En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadet Sağlayan Bilgidir
Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.(Enam Suresi-159-160)
Yer Yüzünün Kayan Yıldızları Ashab-ı Kiramın Kısa Hayat Tarihceleri
İlk müslümanlardan, muhaddis,* fakîh ve müfessir* sahâbî.
Adı Abdullah, künyesi Abdurrahman'dır. Babası Mes'ud, annesinin
adı Ümm-i Abd'dir. Babası hakkında fazla bir bilgi yoktur. Onun,
Zühreoğullarından Abd b. Hâris'in müttefiki olduğu bilinmektedir.
Abdullah, Mekke'nin fakîh âilelerinden birine mensuptu.
Gençliğinde Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güderek çobanlık yapmıştır.
Abdullah b. Mes'ud Hz. Peygamber ile ilk tanışması ve karşılaşmasını şöyle
anlatır: Ben Ukbe b. Ebi Muayt'ın koyunlarını güdüyordum. Bir gün Rasûlullah
(s.a.s.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.) yanımdan geçiyorlardı. Rasûlullah bana sütümün
olup olmadığını sordu. Ben de ona çoban olduğumu ve bu koyunların emânet
olduklarını söyledim. Bunun üzerine Rasûlullah: "Yavrulamamış ve süt vermeyen
bir koyunun var mı? Bana gösterir misin?" dedi. Ben de koç yüzü görmemiş bir
koyun yanaştırdım. Rasûlullah koyunun memesini tutup sağmaya başladı. Gerçekten
yavrulamamış ve sütü olmayan bu koyundan süt sağıp Ebu Bekir'e verdi. Hz. Ebu
Bekir içti; sonra kabı Rasûlullah alıp o da içtikten sonra koyunu saldı. " (İbn
Sa'd, Tabakat, 111, 150-151)
İşte İbn Mes'ud o günden sonra Hz. Peygamberin yanından
ayrılmadı.
İslâm'ı kabul edenlerin altıncısıdır. O müslüman olduğu zaman
Peygamberimiz (s.a.s.) henüz Erkam'ın evine taşınmamıştı.
İslâm'ı kabul ettikten sonra hep Kur'ân-ı Kerim ezberlemiştir.
Kendi ifâdesiyle hıfzettiği yetmiş sûreyi Hz. Peygamber (s.a.s.)'in huzurunda
okumuştur. Sahâbeler arasında hiç kimse bu konuda kendisiyle rekabete
girişememiş, daha sonra Abdullah Kur'an'ın tamamını ezberlemiştir.
İbn Mes'ud, müslüman olduğu sıralarda müslümanlar Hz. Peygamber
ile açıktan açığa ibâdet edemiyor, istedikleri yerde yüksek sesle Kur'an
okuyamıyorlardı. Müslümanların böyle bir hareketi, müşriklerin bütün câhilî
duygularını kabartır, onları müslümanlara karşı şiddetli ve canice saldırılarda
bulunmaya sürüklerdi. Bunun içindir ki müslümanlar, bu gibi tehlikelerden
sakınmak isterler, müşrikleri aleyhlerinde harekete teşvik ve tahrik edecek
hareketlerden kaçınırlardı. İşte bu zor günlerde Abdullah İbn Mes'ud, Kâbe'de
Kur'ân okumak istemişti. Hz. Peygamber ve Ashâbı bunun tehlikeli bir hareket
olduğunu, özellikle Mekke'de kendisini himaye edecek büyük bir âilenin
bulunmadığını, müşriklerin ona karşı pervasızca hareket ederek kendisini
işkenceye uğratacaklarını söylemişler, fakat İbn Mes'ud'un iman coşkunluğu bütün
bunları geçmiş: "Beni, onların şerrinden Allah korur!" diyerek kalkmış ve
Kâbe'ye gitmişti.
Bu sırada Kureyş müşriklerinin büyükleri toplanmış, Harem'de
bir meseleyi görüşüyorlardı. Onlar konuşurlarken, yüksek ve güzel bir ses
besmele çekmiş ve Kur'ân-ı Kerîm'den Rahman sûresini okumaya başlamıştı. Herkes
hayret etmiş ve bu cesur adamın kim olduğunu öğrenmek üzere ona yöneldiklerinde
İbn Mes'ud olduğunu görmüşlerdi. Kureyş'liler kızmış, bu hareketi en şiddetli
cezalarla karşılamak istemişlerdi. İbn Mes'ud'u kızgın kumlara yatırıp İslâm'ı
terketmeye davet ettiler. Fakat İbn Mes'ud, bu ezalara zerre kadar önem vermedi.
Müşrikler de işkencelerinin bir fayda vermeyeceğini anlayarak onu bıraktılar
.
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) Kureyşliler'in bu haince hareketleri
yüzünden hastalandı ama içinde yanan iman ateşi zerre kadar sönmemiş, mâneviyatı
asla sarsılmamıştı. İbn Mes'ud, ilk fırsatta aynı hareketi tekrarlamış; yine
Kureyşliler'in toplandıkları yerlerde Allah kelâmını en yüksek sesle okuyup Hz.
Peygamber'den sonra ilk kez Kâbe'de Kur'ân okuyarak müşriklere İslâm mesajını
tebliğ etmişti. (İbnü 'I-Esîr, Üsdü '1-Gâbe, I I I, 256-257).
Abdullah ibn. Mes'ud'un bu imanı ve cesareti müşriklerin ona
büyük düşman kesilmesine neden olmuştu. Kureyş'in bu tutumu karşısında İbn
Mes'ud (r.a.) Mekke'yi terketmeye ve hicrete mecbur kaldı ve Habeşistan'a gitmek
üzere çöllere düştü. Daha sonra Habeşistan'dan Medine'ye hicret ederek Muaz b.
Cebel'e misâfir oldu.
Rasûlullah Medine'ye gelince, ona bir yer göstererek Medine'de
yerleşmesini sağlamıştı.
İbn Mes'ud, bütün büyük savaşlara katılmış ve hepsinde de
önemli fedâkârlıklar göstermiştir. Bedir savaşında, Ensâr'dan iki genç, İbn
Mes'ud'a gelerek, kendilerine Ebu Cehil'i göstermesini istemiş, sonra da küfür
ordusunun başını temizlemişlerdi.
İbn Mes'ud (r.a.) Uhud, Hendek, Hudeybiye, Hayber gazveleriyle
Mekke'nin fethinde Rasûlullah ile birlikte bulundu. Huneyn gazvesindeki bozgun
esnasında Rasûlullah'ın yanından hiç ayrılmadı. Rasûlullah onun bu fedâkârlığını
takdir buyurmuştu. Abdullah İbn Mes'ud, her gazada, Allah yolunda şehîd olmak
gayreti ile savaşan sahâbîlerdendi. Ondaki iman kuvveti, onu daima ileriye
atıyor, ancak müslümanların zaferi ve müşriklerin yenilgisi gerçekleştikten
sonra rahat ediyordu. Hz. Peygamber'in vefatından sonra kısa bir müddet,
inzivaya çekildi. Fakat Ömer devrinde yeni fetihlere başlandığı zaman heyecanı
yeniden uyanan İbn Mes'ud, cihad için Suriye cephesine gitti.
Hz. Ömer, hicrî yirminci yılda İbn Mes'ud'u, Kûfe kadılığına
tayin etti. Kadılık görevinin yanı sıra Beytülmâl*'in muhafazası ile
ilgilenecek, öte yandan halkın dinî eğitimine de önem verecekti. Hz. Ömer
bununla ilgili olarak Kûfe halkına gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
"Size Ammâr b. Yâsir'i Emir, İbn Mes'ud'u da öğretici olarak
gönderiyorum. Beytü'l-mâl'ınıza da İbn Mes'ud'u tayin ettim. Bunların her ikisi
de Bedir ehlindendirler. Onları dinleyin ve onlara itaat ediniz. İbn Mes'ud'u
yanımda alıkoymak istiyordum ama sizi kendime tercih ettim."
İbn Mes'ud (r.a.), üzerine aldığı bu görevi son derece liyakat
ve ehliyet ile yerine getirdi. Kûfe, mahsullerinin çokluk ve çeşitliliği,
gelirinin genişliğiyle tanınmış bir merkezdi. Onun için buranın 'beytü'l-mâl'i
önemliydi . Çünkü burası, binlerce Mücahidin tahsisâtını karşılıyordu. Horasan,
Türkistan ve bunlara benzer diğer yerlerde, cihada katılan müslümanlar en uzak
cephelerde çarpışan ordular, buradan teçhiz ediliyordu. Bu durum, İbn Mes'ud
tarafından yürütülen vazifenin ne kadar zor olduğunu göstermeye yeterlidir. İbn
Mes'ud'un bu kadar mühim bir işi üstlenmesi onun ne kadar hünerli biri olduğunu
gösterir.
Abdullah İbn Mes'ud, aynı zamanda son derece zâhid ve müttakî
idi. Dünyevî hiçbir zevk onu çekememişti. Bundan dolayı onun emin eline verilen
bütün vazifeleri en yüksek doğrulukla yerine getirir; beytü'l-mâl'in her şeyini
korur ve her şeyi ancak yerine, ehil ve hakkı olana verirdi. Bu hususta o kadar
itina ederdi ki: Bir defasında Sa'd b. Ebi Vakkas ile arasında bir ihtilaf oldu.
Sa'd, beytü'lmâl'den bir miktar borç para almış, ödeme zamanı geldiğinde borcunu
ödemediğini görünce, ona ağır sözler söylemiş ve kalbini kırmıştı.
İbn Mes'ud altmış yaşındayken hastalandı. Bir gece rüyasında
Rasûlullah'ı gördü. Hz. Peygamber onu davet ediyordu.
İbn Mes'ud'un vefatı yaklaştığı zaman Hz. Zübeyr ile oğlu
Abdullah yanına gelmişlerdi. Hicrî otuzikinci yılda vefat etti. Onu Hz. Zübeyr
ve oğlu teçhiz ve tekfin ettiler. Sahih rivâyetlere göre cenaze namazını bizzat
Hz. Osman kıldırdı. Hz. Osman b. Mazun ise onu kabrine indirdi.
İbn Mes'ud, İslâm'a girdiği günlerden beri ilimle uğraşmakla
kendini göstermişti. Rasûlullah ondaki bu ilgi ve şevki sezerek: "Sen, muallim
olacak bir gençsin" buyurmuşlardı. Gerçekten İbn Mes'ud her ânını ilim tahsili
ile geçirmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in deniz gibi ilminden yararlanmak için
fırsatı ganimet bilmişti.
İbn Mes'ud, Rasûlullah'ın en özel, en mahrem dostlarından ve
adamlarındandı. O, Rasûlullah'a hizmetle övünürdü. Bazen Rasûlullah'ın misvakını
taşır, takdim ederdi. Bazen âsasını getirirdi. Buna benzer birçok özel
hizmetlerini yapardı. Ayrıca o, Rasûlullah'ın sırdaşlarındandı. Rasûlullah'ın o
kadar yakınlarındandı ki, meclisine izinsiz girer, onunla konuşur, emirlerini
dinler ve bütün arzularını yerine getirirdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153).
İbn Mes'ud, ilâhî vahyi, bizzat onu alan ve telâffuz eden Hz.
Peygamber' den öğrenmiştir. Bunun içindir ki o, Kur'an'ı en iyi bilen, en
mükemmel ezberleyen zatlardandı. Herkes onun bu husustaki bilgisini ve
kabiliyetini takdir ederdi; ashâb'ın hepsi, onun Kur'ân'a olan vukûfiyetini ve
bundaki üstünlüğünü kabul ederlerdi. (Buhâri, Fadâilu Ashâbi'n-Nebi, 37).
Ebu Ahves der ki: "Bir gün Ebu Musa'l-Eş'âri'nin evinde
bulunuyorduk. Orada ibn Mes'ud'un arkadaşlarından bazı zatlar vardı. Mushaf'a
bakıyorlardı. Abdullah kalkarak, İbn Mes'ud hakkında şunları söyledi:
"Rasûlullah'ın ilâhî vahyi İbn Mes'ud'dan daha iyi tanıyan birini bırakmadığı
kanaatindeyim." Ebu Musa bu sözleri dinledikten sonra: "Biz bulunmadığımız zaman
o, Rasûlullah'ı görür, biz kabul olunmadığımızda o, huzura kabul olunurdu"
dedi.
Amr b. As'ın oğlu Abdullah'ın meclisine devam eden Mesruk der
ki: Abdullah b. Amr'a gider, konuşurduk. Bir gün Abdullah İbn Mes'ud'dan söz
açıldı. Abdullah dedi ki: 'Öyle bir adamdan bahsediyorsunuz ki, onu çok
seviyorum, seveceğim de. Çünkü Rasûlullah onun hakkında şöyle buyurmuştu:
"Kur'an'ı dört kişiden öğreniniz: ibn Mes'ud'dan, Muaz b. Cebel, Übey b. Kaab ve
Ebu Huzeyfe'nin mevlâ'sı Sâlim'den." Rasûlullah bu açıklamasına İbn Mes'ud ile
başlamıştı . " (Buhârî, Fezâilü'l Kur'ân, 8)
İbn Mes'ud, Kur'an'ın yayılmasına, onu, Rasûlullah'dan aldığı
şekilde öğretmeye çalışırdı. Öte yandan tefsir ilminde de mühim hizmetleri
olmuştu. İbn Mes'ud der ki: "Habeşistan'a hicret etmeden önce, Mekke'de
bulunduğumuz sırada, Rasûlullah'a, namaz kılarlarken selâm verirdik, o da
selâmımızı alırdı. Habeşistan'dan dönüşümüzde yine aynı şekilde namaz
kılarlarken selâm verdik, selâmımızı almadı. Namazını bitirdikten sonra
Rasûlullah'a sebebini sordum: "Cenâbı Hak, namazda konuşmayı yasakladı",
buyurdular. (İbn Hanbel, Müsned, 1, 377).
Yine İbn Mes'ud anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.s.)'e şöyle
soruldu: "En büyük günah şunlardan hangisidir? Allah'a ortak koşmak, kendi
çocuğunu öldürmek, komşunun karısı ile zina etmek. " O zaman Rasûlullah'a şu
âyet-i kerime indi: "Onlar ki Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etmezler,
Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina yapmazlar. Her kim de
bunları yaparsa kıyâmet günü ağır cezaya çarptırılır. " (el-Furkan, 25/67).
İbn Mes'ud kendi re'yi ile Kur'ân'ı tefsir etme hususunda son
derece ihtiyatla hareket ederdi. Kendisi bunu izah ederek der ki: "Mescitteydim.
Orada Kur'ân'ı kendi re'yiyle tefsir eden bir adamı gördüm ve hemen oradan
ayrıldım. Bu adam: "Göğün açık bir duman ile geleceği günü bekle, o insanları
sarar, bu, acıklı bir azaptır." (ed-Duhan, 44/10), âyetini tefsir ederken,
kıyâmet gününde herkesin nefesini tıkayacak ve onları nezleye uğratacak bir
dumandan söz ediyordu. Hâlbuki bir insanın bilmediği bir şey için Allah bilir,
demesi, onun ilmine delâlet eder. Bu âyet-i kerime ise Kureyş'in Rasûlullah'a
karşı son derece şiddetli davrandıkları zamanlarda inmişti.
İbn Mes'ud, Kur'an-ı Kerim'i bizzat Rasûlullah'dan
öğrenenlerdendi. Onun için kıraatinde başka bir mükemmellik vardı. Rasûlullah
onun kıraatinden bahseder ve onu överdi. Bir gün Mescidte İbn Mes'ud, güzel
sesle Nisâ sûresini okuyordu. Rasûlullah (s.a.s.) Hz. Ebu Bekir ve Ömer ile
birlikte mescide gelmiş ve onu zevkle dinledikten sonra şöyle demişlerdi: "İbn
Mes'ud! ne dilersen dile nâil olursun!"
Ebu Bekir'den sonra Hz. Ömer gelmiş ve Rasûlullah'dan
duyduklarını İbn Mes'ud'a müjdelemek istemişti. İbn Mes'ud ona: "Ebu Bekir seni
geçti" demişti. Hz. Ömer de: "Allah Ebu Bekir'den razı olsun, onun daha önce
sana geldiğinden haberim yoktu" demişti (İbn Hanbel, Müsned, 1, 454)
Gerçekten İbn Mes'ud'un kıraati son derece güzeldi. Rasûlullah,
Kur'an'ı ona talim ettikten sonra, sesinden dinlemek isterdi. İbn Mes'ud, bir
gün Rasûlullah'a: "Biz Kur'an'ı sizden okuduk, sizden öğrenmedik mi?" demiş,
Rasûlullah da şöyle buyurmuştu: "Evet ama ben Kur'an'ı başkalarından dinlemek
isterim."
İbn Mes'ud diyor ki: "Bir gün Rasûlullah'ın huzurunda Nisâ
sûresinden bir bölüm okuyordum. "Her ümmetten bir şâhid getirdiğimiz, seni de
onların üzerine şâhid getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nice olacak?"
(en-Nisâ, 4/41). Âyeti kerimesine geldiğim zaman, Rasûlullah'ın gözleri
yaşarmıştı ."
İbn Mes'ud, Rasûlullah'a yakınlığı dolayısıyla son derece geniş
bilgiye sahipti. "Onun, o devre ait bilmediği yoktu" dersek mübalâğa etmiş
olmayız. Bununla beraber o, asr-ı saâdet'e ait rivâyetlerde son derece ihtiyatlı
davranırdı. Amr b. Meymun şöyle der: "Abdullah ile tam bir yıl kaldım. Bu müddet
içinde onun 'Rasûlullah buyurdu' dediğini duymadım. Şâyet böyle bir söze
başlarsa bütün vücudu ürperir ve alnından terler akardı." (İbn Sa'd, Tabakat,
111, 156).
İbn Mes'ud'un talebelerine olan en büyük nasihati ve vasiyeti;
Rasûlullah'ın hadislerini rivâyet ederken son derece dikkatli olmalarıydı. O,
talebelerine derdi ki: "Rasûlullah'dan bir söz naklettiniz mi, o sözün nübüvvet
ve risâlet şanına en lâyık, ümmetinin hidâyetine en faydalı ve takvâya en uygun
olanını gözetiniz." (İbn Hanbel, Müsned, I, 385).
İbn Mes'ud'un, çok ihtiyatlı davranmasına ve talebelerine de
hadis rivâyeti konusunda sıkı sıkı tembihlerde bulunmasına rağmen, ondan çok
hadis rivâyet edilmiştir. Üstelik o, çok rivâyetiyle tanınan Muksirun*
sahâbîlerden biridir. Buna rağmen İbn Mes'ud, mutlak hadis rivâyet etmez, onun
rivâyetleri çoğunlukla Rasûlullah'dan öğrendiği farzları açıklayan ve dini
emirlerin kolayca anlaşılmasına yardımcı olan talimatlardır. Sahih hadis
kitapları ve müsnedlerde ondan rivâyet edilen hadislerin toplamı
sekizyüzkırksekizdir. Bunların altmışdördünü Buhârî ve Müslim müştereken rivâyet
ederler. Ayrıca yirmibirini Buhârî, otuzsekizini Müslim nakletmiştir. Böylece
Buhârî, İbn Mes'ud'dan toplam seksen beş, Müslim, toplam doksandokuz hadis
rivâyet etmişlerdir.
İbn Mes'ud, fıkıh ilminin kurucularından olan fakîh
sahâbilerden biridir. O, özellikle Hanefi fıkhının temel taşıdır. Önce de
belirttiğimiz gibi, o, bütün Kûfe eyaletinin kadısıydı. Onun içindir ki İbn
Mes'ud, halka, fıkıh meselelerini ve içtihadlarını öğretir, bütün mürâacatlarını
cevaplar ve problemlerini hâllederdi. Irak kıtasının bütün âlimleri, İbn
Mes'ud'u rehber tanırlardı. Çünkü fıkıhta en çok istifâde ettikleri zat oydu.
Hz. İbn Mes'ud'un başlıca talebelerinden olan Alkame b. Kays ile Esved b. Yezid,
özellikle fıkıh ilmindeki derinlikleriyle şöhret kazanmışlardı. Bunlardan sonra
İbrahim enNahàî, Kûfe fikhına genişlik vermiş ve Irak fakîhi ünvanını almıştı.
İbrahim en-Nahâî'nin bütün dayanağı İbn Mes'ud'un içtihadlarıydı. İbn Mes'ud'un
bu ilim hazinesi, en-Nahâî'den, Hammâd b. Süleyman'a intikâl etmiş, ondanda
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'ye geçmişti. İmâm-ı A'zam bunları genişletmiş, ilim ve
ictihadıyla yaymıştı. Böylece İslâm âleminin önemli bir bölümü, bunların
ilminden yararlanmıştır.
Abdullah İbn Mes'ud, kıyas ile muasırlarının birçok
problemlerini çözmüş, bu kaidenin yerleşmesinde son derece büyük hizmetlerde
bulunmuş ve böylece usul-u fıkıh ilminin ortaya çıkmasına, istinbat melekesinin
kuvvetlenmesine büyük katkılarda bulunmuştur.
İbn Mes'ud, bu suretle kıyas'ın en önemli esaslarını tesbit
etmiştir.
İbn Mes'ud'un bu önemli fıkhî görüş ve içtihadları Mısırlı âlim
Muhammed Ravvâs Kal'aci tarafından "Mevsû'atu Fıkhî Abdullah İbn Mes'ud "
(Abdullah ibn Mes'ud'un Fıkhî Ansiklopedisi, Kahire 1984) adıyla toplanmış ve
ilim hayatına kazandırılmıştır.
Hz. İbn Mes'ud'un muasırları ondan birçok meselelerde
faydalanmışlardır. İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî; "Ashâb içinde fıkıh
meselelerinde derinlik sahibi olanlar Hz. Ali, Ubey b. Ka'b, Ebu Musa el-Eş'ari,
Hz. Ömer, Zeyd b. Sabit ve Abdullah İbn Mes'ud'tur" der. İmam Sa'bi: "Hz. Ömer,
Zeyd b. Sabit ve Abdullah ibn Mes'ud'un bütün ümmetin ufkunu açan fıkhî
meseleleri çözdüklerini ifâde eder. Zamanımın bütün âlimleri Abdullah İbn
Mes'ud'u büyük fakih bilirlerdi. Hz. Ömer onu gördükçe güler: "Bu, ilimle dolu
bir zattır." derdi.
İbn Abbas da, İbn Mes'ud hakkında şöyle der: "Kur'ân'ın en
büyük tercümanıdır."
İbn Mes'ud'un ileri gelen talebelerinden biri Alkame b. Kays
idi. Alkame, dimağının tazeliği, malûmatının genişliği ile seçkindi. İbn Mes'ud,
onun kendisinden daha çok malûmatlı olduğunu söylerdi:
İbn Mes'ud, Kûfe'de bütün talebelerine Kur'ân'ı Kerim, hadîs ve
fıkıh okuturdu. Dersine devam edenler büyük bir halka oluştururlardı. Ondan ders
okuyanlar arasında büyük şöhret kazananlar da vardı. Alkame, Meşruk, Esved,
Abîde, Kâdı Şüreyh, Ebu Vâil bunlar arasındadırlar. Her biri büyük bir âlim olan
bunlar arasında özellikle Alkame, daima İbn Mes'ud'u hatırlatan bir simâ
olmuştu. İbn Mes'ud yola çıktığı zaman talebelerinin çoğu onunla beraber hareket
ederler ve ona yoldaş olurlardı.
Bir gün Habbâb b. Eret, İbn Mes'ud'un son derece geniş olan
ders halkasına gelmiş, oraya devam eden gençlerin çokluğundan memnun olmuş ve
İbn Mes'ud'a en liyakatli talebesini sormuştu. İbn Mes'ud da Alkame'yi
göstermişti. Hz. Habbab, Alkame ile görüşmüş ve onun malûmatının genişliğinden
çok derin bir zevk duymuştu.
İbn Mes'ud'un talebeleri, kendisini derin bir iştiyakla
dinlerler ve derslerini aşk ve şevkle alırlardı. Başlıca talebelerinden olan
Şakik der ki: "Mescitte İbn Mes'ud'u bekler, onun derse çıkması için yolunu
gözetlerdik. Bir gün biz böyle bekleşirken Yezid b. Muaviye en-Nehai gelmiş ve
bize: 'Dilerseniz evine gidip bakayım, evdeyse alıp getirmeye çalışayım' demiş
ve gitmişti. İbn Mes'ud gelmiş, bize: 'Ben sizi bıktırmamak için gelmedim.
Rasûlullah bize vaazlarını fasıla ile verirdi. Çünkü bıkkınlığa uğramamızı
istemezdi.' demişti."
İbn Mes'ud, sünnet-i seniyye'ye uygun bir ahlâk sahibiydi. O,
ahlâk ve yaşayış tarzını bizzat Rasûlullah'dan öğrenmişti. Çünkü o,
Rasûlullah'ın en yakın dostlarındandı. Her zaman Rasûlullah'ın yanına girer,
hizmetlerini görür, ayakkabılarını çevirir, önünde yürür, yıkanacağı zaman perde
tutar önünde siper olurdu. Rasûlullah ona, kayıtsız şartsız bir müsaade
vermişti. İbn Mes'ud'a: "Her zaman yanıma girebilirsin, ancak benim mani
olacağım zamanlar hariç" derdi. (İbn Sa'd, Tabakat, 111, 153-154). Bunun içindir
ki onun, Rasûlullah'ı yegâne uyulacak insan bilmesi, onun her hâliyle hâllenmesi
kadar tabii bir şey olamaz. İbn Mes'ud, Kûfe'den ayrıldığı hâlde ünü orada uzun
zaman yaşamış; herkes onun ilim ve irfanının yanı sıra takvasını, iffetini,
güzel huyluluğunu, kalbinin rikkatini ve övgüye değer ahlâkını anmaya devam
etmişti. Hz. Ali, Kûfe'ye gittiği zaman İbn Mes'ud'un övgüye değer vasıflarla
anıldığını duyduktan sonra onun Kur'ân'ı Kerim'e vukûfunu, helâli helâl, haramı
haram tanıdığını, dinde fakih ve sünnette âlim olduğunu ilâve etmişti.
Abdullah İbn Mes'ud, Ebu Umeyr adında bir dostunu ziyaret etmek
üzere çıkmış, fakat evinde bulamayarak âilesine selâm göndermiş ve kendisine bir
miktar su verilmesini rica etmişti. Evin hanımı, hizmetçisini komşuya göndererek
su istetmişti. Hizmetçi geciktiği için hanım ona lânet okumuştu. İbn Mes'ud
hanımın hizmetçiye lânet okuduğunu duymuş ve evden çıkmıştı. Çıkarken dostu Ebu
Umeyr ile karşılaşmıştı. Ebu Umeyr "Ya Ebu Abdurrahman! Sen kendisinden
kadınların kıskanılacağı bir adam değilsin, niçin kardeşinin hanımına selâm
vererek içerde oturmadın ve su içmedin?" demişti. İbn Mes'ud'un cevabı: "Öyle
yaptım fakat zevceniz ya su bulunmadığı veyahut evdeki su kâfi gelmediği için
hizmetçiyi komşuya gönderdi, hizmetçi geç kaldığı için de ona lânet okudu.
Hâlbuki ben Rasûlullah'dan şu sözleri duydum: "Lânet kime gönderilmişse ona
gider, ona kazılmak ister. Şayet buna bir yol bulamazsa: Ya Rabbi, beni falana
gönderdiler, kalktım gittim, ona hulûl için bir yol bulamadım! Şimdi ne yapayım?
der. Cenab-ı Hak da ona: Nereden geldinse oraya dön der. " Onun içindir ki,
hizmetçinin bir mazereti olabileceğini düşündüm ve lânetin geri dönmesinden
korktum. Buna sebep olmak istemedim."
Bir defasında adamın biri vefat etmiş ve hiçbir hayrı olmadığı
söylenmişti. İbn Mes'ud, bunu duyar duymaz, elinde bulunanları sadaka olarak
vermişti. Rasûlullah'ın Ashâb'ından birçokları, onun sünnetine yapışmakla büyük
bir şerefe kavuştular. Fakat Abdullah İbn Mes'ud, hiçbir zaman dünyayı istemedi.
O hep ahireti gözetirdi. Hz. İbn Mes'ud, son derece misafirperverdi. Kûfe'de
ikâmet ettiği sırada evi hiç misafirsiz kalmazdı.
İbn Mes'ud, namazlarını vaktinde kılmaya o kadar riayet eder
ki, bir kere Vali Velid b. Ukbe, Kûfe mescidinde halkı bir süre bekletmişti. İbn
Mes'ud hemen kalkarak, halka namazı kıldırmıştı. Vali, buna üzülerek, niçin
böyle yaptığını sormuş ve "Mü'min'lerin emirinden bir buyruk mu aldın? Yoksa bir
bid'at mı icat ettin?" demişti. İbn Mes'ud, ona şu cevabı vermişti: "Ben,
mü'minlerin emirinden bir buyruk almadığım gibi, bir bid'at de icat etmedim.
Fakat senin bir işin vardır, diye bizim de namazımızı geciktirmene Allah razı
olmaz."
İbn Mes'ud, Ramazan'dan başka çoğu günler oruç tutar, Aşûre*
günlerini de oruçlu geçirirdi. Abdurrahman b. Yezid der ki: "İbn Mes'ud,
günlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. Oruca ve namaza devamdan ayrıca bir zevk
alırdı. İbn Mes'ud, son derece külfetsiz bir hayat sürer, gayet basit yemeklerle
beslenir, külfetsizliği ve sadeliği hayatının düstûru bilirdi. Talebesi Alkame,
bu hususta İbn Mes'ud'un harfiyen Rasûlullah'a uyduğunu söyler. İbn Mes'ud;
senelerce beytü'lmâl* idare etmiş, bir gün, bir dakika da olsa adalet ve
insaftan ayrılmamıştır.
Sonraki Tarih