En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadet Sağlayan Bilgidir
Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.(Enam Suresi-159-160)
Yer Yüzünün Kayan Yıldızları Ashab-ı Kiramın Kısa Hayat Tarihceleri
Emînü'l-Ümme lâkabıyla anılan, ilk müslümanlardan ve aşere-i
mübeşşere* 'den olan sahâbî. Asıl adı Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tır. Kureyş
kabîlesinin Fihroğulları'ndandır. Nesebi, Rasûlullah'ın nesebiyle dedelerinden
Fihr'de birleşir (İbn Sa'd, et-Tabakat, III, 297; İbnül-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, III,
84).
Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir'in dâvetiyle veya Osman b. Maz'un
başkanlığında arkadaşlarıyla Rasûlullah'a giderek müslüman olmuştur (İbn Sa'd,
et-Tabakat, III, 298). Habeşistan'a göç edenler arasında ikinci kafiledendir.
Medine'de Rasûlullah onunla Sa'd b. Muaz'ı kardeş ilân etmiştir (İbn Hacer,
el-İsâbe, IV, 111). Ebû Ubeyde, kahramanlığıyla tanındığı kadar, "Eminü'l-Ümme
(ümmetin emini)" lâkabıyla meşhur olmuştur. Rasûlullah onun için: ''Her ümmetin
bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'tır" buyurmuştur
(Müslim, VII, 127; İbn Mâce, I, 136). Esasında Rasûlullah'ın bütün ashâbı emanet
ve âdillikte eşittir: ancak bir vasfın her insanda aynı derecede inkişaf
etmeyeceği tabîidir. İşte Hz. Peygamber, emîn olma vasfının ashâbı içinde en
fazla Ebû Ubeyde'de temayüz ettiğini bunun için belirtmiştir. İbn Hibbân, Enes
b. Mâlik'ten rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah, "Ümmetimin en merhametlisi Ebû
Bekir, en şiddetlisi Ömer, en hayalısı Osman en helâl ve haramı bileni Muaz b.
Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur'ân okuyanı Übeyy b.
Ka'b, en emîni Ebû Ubeyde'dir" buyurmuştur.
Ebû Ubeyde de diğer büyük sahâbîler gibi bütün gazalara
katılmıştır. Bedir gazasında müşriklerin safında çarpışan ve kâfir olan babası
Abdullah'la karşılaşmış ve onu öldürmüştür. İslâm akîdesinin ilk yaygınlaştığı
dönemlerde buna benzer olaylar çoktur. Meselâ, Hz. Ebû Bekir oğlu ile, Mus'ab b.
Umeyr kardeşi ile, Hz. Ömer dayısı ile çarpışmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmi, babaları, oğulları,
kardeşleri, hısım ve akrabaları olsalar bile Allah ve Rasûlüne meydan okumaya
kalkışanlara sevgi besler bulamazsın. İşte Allah onların kalplerine iman yazmış
ve kendilerini tarafından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarında
ırmaklar akan Cennetlere koyar ve orada ebedî kalırlar. Öyle ki, Allah onlardan
onlar da Allah'tan hoşnutturlar. İşte bunlar Allah taraftarıdırlar. İyi bilin
ki, Allah taraftarları hep kurtuluşa erenlerdir" (el-Mücâdele, 58/22).
Ebû Ubeyde, Uhud savaşında Rasûlullah'ın yüzüne batan miğfer
parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmış, Hendek'te, Benû Kureyza'da,
Rıdvan Beyatinde Hudeybiye'de, Hayber'de, en cesur savaşçılardan biri olmuştur
(İbn Sa'd, et-Tabakat, I, 298). Câbir (r.a.)'ın naklettiğine göre Ebû Ubeyde
kumandanlığında keşfe gönderilen sahâbe birliğinin bir dağarcık hurması
bulunmakta; bütün gün onlar bir hurmâ ile idare etmekte veya ağaç yapraklarını
suyla ıslatarak açlıklarını yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Arapça'da bu
yapraklara habat denildiğinden, ona izâfeten Habat gazası diye geçen bu olayda,
üçyüz kişilik birlik, sâhile vardıktan sonra büyük bir balık ile karınlarını
doyurmuşlardır (Buhâri, Bâb-ı Gazveti Seyfü'l Bahr, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, X,
364-367).
Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor şartlar ve yokluk altında
ilâyı kelimetullah için cihada çıktığına sadece bir tek örnektir. Yine Ebû
Ubeyde'nin şahsında, kumandanlık için nefsi tezkiye etmenin ve Rasûlullah'a
kesin itaatin bir örneğini görmek mümkündür: "Rasûlullah, Beliy ve Üzre
kabilelerine Amr b. el-Âs'ı bir grup sahâbînin başında kumandan olarak gönderdi.
Amr'ın validesi Beliy kabilesindendi. Amr, Cüzam mevkiinde "Zâtü's-Selâsil"
denilen bir yerde durmuş, ilerleyememiş ve Rasûlullahttan yardım istemiştir.
Rasûlullah, içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir birliği Ebû
Ubeyde kumandanlığında Amr'a yardıma göndermiştir. Ebû Ubeyde'ye: "Amr b. el-As
ile aranızda ihtilâf çıkmasın" diye de tenbih etmiştir. Hakikaten Amr ile
karşılaştığında Ebû Ubeyde, Amr'ın kumandanlık hususunda bencil davrandığını
görünce: "Allah Rasûlü bana 'Amr ile ihtilâf çıkarma' dedi; onun için sen beni
dinlemezsen, ben seni dinlerim" demiştir. Ebû Ubeyde kumandanlığa daha lâyık
olmasına rağmen bu büyük davranışı göstermiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,
196).
Ebû Ubeyde hicrî 9. yılda Rasûlullah tarafından "Eminü'l-Ümme"
diye övülerek, Necran hristiyanlarından cizye almaya memur edildi. Rasûlullah
Necran hıristiyanlarını Medine'ye çağırarak onları İslâm'a dâvet etti; ancak
hristiyanlar, İslâm'ı kabul etmeyip sadece cizye verebileceklerini, bunu da
alması için "güvenilir" birini memur etmesini Rasûlullah'tan istediler,
Rasûlullah da, "Size hakkıyla emîn bir adam göndereceğim" diyerek Ebû Ubeyde'yi
gönderdi. Rasûlullah, Bahreyn ile sulh yaptıktan sonra onlardan toplanacak
cizye'yi almaya da Ebû Ubeyde'yi görevlendirdi.
Ebû Ubeyde, Mekke fethinde, Taif muhasarasında, Vedâ Haccı'nda
hep Rasûlullah'ın yanında bulunmuştur. Rasûlullah'ın vefâtından sonra meydana
gelen Benû Saîde sakifesi olayında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde
birlikte hareket etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde'nin elinden ve Hz.
Ömer'in elinden tutarak ortalarında durmuş, sahâbeye bu iki zattan birisine
bey'at etmelerini söylemiş; bu sözlerin hemen ardından Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e
bey'at edince, Ebû Ubeyde de Ebû Bekir'e bey'at etmiştir. Ebû Bekir, vefât
ederken bu olayı anımsatmış ve, "Benû Saide sakifesinde Hz. Ömer'i halifeliğe,
Ebû Ubeyde'yi vezirliğe lâyık gördüğünü" söylemiştir (Taberî, Târih, III,
430).
Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinden itibaren
Hz. Ömer zamanında cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katıldı ve
kumandan olarak yer aldı. Ayrıca o, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama,
Şeyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic,
Delul fetihlerinde bulunmuştur.
634 yılında (H. 13), Humus'ta Roma İmparatoru Herakleius'un
muazzam ordusuna karşı Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Şurahbil, Amr b. el-Âs
ve Halid b. Velid gibi kumandanların orduları birleşerek Ecnâdin'de savaştılar.
Müslümanlar üç bin şehid vererek burayı fethettiler. Suriye'nin en mühim ticaret
merkezi olan Şam'ı kuşattıklarında Ebû Ubeyde Câbiye kapısından şehre saldırdı.
Halid b. Velid Şam'ın kendi tarafındaki bölümünü çarpışarak ele geçirirken, Ebû
Ubeyde kendi bölgesini sulh ile ele geçirdi ve hristiyanlarla yapılan sulh
antlaşması bütün şehre şâmil kılındı. 635 yılında Fahl savaşı vuku buldu. Roma
ordusu müslümanların sayıca üç-dört misliydi. İki ordu çarpışmadan önce
Romalıların özel elçisi müslümanların karargahına gelip sulh şartlarını görüşmek
istedi. Elçi, burada Ebû Ubeyde'yi komutan olarak büyük bir ihtişam içinde biri
sanıyordu. Ancak her tarafta birbirine benzer insanlar ve diğer askerlerden
farkı olmayan Ebû Ubeyde'yi görünce çok şaşırdı. Ebû Ubeyde, elçinin, Roma
topraklarını terkederlerse askerlerine altın verme teklifini reddetti. İki ordu
çarpıştı ve müslümanlar Romalıları yenilgiye uğrattılar. 635 yılında Suriye'nin
tarihî şehri Humus fethedildi. Ebû Ubeyde birçok yerleri sulh ile ele geçirip
Antakya'ya yönelmişken halife Hz. Ömer'in emriyle askerlerini durdurdu ve
Humus'ta yerleşti. 636'da Herakleios Roma, İstanbul, el-Cezire, Ermenistan gibi
Roma vilâyetlerinden gelen askerlerle büyük bir ordu topladı ve Suriye'ye
hareket etti. Ebû Ubeyde Humus ve diğer fethedilen yerlerdeki kumandanlara
mektup yazarak toplanan cizyelerin iâde edilmesini, geri çekileceklerini
bildirdi (Ebd Yûsuf, Kitâbu'l-Harac, 81). Daha sonra Şam'a gitti ve dağınık
İslâm ordularını toplamak amacıyla Yermük'te karargah kurdu. Hz. Ömer'e sür'atle
haber yolladı; Roma ordusunun âdeta yağarak üzerlerine geldiğini bildirdi ve
âcil yardım göndermesini istedi. Yardım için vakit yoktu; Hz. Ömer cevabında,
"Onları yeneceğinize inanıyoruz" diyordu. Amr b. el-Âs da Ürdün'den Yermük'e
gelince müslümanların maneviyatları kuvvetlendi. Yermük'e çok yaklaşan Roma
ordusundan bir elçi akşam namazı kılınırken geldiği zaman Ebû Ubeyde'ye sordu:
"Hz. İsa için ne düşünürsünüz?" Ebu Ubeyde şu cevabı verdi: Allah buyurur ki:
"Ey ehl-i kitap, dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği
söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih Allah'ın peygamberidir. Aynı zamanda Meryem'e
ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın,
"üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tektir. Çocuğu
olmaktan münezzehtir, göklerde uçanlar da yerde olanlar da O'nundur" (en-Nisâ,
4/1 71). Romalı elçi bu âyeti duyunca kelime-i şehâdet getirdi ve müslümanlara
katıldı. Yermük savaşında müslümanlar inançlarıyla dev gibi Roma ordusunu
korkunç bir yenilgiye uğrattı.
Herakleios artık bu yenilgiden sonra Antakya'yı terketti ve
İstanbul'a giderken meşhur "Elveda Suriye" sözünü söyledi.
Ebû Ubeyde tekrar Humus'a döndü. Kınnesrin, Halep, Antakya
İslâm hakimiyeti altına alındı. Halid b. Velid Maraş'ı fethetti. Nihayet Kudüs
637 tarihinde kuşatıldığında Kudüs halkı ve din adamları şehri, Hz. Ömer'e
teslim etmek istediklerini söylediler. Hz. Ömer Cabiye'ye gelerek onlarla
antlaşma imzaladı. 638 yılında Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azleden Hz.
Ömer yerine Ebû Ubeyde'yi tayin etti. Bu sırada Rumlar tekrar yeni bir orduyla
saldırdılar. Ebû Ubeyde komutasındaki İslâm ordusu Rumları Humus'ta bir defa
daha yenilgiye uğrattı. Ebû Ubeyde, Şam ve çevresinin fütuhâtı tamamlandıktan
sonra "Şam emiri, adaleti" deyimiyle Rumlar arasında bile hayırla anılmıştır.
Hicretin 18. yılında Hicaz bölgesinde kıtlık başgösterince Ebû Ubeyde Medine'ye
büyük miktarda yiyecek yardımı gönderdi. Aynı yıl, veya 17. yılın sonlarında-
Suriye, Mısır ve Irak'ı Amvas (Amevas) Tâunu diye tarihe geçen veba salgını
istilâ etmiş, birçok sahâbî bu salgında vefât etmişti. Ebû Ubeyde de, Hz.
Ömer'in Şam'dan ayrılması ısrarlarına rağmen şehirde kalmış ve vebaya
yakalanmıştır. Yerine Muâz b. Cebel'i bırakan Ebû Ubeyde şöyle vasiyette
bulundu: "Size bir vasiyyetim var. Onu kabul ederseniz hayra erersiniz:
Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, sadakanızı verin, haccınızı ifâ edin,
birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi
aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa âkibet şu neticeye varır: Allah
insanların alnına ölümü yazmıştır, onun için hepsi ölürler. İnsanların en
akıllısı Allah'a en çok itaat eden, âhiret için çok çalışandır. Hepinize
Allah'ın selâm ve rahmetini, lütûf ve bereketini niyâz ederim. Haydi Muâz!
Cemaate namaz kıldır." Ebû Ubeyde'nin kabri Şam'da Anta köyü civarında Gavr
Beysan'dadır. Tarihçilerin nakline göre Hz. Ömer ve ashâb salgın yerine gelip
durumu gördükten sonra hemen oradan ayrılmak istemişler, Ebû Ubeyde Ömer'e, "Ya
Ömer, Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" demiş, Ömer de, "Evet, Allah'ın
kazâsından kaderine kaçıyorum" demiştir.
Ebu Ubeyde, züht ve takvâ sahibi, "ümmetin emîni", cesur,
savaşçı, adaletle hükmeden, itaatkâr bir sahâbîdir. Diğer birçok sahâbî gibi o
da, fütuhat sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat
sürdü. Hz. Ömer onun odasının eşyasız bir keçe, bir kırba, birkaç lokma
yiyecekten ibaret olduğunu görünce ağlamış ve, "Dünya herkesi değiştirdi, yalnız
seni değiştiremedi" demiştir. Yine Ömer, "Allah'a hamdolsun, müslümanlar içinde
böyle insanlar var..." diye onu övmüştür. Ebû Ubeyde, bir müslümanın kendisine
iltica eden birini himaye edebileceğini söylemiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I,
195). Aşere-i Mübeşşere* denilen, cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan Ebû
Ubeyde, Rasûlullah ile devamlı birlikte olduğu halde ondan çok az hadis rivâyet
etmiştir. Orta boylu, zayıf, güzel yüzlü, zekî, merhametli diye anılan bu
sahâbî, Şam emiri iken, bütün Şam halkı onun âdil bir yönetici olduğunda ittifak
etmiştir. Onun az hadis rivâyet etmesi, tıpkı Ebû Bekir, Zübeyr b. el-Avvâm,
Abbâs b. Abdülmuttalib gibi birçok büyük sahâbî -Mukillin- gibi, Rasûlullah'ın
mâiyetinde bulunmalarına ve onun vefâtından sonra yaşamalarına rağmen, hadis
rivâyeti hususunda çok titiz, bunun büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde
olduğundan kaynaklanıyordu. Ebu Ubeyde Rasûlullah'tan ondört hadis rivâyet
etmiştir (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 1, 60). Bu Mukillin
ashâb, sünnetin birer uygulayıcısı, canlı birer numûnesi olduklarından, sünneti
yaşamaya daha ziyade önem vermişler, sünneti "anlatma"yı ise başka sahâbîlere
bırakmışlârdır. Ebû Ubeyde'nin râvileri arasında Câbir, Ebû Ümâme, Abdurrahman
b. Ganem bulunmaktadır.
Sonraki Tarih