HAKKA SURESİ
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
Mekke’de nâzil olan bu sûre, 52 âyettir. Adını, ilk âyetindeki «el-hâkka» kelimesinden almıştır. «Hâkka»ya değişik manalar verilmiştir. «Hak» kökünden geldiği için, hepsinde hak ve hakikat manası vardır. Daha çok «kıyamet» manası verilmektedir.
1. Gerçekleşecek olan;
2. (Evet) nedir o gerçekleşecek olan?
3. Gerçekleşecek olanın (kıyametin) ne olduğunu sen nereden bileceksin?
Kur’an’ın belâğatını ve özlü ifade üslûbunu başka dile ayniyle aktarmanın imkânsızlığı, bu mucize ilâhî kelâmın tamamı için söz konusu olmakla beraber; buradaki âyetlerde ve benzerlerinde daha büyük zorluklarla karşılaşılmaktadır. Bu âyetlerde, vukûu kaçınılmaz olan kıyamet gününün dehşeti ve önemi vurgulanmakta, aynı noktayı kuvvetlendirmek için Resûl-i Ekrem’e, o günün dehşet ve fecaatini bilemeyeceği söylenmektedir.
4. Semûd ve Âd kavimleri, kapılarını çalacak felâketi (kıyameti) yalan saymışlardı.
5. Semûd'a gelince: Onlar pek zorlu (bir sarsıntı) ile helâk edildiler.
6. Âd kavmi ise, uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvedildiler.
7. Allah onu, ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün.
8. Şimdi onlardan arda kalan bir şey görüyor musun?
9. Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler halkı (Lût kavmi) hep o günahı (şirki) işlediler.
10. Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakalayıverdi.
11. Şüphesiz, su bastığı vakit sizi gemide biz taşıdık;
12. Onu sizin için bir ibret ve öğüt yapalım ve belleyici kulaklar onu bellesin diye.
Nuh tufanına ve Nuh (a.s.)un gemisine işaret olunmaktadır. «Sizi taşıdık», «Sizin atalarınızı kurtardık; onları kurtarmasaydık sizler de hayat bulamayacaktınız» manasınadır.
13, 14, 15. Artık Sûr'a bir defa üflendiği, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği zaman, işte o gün olacak olur (kıyamet kopar).
16. Gök de yarılır ve artık o gün o, çökmeye yüz tutar.
17. Melekler onun (göğün) etrafındadır. O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir.
«Arş» için, Hûd sûresi 7. âyetin açıklamasına bakınız.
18. (Ey insanlar!) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz.
19, 20. Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der.
21, 22, 23. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut kalacağı bir hayat içindedir.
24. (Onlara denir ki:) Geçmiş günlerde işlediklerinize (iyi amellerinize) karşılık, âfiyetle yeyin, için.
25, 26. Kitabı sol tarafından verilene gelince, o: Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim!
27. Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi!
28. Malım bana hiç fayda sağlamadı;
29. Saltanatım da benden (koptu), yok olup gitti.
Âyetten, «İnsanlara tasallut için mâsiyet yolunda kullandığım gücüm kuvvetim artık kalmadı» manası anlaşılabildiği gibi, tefsirlerde «Dünyada iken kullandığım hüccetler (deliller) artık yok olup gitti» manasına da yer verilmektedir.
Böyle kimse hakkında, görevlilere (cehennemin bekçilerine) 30. âyetteki gibi ilâhi buyrukla hitap edilir.
30. Onu yakalayın da, (ellerini boynuna) bağlayın;
31. Sonra alevli ateşe atın onu!
32. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincir içinde oraya sokun!
33. Çünkü o, ulu Allah'a iman etmezdi,
34. Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.
Bu âyetle, yoksulun gözetilmemesi ve onun haline hiç alİırış edilmemesi, Allah’a iman etmemenin hemen akabinden en büyük günah olarak zikredilmektedir. Gerçekten İslâm ah-kâmı içinde yer alan mükellefiyetler iyi incelendiğinde, bunların iki noktada merkezîleştiği görülür: 1) Allah’ın emrini büyük tanımak, 2) Allah’ın yaratıklarına şefkat göstermek.
35. Bu sebeple, bugün burada onun candan bir dostu yoktur.
36, 37. Ancak günahkârların yediği kanlı irinden başka yiyeceği de yoktur.
38, 39. Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki,
40. Hiç şüphesiz o (Kur'an), çok şerefli bir elçinin sözüdür.
Sözün asıl sahibi, şüphesiz Cenab-ı Allah’tır. Elçi (peygamber veya Cebrail) aracılığı ile tebliğ edildiğinden, «söz» elçiye nisbet edilmiştir.
41. Ve o, bir şair sözü değildir. Ne de az iman ediyorsunuz!
42. Bir kâhin sözü de değildir (o). Ne de az düşünüyorsunuz!
43. (O), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
44. Eğer (Peygamber) bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı,
45. Elbette onu kıskıvrak yakalardık.
46. Sonra onun can damarını koparırdık (onu yaşatmazdık).
47. Hiçbiriniz buna mâni de olamazdınız.
48. Doğrusu o (Kur'an), takvâ sahipleri için bir öğüttür.
49. İçinizde (onu) yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz.
50. Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasıdır.
51. Ve o, gerçekten kat'î bilginin ta kendisidir.
52. O halde, ulu Rabbinin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et.