Netice olarak şunu görüyoruz: Bu bölgede yaşayan bir vatandaşın, herhangi bir şikayeti varsa, günde beş defa, bu bölgenin valisini görüp, şikayetini ona arz etme imkanını bulabilir. Bunun sonucu olarak, bu bölgedeki herhangi bir memur, daima korku ve sorumluluk içerisindedir. Kendi kendine şöyle düşünecektir: «Şayet, ben bu adamın işini yapmayacak otursam, bu adam camiye gidip, beni şikayet edebilir ve bu da bir ceza almama sebep olabilir» deyip, hal ve harekatını düzeltecek ve doğru olanı yapmaya mecbur olacaktır. Farzedelim ki, o bölgenin reisi veya valisi; vatandaşın işini aksatıyor. Bu takdirde, vatandaşın, başkente gidip günde beş defa Devlet Başkanını camide görme ve ona şikayetini arz etme imkanına sahiptir. Aynı ceza, valiye de tatbik edilir. Valiler de bunu bildikleri için, davranışlarında daha doğru dürüst olurlar. Hz. Ömer (r.a.)'nın hilafeti zamanında bu müeyyidenin daha da geliştirildiğini görüyoruz. Hz. Ömer (r.a.) hac farizası için, her sene hacca gidiyordu. Aynı zamanda, İslam Devleti'nin bütün valilerinin de her sene hac için Mekke'ye gelmelerini emir buyurmuştu. Hacc sırasında, Hz. Ömer (r.a.) Mina'da bütün müslümanlara şöyle hitab ediyordu: «Kimin, valiler hakkında bir şikayeti varsa, bana bildirsin». Tarih kitapları, Hz. Ömer'in kaç tane valiyi, şikayet edenin gözü önünde dövdüğünü kaydetmektedir. Netice olarak cami ve daha geniş bir manada hac, idare eden devlet idarecileriyle, idare edilen halk arasında bir temas kuruyordu. Zamanımızda, her hükümet kamuoyu ile temasta bulunmaya büyük bir değer vermektedir ki, bunu İslamiyet ondört asır evvel, Hz. Peygamber (s.a.v.) ve |
O'ndan sonraki devirlerde tatbik edilen bir usulle ortaya koymuştur. Cami, çeşitli şeyler için kullanılabilir. Fakat herşey için camiyi aynı zamanda kullanmaya gerek yoktur. Mesela; Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine'deki büyük camiyi inşa ettiğinde, camide «suffe» denen bir okul vardı. Fakat daha sonra, okul için başka binalar yapıldı. Ve okul için camiyi kullanmaya lüzum kalmadı. Yine gördük ki, bazı hallerde cami hapishane olarak da kullanılmıştı. Fakat daha sonra, hapishane olarak kullanılmak üzere binalar inşa edildi ve bundan sonra caminin hapishane olarak kullanılmasına lüzum kalmadı. Başlangıçta, Hz. Peygamber (s.a.v.), heyetleri, camide kabul ediyordu. Bu heyetler ister müslüman, ister gayr-i müslün olsunlar... Daha Hz. Ömer (r.a.) zamanında, Devlet Başkanının özel surette bir binası (Darü'l-îmare) vardı ki, Hz. Ömer (r.a.) gelen heyetleri camide değil bu evde kabul ediyordu. Bu demek oluyor ki, zaruri ihtiyaç varsa, cami her şey için kullanılabilir. Fakat zaruri ihtiyaç yoksa, cami gayr-i dini olan şeyler için kullanılmaz. Daha önce o bölgenin reisinin aynı zamanda o bölgenin caminin imamı da olması gerektiğini belirtmiştim. Ancak Abbasilerde görüyoruz ki, Halife'nin, günde beş vakit, başşehrin camisine gelip namaz kılması için vakti yoktu. O, namazını evinde kılıyor ve camiye ara sıra (mesela; bayram namazlarında) geliyordu. Halife, bütün camiler için ayrı imamlar tayin etmişti. Ve bizzat kendisi, yalnız, bayram namazlarını kıldırıyordu. Bu şekilde hareket etmek iyi midir, kötü müdür? Bu benim konumu aşan bir tartışmadır. Benim yaptığım bu olayın tarihî seyrini ve bu konudaki değişiklikleri belirtmektir. |
![]() |