Sunarken. 2

Önsöz. 3

Tefsir İçin Ön Hazırlık. 3

Takriz. 5

Bab-ı Ali'de Bir Rahmet Pınarı. 5

Bismillahirrahmanirrahim.. 7

Bismillahirrahmanirrahim.. 7

Giriş. 8

Kur'an Bütün İnsanlar İçin İndirilmiştir. 8

Kur’anı Anlamanın Yolu. 9

Kur'anı Nasıl Okumalı 10

Kur'ana Göre Peygamberin Hüküm Koyma Hakkı 10

Bize Kur'an Yeter. 11

Bugün Biz Kur'anı Daha İyi Anlarız Diyenler. 12

Kur'anın Tarifi 12

Kur'anı Yine Kur'an Açıklar. 13

Esbabı Nüzul Ayetin Hükmünü Tahsis Etmez. 14

Geçmiş Peygamberlerin Şeriatları 14

Ayetlerin İbaresi, İşare'ti, Delaleti, İktizası 15

Emir Ve Yasaklar. 15

Emir Kipleri (Sığaları) Nın İfade Ettiği Hüküm.. 16

Emrin Tekrarı Gerekmez. 16

Nehiy- Yasak. 16

Has Ve Âmm.. 17

Âm'mın Hükmü. 17

Mutlak Ve Mukayyed. 18

Kur'anı Kerim Tarihi 18

Kur'anı Kerim Hakkında Genel Bir Malumat 20

Mütevatir Kıraet'in Yedi İmamı 20

Ayet Sayılarına Göre Sureler. 20

Bayrak Yarışına Devam.. 21

Tefsir Hakkında Takriz. 21

Allâhül'hâdi Ve Aleyhi İtimâdı 21

Bismillahirrahmanirrahiym.. 22

Bismillahirrahmanirrahim.. 23

Önsoz. 23

Bismillahirrahmanirrahim.. 24

Şifa Tefsiri Hakkında. 24

Bismillahirrahmanirrahiym.. 24

Şifa Niyetine. 25

Takriz. 26

Bismillahirrahmanirrahim, 26

Şifa Eczanesinin Lokman Hekimi 27

Bismillahirrahmanirrahiym.. 27

Yayıncıdan. 28


Sunarken

 

«Hakikat şu, Kur'an (İnsanları) en doğru olana ulaştırır ve salih amel işleyen mü'minlere "kendileri için büyük" bir ecir olduğunu, Ahirete inanmayanlarada, acı veren bir azab hazırladığımızı müjdeler.»[1]

Kur'an insanları en doğru yola, en doğru dine, en sağlam ipe tutun­maya, en geniş caddeye, en salih bir şekilde amel etmeye davet etmekte­dir. Pek tabi, "Yaş ve kuru ne varsa bu Kitabın muhtevasında mevcuttur."

insanları dine çağırmakla vazifelendirilen bütün peygamberlerde bu davetlerini kendi sözleri etrafında belirlememiş, aksine Allah'tan kendile­rine gönderilen bir Kitab çerçevesi içinde, yapmışlardır.

Şüphesiz insanın ilk ve son müracaat yeri Kur'andır. îbni Ömer" (r.a.)'ın anlatışına göre Efendimiz (s.a.v.) «Kur'an bağlı deve gibidir. Sa­hibi onu bağlarsa elde tutabilir. Eğer bağlamayıp terkederse o da çeker gider.» buyurmuştur.[2]

Efendimiz, (s.a.v.)'in Kur'an konusundaki tavsiyeleri sayılamayacak kadar çoktur. O, bu ümmet için yegane çareyi Kur'an'a tutunmada göste­riyor.

İbni Ebi Şeybenin naklinde Ebû Şüreyh el-Huzâî şöyle anlatıyor: Bir gün Rasülüllah (s.a.v.) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:

«Müjdeleyin, haydi müjdeleyin! Siz, Aüahtan başka ilah olmadığı­na ve benim O'nun Rasülü olduğuma şahitlik etmezmisiniz? Ashab da "evet" dediler. Efendimiz bunun üzerine şöyle dedi, "Hakikaten şu Kur'an bir sebebtir; onun bir ucu Allanın elinde, bir ucuda sizin elinizdedir. Ona iyi tutunun. Zira siz ondan sonra hiç bir zaman ne sapar ve nede helak olursunuz.»[3]

Yine İbni Ebi Şeybe'nin Ebû Muaviye el-Hecri- Ebu'î Ahvas isnadıyla Abdullah b. Mes'ûd (r.a.)'tan nakline göre Efendimiz Kur'an hak­kında:

«Şüphesiz şu Kur'an, Allah (c.c.)'in kullarına verdiği bir ziyafettir. Allanın bu ziyafetinden gücünüzün son noktasına kadar (yararlanmak için) iyi öğrenin. Bu Kur'an gerçekten Allanın ipidir. O pırıl pırıl aydınla­tan nurdur, en yararlı şifadır. Kendine tutunanların tutanağı, kendine uyanların kurtuluş yeridir.»[4] Buharı ve diğer hadis kitaplarında geçen bir hadise göre; "Bu ümme­tin en hayırlısı Kur'anı öğrenip onu başkalarına öğreten kimsedir" Yine bir hadiste geçtiğine göre "Kur'an ehli Allah'ın ehlidir." buyrulur.

îbni Ebi Şeybe (10/485)'nin rivayetinde İbni Mes'ûd derki:

"İlim öğrenmek isteyen Kur'an okusun; Zira Önceki geçenlerinde, sonra gelecek olan nesillerinde ilimleri Kur'anda mevcuttur."

Kur'an her asrın yegane kitabı, tükenmez hazinesi, vazgeçilmez şifasıdır. Gerçek alim, onunla asrın meseleleri arasında canlı bir irtibat kura­rak, kendi çağının meselelerine çaıeve çıkışı Ktır'ariansımrileninsandır.

Şüphesiz Taberî ile başlayan Kur'an tefsir çalışmaları binlerce mey­vesini vererek günümüze kadar gelmiştir. Cumhuriyet dönemine girildi­ğinden bu yanada Elmalık Hamdi efendi merhumun yazdığı tefsir ile Ha­san Basri merhumun meali ile uzun yıllar iktifa edilmişti. Daha sonraları bir terceme devrine girilmiş ve günümüze kadar bu furya iyisi ve eksiği ile devam etmiştir. Terceme eserler ne kadar asıl itibarı ile iyi olsada ya terceme kusuru yada zaman aşımının etkisini beraberinde taşımaktadır.

Birkaç yılönce Süleyman Ateş ve Ali Aslan gibi hocaların kalemle­riyle yerli, telif bir tefsir çalışması başlamış bulunuyor. Tabi bunların temel kaideleride geçmiş tefsir metodlarına uygunluk arzediyor.

Bu gün "Cantaş" yayınevi olarak size takdim etmek şerefine erdi­ğimiz Mahmut Toptaş hocanın "Kur'an tefsiri" şimdiye kadar alışık ol­duğumuz klasik tefsirlerden değildir. Hocamızın bu tefsiri, Cağaloğlunda Cezeri Kasımpaşa camiinin konferans salonunda, Cemaat talebelerinin dört yıldan beri metodik olarak ta'kib ettiği Kur'amn çağımızın meselele­rine dönük izahlarının kaleme alınmış şeklidir. Böylece günümüz Türki-yesinde metod bakımından ilk orjinaliteyi teşkil etmektedir. Tefsirinde geçmiş müfessirlerin mütalaaları gözönünde tutulduğu gibi, Kur'amn devrimize dönük yönü çok usta bir üslupla ele alınmış, yıllardır çok canlı bir alakayla takib eden cemaatin bereketide tefsirin yazılmasında ayrı bir feyiz kaynağı olmuştur.

Böylece Muhammed Abduh'tan sonra vaaz şekli ile Tefsir etmenin ikincisine şahit oluyoruz. Ancak Usul Abduh'tan tamamen ayrıdır.

Sözlerimi bitirirken gençlik devrelerimizde beraberce okuduğumuz, İslama hizmet hayallerinden birini daha gün yüzüne çıkmış görmenin bahtiyarlığı ile Allah'a hamd ediyorum. Kur'amn Önemini daha uzun tut­mak gerekirdi Ancak ben bu hususu yine bu günlerde yayma girmiş bulu­nan "Kur'an Kültürü" adlı eserimde ele aldım.

Cantaş yayınları olarak okuyucunun büyük desteğine mazhar olma­nın sururunu yaşıyoruz. İlim talihlerine dönük Arabca eğitim metodu ile başlayan ilmî eserlerimize Mahmut hocamızın hayatının tamamını adadı­ğı Tefsir ile devam ediyoruz. Eser daha baskıya girmeden büyük bir bek­lenti içine girdi. "Ne zaman?" diye soran okuyucularımıza "işte şimdi, bir mübarek Ramazanda!" diyor ve candan alakalarına teşekkür ederken, Mahmut Toptaş hocamızın mesailerine yeni eserler katmasını diler ve kendisine bu çalışmalarından dolayı yayınevi adına teşekkür ederiz.

Ayrıca böylesine kıymetli bir eserin hazırlanmasında ve yayınlanma­sında bizlere yardımcı olan başta Cezeri Kasım'daki tefsir dersleri müda­vimlerine, dizgi, tashih, pikaj, montajda gayret gösteren "Toptaş Ajans" çalışanlarına, baskı ve ciltte itina göstererek zamanında çıkması için gayret eden Cansan Matbaacılık çalışanlarına ve siz sayın Cantaş yayınlarının kitap, ilim dostu okuyucularına teşekkür ederiz.

                                                                                                                                                   Muzaffer Can

                                                                                                                                      Küçük Çamlıca 28.02.1993  

                                                                                                                                                       Ramazan - 1413[5]

 

Önsöz

 

Kur'am indiren, insanı yaratan, küfrün, inkarın karanlığından imanın aydınlığına çıkaran, doğruyu eğriden, hakkı batıldan ayırmayı öğreten, dünyada izzet ve devlet, ahirette cennet vadeden, kapı çalmanın adabın­dan devlet yönetimine kadar herşeyi bize öğreten Allah'a hamdolsun.

Maddi manevi, bireysel ve toplumsal, ahlaki ve hukuki bütün hasta­lıklarımıza Şifa olarak indirilen Kur'anı Kerimi bize getiren, onu anla­yacağımız şekilde açıklayan ve bize örnek olsun diye kendisi bizzat tat bik eden Allah'ın Rasulü Muhammed Mustafa'ya salatü selam olsun.

Kur'anın bir harfini eksiltmeden, bir harf eklemeden indirildiği haliy le bize kadar getiren Kurra'ya, Kur'anm anlaşılması için efendimizin ha dişlerini rivayet eden Muhaddislere, yine Kur'anda geçen kelimelerin ili nazil olduğunda ne manaya geldiğini zabdetmek için kelimelerin mana larını çöllerde dolaşarak kaydeden lügatçilara Allah'dan rahmet dilerim.

Soyut bir kavram olan mutluluğun elle tutulur, gözle görülür halı geldiği zamanlar olur. Mehtaplı bir gecede, deniz kenarında, ay ışığmdaı dokunmuş elbiseleri giydiğimizde imbat rüzgarının bütün vücudumu ve ruhumu okşadığı bir anda eşim ve çocuklarıma "işte mutluluğu yakaladıl salıvermeyelim" demiştim.

O günden sonra "Mutluluk" kelimesini her okuyuşumda ve duyuşum da o geceyi hatırlardım.

Ancak 7 Eylül 1989 yılında basının merkezi olan Babıalide Cezeı Kasım paşa camiinin altındaki güzel bir salonda yediden yetmişe herke simden insana Allah'ın kitabı Kur'am kerimi tefsir etmeye başlayınca mutluluğu yeniden yakaladım.

Mehtabı, eşimi ve çocuklarımı yaratan, imbat rüzgarını estiren Al-lah'dır. Kur'anı indirende Allah'dır.

Mehtaplı geceler karanlığa dönüşebiliyor. Dolunay hilal oluyor. Gül­ler soluyor. Sevdiklerimiz ölüyor.

Ama Allah Baki olduğu için kelamının insana verdiği mutluluk da ona bağlı kalındıkça devam ediyor.

Efendimiz buyurmuş "Allah'ım, Kur'anı, göğsümün nuru kalbimin bahan, hüznümün cilası, kederimin gidericisi kılmanı istiyorum"[6]

Üç yıldır ayetleri okuyup, anlamaya ve anlatmaya çalışırken mutlulu­ğu elle tutulur şekilde tattım. Ya birde bu ayetler toplum hayatına hakim olursa nasıl olur acaba? Tatmadığımız için bilemiyoruz ama sahabe haya­tına bakarak tahmin edebiliyoruz.[7]

 

Tefsir İçin Ön Hazırlık

 

Hat sanatının çok güzel bir tablosunu padişaha takdim eden Hattat'a, Padişah yüz altm verince veziri a'zam "Efendim biraz fazla olmadı mı? Hattat onu altı günde hazırladı" demiş. Bunun üzerine padişah "hayır o eser altmış senenin mahsûlü" diye cevap vermiş. Yaptığımız her işte geç­mişimizin katkısı vardır.

1947 yılında Karamanın Göçer köyünde dünyaya geldim. Temiz ha­va, az ama temiz ve helal gıdayla büyüdüm. Ekmeğimizin hamuru gün­lük işe giden babamın almteriyle yoğrulurdu.

1959 yılında ilkokuldan mezun olunca yazın iki ay köyümüzde Kur'an öğrenmeye başladım. Aynı yılın güz mevsiminde Süleyman Hiîmi Tunahan hoca efendinin ilk öğrencilerinin açtığı Kur'an kursuna kaydet­tirmek için babam beni götürürken "Hadi göreyim seni, altı ayda Kur'ana mana vermelisin" demişti. Devlet emriyle yasak olduğu için Kur'an oku­masını öğrenemeyen babam, Kur'an okuyan ve okutanlara hizmet etmek­le okuyamamanm acısını dindirirdi.

Süleyman efendinin ilk öğrencilerinden Hafız Necati Öğüt, Müfti Abdurrahman Bengi, Mehmet çakır hoca efendilerden Emsile, Bina, Avamil, Maksud, İzhar, Kafiye, Nurul izah, kuduri, Telhis, Menar, İsoğuci, Alaka gibi kitapları okudum.

Daha sonra imam hatip okulunu hariçten bitirerek bugüne kadar beşyüzbinin üzerinde mezun veren dünyaya islam nizamını tatbik etmek üzere yürüyen ordulardan biri olan "imam hatipliler" ordusuna katıldım.

On yıllık dostum, arkadaşım, yalnız içtiğimiz su ayrı giden kardeşim Muzaffer Can hoca efendinin kız kardeşi Havva hanımla evlenerek dost­luğumuzu akrabalığa çevirdik.

Muzaffer Can hocayla birlikte, Ahmed Nainı'le Kamil Miras hoca efendilerin terceme ve şerh ettikleri "Tecridi sarihi", Bediuzzeman'ın Ri­salelerini, Mevdudi'nin, Seyyid Kutubun, Hasan el Benna'nın terceme edilip yayınlanan ilk eserlerini çölde ciğerleri yanan insanın su içişi gibi içiyorduk. Sonrada şu anda Karamanda güzel hizmetlerde bulunan in­sanlara haftada bir gün özetliyorduk.

1973 yılında İmam-Hatiplik görevinden istifa ederek Fransa'ya çalış­maya gittim. Bir buçuk sene kaldım. İzin için Türkiye'ye geldiğimde üni­versite imtihanlarına katıldım. Konya Yüksek İslam Enstitüsünü kazan­dım. Fransada işçi olup para kazanmayı İslam Enstitüsü talebesi olmaya tercih ettim.

İlk sene talebe derneği başkanlığına seçildim. 1979 yılında Enstitü bi­tince Mersin'in Mut kazasına vaiz olarak atandım. O yıl diyanet işleri başkanlığının açtığı iki yıllık Haseki eğitim merkezi imtihanlarına katıl­dım ve yirmi yedi ay Haseki eğitim Merkezinde Türkiyenin değerli hoca­larından Mehmet Savaş, Halil Gönenç, Ahmet Muhtar Çınar hoca efendi­lerden Arapça, tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldım,

Hasekide derslere devam ettiğim 1981-1982 yılları, oniki eylül hükü­metinin ağırlığını hissettirdiği yıllardı. Üniversite öğrencileri akşamları belirli bazı salonlarda ve camilerde kendilerine ders vermemi istediler. İki yılım gündüzleri ders alarak, akşamlan ders vererek geçti.

Hasekiden sonra bir buçuk yıl Balıkesir'in Edremit kazasında vaiz olarak görev yaptıktan sonra İstanbul beni geri çekti.

1984 yılından beri İstanbuldayım. Siyasal bilgiler fakültesi, Hukuk fakültesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi öğrencilerine ayn ayrı haftada birer gün yaptığım derslerde, öğrenciler tarafından sorulan sorular, karşılıklı görüşme, konuşma ve sohbetlerle üniversite gençliğinin sorunları beni Kur'andan çareler aramaya yöneltti. Verdiğim cevaplar Kur'ana dayalı ol­ması nedeniyle Müslüman cemaatların hepsinin öğrencileri bu derslere katılıyorlardı.

Ayn ayrı durdukları halde camiinin kubbesini taşıyan dört direk gibi islamı yirmi birinci asra ayrı ayn omuzlarda taşıyan bu müslüman cema­atların her birinin güzelliklerinden yararlandım. Talebe hareketlerinin içi­ne başkan olarak katıldım.

İstanbul üniversitesi, Marmara üniversitesi, Yıldız üniversitesi, Boğa­ziçi üniversitesi öğrencilerinden bir kısmına dersler ve sohbetler yaptım derslere gelen emekli subay ve polislerle dostluklar kurduktan sonra Özel­de Türkiyenin, genelde dünyanın şartlannı öğrenip Kur'andan çareler aramaya başladım.

Müslüman cemaatlarımızdan elde ettiğim özellikler, resmi okullarla resmi olmayan medreselerden aldığım bilgiler, Hakkarideki askerliğim­den Avnıpadaki işçiliğime kadar edindiğim tecrübeler bana Türkiyenin ve dünyanın şartlannı öğretti. Kur'anı Kerim'de çarelerini öğretti.

Tefsir derslerine başlamadan önce bu ön hazırlığımı yeterli görmeye­rek yeniden ön hazırlık yaptım ve şu eserleri hazırladım:

1) Tefsir usulü ve fıkıh usulü kitaplannı okuyarak "Kur'anı anlama yolu" isimli kitabımı yayınladım.

2) Tecvid kaidelerim, harflerin özelliklerini, vakf ve ibtida yerlerini öğrenmek için Cezeri'nin "Mukaddime"sini terceme ve şerh ettim.Ancak kıraat ilminin ehli olmadığım için bu terceme ve şerhi yayınlamaktan edeb ettim.

3) Imani konularda hataya düşmeyeyim diye Akaid kitaplarını okuya­rak "Allah'a iman" kitabımı yayınladım.

4) Ayetleri hadislerle tefsir ederken hata etmiyeyim diye hadis usulü kitablarını okudum. Beykuni'nin manzumesini terceme ve şerh edip ya­yınladım.

5) Arapça sarf ve nahiv konusunda iki eseri yayına hazırladım. .

6) Kur'anda geçen kelimelerin Türkçe karşılıklannm da en yakın ve en güzelini bulmaya çalıştım. Kelime hazinemi iki dildede genişletmeye çalıştım ve Türkçe-Arapça Arapça-Türkçe lügat hazırlayıp yayınladım.

Bütün bu hazırlıklardan sonra tefsir derslerine başladım.

Rivayet ve dirayet tefsirlerini okuyup notlar aldıktan sonra konferans verir gibi derslerimi işledim. Haftada birgün (perşembe) 19.00-20.30 ara­sı bir buçuk saat diye başladım. Salon tefsir dersine gelenleri almaz hale gelince haftada iki güne çıkardım.

Metodum: Önce ayeti ayetle tefsir etmek oldu. Sonra sünnete müra­caat ederek Efendimizin yorumlarını verdim. Ayetlerin nüzul sebeplerini öğrenip günümüzde o sebebe benzer olaylar göstermeye çalıştım.

Firavun'un, Nemrud'un, şeytanın söyledikleri sözleri nakleden ayetle­rin tefsirinde günümüzde bu sözleri 'kimler nasıl söyler, nerede söyler bunları açıkladım.

Ahkam ayetlerinin tefsirinde fıkıh kitaplarının açıklamalanm verdim. Çağımızın hukuki sorunlarına dikkat çektikten sonra İslam hukukunun üstünlüğünü Örnekleriyle açıkladım.

Tefsirin başına yararlandığım eserlerin fihristini çıkarmak içimden geçti. Ancak iki sahifelik makaleye elli eserin fihristini vererek okuyucu­nun önüne yem atar gibi işi istismar edenlere benzememek için, eserin içinde yararlandığım yerleri belirtmeyi tercih ettim.

Dil olarak: Çocukluğumda çokça okuduğum Yunus Emre, Karacaoğlan çizgisindeki şairlerin şiirleri olduğundan ve yetiştiğim çevre az bo­zulmuş Orta Asya Türkçesi kullandığından herkes tarafından anlaşılır bir dil kullanmaya çalıştım.

Atasözü haline gelmiş ayetlere dikkat çektim.

Şairlerin şiirle terceme ettiği ayetlerin tefsirinde bulabildiğim şiirleri aynen verdim.

Sinesi "Sina" olan gönül sultanlarının uzun sözleri kısaltan misal ve hikayelerinden yararlandım.

Başka sistemlere İslam'ı uydurmak için asılıp sündürülen ayetlerin gerçek manaları verilirken bâtıl-sistemlere de gereken cevap verilmiştir.

Batıl sistemlerin savundukları kötü fikirlerin daha önce şeytan, Fira­vun, Ad, Semud, Hamân vs. tarafından söylendiğini isbat ederken, müs-lümanlann kafirlere ait fikir ve felsefe kitaplarını okuyarak zaman israfı­na uğramamaları için Kur'anda bildirilen kafirlerin önderleri ile çağdaş küfür önderleri arasındaki benzerlikleri göstermeye çalıştım.

Dünyada etkileri devam eden çağdaş müfesşiflerimizden yararlan­dım. Ancak bu tefsir kitapları da yirmibeş sene öncesine aittir. Kur'an ayetleri çağlan yaratan Allah'a ait olduğu için her çağa hitap eder. Müfes-sirler ise çağının çocuğu olduğundan çağının kültür sütünü emdiğinden tefsirleri de çağlarına aittir. Çağları delebilen müfesirlerimiz eksik değil­dir. Ama azdırlar.

Tefsirimde dinleyenlerimin ve okuyanlarımın ikibinli yıllarda İslam dünyasının öncülerinden olurlar ümidi ile tarihden felsefeye. Akaidden aileye, evlerin ve gönüllerin kapılarını çalma adabından devlet yönetme­ye, uluslararası hukukdan kurgu bilime kadar her sahada Kur'anın nuru doğrultusunda bilgi vererek ilmi dirayete medeni cesarete sahip insanlar olmalarını hedefledim.

"Selefi" kardeşlerimizle "Sufı" kardeşlerimiz arasındaki ihtilafların, kullandıkları kelimelerde olduğunu Öz'de ihtilaf olmadığını örnekleriyle açıklamaya çalışdım.

Hukuki, Sosyal, Siyasal,Ekonomik, Ahlaki, Ferdi, Ailevi, Yönetim, Üretim Tüketim........v.s. hastalıklarımıza şifa olur inancı ile adını "İsra suresi"nin seksen ikinci ayetinden ilham alarak "Şifa Tefsiri" diye isimlendirdim.

Benimde sizden isteğim en az beş kişi toplayarak haftada bir gün tef­sir dersi yapmanızdır. Bu beş kişi eşiniz çocuklarınız olabilir. Dükkan komşularınız, daire, kışla, karakol herhangibir işyeri arkadaşlarınız ola­bilir. Bir dersde en az on ayetin tefsiri okunmalı ve amel edilmeli.

Faydasının yaygınlaşması için dileyen her mümin, benden izin alma­dan yayınlayabilir. Hiç bir hakkı mahfuz değildir.

                                                                                                                                                           Mahmut Toptaş

                                                                                                                                                               EyIül-1992[8]

 

Takriz

 

Bab-ı Ali'de Bir Rahmet Pınarı.

 

İstanbul!..

"Feth-i Mübini Gören" kutlu şehir!...

"Şehri Şehrayin"!....

"Belde-iTayyibe"!.,.

Osmanlı'ya ve İslam'a yüzyıllarca Payi Taht'lık (Başkentlik) etmiş, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin müjdesine mazhar olmuş, İslâmı bol, insanı bol beldemiz...

Fatih Sultan Mehmet Han'ın İslam'a ve İnsanlığa Muhteşem Fetih ar­mağanı!....

Ayasofya'da okunan Ezanı Muhammedi, kılınan ilk Cuma namazı ile açılan yepyeni bir çağ kapanan karanlık kapılar ve yıllar...

Hepsinin anahtarı, remzi olan İstanbul:

Cenab-ı Hakk'ın Rahmetini, lanetlenmiş Şeytan'm vesvese ve iğvası-nın insanımızı çokça .(mebzulen) kuşattığı tezatları ile de güzel olan renk­li olan İstanbul?

Ve elif misali minarelerle, Kubbeleri ile İslamı içine sindirmiş, silue­tine (meczetmiş) Aziz İstanbul:

Bu İstanbul şehrinde Allah-u Teala'nın (c.c.) lütuf ve nimeti ile Rah­metine talip olanlara üç yıldır sanki çağlayan'dan boşalan bir Rahmet Pı­narı nasib olmaktadır.                                                           

İstanbulumuzun Tarihi Yönetim Merkezi Bab-ı Ali'de Cağaloğlu Meydanında "Hak Kelamı", "Kitabullah" Yüce Kur-an'ı Kerim tüm haya­tı Cenabı Hakk'ın c.c. lütfü keremi ile sanki bu görev için hazırlanmış -programlanmış- bir ER kişi, bir Alim kişi (Muhterem -Karamani- Mahmut Toptaş Hoca'mîz) tarafından gürül gürül tefsir edili­yor, salonu lebaleb dolduran her yaş, her meslek ve her yöremizden du­yup gelen, koşup gelen yüzlerce mümin kişi tarafından "benzetmek gerekirse"Asr-ı Saadet'deki Sahabe-i Kiram'm ilgi hürmet ve edebi ile haftada iki gün bir buçuk saat (19.00- 20.30) çıt çıkmadan dinleniyor, izleniyor, ses ve görüntülerle teyp kasetleri ve videolara kaydediliyordu.

Fakîr'de bu derslerin ilk günkü öğrencilerinden ve müdavimlerindendir. Bu nimeti bana nasib ettiği için Alemlerin Rabbı olan Yüce Allahı-mız'a daima Hamd ve Şükrederim.

Bu derslere katılan izleyen, Rahmet pınarından aldığı nasible günün yorgunluğunu Hak Kelamı ile dindirip, zinde ve Huşu içinde Salön'dan ayrılan bütün kardeşlerim de aynı duygu ve düşüncelerini hamd ü senala­rını sürekli ifade etmektedirler.

Bu kardeşlerimden biri (Abdurrahman Bey) bir Ders sonrası Eminönü-Üsküdar 21.05 Vapuruna yetişmek için Bab-ı Ali'den inerken "Aziz Kardeşim, Mahmut Toptaş Hoca Efendi'nin derslerini izlemeyi bana na­sib eden Rabbımıza şükürler olsun. Ne kadar bahtiyarım bilemezsiniz. Allah bağışlasın çok çocuklu bir babayım. Bugüne kadar, çocuklarıma benden sonra (Tüketemiyecekleri, elden çıkaramayacakları -Kalıcı- onla­rı Hakkın nzasına eriştirici, benim içinde Hasenat-ı Cariye olarak idame-i Hayat etmelerini temin edecek bir Miras bırakmak istiyordum. Düşünü­yordum, arıyordum, bulamıyordum. İşte Mahmut Hoca'mızın Derslerinde ben bunu buldum. İnşaallah bu dersler tamamlanır. Teyp kasetlerinden kitaplara dökülür, yayınlanır bende çocuklarıma, torunlarıma birer takım hediye ederim.. Bıraktığım tek mirasda o olur.

Onlara: "İşte size Hakk'ın Kelâmı... Bilemiyordum, anlayamıyordum. Sakın ha demiyesiniz.. İşte bununla amel ederseniz dünyanız da ahireti-nizde mamur olur. Etmezseniz bilinizki sonunuz uçurumdur, Cehennem­dir" derim artık., diye hissiyatını anlatmıştı. Bu samimi duygu ve düşünceler hepimizin ortak arzusu ve gerçekleşmesi için Yüce Mevlamıza arz ettiğimiz müşterek dua ve niyazımız idi.

Tefsir dersleri önce haftada bir gün (Perşembe günleri) başladı. Salon izdihama cevap vermeyince haftada iki gün (Salı, Perşembe) klasik ders takrirlerinden ziyade samimi bir konferans üslubu içinde başladı ve öyle­ce devam etmektedir.

Allah (c.c) razı olsun (Karamani) Mahmut Toptaş Hoca'mız hizmet yıllan içinde üslûbunda şekillenen her yaş, her meslekten ve her yöreden gelen insanımızın rahatlıkla anlamasına ve kavramasına imkân veren duru ve yaşayan "HAS" Türkçesi ile, dersleri izleyen öğrencilerle ilk günden itibaren kurduğu sımsicak samimi ve yumuşak ilgi ve irtibad (diyalog) sayesinde akıcı ve yumuşak bir uslubla anlatması, Ayetleri tef­sir ederken günümüzden verilen örneklerle (zengin misallerle) süslemiş olması bu derslerin hiç değişmeksizin pür dikkat takip etmemize sebep olmuştur.

Mahmut Toptaş Hocamızın konuya olan vukufu, Kur-an'ı Kerimi Tefsir Metodunda öncelikle Ayeti, Ayeti Celilelerle, Ayetleri Hadisi Şe­riflerle anlatması ve bunu prensib edinmesi özellikle şahsi kanaatlerini açıklamaktan -bana göre- demekten sürekli ve ısrarla sakınmış olması, gerektiğinde ve zaruret hasıl olduğunda bilinen Tefsir Ulemasının (Müfessirlerin) görüş ve eserlerine atıfta bulunması Mahmut Hocamızın Derslerine olan yoğun ilginin diğer haklı sebepleridir.

Konferanslarda anlatılan Tefsirlerin kaydedildiği ses ve görüntü ka­setlerinin çözülerek yazılı sahifeler halinde dönüştürülmesi ve Hoca Efendi'nin yayın öncesi son kontrollerini yapabilecek konuma getirilmesi ve aşılan bu safhaların her biri bizler için büyük nimet ve bahtiyarlıktır.

Hele bu gayretlerin tefsirlerin bir kitap olarak ciltler halinde bir kül ve takım olarak yayınlanmasına yönelik oluşunu düşünmek ve bu düşün­cenin ilk damlası (numunesi) -tadımlık örneği- olarak 1412 Ramazan'ı Şerifinde Fatiha Suresi'nin ilk formayı teşkil edecek şekilde basılı olarak elimize ulaşmış olması şükürler olsun Cenab-ı Hakk'ın duamızı kabul buyurduğunun güzel alametlerin dendir.

Tefsirin yayınlanmış ilk formasında yer alan Fatiha Suresİ'ni okuduğumuzda yazılı metnin konferans salonundaki Hocamızın o güzel üslûbunu (Özellikle her yaş, her meslek ve her yöre insanımızı sarıp sar­malayan kendisine has duru ve yaşayan Türkçesini) aynen yansıttığını görmekteyiz. Bu da kayıtların çözüm, yayına hazırlık, redaksiyon, ve kontrol merhalelerinin her birinin ayrı ayrı başarılı ve uyum içinde oldu­ğunu açıkça göstermektedir.

Bab-ı Ali'den yükselen Kur-an Sedası ve bu sedadan kaynakla­narak yazılı metinler halinde elimize ulaşan Şifa Tefsiri Kur-an'ı Ke-rim'in vermek istediği ilahi mesajı Öğrenmek, manasına nüfuz edebil­mek, yaşayışımızı ve ahlakımızı Kur-an çizgisi doğrultusunda yeniden şekillendirmek güzelleştirmek isteyecek kardeşlerimiz için 1400 yıl önce­sinden günümüze aralanan Muhteşem Bir Kapı ve Daima Başvurulacak Bir Rehber Ve Kaynak olacaktır. Olacaktır İnşaallah! Konferans salonu ne kadar büyük olsada, her salonun belli bir istiab haddi vardır. Bu sebeple konferansları belli sayıdaki izleyiciler takib ede­bilmiş ve bu Rahmet pınarından nasiplerini alabilmişlerdir.

Şimdi yazılı metinlerle sahifelere, Sahifelerle formalara, formalar ciltlere ciltler kül ve takımlara dönüştükçe Türkiyedeki ve Türk dünya­sındaki kardeşlerimizle doğrudan, diğer kardeşlerimizin himmet ve gay­retleri ile diğer başka yabancı dillere çevrilirse (inşaallah) geniş insan topluluklarının ve müminlerin bu değerli Eser'den istifadeleri imkanı ve zemini hazırlanmış olacaktır.

En büyük dua ve niyazımız Cenab-ı Hakk'ın (c.c.) Fadlı ve Keremi ile içinde bulunduğumuz feyizli ve bereketli Ramazanı Şerif hürmetine İnşaallah "Şifa" Tefsiri'nin:

1. Yazılı bir Kül ve Tam Takım olarak kitap halinde basımının kısa süre içinde tamamlanmasını,

2. Video ve teyp kasetleri ile gene takım olarak baştan sona sesli ve sesli görüntülü olarak takım halinde yayınlanması.

Hocamızın anlattığının Hak Kelamı (Kelamullah) olması, nev'i şahsı­na has anadolu insanımızın hiç bozulmamış saffeti ile birleşince Mahmut

Hoca uslubta tadına doyulmaz bir lezzet ve rayiha oluyor. Tefsirle ilgili intibaları öncelikle öğrencilerden (bizlerden) talep etmiş olması onun tevazuunun derinliğini ve yukarıda izaha çalıştığımız güzel hasletlerine bilhassa öğrenmek isteyenlere olan düşkünlüğüne somut bir örnek ol­maktadır.

Muhterem Hocamız bugüne kolayca gelmemiştir. Cenabı Hakk'ın Oku! emrine uyduğu ilk günden Müellifi bulunduğu "Şifa Tefsiri" nin ya­yınlanmaya başladığı bugüne (1992'ye) gelene kadar (Hocamız 1947 doğumludur) tüm yaşantısı sanki bu büyük eseri hazırlamak için ilahi bir irade ile programlanmış gibidir. Mücadeleli ve başarılarla dolu hayatı ve daha önce yayınlanmış eserleri ve yurt sathındaki ilgi ile izlenen konferansları dergilerde yayınlanan Makale ve Araştırmaları bunu teyid etmek­tedir.

Vesileler insan hayatında çok önemlidir. Bizleri 1989 yılında Mah­mut Hoca ile Gazi Atik Ali Paşa Camii İmam Hatibi Değerli Hocamız Ahmet Çakır Hoca Efendi tanıştırdı. Cenabı Hak ondan da razı olsun.

Bab-ı Ali'den yükselen Ulvi Seda ve Takrir olunan Tefsir dersleri ile bir tek gün aksatmadan (1989 Eylül'ünden bugüne kadar) üç yıl -zaman zaman hasta halinde bile- bizleri Kur'an Nuru ile aydınlatan Hak Kelamı ile buluşturup, kaynaştıran, manasına inmemizi kolaylaştıran tefsiri ile milletimize ve bütün insanlığa çok değerli paha biçilmez bir eser ka­zandırmış, Kendi Hasenat-ı Cariyesinede müstesna bir halka ve boyut ka­zandırmış bulunan Muhterem (Karamanı) Mahmut Toptaş Hocamız'dan Yüce Mevlamız c.c. Razı Ve Hoşnud Ol­sun:

Mevla cümle hayırlı hizmetlerde onu daimi muvaffak etsin. Bizlerede öğrettikleri ile amel etmeyi nasib eylesin. Dualarımızı kabul buyursun. AMİN. (1412 ramazan l8,23 Mart 1992)

Tefsir derslerinin ilk müdavimlerinden (öğrencilerinden)

                                                                                                                                  Av. Ahmed Ümid Aydınlar

                                                                                                                                   (Arapkirli Dedebekiroğlu)[9]

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Allah'a Hamd onun Rasulüne'de Salat ve Selam olsun. Allah'ın Rah­met ve merhameti Allah'a Rasulüne ve ahiret gününe iman edenlerin üze­rine olsun. (AMİN)

Dedikten sonra önce kendim hakkında sonra da elinizde bulunan bu eser hakkında şunları söylemek isterim.

Ben herhangi bir orta okulu bitirdikten sonra öğretmen okulunu, son­ra da İktisadi ve İdari Bilimler dalında bir yüksek okulda okudum. Kısa­cası daha önce dini bir eğitim ve öğretim görmedim. Yüksek okulda oku­duğum yıllarda dinime karşı ilgi duymaya başladım. Gerek arkadaşlarım­dan gerekse yazılı eserlerden dinimi öğrenmeye gayret ettim. Bunlar tali eserler idi. Daha sonraları Allah'ın Kitabı Kur-an'ı Kerimi öğrenmek, onun içinde neler olduğunu merak etmeye başladım. Tefsir kitaplarına il­gi duydum; işte o zaman Önemli bir problemle karşılaştım. Bizim alimle­rimiz tarafından yaklaşık elli sene önce yazılmış tefsirleri anlamakda güçlük çektim veya hiç anlayamadım Tercüme tefsirlerden faydalanmaya gayret ettim. Arna şunu arzu etmekteydim. Şu anda bizim anlıyacağımız bir üslup ve dille yazılmış ve herkesin okuyabileceği ve okuduğunda ne söylenmek istediğini rahatlıkla anlıyabileceği, ülkemiz din bilginleri tara­fından yazılmış bir tefsirimiz olsun. Ve bize Allah'ın dinini; Peygamber (s.a.v.)in sahabeye anlattığı gibi anlatsın. Bu eserin müellifi hocamızın Salı ve Perşembe günleri tefsir dersi verdiğini Öğrendim. Derslere de­vamlı olmasada uzun süre devam ettim. Şunu samimi olarak söyliyeyim sürekli tenkit gözüyle dinledim. Çünkü hocamla konuşma imkanım var idi. Hoşuma gitmeyen bir yanı olsada hocama söylesem dedim. Fakat derslerin çok güzel bir halk Türkçesi ile işlendiğini, özellikle menkıbe ve İsrailiyat türü söylentilere yer vermeme, müsbet  ilim ve keşiflere Al­lah'ın ayetlerini delil göstermeme konusundaki hassasiyetini takdir ettiği­mi belirtmek isterim. Çünkü bu hususlar ilk bakışda faydalı gibi görünsede Dinimizin aleyhine olmaktadır. Bu Önsözü yazmadan önce Fatiha Su­resinin tefsirini okudum. Hocamın anlattıklarını daha güzel bir üslup ile sözü fazla uzatmadan Öncelikle ayeti ayetle tefsir edip daha sonrada sünnete başvurup, Peygamber efendimizin kendi yorumlan ile genişletmesi ayrıca sebeplerine gidip normal halkın anlıyacağı misallere dayandırarak yazıya aktardığını gördüm.

Allah c.c. elinizdeki bu eseri okuyup anlama hususunda size gayret gözlerinize kuvvet versin.

                                                                                                                                                         Salim Dereli

                                                                                                                                                                  (Bankacı)[10]

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

Muhterem Hocam, evvela selam ve saygılarımı sunarak biraz da ken­dimden bahsedeyim. Ben doğu Anadolunun bir köyünde doğmuşum. On yıl sonrada İstanbul'a gelerek Beyoğlu semtine yerleştik. Otuzdokuz se­neden beride buradayız. Bunu yazmamdaki esas sebep hem doğu hemde batı anadolunun aile, çevre, dil ve din etkisini yaşamam. Hangisi iyi der­seniz, her iki tarafında iyi ve kötü yanlan mevcut. Konumuz bu olmadığı için uzun uzun anlatmayacağım.

Her iki tarafın ortak noktasına değinmek isterim.

1. Dini eğitimimiz tam olmadığı zaman yanlış ve kötü yollara sapmamız mümkündür. Müş­terek kötülüklerden bazıları şunlardır. İçki, kumar, yalan, hile, faiz, ha­ram kazanç, çıkar sağlamak, kendini üstün görme, başkasını aşağı görme, fakir zengin ayırımı gibi vs.                                                

Diğer bir ortak noktalarıda dini gericilik ile karıştırma, yeni ilimler­den uzakmış gibi düşünmeleridir. Ben liseyi bitiren bir kişi olarak, Din il­mini öncelikle ve ilimlerin en faydalısı ve en üstünü olarak görmeğe baş­ladım. Malımızın, evladımızın, işimizin, aşımızın en iyisi dahi olsa insan gerçek mutluluğu Din bilgisi olmadan farkedemez, anlayamaz.

Bizlere arapçanın çok zor bir lisan olduğunu, Kur-an'ı Kerimin Türkçeye ve başka dillere çevrilemeyeceği söylenmekteydi. Şimdi şunu gördümki Kur-an'ı Kerim kolay öğrenebilinir. Ben bu yaşlarda akşam Kur­an Kurslarında hamdolsun yüzünden okumayı öğrendim. Sizin meal, tefsir derslerindende Türkçeyle pek güzel anlatılır olduğunu gördüm.

Bu derslerden Allah'ı, Peygamberleri, Kitapları, Melekleri, Ahireti, ölümden sonrasını öğrendim. Bu dünya hayatımda nefsime, öfkeme, hın­cıma, kinime, hakim olmayı, varlığa, yokluğa sabretmeyi, fazlaca mala ve eşyaya bağlanmamayı, başkalarımda düşünmeyi ve eldekileri onlarla da paylaşmayı. Rızık korkusuyla yanlış işler yapmamayı ve düşünmeyi, Abdestin, namazın, orucun, zekatın, faydalarını öğrendim. Anne babamı­za iyilikte bulunmayı, çevremize, çoluk çocuklarımıza davranış şeklini öğrendim. Faydalarım görmekteyim. Beni Yaratan, yaşatan, her türlü rızıkla rızıklandıran Rabbimize karşı görev ve ibadetlerimi öğrendim. Hat­ta insanın, mü'minini, fasılanı, münafıkını, kafirini ve onların vasıflarını, miras ve evlilik hükümlerine kadar. Allah'ın mülkünde Allah'ın kanun­larının geçerliliğine kadar herşeyin Kur-an'da yazılı olduğu­nu öğrendim.

İsterimki bütün insanlarda öğrensin, benim kadar mutlu olsunlar. Al­lah sizden ve bütün hocalarımızdan razı olsun.

                                                                                                                                                            Nazım Önüt

                                                                                                                                İstanbul Ticaret Odası Memuru[11]

 

Giriş

 

Kur'an Bütün İnsanlar İçin İndirilmiştir.

 

Kur'anı Kerimi anlama ve ona göre hareket etmek herkesin hakkı ve görevidir. Onu anlamak ve anlatmak kimsenin tekelinde değildir. Allah'ın Rasulü Onu Cebrailden aldığı gibi insanlara arzediyor, kapalı yerlerini açıklıyordu. O Kur'an ayetlerini Ebu Cehil de anlıyordu, Ebu Leheb de anlıyordu ve inkara devam ediyordu.

Ebu Bekir de (r.a.) anlıyordu, Bilali Habeşi (r.a.) de anlıyor ve onunla amel ediyordu. Onlar fasih arap dilini biliyorlardı. Kur'anı Kerim ogün konuşulmakta olan arap dili üzerine naziî olmuştu.

Hz. Ebu Bekir veya Ebu Cehil bugün bizim edebiyat kitaplarındaki edebi sanatların isimlerini ve kısımlarını bilmiyorlardı ama o edebi sanat­ları en güzel bir şekilde kullanıyorlardı. Kısa zamanda İranlıların, Türkle­rin, Habeşlilerin, Rumların Müslüman olması nedeniyle birçok arapça kelimeler bunlara geçerken yeni manalar yüklenerek geçti. Cümlenin ya­pısında değişmeler meydana geldi. Kuranı bile yanlış okumalar başladı.Bunun üzerine Sibeveyh, Kisai, Ebul-Esved-ed-Düeli gibi zatlar gra­merle ilgili kitaplar hazırladı. Halil b. Ahmed, Kisai gibi zatlarda lügat kitapları hazırladılar.

Bir kısmı fıkhi eserler meydana getirirken, bir kismıda Kur'an ve sünnetin nasıl anlaşılacağını açıklayan usulleri koydular. Bu usulcüler bu kaideleri kendilerinden koymadılar.

Kur'anı Kerimdeki "Namazı dosdoğru kılınız" veya "Haksız yere adam öldürmeyiniz"[12] ayetlerindeki emir ve yasakların vu-cup ifade ettiğini yani mutlaka namazın kılınması gerektiğini, haksız yere adam öldürülmemesi gerektiğim anladılar. Yine Kur'anı Kerimde "İhram­dan çıktığınız zaman avlanınız"[13] emri vardır. Bu ayete göre hacca giderken yiyecek giyeceklerimizin yanında birer silah götürüp ih­ramdan çıkınca insandan başka canlının olmadığı "Mina'da avlanmamız gerekecek. Veya "Cuma namazı bitince yeryüzüne dağıhn"[14] ayetine göre Cuma namazının farzının selamını verince hemen camiden çıkmamız gerekecek.

İşte usulcülerimiz bütün bu ayetlerin uygulamasını yapan Efendimi­zin hayatına bakarak bir kısım emirlerin vucup ifade ettiğini bir kısmınmdaibaha ifade ettiğini yani ihramdan çıkınca hemen silaha sarılmanın farz olmadığını izin olduğunu bize bildirmişlerdir.

Yine usulcülerimiz her ayet veya Hadisi şerifle dört yönden, her dört yönünde dörder yönünden bakma melekesini geliştirerek bizim ufkumu­zu genişletmişlerdir.

Mesela: "iş hakkında onlarla müşavere et"[15] ayeti­nin ibaresi bize istişareyi emrediyor. Bir iş yapacağımızda o işin uzmanı­na danışacağız. Bu ayetin bir de işaret ettiği şey var: O da kendileriyle is­tişare edilecek uzman kişilerin yetiştirilmesidir. Ayet bize bunu da emret­mektedir. Ayetlerin genel bir manâmı ifade ettiğini, yoksa özel bir manâyamı delâlet ettiği, genel manâyı özelleştiren bir ayet olup olmadı­ğını araştırıp bize bildirmişler. Meselâ: "içinizden ölenlerin bırakmış ol­duğu eşleri kendi kendilerine dört ay on gün beklerler"[16] ayetine göre kocası ölen bütün kadınlar dört ay on gün iddet beklemesi gerekir. Ayetin hükmü umumidir. Ancak "gebe olanların iddeti doğumla­rıyla tamamlanır."[17] ayetine göre kocası ölen hamile kadın kocası öldükten hemen sonra doğum yapsa doğumun akabinde başka bir erkekle evlenebildiği gibi, kocası öldüğünde hamile olan bu kadın sekiz ay sonra doğum yaparsa sekiz ay beklemiş olacak. Birinci ayetin hükmü genel iken bu ayet tahsis etmiştir.

Bunlardan anlıyoruzki Mealini okuduğumuz bu ayetin hükmü genel midir, özelmidir? Geneldirde bir başka ayet tahsisini etmiştir? Bütün bunları usulcülerimiz ele almışlar. Bütün ayetleri, kelimelerini hatta manâya etki eden harflerini araştırmışlar ve bizlere hazır lokma halinde sunmuşlar demiyeyim. Çünkü"hazır lokma" tabiri pek hoş değil ve İslâmın ruhunada aykırı. Ama Kur'anı anlamada bizim ufkumuzu geniş­letmiş ve aydınlatmışlar.[18]

 

Kur’anı Anlamanın Yolu

 

Bugün hepimiz Türkçeyi biliyoruz. Ama Türkçe yazılmış bir beyti okuduğumuzda veya işittiğimizde hepimiz ayrı ayrı yorumluyoruz.

Peygamber efendimizin devletini anlatan: Gülden terazi yaparlar Gül alırlar gül satarlar Gülü gül ile tartarlar Çarşı pazarı güldür gül.

Şiirini okuyan her zihinde ayrı ayrı çok güzel şeyler şekillenir. Nasıl-ki parmak çizgilerimiz tamamen birbirimizden ayrıdır. Görme, duyma, tatma, koklama ve dokunma duyularımız ayrı olduğu gibi bu beş duyu­muzdan gelenleri yorumlama kabiliyetlerimiz de ayrıdır. Bu ayrılığa bir­de çevremizden edindiğimiz bilgileri eklersek ayrılık biraz daha artar.

Bu ayrılıklardan fıtri olanları rahmete sebepdir. Sonradan meydana gelen sun'i ayrılıklar sapıklığa sebeptir. Eğer beş duyumuz ve aklımız bü­tün insanlarda aynı güçte olsa idi, dünya çekilmez olur, keşifler durur monoton bir hayat bizi boğardı. Bir çiçek karşısında herkes aynı hissi duyardı, hepsi aynı rengi tercih edeceğinden her yer aynı renkte boyanır, herkesin şiiri aynı vezin, kelime ve manâlardan meydana gelirdi.

Her gönül ayrı bir imalathane, ayrı bir hazine, ayrı bir arşiv, ayrı bir analiz ve sentez yeridir. Kur'anı Kerim birçok yerde "Ey insanlar" diye başlar. Peygamberimiz içinde "Seni ancak bütün insanlara elçi olarak gönderdik."[19] buyurur.

Bütün insanlara gönderilen bütün insanlar tarafından anlaşılabilecek durumda olmalıdır. Daha iyi anlaşılabilmesi için Arapça olarak indirilen Kur'anı Kerim'i anlamak her insanın hakkı ve görevidir. Ancak onu anla­mak için fasih bir Arapça bilinmelidir. Kelimeler, bugünkü yüklendiği manâ ile değil, Kur'an nazil olduğunda yüklendiği manâlarıyla bilinmeli­dir.

Çağımızda edindiğimiz bilgiler bizi herhangi bir konuda taraf yapma­malıdır. Günümüzde komünizmi benimseyen bir kısım bilginler taraflı bir gözle Kur'anı araştırarak "İslam sosyalismi" dedi. Bir kısım batı iktisadını öğrendikten ve bir akımı benimsedikten sonra İslam iktisadını o akımın ana başlıkları altında verdi. Bir kısmı keşifleri izledi ve Batının henüz üzerinde araştırma yaptığı faraziyelere ayetlerden destek vermeye çalıştı.

Bütün bunları gördükten sonra yeni doğan çocuğun kulağına ezan okumanın sünnet oluşunun önemini daha iyi anlamaya başladım Kur'anî bir yaşantıya sahip olması istenen bu çocuğun gönlüne yapılacak ilk ka­yıtlar onun ilerde eşyayı yorumlamasını yönlendirecektir.

Bülbülü bir yudumluk et gören komünist de bülbülü yüzbin liraya sa­tabileceğini hesap ederek hapseden kapitalist de, bülbülün minnacık göğ­sünden binlerce nağmenin çıkışını görüp secdeye kapanan; senin yerin bir su kenarında nazlı nazlı sallanan çitlenbik ağacıdır diyen Müslüman-da insandır. Ama onların bakışını yönlendiren kültürlerdir.

Çağımızda edindiğimiz kültürleri kesin doğrular olarak kabul ederek Kur'ana bakarsak, kendi görüşümüze Kur'anı uymaya zorlamış oluruz. Bütün bu Öğrendiklerim doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Bakalım Kur'an bu konularda ne buyuruyor demeli.

Kur'anın tefsiri için yine Kur'ana müracaat etmeli. Meselâ Bakara su­resinde size biraz kapalı gelen bir ayet, bir başka surede açıklanmıştır. Sonra Kur'an sünnetle tefsir edilmelidir. Efendimiz bu ayeti nasıl tefsir etmiş veya bu ayeti hayatında nasıl tatbik etmiş, ona bakılmalıdır.

Daha sonra canları ve mallarıyla Efendimize yardımcı olmuş Ashabın görüşlerine müracaat edilir. Çeşitli görüşleri bilmek bütün ihtimalleri de­ğerlendirmek demektir. Binlerce alimin görüşleriyle insan ufkunun aydınlanması demektir. Usul kitapları Kur'an ve sünneti anlamada takip edilecek yolları göstermekte ve Kur'an ve sünnete birçok açıdan bakma­mızı sağlamaktadır.

Mezhep imamlarımızın ayrılık sebeplerine kızan ve "Bir ayetin bir manâsı vardır" diyen ve kendi verdiği manâyı kabul etmeye zorlayan, bundan başkası yoktur diyen kardeşlerimiz kendisini imam kabul edip di­ğerlerini kendisine tabii kılmaya zorlamıyor mu acaba? "Yok ben böyle anladım herkes istediği gibi anlayabilir" derse bugün binlerce milyonlar­ca mezhebe ayrılıp, küfür yerine birbirimizle mücadeleyle vakit kurşunla-mazmayız acaba? Herne ise Kur'anı Kerimi okumaya başlarken çağının hastalıklarını ta yüreğinde hissederse insan, Kur'anı daha iyi anlar ve has­talıklara şifa bulur.

Kum yemeye başlayan çocuğu babası veya annesi ne kadar azarlarsa azarlasın kumdan vazgeçiremez. Çocuğu doktora götürür ve ona demir ihtiva eden ilaçlan içirirse çocuk kendiliğinden vazgeçer. Çocuğun bün­yesinde demir eksikliği olunca gözü veya burnu kumdaki demiri görüyor ve kokluyor.

Mümin olarak bizler bir fahişenin, politikacının, ateistin, koministin, kapitalistin, din tacirinin hastalığının acısını ta yüreğimizde hisseder, "Ya Rabbi. bunlar kulun ve peygamberin Hazret! Ademin hasta düşmüş ço­cuklarıdır. Kur'an eczahanesinden ilaç almaya geldim, her çağın alimine kelamıyın sırlarını açtığın gibi bana da çağımın hastalıklarına Kur'an ec­zahanesinden şifa verici ilaçlarını göster" diyerek Kur'anı Kerimi açmalı­dır.[20]

 

Kur'anı Nasıl Okumalı

 

Kur’anı Kerimde iman etmiş bir topluluktan bahsederken "Allah on­ları sever, onlar Allah'ı sever"[21] ayetiyle karşılıklı sevginin olduğunu haber verir. Askerde iken sevgili hanımından mektup gelen bir asker, o mektupu her akşam yatakta, eğitim esnasında istirahatta açıp açıp okuduğu ve her okuyuşta ayrı bir zevk aldığı gibide değil.

Çünkü Kur'anı Kerim bizim hanımlarımızı, çocuklarımızı, anneleri­mizi, babalarımızı, sevgilerimizi yaratan ve bizi seven Allah c.c. tarafın­dan gönderilmiş, getiren aracı postacı gibi değil, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz efendimiz Muhammed Mustafa s.a.v. dir. Mektupta yüreğimizi hoplatan "Sevgilim" sözünden daha güzel olan, Rabbimizin kitabında bize "Kullarımmm!."[22] sözü, kalbimizi imana, kalıbımızı ibadete, alınterimizi ticarete, kanımızı şehadete hoplatır.

Kur'anı Kerimde "Kendilerine verdiğimiz kitabı hakkıyla okuyanlar­dır, ona inananlar "[23] buyurularak Kufanın hakkını vere­rek yani manâsını anlayarak iman edip amel ederek okumak gerektiği vurgulanmıştır. Manasını bilmeden okumanın faydası yok mudur? Fayda yoktur deyip kısadan kesmek vakıaya, görünüp duran faydaya göz kapa­mak olur. Bugün yeryüzünde milyonlarca insan manâsını anlamadan Kur'anı tekrar tekrar okumaktada Kimsenin zorlamasıda yoktur.

Efendim kişinin kendini şartlandırması vardır denebilir.

Bugün kendilerinin haklı olduğunu iddia eden Hristiyanlar ve ellerin­de tahrif edilmiş incilleri vardır. Muharref İncilini baştan sona devamlı okuyan bir Hristiyana rastlanmadığı gibi, papazada rastlanmamıştır. Yan­lış anlaşılmasın. Papaz incili çok iyi bilebilir. Ancak Müslümanların Kur'anı Kerimi hatmedişi gibi ayda veya senede bir incili baştan sona okuyayım geleneği yoktur. Okuyamazlar çünkü kendileri gibi bir papaz Hak ile batılı karıştırmıştır.

İnsanın yazdığı en güzel eser, bir, iki, üç defa okunabilir, ondan son­rası tatsız olur. En sevdiğiniz bir şiiri bir kaç defa tekrarlayabilirsiniz, sonra bırakırsınız.

Ama günde beş vakit namazında kırk defa "fatiha" suresi okuyan bir insan yetmiş senelik ömründe bir milyon defa "fatiha" suresi okur da bık­maz. Ölürken çocuklarına vasiyet eder. "Beni fatihasız bırakmayın" der. Üstüne üstlük bir de kabir taşına yazdırır ve fatiha ister. Manâsını bilme­den okuyan bu insanlara "anlamıyorlar" denemez. Uzaktan gülü görünce gözümüz ve gönlümüz gülüyor. Peki ne anladık? Henüz kokusu gelmedi. Manâsı bilmeden okumanın faydası vardır.

Ama Kur'an anlaşılmak, amel edilmek için indirilmiştir. Ölüler için okunabilir, ama diriler için indirilmiştir. Dirilere okunmalıdır. Manâsını bilmeden televizyonda, radyoda, camilerde okunan Kur'an altmışbeş kilo­dan kırksekiz kiloya düşürülen güreşçinin çeşme başında su içmesine benzer. Bir avuç içerse tartıda kaybedecektir. Vücudu ise sünger gibi suya muhtaçtır. Güreşçi ağzına suyu alıp geri çıkarmaktadır.

Bizim toplum hayatımızda, sünger gibi Kur'ani hayattan uzaklaştı­rılmış. Ona muhtaçtır. Ağzınıza alıp geri çıkarmakla ihtiyacınızı giderin diyorlar. Hayatına maletmek isteyenler toplum minderinden uzaklaştırılır diyorlar. Peygamber efendimiz bunlar için "Kur'an onların boğazından aşağıya geçmez" buyurmuştur. Kur'anı kalbimize nakşedeceğiz. Davra­nışlarımızı onunla süsleyeceğiz. Topluma örnek olacağız ki, toplum bize bakarak kendi hayat gergefine İslamın nakşını işlesin.[24]

 

Kur'ana Göre Peygamberin Hüküm Koyma Hakkı

 

Annelerimiz komşu kadından örnek nakış getirirler. Örneği önlerine koyarlar ve kendi gergeflerine o örneğin aynını işlemek için iğne iğne ta­kip ederek gergefi süslerler.

İşte ayet ayet, sure sure hayatını süsleyen, Kur'ana göre bir hayat tar­zı yaşayan, Efendimizin hayatınmda bizim için örnek olduğunu ve (Onun fiili sünnetine uymamız gerektiğini,) "sizin için Allah'ın Rasulü en güzel örnektir"[25]  ayetiyle Rabbimiz haber vermiştir. Kur'ana ina­nan bir mümin Kur'anı bize getiren ve O'nu hayatında tatbik eden Rasule de inanmalı ve O'na güvenmelidir.

Allah'ın kulları arasından seçtiği[26] büyük bir ahlaka sa­hip kıldığı[27] alemlere rahmet olarak gönderdiği[28] Rasulünün söz ve davranışlarında Kur'ana uygun olduğunu, Kur'an doğrultusunda konuşacağını "O kendiliğinden konuşmaz. Onun konuştuğu ancak bildirilen vahiydir"[29] ayetiyle haber ve­rerek kavli sünnete de uymamız gerektiğini haber vermektedir.

Bu ayette kasdedilen Kur'andır diyenler konuşur manâsına gelen Yentıku kelimesinin Allah için kullanılmadığını Allah için kelam keli­mesinden türemiş kelimeler kullanıldığını bilmeyenlerdir. Rağıb bu kelimenin insandan başkasında kullanılmadığnı, kullanılırsa mecazi olduğu­nu haber verir. Ebul Beka ise bu kelimeyi "Gönüldekini açıklayan sev" diye tarif etmiştir. Gönül ve dil Allah'ın Rasulünde olduğuna göre burada kasdedilen Allah'ın Rasulüdür.

"Biz Rağıba da Ebul Bekaya da inanmayız" diyenler Lügat kitaplarım kaldırdıktan sonra Besmelenin manâsını kimden öğrenecekler?

Kur'anı Kur'anla tefsir birinci yoldur. Kur'anda Yentıku, Entaka gibi Nutk'dan türemiş kelimeler hep Allah'ın yarattıkları için kulla­nılmıştır. O halde burada kasdedilen Allah'ın Rasulüdür. Ayrıca Allah c.c. Elçisini Kur'anı Kerimi insanlara açıklamak için indirdiğini haber ve­rir.[30]

Açıklamakla okumak veya tebliğ etmek arasında fark vardır. Kur'anı Kerimi insanlara o haliyle, tebliğ ettiği gibi o ayetlerin ne manâya geldik­lerini de açıklamıştır. Mücmel ayetlerin kapalılığını kaldırmış. "Zekat ve­riniz" ayetini nelerde, ne oranda verileceğini, namazın kaç vakitte kaçar rekat kılınacağını açıklamıştır. Kur'anı Kerimin emir ve yasaklan doğ­rultusunda emir ve yasak koyma yetkisini Kur'an vermiştir.

Tevbe suresinde "Allah'a ve Ahir et gününe inanmayan, Allah'ın ve Rasulünün haram kıldığını haram saymayanlarla harbedin"[31] ayetinde Rabbimiz Rasulünün de haram kılma hakkına sahip oldu­ğunu haber vermektedir. "Efendim Kur'anda geçen "Rasül" kelimesi yine Kur'anı kasdetmektedir. Buna göre Rasül sizin için örnektir veya Rasüle itaat ediniz ayetlerinde kasıt Kur'andır" diyenler olabilir. Elektrik mühen­disinin ihtisasına saygı duyanlar İslami ilimlerdeki ihtisasa saygı duyma­yabilirler. Ama iyi niyetlerle Kur'anı okumaya devam ederlerse Kur'an kendisini yine kendisi açıklayacak ve "Muhammed Allah'ın Rasulüdür"[32] "Muhammed ancak Rasüldür"[33] ayetleriyle Resulün kim olduğunu öğretecektir.

Kur'anı Kerimdeki "Makamı Mahmud" ile ilgi kurarak "Muhammed'den kasıd yine Kur'andır diyen olabilir. Kur'an bütün şüpheleri kaldırmak üzere önce "Rasül" kelimesini zikrediyor. Sonra Rasülün sıfatı olarak "Nebi" kelimesini zikrediyor, sonrada ümmi kelimesini zikrediyor - ve şöyle buyuruyor. "Deki: Ey insanlar! Doğrusu ben göklerin ve yerin hükümranı, O'ndan başka ilah bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın hepiniz için gönderdiği peygamberiyim. Allah'a ve ümmi (okuyup yazması olmayan) Nebi (haber getiren) Rasüle iman edin ki, O da Allah'a ve kelimelerine inanmıştır. O'na uyunuz ki doğru yolı bulaşınız"[34]

En'am suresinin 145 nci ayetinde Rabbimiz: "Deki: bana vahyolunandan leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o pistir- ve günah işlenerek Allahdan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum" buyuruyor. Bu dört şeyden başka haram birşey yoktur diyen kardeşlerimiz pisliklerini niçin tuvalete dökerek israf eder­ler acaba!

Müslümanlara göre Allah (c.c.) Kur'ani kerimde bazı şeylerin adını söyleyerek haram kılmış ve O ölçüler içinde Rasülününde haram kılma yetkisinin olduğuna işaret etmiş[35] ve "O peygamber, onlara, uygun olanı emreder, ve fenalıktan men'eder. Temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor teklifleri hafifle­tir.... "[36] ayetiyle pis ve murdar şeyleri belirlemeyi Allah Rasulüne bırakmış.

Peygamber (s.a.v.) in Haramı helal, Helali haram kılma yetkisi yok­tur. Ancak nelerin haram olduğunu nelerin helal olduğunu belirleme yet­kisi vardır. Rasulünün şanını yücelten Allah[37] Rasulüne "Deki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz" emri Allah'ın emirlerine uyunuz manâsındadır denirse o zaman ayet böyle dolandıracağına "Eğer Allah'ı seviyorsanız Allah'ın emirlerine uyunuz" derdi.

Biz Allah'ı seviyor Rasulü olduğu için Muhammed (s.a.v.) ide sevi­yor ve bize getirdiklerine itaat ediyoruz.[38]

 

Bize Kur'an Yeter

 

"Kur'an bize yeter" diyenlere karşı "hayır yetmez" demek büyük bir hata olur. Hz Aliye "Kur'andan başka Hakem kabul etmeyiz" diyen Hari­cilere Hz. Ali "Kendisiyle batıl kasdedilen haksöz" diye cevap vermiştir. Bu sözleri söyleyen kardeşlerimiz meal okuyan kardeşlerimizdir.

Bizler mezhepde imamımız olarak Ebu Hanifeyi Şafıiyi ve diğerlerini kabul ederken o kardeşlerimizde meal yazanları kabul etmekteler. Çünkü biz bu imamların Kur'andan anladığına uyuyoruz. O kardeşlerimizde bu çağdaşlarımızın anladığına uymaktalar. Meal yazanlarımızda bir mezhe­be bağlı olmaları nedeniyle mealleri o mezhebin anlayışını yansıttığından bu kardeşlerimizde dolaylı olarak mezhebe bağlıdırlar. Dilerlerse Hanefi ile Şafii arasında manasında ihtilaf edilen ayetlerin meallerine baksınlar. O ayetlerde Hanefi usulüne göre mana verildiğini görecekler.

Ah keşke ne olurdu Kur'anı Kerimi arapçasmdan anlamaya çalışsalar (ki birçok kardeşimiz bu yola girmiştir) kelimelerin ne manaya geldiğini anlamak için lügatlara müracaat etseler, ismin başındaki bir tek harfi cerrin ne derin manalar ifade ettiğini bir öğrenmeye çalışsalar, O büyük alimlerimizin ne büyük hizmetler gördüğünü bir farketselerdi bunlar daha büyük hizmetler görürlerdi.

Her şeye rağmen gündemde Kur'anı Kerim vardır. O yüreklerimizi harabiyetten kurtaracak ve ufkumuzu aydınlatacak, iki dünyamızıda cen­net eyleyecektir.[39]

 

Bugün Biz Kur'anı Daha İyi Anlarız Diyenler

 

"Bugün elimizde büyük imkanlar var. Bütün lügat kitaplarını, kelime­lerini manalarını ve cahiliye dönemi şiirlerinden şahitlerini bilgisayara verebiliriz ve böyle kelimelerin manalarından kaynaklanan ihtilafları giderebiliriz" diye fikir ileri sürenler olabiliyor.

Ancak günümüz dünyasında aynı çağda yaşayan insanlar arasında bi­le hukuki meselelerde bir kelimenin manasında ihtilaf edilmekte.

Çağımızda yaşayan insanlar arasında yaşayan kelimelerin manaların­da ihtilaf ediliyor ve tarafları memnun edecek bir neticeye yanlamıyorsa bindörtyüz sene Önce yaşamış cahiliye dönemi şairlerinin şiirlerinde kul­lanılan kelimelerin manalanndaki ihtilafı gidermek bize biraz zor geliyor.

Biz önce Kur'anı Kur'anla tefsir etmeye çalışırız. Sonra hadisi şerif­lerle tefsir etmeye çalışırız. Çünkü peygamber (s.a.v.) e Kur'anı kerimi daha iyi tefsir etme yetkisini Allah c.c. vermiştir.[40] "Sün­neti bize ulaştıranlara güvenemeyiz" diyenler bilmezlermiki cahiliye dö­nemi şiirlerini toplayıp bize nakledenlerle sünneti nakledenler aynı insan­lar.

İlk dönemde çöllerde kabileleri dolaşarak kelimelerin ne manaya geldiğini yazan Kisai gibi zatlar aynı zamanda bize Kur'anı, sünneti, şiir­leri ve kelimelerin ne manaya geldiğini nakleden insanlardır. Kur'anı Ke­rimi anlamak için bizim sünnete, cahiliye dönemi şiirine, lügat kitapları­na ihtiyacımız yok. Bugünkü kullanılan arapçayı öğrenir ve anlarız" di­yenler Arapçayı çok iyi bilen Beyrutlu Hristiyan araplardan birine Kur'anı Kerimi bir okusunlar ve ne anladığını sorsunlar. Veya bii papaz tarafından hazırlanan arapça lügat olan "Müncid"deki kelimelere verilen manalara göre Kur'anı anlamaya çalışsınlar. Karşılarına islamın dışında başka bir şey çıkacaktır.

Onun içindirki Rabbimiz tarafından arapça indirildiği ifade edilen Kur'anı kerimin indiği günlerde o kelimelerin ne manada kullanıldığını açıklayan hadisler, şiirler ve ilk dönemde hazırlanan lügat kitapları bizi kaynağa götüren yollar, hazineyi açan anahtarlardır.

Cahiliye döneminde bir kaç manaya gelebilen kelimelerin manaların­dan birini tercih etmekde mezhepler arasında ihtilaflara vesile olmuştur.

Mesela: K-R-E- harflerinden meydana gelen Kuru' kelimesi hanefilere göre hayız manasınadır, Şafiilere göre temizlik manasınadır.

Kelimenin asıl manasında toplamak vardır. Aynı kökten gelen "Kur'an" kendisinde sure ve ayetleri topladığından Kur'an denmiştir. Ay­nı kökten gelen köy veya şehir manasına gelen "Karye" insanları kendin­de topladığı için Karye denmiştir. Aynı kökten gelen ve ziyafet manasına gelen "Kıra" insanları sofrada topladığı için Kıra denmiştir.

Kuru' kelimeside hayız günlerinde kan rahimde toplanıp dışarı aktığı için Hanefilere göre Hayız manasınadır. Şafiilere göre ise kanın akmayıp vücudda toplandığı için temizlik manasına alınmıştır. Böyle birkaç mana­yı kendisinde bulunduran kelimelerden hareketle ayrı ayrı görüşlere sahip olanlara Alimlerimiz müsamahalı bakmışlardır. Üstün bir cehd iyi bir niyet neticesinde varılan farklı neticelerden dolayı mezhepler birbirlerini tekfir etmemişlerdir.

Bir mezhebe bağlı değilim diyen kardeşlerimiz lügat kitaplarına ba­karak bu manalardan hangisini seçerlerse seçsinler bir mezhebin görüşü­ne katılmış olurlar. Hayırlı olsun.[41]

 

Kur'anın Tarifi

 

Kur'anı Kerimi yine Kur'anı kerim tarif eder. Fatiha suresinde "bize doğru yolu göster" diye dua ettikten sonra hemen ikinci sahifede ve Ba­kara suresinin ikinci ayetinde "işte müttekilere yol gösteren gerçek kitap budur. Bunda şüphe yoktur" buyurarak yol gösterici olarak Rabbimiz ta­rafından indirildiğini haber verir.

İnsanın hatırına hemen şu geliyor: Tevrat, Zebur ve İncilde Allah ta­rafından indirilmişti ama tahrif edilmiş.Kur'anda tahrif olunamazmi?

Buna Rabbimiz bindörtyüz sene önce garantisini bildirmiş ve "O zik­ri (Kur'anı) biz indirdik biz koruyacağız'[42] bir başka ayette ise "O değerli bir kitaptır. Önünden veya ardından batıl ona gelemez (Fussilet 42) buyurmuştur. Tarih içinde Kur'ana kendi batıllarını karıştırmaya kalkanlar olmuştur ama Allah'ın yeryüzündeki süvarileri olan "Kurra" ile Allah kendi kelamını korumuştur.

Peki ama bu Allah kelamıdır. Onu biz nasıl anlarız ve nasıl tefsir ede­riz?

Rabbimiz Kur'anı anlaşılması için indirmiş.Rasulü Muhammedin arap olması ilk muhataplarında arap alması nedeniyle "Anlayasınız diye arapça olarak indirdik"[43] buyurmuş ve ayetlerin açıklanması­nın yine kendisi tarafından olduğunu "Bu, Hakim, Habir (Allah) tarafın­dan ayetleri muhkem kılman ve sonra onun tarafından açıklanan bir kitapdır".[44] ayetiyle haber vermiştir.

Bütün ayetleri indiren Allah c.c. olduğu için ayetler arasında çelişki bulunmaz.[45]. Bugün bütün dünya devletlerinin kanunlarını insanlar hazırladığı için Anayasanın kendi maddeleri arasında çelişki oldu­ğu gibi, Anayasa ile ceza yasası v.s. arasındada çelişkiler vardır.

Çağımızda müslümanlann zillet içinde yaşamaları onları yeniden Kur'ana döndürmüş. Zillet yalnız maddi hayatımızda değil, kültür yapımızdada olduğundan Kur'an ayetlerini çarpık düşüncelerimizle yorumla­maya, şaşı görüşlerimizle tek manayı çift anlamaya başlamışız.

Mesela: "inananlara yardım etmek bize Hak olmuştur."[46] "Allah kafirlere, müminler aleyhinde asla fırsat vermeyecektir"[47] veya "Allah içinizden iman edip salih amel işleyenlere, onlardan öncekileri yeryüzünün idarecileri kıldığı gibi onlarıda yeryüzüne idareci kılacağına, onlar için razı olduğu dini yerleştireceğine, korkularını güve­ne çevireceğine dair söz vermiştir"[48] ayetlerini okuduktan sonra bugün güçlü gösterilen devletlere ve birde halkı müslüman olan ül­kelere baktıkdan sonra bir kısım Kur'ana yakışmayan yorumlar getirirken bir kısımda bugün yaşayanlar müslüman değil deyivermekle meseleyi halledeceğini zannetmiştir. Rabbimizin tabiat ayetlerinde (kanunlarında) nasıl ki bir düzen vardır. Çıkarlarımız için bu tabiat kanunlarına riayet gerekir. İşte Rabbimizin Teşrii kanununda da bir düzen vardır. O kanun­lara riayet gerekir.

Kur'anı Kerimde "Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah'da size yardım eder"[49] buyurulmuştur. Bir başka ayette de "Eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur."[50] buyurulmuştur. Yardımın gelmesi gayretin olmasına bağlanmıştır.[51]

 

Kitap: Mir'at-ül-usulde (sh. 16-17) şöyle tarif edilmiştir: "Rasulümüz Muhammed s.a.v. üzerine nazil olan nazındır"

Her ilimde tarifler çok önemlidir. Bütün mezhepler meşrepler ve ekoller tariflerle birbirinden ayrılırlar. Kur'an manasıyla nazmıyla Kur'andir diye tarif eden ehli sünnet alimleri Kur'andaki kelimelerin ve dizilişlerininde ilahi olduğunu kabul ettikleri için Kur'anın meali (Tercemesi)ni okuyanın Kur'anı okumuş olamayacağım ancak terceme yapan zatın anladığını okumuş sayılacağını ifade etmişlerdir. Kur'anı kerimin anlaşılabilmesi için arapça indirildiğini, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği şekilde hükmedilmesi için indirildiğini açıklayan ayetlerden Kur'anın nazım ve manadan ibaret olduğunu anlarız.

Elimizde okumakta olduğumuza "Mushaf" denir. O Kağıt fabrikası­nın imal ettiği kağıt ve matbaa mürekkebinden meydana gelir. Halk ara­sında "Kur'an yanmaz" sözü doğrudur. Çünkü nazm ve mana yanmaz ama "Mushaf" yanar. Çünkü kağıt ve mürekkebdir.

"Mushaf " harfleri üzerinde rakamsal çalışma yapan hurufilere Ehli sünnet alimleride, şii alimleride, zahirilerde iltifat etmemişlerdir. Çünkü Kur'anı kerim nazm ve mana yönünden ilahidir. Hat (yazı) yönünden ila­hi değildir.

Bu konuda yazılmış çeşitli kitap veya makale vardır.

Ondakuz rakamı üzerine eserler yazıldığı gibi, ondört rakamı üzeri­ne, yedi rakamı üzerine, yirmiiki rakamı üzerine, yazılmış makalelerde vardır.

Kur1 anın ahkamı ve ameli sizi ilgilendirmiyorsa ve .bolca vaktiniz varsa Kur'anda birkaç yerde geçen kırk veya yetmiş rakamlarını alınız ve sizde birşeyler bulabilirsiniz[52]

 

Kur'anı Yine Kur'an Açıklar

 

Allah (c.c.) kendi kelamını yine kendisinin açıkladığını haber ver­mektedir.[53] Herhangi bir ayeti okuduğumuzda o ayette geçen keli­melerin ne manaya geldiklerini yine Kur'am kerimin diğer ayetlerinde ararız. Bir hüküm bildiren ayetle ilgili başka ayetleride alınmış ve ikisin­den bir veya birkaç hüküm çıkarılmıştır.

Günümüzde "gavurun ekmeğini yiyen kılınanı kuşanır" sözünü doğ­rulayan batı üniversitelerinde geçimini temin eden bazı bilginler, batılıya yaranmak için Kuranı Kerimden bir ayet alarak[54] Yahudi ve Hristiyanlara "Sizde Cennete gideceksiniz iyi kalpli olun işleriniz iyi ol­sun yeter. Müslüman olmanıza gerek yok" demeye gelen kitaplar ve ma­kaleler yazmaktadır. (Türkçeyede terceme edilen bu kitabın adını ve adresini vermek istemiyorum.)

Kur'anı Kerimde yahudilerin, Uzeyre Allah'ın oğlu, hristiyanların, İsa'ya Allah'ın oğlu dediklerini, haber verir.[55]Müminlere en katı düşmanlar Yahudiler ve müşrikler (Ateistler) olduğunu, sevgice en yakın olanlarında Nasara olduğunu haber verir.[56] Yahudi ve hristiyanlan dost edinmememizi emreder.[57]

Ayrıca Allah katında gerçek dinin İslam olduğunu[58] İslamdan başka din arayanın dininin kabul edilmeyeceğini haber verir Rabbimiz.[59] O bilginin dayandığı ayetler Bakara 62 ve Maide 69 da çok az ayrı­lıklarla aynı iken Hac 17 de ise yahudiler hristiyanlar, sabiin, mecusiler ve müşrikler zikredildikten sonra kıyamet gününde bunların aralarının ayırtedileceği haber verilmektedir. Ayrıca O bilginin dayandığı ayette Yahudi, Hristiyan ve sabiinin cennete gitmelerini; Allah'a ve ahirete imandan sonra ameli saliha bağlamıştır.

Kur'anın tarif ettiği şekilde Allah'a ve ahirete inanan ameli salihini yerine getiren ister yahudi, ister hristiyan, ister sabii, ister mecusi, ister kominist asıllı olsun değişmez. Müslüman olur ve mümin olarak ölürse cennete girer.

Cennet müminlerin veya bir başkasının tekelinde değildir. Onu yara­tan Allah (c.c.) oraya kimlerin girebileceğini Kur'ani keriminde bildir­miştir. Sonuç olarak baştaki cümlemizi tekrar edelim: Kur'anı Kerimi yi­ne Kur'anla tefsir edeceğiz.[60]

 

Esbabı Nüzul Ayetin Hükmünü Tahsis Etmez

 

Birçok ayeti kerime bir soru veya bir olay üzerine nazil olmuştur. Ayeti kerimelerin anlaşılmasını kolaylaştıran bu esbabı nüzul o ayetin yalnız o olaya tahsis edilemeyeceğini ifade etmiş usulcülerimiz.

Mesela bir sahabi hakkında nazil olan bir ayet bizi ilgilendirmemiş olsa idi biz bindörtyüz sene sonra geldiğimiz için bizi ilgilendiren ayet olmaması gerekirdi.[61]

 

Geçmiş Peygamberlerin Şeriatları

 

Bütün peygamberlere iman ettiğimizi, aralarında ayırım yapmadığı­mızı her gün yatsıdan sonra okuduğumuz Amenerrasulü diye baş­layan Bakara suresinin son iki ayetiyle ikrar ederek yatıyoruz. Kur'anı Kerimde bir sahifede on sekiz peygamberin ismini zikrettikten sonra "İş­te bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir. Onların yoluna uy"[62] buyurmakla geçmiş peygamberlerin Kur'an tarafından bize bildirilen ve neshedilmeyen hükümlerinin bizim içinde geçerli olduğunu haber vermektedir.

Bir ayette "Nuh'a buyurduğu şeyleri sitede şeriat yaptı"[63] buyuruyor. Bir başka ayettede "Doğruya meyleden İbrahim'in dinine uy'[64] buyuruyor.

Bütün peygamberleri gönderen bir tek Allah olduğuna göre getirdik­leri itikad esasîarındada birlik vardır. Zaman, mekan ve imtihana göre degişen ahkamda vardır. Eğer Kur'anı kerim ahkamı bildiriyorda neshedildi veya bu yalnız onlara hasdır[65] demiyorsa, "Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı Ödeşme yazdık. Kim hakkından vazgeçerse bu onun günahlarına keffaret olur. Kim Allah'ın indirdikleriyle hükmetmez­se işte onlar zalimlerdir" (Maide 45) ayetinde olduğu gibi bizim içinde geçerlidir.

Günümüzde bir kısım yazarlar bu ayet Yahudiler hakkındadır, bu ayet Hristiyanlar hakkındadır, bu İbni Abbas hakkındadır, bu Mekkeliler içindir, bu Ensar içindir diyerek bize yalnız namaz, oruç ve kelimei şehadeti bırakıyorlar. Farkına varmadan İslami hareketlerin karşısına dikilen bunlar baldan şarap yapar gibi Kur'an ayetlerini.çarpıtarak Allah'ın yara­tılmışlar üzerindeki hakimiyetini yaratılmışlara vermeye çalışırlar.

Biz Kur'an ve sahih hadislerin haber verdiği neshedildiği veya o kav­me has olduğu bildirilmeyen geçmiş peygamberlerin şeriatınada uymakla emrolunduk. Esbabı nüzulün ayeti tahsis etmediğine, hükmünün genel olduğuna inandık. Eğer ayetler, yalnız nazil oldukları insan veya toplulukları ilgilendirmiş olsa idi bize yönelik ayet olmazdı. Halbuki Kur'anı ke­rim Rasulün bütün alemlere gönderildiğini haber verir.[66]

 

Ayetlerin İbaresi, İşare'ti, Delaleti, İktizası

 

Fatiha suresinden Nas suresine kadar yüzondört sureye Kur'an denil­diği gibi bir tek ayetinede Kur'an denir.[67] Kitabı en güzel olarak indiren[68] Allah'dan daha doğru söz­lü olmadığını bildiren[69] Allah (c.c.) ün kelamını anlamaya ça­lışan öncülerimiz ve önderlerimiz bir ayeti incelerken bu ayet Has mıdır, Âm'mıdır, Müşterek midir, Müevvel midir, Zahir midir, Nas mıdır, Müfesser midir, Hafi midir, Müskil midir, Mücmel midiri, Müteşabih midir, Sarih midir, Hakikat manasındamıdır, Mecaz mıdır, kinaye mi vardır di­ye araştırdıktan sonra bu ayet ibaresiyle ne diyor, işaretiyle ne diyor, de­laletiyle ne diyor, iktizasıyla ne diyor diye araştırmışlar.

Bu kadar teferruat zorlaştırmak için değil kolaylaştırmak içindir. As­lında her dilde yazılmış eserleri anlamak için bu tür bakış metodu gelişti­rilmiştir.

Edebi sanatların adını bilmesede Türkçe konuşan bir insan "açık göz" tabirinde hakiki mana ile kinayeyi bilerek kullanır. Ama kinaye nedir bil­mez.

Yukarıda saydığım yönlerin isimlerini Ebu Cehil sayamazdı ama arabça çok iyi bildiğinden ayetin ibaresiyle neyi kasdettiğini, işaretiyle neyi kasdettiği bilirdi.

Misal "Allah alışverişi helal kıldı. Faizi haram kıldı"[70] ayetinin ibaresiyle alışverişin helal, faizin haram olduğunu, işaretiylede alışverişle faizin aynı olmadığını ve kendilerinin söylediği "alış­verişte faiz gibidir" sözüne cevap olduğunu anhyorlardı.

Misal "Onların işleri aralarında şura iledir"[71] ayetinin ibaresi bize işlerimizi istişare ile yapmamızı, devlet yönetiminin şura ehliyle istişare edilerek yapılması gerektiğini öğretirken, işaretiyle şura eh­linin yetiştirilmesini onların yetişeceği okulların açılmasını emretmekte­dir.

Misal "Eğer anne ve babandan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, Onlara karşı "Öf deme"[72]ayetinin ibare­sinden anne ve babaya "öf demenin yasak olduğunu öğreniyoruz. Ayette dövmek yasaklanmıyor. Ama ibaresi "öf demeyi yasaklayınca Delaletiy­le biz dövmeninde yasak olduğunu anlıyoruz.

Misal "Anneleriniz, kızlarınız, kızkardeşleriniz........haram kılın­dı"[73] ayetine göre neleri haram kılındı, bilinemiyor. Onlarla gö­rüşmek, konuşmak, ellerinden tutmak mı haram kılındı?, İşte burada bir kelime iktiza ediyorki oda."Nikahlamak" lafzıdır. Ayetin ibaresinden, bunların haram kılındığını, iktizasmdanda Nikahlanmamn haram kılındı­ğını öğreniyoruz.

Misal "Leş, kan, domuz eti, Allah'dan başkasına kesilenler, bo­ğulmuş, bir yerine vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, bir başka hayvan tarafından susulmuş, yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olan­lar, dikili taşlar üzerinde boğazlananlar ile fal oklanyla kısmet arama­nız size haram kılındı"[74] ayetinde leşin, kanın ve diğerlerinin haram kılındığı bildirilmekte. Peki neyi haram kılındı? Yenmesi mi derisi mi, kemiği mi, boynuzunu kullanmak mı? İşte burada "yenmesi" kelime­si iktizasıdır.

Domuzun dışındakilerin kemiğinden, derisinden, boynuzundan, ya­rarlanabilirsiniz. Bize yenmesi yasaklanmıştır. Ayetlerin vecihlerini (Nazm, beyan, isti'mal ve vukufunu), Beyan yönlerini (Takrir, tefsir, tağ­yir, tebdil, zaruretini) Hakikat, mecaz ve kinayesini bilmeyenler "Kim bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve daha şaşkın olacaktır."[75] ayetine bakarak körlerin kötü durumunun iki dünyadada devam edeceğini söyleyeceklerdir. Halbuki ayette kalbi kapalı kafirler kasdedilmiştir.[76]

 

Emir Ve Yasaklar

 

Bir üst'ün, birşeyin yapılmasını istemesine Emir denir. Bir şeyin ya­pılmamasını istemesinede yasak denir. Usul kitaplarında kesin olmamak­la beraber yuvarlak hesap bin emir ve bin yasak olduğu ifade edilir.

Kur'anı kerimde birşeyin emredildiğini bize bildiren emir kipleri (sı­ğaları) şunlardır.

1- Kılınız, veriniz itaat ediniz gibi emir fiilleri.

2- Emir lamıyla gelen fiili mazi: "Kim ramazan ayma şahid olursa oruç tutsun (Li Yesumhü)"[77] ayetinde olduğu gibi.

3- Emir yerine geçen masdar: "Savaşda kafirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun"[78] ayetindeki (Darb-er-Rikab) gibi.

4-  Emir fiili manasında isim:"Haydi gel"manasındaki (Heyte lek) is­mi gibi[79]

5-  Kendisinde talep manası bulunan haber cümlesi: Saf suresinin 10-12 nci ayetlerinde azabdan bizi kurtaracak ticaretin, Allah'a Rasulüne iman ve Allah yolunda canımız ve malımızla cihad olduğunu haber verir­ken imanı ve cihadı emretmektedir.[80]

 

Emir Kipleri (Sığaları) Nın İfade Ettiği Hüküm

 

Bazı emirler varki vucup ifade eder. Mutlakayapılması gerekir. Ya­pılmadığı takdirde cezayı gerektirir. İnkarıda küfrü gerektirir.

Bazı emirlerde varki ibaha ifade eder. Yapmak veya yapmamakta serbest oluruz. Mesela: "İhramdan çıktığınızda avlanınız"[81] ayetine göre hacca giderken ihramla beraber silahda götürmemiz gereke­cek. Veya "Cuma namazı kılınınca hemen yeryüzüne dağılınız"[82] ayetine göre selam verince hemen dışarı çıkmak farz olacak. İşte bu tür emirlere emri ibahi denir.

Bir emrin vucup mu yoksa ibaha mı ifade ettiğini bilmek için bazı ka­ideler getirilmiştir. Mesela: o emri yerine getirmeyenler kınanıyorsa, azab vadediliyorsa, bir ceza ile korkutuluyorsa o emir vucup ifade eder.

Genel olarak emirler vucup ifade eder. İbaha ifade ettiğine dair bir karine, işaret olmalıdır. Bu konuda da ölçü efendimizin (s.a.v.) hayatıdır. Yoksa "Haram, aylar çıkınca kafirleri bulduğunuz yerde öldürünüz"[83] ayetine göre haram aylardan sonra mutlaka kafir öldürmemiz gerekecekti.

Bazı emirlerde vardırki tehdit içindir. Mesela kafirlere hitaben "Dile­diğinizi yapın Allah yaptıklarınızı görmektedir."[84] ayeti di­lediklerini yapmayı emretmez. Bu tehdit içindir. Sakındırmak için[85] aciz bırakmak için[86] ibret için[87] gelen emirler vardır.[88]

 

Emrin Tekrarı Gerekmez

 

İnsanlar arasında verilen emir yerine getirilmekle sona erer. Buna binaen bir defa namaz kılanda emri yerine getirmiş olur denemez. Kur'anı kerimde emirler bir sebebe dayah olarak emredilmiştir. Mesela namazın farz olması için vakit bir sebep kılınmıştır. Ramazan orucu için ramazan ayı, Hac için Mescidi haram sebep kılınmıştır.

Sebebin tekrar etmesiyle biz emirlerin gereğini yerine getiriyoruz. Namaz vakitleri ile ramazan ayı tekrar tekrar yeniden gelmektedir. Mes­cidi haram tekerrür etmediği için gücü yetenlere her sene hac farz değil­dir.

Her emrin vucubu için bir sebep vardır. Birde o emrin edası için se­bep vardır. Mesela namazın vucubu için sebep vakittir. Edası için sebep Allah'ın emridir. Bazan kutuplarda olduğu gibi vakit olmayabilir. Ama Allah'ın emri ise heryerde vardır. Vaktin olmadığı yerde emir vardır. Va­kitler takdir edilerek emir yerine getirilir. Bazı emirler vardır ki hemen yapılması gerekir. Bazı emirler vardırki daha sonra yapılmasınada müsa­ade edilmiştir. Mezhepler arasında ihtilaf olmasına rağmen mutlak olan, belirli bir zamanla kayıtlı olmayan emirler Ömri dir. Yani farz olduğu an yerine getirilmesi gerekmez. Hac gibi daha sonrada yerine getirilebilir.[89]

 

Nehiy-Yasak

 

Yasak, bir üst'ün yapılmamasını istediği şey, ayeti kerimeye göre bü­tün insanlar bir erkekle bir kadından dünyaya geldiğine göre[90] Hadisi şerifte "Bütün insanlar tarak dişleri gibi eşit" olduğuna göre birinin diğerlerine üstünlük sağlayarak emir veya yasaklar koyma haram veya helali belirleme yetkisi yoktur.

Bütün varlıkları yaratan yüce Allah insanların bu dünyada neyi nasıl yapacaklarını, neleri yapmayacaklarını belirlemiştir.

Kur'anı kerimde yasaklama kipler (sığaları) da çeşitlidir.

1- Başına La gelen müzari fiili ile"zinaya yaklaşmayınız"[91] ayetinde olduğu gibi.

2- Yasaklama manasına gelen emir "Pis putlardan sakının, yalan söz­lerden çekinin"[92] ayetinde olduğu gibi.

3- Yasakdır. Yasaklar ifadeleri ile "Allah; fuhşiyatı, fenalığı, haddi aşmayı yasaklar"[93] ayetinde olduğu gibi.

4- Haramdır. Haram kılındı ifadeleri ile "size anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz.... ile evlenmek haram kılındı"[94] ayetinde olduğu gibi.

5- Helal değildir ifadesi ile "Kadınlara verdiklerinizden bir şey alma­nız size helal değildir"[95] ayetinde olduğu gibi.

Birşeyin yasak olması o şeyin batı! olmasını gerektirir mi? soru­sunun cevabmdada mezhepler arasında ihtilaf edilmiştir. Hanefilere göre birşeyin fasid veya batıl olduğunu sari' (kanun koyusucusu) tesbit eder. Birşeyin sıhhati için gerekli şart ve rükünler bulununca fesad veya batıllığı kalkar. Onun için birşeyin yasak olması o şeyin batıl olmasını gerektir­mez. Mesela, cuma ezanı okunmaya başlayınca hemen camiye yürümek farz[96] o esnada alışveriş yapılmaz. Eğer yapılırsa alışverişin şartlarıda yerine gelmişse yasağı çiğnemekten günaha girilir ama alışveriş aktide geçerlidir. "Günahda ve düşmanlıkta yardımlaş mayınız"[97] ayetine göre içki bayiine üzüm, silah fabrikasına sahip düşmana demir satılmaması gerekir. Ama satış yapılırsa satış esnasında alınıp satılanlar meşruu mallar olması nedeniyle akid geçerlidir. Emre muhalefetten mek­ruh bir iş işlenmiştir.

Genellikle yasaklar haramı ifade eder. Ama karine ile kerahetinede hükmedilir.[98]

 

Has Ve Âmm

 

Kur'anı kerimde geçen kelimeler ya birtek manaya gelirler veya çok­luk ifade ederler. Mesela "Ey insanlar" diye başlayan bir ayette "Nas" ke­limesi insanlardan başkasına söylenmediği için insan cinsini ifade ettiği için Has dır. Yani o hitabın ardından gelen emir veya yasak yalnız insan­laradır; Meleklere veya hayvanlara değildir.

Ayrıca "Nas" kelimesi bütün insanları içerdiği içinde Amm dır.[99]

 

Âm'mın Hükmü

 

Âm'm bütün fertlerini içine alan lafızdır.Bir kelimenin Âm olduğunu bildiren alametler:

1- İstiğrak için olan Lamı ta'rif.

Mesela: "Allah alışverişin helal, faizi haram kıldı" ayetinde[100] her çeşit alışverişin helal herçeşit faizin haram olduğunu Bey' ile Riba kelimelerinin başına gelen El lamı tarifinden anlarız.

2-  Şart isimleri: "Kim Ramazan ayına şahid olursa oruç tutsun"[101] ayetindeki "kim" kelimesi bütün akıl, baliğ ve muktedir Müs­lümanları içine alır.

3-  İsmi mevsuller: "O kimselerki faiz yiyorlar onlar ancak şeytan çarpmış kişiler gibi kalkarlar"[102] ayetindeki Ellezine de umum ifade eder.

4- Her, hepsi tamamı manalarına gelen Küllü ve Cemi1 kelimeleri: "Her nefis ölümü tadacaktır[103] ayetindeki "her" manasına gelen Küllü kelimesi elfazıâm'dandır.

5- Nefihden sonra gelen nekre: "Dinde hiç bir zorlama yoktur."[104] ayetinde lâ'dan sonra gelen İkrahe kelimesi onu ifade eder.

Âm olan ayetlerin hükmünü tahsis eden başka bir delil olmadıkça katiyyet ifade eder.

Mesela: "Yeryüzünde hiçbir canlı yokturki rızkı Allah'a ait olmasın"[105] ayetinde Allah'ın rızkının bütün canlılara şamil olduğunu hiçbir canlıyı istisna etmediğini haber verir.

Âm olan ayetlerin tahsisi:

1-Ayetle ayet tahsis edilir.

Mesela: Kocası ölmüş kadınların dört ay on gün iddet beklemelerini emreden ayet[106] bütün kocası ölmüş kadınları içerir.Kocası ölmüş hamile kadınların iddetinin doğuma kadar olduğunu bildiren ayet[107] ise yukardaki bütün kocası ölmüş kadınlardan hamile kadını is­tisna etmiştir.

2- Mütevatir veya meşhur hadisle umum ifade eden ayetin tahsisi:

Mesela: Evlatlara kalan malın taksimini bildiren ayetde[108] yalnız "evlatlar" kelimesini kullanmış. Bu ayete göre babasının malına göz dikerek babasını öldüren evladda varis olması lazım. Ancak peygam­ber efendimiz "Katil hiçbir şekilde öldürdüğüne varis olamaz. (Ebu Da­vut- Diyat) hadisiyle ayeti tahsis etmiştir.

Ayette "Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadının ellerini kesin" buyurur.[109] ayetin genel anlamına göre bir yumurta ça­lanında eli kesilmesi gerekir. Ancak efendimiz "Dinarın dörtte birinden aşağısında el kesilmez" hadisi ayeti tahsis etmiştir. (Müslim hadis no 1684)

Allah'ın ismi anılmadan (besmele çekilmeden) kesilen hayvanın yenmeyeceğini bildiren ayet[110] kesenin Müslüman mı, hristiyan mı, mecusi mi olduğunu bildirmez.

Müslümansa unutarakmı yoksa kasden terkederekmi kestiğini de bil­dirmez. Bu ayete göre bir Müslüman besmeleyi unutarak koyun kesse ve­ya besmeleyi bilmeyen bir Hristiyan kesse o koyun yenmez. Hadisi şerife göre ise besmele çekilip çekilmediği bilinmeyen bir eti besmeleyle ye­mek helaldir.

"Müslüman besmele çeksede çekmesede kestiği helaldir" buyurmuş Efendimiz.[111]

 

Mutlak Ve Mukayyed

 

Bir şeyi tayin veya tahsis etmeden o şeyin tamamını içerdiğine dela­let etmeden o şeyin cinsinde şayi olan lafza Mutlak denir. Bunun ak-sinede Mukayyed denir.

Mesela: Maide suresinin üçüncü ayetinde haram kılınanlar arasında kanda zikredilmekte, Buradaki kan (Dem) kelimesi Mutlaktır. İnsan kanı­mı, koyun kanımı, akan kanmı yoksa etin içindeki, ciğerdeki kanmı diye ta'yhı ve tahsis edilmemiştir. Ancak En'am suresinin 158 nci ayetinde ise "akıtılmış kan'ın haram olduğunu ifade ederek tahsis etmiş ve Mukay­yed olmuştur. Buna göre dalak, ciğer, ve etin içindeki kanın haram ol­madığı ortaya çıkar.

Mutlak olan ayetler kolaylık getirdiğinden, Allah (c.c.) de kolaylığı murad ettiğinden, ayet ayrı bir hüccet olduğundan mutlak, rriukayyede hamledilmez. Hanefilere göre Mutlak, Mukayyetle hamledilmez.

Misal: 1- Evlenilmesi haram kılınan kadınları sayarken ayeti kerime[112] süt anneleri ve süt kız kardeşlerimde zikreder, ne kadar emdi­ğini zikretmediğinden ayet Mutlaktır. "Ayrı ayrı iki defa veya beş defa emmek haramdır" diye rivayet eden hadislerle Mutlak olan ayet Mukayyede hamledilmez ve Hanefilere göre bir yudumluk sütle süt kardeşi veya  süt annesi olunur.

Misal: 2- Keffareti zıhar için bir köle azadını emreden ayette[113] kölenin mümin veya kafir olacağını açıklamadan Mutlak olarak bahsetmiş. Hata ile bir mümini öldürenin, mümin bir köle azat etmesini emreden ayet[114] ise azat edilecek kölenin mümin olması gerekti­ğini söylemiş.

Şimdi Hanefilerin "Mutlak, Mukayyede hamlolunmaz" kaidesine göre keffareti zıhar için mümin veya kafir her hangi bir köle azad edilirken, hata ile öldürmede ise azad edilenin mümin olması gerekir.

Şafiilere göre ise Mutlak Mukayyede hamledildiğînden her iki halde-de mümin köle azad edilir.[115]

 

Kur'anı Kerim Tarihi

 

Cibrili- Emin aracılığı ile Kainatın yaratıcısı, yaşatıcısı, öldürücüsü ve huzurunda toplayıcısı olan Allah (c.c.) tarafından peygamberlerin so­nuncusu Muhammed (s.a.v.)'e gönderilen Kur'anı kerim gönüllere yerleş­mesi için ağır ağır (ayet ayet)[116] yirmiüç senede indirildi.

İndirilen her ayet ve her sure efendimiz tarafından vahy katiplerine anında yazdırıldı.[117] Ve efendimiz zamanında Hafizu-1-Kur'an olan Übeyy b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Osman b. Affan Ebud-derda, Sa'd b. Ubeyd, Ebu Zeyd, Temimuddari, Mecmeü-İbnü-Cariye, Salim, Abdul­lah b. Mesud,[118] gibi zatlarda o ayet ve sureleri ezberliyorlardı. Kur'an, Efendimizin sağlığında yazıldı ve ez­berlendi.

Efendimizin vefatından sonra Hilafete seçilen Hz. Ebubekir (r.a.) za­manında yapılan harplerle birçok hafızın şehid olması üzerine endişele­nen Hz. Ömer bu endişesini Hz. Ebubekire açar onu ikna eder. Hz. Ebu­bekir de efendimiz zamanında Kur'anı kerimi yazan ve gönlüne nakşeden Zeyd b. Sabiti çağırır durumu ona bildirir ve Kur'anın toplanması konu­sunda onu ikna eder. Zeyd b. Sabit de hurma dallarına, beyaz taşlara ve kemiklere yazılanları ve hafızalardakini topladı. Toplanan bu Mushafı Hz. Ebu bekire teslim etti. Vefatından sonra Hz. Ömere geçti. Hz. Ömerin vefatı üzerine Efendimizin hanımı Hz. Ömer'in kızı Hafsa ya bırakıldı.[119]

Buharinin bu hadisinden de anhyoruzki Kur'anı kerim Peygamber efendimiz zamanında taşlara, hurma dallarına kemiklere yazılmış hafıza­lara alınmıştır.

Kur'anı kerimin yedi harf üzerine nazil olması nedeniyle[120] Irak, Şam, Azerbeycan dolaylardında fetihlerle meşgul olan sahabeler arasında kıraat farklılıkları ihtilaflara sebep olunca Huzeyfe (r.a.) durumu Hz. Osmana bildirdi. Yahudi ve Hristiyanların kendi kitaplarında düştük­leri ihtilafa düşmemelari için tedbir almasını istedi. Bunun üzerine Hz. Osman r.a. Hafsa (r.a.)nın yanındaki Mushafı istedi. Hz. Zeyd b. Sabit başkanlığında Abdullah b. Zübeyr, Sa'd b. As ve Abdürrahman b. Haris b. Hişama yeniden yazmalarını istedi. Komüsyondakilerden Zeyd hariç diğerleri Kureyşlidir. İhtilaf ettikleri kelimelerde Kureyş lehçesine göre yazmaları çünkü Kur'anın onların dili üzerine nazil olduğunu bildirdi. Bir kaç nüsha yazıldı ve dışarıya gönderildi. Hafsanın Mushafı kendisine geri verildi ve diğer farklı nüshaların yakılması emredildi.[121]

Cephedeki Kur'an okuyucular arasındaki bir kısım ihtilaf, mana ayrı­lığı meydana getirmiyordu. Ancak aynı manayı ifade eden lafzın okunu­şunda ihtilaf vardı. Mesela "cezve" kelimesini[122] cizve veya cüzve diye okuyanlar vardı.

Bir kısmı takdim ve tehirde, hareket değişikliklerin de ve harf deği­şikliklerinde de ihtilaf yapıyorlardı. Bütün bu ihtilafları kesmek için dev­let başkanının tedbir almasını Huzeyfe, Hz. Osmandan ister.

O da gerekli tedbiri alır. Komüsyon tarafından yazılan yedi adet Mushaf şehirlere gönderildi. Halkın elindekilerde bir kısmı yakıldı bir kısmida tekrar yazıda kullanılmak üzere suda yıkanarak imha edildi. Bunların yakılmasına sebep: Birçok sahabe kendisi için yazdığı Mushafa tefsir kabilinden kelimelerde yazmıştı. Efendimizden duyduğu duaları şerhleride yazmışlardı. Zamanla ihtilafa sebep olmasın diye yakıldı veya yazılan yıkanıp yeniden malzemeleri kullanıldı.

Şii kaynaklara göre; Bütün bu olaylara yakinen şahid olan Hz. Ali r.a. "Osmanm yerinde ben olsa idim aynısını yapardım"[123] diyerek onun icraatını onaylamıştır.

"Hz. Alinin de bir Mushafı vardı. Onda başka sureler vardı. Hz. Os­man onları bu Mushafa almadı" gibi zihin karıştırıcı sözler hiçbir şii kaynağında yoktur. 1400 senelik tarih içinde şiilerle sünnilerin Mushafı aynı olmuştur. Ayn bir Mushafın basıldığı görülmemiştir.

Bu tür sözler arabozucu batılı müsteşrikler ve Kazanlı Kâzım beyin işbirliğiyle ortaya atılmıştır. Ama şii ve sünni çevrelerden ilgi görmemiş­tir. Ancak şii- sünni çatışmasından çıkar sağlayan çevreler müsteşrikler tarafından ortaya atılan iğrenç iftirayı gündeme getirmekle İsrar etmekte­dirler.

Şiilerin el-kafi isimli eserinde Kur'anin eksikliği konusundaki iddia­lar yine şiiler tarafından reddedilmiş ve her mezhepde hadis uydurucuları olduğu gibi şiilerdede bu tür şeyler uydurulmuştur diye el-kafi savunul­muştur.[124]

Bir sure veya ayetin Kur'andan olduğunu isbat etmek için üç şart ge­rekiyor:

1- Peygamber efendimizden tevatür yoluyla bize nakledilmiş olması gerekir. Allah'a hamdolsunki ondört asır içinde birgün dahi o tevatürü ze­deleyecek bir durum olmamıştır. Binlerce hafızımız gönülden gönüle dil kanalıyla Kur'anı Kerimi nakletmişlerdir.

Peygamber efendimizin zamanından ondört asır sonra dünyaya teşrif eden Abdürrahman Gürses hoca efendinin icazetnamesinde kırk kadar ra-vinin isimleri zikredilerek Efendimize ulaşmaktadır.bu kıraat senedinin silsilesir...

Tarihde hiçbir kitabın veya hikayenin veya destanın rivayetinde böy­le bir senet,silsilesi tutulmamıştır.

2- Hattı-Osmaniye'ye (yani hazreti Osman yazdırdığı hatta) uygun ol­ması gerekir. Bugün henüz Hz. Osmanın yazdırdığı Mushafların herhangi birine sahip değiliz. Ancak birçok kıraat kitaplarında Fatihadan, Nas su­resine kadar baştan sona Kur'andaki her kelimenin nasıl yazıldığını ve okunduğunu tarif eder kitaplarımız vardır. Bu tariflere.uygun olarak Hattı Osmani üzerine Mushaflar basılmıştır.

Ebu Amr Osman b. Said-ed-Dani (Ö:444)"Elmukni'fi Resmi Mesa-hıf-il-Emsar" isimli eserinde Şam, Basra ve Küfeye gönderilen, Medinede kalan Mushaflara bakarak kelimelerin nasıl yazıldığını bize tarif edivermiş ve bu eser günümüze kadar gelmiştir.

3- Arap dil. kaidelerine uygun olması gerekir.

Bu üç şarttan asıl olanı birincisidir. Yani tevatür şartıdır. Tevatürle bize gelen bir ayette dil kaideleri yönünden bir uyumsuzluk olsa tevatürü esas alırız. Çünkü her dilde olduğu gibi arap dilindede dilciler arasında ihtilaf vardır. Sibeveyhle-Kisai, Basra mektebiyle Küfe mektebi arasında­ki ihtilaflar ciltler doluşudur.

Türk dili yapısında birçok değişmeler olduğu gibi Arap dilindede ol­muştur. Bugün müsteşrik tipi araştırma yapan bir kısım arap bilgini kendi kullandığı gramer bilgisine kıyas ederek Kur'anda yanlışlar aramaya kalkmıştır. Ancak kendi eksikliğini açıklamaktan başka birşeyede yara­mamıştır.

Biz Allah'ın iki çeşit ayetinin olduğuna inanırız.

1- Okunan ve amel edilen Kur'anı kerim ayetleri

2- Tabiattaki ayetleri[125] yani tabiat kanunları.

Tabiat konunîarı yaratılalı kaç bin, milyon veya milyar sene olduğu­nu kesin olarak bilemiyoruz. Ancak bugüne kadar tabiat kanunları üze­rinde araştırma yapan fizik, kimya, biyoloji vs. uzmanlarından bir tanesi­nin tabiat kanunlarında bir düzensizliğe, eksikliğe veya fazlalığa rastladı­ğını söyleyen olmamıştır.

Allah (c.c.) milyon veya milyar sene önce koyduğu milyonlarca tabi­at kanununda hata etmiyecek her çağa uygun olacakda bindöryüz sene önce indirilen altıbin küsur ayette mi kusur edecek ve bu çağa yeterli ol­mayacak?

Bu tür iddiayı ortaya atanlar somut bir örnek veremiyorlar. "Mesela Kur'anm şu emri veya yasağı çağımıza uygun değildir" diyemiyorlar. An­cak papağan gibi öğretileni tekrar ediyorlar.

İslam hukukunun ana kaynağı olan Kur'anı Kerimde itikada, ibadete, güzel ahlaka dair ayetler olduğu gibi Aile hukukuna,[126] Medeni hukuka[127] Ceza hukukuna[128] Muhakeme usulüne[129] Uluslararası hukuka[130] Devlet bütçesinin girdisi çıktısıyla ilgili[131] ayetlerde vardır.[132] Hulasa Kur'an insanlara gönderildiğinden hükümleri her çağda her sorunu çözecek şekilde indiril­miştir.

Zamanın değişmesiyle Kurallarında değişeceğini, Kuranın bindörtyüz sene önce nazil olması nedeniyle şartların çok değiştiğini, ziraat top­lumundan sanayi toplumuna geçildiğini, ziraat toplumunda kapalı aile ha­yatı olduğunu sınırlı mekan üzerinde sınırları istekleri olduğunu, günü­müzde ulaşım ve iletişim vasıtalarının hızıyla dünyanın tek aileye dönüş­tüğünü onun için bindörtyüz sene öncesinin kurallarının bugün geçerli ol­mayacağını söyleyenler 1) Kur'anı dikkatli okumayanlar

2) Yarının ne getireceğini bilemeyen insanın yaptığı kanunlarla yarını yaratan Allah'ın kanunlarını yargılamaya kalkanlardır.[133]

 

Kur'anı Kerim Hakkında Genel Bir Malumat

 

Kur'anda en uzun sure Bakara suresi Kur'anda en kısa sure Kevser suresi Kur'anda en uzun ayet Müdaycnc ayeti[134] Kur'anda en kısa ayet Velfecr ayeti[135] İlk nazil olan ayet İkra oku[136] En son nazil olan ayet Bakara suresi 281nci ayet İlk nazil olan sure Fatiha suresi En son nazil olan sure Nasr suresi Kur'anı kerimde 114 sure vardır.

14 yerde secde ayeti vardır. Bu ayetler okunduğunda Tilavet secdesi yapılması gerekir.

Tilavet secdesi olan yerler: Araf 7/206, Ra'd 13/15, Nahl 16/49, İsra 18/107, Meryem 19/58, Hac 22/18, Furkan 25/60, Nemi 27/25, Secde 32/15, Sad 38/24, Fussilet 41/37, Necm 53/62, İnşikak 84/21,  Alak 96/19.[137]

 

Mütevatir Kıraet'in Yedi İmamı

 

Tefsir hadis ve fıkıh ilimleri tedvin edildiği gibi mütevatir kıraât'te belirli merkezlerde okutulmaya başlandı.

Mütevatir kıraat imamları olan:

1 NafT b. Ruveym. Medine H. 167/M. 783

2 Abdullah ibni Kesir. Mekke H. 120/M. 737

3 Ebu Amr b. Alâ. Basra H. 155/M. 771

4 Asım b. Ebin Nücud. Küfe H. 128/M. 745

5 Hamza b. Habib. Küfe H. 157/ M. 773

6 Ali el-Kisai Küfe H. 189/M.804

7 Abdullah b. Amir Şam H. 118/M. 735

Bu değerli alimler sahabe ve tabiinin rivayet ettiği Kur'anı kerim üze­rine bütün zamanlarını vermişler mütevatir kıraati tesbit etmişler ve ken­dilerinden sonrakilere öğretmişler. Bizim okumakta olduğumuz kıraat Ebu Ömer Hafs b. Süleymanın (H. 180) Asımdan rivayet ettiği kıraattir.[138]

 

Ayet Sayılarına Göre Sureler

 

1- Ayet sayısı en fazla olan Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, En'am, A'raf ve Yunus surelerine Seb'ı Tıval yedi uzun sure denir.

2- Tevbe, Hud, Yusuf, Nahl, İsra, Kehf, Tana, Enbiya, Müminun; Şuara, Saffat surelerine Miun yüzlükler yani ayetleri yüz dolaylarında olanlar.

3- Enfal, Ra'd, İbrahim, Hicr, Meryem, Nur, Furkan, Nemi, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Secde, Ahzap, Sebc1, Fatır, Yasin, Sad, Zümer, Mümin, Secde, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Ahkaf, Muhammed, Feth, surelerine Mesani denir.

4- Hucurat suresinden Nas suresine kadar olanlarada Mufassal denir.

a) Hucurattan Büruc suresine kadar olanlara Tivalı Mufassal denir.

b) Buruc'dan Beyyine suresine kadar olanlara Evsatı Mufassal denir

c) Beyyineden Nas'a kadar olanlarada Kısarı Mufassal denir.[139]

 

Bayrak Yarışına Devam

 

İnsanoğlunun yaratılışındaki Mevcud, iyiye, güzele ve kemale olan meyli onu büyük edebiyatçıların eserlerini okumaya şiirlerini ezberleme­ye yöneltmiştir.

"İnsana bilmediğini öğreten" Rahmanımızdan daha güzel bir kelamın olamayacağını Efendimiz şöyle ifade etmiş: "Allah kelamının diğer söz­lere üstünlüğü Allah'ın, yarattıklarına üstünlüğü gibidir."[140]

Fudayl b. Iyad ise beyninin ve yüreğinin en temiz yerinde Kur'anı ta­şıyan ve Onunla hallenen Kur'an ehlini "Kur'anı taşıyanlar, İslamın bay­rağını taşıyanlardır[141] diye tarif ederken bizi kıyamete kadar bayrak yarışına başlatmaktadır.

Birçok insanın yüreğine küfür bayrağı çekildiği bir asırda gönlünde Kur'an bayrağını dalgalandıran yiğitlerimiz Kur'anın gölgesinde insanları adalet ve ihsan sınırları içerisinde mutlu kılarken kalbinde Kur'an olma­yanların halini Efendimiz "İçinde Kur'an olmayan kişi harab olmuş ev gi­bidir"[142] buyurarak imanın olmadığı yerde küfrün, aydınlığın olmadığı yerde karanlığın, temizliğin olmadığı yerde, yılanların akreplerin olacağını, insanları ve toplumu zehirleyeceğini ha­ber vermiştir. Kur'anla yüreğini, ailesini toplumu ve topyekün insanlığı aydınlatan insan, kalbinde taşıdığı O Kur'an onda kaldıkça onun iki dün­yanın acılarından korunacağını Efendimiz şöyle haber vermiştir:

"Kur'an okuyunuz. Allah, kalbinde Kur'an olan kişiye azap etmez."

iki dünyadada yanmamak için Kur'ana dönelim ve bu girişimizin son sözünü Hz. Ömer'e bırakalım:

"Ey Kurra topluluğu!. Başınızı dik tutunuz. Kur'anla yolunuz apaçık olmuştur. Hayırda yarış ediniz. İnsanlara yük olmayınız".[143]

 

Tefsir Hakkında Takriz

 

Allâhül'hâdi Ve Aleyhi İtimâdı

 

Tefsiri Şerifinizi kemâli meserretle okudum. Mukaddes bir mehabbetle ve musammim bir sa'yi gayretle ve ruhlara verilen neşatla dolu. Ulûm'u dîniyyemizin esâsı ve menba'ı Tefsir ve Hadisdir. Bir âlimin tef­sir ve hadis takriri ile yüz kişi mütenebbih olursa, bunu tahrir edince yüz-bin kişi intibaha gelir. Ne mutlu Mahmud hoca efendiye ki Kur'anı keri­mi kürside evvelâ takrir ederek, bunu tahrir etmeğe muvaffak olmuş.

Muhterem müfessir Kemâli fazileti, kuvve'i ilmiyyesine mebni meâni'i Lafzı vecize içinde vardık yerdeki halk mâbeynindeki taze ve mâhâza misaller ve temsillerle halkın fehm edebileceği bir tarz ve üslûbda yazmış ve (âsâri müteahhirîn, mesrûkatı mütekaddimîn) mesleği­ne sülûkden de kendini tevakki kılmıştır.

Kur'anı Kerimin en yüce müfessiri olan sultânül enbiyâ efendimiz ol­duğuna göre bir müfessir dahi evvelâ Sünen'i Seniyye ve ahâdisi nebeviyyeye bihakkın vâkıf olmalıdır. Zira Ashabı kiram bir ayet nazil olunca evvelâ Efendimizden muradı ilâhisini suâl ederlerdi, Mahmud hoca dahi bildiğimiz kadarı ile müddeti medîdedir, zâten sünen ile iştigâlini yakînen müdrikiz.

Hem evvelâ kitabı mükerremi İstanbul camilerinde alâmeleinnâs rûberû cemaat huzurunda bittefsir takrirle hatmi kelâm ettikten bade mâhu bu va'z ve sohbeti içeren takrir dersini bittahrir tefsir kitabı olarak vücûda getirme zamanı gayri gelmiş olub, Hakteâlânın Kur'ana o bir mev'ıza, bir va'z kitabıdır buyruğuna mutabık, adı aslına muvafık, ismi cismine tevâfuk va'z tarzında anhâsîla, minhâsîla nâsa erfak, zemâna evfak sözleri seçerek, saçarak, kemâkân makbulü âmmeye mazhar, nâdîde bir tefsir meydâna gelmiştir.

Bâlâdaki îzâhâtı mesrûdeden anlaşılacağı veçhile, o güzel şeylerin güzellerinden güzellerini ala ala yazmış. Çünkü Kelâmı kerim, kelâmı ki­bar ile anlatılınca elbette başlara tâc, kalblere inanç, derdlere ilâç, ruhlara mi'râc olduğu tahakkuk eder. Öyle ise anlatan ile anlayan fıtrî bir zekâya mâlik, ahlâkı hamide ile mütehallık olmalıdır. Kaldıki bu devrin insanları kalbden çok akılla yol aldığından sözler ilmî olmalı ve ilmî yönden aklı feth etmelidir.

İlmi tefsir kitabının makbul ve müessir olması için birçok şartlardan birincisi bunu veren ve alan onların lisanları ve musammimlerinin sureti tarzında icra edilebileceğinden, veren zâtın cemâatin ahvâli ruhiyyesini iyice anlamış vaziyetde, onları gözönünde bulundurmasıdir. Müfessirin bununda ehli olduğuna kaniiz.

Yazan ve okuyandan hak razı olsun. Zîrâ yer yüzünde insanlığı ilme yönelten ve onu ibâdetden bile üstün tutan tek din İslâm dînidir. Onun için ilim dîni denmektedir. Ba'de edayı mavecebe aleynâ.

Ömrünüz medîd, İlminiz mezîd olsun efendim.

M.Ali Kırboğa Alatavi

   (Karasakal Hoca)

  Karaman da mukim.[144]

 

Bismillahirrahmanirrahiym

 

Esselami aleyküm ve rahmetullahi veberakatüh. Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Vel Akıbetülil müttekîn. Vela udvane illa alezzalimin. Vessalatü vesselamü ala Rasulina Muhammedin ve ala Alihi ve sahbihi ecmalyn.

Bazı hastalar vardır ki, doktora giderler muayene olurlar, ilaç alırlar şifa bulurlar. Bazı hastalarda var ki, doktora gittikleri ve ilaç aldıkları halde şifa bulamazlar. Üstelik hastalıkları artar. Bu hastalar, aslında ken­dilerinin hastalıklarını iyi teşhis edecek, ve hastalığına şifa olacak ilaçları tavsiye edebilecek, doktoru bulamamışlardır da ondan dolayı tedavi ola­mamışlardır.

Maddi hastalıkların tedavisi için bu işten anlayan uzman doktora gi­diyor, tavsiyelere uyuyor, şifa bulmaya çalışıyorsak manevi hastalıkları­mızın tedavisi için de bu işin uzmanını bulup tedavi olmamız, onun vere­ceği reçeteye göre hareket etmemiz gerekmektedir.

Ehliyetsiz kişilerden aldığımız reçete ve ilaçlar aksi tesir yapmakta­dır. Ondan sonrada kendi kendimize yakınıyoruz efendim doktora gittim ilaç aldım ama, aksi tesir yaptı diye.

Kardeşim doktora gittin muayene oldun, ilaç aldın, ama yanlış dokto­ra gittin, yanlış ilaç aldın. Kendi hastalığına uygun ilaçları almadın oda aksi tesir yaptı. İnsan maddi hastalığından dolayı yanlış tedavi uygulasa en kötü şartlarla eceli gelmiş ise ölür kurtulur. Amma manevi hastalıklar­da yanlış tedavinin neticesi hüsrandır Allah (c.c.) korusun.

Maddi ve manevi hastalıklarımızın tedavisi için başka yerlerde dok­tor aramayalım, ilaç aramayalım. Kur'an ve sünnet şifahanesinde tedavi olmaya çalışalım.

Allah (c.c.) kendilerinden ve tüm müslümanlardan razı olsun. Ben Mahmut Toptaş hoca efendiyi 1985 senesinde hacı arkadaşlarımın Etilerdeki bir evde sohbet toplantısında tanıdım. Orada kısa bir sohbet yapmak imkanı oldu. Bu kısa sohbette benim hastalığıma şifa olacak ilaçlan ve­rebilecek doktor budur kanaati bende hasıl oldu. Kendileri ile kurmuş ol­duğum irtibatımı devam ettirdim.

Sonradan Çemberlitaş Gazi Atik Ali Paşa Camiinde cuma günleri na­mazdan önce sohbetlere başladı. Tabiri caiz ise o günden sonra cuma günlerini iple çekmeye başladım. Kur'an sohbetlerinden son derece haz duyuyordum.

1989 senesinde cağaloğlunda Cezeri Kasım Paşa Camiindeki konfe­rans salonunda Kur'am Kerimin açıklamalarına başlıyorum dediğinde ne kadar sevinmiştim tarif edemem.

Çünkü dinimi direkt kaynağından ve ehil bir ağızdan öğrenmeye ve anlamaya başlıyordum.

Allah (c.c.) nasip etti. Dört seneye yakın bir zaman Kur'am Kerimin tefsirini dinledim. Anlaşılması güç ve zor olan ayeti kerimeleri bile yedi­den yetmişe herkesin anlayabileceği ve sade bir dille anlattığı için dersi takip eden hepimiz arılayabiliyorduk. Onun için konferans salonu her sı­nıftan insanımızın dersleri takip etmesi ile dolup taştı. Hocamızın arada bir yapttği espirilerde bu derslere renk katıyor, yorgun gelen dinleyici kardeşlerimin uykusunu dağıtıyordu. Ben şahsen bu derslerden almış ol­duğum enerji ile bir hafta boyu kalbimi canlı tutmaya gayret gösterdim. Derslerden, Kur'andan almış olduğum ruhla mutluluğu yakalamaya çalış­tım.

Eş ve dostlarıma derslere gelmelerini tavsiye ettim, bir kerre gelen zaten terk edemiyordu. Hatta bir dostum "sen benî zehirledin bir başla­dım bir daha bırakamıyorum" diye latife yaptı.

Velhasıl dinimizi kaynağından duydum, duyduklarımı hayatımda, ai­lemde ve arkadaşlarım arasında uyguladığım zaman yüzde yüz isabet kaydeden neticeler aldım. Mutlu oldum, huzurlu oldum. Allah (c.c.) öğ­rendiklerimizle amel etmek, hayatımızın her safhasına geçirmek nasip eylesin.

İşte elimizdeki bu tefsir, şifa tefsiri; kıymetli hocamızın ihlaslı olarak yorgunluk, soğuk, sıcak, hastalık demeden dört yıl boyunca Cezeri Ka­sım Paşa Camii konferans salonunda anlatmış olduklarının yazıya dökülmüş ve bilgilerin devamlılığı, kalıcılığı sağlanmış şeklidir.

Allah (c.c.) Mahmut Toptaş hocamızdan razı olsun ve hayırlı, bere­ketli ömürler nasip eylesin de şifa tefsirinin diğer ciltlerini tamamlasın.

Şifa tefsiri şimdiye kadar yazılmış olan tefsirlerden çok farklı bir üs­lup ve dille yazılmış. Herkesin ve her kesimden insanın kolayca anlayıp kavrayabileceği bir dozda okuyucuya sunulmuştur.

Şifa tefsirinin en önemli özelliğinden biriside Ayeti kerimelerin me­alleri ve tefsirlerini vermekle kalmamış her okuyucu müslümana günü­müzde bu ayeti kerimeler ne demek istiyor, nasıl davranması gerekiyor onlar açıklanmıştır.

Tefsirde Kur'an ayetleri, Kur'anı Kerimin diğer ayetleri ile ve pey­gamber (s.a.v.) efendimizin hadisi şerifleri ile açıklamış, tefsir edilmiş, lüzumsuz yorum ve hikayelerden kaçınılmıştır.'

Ayrıca kelime ve kavramlar üzerinde durularak köşe taşı durumunda olan kelimelerin İslama göre nasıl anlaşılması ve kavranması gerekiyor sıkça vurgulanmıştır.

Şifa tefsiri okumaya değer, okuyanların zevkle, usanmadan okuyabi­leceği ve anlayabileceği ihlaslı ve değerli çalışmanın bir ürünüdür. Ben bir eserin kendimde tesirini görüyorsam onun samimi bir kalple yazılmış olduğuna hükmediyorum. Bu eserede o gözle bakıyorum.

Bindöıtyüz küsur sene önce rahmet peygamberi Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimize inen, dolayısıyle bizlere inen Kur'anı Kerimin, kendi­sine uyulduğu zaman müslümanlara dünyada devlet, ahirette cennet ve Allah (c.c.)'ın Rızasını vadettiğini bu elimizdeki şifa tefsirinden herkes okusun görsün.

Allah (c.c.) Kur'anı Kerimin şifa tefsirini baştan sona hepimize oku­mak ve hayatımıza tatbik edip dünyada devlet kurmayı, ahirette cennete girmeyi nasip eylesin AMİN

Esselamü Aleküm Ve Rahmetullahi Ve Berakatüh.[145]

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

"Önce selâm sonra kelâm. Kelâm'dan önce selâmı tavsiye eden pey­gamberimiz (s.a.v.) Selâm'dan sonra insanlara dostça el uzatmayıda tavsi­ye ederken, Tokalaşmak kini, hediyeleşmek düşmanlığı giderir buyur­maktadırlar. O halde uzatın ellerinizi Allah (c.c.) için dost olalım."

Bizim bütün bunları öğrenmemize sebep olan, kendisine çok şeyi borçlu olduğumuz Mahmut Toptaş hocamız, Cenabı Allah'ın Rah­meti, Bereketi ve Mağfiretinin üzerine olmasını dilerim.

Kıymetli hocam'm elimde bulunan Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri 1. cildini okurken kendimi 1989 yılının Eylül ayının 7 si perşembe gününde buldum. Çünkü taa o günlerde Kur'an-ı Kerim'i hocamızın dilinden dinle­dikçe gözlerimiz, tabiri caizse faltaşı gibi açılıyor, "İşte Müttekilere yol gösteren gerçek kitap budur. Bunda şüphe yoktur"[146] ayeti keri­mesinin güzelliğini farkediyorduk ve yaklaşık dört yıldan bu yana takip ettiğim Kurran-ı Kerim'in tefsirinde "Bütün Ayetleri indiren Allah (c.c.) olduğu için ayetler arasında çelişki bulunmaz"[147] hakikatini gör­dük ve ben bu önsözü yazdığım günlerde (30-5-1993) Bir televizyon yo­rumcusunun mecliste anayasanın 133. maddesi (Radyo Tv) ile ilgili yapı­lacak görüşmeler hakkındaki açıklamalarını dinlediğim zaman bu ayeti kerimenin güzelliğine bir kez daha şahit oldum. Yorumcu şöyle diyordu. "1982 anayasasının bir çok yanlışının içinden birisi olan 133. maddenin, görüşülmek üzere hazırlanan yeni metnin kabul edilmesinin çok sakıncalı olduğunu meclisteki 450 kişi (Milletvekilleri), ya anayasa ne demek onu bilmiyorlar, yada bu maddenin ne getireceğini tahmin edemiyorlar. Çünkü bu madde böylece geçerse çok geçmeden tekrar tartışmalara neden olacaktır" Yani önümüzde eski bir anayasa maddesi, değiştirilmek üzere hazırlanmış yenisi ve daha kanunlaşmadan yerine bir başka yenisi, yani çelişki içinde çelişki. Halbuki yukarıda geçtiği gibi "Ayetler arasında çe­lişki bulunmaz" (Yani Allah (c.c.)'ın kanunları arasında çelişki bulun­maz.)

Şifa Tefsiri'nin bir başka güzelliği gayet sade ve akıcı bir dille herkesin anlayacağı şekilde yazılmış olması ve okuyanları her insanda olduğu gibi bizim yaratılışımızda da bulunan "Mevcut iyiye, güzele ve ke­male olan meyli" mizi ortaya çıkarmakta ve bizleri o yöne doğru sevk et­mektedir. Şahsen ben ve bazı tanıdığım arkadaşlarımda hocamı dinleme­ye başladıktan sonra gittikçe temposunu artıran bir kıpırdanma başlamış, bunun sonucu olarak Bozkırlılar İlim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın kuruluş çalışmalarında üstün bir gayret, kurulduktan sonra vakfın yapaca­ğı hizmetler doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, bir çalışma başlamış­tır. Buda yetmiyor, Yani Kur'an-ı Kerim'den aldığımız güçle bizlerde mevcut olan iyiye, güzele ve kemale olan meylimizi birleştirince ortaya Allah (c.c.) yolunda malını, canını feda edecek bir insan çıkıyor.

İçinde bulunduğumuz bu kargaşa ortamında bunalıp elimizden birşey gelmez diye oturup her şeyi bir kenara atmak çözüm değildir. Cenab-ı hak ayeti kerimesinde "İşte kitap, O'nda hiç şüphe yoktur. Müttekiler için doğru yolu gösterendir" buyurur.[148]

Allah (c.c.)'ın Peygamber efendimiz (s.a.v.) aracılığı ile bizlere ulaştırdığı ilk emri "Oku" ya uygun olarak Mahmut Toptaş Hoca­mızın kaleminden takdim edilen Kür'an-I Kerim, Şifa Tefsiri'nden çok istifade edeceğimiz umudu ile "Oku" mamızı ve bu çalışma­ların Rıza-i ilahiye muvafık olmasını yüce Allah (c.c.)'den dilerim.

                                                                                      Serdar Gül

      (Tüccardan)İstanbul.[149]

Önsoz

 

Yaratıcımızdan ilahi nizamında yürüyen kullardan olmamızı dilerim. "Biz Kur'an'dan peyderpey, mü'minler için bir şifa ve bir rahmet olanı in­diriyoruz."[150] " Doğrusu bu Kur1 an en doğru yola götürür."[151] hitaplarının yapıldığı insanoğlu; Türkiye'de gördüğüm kadarıyla ken­disini çoğunlukla muhatap kabul edemiyor. Bildiğini veya anlayamaya­cağımızı söyleyenlerle karşılaşıyoruz.

Muhterem hocam Mahmut Toptaş ,Kıır'aııin günümüz olaylarıyla ilintili, karşılaştırmalı bir şekilde, espirili açıklamalarıyla bizleri aydınla­tıyor. Tefsir derslerinde kasetlere yapılan kayıtlarla diğer insanlarada me­sajın ulaştırılması kolaylaşıyor.

Burada yazılmasının günümüz insanının durumunu anlatması bakı­mından faydalı olacağını düşündüğüm bir olay: 1980'li yıllarda Hava kuvvetlerinde görev yapmakta iken Komutanlık tarafından "Hava Kuv­vetlerine Muhtıra" isimli küçük bir el kitabı yayınlanmıştı. Kitabı getiren komutanımız o zamanki-.Hava Kuvvetleri Komutanının "Bu kitap Kur'anı keriminiz gibi olacak elinizden düşürmeyeceksiniz" dediğini belirterek bana verdi. Ben'de "Demek'ki hiç okumayacağız" cevabım vermiştim. Komutanımız "Haklısın Kur'anı hiç okuduğumuz yok" ifadesiyle durumu açıklamıştı. Yine aynı yıllarda hanımımın başörtüsü nedeniyle baskılarla karşılaşıyor ve dindar olduğu bilinen Komutan bana "Kuranda başörtüsü yok, bizler kadınlarımızın bu giyimiyle icma' yapmışız, sen bize uyma­makla ilkelerimizi çiğniyorsun" diyordu. Cevab olarak: "İlkeler yoruma tabi'dir. Ben hevesimden değil Allah'ın emri olduğu için ona uymaya ça­lışıyorum, güvendiğiniz bir tefsir varsa ona bakayım veya bir bilene so­ralım." dediğimde "gerek-yok sen dediğimi yap, geleceğin için bu önem­li" gibi ifadeler kullanıyor du. Sonuç olarak, hareket tarzımı Allah için yaptığımı ve karşılığını ondan beklediğimi ifade ediyordum.

Anladığım ve söylemek istediğim şu; İnsanımızın çoğu Kur'anı oku­mak, anlamak ve yaşamak konusunda kendisini her türlü ihtiyacın üstün­de görerek azıyor. Rabbimizden dileğim Kur'ani öğretiye uyan, iyilik ve doğruluk üzere yürüyen kullardan olalım. Esenlik ve huzur ona tabi olan­lara olsun.

M.Yılmaz Pekkaya

Emekli Hava Pilot Kurmay Yarbay[152]

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

A'lemlerin yaratıcısı ve terbiye edicisi, yücelerin yücesi olan Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde:

-Kur'an en doğruya götürür: 17/9, 21/106, 43/43, 72/2

-Kur'an Muhammed (s.a.v.) ümmetine mirastır: 35/32

-Kur'anın koruyucusu ve öğreticisi Allah'tır: 15/9. 17/86-87, 75/16-19

-Kur'an korunmuştur ve değişmez: 6/115, 15/9, 18/27, 43/5, 69/40...

-Kur'an kolaylaştırılmıştır: 19/97, 54/17-22-32-40, 87/8

-Kur'an şaka ve eğlence değildir: 86/14

-Kur'an Kanundur ve hüküm vazeder: 4/105, 5/48, 6/1 15, 7/3, 12/40

-Kur'an hidayettir: 2/2-185, 3/138, 10/57, 14/1

-Kur'an şifadır: 10/57, 17/82,41/44" diyor.

Yönetimi batıdan ithal edilen ve çeşitli adlar altında andan: aslında tamamı da  insanı insana kul ve köle yapan, emperyalizmin talan esasları­na göre idare edilen: halkı mü.slüman çoğu İslam ülkelerinin dünden bu­güne yönetimi ellerinde tutan mevcut iktidarları, insanımızı Kurandan uzaklaştırmak için ne lazımsa yaptılar ve yapıyorlar.

"Kur'anael sürmeden O'nu asılı tutun, sakın anlamaya çalışmayın1, be­lirli bir zümrenin dışında O'nu kimse anlayamaz...v.s...v.s..,v.s." dediler.

Rabbimize şükürler olsunki zalimlerin bu zincirleri yavaş yavaş kınlı­yor.

Allah'ın rızasına uygun, Kur'anı anlayarak ve yaşayarak yazanlara, okuyanlara, tercüme ve telif olarak tefsir edenlere, çoğaltanlara, hediye edip dağıtanlara ne mutlu!.. Selâm olsun onlara!

Muhterem Hocam'ızm, İstanbul Cağaloğiunda Gezeri Kasımpaşa ca­miinde başlatmış olduğu tefsir derslerine beş sene ara vermeden devam ettim ve Fatiha suresinden Nas suresine kadar.dinledimve teyp kasetınede aldım.Mutluyum,umutluyum. Allah cümlemize Kur'ana göre yaşamak nasip etsin. Amin.

Dr. Emrullah Bakır[153]

 

Şifa Tefsiri Hakkında

Bismillahirrahmanirrahiym

 

"Yaratan Rabbinin adıyla oku"[154] " Hitabına muhatap olan bizler 1989 yılına kadar Rabbimizin kitabını okuduk, değerli hocalarımızdan dinledik. Rabbimiz onlardan razı olsun.

1989 yılında çok çok muhterem hocamızla tanışıp derslerini takip etmeye başlayınca, yıllardır okuyup dinlediğimiz yüce kitabımızın hayatımızı nasıl kolaylaştırıp, güzelleştirdiğini öğreniverdik. Hergün onunla oturur kalkar, işimizi onunla tanzim eder hale geldik. İşlerimizi kolaylaştıran Rabbimiz, her dersten sonra bize çok yakın oluyordu. Kur'an-ı anlamak ve yaşamak için yıllarca Arapça kursla­rına gidiyorduk, bir türlü Arapçayı ilerletemiyor, Kur'an-ı anlayacak şekilde Öğrenemiyorduk. Hocamızın derslerini takibe başlayınca bu zamanımızı tamamen Hocamıza yönelttik ve Kitabımızı anlar hale geldik.

Bir gün arkadaşlarımızdan biri: "Hocam! Rabbimiz bizim bu gay­retimizi, Kur'an-ı anlama istek ve duamızı kabul ediyor mu acaba?" diye sorunca, Mahmut hocamız bu soruya kesin bir tavırla "elbette" dedi. Peki nereden anladınız diye sorulunca açıkladı ve dedi ki: "Eğer duanız kabul olmasaydı, eviniz veya işinizden derse gelin­ceye kadar bu dersi dinlememeniz için bir sürü engel vardı. Bu en­gellere takılır gelemezdiniz. Nefsinize uyup size hoş gelecek eğlence yerlerine, kahvehanelere, vs. takılırdınız. Sizi buraya ulaştıran Rabbimiz duanızı kabul ediyor ki buradasınız" diyerek cevapladı ve bizim gayretimizi artırıverdi.

Başka bir derste Hocam ilmihal kitaplarında bazı konularda farklılıklar var neden? diye sorulunca; "zamanında o günün anlayışı doğrultusunda o günün mü'minlerine gereken çok şifalı haplar yapan alimlerimizin hapları zaman içinde bayatlamıştır. Bayat hap zarar­lıdır" diyerek kafalarımızı karıştıran konuları da açıklayarak bizim ufkumuzu ve görüş açımızı genişletiverdi.

Her meslekten insanın işini ve yaşantısını, Yaratanın isteği doğ­rultusunda düzenlemesi en büyük arzu ve isteğidir. Bunu yapabil­mek O'nun kitabını anlamakla olur. Muhterem Hocamız bunu günü boyunca nasıl çalışıp, neler yapacağımızı öğrenmiş olmak bize hu­zur ve mutluluk verdiği gibi, işlerimizi de düzenli, verimli yapmak­tadır. İnsanlarla ilişkilerimiz daha yararlı olmakta, ömrümüz bere­ketlenmektedir.

Muhterem Hocamız büyük gayretle ve Rabbimizin verdiği olağan üstü bir kaabiliyetle Kur'an-ı'mızı tefsir ederken, anlaşılıp anlaşılmadığını biz talebelerinin arasında bizzat araştırarak, bizleri takip ederek, sayımızı ve anlayışımızı artırmaktadır. Yıllar önce görev yaptığı yerlerdeki cemaati ile hala ilgilidir. Şimdiye kadar bir tefsirin yazılması bu şekilde, yazan ve okuyan arasında sıkı bir irtibatla olmamıştır. Kıyamete kadar okunacak bir eserin talebeler ile birlikte yazılması, onlarında bu hayırlı işe katılmalırının sağlanmaya çalışılması, bu eserin ne kadar çok hayırlara vesile olduğunun kanıtıdır.

Böylece "Şifa Tefsiri", Kur'an-ı Kerim'in verdiği ilahi mesajı öğ­renmek, manasını en iyi şekilde anlamak, yaşayışımızı ve davranış­larımızı Kur'an çizgisi doğrultusunda şekillendirmek için daima ve yıllarca baş vurulacak bir eser olmaktadır.

Muhterem Hocamızın camide, konferans salonlarında ve değişik toplantılarda Kur'an ve Sünnet ışığı altında günümüz meselelerine çözüm getiren konuşmalarını yayınlaması, küçük kitapçıklarda top­laması, çok az insana nasıp olan bereketli bir ömrün göstergeleridir.

İlmi bir eserin etkili ve kaliteli olması, yazan ve okuyan arasında çok iyi anlaşılması ile mümkündür. Gönlü geniş Muhterem Mahmut Toptaş Hocamız bizi de tefsirine ortak edercesine talebeleriyle ve cemaatıyla bütünleşerek eserini tamamlamaya çalışmaktadır. Dördüncü cildinin de tamamlanması hepimizi son derece sevindir­miştir.

Rabbim yazan ve okuyandan razı olsun. Cümlemize Kur'an'a göre yaşamayı nasip etsin. İnşaallah.

Avukat Yunus Palan[155]

 

Şifa Niyetine

 

Allah Azze ve Celle'nin kullarına rahmeti olarak indirmiş olduğu Kur'an-ı Azimüşşan'ın taâ Hz. Peygamber (s.a.v.)'den bu yana bin­lerce tefsiri yapılagelmiştir, yapılacaktır da... Çünkü Efendimiz (s.a.v.)'in de beyan buyudukları gibi "din nasihattir:"İş bu tefsirler ve bu meyanda süre gelen gayret ve sa'yler de nasihat hükmündedir. Allah-u Alem. Öyleyse, bu din kaim olduğu müddetçe nasihat devam edecek, yani tefsirler, hadis şerhleri vesaire yazılacaktır.

Bazen insanın aklına geliyor: Neden bu kadar fazla tefsir var? Neden bu kadar fazla tefsir yazılıyor? Gerekli mi acaba? Bu sorunun cevabı ancak birden fazla (en az üç-dört) tefsirin aynı anda okunması halinde verilebilir. O zaman görülecek ki okunan bu üç-dört eserin hepsi de tefsir olmasına, Allah'ın kelamını insanlara izah sadedinde yazılmış olmasına rağmen -ilginç ve ilginç olduğu kadar güzeldir de- her birinde ayrı bir koku vardır. Yani çiçek gibidir tefsirler. Her çiçeğin nasıl ki kendine has bir kokusu ve rengi, şekli şemali vardır. Tefsirler de aynen öyledir.

İşte 3-4 sene önce bir çiçek daha açtı gönül bahçemizde, bir tef­sir daha yazıldı. Ancak bu tefsirin diğer tefsirlerden ayrı bazı özel­likleri vardı: Öncelikle yazarını (Mahmut Toptaş Hocam'ı)ben hu­kuk fakültesi öğrencisi iken bize,elli kadar arkadaşa islam hukuku dersleri verirken tanımam, kendisiyle hemhal olmam hasebiyle el­bette ki tefsirin bu açıdan bana göre ayrı bir özellik taşıyor olması hariç, bir de genel manada, umum içinde taşıdığı farklı özelliklerin­den bahsetmek gerekiyor.

Yaklaşık 6 yıla yakın bir zamandır (semtimizde yapılan bir ça­lışma münasebetiyle) belli bir sistematik dahilinde en az 9-10 tef­siri tetkik etme durumundayım. Şifa tefsirini bunlardan ayıran en önemli fark işbu tefsirin anlatılmış, yapılmış ders notları şeklinde olmasından kaynaklanıyor. Aynı özelliği taşıyan ve Türkçeye de terceme edilen "Min Vahy'il Kur'an da bu tefsirdeki sadelik ve sı­caklığı bulamıyoruz, Şifa tefsiri daha sıcak ve bizim insanımıza daha yakın.

Sonra kitapta verilen (dolayısıyla derslerde anlatılmış olan) ör­neklere bakınız ve kendinizi bu örneklerle kıyaslayınız; ya bu örnekler sanki bizzat sizin hayatınızdan verilmiştir veya çok yakınınızın başından geçen bir hadise anlatılmıştır.

Bakıyorsunuz ki tefsirin yazarı olan hocamızla sizin dertleriniz, sıkıntılarınız hep aynı, aynı dilden konuşuyor, aynı kurum ve kuru­luşlara kızıyor, aynılarını seviyor veya destekliyorsunuz. Yukarıda beyan ettiğim üzere okumuş olduğum (ve halen okuyor olduğum) tefsirlerin içinde bana (ve size) en yakını Şifa tefsiridir.

Ama hayal kırıklığına uğramamanız için bazı noktalara da temas etmek gerekiyor.: Meselâ Şifa tefsirinde alimler arasındaki ihtilaf­lardan ve, veya görüş farklarından bahsedilmemiş, fıkhi meseleleri ilgilendiren ayetlerde (Ahkâm ayetlerinde) fıkhi düsturlar, kaideler serdedilmemiş...

Meselâ bir "nesh" olayından hoca hiç bahsetmemiş, bunun tar­tışmasına girmemiş.... Veya meselâ hoca, hemen hemen hiçbir aye­tin nüzul sebebinden bahsetmemiş, ama hocam tefsirini yaptığı ayetin bugün nasıl uygulanacağından bahsetmiş, hayatımıza nasıl yansıyabileceğinden bahsetmiş, bilgiler vermiş, espriler yapmış ve bunu kitabına aynen geçirmiş. Bizlere lazım olan da bu değil mi za­ten? Yani bizler için tam bir Şifa bu tefsir. Sahi adı da Şifa tefsiri idi değil mi?

Bu vesileyle Rabbimden, hocama ilminde kudret, sıhhat, afiyet vermesini temenni ederken, tefsirin de bizler ve 1,5 milyarlık İslam alemi için şifa olmasını temenni ediyorum. Haydi öyleyse Şifa niye­tine....

Av. Emin Atalay

(Hocamın tembel talebelerinden.)[156]

 

Takriz

 

Bismillahirrahmanirrahim,

 

Yüce kitabının nuruyla mü'min kullarının kalblerini aydınlatan, şifa-rahmet ve hidayet kaynağı kılan Allah (c.c.)'a hamd eder, Peygamberlerin ahiri ve en şereflisi Muhammed-ül-emin (s.a.v.)'e, âl ve ashabına salât-u selam olsun.

Muhterem hocamız Mahmut Toptaş Beyefendiyle tanışmak Allah (c.c.)'m bana bir lütfü ve mükafatıdır. Yıllardır hocamızın Kur'an-ı Kerim ilimleriyle ve Hadisi şeriflerle meşgul olduğunu ve dersler verdiğini biliyordum. Ne varki bu derslere katılmak, hocamızı yakından dinleyip, takip etmek bir türlü nasip olmadı. Nihayet 1996 yılının ilk ayında bir vesileyle ilk defa tefsir derslerine katılmak bana nasip oldu. Branşım icabı ve tefsir derslerine duyduğum ilgiden dolayı Muhterem Hocamızın dersleri beni hayli etkiledi. Bunun üzerine kaleme almış olduğu ve en son 4. cildi neşredilen "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri"ni mütaala etme imkanını da buldum. Hocamız bu eseri neşretmekle bilhassa günümüzde bunalan insanların Kur'an-ı. Kerimi yakından tanıyıp onunla tanıştıktan sonra onu daha iyi anlamaya büyük katkısı olacağına inancım tamdır.

Bu çok değerli Tefsir eserine verilen isimde Kur'an-ı Kerimle mütenasip olarak herkese şifa olacağı muhakkaktır. Muhterem hocamızla, katıldığım ilk dersinde onunla mülaki olduktan sonra derslerini düzenli olarak takip etmeye başladım.

Hocamızın "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri" adlı tefsirinin 5. cildinin yakında basılacağını, bunun içinde bir takriz yazılmasını benden istedi. Hocamızın bana bu iltifatından dolayı sevindim ve mahcubiyetle kabul ettim.

Muhterem hocamız, ilmiyle amil, muhlis, takva sahibi ve zamanımızın çok değerli alimlerinden bir zat-ı Muhteremdir. Öz ifadeyle Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in şu hadisi şeriflerde övdüğü Allah'ın (c.c.) sevgili kullarından bir ilim erbabıdır. Hadisi şeriflerin Türkçe anlamları şöyle.

"Ümmetimin en hayırlı olanları, (başkaları tarafından) göründüklerinde Allah'ın anılmasına vesile olan kimselerdir." Bir başka hadisi şerif: "Bildikleriyle amel eden kimseye Allah (o kimseye) bilmediklerini (ilham edip) öğretir." Bir başka hadisi şerif: "(Allah katında) insanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olandır."

Yüce Allah, hocamız Mahmut Toptaş ve emsallerini kıyamete kadir aramızdan eksik etmesin.

Bilhassa günümüzde Kur'an-ı Kerim'in eşsiz ve namütenahi hazinelerini ortaya çıkarıp, insanların faydasına sunmak, parlak hükümlerini ve sırlarını bulmak, onun derinliklerine dalabilmek için mümtaz şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Mahdut (sınırlı) olan insanoğlunun ilmi kapasitesi, Yüce Allah (c.c.)'in inzal buyurduğu Kur1 an ayetlerinin inceliğini, sırlarını ve icazını bir çaba harcamadan idrak edip anlayamaz. Muhakkak değerli hocamız ve emsallerinin çaba,ve gayretleriyle meydana getirdikleri eserleri okumakla ve bunlara değer vermekle mümkün olur.

Yüce Allah'tan Muhterem Hocamızın "Kur'an-ı Kerim Şifa Tefsiri" adlı eserinin tüm insanlara faydalı kılmasını diler, hayırlı ve uzun ömürler niyaz ederim.

Ramazan Işık

Eyüp İ.H.L. Tefsir Öğretmeni[157]

 

 

Şifa Eczanesinin Lokman Hekimi

 

Yeni bir asra çok az zaman var.

Dünya; teknoloji sayesinde küçüldü küçüldü evlerimize kadar girdi. Evlerimize giren dünyaya baktığımızda mutsuz, huzursuz, ruhi buna­lımlar geçiren milyarlarca insan karşımızda duruyor ve soruyorlar:

"Bu dünyaya ne zaman huzur gelecek? ve bu insanlar ne zaman gü­lecek?" Sorular peş peşe gelmekte, cevab ise bir türlü tatmin edici bir şekilde verilememekte. Aslında cevap çoktan verilmiş. Taa ondört asır öncesinden.

Tefsir dalında Mastırımı tamamlarken gördümki, her müfessir kendi çağının hekimi olmuş.

İşte bu cevabın; iki bine çok az bir zaman kala İstanbul'dan, Cağaloğlu'dan Bab-ı Âli'den hoş bir sâdâ halinde yükselişi ve bu hoş sadanın sahibi: Şifa Tefsiri Ve Mahmut Toptaş hocamız.

Şifa tefsirinin 6. cildi çıkarken değerli hocam Mahmut Toptaş'ın bu takrizi yazmayı benden istemesi, hayatımın geçen 29 yılında bana veri­len en büyük bir armağandır.

Hocamız tefsirini yaparken Kur'an-i bir eczaneye, ayetleri de raflardaki ilaçlara benzetmektedir. İşte bu ilaçların prospektüsü Şifa tefsiri, hekimi ise Mahmut Toptaş hocamızdır.

Çağımızın imansızlık propagandası altında kararan gönüller, harab olan hayatlar deva bulmak istiyorlarsa, Şifa Tefsirinin sayfalarından gürleyen ab-ı hayat suyunu mutlaka içmelidirler.

Günümüz insanını meşgul eden, kafasını olur olmaz şeylerle doldu­ran çok şey vardır. Bu meşguliyetler arasında insanımız uzun uzun okumak ve düşünmek için ne vakit bulabilmekte, nede zaman ayıra­bilmektedir. İnsanımız kısa, öz, ve pratik bilgiler arzu etmekle birlikte, aynı zamanda okuduklarını ve duyduklarını evinde, sokağında ve ya­şadığı her yerde görmek istemektedir. Elinizdeki Şifa tefsiri bütün bu özelliklere sahiptir.

tefsir hakkında

Çıkan beş cildi okuyanlar, tefsirin şu özelliklerini hemencik fark ede­ceklerdir:

1- Anlaşılır ve sade bir dil.

2-  Lüzumsuz   uzatmalardan   kaçınmakla   birlikte   söylenmesi gerekenlerin tamamı.

3- Ayetlerin anlaşılmasında; önce konuyla ilgili diğer ayetler, ardın­dan Hz. Peygamberin (S.A.V) sünneti ve sahabenin uygulamaları.

4-  Konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve akıllarda kalıcı olabilmesi için enfes misaller.

5-  Ayetlerin günümüzdeki yansımasını ve uygulamasını gösteren yorumlar.

6-  Tarih boyunca sorulmuş ve sorulabilecek sorulara ve itirazlara, mantıki ve akli cevaplar.

7-  Sureler ve ayetler arasındaki insicamın, yani konu bütünlüğünün ortaya çıkarılması.

8-  Özellikle geçmiş peygamberlerin hayatlarının anlatıldığı ayetlerin tefsirlerinde, israliyata hiçbir zaman yer verilmemesi.

9-  İslam dünyasında tartışılan ve bir neticeye varılamayan konulara -sanıyorum okuyanlar açısından bilinmediği takdirde kaybedilecek pek fazla birşey olmadığından- neredeyse hiç temas edilmemesi.

10-  Ahkam ayetlerinin tefsirinde ise; Alimlerin görüşlerini teker te­ker sıralamak yerine net, kısa ve akılda kalabilecek cevaplar verilerek, daralan gönüllere şifalar sunulduğunu, okuyanlar hemencecik müşa­hede edeceklerdir.

İnsanlık tarihi boyunca söylenen, yazılan, çizilen milyarlarca söz, ki­tap ve resimler vardır. Ancak bu milyarların içerisinden çağlan delip günümüze kadar gelen ve günümüzden de kıyamete kadar ulaşacak olanlar çok az olacaktır. Kanaati acizaneme göre bu "azlar" içerisinde Mahmut Toptaş hocam ve onun "Kur'an'ı Kerim Şifa Tefsiri'de" buluna­caktır. Nasılki hastalıklar devam ettiği sürece, ilaçlar da deva olmaya devam ediyorsa, toplumsal ve ruhi hastalıklar da devam ettiği sürece, tedavisi için baş vuru kaynaklarından biri olarak "Şifa tefsin" de de­vam edecektir.

Yüce Rabbim den niyazım; hocama uzun ömürler vermesi ve daha nice nice faydalı eserleri meydana getirebilmesi için, ona yardımını ve lûtfûnu esirgememesidir.  01- 01-1998

Mehmet Çelik

(Meslek Dersleri Öğretmeni)[158]

 

 

Bismillahirrahmanirrahiym

 

Elhamdülillahi Rabbil-âlemin. Vel akibetü lil müttekıyn. Vela udvane illa alezzalimiıı. Vesalatü vesselâmti ala Rasulinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmain.

Çölde serap görürken suya kavuştum.! 1989 yılında Cezer-i Kasım Paşa Camii (Cağaloğlu) Konferans salonunda, Karamani Mahmut Toptaş hocamızla tanıştım. Buradaki tefsir derslerinde susuzluğumuzu gideriyor ve yıllarca bulamadığımız rahmet pınarından, kana kana içiyor­duk, ülkemizde insanlar Kur'ân'a saygıyı güzel bir çanta içerisinde, mus-hafi yüksekçe bir yere asarak, göbek hizasından yukarıda tutarak, fakat ahkamından bî haber yaşayan bir toplumda yetişen bizler, Mahmut Toptaş hocamızın sayesinde Allah'ın izniyle, Kur'ân'a saygının; onu baş üstünde tutmak olduğu gibi, esas saygının onun ilahi mesajına kulak vermek ve gereğini samimiyetle yerine getirmek olduğunu öğrendik, anladık. Rabbim cümlemize Kur'ân'ın mesajını gereği gibi anlamayı, sa­mimiyetle amel etmeyi nasip etsin.

Ben tefsir derslerini, daha sonrada faydalanabilmek ve faydalandıra-bilmek için teyp kasetlerine kaydediyordum. Derslere her gittiğimde yeni yeni şeyler öğreniyordum. Etrafımızdaki arkadaşlarımızı da bu derslere davet edip, onlara "da bu manevi hazzı tattırmak istiyordum. Birgün Hilmi isminde bir arkadaşımı davet ettim. O da icabet etti, çok memnun oldu, bu dersleri teybe değil de, videoya kayıt yapmamı önerdi. O anki imkansızlıklarım içinde, Rabbimizin lütfuyla, böyle bir imkana kavuştum. Elhamdülillah. Şimdilik videoya kayıt yaptığım tefsir ve Hadis-i Şerif kasetlerini ancak arşivliyorum. İnşallah rabbim bu tefsir kasetlerini daha geniş bir kitleye ulaştırmada bizi muvaffak eylesin.

Derslerin arasında kafamıza takılan sorulan, münasip biranda hoca­mıza soruyor, ya anında cevap alıyor veya daha sonraki derslerde ay­dınlatılıyorduk. Hatta bir keresinde, hocamız bir Ayet-i Kerime'yi, Hadis-i Şerifle açıklarken, Hadis-i Şerifte Peygamber (s.a.v) Efendimiz, Sahabe-i Kiram'a îslâmı'da anlattıktan sonra, işte din budur diyordu. Bunun üzerine benim kafamda sorular canlandı. Bir fırsatını bulup, hocama sordum. Gayrisi din değilmidir? Hocam, önce değildir, dedi, irkildi, ve dindir ama, batıl dindir dedi.

O günlerde "din nedir?" sorusunu, önüme gelen herkese soruyordum. Farklı, farklı cevaplar alıyordum. (Bu soruşumun sebebi de, bu konuların TV ekranlarında çarpıtılarak işlenmesi idi.)

Çağımızda, her seviyedeki insanların anlayabileceği bir şekilde, dinin genel tarifi yapılmalı ve de dinlerin şablonu çıkarılmalıdır. Din genel bir manadır. Bütün dinleri kapsar.

Yaşanılan yerde, bütün düsturlarıyla, sulh içinde yaşamak için konu­lan kurallara din denilir. Bu kuralları kim koyuyorsa, o din, o kuralları koyanın dinidir. Kim de dili ile ikrar, kalbiyle de tasdik ediyorsa, o dinin mensubudur. Dinlerin şablonunu çıkarmaya gelince dinler ikiye ayrılırlar:

Batıl dinler: Totemizm, budizm, ateizm vs.

Semavi dinler: 2'ye ayrılır:

a)- Hak din: İslâm,

b)- Muharref (tahrif edilmiş) dinler: Hristiyanlik ve yahudilik. Allah indinde kabul edilen din, İslâm'dır.[159] Diğerleri (İslâm'dan başka aranan dinler) ka­bul edilmeyecektir.[160]

Tefsirlerin anlaşılmasında, anlatanın gayreti, mahareti önemli bir yer işgal eder. Allah (c.c) bu mahareti hocamıza lütfedip, bahsetmiştir. Her kültür seviyesindeki insanların bu şifa tefsirinden istifade etmelerini Cenab-ı Haktan niyaz ederim.

Tefsir derslerini 8. yılında ulaştığımız şifa tefsirinin 7. cildine layık olmadığım halde, benden intihalarımı yazmamı isteyen ve bu suretle bana hüsn-ü teveccühte bulunan pek kıymetli hocam, Mahmut Toptaş'a sonsuz kalbi saygı ve hürmetlerimi arzeder, Cenab-ı Hak'tan hayırlı, be­reketli ömür ihsan etmesini ve hocamın hayırlı hizmetlerinin, muvaffaki­yetle devamını niyaz ederim. 17.7.1998.

Hasan Şahin

(Hocamızm talebelerinden)[161]

 

Yayıncıdan

 

Sevgili Okuyucu...

Allaha(cc) hamd-ü senalar ve Rasulüne salatü selam olsunki, uzun bir süreden sonra, elinizdeki "Kur'anı Kerim Şifa Tefsiri"nin 8. cildi ile birlikte bu kıymetli eseri tamamlamak nasip oldu.

Yaratılış gayesi, "Allah'ı tanımak ve O'nun dinini yeryüzüne yaymak" olan insanların, bu gayesine hizmet olur düşüncesiyle, yayınlamış olduğu­muz bu kıymetli eserle, yaşadığımız çağın insanına bir nefesde biz vere-bilmişsek, zaten bu gayeye hizmet etmek amacıyla kurulan yayınevimizin, en çok sevinebileceği bir hedeftir.

Cantaş Yayınları bu anlayışımıza uygun olarak, ilk önce Kur'anın dili olan Arapcanın öğretimi ile ilgili yayınlarla işe başladı. Daha sonra, "Efendimizin İs lamı kendi hayatında uygulayışı" diye özetleyebileceğimiz "Zad'ul-Meâd'ın" tercümesini yayınlamıştır. Bunun arkasındanda baskıları devam eden imam Zehebi'nin "Tarihü'l islam" isimli şaheserinin terceme-sini de İnşaallah Türk okuyucusuna kazandıracağız.

Son olarakta dinimizin birinci derecede kaynağı olan "Kur'anı Kerim'in" Tefsirini tamamlamış oluyoruz. Tefsiri yayınlamaya, Mahmut Toptaş hocanın yaptığı tefsir derslerinden ilham alarak başladık.

Yaklaşık on yıl önceden beri bizzat katılıp dinlediğim, Mahmut Toptaş hocanın Kur'anı Kerim Tefsiri derslerini, sonra yayıncı olarak, kitaplaşması esnasında da okumak nasip oldu. Şunu ifade etmek gerekir ki, şimdiye kadar türkçe yazılan diğer pek çok kıymetli tefsirlerden -bu son cilde kadar okuyanlarında anladığını tahmin ettiğim- birçok farklı yönleri vardır.

Ancak en önemli ve birinci derecede farkı; "Şifa Tefsirinin" şu anda yaşayan insanlarımız tarafından daha net, daha kolay ve daha çabuk anlaşı­lır olmasıdır. Bunu birde, Mahmut hocanın yaşadığımız hayattan, çok akılda kalıcı, nükteli örnekleriyle kafanızda birleştirdiğiniz zaman, Güller bahçesinde gül dermeyi zevkli bir hale getirdiğini görüyorsunuz. Bunları şuradanda anlıyoruzki, daha önce çıkan ciltleri alıp okuyan, her yaşta ve her kültür düzeyindeki insanımızdan aldığımız tepki; "Tefsiri rahatlıkla anlayabildikleri ve çok faydalandıkları" şeklindeki ifadeleridir. Zaten amaç da Kur'an'ımızı anlamak değil mi?

Hoca efendinin tefsirine başlarken; "Ben, Islamı ve Kur'anı kendi çağı­mın insanına, anlayabildiğim kadarıyla anlatmalıyım" sözü, Tefsirin birinci ilkesi olmuştur. Kısaca "ikibinli yıllara merhaba" diyen bizim insanımız, bundan sonra Kur'anı bu kaynaktan içecektir.

Tefsirinizden daha çok, daha çabuk ve daha kolay yararlanabilmeniz amacıyla, bu cildin sonuna, çok genel bir fihrist hazırlanmıştır, öncelikle hangi sure hangi ciltte? sorusuna cevap bulmanız için sureler fihristi, yine her cildin sonuna koyduğumuz alfabetik konular fihristi bütün olarak verili­yor. Ayrıca tefsirde geçen; Hadisler, yer isimleri, şahıs isimleri, ata sözleri, kitap isimleri, şiirler gibi maddeler verilmiştir.

Yayınevimiz adına; başta sabırla tefsiri bitirmek için uğraşan Mahmut. Toptaş Hocaya, Tabidirki senelerdir sabırla tefsirin tamamlanmasını bek­leyen siz okuyuculara, derslerin bantlardan çözümüne yardımcı olan kardeşlerimize, değişik ciltlerde emeği geçen dizgi çalışanlarına ve tashih ya­pan hocalara, Matbaa ve cilt evi çalışanları ile yayınevi çalışanlarımıza te­şekkür ederiz. Ayrıca elimizden gelen azami dikkati gösterdiğimiz halde meydana gelen tashih hatalarından özür diler, bunları işaretleyip bizlere bildiren okuyucularımıza teşekkür ederek, bütün okuyucularımıza "Okuduklarını anlamayı, anladıklarını da yaşamayı Rabbimiz nasip etsin" dileklerimle...

Yeni yayınlarda buluşmak üzere Allaha emanet olunuz.

Nebi Can

Yayıncı[162]



[1] İsra suresi ayet 9-10.

[2] İbni Ebi Şeybe Musannef 10/476  Abdürrezzak Musannef 3/360.

[3] İbni Ebi Şeybe 10/481. îbni Hibban sahih H.No: 122 İmam Buharı bu hadisi tamamen ayrı bir isnad ile Cübeyr (r.a.)'tan nakleder. Bak Tarihi Kebir 9/54.

[4] ibni Ebi Şeybe 10/483. Abdürrezzak Musannef 3/3J5 Darımi Sünen 1/423. Hakim 1/555 Ravi Ebû Mûaviye el-Hecrinin Ebu'l Ahvastan çok hadis nekletmesini bazı münekkitler tenkid edersede onun rivayeti genellikle sağlamdır.

[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/7-9.

[6] El-Ezkar, Nevevi. ibni sünniden

[7] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/11-12.

[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/12-17.

[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/18-22.

[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/23-24.

[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/24-25.

[12] En'am 6/151.

[13] Maide 5/2.

[14] Cuma 62/10.

[15] Ali îmran 3/159.

[16] Bakara 2/234.

[17] Talak 65/4.

[18] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/26-27.

[19] Enbiya 107.

[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/28-29.

[21] Maide 5/54.

[22] Zümer 39/10-16/17, Zuhruf 43/68.

[23] Bakara 1/121.

[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/30-32.

[25] Ahzab 33/21.

[26] Fatır 35/32.

[27] Kalem 68/4

[28] Enbiya 21/107.

[29] Necin 53/3-4

[30] Nahl 16/44

[31] Tevbe 9/29

[32] Fetih 29

[33] Ali İmran 144

[34] Araj 158.

[35] Tevbe 29.

[36] Araf 157.

[37] İnşirah 4.

[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/32-34.

[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/34-35.

[40] Nahl 16/44-64.

[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/35-37.

[42] Hicr 9.

[43] Zuhruf 3.

[44] Hud 1.

[45] Nisa 4/82

[46] Rum 30/47.

[47] Nisa 4/141.

[48] Nur 24/25.

[49] Muhammed 7.

[50] Ali îmran 160.

[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/37-38.

[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/38-39.

[53] Hud 1.

[54] Bakara 62.

[55] Tevbe 30.

[56] Maide 83.

[57] Maide51.

[58] Ali îmran 19.

[59] Ali İmran 85.

[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/39-40.

[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/40.

[62] En'am90.

[63] Şura 13.

[64] Ali îmran 95.

[65] En'am 146 ayetinde olduğu gibi.

[66]Enbiya 107.

Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/41-42.

[67] A'raf 204, Nahl 97, İsra 45, ayet­lerinde okunan ayetlere Kur'an dendiğim görüyoruz.

[68] Zümer 23.

[69] Nisa 122.

[70] Bakara 275.

[71] Şura 38.

[72] Isra 23.

[73] Nisa 23.

[74] Maide 3.

[75] İsra 72.

[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/42-43.

[77] Bakara 185.

[78] Muhammed 4.

[79] Yusuf 23.

[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44.

[81] Maide 2.

[82] Cuma 10.

[83] Tevbe 5.

[84] Fussilet 40.

[85] İbrahim30.

[86] Bakara 22.

[87] En'am 99.

[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/44-45.

[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/45.

[90] Hucurat 13.

[91] İsra 32.

[92] Hac 30.

[93] Nahl 90.

[94] Nisa 23.

[95] Bakara 229.

[96] Cuma, 9.

[97] Maide 2.

[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/46-47.

[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47.

[100] Bakara 275.

[101] Ba­kara 185

[102] Bakara 275

[103] Ali İmran 185

[104] Bakara 256

[105] Hud 6

[106] Bakara 234

[107] Talak 4

[108] Nisa 11

[109] Maide 33

[110] En'am 321

[111] Nasb-r-Raye 4/183

Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/47-49.

[112] Nisa 23

[113] Müca­dele 3

[114] Nisa 92

[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/49-50.

[116] Furkan 25/32

[117] Buharı K. Fezailüî Kur'an babu Katibin-nebi Hadis 4669

[118] El İbane, Mekki b. Ebi Talip s: 52-54

[119] Buhari K. Ahkam babu yüstehabbü lilkatıp hadis 6753

[120] Buharı K. Fezailüî Kur'an Babu Ünzilel Kur'ana Ala sebati Ahrafin hadis 4671

[121] Buhari K. Fezaiîül Kur'an babu Cem-il-Kur'an Hadis 4668

[122] Kasas 28/29

[123] Ükzübetü Tahrif-il-Kur'an s: 51 Şeyh Rasul Caferayn Tahran 1985, Elmukni' Li Ebi Amr-ed-dani s: 18

[124] Bak Ükzübetü tahrif-il Kur'an Şeyh Rasul Ca'ferayn 1985

[125] Yasin 36/33, Isra 17/12, Yusuf 12/105

[126] Talak suresi 1, Ba­kara 234 gibi yetmiş ayet.

[127] Bakara 282, Nisa 29, Ali İmran 130, gibi yetmiş dolayında ayet

[128] Bakara 178, Şura 40, gibi otuz kadar ayet

[129] Bakara 182, Maide 49, gi­bi otuz ayet

[130] Bakara 190, Enfal 61, Tevbe 6, gibi yirmibeş kadar ayet

[131] Tevbe 60, Zariyat l9, Enfal 1, gibi on kadar ayet

[132] Mefhumu fikhil İslami, Nizamüddin Abdülhamid s: 104-108

[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/50-54.

[134] Bakara 282

[135] Fecr 1

[136] Alak suresi 1

[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/54-55.

[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55.

[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/55-56.

[140] Tergip ve Terhib 2/345

[141] Et-Tibyan fi Adabı Hamelet-il-Kur'an 26. Nevevi

[142] Fezailüî-Kur'an 55. ibni kesir

[143] Et Tibyan fi Adabı Hameleti-1-Kur'an 26

Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 1/56.

[144] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/7-8.

[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/9-11.

[146] Bakara/2

[147] Nisa 4/82

[148] Bakara/2

[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:  2/12-13.

[150] İsra 82

[151] İsra 9

[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/5.

[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/6.

[154] Alak suresi 1. Ayet

[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/5-6.

[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 4/7-8.

[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 5/5-6.

[158] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 6/5-6.

[159] Al-i Imran 19

[160] Al-i İmran 85

[161] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 7/5-6.

[162] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 8/5-6.


Önceki Sayfa
Fihrist
Sonraki Sayfa