İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek İlah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir. (İbrahi Suresi - 52) Diri olanları (Yaşıyan insanları) uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye (Kur'an indirdik) (Yasin Suresi - 70) = ♦ F ♦ = Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
İçinde İslâm’ın elde edeceği fetih, başarı ve zaferden bahsedildiği için Fetih adını alan bu sûre,
hicretin altıncı yılında Hudeybiye antlaşması dönüşünde Mekke ile Medine arasında inmiş ve Medine’de
inen sûrelerden sayılmıştır; 29 âyettir.
Geçmişte ve gelecekte günahtan uzak bulunan Peygamber’e tamamlanan ilâhî nimet, Mekke ve Tâif’in fethi, dünyada şerefinin yüce kılınması, yardım ve zafere nâil olması, baş kaldıranların boyun eğmesi şeklinde tecelli etmiştir. Hakikaten Hz. Peygamber Allah’ın habîbidir, önceki şerîatları tamamlamış ve düzeltmiştir. Miraca nâil olmuş, en yüce makamlara kadar yükselmiş, ins ve cinne peygamber olmuş, ganimet kendisine ve ümmetine meşru kılınmış, şefâati makbul olmuş, teşehhüdde, ezanda ve Kur’an’ın birçok yerinde Allah ile birlikte anılmış, ona itaat Allah’a itaat sayılmıştır. Kelime-i Tevhid’in iki rüknünden biri olmuş, böylece kendisi için bütün nimetler tamamlanmıştır.
Âyet, Kureyş ile müslümanlar arasında yapılan on yıl süreli Hudeybiye antlaşmasına ve bu antlaşma sırasındaki biata işaret etmektedir. Şöyle ki, hicretin altıncı yılında Hz. Peygamber, umre yapmak için 1400 müslümanla Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Fakat Kureyş, müslümanları Mekke’ye sokmak istemediğinden önlerine bir birlik çıkarmış, Hz. Peygamber de vâdilerden sapıp Hudeybiye’ye gelmişti. Savaşmak niyetinde değildi. Anlaşmak için Hz. Osman’ı Kureyş’e elçi göndermiş, Hz. Osman’ın dönüşü gecikince, Peygamberimiz bir ağacın altına oturarak ashâbından, Osman öldürülmüş ise ölünceye kadar savaşacaklarına dair söz almıştı. Onlar da Hz. Peygamber’e biat edip bu sözü vermişler, sonunda Hz. Osman gelmişti.
Burada, Kureyş’in taarruzundan korktukları için sefere çıkmayan, Medine civarında oturan Eslem, Cüheyne, Müzeyne ve Gıfar kabilelerine işaret edilmektedir. Bunlar Hudeybiye dönüşünde Hz. Peygamber’den özür dilemişlerdi.
Hz. Peygamber, hicretin altıncı yılında Hudeybiye’den döndükten sonra ertesi yılın başlarında Hudeybiye’ye iştirak edenlerle birlikte Hayber seferine çıkmış, orayı fethetmişti. Bu fetihten müslümanlara, çokça ganimet düşmüş, buna iştirak etmeyenler, ganimet hırsına kapılarak talepte bulunmuşlardı. Âyette bu duruma işaret edilmiş, Hz. Peygamber Hudeybiye’de bulunanlarla Hayber’e gitmiş, ganimetleri onlara taksim etmiş, geri kalanlara ganimet verilmeyeceğine, ganimete özellikle Hudeybiye’ye katılanların ortak olacaklarına dair ilâhî hükmü uygulamıştı.
Hudeybiye seferinden geri kalanların savaşa çağırıldığı kuvvetli topluluğun, Farslılar veya Romalılar olduğu belirtilmiştir.
Âyetin işaret ettiği biat, Hudeybiye’de «Semre» ağacının altında yapılan «Rıdvan biatı»dır. 1400 sahâbi, Kureyş’e karşı ölünceye kadar savaşacaklarına yemin etmişlerdi. Haber verilen yakın fetih, Hayber’in fethi olarak anlaşılmıştır.
Gerçekten, yine bir süre sonra müslümanlar fethedilen Hayber’de birçok ganimet elde etmişlerdir.
Tefsirler, genellikle âyetin yorumunu şöyle yapmışlardır:
Âyette ifade edildiğine göre şayet Kureyşliler, Hudeybiye’de barış teklifinde bulunmayıp savaşa girişselerdi mağlup olacaklardı. Cenab-ı Hakk’ın takdiri böyle tecelli edecekti.
Gerçekten Cenab-ı Hak, Mekke sınırları içinde yani Hudeybiye’de müslümanlara zafer bahşetmişti. Şöyle ki, düşmandan silahlı seksen kişi, müslümanların etrafını sarmışken, yakalanarak Hz. Peygamber’in huzuruna getirilmişler, Hz. Peygamber de onları affetmişti. İşte Kureyşlilerin barış istemelerine bu olay sebeb olmuştur.
Hudeybiye’de Kureyşliler, müslümanların Mekke’ye girmelerine engel olmakla hem Mescid-i Haram’ı ziyaret etmelerine, hem de hazırlanan kurbanlarını Minâ’da kesmelerine mani olmuşlardı. Ziyaretten alıkonma karşısında müslümanlara savaş ve fetih izninin verilmeyiş sebebi, Mekke’de bulunan ve henüz imanını açığa vuramamış müminlerin varlığı idi. Müminler, Kureyşli kâfirlerden seçilip ayrılamadıkları için fetih ertelenmişti.
Âyette yer alan takvâ sözü, şehâdet kelimesidir. Takvâ kelimesine bağlılık o sırada cereyan eden olayı yatıştırmıştır. Şöyle ki, Hudeybiye’de Mekkelilerle müslümanlar arasında antlaşma yazılacağı sırada Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye, «yaz» dedi: «Bu, Allah’ın elçisinin, Mekke halkıyla yaptığı antlaşmadır.» Kureyş temsilcileri dediler ki: «Biz senin Allah’ın elçisi olduğunu bilsek, sizin Kâbe’ye girmenize engel olmayız. Şöyle yazın: «Bu, Abdullah oğlu Muhammed ile Mekke halkı arasındaki antlaşmadır.» Hz. Peygamber de öyle yazdırdı. Kureyşlilerin bu tutumu müminlerin çok ağrına gitmişti ama, âyette ifadesini bulan takvâ sözü, onları yatıştırıp teskin etmişti.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber, Hudeybiye’ye çıkmadan önce rüyasında kendisinin ve ashâbının emniyet içinde başlarını tıraş ederek Mekke’ye girdiklerini görmüş, bunu ashâbına haber vermişti. Onlar da çok sevinmişlerdi. Nihayet sefere çıkıp, Hudeybiye’de alıkonulup döndükleri zaman bu durum onları çok üzmüştü. Bazı münafıklar da şüpheye düşerek üstü kapalı konuşmalara başlamışlardı. Fakat bunda bir hikmetin olduğu belirtilmiş, fethin müyesser olacağı bildirilerek, bir sene önceki yakın fetih (Hayber fethi) hatırlatılmıştır.
Hz. Peygamber ve arkadaşlarının ilk ve son durumları bir benzetme ile anlatılmaktadır. İlk defa yere atılan bir dane gibi filizlenmeye başlayan müslümanlar, gittikçe güçlenerek koca bir ordu olmuşlar, İslâm tohumunu ekenler bu duruma son derece sevinirlerken, onların bu güçlü durumunu gören kâfirler de öfkeden çatlar hale gelmişlerdi.
En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir Eraykitap ilmin kisa yolu |