Biz Kur'anı Daha İyi Anlarız Diyenler
Esbabı Nüzul Ayetin Hükmünü Tahsis Etmez
Geçmiş Peygamberlerin Şeriatları
Ayetlerin İbaresi, İşare'ti, Delaleti, İktizası
Emir Kipleri (Sığaları) Nın İfade Ettiği Hüküm
Kur'anı Kerim Hakkında Genel Bir Malumat
Mütevatir Kıraet'in Yedi İmamı
Allâhül'hâdi Ve Aleyhi İtimâdı
Şifa Eczanesinin Lokman Hekimi
«Hakikat şu, Kur'an
(İnsanları) en doğru olana ulaştırır ve salih amel işleyen mü'minlere "kendileri
için büyük" bir ecir olduğunu, Ahirete inanmayanlarada, acı veren bir azab
hazırladığımızı müjdeler.»[1]
Kur'an insanları en doğru
yola, en doğru dine, en sağlam ipe tutunmaya, en geniş caddeye, en salih bir
şekilde amel etmeye davet etmektedir. Pek tabi, "Yaş ve kuru ne varsa bu
Kitabın muhtevasında mevcuttur."
insanları dine
çağırmakla vazifelendirilen bütün peygamberlerde bu davetlerini kendi sözleri
etrafında belirlememiş, aksine Allah'tan kendilerine gönderilen bir Kitab
çerçevesi içinde, yapmışlardır.
Şüphesiz insanın ilk ve son
müracaat yeri Kur'andır. îbni Ömer" (r.a.)'ın anlatışına göre Efendimiz
(s.a.v.) «Kur'an bağlı deve gibidir. Sahibi onu bağlarsa elde tutabilir. Eğer
bağlamayıp terkederse o da çeker gider.» buyurmuştur.[2]
Efendimiz, (s.a.v.)'in
Kur'an konusundaki tavsiyeleri sayılamayacak kadar çoktur. O, bu ümmet için
yegane çareyi Kur'an'a tutunmada gösteriyor.
İbni Ebi Şeybenin
naklinde Ebû Şüreyh el-Huzâî şöyle anlatıyor: Bir gün Rasülüllah (s.a.v.)
yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
«Müjdeleyin, haydi
müjdeleyin! Siz, Aüahtan başka ilah olmadığına ve benim O'nun Rasülü olduğuma
şahitlik etmezmisiniz? Ashab da "evet" dediler. Efendimiz bunun
üzerine şöyle dedi, "Hakikaten şu Kur'an bir sebebtir; onun bir ucu
Allanın elinde, bir ucuda sizin elinizdedir. Ona iyi tutunun. Zira siz ondan
sonra hiç bir zaman ne sapar ve nede helak olursunuz.»[3]
Yine İbni Ebi
Şeybe'nin Ebû Muaviye el-Hecri- Ebu'î Ahvas isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd
(r.a.)'tan nakline göre Efendimiz Kur'an hakkında:
«Şüphesiz şu Kur'an,
Allah (c.c.)'in kullarına verdiği bir ziyafettir. Allanın bu ziyafetinden
gücünüzün son noktasına kadar (yararlanmak için) iyi öğrenin. Bu Kur'an
gerçekten Allanın ipidir. O pırıl pırıl aydınlatan nurdur, en yararlı şifadır.
Kendine tutunanların tutanağı, kendine uyanların kurtuluş yeridir.»[4]
Buharı ve diğer hadis kitaplarında geçen bir hadise göre; "Bu ümmetin en
hayırlısı Kur'anı öğrenip onu başkalarına öğreten kimsedir" Yine bir
hadiste geçtiğine göre "Kur'an ehli Allah'ın ehlidir." buyrulur.
îbni Ebi Şeybe
(10/485)'nin rivayetinde İbni Mes'ûd derki:
"İlim öğrenmek
isteyen Kur'an okusun; Zira Önceki geçenlerinde, sonra gelecek olan
nesillerinde ilimleri Kur'anda mevcuttur."
Kur'an her asrın
yegane kitabı, tükenmez hazinesi, vazgeçilmez şifasıdır. Gerçek alim, onunla
asrın meseleleri arasında canlı bir irtibat kurarak, kendi çağının
meselelerine çaıeve çıkışı Ktır'ariansımrileninsandır.
Şüphesiz Taberî ile
başlayan Kur'an tefsir çalışmaları binlerce meyvesini vererek günümüze kadar
gelmiştir. Cumhuriyet dönemine girildiğinden bu yanada Elmalık Hamdi efendi
merhumun yazdığı tefsir ile Hasan Basri merhumun meali ile uzun yıllar iktifa
edilmişti. Daha sonraları bir terceme devrine girilmiş ve günümüze kadar bu
furya iyisi ve eksiği ile devam etmiştir. Terceme eserler ne kadar asıl itibarı
ile iyi olsada ya terceme kusuru yada zaman aşımının etkisini beraberinde
taşımaktadır.
Birkaç yılönce Süleyman
Ateş ve Ali Aslan gibi hocaların kalemleriyle yerli, telif bir tefsir
çalışması başlamış bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir
metodlarına uygunluk arzediyor.
Bu gün "Cantaş"
yayınevi olarak size takdim etmek şerefine erdiğimiz Mahmut Toptaş hocanın
"Kur'an tefsiri" şimdiye kadar alışık olduğumuz klasik tefsirlerden
değildir. Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa camiinin
konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört yıldan beri metodik olarak
ta'kib ettiği Kur'amn çağımızın meselelerine dönük izahlarının kaleme alınmış
şeklidir. Böylece günümüz Türki-yesinde metod bakımından ilk orjinaliteyi
teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş müfessirlerin mütalaaları gözönünde
tutulduğu gibi, Kur'amn devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele alınmış,
yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin bereketide tefsirin
yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı olmuştur.
Böylece Muhammed
Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak
Usul Abduh'tan tamamen ayrıdır.
Sözlerimi bitirirken
gençlik devrelerimizde beraberce okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini
daha gün yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd ediyorum. Kur'amn
Önemini daha uzun tutmak gerekirdi Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayma
girmiş bulunan "Kur'an Kültürü" adlı eserimde ele aldım.
Cantaş yayınları olarak
okuyucunun büyük desteğine mazhar olmanın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine
dönük Arabca eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize Mahmut hocamızın
hayatının tamamını adadığı Tefsir ile devam ediyoruz. Eser daha baskıya
girmeden büyük bir beklenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran
okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!" diyor ve candan
alakalarına teşekkür ederken, Mahmut Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler
katmasını diler ve kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür
ederiz.
Ayrıca böylesine
kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve yayınlanmasında bizlere yardımcı olan
başta Cezeri Kasım'daki tefsir dersleri müdavimlerine, dizgi, tashih, pikaj,
montajda gayret gösteren "Toptaş Ajans" çalışanlarına, baskı ve
ciltte itina göstererek zamanında çıkması için gayret eden Cansan Matbaacılık
çalışanlarına ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu okuyucularına
teşekkür ederiz.
Muzaffer
Can
Küçük Çamlıca 28.02.1993
Ramazan
- 1413[5]
Kur'am indiren, insanı
yaratan, küfrün, inkarın karanlığından imanın aydınlığına çıkaran, doğruyu
eğriden, hakkı batıldan ayırmayı öğreten, dünyada izzet ve devlet, ahirette
cennet vadeden, kapı çalmanın adabından devlet yönetimine kadar herşeyi bize
öğreten Allah'a hamdolsun.
Maddi manevi, bireysel
ve toplumsal, ahlaki ve hukuki bütün hastalıklarımıza Şifa olarak indirilen
Kur'anı Kerimi bize getiren, onu anlayacağımız şekilde açıklayan ve bize örnek
olsun diye kendisi bizzat tat bik eden Allah'ın Rasulü Muhammed Mustafa'ya
salatü selam olsun.
Kur'anın bir harfini
eksiltmeden, bir harf eklemeden indirildiği haliy le bize kadar getiren
Kurra'ya, Kur'anm anlaşılması için efendimizin ha dişlerini rivayet eden
Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ili nazil olduğunda ne manaya
geldiğini zabdetmek için kelimelerin mana larını çöllerde dolaşarak kaydeden
lügatçilara Allah'dan rahmet dilerim.
Soyut bir kavram olan
mutluluğun elle tutulur, gözle görülür halı geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir
gecede, deniz kenarında, ay ışığmdaı dokunmuş elbiseleri giydiğimizde imbat
rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir anda eşim ve çocuklarıma
"işte mutluluğu yakaladıl salıvermeyelim" demiştim.
O günden sonra
"Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve duyuşum da o geceyi
hatırlardım.
Ancak 7 Eylül 1989
yılında basının merkezi olan Babıalide Cezeı Kasım paşa camiinin altındaki
güzel bir salonda yediden yetmişe herke simden insana Allah'ın kitabı Kur'am
kerimi tefsir etmeye başlayınca mutluluğu yeniden yakaladım.
Mehtabı, eşimi ve
çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını estiren Al-lah'dır. Kur'anı indirende Allah'dır.
Mehtaplı geceler
karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal oluyor. Güller soluyor. Sevdiklerimiz
ölüyor.
Ama Allah Baki olduğu
için kelamının insana verdiği mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.
Efendimiz buyurmuş
"Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru kalbimin bahan, hüznümün cilası,
kederimin gidericisi kılmanı istiyorum"[6]
Üç yıldır ayetleri
okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken mutluluğu elle tutulur şekilde
tattım. Ya birde bu ayetler toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba?
Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe hayatına bakarak tahmin edebiliyoruz.[7]
Hat sanatının çok
güzel bir tablosunu padişaha takdim eden Hattat'a, Padişah yüz altm verince
veziri a'zam "Efendim biraz fazla olmadı mı? Hattat onu altı günde
hazırladı" demiş. Bunun üzerine padişah "hayır o eser altmış senenin
mahsûlü" diye cevap vermiş. Yaptığımız her işte geçmişimizin katkısı
vardır.
1947 yılında Karamanın
Göçer köyünde dünyaya geldim. Temiz hava, az ama temiz ve helal gıdayla
büyüdüm. Ekmeğimizin hamuru günlük işe giden babamın almteriyle yoğrulurdu.
1959 yılında
ilkokuldan mezun olunca yazın iki ay köyümüzde Kur'an öğrenmeye başladım. Aynı
yılın güz mevsiminde Süleyman Hiîmi Tunahan hoca efendinin ilk öğrencilerinin
açtığı Kur'an kursuna kaydettirmek için babam beni götürürken "Hadi
göreyim seni, altı ayda Kur'ana mana vermelisin" demişti. Devlet emriyle
yasak olduğu için Kur'an okumasını öğrenemeyen babam, Kur'an okuyan ve
okutanlara hizmet etmekle okuyamamanm acısını dindirirdi.
Süleyman efendinin ilk
öğrencilerinden Hafız Necati Öğüt, Müfti Abdurrahman Bengi, Mehmet çakır hoca
efendilerden Emsile, Bina, Avamil, Maksud, İzhar, Kafiye, Nurul izah, kuduri,
Telhis, Menar, İsoğuci, Alaka gibi kitapları okudum.
Daha sonra imam hatip
okulunu hariçten bitirerek bugüne kadar beşyüzbinin üzerinde mezun veren
dünyaya islam nizamını tatbik etmek üzere yürüyen ordulardan biri olan
"imam hatipliler" ordusuna katıldım.
On yıllık dostum,
arkadaşım, yalnız içtiğimiz su ayrı giden kardeşim Muzaffer Can hoca efendinin
kız kardeşi Havva hanımla evlenerek dostluğumuzu akrabalığa çevirdik.
Muzaffer Can hocayla
birlikte, Ahmed Nainı'le Kamil Miras hoca efendilerin terceme ve şerh ettikleri
"Tecridi sarihi", Bediuzzeman'ın Risalelerini, Mevdudi'nin, Seyyid
Kutubun, Hasan el Benna'nın terceme edilip yayınlanan ilk eserlerini çölde
ciğerleri yanan insanın su içişi gibi içiyorduk. Sonrada şu anda Karamanda
güzel hizmetlerde bulunan insanlara haftada bir gün özetliyorduk.
1973 yılında
İmam-Hatiplik görevinden istifa ederek Fransa'ya çalışmaya gittim. Bir buçuk
sene kaldım. İzin için Türkiye'ye geldiğimde üniversite imtihanlarına
katıldım. Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazandım. Fransada işçi olup para
kazanmayı İslam Enstitüsü talebesi olmaya tercih ettim.
İlk sene talebe
derneği başkanlığına seçildim. 1979 yılında Enstitü bitince Mersin'in Mut
kazasına vaiz olarak atandım. O yıl diyanet işleri başkanlığının açtığı iki
yıllık Haseki eğitim merkezi imtihanlarına katıldım ve yirmi yedi ay Haseki
eğitim Merkezinde Türkiyenin değerli hocalarından Mehmet Savaş, Halil Gönenç,
Ahmet Muhtar Çınar hoca efendilerden Arapça, tefsir, hadis, fıkıh dersleri
aldım,
Hasekide derslere
devam ettiğim 1981-1982 yılları, oniki eylül hükümetinin ağırlığını
hissettirdiği yıllardı. Üniversite öğrencileri akşamları belirli bazı
salonlarda ve camilerde kendilerine ders vermemi istediler. İki yılım
gündüzleri ders alarak, akşamlan ders vererek geçti.
Hasekiden sonra bir
buçuk yıl Balıkesir'in Edremit kazasında vaiz olarak görev yaptıktan sonra
İstanbul beni geri çekti.
1984 yılından beri
İstanbuldayım. Siyasal bilgiler fakültesi, Hukuk fakültesi, Cerrahpaşa tıp
fakültesi öğrencilerine ayn ayrı haftada birer gün yaptığım derslerde,
öğrenciler tarafından sorulan sorular, karşılıklı görüşme, konuşma ve
sohbetlerle üniversite gençliğinin sorunları beni Kur'andan çareler aramaya
yöneltti. Verdiğim cevaplar Kur'ana dayalı olması nedeniyle Müslüman
cemaatların hepsinin öğrencileri bu derslere katılıyorlardı.
Ayn ayrı durdukları
halde camiinin kubbesini taşıyan dört direk gibi islamı yirmi birinci asra ayrı
ayn omuzlarda taşıyan bu müslüman cemaatların her birinin güzelliklerinden
yararlandım. Talebe hareketlerinin içine başkan olarak katıldım.
İstanbul üniversitesi,
Marmara üniversitesi, Yıldız üniversitesi, Boğaziçi üniversitesi
öğrencilerinden bir kısmına dersler ve sohbetler yaptım derslere gelen emekli
subay ve polislerle dostluklar kurduktan sonra Özelde Türkiyenin, genelde
dünyanın şartlannı öğrenip Kur'andan çareler aramaya başladım.
Müslüman
cemaatlarımızdan elde ettiğim özellikler, resmi okullarla resmi olmayan
medreselerden aldığım bilgiler, Hakkarideki askerliğimden Avnıpadaki
işçiliğime kadar edindiğim tecrübeler bana Türkiyenin ve dünyanın şartlannı
öğretti. Kur'anı Kerim'de çarelerini öğretti.
Tefsir derslerine
başlamadan önce bu ön hazırlığımı yeterli görmeyerek yeniden ön hazırlık
yaptım ve şu eserleri hazırladım:
1) Tefsir
usulü ve fıkıh usulü kitaplannı okuyarak "Kur'anı anlama yolu" isimli
kitabımı yayınladım.
2) Tecvid
kaidelerim, harflerin özelliklerini, vakf ve ibtida yerlerini öğrenmek için
Cezeri'nin "Mukaddime"sini terceme ve şerh ettim.Ancak kıraat ilminin
ehli olmadığım için bu terceme ve şerhi yayınlamaktan edeb ettim.
3) Imani
konularda hataya düşmeyeyim diye Akaid kitaplarını okuyarak "Allah'a
iman" kitabımı yayınladım.
4) Ayetleri
hadislerle tefsir ederken hata etmiyeyim diye hadis usulü kitablarını okudum.
Beykuni'nin manzumesini terceme ve şerh edip yayınladım.
5) Arapça
sarf ve nahiv konusunda iki eseri yayına hazırladım. .
6) Kur'anda
geçen kelimelerin Türkçe karşılıklannm da en yakın ve en güzelini bulmaya
çalıştım. Kelime hazinemi iki dildede genişletmeye çalıştım ve Türkçe-Arapça
Arapça-Türkçe lügat hazırlayıp yayınladım.
Bütün bu
hazırlıklardan sonra tefsir derslerine başladım.
Rivayet ve dirayet
tefsirlerini okuyup notlar aldıktan sonra konferans verir gibi derslerimi
işledim. Haftada birgün (perşembe) 19.00-20.30 arası bir buçuk saat diye
başladım. Salon tefsir dersine gelenleri almaz hale gelince haftada iki güne
çıkardım.
Metodum: Önce ayeti
ayetle tefsir etmek oldu. Sonra sünnete müracaat ederek Efendimizin
yorumlarını verdim. Ayetlerin nüzul sebeplerini öğrenip günümüzde o sebebe
benzer olaylar göstermeye çalıştım.
Firavun'un, Nemrud'un,
şeytanın söyledikleri sözleri nakleden ayetlerin tefsirinde günümüzde bu
sözleri 'kimler nasıl söyler, nerede söyler bunları açıkladım.
Ahkam ayetlerinin
tefsirinde fıkıh kitaplarının açıklamalanm verdim. Çağımızın hukuki sorunlarına
dikkat çektikten sonra İslam hukukunun üstünlüğünü Örnekleriyle açıkladım.
Tefsirin başına
yararlandığım eserlerin fihristini çıkarmak içimden geçti. Ancak iki sahifelik
makaleye elli eserin fihristini vererek okuyucunun önüne yem atar gibi işi
istismar edenlere benzememek için, eserin içinde yararlandığım yerleri
belirtmeyi tercih ettim.
Dil olarak:
Çocukluğumda çokça okuduğum Yunus Emre, Karacaoğlan çizgisindeki şairlerin
şiirleri olduğundan ve yetiştiğim çevre az bozulmuş Orta Asya Türkçesi
kullandığından herkes tarafından anlaşılır bir dil kullanmaya çalıştım.
Atasözü haline gelmiş
ayetlere dikkat çektim.
Şairlerin şiirle
terceme ettiği ayetlerin tefsirinde bulabildiğim şiirleri aynen verdim.
Sinesi
"Sina" olan gönül sultanlarının uzun sözleri kısaltan misal ve
hikayelerinden yararlandım.
Başka sistemlere
İslam'ı uydurmak için asılıp sündürülen ayetlerin gerçek manaları verilirken
bâtıl-sistemlere de gereken cevap verilmiştir.
Batıl sistemlerin
savundukları kötü fikirlerin daha önce şeytan, Firavun, Ad, Semud, Hamân vs.
tarafından söylendiğini isbat ederken, müs-lümanlann kafirlere ait fikir ve
felsefe kitaplarını okuyarak zaman israfına uğramamaları için Kur'anda
bildirilen kafirlerin önderleri ile çağdaş küfür önderleri arasındaki
benzerlikleri göstermeye çalıştım.
Dünyada etkileri devam
eden çağdaş müfesşiflerimizden yararlandım. Ancak bu tefsir kitapları da
yirmibeş sene öncesine aittir. Kur'an ayetleri çağlan yaratan Allah'a ait
olduğu için her çağa hitap eder. Müfes-sirler ise çağının çocuğu olduğundan
çağının kültür sütünü emdiğinden tefsirleri de çağlarına aittir. Çağları
delebilen müfesirlerimiz eksik değildir. Ama azdırlar.
Tefsirimde
dinleyenlerimin ve okuyanlarımın ikibinli yıllarda İslam dünyasının
öncülerinden olurlar ümidi ile tarihden felsefeye. Akaidden aileye, evlerin ve
gönüllerin kapılarını çalma adabından devlet yönetmeye, uluslararası hukukdan
kurgu bilime kadar her sahada Kur'anın nuru doğrultusunda bilgi vererek ilmi
dirayete medeni cesarete sahip insanlar olmalarını hedefledim.
"Selefi"
kardeşlerimizle "Sufı" kardeşlerimiz arasındaki ihtilafların,
kullandıkları kelimelerde olduğunu Öz'de ihtilaf olmadığını örnekleriyle
açıklamaya çalışdım.
Hukuki, Sosyal,
Siyasal,Ekonomik, Ahlaki, Ferdi, Ailevi, Yönetim, Üretim Tüketim........v.s.
hastalıklarımıza şifa olur inancı ile adını "İsra suresi"nin seksen
ikinci ayetinden ilham alarak "Şifa Tefsiri" diye isimlendirdim.
Benimde sizden isteğim
en az beş kişi toplayarak haftada bir gün tefsir dersi yapmanızdır. Bu beş
kişi eşiniz çocuklarınız olabilir. Dükkan komşularınız, daire, kışla, karakol
herhangibir işyeri arkadaşlarınız olabilir. Bir dersde en az on ayetin tefsiri
okunmalı ve amel edilmeli.
Faydasının
yaygınlaşması için dileyen her mümin, benden izin almadan yayınlayabilir. Hiç
bir hakkı mahfuz değildir.
Mahmut Toptaş
EyIül-1992[8]
İstanbul!..
"Feth-i Mübini
Gören" kutlu şehir!...
"Şehri
Şehrayin"!....
"Belde-iTayyibe"!.,.
Osmanlı'ya ve İslam'a
yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik) etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz.
Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol,
insanı bol beldemiz...
Fatih Sultan Mehmet
Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem Fetih armağanı!....
Ayasofya'da okunan
Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan
karanlık kapılar ve yıllar...
Hepsinin anahtarı,
remzi olan İstanbul:
Cenab-ı Hakk'ın
Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'm vesvese ve iğvası-nın insanımızı çokça
.(mebzulen) kuşattığı tezatları ile de güzel olan renkli olan İstanbul?
Ve elif misali
minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine sindirmiş, siluetine (meczetmiş) Aziz
İstanbul:
Bu İstanbul şehrinde
Allah-u Teala'nın (c.c.) lütuf ve nimeti ile Rahmetine talip olanlara üç
yıldır sanki çağlayan'dan boşalan bir Rahmet Pınarı nasib olmaktadır.
İstanbulumuzun Tarihi
Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı",
"Kitabullah" Yüce Kur-an'ı Kerim tüm hayatı Cenabı Hakk'ın c.c.
lütfü keremi ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER kişi,
bir Alim kişi (Muhterem -Karamani- Mahmut Toptaş Hoca'mîz) tarafından gürül
gürül tefsir ediliyor, salonu lebaleb dolduran her yaş, her meslek ve her
yöremizden duyup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından
"benzetmek gerekirse"Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'm ilgi hürmet
ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat (19.00- 20.30) çıt çıkmadan
dinleniyor, izleniyor, ses ve görüntülerle teyp kasetleri ve videolara
kaydediliyordu.
Fakîr'de bu derslerin
ilk günkü öğrencilerinden ve müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği
için Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahı-mız'a daima Hamd ve Şükrederim.
Bu derslere katılan
izleyen, Rahmet pınarından aldığı nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile
dindirip, zinde ve Huşu içinde Salön'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı
duygu ve düşüncelerini hamd ü senalarını sürekli ifade etmektedirler.
Bu kardeşlerimden biri
(Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için
Bab-ı Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca Efendi'nin
derslerini izlemeyi bana nasib eden Rabbımıza şükürler olsun. Ne kadar
bahtiyarım bilemezsiniz. Allah bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne
kadar, çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden çıkaramayacakları
-Kalıcı- onları Hakkın nzasına eriştirici, benim içinde Hasenat-ı Cariye
olarak idame-i Hayat etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum.
Düşünüyordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut Hoca'mızın Derslerinde ben
bunu buldum. İnşaallah bu dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara
dökülür, yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım hediye ederim..
Bıraktığım tek mirasda o olur.
Onlara: "İşte
size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum, anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz..
İşte bununla amel ederseniz dünyanız da ahireti-nizde mamur olur. Etmezseniz
bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennemdir" derim artık., diye hissiyatını
anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler hepimizin ortak arzusu ve
gerçekleşmesi için Yüce Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.
Tefsir dersleri önce
haftada bir gün (Perşembe günleri) başladı. Salon izdihama cevap vermeyince
haftada iki gün (Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir
konferans üslubu içinde başladı ve öylece devam etmektedir.
Allah (c.c) razı olsun
(Karamani) Mahmut Toptaş Hoca'mız hizmet yıllan içinde üslûbunda şekillenen her
yaş, her meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla anlamasına ve
kavramasına imkân veren duru ve yaşayan "HAS" Türkçesi ile, dersleri
izleyen öğrencilerle ilk günden itibaren kurduğu sımsicak samimi ve yumuşak
ilgi ve irtibad (diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması,
Ayetleri tefsir ederken günümüzden verilen örneklerle (zengin misallerle)
süslemiş olması bu derslerin hiç değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep
olmuştur.
Mahmut Toptaş
Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti,
Ayeti Celilelerle, Ayetleri Hadisi Şeriflerle anlatması ve bunu prensib
edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana göre- demekten sürekli
ve ısrarla sakınmış olması, gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen
Tefsir Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta bulunması Mahmut
Hocamızın Derslerine olan yoğun ilginin diğer haklı sebepleridir.
Konferanslarda
anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve görüntü kasetlerinin çözülerek
yazılı sahifeler halinde dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son
kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu safhaların her biri
bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.
Hele bu gayretlerin
tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde bir kül ve takım olarak
yayınlanmasına yönelik oluşunu düşünmek ve bu düşüncenin ilk damlası
(numunesi) -tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde Fatiha Suresi'nin
ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak elimize ulaşmış olması şükürler
olsun Cenab-ı Hakk'ın duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerin dendir.
Tefsirin yayınlanmış
ilk formasında yer alan Fatiha Suresİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans
salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (Özellikle her yaş, her meslek ve her
yöre insanımızı sarıp sarmalayan kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini)
aynen yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayına hazırlık,
redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin ayrı ayrı başarılı ve uyum
içinde olduğunu açıkça göstermektedir.
Bab-ı Ali'den yükselen
Kur-an Sedası ve bu sedadan kaynaklanarak yazılı metinler halinde elimize
ulaşan Şifa Tefsiri Kur-an'ı Ke-rim'in vermek istediği ilahi mesajı Öğrenmek,
manasına nüfuz edebilmek, yaşayışımızı ve ahlakımızı Kur-an çizgisi
doğrultusunda yeniden şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz
için 1400 yıl öncesinden günümüze aralanan Muhteşem Bir Kapı ve Daima
Başvurulacak Bir Rehber Ve Kaynak olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans
salonu ne kadar büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu
sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib edebilmiş ve bu Rahmet
pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.
Şimdi yazılı
metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara, formalar ciltlere ciltler kül ve
takımlara dönüştükçe Türkiyedeki ve Türk dünyasındaki kardeşlerimizle
doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gayretleri ile diğer başka yabancı
dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan topluluklarının ve müminlerin bu
değerli Eser'den istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.
En büyük dua ve
niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve Keremi ile içinde bulunduğumuz
feyizli ve bereketli Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa"
Tefsiri'nin:
1. Yazılı
bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde basımının kısa süre içinde
tamamlanmasını,
2. Video ve
teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona sesli ve sesli görüntülü
olarak takım halinde yayınlanması.
Hocamızın anlattığının
Hak Kelamı (Kelamullah) olması, nev'i şahsına has anadolu insanımızın hiç
bozulmamış saffeti ile birleşince Mahmut
Hoca uslubta tadına
doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor. Tefsirle ilgili intibaları öncelikle
öğrencilerden (bizlerden) talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve
yukarıda izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek isteyenlere
olan düşkünlüğüne somut bir örnek olmaktadır.
Muhterem Hocamız
bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden
Müellifi bulunduğu "Şifa Tefsiri" nin yayınlanmaya başladığı bugüne
(1992'ye) gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı sanki bu büyük
eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile programlanmış gibidir. Mücadeleli ve
başarılarla dolu hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki
ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale ve Araştırmaları
bunu teyid etmektedir.
Vesileler insan hayatında
çok önemlidir. Bizleri 1989 yılında Mahmut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii
İmam Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi tanıştırdı. Cenabı Hak
ondan da razı olsun.
Bab-ı Ali'den yükselen
Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989
Eylül'ünden bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile- bizleri
Kur'an Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile buluşturup, kaynaştıran, manasına
inmemizi kolaylaştıran tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli
paha biçilmez bir eser kazandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede müstesna bir
halka ve boyut kazandırmış bulunan Muhterem (Karamanı) Mahmut Toptaş
Hocamız'dan Yüce Mevlamız c.c. Razı Ve Hoşnud Olsun:
Mevla cümle hayırlı
hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin. Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi
nasib eylesin. Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan l8,23 Mart 1992)
Tefsir derslerinin ilk
müdavimlerinden (öğrencilerinden)
Av.
Ahmed Ümid Aydınlar
(Arapkirli Dedebekiroğlu)[9]
Allah'a Hamd onun
Rasulüne'de Salat ve Selam olsun. Allah'ın Rahmet ve merhameti Allah'a
Rasulüne ve ahiret gününe iman edenlerin üzerine olsun. (AMİN)
Dedikten sonra önce
kendim hakkında sonra da elinizde bulunan bu eser hakkında şunları söylemek isterim.
Ben herhangi bir orta
okulu bitirdikten sonra öğretmen okulunu, sonra da İktisadi ve İdari Bilimler
dalında bir yüksek okulda okudum. Kısacası daha önce dini bir eğitim ve
öğretim görmedim. Yüksek okulda okuduğum yıllarda dinime karşı ilgi duymaya
başladım. Gerek arkadaşlarımdan gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye
gayret ettim. Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-an'ı
Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak etmeye başladım. Tefsir
kitaplarına ilgi duydum; işte o zaman Önemli bir problemle karşılaştım. Bizim
alimlerimiz tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri anlamakda
güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme tefsirlerden faydalanmaya gayret
ettim. Arna şunu arzu etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve
dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne söylenmek istediğini
rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din bilginleri tarafından yazılmış bir
tefsirimiz olsun. Ve bize Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı
gibi anlatsın. Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe günleri tefsir
dersi verdiğini Öğrendim. Derslere devamlı olmasada uzun süre devam ettim.
Şunu samimi olarak söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla
konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada hocama söylesem dedim.
Fakat derslerin çok güzel bir halk Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkıbe
ve İsrailiyat türü söylentilere yer vermeme, müsbet ilim ve keşiflere Allah'ın ayetlerini delil
göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir ettiğimi belirtmek isterim. Çünkü
bu hususlar ilk bakışda faydalı gibi görünsede Dinimizin aleyhine olmaktadır.
Bu Önsözü yazmadan önce Fatiha Suresinin tefsirini okudum. Hocamın
anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla uzatmadan Öncelikle ayeti
ayetle tefsir edip daha sonrada sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi
yorumlan ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın anlıyacağı
misallere dayandırarak yazıya aktardığını gördüm.
Allah c.c. elinizdeki
bu eseri okuyup anlama hususunda size gayret gözlerinize kuvvet versin.
Salim Dereli
(Bankacı)[10]
Muhterem Hocam, evvela
selam ve saygılarımı sunarak biraz da kendimden bahsedeyim. Ben doğu
Anadolunun bir köyünde doğmuşum. On yıl sonrada İstanbul'a gelerek Beyoğlu
semtine yerleştik. Otuzdokuz seneden beride buradayız. Bunu yazmamdaki esas
sebep hem doğu hemde batı anadolunun aile, çevre, dil ve din etkisini yaşamam.
Hangisi iyi derseniz, her iki tarafında iyi ve kötü yanlan mevcut. Konumuz bu
olmadığı için uzun uzun anlatmayacağım.
Her iki tarafın ortak
noktasına değinmek isterim.
1. Dini
eğitimimiz tam olmadığı zaman yanlış ve kötü yollara sapmamız mümkündür. Müşterek
kötülüklerden bazıları şunlardır. İçki, kumar, yalan, hile, faiz, haram
kazanç, çıkar sağlamak, kendini üstün görme, başkasını aşağı görme, fakir
zengin ayırımı gibi vs.
Diğer bir ortak
noktalarıda dini gericilik ile karıştırma, yeni ilimlerden uzakmış gibi
düşünmeleridir. Ben liseyi bitiren bir kişi olarak, Din ilmini öncelikle ve
ilimlerin en faydalısı ve en üstünü olarak görmeğe başladım. Malımızın,
evladımızın, işimizin, aşımızın en iyisi dahi olsa insan gerçek mutluluğu Din
bilgisi olmadan farkedemez, anlayamaz.
Bizlere arapçanın çok
zor bir lisan olduğunu, Kur-an'ı Kerimin Türkçeye ve başka dillere
çevrilemeyeceği söylenmekteydi. Şimdi şunu gördümki Kur-an'ı Kerim kolay
öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kuran Kurslarında hamdolsun yüzünden
okumayı öğrendim. Sizin meal, tefsir derslerindende Türkçeyle pek güzel
anlatılır olduğunu gördüm.
Bu derslerden Allah'ı,
Peygamberleri, Kitapları, Melekleri, Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu
dünya hayatımda nefsime, öfkeme, hıncıma, kinime, hakim olmayı, varlığa,
yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı, başkalarımda düşünmeyi
ve eldekileri onlarla da paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve
düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını öğrendim. Anne
babamıza iyilikte bulunmayı, çevremize, çoluk çocuklarımıza davranış şeklini
öğrendim. Faydalarım görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla
rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi öğrendim. Hatta insanın,
mü'minini, fasılanı, münafıkını, kafirini ve onların vasıflarını, miras ve
evlilik hükümlerine kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanunlarının
geçerliliğine kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğunu öğrendim.
İsterimki bütün
insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu olsunlar. Allah sizden ve bütün
hocalarımızdan razı olsun.
Nazım Önüt
İstanbul
Ticaret Odası Memuru[11]
Kur'anı Kerimi anlama
ve ona göre hareket etmek herkesin hakkı ve görevidir. Onu anlamak ve anlatmak
kimsenin tekelinde değildir. Allah'ın Rasulü Onu Cebrailden aldığı gibi
insanlara arzediyor, kapalı yerlerini açıklıyordu. O Kur'an ayetlerini Ebu
Cehil de anlıyordu, Ebu Leheb de anlıyordu ve inkara devam ediyordu.
Ebu Bekir de (r.a.)
anlıyordu, Bilali Habeşi (r.a.) de anlıyor ve onunla amel ediyordu. Onlar fasih
arap dilini biliyorlardı. Kur'anı Kerim ogün konuşulmakta olan arap dili
üzerine naziî olmuştu.
Hz. Ebu Bekir veya Ebu
Cehil bugün bizim edebiyat kitaplarındaki edebi sanatların isimlerini ve
kısımlarını bilmiyorlardı ama o edebi sanatları en güzel bir şekilde
kullanıyorlardı. Kısa zamanda İranlıların, Türklerin, Habeşlilerin, Rumların
Müslüman olması nedeniyle birçok arapça kelimeler bunlara geçerken yeni manalar
yüklenerek geçti. Cümlenin yapısında değişmeler meydana geldi. Kuranı bile
yanlış okumalar başladı.Bunun üzerine Sibeveyh, Kisai, Ebul-Esved-ed-Düeli gibi
zatlar gramerle ilgili kitaplar hazırladı. Halil b. Ahmed, Kisai gibi zatlarda
lügat kitapları hazırladılar.
Bir kısmı fıkhi
eserler meydana getirirken, bir kismıda Kur'an ve sünnetin nasıl anlaşılacağını
açıklayan usulleri koydular. Bu usulcüler bu kaideleri kendilerinden
koymadılar.
Kur'anı Kerimdeki
"Namazı dosdoğru kılınız" veya "Haksız yere adam
öldürmeyiniz"[12]
ayetlerindeki emir ve yasakların vu-cup ifade ettiğini yani mutlaka namazın
kılınması gerektiğini, haksız yere adam öldürülmemesi gerektiğim anladılar.
Yine Kur'anı Kerimde "İhramdan çıktığınız zaman avlanınız"[13] emri
vardır. Bu ayete göre hacca giderken yiyecek giyeceklerimizin yanında birer
silah götürüp ihramdan çıkınca insandan başka canlının olmadığı "Mina'da
avlanmamız gerekecek. Veya "Cuma namazı bitince yeryüzüne dağıhn"[14]
ayetine göre Cuma namazının farzının selamını verince hemen camiden çıkmamız
gerekecek.
İşte usulcülerimiz
bütün bu ayetlerin uygulamasını yapan Efendimizin hayatına bakarak bir kısım
emirlerin vucup ifade ettiğini bir kısmınmdaibaha ifade ettiğini yani ihramdan
çıkınca hemen silaha sarılmanın farz olmadığını izin olduğunu bize
bildirmişlerdir.
Yine usulcülerimiz her
ayet veya Hadisi şerifle dört yönden, her dört yönünde dörder yönünden bakma
melekesini geliştirerek bizim ufkumuzu genişletmişlerdir.
Mesela: "iş
hakkında onlarla müşavere et"[15]
ayetinin ibaresi bize istişareyi emrediyor. Bir iş yapacağımızda o işin uzmanına
danışacağız. Bu ayetin bir de işaret ettiği şey var: O da kendileriyle istişare
edilecek uzman kişilerin yetiştirilmesidir. Ayet bize bunu da emretmektedir.
Ayetlerin genel bir manâmı ifade ettiğini, yoksa özel bir manâyamı delâlet
ettiği, genel manâyı özelleştiren bir ayet olup olmadığını araştırıp bize
bildirmişler. Meselâ: "içinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşleri kendi
kendilerine dört ay on gün beklerler"[16]
ayetine göre kocası ölen bütün kadınlar dört ay on gün iddet beklemesi gerekir.
Ayetin hükmü umumidir. Ancak "gebe olanların iddeti doğumlarıyla
tamamlanır."[17]
ayetine göre kocası ölen hamile kadın kocası öldükten hemen sonra doğum yapsa
doğumun akabinde başka bir erkekle evlenebildiği gibi, kocası öldüğünde hamile
olan bu kadın sekiz ay sonra doğum yaparsa sekiz ay beklemiş olacak. Birinci
ayetin hükmü genel iken bu ayet tahsis etmiştir.
Bunlardan anlıyoruzki
Mealini okuduğumuz bu ayetin hükmü genel midir, özelmidir? Geneldirde bir başka
ayet tahsisini etmiştir? Bütün bunları usulcülerimiz ele almışlar. Bütün
ayetleri, kelimelerini hatta manâya etki eden harflerini araştırmışlar ve
bizlere hazır lokma halinde sunmuşlar demiyeyim. Çünkü"hazır lokma"
tabiri pek hoş değil ve İslâmın ruhunada aykırı. Ama Kur'anı anlamada bizim
ufkumuzu genişletmiş ve aydınlatmışlar.[18]
Bugün hepimiz Türkçeyi
biliyoruz. Ama Türkçe yazılmış bir beyti okuduğumuzda veya işittiğimizde
hepimiz ayrı ayrı yorumluyoruz.
Peygamber efendimizin
devletini anlatan: Gülden terazi yaparlar Gül alırlar gül satarlar Gülü gül ile
tartarlar Çarşı pazarı güldür gül.
Şiirini okuyan her
zihinde ayrı ayrı çok güzel şeyler şekillenir. Nasıl-ki parmak çizgilerimiz
tamamen birbirimizden ayrıdır. Görme, duyma, tatma, koklama ve dokunma
duyularımız ayrı olduğu gibi bu beş duyumuzdan gelenleri yorumlama
kabiliyetlerimiz de ayrıdır. Bu ayrılığa birde çevremizden edindiğimiz
bilgileri eklersek ayrılık biraz daha artar.
Bu ayrılıklardan fıtri
olanları rahmete sebepdir. Sonradan meydana gelen sun'i ayrılıklar sapıklığa
sebeptir. Eğer beş duyumuz ve aklımız bütün insanlarda aynı güçte olsa idi,
dünya çekilmez olur, keşifler durur monoton bir hayat bizi boğardı. Bir çiçek
karşısında herkes aynı hissi duyardı, hepsi aynı rengi tercih edeceğinden her
yer aynı renkte boyanır, herkesin şiiri aynı vezin, kelime ve manâlardan
meydana gelirdi.
Her gönül ayrı bir
imalathane, ayrı bir hazine, ayrı bir arşiv, ayrı bir analiz ve sentez yeridir.
Kur'anı Kerim birçok yerde "Ey insanlar" diye başlar. Peygamberimiz
içinde "Seni ancak bütün insanlara elçi olarak gönderdik."[19]
buyurur.
Bütün insanlara
gönderilen bütün insanlar tarafından anlaşılabilecek durumda olmalıdır. Daha
iyi anlaşılabilmesi için Arapça olarak indirilen Kur'anı Kerim'i anlamak her
insanın hakkı ve görevidir. Ancak onu anlamak için fasih bir Arapça
bilinmelidir. Kelimeler, bugünkü yüklendiği manâ ile değil, Kur'an nazil
olduğunda yüklendiği manâlarıyla bilinmelidir.
Çağımızda edindiğimiz
bilgiler bizi herhangi bir konuda taraf yapmamalıdır. Günümüzde komünizmi
benimseyen bir kısım bilginler taraflı bir gözle Kur'anı araştırarak
"İslam sosyalismi" dedi. Bir kısım batı iktisadını öğrendikten ve bir
akımı benimsedikten sonra İslam iktisadını o akımın ana başlıkları altında
verdi. Bir kısmı keşifleri izledi ve Batının henüz üzerinde araştırma yaptığı
faraziyelere ayetlerden destek vermeye çalıştı.
Bütün bunları
gördükten sonra yeni doğan çocuğun kulağına ezan okumanın sünnet oluşunun
önemini daha iyi anlamaya başladım Kur'anî bir yaşantıya sahip olması istenen
bu çocuğun gönlüne yapılacak ilk kayıtlar onun ilerde eşyayı yorumlamasını
yönlendirecektir.
Bülbülü bir yudumluk
et gören komünist de bülbülü yüzbin liraya satabileceğini hesap ederek
hapseden kapitalist de, bülbülün minnacık göğsünden binlerce nağmenin çıkışını
görüp secdeye kapanan; senin yerin bir su kenarında nazlı nazlı sallanan
çitlenbik ağacıdır diyen Müslüman-da insandır. Ama onların bakışını yönlendiren
kültürlerdir.
Çağımızda edindiğimiz
kültürleri kesin doğrular olarak kabul ederek Kur'ana bakarsak, kendi
görüşümüze Kur'anı uymaya zorlamış oluruz. Bütün bu Öğrendiklerim doğru da
olabilir, yanlış da olabilir. Bakalım Kur'an bu konularda ne buyuruyor demeli.
Kur'anın tefsiri için
yine Kur'ana müracaat etmeli. Meselâ Bakara suresinde size biraz kapalı gelen
bir ayet, bir başka surede açıklanmıştır. Sonra Kur'an sünnetle tefsir
edilmelidir. Efendimiz bu ayeti nasıl tefsir etmiş veya bu ayeti hayatında
nasıl tatbik etmiş, ona bakılmalıdır.
Daha sonra canları ve
mallarıyla Efendimize yardımcı olmuş Ashabın görüşlerine müracaat edilir.
Çeşitli görüşleri bilmek bütün ihtimalleri değerlendirmek demektir. Binlerce
alimin görüşleriyle insan ufkunun aydınlanması demektir. Usul kitapları Kur'an
ve sünneti anlamada takip edilecek yolları göstermekte ve Kur'an ve sünnete
birçok açıdan bakmamızı sağlamaktadır.
Mezhep imamlarımızın
ayrılık sebeplerine kızan ve "Bir ayetin bir manâsı vardır" diyen ve
kendi verdiği manâyı kabul etmeye zorlayan, bundan başkası yoktur diyen
kardeşlerimiz kendisini imam kabul edip diğerlerini kendisine tabii kılmaya
zorlamıyor mu acaba? "Yok ben böyle anladım herkes istediği gibi
anlayabilir" derse bugün binlerce milyonlarca mezhebe ayrılıp, küfür
yerine birbirimizle mücadeleyle vakit kurşunla-mazmayız acaba? Herne ise
Kur'anı Kerimi okumaya başlarken çağının hastalıklarını ta yüreğinde hissederse
insan, Kur'anı daha iyi anlar ve hastalıklara şifa bulur.
Kum yemeye başlayan
çocuğu babası veya annesi ne kadar azarlarsa azarlasın kumdan vazgeçiremez.
Çocuğu doktora götürür ve ona demir ihtiva eden ilaçlan içirirse çocuk
kendiliğinden vazgeçer. Çocuğun bünyesinde demir eksikliği olunca gözü veya
burnu kumdaki demiri görüyor ve kokluyor.
Mümin olarak bizler
bir fahişenin, politikacının, ateistin, koministin, kapitalistin, din tacirinin
hastalığının acısını ta yüreğimizde hisseder, "Ya Rabbi. bunlar kulun ve
peygamberin Hazret! Ademin hasta düşmüş çocuklarıdır. Kur'an eczahanesinden
ilaç almaya geldim, her çağın alimine kelamıyın sırlarını açtığın gibi bana da
çağımın hastalıklarına Kur'an eczahanesinden şifa verici ilaçlarını
göster" diyerek Kur'anı Kerimi açmalıdır.[20]
Kur’anı Kerimde iman
etmiş bir topluluktan bahsederken "Allah onları sever, onlar Allah'ı sever"[21]
ayetiyle karşılıklı sevginin olduğunu haber verir. Askerde iken sevgili
hanımından mektup gelen bir asker, o mektupu her akşam yatakta, eğitim
esnasında istirahatta açıp açıp okuduğu ve her okuyuşta ayrı bir zevk aldığı
gibide değil.
Çünkü Kur'anı Kerim
bizim hanımlarımızı, çocuklarımızı, annelerimizi, babalarımızı, sevgilerimizi
yaratan ve bizi seven Allah c.c. tarafından gönderilmiş, getiren aracı postacı
gibi değil, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz efendimiz Muhammed
Mustafa s.a.v. dir. Mektupta yüreğimizi hoplatan "Sevgilim" sözünden
daha güzel olan, Rabbimizin kitabında bize "Kullarımmm!."[22]
sözü, kalbimizi imana, kalıbımızı ibadete, alınterimizi ticarete, kanımızı
şehadete hoplatır.
Kur'anı Kerimde
"Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlardır, ona inananlar
"[23]
buyurularak Kufanın hakkını vererek yani manâsını anlayarak iman edip amel
ederek okumak gerektiği vurgulanmıştır. Manasını bilmeden okumanın faydası yok
mudur? Fayda yoktur deyip kısadan kesmek vakıaya, görünüp duran faydaya göz
kapamak olur. Bugün yeryüzünde milyonlarca insan manâsını anlamadan Kur'anı
tekrar tekrar okumaktada Kimsenin zorlamasıda yoktur.
Efendim kişinin
kendini şartlandırması vardır denebilir.
Bugün kendilerinin
haklı olduğunu iddia eden Hristiyanlar ve ellerinde tahrif edilmiş incilleri
vardır. Muharref İncilini baştan sona devamlı okuyan bir Hristiyana
rastlanmadığı gibi, papazada rastlanmamıştır. Yanlış anlaşılmasın. Papaz
incili çok iyi bilebilir. Ancak Müslümanların Kur'anı Kerimi hatmedişi gibi
ayda veya senede bir incili baştan sona okuyayım geleneği yoktur. Okuyamazlar
çünkü kendileri gibi bir papaz Hak ile batılı karıştırmıştır.
İnsanın yazdığı en
güzel eser, bir, iki, üç defa okunabilir, ondan sonrası tatsız olur. En
sevdiğiniz bir şiiri bir kaç defa tekrarlayabilirsiniz, sonra bırakırsınız.
Ama günde beş vakit
namazında kırk defa "fatiha" suresi okuyan bir insan yetmiş senelik
ömründe bir milyon defa "fatiha" suresi okur da bıkmaz. Ölürken
çocuklarına vasiyet eder. "Beni fatihasız bırakmayın" der. Üstüne
üstlük bir de kabir taşına yazdırır ve fatiha ister. Manâsını bilmeden okuyan
bu insanlara "anlamıyorlar" denemez. Uzaktan gülü görünce gözümüz ve
gönlümüz gülüyor. Peki ne anladık? Henüz kokusu gelmedi. Manâsı bilmeden
okumanın faydası vardır.
Ama Kur'an anlaşılmak,
amel edilmek için indirilmiştir. Ölüler için okunabilir, ama diriler için
indirilmiştir. Dirilere okunmalıdır. Manâsını bilmeden televizyonda, radyoda,
camilerde okunan Kur'an altmışbeş kilodan kırksekiz kiloya düşürülen güreşçinin
çeşme başında su içmesine benzer. Bir avuç içerse tartıda kaybedecektir. Vücudu
ise sünger gibi suya muhtaçtır. Güreşçi ağzına suyu alıp geri çıkarmaktadır.
Bizim toplum
hayatımızda, sünger gibi Kur'ani hayattan uzaklaştırılmış. Ona muhtaçtır. Ağzınıza
alıp geri çıkarmakla ihtiyacınızı giderin diyorlar. Hayatına maletmek
isteyenler toplum minderinden uzaklaştırılır diyorlar. Peygamber efendimiz
bunlar için "Kur'an onların boğazından aşağıya geçmez" buyurmuştur.
Kur'anı kalbimize nakşedeceğiz. Davranışlarımızı onunla süsleyeceğiz. Topluma
örnek olacağız ki, toplum bize bakarak kendi hayat gergefine İslamın nakşını
işlesin.[24]
Annelerimiz komşu
kadından örnek nakış getirirler. Örneği önlerine koyarlar ve kendi gergeflerine
o örneğin aynını işlemek için iğne iğne takip ederek gergefi süslerler.
İşte ayet ayet, sure
sure hayatını süsleyen, Kur'ana göre bir hayat tarzı yaşayan, Efendimizin
hayatınmda bizim için örnek olduğunu ve (Onun fiili sünnetine uymamız
gerektiğini,) "sizin için Allah'ın Rasulü en güzel örnektir"[25] ayetiyle Rabbimiz haber vermiştir. Kur'ana
inanan bir mümin Kur'anı bize getiren ve O'nu hayatında tatbik eden Rasule de
inanmalı ve O'na güvenmelidir.
Allah'ın kulları
arasından seçtiği[26] büyük
bir ahlaka sahip kıldığı[27]
alemlere rahmet olarak gönderdiği[28]
Rasulünün söz ve davranışlarında Kur'ana uygun olduğunu, Kur'an doğrultusunda
konuşacağını "O kendiliğinden konuşmaz. Onun konuştuğu ancak bildirilen
vahiydir"[29] ayetiyle haber vererek
kavli sünnete de uymamız gerektiğini haber vermektedir.
Bu ayette kasdedilen
Kur'andır diyenler konuşur manâsına gelen Yentıku kelimesinin Allah için
kullanılmadığını Allah için kelam kelimesinden türemiş kelimeler
kullanıldığını bilmeyenlerdir. Rağıb bu kelimenin insandan başkasında
kullanılmadığnı, kullanılırsa mecazi olduğunu haber verir. Ebul Beka ise bu
kelimeyi "Gönüldekini açıklayan sev" diye tarif etmiştir. Gönül ve
dil Allah'ın Rasulünde olduğuna göre burada kasdedilen Allah'ın Rasulüdür.
"Biz Rağıba da
Ebul Bekaya da inanmayız" diyenler Lügat kitaplarım kaldırdıktan sonra
Besmelenin manâsını kimden öğrenecekler?
Kur'anı Kur'anla
tefsir birinci yoldur. Kur'anda Yentıku, Entaka gibi Nutk'dan türemiş kelimeler
hep Allah'ın yarattıkları için kullanılmıştır. O halde burada kasdedilen
Allah'ın Rasulüdür. Ayrıca Allah c.c. Elçisini Kur'anı Kerimi insanlara
açıklamak için indirdiğini haber verir.[30]
Açıklamakla okumak
veya tebliğ etmek arasında fark vardır. Kur'anı Kerimi insanlara o haliyle,
tebliğ ettiği gibi o ayetlerin ne manâya geldiklerini de açıklamıştır. Mücmel
ayetlerin kapalılığını kaldırmış. "Zekat veriniz" ayetini nelerde,
ne oranda verileceğini, namazın kaç vakitte kaçar rekat kılınacağını
açıklamıştır. Kur'anı Kerimin emir ve yasaklan doğrultusunda emir ve yasak
koyma yetkisini Kur'an vermiştir.
Tevbe suresinde
"Allah'a ve Ahir et gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulünün haram
kıldığını haram saymayanlarla harbedin"[31]
ayetinde Rabbimiz Rasulünün de haram kılma hakkına sahip olduğunu haber
vermektedir. "Efendim Kur'anda geçen "Rasül" kelimesi yine
Kur'anı kasdetmektedir. Buna göre Rasül sizin için örnektir veya Rasüle itaat
ediniz ayetlerinde kasıt Kur'andır" diyenler olabilir. Elektrik mühendisinin
ihtisasına saygı duyanlar İslami ilimlerdeki ihtisasa saygı duymayabilirler.
Ama iyi niyetlerle Kur'anı okumaya devam ederlerse Kur'an kendisini yine
kendisi açıklayacak ve "Muhammed Allah'ın Rasulüdür"[32]
"Muhammed ancak Rasüldür"[33]
ayetleriyle Resulün kim olduğunu öğretecektir.
Kur'anı Kerimdeki
"Makamı Mahmud" ile ilgi kurarak "Muhammed'den kasıd yine
Kur'andır diyen olabilir. Kur'an bütün şüpheleri kaldırmak üzere önce
"Rasül" kelimesini zikrediyor. Sonra Rasülün sıfatı olarak
"Nebi" kelimesini zikrediyor, sonrada ümmi kelimesini zikrediyor - ve
şöyle buyuruyor. "Deki: Ey insanlar! Doğrusu ben göklerin ve yerin
hükümranı, O'ndan başka ilah bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz
için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve ümmi (okuyup yazması olmayan) Nebi
(haber getiren) Rasüle iman edin ki, O da Allah'a ve kelimelerine inanmıştır.
O'na uyunuz ki doğru yolı bulaşınız"[34]
En'am suresinin 145
nci ayetinde Rabbimiz: "Deki: bana vahyolunandan leş, akıtılmış kan, domuz
eti -ki o pistir- ve günah işlenerek Allahdan başkası adına kesilen hayvandan
başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum" buyuruyor. Bu
dört şeyden başka haram birşey yoktur diyen kardeşlerimiz pisliklerini niçin
tuvalete dökerek israf ederler acaba!
Müslümanlara göre
Allah (c.c.) Kur'ani kerimde bazı şeylerin adını söyleyerek haram kılmış ve O
ölçüler içinde Rasülününde haram kılma yetkisinin olduğuna işaret etmiş[35] ve
"O peygamber, onlara, uygun olanı emreder, ve fenalıktan men'eder. Temiz
şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor
teklifleri hafifletir.... "[36]
ayetiyle pis ve murdar şeyleri belirlemeyi Allah Rasulüne bırakmış.
Peygamber (s.a.v.) in
Haramı helal, Helali haram kılma yetkisi yoktur. Ancak nelerin haram olduğunu
nelerin helal olduğunu belirleme yetkisi vardır. Rasulünün şanını yücelten
Allah[37]
Rasulüne "Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz" emri Allah'ın
emirlerine uyunuz manâsındadır denirse o zaman ayet böyle dolandıracağına
"Eğer Allah'ı seviyorsanız Allah'ın emirlerine uyunuz" derdi.
Biz Allah'ı seviyor
Rasulü olduğu için Muhammed (s.a.v.) ide seviyor ve bize getirdiklerine itaat
ediyoruz.[38]
"Kur'an bize
yeter" diyenlere karşı "hayır yetmez" demek büyük bir hata olur.
Hz Aliye "Kur'andan başka Hakem kabul etmeyiz" diyen Haricilere Hz.
Ali "Kendisiyle batıl kasdedilen haksöz" diye cevap vermiştir. Bu
sözleri söyleyen kardeşlerimiz meal okuyan kardeşlerimizdir.
Bizler mezhepde
imamımız olarak Ebu Hanifeyi Şafıiyi ve diğerlerini kabul ederken o
kardeşlerimizde meal yazanları kabul etmekteler. Çünkü biz bu imamların
Kur'andan anladığına uyuyoruz. O kardeşlerimizde bu çağdaşlarımızın anladığına
uymaktalar. Meal yazanlarımızda bir mezhebe bağlı olmaları nedeniyle mealleri
o mezhebin anlayışını yansıttığından bu kardeşlerimizde dolaylı olarak mezhebe
bağlıdırlar. Dilerlerse Hanefi ile Şafii arasında manasında ihtilaf edilen
ayetlerin meallerine baksınlar. O ayetlerde Hanefi usulüne göre mana
verildiğini görecekler.
Ah keşke ne olurdu
Kur'anı Kerimi arapçasmdan anlamaya çalışsalar (ki birçok kardeşimiz bu yola
girmiştir) kelimelerin ne manaya geldiğini anlamak için lügatlara müracaat
etseler, ismin başındaki bir tek harfi cerrin ne derin manalar ifade ettiğini
bir öğrenmeye çalışsalar, O büyük alimlerimizin ne büyük hizmetler gördüğünü
bir farketselerdi bunlar daha büyük hizmetler görürlerdi.
Her şeye rağmen
gündemde Kur'anı Kerim vardır. O yüreklerimizi harabiyetten kurtaracak ve
ufkumuzu aydınlatacak, iki dünyamızıda cennet eyleyecektir.[39]
"Bugün elimizde
büyük imkanlar var. Bütün lügat kitaplarını, kelimelerini manalarını ve
cahiliye dönemi şiirlerinden şahitlerini bilgisayara verebiliriz ve böyle
kelimelerin manalarından kaynaklanan ihtilafları giderebiliriz" diye fikir
ileri sürenler olabiliyor.
Ancak günümüz dünyasında
aynı çağda yaşayan insanlar arasında bile hukuki meselelerde bir kelimenin
manasında ihtilaf edilmekte.
Çağımızda yaşayan
insanlar arasında yaşayan kelimelerin manalarında ihtilaf ediliyor ve
tarafları memnun edecek bir neticeye yanlamıyorsa bindörtyüz sene Önce yaşamış
cahiliye dönemi şairlerinin şiirlerinde kullanılan kelimelerin manalanndaki
ihtilafı gidermek bize biraz zor geliyor.
Biz önce Kur'anı
Kur'anla tefsir etmeye çalışırız. Sonra hadisi şeriflerle tefsir etmeye
çalışırız. Çünkü peygamber (s.a.v.) e Kur'anı kerimi daha iyi tefsir etme
yetkisini Allah c.c. vermiştir.[40]
"Sünneti bize ulaştıranlara güvenemeyiz" diyenler bilmezlermiki
cahiliye dönemi şiirlerini toplayıp bize nakledenlerle sünneti nakledenler
aynı insanlar.
İlk dönemde çöllerde
kabileleri dolaşarak kelimelerin ne manaya geldiğini yazan Kisai gibi zatlar
aynı zamanda bize Kur'anı, sünneti, şiirleri ve kelimelerin ne manaya
geldiğini nakleden insanlardır. Kur'anı Kerimi anlamak için bizim sünnete,
cahiliye dönemi şiirine, lügat kitaplarına ihtiyacımız yok. Bugünkü kullanılan
arapçayı öğrenir ve anlarız" diyenler Arapçayı çok iyi bilen Beyrutlu
Hristiyan araplardan birine Kur'anı Kerimi bir okusunlar ve ne anladığını
sorsunlar. Veya bii papaz tarafından hazırlanan arapça lügat olan
"Müncid"deki kelimelere verilen manalara göre Kur'anı anlamaya
çalışsınlar. Karşılarına islamın dışında başka bir şey çıkacaktır.
Onun içindirki
Rabbimiz tarafından arapça indirildiği ifade edilen Kur'anı kerimin indiği
günlerde o kelimelerin ne manada kullanıldığını açıklayan hadisler, şiirler ve
ilk dönemde hazırlanan lügat kitapları bizi kaynağa götüren yollar, hazineyi
açan anahtarlardır.
Cahiliye döneminde bir
kaç manaya gelebilen kelimelerin manalarından birini tercih etmekde mezhepler
arasında ihtilaflara vesile olmuştur.
Mesela: K-R-E-
harflerinden meydana gelen Kuru' kelimesi hanefilere göre hayız manasınadır,
Şafiilere göre temizlik manasınadır.
Kelimenin asıl
manasında toplamak vardır. Aynı kökten gelen "Kur'an" kendisinde sure
ve ayetleri topladığından Kur'an denmiştir. Aynı kökten gelen köy veya şehir
manasına gelen "Karye" insanları kendinde topladığı için Karye
denmiştir. Aynı kökten gelen ve ziyafet manasına gelen "Kıra"
insanları sofrada topladığı için Kıra denmiştir.
Kuru' kelimeside hayız
günlerinde kan rahimde toplanıp dışarı aktığı için Hanefilere göre Hayız
manasınadır. Şafiilere göre ise kanın akmayıp vücudda toplandığı için temizlik
manasına alınmıştır. Böyle birkaç manayı kendisinde bulunduran kelimelerden
hareketle ayrı ayrı görüşlere sahip olanlara Alimlerimiz müsamahalı
bakmışlardır. Üstün bir cehd iyi bir niyet neticesinde varılan farklı
neticelerden dolayı mezhepler birbirlerini tekfir etmemişlerdir.
Bir mezhebe bağlı
değilim diyen kardeşlerimiz lügat kitaplarına bakarak bu manalardan hangisini
seçerlerse seçsinler bir mezhebin görüşüne katılmış olurlar. Hayırlı olsun.[41]
Kur'anı Kerimi yine
Kur'anı kerim tarif eder. Fatiha suresinde "bize doğru yolu göster"
diye dua ettikten sonra hemen ikinci sahifede ve Bakara suresinin ikinci
ayetinde "işte müttekilere yol gösteren gerçek kitap budur. Bunda şüphe
yoktur" buyurarak yol gösterici olarak Rabbimiz tarafından indirildiğini
haber verir.
İnsanın hatırına hemen
şu geliyor: Tevrat, Zebur ve İncilde Allah tarafından indirilmişti ama tahrif
edilmiş.Kur'anda tahrif olunamazmi?
Buna Rabbimiz
bindörtyüz sene önce garantisini bildirmiş ve "O zikri (Kur'anı) biz
indirdik biz koruyacağız'[42] bir
başka ayette ise "O değerli bir kitaptır. Önünden veya ardından batıl ona
gelemez (Fussilet 42) buyurmuştur. Tarih içinde Kur'ana kendi batıllarını
karıştırmaya kalkanlar olmuştur ama Allah'ın yeryüzündeki süvarileri olan
"Kurra" ile Allah kendi kelamını korumuştur.
Peki ama bu Allah
kelamıdır. Onu biz nasıl anlarız ve nasıl tefsir ederiz?
Rabbimiz Kur'anı
anlaşılması için indirmiş.Rasulü Muhammedin arap olması ilk muhataplarında arap
alması nedeniyle "Anlayasınız diye arapça olarak indirdik"[43]
buyurmuş ve ayetlerin açıklanmasının yine kendisi tarafından olduğunu
"Bu, Hakim, Habir (Allah) tarafından ayetleri muhkem kılman ve sonra onun
tarafından açıklanan bir kitapdır".[44]
ayetiyle haber vermiştir.
Bütün ayetleri indiren
Allah c.c. olduğu için ayetler arasında çelişki bulunmaz.[45].
Bugün bütün dünya devletlerinin kanunlarını insanlar hazırladığı için
Anayasanın kendi maddeleri arasında çelişki olduğu gibi, Anayasa ile ceza
yasası v.s. arasındada çelişkiler vardır.
Çağımızda müslümanlann
zillet içinde yaşamaları onları yeniden Kur'ana döndürmüş. Zillet yalnız maddi
hayatımızda değil, kültür yapımızdada olduğundan Kur'an ayetlerini çarpık
düşüncelerimizle yorumlamaya, şaşı görüşlerimizle tek manayı çift anlamaya
başlamışız.
Mesela:
"inananlara yardım etmek bize Hak olmuştur."[46]
"Allah kafirlere, müminler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir"[47] veya
"Allah içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri
yeryüzünün idarecileri kıldığı gibi onlarıda yeryüzüne idareci kılacağına,
onlar için razı olduğu dini yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine
dair söz vermiştir"[48]
ayetlerini okuduktan sonra bugün güçlü gösterilen devletlere ve birde halkı
müslüman olan ülkelere baktıkdan sonra bir kısım Kur'ana yakışmayan yorumlar
getirirken bir kısımda bugün yaşayanlar müslüman değil deyivermekle meseleyi
halledeceğini zannetmiştir. Rabbimizin tabiat ayetlerinde (kanunlarında) nasıl
ki bir düzen vardır. Çıkarlarımız için bu tabiat kanunlarına riayet gerekir.
İşte Rabbimizin Teşrii kanununda da bir düzen vardır. O kanunlara riayet
gerekir.
Kur'anı Kerimde "Siz
Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah'da size yardım eder"[49]
buyurulmuştur. Bir başka ayette de "Eğer Allah size yardım ederse size
galip gelecek yoktur."[50]
buyurulmuştur. Yardımın gelmesi gayretin olmasına bağlanmıştır.[51]
Kitap:
Mir'at-ül-usulde (sh. 16-17) şöyle tarif edilmiştir: "Rasulümüz Muhammed
s.a.v. üzerine nazil olan nazındır"
Her ilimde tarifler
çok önemlidir. Bütün mezhepler meşrepler ve ekoller tariflerle birbirinden
ayrılırlar. Kur'an manasıyla nazmıyla Kur'andir diye tarif eden ehli sünnet
alimleri Kur'andaki kelimelerin ve dizilişlerininde ilahi olduğunu kabul
ettikleri için Kur'anın meali (Tercemesi)ni okuyanın Kur'anı okumuş
olamayacağım ancak terceme yapan zatın anladığını okumuş sayılacağını ifade
etmişlerdir. Kur'anı kerimin anlaşılabilmesi için arapça indirildiğini,
insanlar arasında Allah'ın gösterdiği şekilde hükmedilmesi için indirildiğini
açıklayan ayetlerden Kur'anın nazım ve manadan ibaret olduğunu anlarız.
Elimizde okumakta
olduğumuza "Mushaf" denir. O Kağıt fabrikasının imal ettiği kağıt ve
matbaa mürekkebinden meydana gelir. Halk arasında "Kur'an yanmaz"
sözü doğrudur. Çünkü nazm ve mana yanmaz ama "Mushaf" yanar. Çünkü
kağıt ve mürekkebdir.
"Mushaf "
harfleri üzerinde rakamsal çalışma yapan hurufilere Ehli sünnet alimleride, şii
alimleride, zahirilerde iltifat etmemişlerdir. Çünkü Kur'anı kerim nazm ve mana
yönünden ilahidir. Hat (yazı) yönünden ilahi değildir.
Bu konuda yazılmış
çeşitli kitap veya makale vardır.
Ondakuz rakamı üzerine
eserler yazıldığı gibi, ondört rakamı üzerine, yedi rakamı üzerine, yirmiiki
rakamı üzerine, yazılmış makalelerde vardır.
Kur1 anın ahkamı ve
ameli sizi ilgilendirmiyorsa ve .bolca vaktiniz varsa Kur'anda birkaç yerde
geçen kırk veya yetmiş rakamlarını alınız ve sizde birşeyler bulabilirsiniz[52]
Allah (c.c.) kendi
kelamını yine kendisinin açıkladığını haber vermektedir.[53]
Herhangi bir ayeti okuduğumuzda o ayette geçen kelimelerin ne manaya
geldiklerini yine Kur'am kerimin diğer ayetlerinde ararız. Bir hüküm bildiren
ayetle ilgili başka ayetleride alınmış ve ikisinden bir veya birkaç hüküm
çıkarılmıştır.
Günümüzde
"gavurun ekmeğini yiyen kılınanı kuşanır" sözünü doğrulayan batı
üniversitelerinde geçimini temin eden bazı bilginler, batılıya yaranmak için
Kuranı Kerimden bir ayet alarak[54]
Yahudi ve Hristiyanlara "Sizde Cennete gideceksiniz iyi kalpli olun
işleriniz iyi olsun yeter. Müslüman olmanıza gerek yok" demeye gelen
kitaplar ve makaleler yazmaktadır. (Türkçeyede terceme edilen bu kitabın adını
ve adresini vermek istemiyorum.)
Kur'anı Kerimde
yahudilerin, Uzeyre Allah'ın oğlu, hristiyanların, İsa'ya Allah'ın oğlu
dediklerini, haber verir.[55]Müminlere
en katı düşmanlar Yahudiler ve müşrikler (Ateistler) olduğunu, sevgice en yakın
olanlarında Nasara olduğunu haber verir.[56]
Yahudi ve hristiyanlan dost edinmememizi emreder.[57]
Ayrıca Allah katında
gerçek dinin İslam olduğunu[58]
İslamdan başka din arayanın dininin kabul edilmeyeceğini haber verir Rabbimiz.[59] O
bilginin dayandığı ayetler Bakara 62 ve Maide 69 da çok az ayrılıklarla aynı
iken Hac 17 de ise yahudiler hristiyanlar, sabiin, mecusiler ve müşrikler
zikredildikten sonra kıyamet gününde bunların aralarının ayırtedileceği haber
verilmektedir. Ayrıca O bilginin dayandığı ayette Yahudi, Hristiyan ve sabiinin
cennete gitmelerini; Allah'a ve ahirete imandan sonra ameli saliha bağlamıştır.
Kur'anın tarif ettiği
şekilde Allah'a ve ahirete inanan ameli salihini yerine getiren ister yahudi,
ister hristiyan, ister sabii, ister mecusi, ister kominist asıllı olsun
değişmez. Müslüman olur ve mümin olarak ölürse cennete girer.
Cennet müminlerin veya
bir başkasının tekelinde değildir. Onu yaratan Allah (c.c.) oraya kimlerin
girebileceğini Kur'ani keriminde bildirmiştir. Sonuç olarak baştaki cümlemizi
tekrar edelim: Kur'anı Kerimi yine Kur'anla tefsir edeceğiz.[60]
Birçok ayeti kerime
bir soru veya bir olay üzerine nazil olmuştur. Ayeti kerimelerin anlaşılmasını
kolaylaştıran bu esbabı nüzul o ayetin yalnız o olaya tahsis edilemeyeceğini
ifade etmiş usulcülerimiz.
Mesela bir sahabi
hakkında nazil olan bir ayet bizi ilgilendirmemiş olsa idi biz bindörtyüz sene
sonra geldiğimiz için bizi ilgilendiren ayet olmaması gerekirdi.[61]
Bütün peygamberlere
iman ettiğimizi, aralarında ayırım yapmadığımızı her gün yatsıdan sonra
okuduğumuz Amenerrasulü diye başlayan Bakara suresinin son iki ayetiyle ikrar
ederek yatıyoruz. Kur'anı Kerimde bir sahifede on sekiz peygamberin ismini
zikrettikten sonra "İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir.
Onların yoluna uy"[62]
buyurmakla geçmiş peygamberlerin Kur'an tarafından bize bildirilen ve
neshedilmeyen hükümlerinin bizim içinde geçerli olduğunu haber vermektedir.
Bir ayette "Nuh'a
buyurduğu şeyleri sitede şeriat yaptı"[63]
buyuruyor. Bir başka ayettede "Doğruya meyleden İbrahim'in dinine uy'[64]
buyuruyor.
Bütün peygamberleri
gönderen bir tek Allah olduğuna göre getirdikleri itikad esasîarındada birlik
vardır. Zaman, mekan ve imtihana göre degişen ahkamda vardır. Eğer Kur'anı
kerim ahkamı bildiriyorda neshedildi veya bu yalnız onlara hasdır[65]
demiyorsa, "Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş ve yaralara karşılıklı Ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu onun
günahlarına keffaret olur. Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar
zalimlerdir" (Maide 45) ayetinde olduğu gibi bizim içinde geçerlidir.
Günümüzde bir kısım
yazarlar bu ayet Yahudiler hakkındadır, bu ayet Hristiyanlar hakkındadır, bu
İbni Abbas hakkındadır, bu Mekkeliler içindir, bu Ensar içindir diyerek bize
yalnız namaz, oruç ve kelimei şehadeti bırakıyorlar. Farkına varmadan İslami
hareketlerin karşısına dikilen bunlar baldan şarap yapar gibi Kur'an
ayetlerini.çarpıtarak Allah'ın yaratılmışlar üzerindeki hakimiyetini
yaratılmışlara vermeye çalışırlar.
Biz Kur'an ve sahih
hadislerin haber verdiği neshedildiği veya o kavme has olduğu bildirilmeyen
geçmiş peygamberlerin şeriatınada uymakla emrolunduk. Esbabı nüzulün ayeti
tahsis etmediğine, hükmünün genel olduğuna inandık. Eğer ayetler, yalnız nazil
oldukları insan veya toplulukları ilgilendirmiş olsa idi bize yönelik ayet
olmazdı. Halbuki Kur'anı kerim Rasulün bütün alemlere gönderildiğini haber
verir.[66]
Fatiha suresinden Nas
suresine kadar yüzondört sureye Kur'an denildiği gibi bir tek ayetinede Kur'an
denir.[67]
Kitabı en güzel olarak indiren[68]
Allah'dan daha doğru sözlü olmadığını bildiren[69]
Allah (c.c.) ün kelamını anlamaya çalışan öncülerimiz ve önderlerimiz bir
ayeti incelerken bu ayet Has mıdır, Âm'mıdır, Müşterek midir, Müevvel midir,
Zahir midir, Nas mıdır, Müfesser midir, Hafi midir, Müskil midir, Mücmel
midiri, Müteşabih midir, Sarih midir, Hakikat manasındamıdır, Mecaz mıdır,
kinaye mi vardır diye araştırdıktan sonra bu ayet ibaresiyle ne diyor,
işaretiyle ne diyor, delaletiyle ne diyor, iktizasıyla ne diyor diye
araştırmışlar.
Bu kadar teferruat
zorlaştırmak için değil kolaylaştırmak içindir. Aslında her dilde yazılmış
eserleri anlamak için bu tür bakış metodu geliştirilmiştir.
Edebi sanatların adını
bilmesede Türkçe konuşan bir insan "açık göz" tabirinde hakiki mana
ile kinayeyi bilerek kullanır. Ama kinaye nedir bilmez.
Yukarıda saydığım
yönlerin isimlerini Ebu Cehil sayamazdı ama arabça çok iyi bildiğinden ayetin
ibaresiyle neyi kasdettiğini, işaretiyle neyi kasdettiği bilirdi.
Misal "Allah
alışverişi helal kıldı. Faizi haram kıldı"[70]
ayetinin ibaresiyle alışverişin helal, faizin haram olduğunu, işaretiylede
alışverişle faizin aynı olmadığını ve kendilerinin söylediği "alışverişte
faiz gibidir" sözüne cevap olduğunu anhyorlardı.
Misal "Onların
işleri aralarında şura iledir"[71]
ayetinin ibaresi bize işlerimizi istişare ile yapmamızı, devlet yönetiminin
şura ehliyle istişare edilerek yapılması gerektiğini öğretirken, işaretiyle şura
ehlinin yetiştirilmesini onların yetişeceği okulların açılmasını emretmektedir.
Misal "Eğer anne
ve babandan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara
karşı "Öf deme"[72]ayetinin
ibaresinden anne ve babaya "öf demenin yasak olduğunu öğreniyoruz. Ayette
dövmek yasaklanmıyor. Ama ibaresi "öf demeyi yasaklayınca Delaletiyle biz
dövmeninde yasak olduğunu anlıyoruz.
Misal
"Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz........haram kılındı"[73]
ayetine göre neleri haram kılındı, bilinemiyor. Onlarla görüşmek, konuşmak,
ellerinden tutmak mı haram kılındı?, İşte burada bir kelime iktiza ediyorki
oda."Nikahlamak" lafzıdır. Ayetin ibaresinden, bunların haram
kılındığını, iktizasmdanda Nikahlanmamn haram kılındığını öğreniyoruz.
Misal "Leş, kan,
domuz eti, Allah'dan başkasına kesilenler, boğulmuş, bir yerine vurularak
öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, bir başka hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı
hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerinde boğazlananlar ile
fal oklanyla kısmet aramanız size haram kılındı"[74]
ayetinde leşin, kanın ve diğerlerinin haram kılındığı bildirilmekte. Peki neyi
haram kılındı? Yenmesi mi derisi mi, kemiği mi, boynuzunu kullanmak mı? İşte
burada "yenmesi" kelimesi iktizasıdır.
Domuzun dışındakilerin
kemiğinden, derisinden, boynuzundan, yararlanabilirsiniz. Bize yenmesi
yasaklanmıştır. Ayetlerin vecihlerini (Nazm, beyan, isti'mal ve vukufunu),
Beyan yönlerini (Takrir, tefsir, tağyir, tebdil, zaruretini) Hakikat, mecaz ve
kinayesini bilmeyenler "Kim bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve daha
şaşkın olacaktır."[75]
ayetine bakarak körlerin kötü durumunun iki dünyadada devam edeceğini
söyleyeceklerdir. Halbuki ayette kalbi kapalı kafirler kasdedilmiştir.[76]
Bir üst'ün, birşeyin
yapılmasını istemesine Emir denir. Bir şeyin yapılmamasını istemesinede yasak
denir. Usul kitaplarında kesin olmamakla beraber yuvarlak hesap bin emir ve
bin yasak olduğu ifade edilir.
Kur'anı kerimde
birşeyin emredildiğini bize bildiren emir kipleri (sığaları) şunlardır.
1- Kılınız,
veriniz itaat ediniz gibi emir fiilleri.
2- Emir
lamıyla gelen fiili mazi: "Kim ramazan ayma şahid olursa oruç tutsun (Li
Yesumhü)"[77] ayetinde olduğu gibi.
3- Emir
yerine geçen masdar: "Savaşda kafirlerle karşılaştığınızda boyunlarını
vurun"[78] ayetindeki
(Darb-er-Rikab) gibi.
4- Emir fiili manasında isim:"Haydi
gel"manasındaki (Heyte lek) ismi gibi[79]
5- Kendisinde talep manası bulunan haber
cümlesi: Saf suresinin 10-12 nci ayetlerinde azabdan bizi kurtaracak ticaretin,
Allah'a Rasulüne iman ve Allah yolunda canımız ve malımızla cihad olduğunu
haber verirken imanı ve cihadı emretmektedir.[80]
Bazı emirler varki
vucup ifade eder. Mutlakayapılması gerekir. Yapılmadığı takdirde cezayı
gerektirir. İnkarıda küfrü gerektirir.
Bazı emirlerde varki
ibaha ifade eder. Yapmak veya yapmamakta serbest oluruz. Mesela: "İhramdan
çıktığınızda avlanınız"[81]
ayetine göre hacca giderken ihramla beraber silahda götürmemiz gerekecek. Veya
"Cuma namazı kılınınca hemen yeryüzüne dağılınız"[82]
ayetine göre selam verince hemen dışarı çıkmak farz olacak. İşte bu tür
emirlere emri ibahi denir.
Bir emrin vucup mu
yoksa ibaha mı ifade ettiğini bilmek için bazı kaideler getirilmiştir. Mesela:
o emri yerine getirmeyenler kınanıyorsa, azab vadediliyorsa, bir ceza ile
korkutuluyorsa o emir vucup ifade eder.
Genel olarak emirler
vucup ifade eder. İbaha ifade ettiğine dair bir karine, işaret olmalıdır. Bu
konuda da ölçü efendimizin (s.a.v.) hayatıdır. Yoksa "Haram, aylar çıkınca
kafirleri bulduğunuz yerde öldürünüz"[83]
ayetine göre haram aylardan sonra mutlaka kafir öldürmemiz gerekecekti.
Bazı emirlerde
vardırki tehdit içindir. Mesela kafirlere hitaben "Dilediğinizi yapın
Allah yaptıklarınızı görmektedir."[84]
ayeti dilediklerini yapmayı emretmez. Bu tehdit içindir. Sakındırmak için[85] aciz
bırakmak için[86] ibret için[87]
gelen emirler vardır.[88]
İnsanlar arasında
verilen emir yerine getirilmekle sona erer. Buna binaen bir defa namaz kılanda
emri yerine getirmiş olur denemez. Kur'anı kerimde emirler bir sebebe dayah
olarak emredilmiştir. Mesela namazın farz olması için vakit bir sebep
kılınmıştır. Ramazan orucu için ramazan ayı, Hac için Mescidi haram sebep
kılınmıştır.
Sebebin tekrar
etmesiyle biz emirlerin gereğini yerine getiriyoruz. Namaz vakitleri ile
ramazan ayı tekrar tekrar yeniden gelmektedir. Mescidi haram tekerrür etmediği
için gücü yetenlere her sene hac farz değildir.
Her emrin vucubu için
bir sebep vardır. Birde o emrin edası için sebep vardır. Mesela namazın vucubu
için sebep vakittir. Edası için sebep Allah'ın emridir. Bazan kutuplarda olduğu
gibi vakit olmayabilir. Ama Allah'ın emri ise heryerde vardır. Vaktin olmadığı
yerde emir vardır. Vakitler takdir edilerek emir yerine getirilir. Bazı
emirler vardır ki hemen yapılması gerekir. Bazı emirler vardırki daha sonra
yapılmasınada müsaade edilmiştir. Mezhepler arasında ihtilaf olmasına rağmen
mutlak olan, belirli bir zamanla kayıtlı olmayan emirler Ömri dir. Yani farz
olduğu an yerine getirilmesi gerekmez. Hac gibi daha sonrada yerine
getirilebilir.[89]
Yasak, bir üst'ün
yapılmamasını istediği şey, ayeti kerimeye göre bütün insanlar bir erkekle bir
kadından dünyaya geldiğine göre[90]
Hadisi şerifte "Bütün insanlar tarak dişleri gibi eşit" olduğuna göre
birinin diğerlerine üstünlük sağlayarak emir veya yasaklar koyma haram veya
helali belirleme yetkisi yoktur.
Bütün varlıkları
yaratan yüce Allah insanların bu dünyada neyi nasıl yapacaklarını, neleri
yapmayacaklarını belirlemiştir.
Kur'anı kerimde
yasaklama kipler (sığaları) da çeşitlidir.
1- Başına La
gelen müzari fiili ile"zinaya yaklaşmayınız"[91]
ayetinde olduğu gibi.
2- Yasaklama
manasına gelen emir "Pis putlardan sakının, yalan sözlerden çekinin"[92]
ayetinde olduğu gibi.
3- Yasakdır.
Yasaklar ifadeleri ile "Allah; fuhşiyatı, fenalığı, haddi aşmayı
yasaklar"[93] ayetinde olduğu gibi.
4- Haramdır.
Haram kılındı ifadeleri ile "size anneleriniz, kızlarınız, kız
kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz.... ile evlenmek haram kılındı"[94]
ayetinde olduğu gibi.
5- Helal değildir
ifadesi ile "Kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal
değildir"[95] ayetinde olduğu gibi.
Birşeyin yasak olması
o şeyin batı! olmasını gerektirir mi? sorusunun cevabmdada mezhepler arasında
ihtilaf edilmiştir. Hanefilere göre birşeyin fasid veya batıl olduğunu sari'
(kanun koyusucusu) tesbit eder. Birşeyin sıhhati için gerekli şart ve rükünler
bulununca fesad veya batıllığı kalkar. Onun için birşeyin yasak olması o şeyin
batıl olmasını gerektirmez. Mesela, cuma ezanı okunmaya başlayınca hemen
camiye yürümek farz[96] o
esnada alışveriş yapılmaz. Eğer yapılırsa alışverişin şartlarıda yerine
gelmişse yasağı çiğnemekten günaha girilir ama alışveriş aktide geçerlidir.
"Günahda ve düşmanlıkta yardımlaş mayınız"[97]
ayetine göre içki bayiine üzüm, silah fabrikasına sahip düşmana demir
satılmaması gerekir. Ama satış yapılırsa satış esnasında alınıp satılanlar
meşruu mallar olması nedeniyle akid geçerlidir. Emre muhalefetten mekruh bir
iş işlenmiştir.
Genellikle yasaklar
haramı ifade eder. Ama karine ile kerahetinede hükmedilir.[98]
Kur'anı kerimde geçen
kelimeler ya birtek manaya gelirler veya çokluk ifade ederler. Mesela "Ey
insanlar" diye başlayan bir ayette "Nas" kelimesi insanlardan
başkasına söylenmediği için insan cinsini ifade ettiği için Has dır. Yani o
hitabın ardından gelen emir veya yasak yalnız insanlaradır; Meleklere veya
hayvanlara değildir.
Ayrıca "Nas"
kelimesi bütün insanları içerdiği içinde Amm dır.[99]
Âm'm bütün fertlerini
içine alan lafızdır.Bir kelimenin Âm olduğunu bildiren alametler:
1- İstiğrak
için olan Lamı ta'rif.
Mesela: "Allah
alışverişin helal, faizi haram kıldı" ayetinde[100] her
çeşit alışverişin helal herçeşit faizin haram olduğunu Bey' ile Riba
kelimelerinin başına gelen El lamı tarifinden anlarız.
2- Şart isimleri: "Kim Ramazan ayına şahid
olursa oruç tutsun"[101]
ayetindeki "kim" kelimesi bütün akıl, baliğ ve muktedir Müslümanları
içine alır.
3- İsmi mevsuller: "O kimselerki faiz
yiyorlar onlar ancak şeytan çarpmış kişiler gibi kalkarlar"[102]
ayetindeki Ellezine de umum ifade eder.
4- Her,
hepsi tamamı manalarına gelen Küllü ve Cemi1 kelimeleri: "Her nefis ölümü
tadacaktır[103] ayetindeki
"her" manasına gelen Küllü kelimesi elfazıâm'dandır.
5- Nefihden
sonra gelen nekre: "Dinde hiç bir zorlama yoktur."[104] ayetinde
lâ'dan sonra gelen İkrahe kelimesi onu ifade eder.
Âm olan ayetlerin
hükmünü tahsis eden başka bir delil olmadıkça katiyyet ifade eder.
Mesela:
"Yeryüzünde hiçbir canlı yokturki rızkı Allah'a ait olmasın"[105]
ayetinde Allah'ın rızkının bütün canlılara şamil olduğunu hiçbir canlıyı
istisna etmediğini haber verir.
Âm olan ayetlerin tahsisi:
1-Ayetle
ayet tahsis edilir.
Mesela: Kocası ölmüş
kadınların dört ay on gün iddet beklemelerini emreden ayet[106]
bütün kocası ölmüş kadınları içerir.Kocası ölmüş hamile kadınların iddetinin
doğuma kadar olduğunu bildiren ayet[107] ise
yukardaki bütün kocası ölmüş kadınlardan hamile kadını istisna etmiştir.
2- Mütevatir
veya meşhur hadisle umum ifade eden ayetin tahsisi:
Mesela: Evlatlara
kalan malın taksimini bildiren ayetde[108]
yalnız "evlatlar" kelimesini kullanmış. Bu ayete göre babasının
malına göz dikerek babasını öldüren evladda varis olması lazım. Ancak peygamber
efendimiz "Katil hiçbir şekilde öldürdüğüne varis olamaz. (Ebu Davut-
Diyat) hadisiyle ayeti tahsis etmiştir.
Ayette "Hırsızlık
yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" buyurur.[109]
ayetin genel anlamına göre bir yumurta çalanında eli kesilmesi gerekir. Ancak
efendimiz "Dinarın dörtte birinden aşağısında el kesilmez" hadisi
ayeti tahsis etmiştir. (Müslim hadis no 1684)
Allah'ın ismi
anılmadan (besmele çekilmeden) kesilen hayvanın yenmeyeceğini bildiren ayet[110]
kesenin Müslüman mı, hristiyan mı, mecusi mi olduğunu bildirmez.
Müslümansa unutarakmı
yoksa kasden terkederekmi kestiğini de bildirmez. Bu ayete göre bir Müslüman
besmeleyi unutarak koyun kesse veya besmeleyi bilmeyen bir Hristiyan kesse o
koyun yenmez. Hadisi şerife göre ise besmele çekilip çekilmediği bilinmeyen bir
eti besmeleyle yemek helaldir.
"Müslüman besmele
çeksede çekmesede kestiği helaldir" buyurmuş Efendimiz.[111]
Bir şeyi tayin veya
tahsis etmeden o şeyin tamamını içerdiğine delalet etmeden o şeyin cinsinde
şayi olan lafza Mutlak denir. Bunun ak-sinede Mukayyed denir.
Mesela: Maide
suresinin üçüncü ayetinde haram kılınanlar arasında kanda zikredilmekte,
Buradaki kan (Dem) kelimesi Mutlaktır. İnsan kanımı, koyun kanımı, akan kanmı
yoksa etin içindeki, ciğerdeki kanmı diye ta'yhı ve tahsis edilmemiştir. Ancak
En'am suresinin 158 nci ayetinde ise "akıtılmış kan'ın haram olduğunu
ifade ederek tahsis etmiş ve Mukayyed olmuştur. Buna göre dalak, ciğer, ve
etin içindeki kanın haram olmadığı ortaya çıkar.
Mutlak olan ayetler
kolaylık getirdiğinden, Allah (c.c.) de kolaylığı murad ettiğinden, ayet ayrı
bir hüccet olduğundan mutlak, rriukayyede hamledilmez. Hanefilere göre Mutlak,
Mukayyetle hamledilmez.
Misal: 1- Evlenilmesi haram kılınan kadınları
sayarken ayeti kerime[112] süt
anneleri ve süt kız kardeşlerimde zikreder, ne kadar emdiğini zikretmediğinden
ayet Mutlaktır. "Ayrı ayrı iki defa veya beş defa emmek haramdır"
diye rivayet eden hadislerle Mutlak olan ayet Mukayyede hamledilmez ve
Hanefilere göre bir yudumluk sütle süt kardeşi veya süt annesi olunur.
Misal: 2- Keffareti zıhar için bir köle
azadını emreden ayette[113]
kölenin mümin veya kafir olacağını açıklamadan Mutlak olarak bahsetmiş. Hata
ile bir mümini öldürenin, mümin bir köle azat etmesini emreden ayet[114] ise
azat edilecek kölenin mümin olması gerektiğini söylemiş.
Şimdi Hanefilerin
"Mutlak, Mukayyede hamlolunmaz" kaidesine göre keffareti zıhar için
mümin veya kafir her hangi bir köle azad edilirken, hata ile öldürmede ise azad
edilenin mümin olması gerekir.
Şafiilere göre ise
Mutlak Mukayyede hamledildiğînden her iki halde-de mümin köle azad edilir.[115]
Cibrili- Emin
aracılığı ile Kainatın yaratıcısı, yaşatıcısı, öldürücüsü ve huzurunda
toplayıcısı olan Allah (c.c.) tarafından peygamberlerin sonuncusu Muhammed
(s.a.v.)'e gönderilen Kur'anı kerim gönüllere yerleşmesi için ağır ağır (ayet
ayet)[116] yirmiüç senede
indirildi.
İndirilen her ayet ve
her sure efendimiz tarafından vahy katiplerine anında yazdırıldı.[117] Ve
efendimiz zamanında Hafizu-1-Kur'an olan Übeyy b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeyd b.
Sabit, Osman b. Affan Ebud-derda, Sa'd b. Ubeyd, Ebu Zeyd, Temimuddari,
Mecmeü-İbnü-Cariye, Salim, Abdullah b. Mesud,[118]
gibi zatlarda o ayet ve sureleri ezberliyorlardı. Kur'an, Efendimizin
sağlığında yazıldı ve ezberlendi.
Efendimizin vefatından
sonra Hilafete seçilen Hz. Ebubekir (r.a.) zamanında yapılan harplerle birçok
hafızın şehid olması üzerine endişelenen Hz. Ömer bu endişesini Hz. Ebubekire
açar onu ikna eder. Hz. Ebubekir de efendimiz zamanında Kur'anı kerimi yazan
ve gönlüne nakşeden Zeyd b. Sabiti çağırır durumu ona bildirir ve Kur'anın
toplanması konusunda onu ikna eder. Zeyd b. Sabit de hurma dallarına, beyaz
taşlara ve kemiklere yazılanları ve hafızalardakini topladı. Toplanan bu
Mushafı Hz. Ebu bekire teslim etti. Vefatından sonra Hz. Ömere geçti. Hz.
Ömerin vefatı üzerine Efendimizin hanımı Hz. Ömer'in kızı Hafsa ya bırakıldı.[119]
Buharinin bu
hadisinden de anhyoruzki Kur'anı kerim Peygamber efendimiz zamanında taşlara,
hurma dallarına kemiklere yazılmış hafızalara alınmıştır.
Kur'anı kerimin yedi
harf üzerine nazil olması nedeniyle[120]
Irak, Şam, Azerbeycan dolaylardında fetihlerle meşgul olan sahabeler arasında
kıraat farklılıkları ihtilaflara sebep olunca Huzeyfe (r.a.) durumu Hz. Osmana
bildirdi. Yahudi ve Hristiyanların kendi kitaplarında düştükleri ihtilafa
düşmemelari için tedbir almasını istedi. Bunun üzerine Hz. Osman r.a. Hafsa
(r.a.)nın yanındaki Mushafı istedi. Hz. Zeyd b. Sabit başkanlığında Abdullah b.
Zübeyr, Sa'd b. As ve Abdürrahman b. Haris b. Hişama yeniden yazmalarını
istedi. Komüsyondakilerden Zeyd hariç diğerleri Kureyşlidir. İhtilaf ettikleri
kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazmaları çünkü Kur'anın onların dili üzerine
nazil olduğunu bildirdi. Bir kaç nüsha yazıldı ve dışarıya gönderildi. Hafsanın
Mushafı kendisine geri verildi ve diğer farklı nüshaların yakılması emredildi.[121]
Cephedeki Kur'an
okuyucular arasındaki bir kısım ihtilaf, mana ayrılığı meydana getirmiyordu.
Ancak aynı manayı ifade eden lafzın okunuşunda ihtilaf vardı. Mesela
"cezve" kelimesini[122]
cizve veya cüzve diye okuyanlar vardı.
Bir kısmı takdim ve
tehirde, hareket değişikliklerin de ve harf değişikliklerinde de ihtilaf
yapıyorlardı. Bütün bu ihtilafları kesmek için devlet başkanının tedbir
almasını Huzeyfe, Hz. Osmandan ister.
O da gerekli tedbiri
alır. Komüsyon tarafından yazılan yedi adet Mushaf şehirlere gönderildi. Halkın
elindekilerde bir kısmı yakıldı bir kısmida tekrar yazıda kullanılmak üzere
suda yıkanarak imha edildi. Bunların yakılmasına sebep: Birçok sahabe kendisi
için yazdığı Mushafa tefsir kabilinden kelimelerde yazmıştı. Efendimizden
duyduğu duaları şerhleride yazmışlardı. Zamanla ihtilafa sebep olmasın diye
yakıldı veya yazılan yıkanıp yeniden malzemeleri kullanıldı.
Şii kaynaklara göre;
Bütün bu olaylara yakinen şahid olan Hz. Ali r.a. "Osmanm yerinde ben olsa
idim aynısını yapardım"[123]
diyerek onun icraatını onaylamıştır.
"Hz. Alinin de
bir Mushafı vardı. Onda başka sureler vardı. Hz. Osman onları bu Mushafa
almadı" gibi zihin karıştırıcı sözler hiçbir şii kaynağında yoktur. 1400
senelik tarih içinde şiilerle sünnilerin Mushafı aynı olmuştur. Ayn bir
Mushafın basıldığı görülmemiştir.
Bu tür sözler
arabozucu batılı müsteşrikler ve Kazanlı Kâzım beyin işbirliğiyle ortaya
atılmıştır. Ama şii ve sünni çevrelerden ilgi görmemiştir. Ancak şii- sünni
çatışmasından çıkar sağlayan çevreler müsteşrikler tarafından ortaya atılan
iğrenç iftirayı gündeme getirmekle İsrar etmektedirler.
Şiilerin el-kafi
isimli eserinde Kur'anin eksikliği konusundaki iddialar yine şiiler tarafından
reddedilmiş ve her mezhepde hadis uydurucuları olduğu gibi şiilerdede bu tür
şeyler uydurulmuştur diye el-kafi savunulmuştur.[124]
Bir sure veya ayetin
Kur'andan olduğunu isbat etmek için üç şart gerekiyor:
1- Peygamber
efendimizden tevatür yoluyla bize nakledilmiş olması gerekir. Allah'a
hamdolsunki ondört asır içinde birgün dahi o tevatürü zedeleyecek bir durum
olmamıştır. Binlerce hafızımız gönülden gönüle dil kanalıyla Kur'anı Kerimi
nakletmişlerdir.
Peygamber efendimizin
zamanından ondört asır sonra dünyaya teşrif eden Abdürrahman Gürses hoca
efendinin icazetnamesinde kırk kadar ra-vinin isimleri zikredilerek Efendimize
ulaşmaktadır.bu kıraat senedinin silsilesir...
Tarihde hiçbir kitabın
veya hikayenin veya destanın rivayetinde böyle bir senet,silsilesi
tutulmamıştır.
2- Hattı-Osmaniye'ye
(yani hazreti Osman yazdırdığı hatta) uygun olması gerekir. Bugün henüz Hz.
Osmanın yazdırdığı Mushafların herhangi birine sahip değiliz. Ancak birçok
kıraat kitaplarında Fatihadan, Nas suresine kadar baştan sona Kur'andaki her
kelimenin nasıl yazıldığını ve okunduğunu tarif eder kitaplarımız vardır. Bu
tariflere.uygun olarak Hattı Osmani üzerine Mushaflar basılmıştır.
Ebu Amr Osman b.
Said-ed-Dani (Ö:444)"Elmukni'fi Resmi Mesa-hıf-il-Emsar" isimli
eserinde Şam, Basra ve Küfeye gönderilen, Medinede kalan Mushaflara bakarak
kelimelerin nasıl yazıldığını bize tarif edivermiş ve bu eser günümüze kadar
gelmiştir.
3- Arap dil.
kaidelerine uygun olması gerekir.
Bu üç şarttan asıl
olanı birincisidir. Yani tevatür şartıdır. Tevatürle bize gelen bir ayette dil
kaideleri yönünden bir uyumsuzluk olsa tevatürü esas alırız. Çünkü her dilde
olduğu gibi arap dilindede dilciler arasında ihtilaf vardır. Sibeveyhle-Kisai,
Basra mektebiyle Küfe mektebi arasındaki ihtilaflar ciltler doluşudur.
Türk dili yapısında
birçok değişmeler olduğu gibi Arap dilindede olmuştur. Bugün müsteşrik tipi
araştırma yapan bir kısım arap bilgini kendi kullandığı gramer bilgisine kıyas
ederek Kur'anda yanlışlar aramaya kalkmıştır. Ancak kendi eksikliğini
açıklamaktan başka birşeyede yaramamıştır.
Biz Allah'ın iki çeşit
ayetinin olduğuna inanırız.
1- Okunan ve
amel edilen Kur'anı kerim ayetleri
2-
Tabiattaki ayetleri[125]
yani tabiat kanunları.
Tabiat konunîarı
yaratılalı kaç bin, milyon veya milyar sene olduğunu kesin olarak bilemiyoruz.
Ancak bugüne kadar tabiat kanunları üzerinde araştırma yapan fizik, kimya,
biyoloji vs. uzmanlarından bir tanesinin tabiat kanunlarında bir düzensizliğe,
eksikliğe veya fazlalığa rastladığını söyleyen olmamıştır.
Allah (c.c.) milyon
veya milyar sene önce koyduğu milyonlarca tabiat kanununda hata etmiyecek her
çağa uygun olacakda bindöryüz sene önce indirilen altıbin küsur ayette mi kusur
edecek ve bu çağa yeterli olmayacak?
Bu tür iddiayı ortaya
atanlar somut bir örnek veremiyorlar. "Mesela Kur'anm şu emri veya yasağı
çağımıza uygun değildir" diyemiyorlar. Ancak papağan gibi öğretileni
tekrar ediyorlar.
İslam hukukunun ana
kaynağı olan Kur'anı Kerimde itikada, ibadete, güzel ahlaka dair ayetler olduğu
gibi Aile hukukuna,[126]
Medeni hukuka[127] Ceza hukukuna[128]
Muhakeme usulüne[129]
Uluslararası hukuka[130]
Devlet bütçesinin girdisi çıktısıyla ilgili[131]
ayetlerde vardır.[132]
Hulasa Kur'an insanlara gönderildiğinden hükümleri her çağda her sorunu çözecek
şekilde indirilmiştir.
Zamanın değişmesiyle
Kurallarında değişeceğini, Kuranın bindörtyüz sene önce nazil olması nedeniyle
şartların çok değiştiğini, ziraat toplumundan sanayi toplumuna geçildiğini,
ziraat toplumunda kapalı aile hayatı olduğunu sınırlı mekan üzerinde sınırları
istekleri olduğunu, günümüzde ulaşım ve iletişim vasıtalarının hızıyla
dünyanın tek aileye dönüştüğünü onun için bindörtyüz sene öncesinin
kurallarının bugün geçerli olmayacağını söyleyenler 1) Kur'anı dikkatli okumayanlar
2) Yarının
ne getireceğini bilemeyen insanın yaptığı kanunlarla yarını yaratan Allah'ın
kanunlarını yargılamaya kalkanlardır.[133]
Kur'anda en uzun sure
Bakara suresi Kur'anda en kısa sure Kevser suresi Kur'anda en uzun ayet
Müdaycnc ayeti[134]
Kur'anda en kısa ayet Velfecr ayeti[135] İlk
nazil olan ayet İkra oku[136] En
son nazil olan ayet Bakara suresi 281nci ayet İlk nazil olan sure Fatiha suresi
En son nazil olan sure Nasr suresi Kur'anı kerimde 114 sure vardır.
14 yerde secde ayeti
vardır. Bu ayetler okunduğunda Tilavet secdesi yapılması gerekir.
Tilavet secdesi olan
yerler: Araf 7/206, Ra'd 13/15, Nahl 16/49, İsra 18/107, Meryem 19/58, Hac
22/18, Furkan 25/60, Nemi 27/25, Secde 32/15, Sad 38/24, Fussilet 41/37, Necm
53/62, İnşikak 84/21, Alak 96/19.[137]
Tefsir hadis ve fıkıh
ilimleri tedvin edildiği gibi mütevatir kıraât'te belirli merkezlerde
okutulmaya başlandı.
Mütevatir kıraat
imamları olan:
1 NafT b.
Ruveym. Medine H. 167/M. 783
2 Abdullah
ibni Kesir. Mekke H. 120/M. 737
3 Ebu Amr b.
Alâ. Basra H. 155/M. 771
4 Asım b.
Ebin Nücud. Küfe H. 128/M. 745
5 Hamza b.
Habib. Küfe H. 157/ M. 773
6 Ali
el-Kisai Küfe H. 189/M.804
7 Abdullah
b. Amir Şam H. 118/M. 735
Bu değerli alimler
sahabe ve tabiinin rivayet ettiği Kur'anı kerim üzerine bütün zamanlarını
vermişler mütevatir kıraati tesbit etmişler ve kendilerinden sonrakilere
öğretmişler. Bizim okumakta olduğumuz kıraat Ebu Ömer Hafs b. Süleymanın (H.
180) Asımdan rivayet ettiği kıraattir.[138]
1- Ayet
sayısı en fazla olan Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf ve Yunus
surelerine Seb'ı Tıval yedi uzun sure denir.
2- Tevbe,
Hud, Yusuf, Nahl, İsra, Kehf, Tana, Enbiya, Müminun; Şuara, Saffat surelerine
Miun yüzlükler yani ayetleri yüz dolaylarında olanlar.
3- Enfal,
Ra'd, İbrahim, Hicr, Meryem, Nur, Furkan, Nemi, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman,
Secde, Ahzap, Sebc1, Fatır, Yasin, Sad, Zümer, Mümin, Secde, Şura, Zuhruf,
Duhan, Casiye, Ahkaf, Muhammed, Feth, surelerine Mesani denir.
4- Hucurat
suresinden Nas suresine kadar olanlarada Mufassal denir.
a)
Hucurattan Büruc suresine kadar olanlara Tivalı Mufassal denir.
b) Buruc'dan
Beyyine suresine kadar olanlara Evsatı Mufassal denir
c) Beyyineden
Nas'a kadar olanlarada Kısarı Mufassal denir.[139]
İnsanoğlunun
yaratılışındaki Mevcud, iyiye, güzele ve kemale olan meyli onu büyük edebiyatçıların
eserlerini okumaya şiirlerini ezberlemeye yöneltmiştir.
"İnsana bilmediğini
öğreten" Rahmanımızdan daha güzel bir kelamın olamayacağını Efendimiz
şöyle ifade etmiş: "Allah kelamının diğer sözlere üstünlüğü Allah'ın,
yarattıklarına üstünlüğü gibidir."[140]
Fudayl b. Iyad ise
beyninin ve yüreğinin en temiz yerinde Kur'anı taşıyan ve Onunla hallenen
Kur'an ehlini "Kur'anı taşıyanlar, İslamın bayrağını taşıyanlardır[141]
diye tarif ederken bizi kıyamete kadar bayrak yarışına başlatmaktadır.
Birçok insanın yüreğine
küfür bayrağı çekildiği bir asırda gönlünde Kur'an bayrağını dalgalandıran
yiğitlerimiz Kur'anın gölgesinde insanları adalet ve ihsan sınırları içerisinde
mutlu kılarken kalbinde Kur'an olmayanların halini Efendimiz "İçinde
Kur'an olmayan kişi harab olmuş ev gibidir"[142]
buyurarak imanın olmadığı yerde küfrün, aydınlığın olmadığı yerde karanlığın,
temizliğin olmadığı yerde, yılanların akreplerin olacağını, insanları ve
toplumu zehirleyeceğini haber vermiştir. Kur'anla yüreğini, ailesini toplumu
ve topyekün insanlığı aydınlatan insan, kalbinde taşıdığı O Kur'an onda
kaldıkça onun iki dünyanın acılarından korunacağını Efendimiz şöyle haber
vermiştir:
"Kur'an okuyunuz.
Allah, kalbinde Kur'an olan kişiye azap etmez."
iki dünyadada yanmamak
için Kur'ana dönelim ve bu girişimizin son sözünü Hz. Ömer'e bırakalım:
"Ey Kurra
topluluğu!. Başınızı dik tutunuz. Kur'anla yolunuz apaçık olmuştur. Hayırda
yarış ediniz. İnsanlara yük olmayınız".[143]
Tefsiri Şerifinizi
kemâli meserretle okudum. Mukaddes bir mehabbetle ve musammim bir sa'yi
gayretle ve ruhlara verilen neşatla dolu. Ulûm'u dîniyyemizin esâsı ve menba'ı
Tefsir ve Hadisdir. Bir âlimin tefsir ve hadis takriri ile yüz kişi mütenebbih
olursa, bunu tahrir edince yüz-bin kişi intibaha gelir. Ne mutlu Mahmud hoca
efendiye ki Kur'anı kerimi kürside evvelâ takrir ederek, bunu tahrir etmeğe
muvaffak olmuş.
Muhterem müfessir
Kemâli fazileti, kuvve'i ilmiyyesine mebni meâni'i Lafzı vecize içinde vardık
yerdeki halk mâbeynindeki taze ve mâhâza misaller ve temsillerle halkın fehm
edebileceği bir tarz ve üslûbda yazmış ve (âsâri müteahhirîn, mesrûkatı
mütekaddimîn) mesleğine sülûkden de kendini tevakki kılmıştır.
Kur'anı Kerimin en
yüce müfessiri olan sultânül enbiyâ efendimiz olduğuna göre bir müfessir dahi
evvelâ Sünen'i Seniyye ve ahâdisi nebeviyyeye bihakkın vâkıf olmalıdır. Zira
Ashabı kiram bir ayet nazil olunca evvelâ Efendimizden muradı ilâhisini suâl
ederlerdi, Mahmud hoca dahi bildiğimiz kadarı ile müddeti medîdedir, zâten
sünen ile iştigâlini yakînen müdrikiz.
Hem evvelâ kitabı
mükerremi İstanbul camilerinde alâmeleinnâs rûberû cemaat huzurunda bittefsir
takrirle hatmi kelâm ettikten bade mâhu bu va'z ve sohbeti içeren takrir
dersini bittahrir tefsir kitabı olarak vücûda getirme zamanı gayri gelmiş olub,
Hakteâlânın Kur'ana o bir mev'ıza, bir va'z kitabıdır buyruğuna mutabık, adı
aslına muvafık, ismi cismine tevâfuk va'z tarzında anhâsîla, minhâsîla nâsa
erfak, zemâna evfak sözleri seçerek, saçarak, kemâkân makbulü âmmeye mazhar,
nâdîde bir tefsir meydâna gelmiştir.
Bâlâdaki îzâhâtı
mesrûdeden anlaşılacağı veçhile, o güzel şeylerin güzellerinden güzellerini ala
ala yazmış. Çünkü Kelâmı kerim, kelâmı kibar ile anlatılınca elbette başlara
tâc, kalblere inanç, derdlere ilâç, ruhlara mi'râc olduğu tahakkuk eder. Öyle
ise anlatan ile anlayan fıtrî bir zekâya mâlik, ahlâkı hamide ile mütehallık
olmalıdır. Kaldıki bu devrin insanları kalbden çok akılla yol aldığından sözler
ilmî olmalı ve ilmî yönden aklı feth etmelidir.
İlmi tefsir kitabının
makbul ve müessir olması için birçok şartlardan birincisi bunu veren ve alan
onların lisanları ve musammimlerinin sureti tarzında icra edilebileceğinden,
veren zâtın cemâatin ahvâli ruhiyyesini iyice anlamış vaziyetde, onları gözönünde
bulundurmasıdir. Müfessirin bununda ehli olduğuna kaniiz.
Yazan ve okuyandan hak
razı olsun. Zîrâ yer yüzünde insanlığı ilme yönelten ve onu ibâdetden bile
üstün tutan tek din İslâm dînidir. Onun için ilim dîni denmektedir. Ba'de edayı
mavecebe aleynâ.
Ömrünüz medîd, İlminiz
mezîd olsun efendim.
M.Ali Kırboğa Alatavi
(Karasakal Hoca)
Karaman da mukim.[144]
Esselami aleyküm ve
rahmetullahi veberakatüh. Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vel Akıbetülil
müttekîn. Vela udvane illa alezzalimin. Vessalatü vesselamü ala Rasulina
Muhammedin ve ala Alihi ve sahbihi ecmalyn.
Bazı hastalar vardır ki,
doktora giderler muayene olurlar, ilaç alırlar şifa bulurlar. Bazı hastalarda
var ki, doktora gittikleri ve ilaç aldıkları halde şifa bulamazlar. Üstelik
hastalıkları artar. Bu hastalar, aslında kendilerinin hastalıklarını iyi
teşhis edecek, ve hastalığına şifa olacak ilaçları tavsiye edebilecek, doktoru
bulamamışlardır da ondan dolayı tedavi olamamışlardır.
Maddi hastalıkların
tedavisi için bu işten anlayan uzman doktora gidiyor, tavsiyelere uyuyor, şifa
bulmaya çalışıyorsak manevi hastalıklarımızın tedavisi için de bu işin
uzmanını bulup tedavi olmamız, onun vereceği reçeteye göre hareket etmemiz
gerekmektedir.
Ehliyetsiz kişilerden
aldığımız reçete ve ilaçlar aksi tesir yapmaktadır. Ondan sonrada kendi
kendimize yakınıyoruz efendim doktora gittim ilaç aldım ama, aksi tesir yaptı
diye.
Kardeşim doktora
gittin muayene oldun, ilaç aldın, ama yanlış doktora gittin, yanlış ilaç
aldın. Kendi hastalığına uygun ilaçları almadın oda aksi tesir yaptı. İnsan
maddi hastalığından dolayı yanlış tedavi uygulasa en kötü şartlarla eceli
gelmiş ise ölür kurtulur. Amma manevi hastalıklarda yanlış tedavinin neticesi
hüsrandır Allah (c.c.) korusun.
Maddi ve manevi
hastalıklarımızın tedavisi için başka yerlerde doktor aramayalım, ilaç
aramayalım. Kur'an ve sünnet şifahanesinde tedavi olmaya çalışalım.
Allah (c.c.)
kendilerinden ve tüm müslümanlardan razı olsun. Ben Mahmut Toptaş hoca efendiyi
1985 senesinde hacı arkadaşlarımın Etilerdeki bir evde sohbet toplantısında
tanıdım. Orada kısa bir sohbet yapmak imkanı oldu. Bu kısa sohbette benim
hastalığıma şifa olacak ilaçlan verebilecek doktor budur kanaati bende hasıl
oldu. Kendileri ile kurmuş olduğum irtibatımı devam ettirdim.
Sonradan Çemberlitaş
Gazi Atik Ali Paşa Camiinde cuma günleri namazdan önce sohbetlere başladı.
Tabiri caiz ise o günden sonra cuma günlerini iple çekmeye başladım. Kur'an
sohbetlerinden son derece haz duyuyordum.
1989 senesinde cağaloğlunda
Cezeri Kasım Paşa Camiindeki konferans salonunda Kur'am Kerimin açıklamalarına
başlıyorum dediğinde ne kadar sevinmiştim tarif edemem.
Çünkü dinimi direkt
kaynağından ve ehil bir ağızdan öğrenmeye ve anlamaya başlıyordum.
Allah (c.c.) nasip
etti. Dört seneye yakın bir zaman Kur'am Kerimin tefsirini dinledim.
Anlaşılması güç ve zor olan ayeti kerimeleri bile yediden yetmişe herkesin
anlayabileceği ve sade bir dille anlattığı için dersi takip eden hepimiz
arılayabiliyorduk. Onun için konferans salonu her sınıftan insanımızın
dersleri takip etmesi ile dolup taştı. Hocamızın arada bir yapttği espirilerde
bu derslere renk katıyor, yorgun gelen dinleyici kardeşlerimin uykusunu
dağıtıyordu. Ben şahsen bu derslerden almış olduğum enerji ile bir hafta boyu
kalbimi canlı tutmaya gayret gösterdim. Derslerden, Kur'andan almış olduğum
ruhla mutluluğu yakalamaya çalıştım.
Eş ve dostlarıma
derslere gelmelerini tavsiye ettim, bir kerre gelen zaten terk edemiyordu.
Hatta bir dostum "sen benî zehirledin bir başladım bir daha
bırakamıyorum" diye latife yaptı.
Velhasıl dinimizi
kaynağından duydum, duyduklarımı hayatımda, ailemde ve arkadaşlarım arasında
uyguladığım zaman yüzde yüz isabet kaydeden neticeler aldım. Mutlu oldum,
huzurlu oldum. Allah (c.c.) öğrendiklerimizle amel etmek, hayatımızın her
safhasına geçirmek nasip eylesin.
İşte elimizdeki bu
tefsir, şifa tefsiri; kıymetli hocamızın ihlaslı olarak yorgunluk, soğuk,
sıcak, hastalık demeden dört yıl boyunca Cezeri Kasım Paşa Camii konferans
salonunda anlatmış olduklarının yazıya dökülmüş ve bilgilerin devamlılığı,
kalıcılığı sağlanmış şeklidir.
Allah (c.c.) Mahmut
Toptaş hocamızdan razı olsun ve hayırlı, bereketli ömürler nasip eylesin de
şifa tefsirinin diğer ciltlerini tamamlasın.
Şifa tefsiri şimdiye
kadar yazılmış olan tefsirlerden çok farklı bir üslup ve dille yazılmış.
Herkesin ve her kesimden insanın kolayca anlayıp kavrayabileceği bir dozda
okuyucuya sunulmuştur.
Şifa tefsirinin en
önemli özelliğinden biriside Ayeti kerimelerin mealleri ve tefsirlerini
vermekle kalmamış her okuyucu müslümana günümüzde bu ayeti kerimeler ne demek
istiyor, nasıl davranması gerekiyor onlar açıklanmıştır.
Tefsirde Kur'an
ayetleri, Kur'anı Kerimin diğer ayetleri ile ve peygamber (s.a.v.) efendimizin
hadisi şerifleri ile açıklamış, tefsir edilmiş, lüzumsuz yorum ve hikayelerden
kaçınılmıştır.'
Ayrıca kelime ve
kavramlar üzerinde durularak köşe taşı durumunda olan kelimelerin İslama göre
nasıl anlaşılması ve kavranması gerekiyor sıkça vurgulanmıştır.
Şifa tefsiri okumaya
değer, okuyanların zevkle, usanmadan okuyabileceği ve anlayabileceği ihlaslı
ve değerli çalışmanın bir ürünüdür. Ben bir eserin kendimde tesirini görüyorsam
onun samimi bir kalple yazılmış olduğuna hükmediyorum. Bu eserede o gözle
bakıyorum.
Bindöıtyüz küsur sene
önce rahmet peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimize inen, dolayısıyle
bizlere inen Kur'anı Kerimin, kendisine uyulduğu zaman müslümanlara dünyada
devlet, ahirette cennet ve Allah (c.c.)'ın Rızasını vadettiğini bu elimizdeki
şifa tefsirinden herkes okusun görsün.
Allah (c.c.) Kur'anı
Kerimin şifa tefsirini baştan sona hepimize okumak ve hayatımıza tatbik edip
dünyada devlet kurmayı, ahirette cennete girmeyi nasip eylesin AMİN
Esselamü Aleküm Ve
Rahmetullahi Ve Berakatüh.[145]
"Önce selâm sonra
kelâm. Kelâm'dan önce selâmı tavsiye eden peygamberimiz (s.a.v.) Selâm'dan
sonra insanlara dostça el uzatmayıda tavsiye ederken, Tokalaşmak kini,
hediyeleşmek düşmanlığı giderir buyurmaktadırlar. O halde uzatın ellerinizi Allah
(c.c.) için dost olalım."
Bizim bütün bunları
öğrenmemize sebep olan, kendisine çok şeyi borçlu olduğumuz Mahmut Toptaş
hocamız, Cenabı Allah'ın Rahmeti, Bereketi ve Mağfiretinin üzerine olmasını
dilerim.
Kıymetli hocam'm
elimde bulunan Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri 1. cildini okurken kendimi 1989
yılının Eylül ayının 7 si perşembe gününde buldum. Çünkü taa o günlerde
Kur'an-ı Kerim'i hocamızın dilinden dinledikçe gözlerimiz, tabiri caizse
faltaşı gibi açılıyor, "İşte Müttekilere yol gösteren gerçek kitap budur.
Bunda şüphe yoktur"[146]
ayeti kerimesinin güzelliğini farkediyorduk ve yaklaşık dört yıldan bu yana
takip ettiğim Kurran-ı Kerim'in tefsirinde "Bütün Ayetleri indiren Allah
(c.c.) olduğu için ayetler arasında çelişki bulunmaz"[147]
hakikatini gördük ve ben bu önsözü yazdığım günlerde (30-5-1993) Bir
televizyon yorumcusunun mecliste anayasanın 133. maddesi (Radyo Tv) ile ilgili
yapılacak görüşmeler hakkındaki açıklamalarını dinlediğim zaman bu ayeti
kerimenin güzelliğine bir kez daha şahit oldum. Yorumcu şöyle diyordu.
"1982 anayasasının bir çok yanlışının içinden birisi olan 133. maddenin,
görüşülmek üzere hazırlanan yeni metnin kabul edilmesinin çok sakıncalı
olduğunu meclisteki 450 kişi (Milletvekilleri), ya anayasa ne demek onu
bilmiyorlar, yada bu maddenin ne getireceğini tahmin edemiyorlar. Çünkü bu
madde böylece geçerse çok geçmeden tekrar tartışmalara neden olacaktır"
Yani önümüzde eski bir anayasa maddesi, değiştirilmek üzere hazırlanmış yenisi
ve daha kanunlaşmadan yerine bir başka yenisi, yani çelişki içinde çelişki.
Halbuki yukarıda geçtiği gibi "Ayetler arasında çelişki bulunmaz"
(Yani Allah (c.c.)'ın kanunları arasında çelişki bulunmaz.)
Şifa Tefsiri'nin bir
başka güzelliği gayet sade ve akıcı bir dille herkesin anlayacağı şekilde
yazılmış olması ve okuyanları her insanda olduğu gibi bizim yaratılışımızda da
bulunan "Mevcut iyiye, güzele ve kemale olan meyli" mizi ortaya
çıkarmakta ve bizleri o yöne doğru sevk etmektedir. Şahsen ben ve bazı
tanıdığım arkadaşlarımda hocamı dinlemeye başladıktan sonra gittikçe temposunu
artıran bir kıpırdanma başlamış, bunun sonucu olarak Bozkırlılar İlim Kültür ve
Yardımlaşma Vakfı'nın kuruluş çalışmalarında üstün bir gayret, kurulduktan
sonra vakfın yapacağı hizmetler doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, bir çalışma
başlamıştır. Buda yetmiyor, Yani Kur'an-ı Kerim'den aldığımız güçle bizlerde
mevcut olan iyiye, güzele ve kemale olan meylimizi birleştirince ortaya Allah
(c.c.) yolunda malını, canını feda edecek bir insan çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz bu
kargaşa ortamında bunalıp elimizden birşey gelmez diye oturup her şeyi bir
kenara atmak çözüm değildir. Cenab-ı hak ayeti kerimesinde "İşte kitap,
O'nda hiç şüphe yoktur. Müttekiler için doğru yolu gösterendir" buyurur.[148]
Allah (c.c.)'ın
Peygamber efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile bizlere ulaştırdığı ilk emri
"Oku" ya uygun olarak Mahmut Toptaş Hocamızın kaleminden takdim
edilen Kür'an-I Kerim, Şifa Tefsiri'nden çok istifade edeceğimiz umudu ile
"Oku" mamızı ve bu çalışmaların Rıza-i ilahiye muvafık olmasını yüce
Allah (c.c.)'den dilerim.
Serdar
Gül
(Tüccardan)İstanbul.[149]
Yaratıcımızdan ilahi
nizamında yürüyen kullardan olmamızı dilerim. "Biz Kur'an'dan peyderpey,
mü'minler için bir şifa ve bir rahmet olanı indiriyoruz."[150]
" Doğrusu bu Kur1 an en doğru yola götürür."[151]
hitaplarının yapıldığı insanoğlu; Türkiye'de gördüğüm kadarıyla kendisini
çoğunlukla muhatap kabul edemiyor. Bildiğini veya anlayamayacağımızı
söyleyenlerle karşılaşıyoruz.
Muhterem hocam Mahmut
Toptaş ,Kıır'aııin günümüz olaylarıyla ilintili, karşılaştırmalı bir şekilde,
espirili açıklamalarıyla bizleri aydınlatıyor. Tefsir derslerinde kasetlere
yapılan kayıtlarla diğer insanlarada mesajın ulaştırılması kolaylaşıyor.
Burada yazılmasının
günümüz insanının durumunu anlatması bakımından faydalı olacağını düşündüğüm
bir olay: 1980'li yıllarda Hava kuvvetlerinde görev yapmakta iken Komutanlık
tarafından "Hava Kuvvetlerine Muhtıra" isimli küçük bir el kitabı
yayınlanmıştı. Kitabı getiren komutanımız o zamanki-.Hava Kuvvetleri Komutanının
"Bu kitap Kur'anı keriminiz gibi olacak elinizden düşürmeyeceksiniz"
dediğini belirterek bana verdi. Ben'de "Demek'ki hiç okumayacağız"
cevabım vermiştim. Komutanımız "Haklısın Kur'anı hiç okuduğumuz yok"
ifadesiyle durumu açıklamıştı. Yine aynı yıllarda hanımımın başörtüsü nedeniyle
baskılarla karşılaşıyor ve dindar olduğu bilinen Komutan bana "Kuranda
başörtüsü yok, bizler kadınlarımızın bu giyimiyle icma' yapmışız, sen bize uymamakla
ilkelerimizi çiğniyorsun" diyordu. Cevab olarak: "İlkeler yoruma
tabi'dir. Ben hevesimden değil Allah'ın emri olduğu için ona uymaya çalışıyorum,
güvendiğiniz bir tefsir varsa ona bakayım veya bir bilene soralım."
dediğimde "gerek-yok sen dediğimi yap, geleceğin için bu önemli"
gibi ifadeler kullanıyor du. Sonuç olarak, hareket tarzımı Allah için yaptığımı
ve karşılığını ondan beklediğimi ifade ediyordum.
Anladığım ve söylemek
istediğim şu; İnsanımızın çoğu Kur'anı okumak, anlamak ve yaşamak konusunda
kendisini her türlü ihtiyacın üstünde görerek azıyor. Rabbimizden dileğim
Kur'ani öğretiye uyan, iyilik ve doğruluk üzere yürüyen kullardan olalım.
Esenlik ve huzur ona tabi olanlara olsun.
M.Yılmaz Pekkaya
Emekli Hava Pilot Kurmay Yarbay[152]
A'lemlerin yaratıcısı
ve terbiye edicisi, yücelerin yücesi olan Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde:
-Kur'an en doğruya
götürür: 17/9, 21/106, 43/43, 72/2
-Kur'an Muhammed
(s.a.v.) ümmetine mirastır: 35/32
-Kur'anın koruyucusu
ve öğreticisi Allah'tır: 15/9. 17/86-87, 75/16-19
-Kur'an korunmuştur ve
değişmez: 6/115, 15/9, 18/27, 43/5, 69/40...
-Kur'an
kolaylaştırılmıştır: 19/97, 54/17-22-32-40, 87/8
-Kur'an şaka ve
eğlence değildir: 86/14
-Kur'an Kanundur ve
hüküm vazeder: 4/105, 5/48, 6/1 15, 7/3, 12/40
-Kur'an hidayettir:
2/2-185, 3/138, 10/57, 14/1
-Kur'an şifadır:
10/57, 17/82,41/44" diyor.
Yönetimi batıdan ithal
edilen ve çeşitli adlar altında andan: aslında tamamı da insanı insana kul ve köle yapan,
emperyalizmin talan esaslarına göre idare edilen: halkı mü.slüman çoğu İslam
ülkelerinin dünden bugüne yönetimi ellerinde tutan mevcut iktidarları,
insanımızı Kurandan uzaklaştırmak için ne lazımsa yaptılar ve yapıyorlar.
"Kur'anael
sürmeden O'nu asılı tutun, sakın anlamaya çalışmayın1, belirli bir zümrenin
dışında O'nu kimse anlayamaz...v.s...v.s..,v.s." dediler.
Rabbimize şükürler
olsunki zalimlerin bu zincirleri yavaş yavaş kınlıyor.
Allah'ın rızasına
uygun, Kur'anı anlayarak ve yaşayarak yazanlara, okuyanlara, tercüme ve telif
olarak tefsir edenlere, çoğaltanlara, hediye edip dağıtanlara ne mutlu!.. Selâm
olsun onlara!
Muhterem Hocam'ızm,
İstanbul Cağaloğiunda Gezeri Kasımpaşa camiinde başlatmış olduğu tefsir
derslerine beş sene ara vermeden devam ettim ve Fatiha suresinden Nas suresine
kadar.dinledimve teyp kasetınede aldım.Mutluyum,umutluyum. Allah cümlemize
Kur'ana göre yaşamak nasip etsin. Amin.
Dr. Emrullah Bakır[153]
"Yaratan Rabbinin
adıyla oku"[154]
" Hitabına muhatap olan bizler 1989 yılına kadar Rabbimizin kitabını
okuduk, değerli hocalarımızdan dinledik. Rabbimiz onlardan razı olsun.
1989 yılında çok çok
muhterem hocamızla tanışıp derslerini takip etmeye başlayınca, yıllardır okuyup
dinlediğimiz yüce kitabımızın hayatımızı nasıl kolaylaştırıp, güzelleştirdiğini
öğreniverdik. Hergün onunla oturur kalkar, işimizi onunla tanzim eder hale
geldik. İşlerimizi kolaylaştıran Rabbimiz, her dersten sonra bize çok yakın
oluyordu. Kur'an-ı anlamak ve yaşamak için yıllarca Arapça kurslarına
gidiyorduk, bir türlü Arapçayı ilerletemiyor, Kur'an-ı anlayacak şekilde Öğrenemiyorduk.
Hocamızın derslerini takibe başlayınca bu zamanımızı tamamen Hocamıza yönelttik
ve Kitabımızı anlar hale geldik.
Bir gün
arkadaşlarımızdan biri: "Hocam! Rabbimiz bizim bu gayretimizi, Kur'an-ı
anlama istek ve duamızı kabul ediyor mu acaba?" diye sorunca, Mahmut
hocamız bu soruya kesin bir tavırla "elbette" dedi. Peki nereden
anladınız diye sorulunca açıkladı ve dedi ki: "Eğer duanız kabul
olmasaydı, eviniz veya işinizden derse gelinceye kadar bu dersi dinlememeniz
için bir sürü engel vardı. Bu engellere takılır gelemezdiniz. Nefsinize uyup
size hoş gelecek eğlence yerlerine, kahvehanelere, vs. takılırdınız. Sizi
buraya ulaştıran Rabbimiz duanızı kabul ediyor ki buradasınız" diyerek
cevapladı ve bizim gayretimizi artırıverdi.
Başka bir derste Hocam
ilmihal kitaplarında bazı konularda farklılıklar var neden? diye sorulunca;
"zamanında o günün anlayışı doğrultusunda o günün mü'minlerine gereken çok
şifalı haplar yapan alimlerimizin hapları zaman içinde bayatlamıştır. Bayat hap
zararlıdır" diyerek kafalarımızı karıştıran konuları da açıklayarak bizim
ufkumuzu ve görüş açımızı genişletiverdi.
Her meslekten insanın
işini ve yaşantısını, Yaratanın isteği doğrultusunda düzenlemesi en büyük arzu
ve isteğidir. Bunu yapabilmek O'nun kitabını anlamakla olur. Muhterem Hocamız
bunu günü boyunca nasıl çalışıp, neler yapacağımızı öğrenmiş olmak bize huzur
ve mutluluk verdiği gibi, işlerimizi de düzenli, verimli yapmaktadır.
İnsanlarla ilişkilerimiz daha yararlı olmakta, ömrümüz bereketlenmektedir.
Muhterem Hocamız büyük
gayretle ve Rabbimizin verdiği olağan üstü bir kaabiliyetle Kur'an-ı'mızı
tefsir ederken, anlaşılıp anlaşılmadığını biz talebelerinin arasında bizzat
araştırarak, bizleri takip ederek, sayımızı ve anlayışımızı artırmaktadır.
Yıllar önce görev yaptığı yerlerdeki cemaati ile hala ilgilidir. Şimdiye kadar
bir tefsirin yazılması bu şekilde, yazan ve okuyan arasında sıkı bir irtibatla
olmamıştır. Kıyamete kadar okunacak bir eserin talebeler ile birlikte
yazılması, onlarında bu hayırlı işe katılmalırının sağlanmaya çalışılması, bu
eserin ne kadar çok hayırlara vesile olduğunun kanıtıdır.
Böylece "Şifa
Tefsiri", Kur'an-ı Kerim'in verdiği ilahi mesajı öğrenmek, manasını en
iyi şekilde anlamak, yaşayışımızı ve davranışlarımızı Kur'an çizgisi doğrultusunda
şekillendirmek için daima ve yıllarca baş vurulacak bir eser olmaktadır.
Muhterem Hocamızın
camide, konferans salonlarında ve değişik toplantılarda Kur'an ve Sünnet ışığı
altında günümüz meselelerine çözüm getiren konuşmalarını yayınlaması, küçük kitapçıklarda
toplaması, çok az insana nasıp olan bereketli bir ömrün göstergeleridir.
İlmi bir eserin etkili
ve kaliteli olması, yazan ve okuyan arasında çok iyi anlaşılması ile mümkündür.
Gönlü geniş Muhterem Mahmut Toptaş Hocamız bizi de tefsirine ortak edercesine
talebeleriyle ve cemaatıyla bütünleşerek eserini tamamlamaya çalışmaktadır.
Dördüncü cildinin de tamamlanması hepimizi son derece sevindirmiştir.
Rabbim yazan ve
okuyandan razı olsun. Cümlemize Kur'an'a göre yaşamayı nasip etsin. İnşaallah.
Avukat Yunus Palan[155]
Allah Azze ve
Celle'nin kullarına rahmeti olarak indirmiş olduğu Kur'an-ı Azimüşşan'ın taâ
Hz. Peygamber (s.a.v.)'den bu yana binlerce tefsiri yapılagelmiştir,
yapılacaktır da... Çünkü Efendimiz (s.a.v.)'in de beyan buyudukları gibi
"din nasihattir:"İş bu tefsirler ve bu meyanda süre gelen gayret ve
sa'yler de nasihat hükmündedir. Allah-u Alem. Öyleyse, bu din kaim olduğu
müddetçe nasihat devam edecek, yani tefsirler, hadis şerhleri vesaire
yazılacaktır.
Bazen insanın aklına
geliyor: Neden bu kadar fazla tefsir var? Neden bu kadar fazla tefsir
yazılıyor? Gerekli mi acaba? Bu sorunun cevabı ancak birden fazla (en az
üç-dört) tefsirin aynı anda okunması halinde verilebilir. O zaman görülecek ki
okunan bu üç-dört eserin hepsi de tefsir olmasına, Allah'ın kelamını insanlara
izah sadedinde yazılmış olmasına rağmen -ilginç ve ilginç olduğu kadar güzeldir
de- her birinde ayrı bir koku vardır. Yani çiçek gibidir tefsirler. Her çiçeğin
nasıl ki kendine has bir kokusu ve rengi, şekli şemali vardır. Tefsirler de
aynen öyledir.
İşte 3-4 sene önce bir
çiçek daha açtı gönül bahçemizde, bir tefsir daha yazıldı. Ancak bu tefsirin
diğer tefsirlerden ayrı bazı özellikleri vardı: Öncelikle yazarını (Mahmut
Toptaş Hocam'ı)ben hukuk fakültesi öğrencisi iken bize,elli kadar arkadaşa
islam hukuku dersleri verirken tanımam, kendisiyle hemhal olmam hasebiyle elbette
ki tefsirin bu açıdan bana göre ayrı bir özellik taşıyor olması hariç, bir de
genel manada, umum içinde taşıdığı farklı özelliklerinden bahsetmek gerekiyor.
Yaklaşık 6 yıla yakın
bir zamandır (semtimizde yapılan bir çalışma münasebetiyle) belli bir
sistematik dahilinde en az 9-10 tefsiri tetkik etme durumundayım. Şifa
tefsirini bunlardan ayıran en önemli fark işbu tefsirin anlatılmış, yapılmış
ders notları şeklinde olmasından kaynaklanıyor. Aynı özelliği taşıyan ve
Türkçeye de terceme edilen "Min Vahy'il Kur'an da bu tefsirdeki sadelik ve
sıcaklığı bulamıyoruz, Şifa tefsiri daha sıcak ve bizim insanımıza daha yakın.
Sonra kitapta verilen
(dolayısıyla derslerde anlatılmış olan) örneklere bakınız ve kendinizi bu
örneklerle kıyaslayınız; ya bu örnekler sanki bizzat sizin hayatınızdan
verilmiştir veya çok yakınınızın başından geçen bir hadise anlatılmıştır.
Bakıyorsunuz ki
tefsirin yazarı olan hocamızla sizin dertleriniz, sıkıntılarınız hep aynı, aynı
dilden konuşuyor, aynı kurum ve kuruluşlara kızıyor, aynılarını seviyor veya
destekliyorsunuz. Yukarıda beyan ettiğim üzere okumuş olduğum (ve halen okuyor
olduğum) tefsirlerin içinde bana (ve size) en yakını Şifa tefsiridir.
Ama hayal kırıklığına
uğramamanız için bazı noktalara da temas etmek gerekiyor.: Meselâ Şifa
tefsirinde alimler arasındaki ihtilaflardan ve, veya görüş farklarından
bahsedilmemiş, fıkhi meseleleri ilgilendiren ayetlerde (Ahkâm ayetlerinde)
fıkhi düsturlar, kaideler serdedilmemiş...
Meselâ bir
"nesh" olayından hoca hiç bahsetmemiş, bunun tartışmasına
girmemiş.... Veya meselâ hoca, hemen hemen hiçbir ayetin nüzul sebebinden
bahsetmemiş, ama hocam tefsirini yaptığı ayetin bugün nasıl uygulanacağından
bahsetmiş, hayatımıza nasıl yansıyabileceğinden bahsetmiş, bilgiler vermiş,
espriler yapmış ve bunu kitabına aynen geçirmiş. Bizlere lazım olan da bu değil
mi zaten? Yani bizler için tam bir Şifa bu tefsir. Sahi adı da Şifa tefsiri
idi değil mi?
Bu vesileyle
Rabbimden, hocama ilminde kudret, sıhhat, afiyet vermesini temenni ederken,
tefsirin de bizler ve 1,5 milyarlık İslam alemi için şifa olmasını temenni
ediyorum. Haydi öyleyse Şifa niyetine....
Av. Emin Atalay
(Hocamın tembel talebelerinden.)[156]
Yüce kitabının nuruyla
mü'min kullarının kalblerini aydınlatan, şifa-rahmet ve hidayet kaynağı kılan
Allah (c.c.)'a hamd eder, Peygamberlerin ahiri ve en şereflisi Muhammed-ül-emin
(s.a.v.)'e, âl ve ashabına salât-u selam olsun.
Muhterem hocamız
Mahmut Toptaş Beyefendiyle tanışmak Allah (c.c.)'m bana bir lütfü ve
mükafatıdır. Yıllardır hocamızın Kur'an-ı Kerim ilimleriyle ve Hadisi
şeriflerle meşgul olduğunu ve dersler verdiğini biliyordum. Ne varki bu
derslere katılmak, hocamızı yakından dinleyip, takip etmek bir türlü nasip
olmadı. Nihayet 1996 yılının ilk ayında bir vesileyle ilk defa tefsir
derslerine katılmak bana nasip oldu. Branşım icabı ve tefsir derslerine
duyduğum ilgiden dolayı Muhterem Hocamızın dersleri beni hayli etkiledi. Bunun
üzerine kaleme almış olduğu ve en son 4. cildi neşredilen "Kur'an-ı Kerim
Şifa Tefsiri"ni mütaala etme imkanını da buldum. Hocamız bu eseri
neşretmekle bilhassa günümüzde bunalan insanların Kur'an-ı. Kerimi yakından
tanıyıp onunla tanıştıktan sonra onu daha iyi anlamaya büyük katkısı olacağına
inancım tamdır.
Bu çok değerli Tefsir
eserine verilen isimde Kur'an-ı Kerimle mütenasip olarak herkese şifa olacağı
muhakkaktır. Muhterem hocamızla, katıldığım ilk dersinde onunla mülaki olduktan
sonra derslerini düzenli olarak takip etmeye başladım.
Hocamızın
"Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri" adlı tefsirinin 5. cildinin yakında
basılacağını, bunun içinde bir takriz yazılmasını benden istedi. Hocamızın bana
bu iltifatından dolayı sevindim ve mahcubiyetle kabul ettim.
Muhterem hocamız,
ilmiyle amil, muhlis, takva sahibi ve zamanımızın çok değerli alimlerinden bir
zat-ı Muhteremdir. Öz ifadeyle Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in şu hadisi
şeriflerde övdüğü Allah'ın (c.c.) sevgili kullarından bir ilim erbabıdır.
Hadisi şeriflerin Türkçe anlamları şöyle.
"Ümmetimin en
hayırlı olanları, (başkaları tarafından) göründüklerinde Allah'ın anılmasına
vesile olan kimselerdir." Bir başka hadisi şerif: "Bildikleriyle amel
eden kimseye Allah (o kimseye) bilmediklerini (ilham edip) öğretir." Bir
başka hadisi şerif: "(Allah katında) insanların en hayırlısı, insanlara en
faydalı olandır."
Yüce Allah, hocamız
Mahmut Toptaş ve emsallerini kıyamete kadir aramızdan eksik etmesin.
Bilhassa günümüzde
Kur'an-ı Kerim'in eşsiz ve namütenahi hazinelerini ortaya çıkarıp, insanların
faydasına sunmak, parlak hükümlerini ve sırlarını bulmak, onun derinliklerine
dalabilmek için mümtaz şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mahdut (sınırlı) olan
insanoğlunun ilmi kapasitesi, Yüce Allah (c.c.)'in inzal buyurduğu Kur1 an
ayetlerinin inceliğini, sırlarını ve icazını bir çaba harcamadan idrak edip
anlayamaz. Muhakkak değerli hocamız ve emsallerinin çaba,ve gayretleriyle
meydana getirdikleri eserleri okumakla ve bunlara değer vermekle mümkün olur.
Yüce Allah'tan
Muhterem Hocamızın "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri" adlı eserinin tüm
insanlara faydalı kılmasını diler, hayırlı ve uzun ömürler niyaz ederim.
Ramazan Işık
Eyüp İ.H.L. Tefsir Öğretmeni[157]
Yeni bir asra çok az
zaman var.
Dünya; teknoloji
sayesinde küçüldü küçüldü evlerimize kadar girdi. Evlerimize giren dünyaya
baktığımızda mutsuz, huzursuz, ruhi bunalımlar geçiren milyarlarca insan
karşımızda duruyor ve soruyorlar:
"Bu dünyaya ne
zaman huzur gelecek? ve bu insanlar ne zaman gülecek?" Sorular peş peşe
gelmekte, cevab ise bir türlü tatmin edici bir şekilde verilememekte. Aslında
cevap çoktan verilmiş. Taa ondört asır öncesinden.
Tefsir dalında
Mastırımı tamamlarken gördümki, her müfessir kendi çağının hekimi olmuş.
İşte bu cevabın; iki
bine çok az bir zaman kala İstanbul'dan, Cağaloğlu'dan Bab-ı Âli'den hoş bir
sâdâ halinde yükselişi ve bu hoş sadanın sahibi: Şifa Tefsiri Ve Mahmut Toptaş
hocamız.
Şifa tefsirinin 6.
cildi çıkarken değerli hocam Mahmut Toptaş'ın bu takrizi yazmayı benden
istemesi, hayatımın geçen 29 yılında bana verilen en büyük bir armağandır.
Hocamız tefsirini
yaparken Kur'an-i bir eczaneye, ayetleri de raflardaki ilaçlara benzetmektedir.
İşte bu ilaçların prospektüsü Şifa tefsiri, hekimi ise Mahmut Toptaş
hocamızdır.
Çağımızın imansızlık
propagandası altında kararan gönüller, harab olan hayatlar deva bulmak
istiyorlarsa, Şifa Tefsirinin sayfalarından gürleyen ab-ı hayat suyunu mutlaka
içmelidirler.
Günümüz insanını
meşgul eden, kafasını olur olmaz şeylerle dolduran çok şey vardır. Bu
meşguliyetler arasında insanımız uzun uzun okumak ve düşünmek için ne vakit
bulabilmekte, nede zaman ayırabilmektedir. İnsanımız kısa, öz, ve pratik
bilgiler arzu etmekle birlikte, aynı zamanda okuduklarını ve duyduklarını
evinde, sokağında ve yaşadığı her yerde görmek istemektedir. Elinizdeki Şifa
tefsiri bütün bu özelliklere sahiptir.
tefsir hakkında
Çıkan beş cildi
okuyanlar, tefsirin şu özelliklerini hemencik fark edeceklerdir:
1- Anlaşılır
ve sade bir dil.
2- Lüzumsuz
uzatmalardan kaçınmakla birlikte
söylenmesi gerekenlerin tamamı.
3- Ayetlerin
anlaşılmasında; önce konuyla ilgili diğer ayetler, ardından Hz. Peygamberin
(S.A.V) sünneti ve sahabenin uygulamaları.
4- Konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve akıllarda
kalıcı olabilmesi için enfes misaller.
5- Ayetlerin günümüzdeki yansımasını ve
uygulamasını gösteren yorumlar.
6- Tarih boyunca sorulmuş ve sorulabilecek
sorulara ve itirazlara, mantıki ve akli cevaplar.
7- Sureler ve ayetler arasındaki insicamın, yani
konu bütünlüğünün ortaya çıkarılması.
8- Özellikle geçmiş peygamberlerin hayatlarının
anlatıldığı ayetlerin tefsirlerinde, israliyata hiçbir zaman yer verilmemesi.
9- İslam dünyasında tartışılan ve bir neticeye
varılamayan konulara -sanıyorum okuyanlar açısından bilinmediği takdirde
kaybedilecek pek fazla birşey olmadığından- neredeyse hiç temas edilmemesi.
10- Ahkam ayetlerinin tefsirinde ise; Alimlerin
görüşlerini teker teker sıralamak yerine net, kısa ve akılda kalabilecek cevaplar
verilerek, daralan gönüllere şifalar sunulduğunu, okuyanlar hemencecik müşahede
edeceklerdir.
İnsanlık tarihi
boyunca söylenen, yazılan, çizilen milyarlarca söz, kitap ve resimler vardır.
Ancak bu milyarların içerisinden çağlan delip günümüze kadar gelen ve
günümüzden de kıyamete kadar ulaşacak olanlar çok az olacaktır. Kanaati
acizaneme göre bu "azlar" içerisinde Mahmut Toptaş hocam ve onun
"Kur'an'ı Kerim Şifa Tefsiri'de" bulunacaktır. Nasılki hastalıklar
devam ettiği sürece, ilaçlar da deva olmaya devam ediyorsa, toplumsal ve ruhi
hastalıklar da devam ettiği sürece, tedavisi için baş vuru kaynaklarından biri
olarak "Şifa tefsin" de devam edecektir.
Yüce Rabbim den
niyazım; hocama uzun ömürler vermesi ve daha nice nice faydalı eserleri meydana
getirebilmesi için, ona yardımını ve lûtfûnu esirgememesidir. 01- 01-1998
Mehmet Çelik
(Meslek Dersleri Öğretmeni)[158]
Elhamdülillahi
Rabbil-âlemin. Vel akibetü lil müttekıyn. Vela udvane illa alezzalimiıı.
Vesalatü vesselâmti ala Rasulinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.
Çölde serap görürken
suya kavuştum.! 1989 yılında Cezer-i Kasım Paşa Camii (Cağaloğlu) Konferans
salonunda, Karamani Mahmut Toptaş hocamızla tanıştım. Buradaki tefsir
derslerinde susuzluğumuzu gideriyor ve yıllarca bulamadığımız rahmet
pınarından, kana kana içiyorduk, ülkemizde insanlar Kur'ân'a saygıyı güzel bir
çanta içerisinde, mus-hafi yüksekçe bir yere asarak, göbek hizasından yukarıda
tutarak, fakat ahkamından bî haber yaşayan bir toplumda yetişen bizler, Mahmut
Toptaş hocamızın sayesinde Allah'ın izniyle, Kur'ân'a saygının; onu baş üstünde
tutmak olduğu gibi, esas saygının onun ilahi mesajına kulak vermek ve gereğini
samimiyetle yerine getirmek olduğunu öğrendik, anladık. Rabbim cümlemize
Kur'ân'ın mesajını gereği gibi anlamayı, samimiyetle amel etmeyi nasip etsin.
Ben tefsir derslerini,
daha sonrada faydalanabilmek ve faydalandıra-bilmek için teyp kasetlerine
kaydediyordum. Derslere her gittiğimde yeni yeni şeyler öğreniyordum.
Etrafımızdaki arkadaşlarımızı da bu derslere davet edip, onlara "da bu
manevi hazzı tattırmak istiyordum. Birgün Hilmi isminde bir arkadaşımı davet
ettim. O da icabet etti, çok memnun oldu, bu dersleri teybe değil de, videoya
kayıt yapmamı önerdi. O anki imkansızlıklarım içinde, Rabbimizin lütfuyla,
böyle bir imkana kavuştum. Elhamdülillah. Şimdilik videoya kayıt yaptığım
tefsir ve Hadis-i Şerif kasetlerini ancak arşivliyorum. İnşallah rabbim bu
tefsir kasetlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmada bizi muvaffak eylesin.
Derslerin arasında
kafamıza takılan sorulan, münasip biranda hocamıza soruyor, ya anında cevap
alıyor veya daha sonraki derslerde aydınlatılıyorduk. Hatta bir keresinde,
hocamız bir Ayet-i Kerime'yi, Hadis-i Şerifle açıklarken, Hadis-i Şerifte
Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe-i Kiram'a îslâmı'da anlattıktan sonra, işte
din budur diyordu. Bunun üzerine benim kafamda sorular canlandı. Bir fırsatını
bulup, hocama sordum. Gayrisi din değilmidir? Hocam, önce değildir, dedi,
irkildi, ve dindir ama, batıl dindir dedi.
O günlerde "din
nedir?" sorusunu, önüme gelen herkese soruyordum. Farklı, farklı cevaplar
alıyordum. (Bu soruşumun sebebi de, bu konuların TV ekranlarında çarpıtılarak
işlenmesi idi.)
Çağımızda, her
seviyedeki insanların anlayabileceği bir şekilde, dinin genel tarifi yapılmalı
ve de dinlerin şablonu çıkarılmalıdır. Din genel bir manadır. Bütün dinleri
kapsar.
Yaşanılan yerde, bütün
düsturlarıyla, sulh içinde yaşamak için konulan kurallara din denilir. Bu
kuralları kim koyuyorsa, o din, o kuralları koyanın dinidir. Kim de dili ile
ikrar, kalbiyle de tasdik ediyorsa, o dinin mensubudur. Dinlerin şablonunu
çıkarmaya gelince dinler ikiye ayrılırlar:
Batıl dinler:
Totemizm, budizm, ateizm vs.
Semavi dinler: 2'ye
ayrılır:
a)- Hak din:
İslâm,
b)- Muharref
(tahrif edilmiş) dinler: Hristiyanlik ve yahudilik. Allah indinde kabul edilen
din, İslâm'dır.[159]
Diğerleri (İslâm'dan başka aranan dinler) kabul edilmeyecektir.[160]
Tefsirlerin
anlaşılmasında, anlatanın gayreti, mahareti önemli bir yer işgal eder. Allah
(c.c) bu mahareti hocamıza lütfedip, bahsetmiştir. Her kültür seviyesindeki
insanların bu şifa tefsirinden istifade etmelerini Cenab-ı Haktan niyaz ederim.
Tefsir derslerini 8.
yılında ulaştığımız şifa tefsirinin 7. cildine layık olmadığım halde, benden
intihalarımı yazmamı isteyen ve bu suretle bana hüsn-ü teveccühte bulunan pek
kıymetli hocam, Mahmut Toptaş'a sonsuz kalbi saygı ve hürmetlerimi arzeder,
Cenab-ı Hak'tan hayırlı, bereketli ömür ihsan etmesini ve hocamın hayırlı
hizmetlerinin, muvaffakiyetle devamını niyaz ederim. 17.7.1998.
Hasan Şahin
(Hocamızm talebelerinden)[161]
Sevgili Okuyucu...
Allaha(cc) hamd-ü
senalar ve Rasulüne salatü selam olsunki, uzun bir süreden sonra, elinizdeki
"Kur'anı Kerim Şifa Tefsiri"nin 8. cildi ile birlikte bu kıymetli
eseri tamamlamak nasip oldu.
Yaratılış gayesi,
"Allah'ı tanımak ve O'nun dinini yeryüzüne yaymak" olan insanların,
bu gayesine hizmet olur düşüncesiyle, yayınlamış olduğumuz bu kıymetli eserle,
yaşadığımız çağın insanına bir nefesde biz vere-bilmişsek, zaten bu gayeye
hizmet etmek amacıyla kurulan yayınevimizin, en çok sevinebileceği bir
hedeftir.
Cantaş Yayınları bu
anlayışımıza uygun olarak, ilk önce Kur'anın dili olan Arapcanın öğretimi ile
ilgili yayınlarla işe başladı. Daha sonra, "Efendimizin İs lamı kendi
hayatında uygulayışı" diye özetleyebileceğimiz "Zad'ul-Meâd'ın"
tercümesini yayınlamıştır. Bunun arkasındanda baskıları devam eden imam
Zehebi'nin "Tarihü'l islam" isimli şaheserinin terceme-sini de
İnşaallah Türk okuyucusuna kazandıracağız.
Son olarakta dinimizin
birinci derecede kaynağı olan "Kur'anı Kerim'in" Tefsirini tamamlamış
oluyoruz. Tefsiri yayınlamaya, Mahmut Toptaş hocanın yaptığı tefsir
derslerinden ilham alarak başladık.
Yaklaşık on yıl
önceden beri bizzat katılıp dinlediğim, Mahmut Toptaş hocanın Kur'anı Kerim
Tefsiri derslerini, sonra yayıncı olarak, kitaplaşması esnasında da okumak
nasip oldu. Şunu ifade etmek gerekir ki, şimdiye kadar türkçe yazılan diğer pek
çok kıymetli tefsirlerden -bu son cilde kadar okuyanlarında anladığını tahmin
ettiğim- birçok farklı yönleri vardır.
Ancak en önemli ve
birinci derecede farkı; "Şifa Tefsirinin" şu anda yaşayan
insanlarımız tarafından daha net, daha kolay ve daha çabuk anlaşılır
olmasıdır. Bunu birde, Mahmut hocanın yaşadığımız hayattan, çok akılda kalıcı,
nükteli örnekleriyle kafanızda birleştirdiğiniz zaman, Güller bahçesinde gül
dermeyi zevkli bir hale getirdiğini görüyorsunuz. Bunları şuradanda
anlıyoruzki, daha önce çıkan ciltleri alıp okuyan, her yaşta ve her kültür
düzeyindeki insanımızdan aldığımız tepki; "Tefsiri rahatlıkla
anlayabildikleri ve çok faydalandıkları" şeklindeki ifadeleridir. Zaten
amaç da Kur'an'ımızı anlamak değil mi?
Hoca efendinin
tefsirine başlarken; "Ben, Islamı ve Kur'anı kendi çağımın insanına,
anlayabildiğim kadarıyla anlatmalıyım" sözü, Tefsirin birinci ilkesi
olmuştur. Kısaca "ikibinli yıllara merhaba" diyen bizim insanımız,
bundan sonra Kur'anı bu kaynaktan içecektir.
Tefsirinizden daha
çok, daha çabuk ve daha kolay yararlanabilmeniz amacıyla, bu cildin sonuna, çok
genel bir fihrist hazırlanmıştır, öncelikle hangi sure hangi ciltte? sorusuna
cevap bulmanız için sureler fihristi, yine her cildin sonuna koyduğumuz
alfabetik konular fihristi bütün olarak veriliyor. Ayrıca tefsirde geçen;
Hadisler, yer isimleri, şahıs isimleri, ata sözleri, kitap isimleri, şiirler
gibi maddeler verilmiştir.
Yayınevimiz adına;
başta sabırla tefsiri bitirmek için uğraşan Mahmut. Toptaş Hocaya, Tabidirki
senelerdir sabırla tefsirin tamamlanmasını bekleyen siz okuyuculara, derslerin
bantlardan çözümüne yardımcı olan kardeşlerimize, değişik ciltlerde emeği geçen
dizgi çalışanlarına ve tashih yapan hocalara, Matbaa ve cilt evi çalışanları
ile yayınevi çalışanlarımıza teşekkür ederiz. Ayrıca elimizden gelen azami
dikkati gösterdiğimiz halde meydana gelen tashih hatalarından özür diler,
bunları işaretleyip bizlere bildiren okuyucularımıza teşekkür ederek, bütün
okuyucularımıza "Okuduklarını anlamayı, anladıklarını da yaşamayı Rabbimiz
nasip etsin" dileklerimle...
Yeni yayınlarda buluşmak
üzere Allaha emanet olunuz.
Nebi Can
Yayıncı[162]
[1] İsra suresi ayet 9-10.
[2] İbni Ebi Şeybe Musannef
10/476 Abdürrezzak Musannef 3/360.
[3] İbni Ebi Şeybe 10/481. îbni
Hibban sahih H.No: 122 İmam Buharı bu hadisi tamamen ayrı bir isnad ile Cübeyr
(r.a.)'tan nakleder. Bak Tarihi Kebir 9/54.
[4] ibni Ebi Şeybe 10/483.
Abdürrezzak Musannef 3/3J5 Darımi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû Mûaviye
el-Hecrinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid
edersede onun rivayeti genellikle sağlamdır.
[6] El-Ezkar, Nevevi. ibni
sünniden
[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/11-12.
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/12-17.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/18-22.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/23-24.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/24-25.
[12] En'am 6/151.
[13] Maide 5/2.
[14] Cuma 62/10.
[15] Ali îmran 3/159.
[16] Bakara 2/234.
[17] Talak 65/4.
[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/26-27.
[19] Enbiya 107.
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/28-29.
[21] Maide 5/54.
[22] Zümer 39/10-16/17, Zuhruf
43/68.
[23] Bakara 1/121.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/30-32.
[25] Ahzab 33/21.
[26] Fatır 35/32.
[27] Kalem 68/4
[28] Enbiya 21/107.
[29] Necin 53/3-4
[30] Nahl 16/44
[31] Tevbe 9/29
[32] Fetih 29
[33] Ali İmran 144
[34] Araj 158.
[35] Tevbe 29.
[36] Araf 157.
[37] İnşirah 4.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/32-34.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/34-35.
[40] Nahl 16/44-64.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/35-37.
[42] Hicr 9.
[43] Zuhruf 3.
[44] Hud 1.
[45] Nisa 4/82
[46] Rum 30/47.
[47] Nisa 4/141.
[48] Nur 24/25.
[49] Muhammed 7.
[50] Ali îmran 160.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/37-38.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/38-39.
[53] Hud 1.
[54] Bakara 62.
[55] Tevbe 30.
[56] Maide 83.
[57] Maide51.
[58] Ali îmran 19.
[59] Ali İmran 85.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/39-40.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/40.
[62] En'am90.
[63] Şura 13.
[64] Ali îmran 95.
[65] En'am 146 ayetinde olduğu
gibi.
[66]Enbiya 107.
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 1/41-42.
[67] A'raf 204, Nahl 97, İsra 45,
ayetlerinde okunan ayetlere Kur'an dendiğim görüyoruz.
[68] Zümer 23.
[69] Nisa 122.
[70] Bakara 275.
[71] Şura 38.
[72] Isra 23.
[73] Nisa 23.
[74] Maide 3.
[75] İsra 72.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/42-43.
[77] Bakara 185.
[78] Muhammed 4.
[79] Yusuf 23.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44.
[81] Maide 2.
[82] Cuma 10.
[83] Tevbe 5.
[84] Fussilet 40.
[85] İbrahim30.
[86] Bakara 22.
[87] En'am 99.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44-45.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/45.
[90] Hucurat 13.
[91] İsra 32.
[92] Hac 30.
[93] Nahl 90.
[94] Nisa 23.
[95] Bakara 229.
[96] Cuma, 9.
[97] Maide 2.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/46-47.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47.
[100] Bakara 275.
[101] Bakara 185
[102] Bakara 275
[103] Ali İmran 185
[104] Bakara 256
[105] Hud 6
[106] Bakara 234
[107] Talak 4
[108] Nisa 11
[109] Maide 33
[110] En'am 321
[111] Nasb-r-Raye 4/183
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 1/47-49.
[112] Nisa 23
[113] Mücadele 3
[114] Nisa 92
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/49-50.
[116] Furkan 25/32
[117] Buharı K. Fezailüî Kur'an
babu Katibin-nebi Hadis 4669
[118] El İbane, Mekki b. Ebi Talip
s: 52-54
[119] Buhari K. Ahkam babu
yüstehabbü lilkatıp hadis 6753
[120] Buharı K. Fezailüî Kur'an
Babu Ünzilel Kur'ana Ala sebati Ahrafin hadis 4671
[121] Buhari K. Fezaiîül Kur'an
babu Cem-il-Kur'an Hadis 4668
[122] Kasas 28/29
[123] Ükzübetü Tahrif-il-Kur'an s:
51 Şeyh Rasul Caferayn Tahran 1985, Elmukni' Li Ebi Amr-ed-dani s: 18
[124] Bak Ükzübetü tahrif-il
Kur'an Şeyh Rasul Ca'ferayn 1985
[125] Yasin 36/33, Isra 17/12, Yusuf
12/105
[126] Talak suresi 1, Bakara 234
gibi yetmiş ayet.
[127] Bakara 282, Nisa 29, Ali
İmran 130, gibi yetmiş dolayında ayet
[128] Bakara 178, Şura 40, gibi
otuz kadar ayet
[129] Bakara 182, Maide 49, gibi
otuz ayet
[130] Bakara 190, Enfal 61, Tevbe
6, gibi yirmibeş kadar ayet
[131] Tevbe 60, Zariyat l9, Enfal
1, gibi on kadar ayet
[132] Mefhumu fikhil İslami,
Nizamüddin Abdülhamid s: 104-108
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/50-54.
[134] Bakara 282
[135] Fecr 1
[136] Alak suresi 1
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/54-55.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55-56.
[140] Tergip ve Terhib 2/345
[141] Et-Tibyan fi Adabı
Hamelet-il-Kur'an 26. Nevevi
[142] Fezailüî-Kur'an 55. ibni
kesir
[143] Et Tibyan fi Adabı
Hameleti-1-Kur'an 26
Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri,
Cantaş Yayınları: 1/56.
[144] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/7-8.
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/9-11.
[146] Bakara/2
[147] Nisa 4/82
[148] Bakara/2
[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:
2/12-13.
[150] İsra 82
[151] İsra 9
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/5.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/6.
[154] Alak suresi 1. Ayet
[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/5-6.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/7-8.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/5-6.
[158] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/5-6.
[159] Al-i Imran 19
[160] Al-i İmran 85
[161] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/5-6.