İslam Alimlerinin Kısaca Hayatı / Biyografisi
En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadet Sağlayan Bilgidir
Cemil Meriç (1877 /1938)
YALNIZ VE DÜRÜST BiR FiKiR iSÇiSi: CEMiL MERiÇ Turgut BAGRIAÇIK
Yalnızdı ve sürekli okuyordu. Yaşının küçüklüğüne bakmaksızın, yaşıtları sokakta oyun oynamanın tadını çıkarırken, o daima okuyordu. Okuduğu kitaplarda ilginç bilgilerle karşılaştığında o kadar heyecanlanırdı ki bunu arkadaşlarıyla paylaşmak için can atardı. Elindeki kitabı havada sallayarak sokağa çıkar ve arkadaşlarına seslenirdi soluk soluğa :
-Bak Şevket, Eflâtun ne türlü bir devlet hayal etmiş. Gel seninle onun La Republique unvanlı eserini okuyup tartışalım.
Şevket’in yanıtı şu olurdu:
-Kalk Hüseyin Cemil, çarşıya inelim, bir tur atalım.
Arkadaşından beklemediği bu yanıtı alan Hüseyin Cemil kırgın ama ümidini de yitirmeden diğer arkadaşı Fuat’ın yanına koşar:
-Geçen gün Bergson’da çok hoşuma giden bir fikre tesadüf ettim: İntuition (sezgi) ... Bunun açıklamasını yapalım...
Hüseyin Cemil’in heyecanına bir anlam veremeyen Fuat bütün vurdumduymazlığıyla ve alaycılığıyla arkadaşını şöyle bir süzdükten sonra:
-Bergson dediğin, bizim köşedeki kasap mı?... der. Arkadaşlarının bu ve benzeri davranışları Hüseyin Cemil’i büsbütün “yalnızlığa” iterdi.
12 Aralık 1916 tarihinde Hatay’ın Reyhanlı kazasında doğan bu “yalnız” ve bir ömür boyu yalnız kalacak olan çocuk Cemil Meriç iyi bir öğrenim görür. Reyhanlı’da Rüştiye Mektebi (ilköğretim)’ni bitirdikten sonra Antakya’da Antakya Sultanisi (lise)’ne devam eder. Bir ara İstanbul’a giderek Pertavniyal Lisesi’nde okur.
Tekrar Antakya’ya dönen Cemil Meriç bir süre öğretmenlik yapar. Okuduğu okullarda iyi Fransızca öğrenir. İleriki yaşlarında Fransızca’dan yapacağı tercümeler hep bu dönemde öğrendiklerinin mahsulüdür. Özellikle lise hayatı ünlü Fransız romanlarını okumakla geçmiştir. Balzac’ı, Rousseau’yu, Hugo’yu Fransızca orijinallerinden okuyan Cemil Meriç âdeta bu eserleri ezberler. İstanbul Işık ve Elazığ Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Fransızca okutmanlığı yapar.
1954 yılında ileri derecede rahatsızlık çektiği gözlerini kaybeder. Görmeyi çok istediği Paris’e kaderin cilvesine bakın ki tedavi için gider. Ama ne Paris’i görebilir ne de tedavi olabilir. Görme hayalleriyle yanıp tutuştuğu Paris onun zihninde bir saplantı hâlini alır:
“Ben görmedim Paris’i... Paris evde yoktu... Ben rüyada gördüm Paris’i, gülümsedi ve kayboldu. Neden beni aramak için buralara kadar geldin, diye sitem etti bakışları. Promete Kaf dağına zincirlenmiş, ben hastaneye zincirliydim. Paris’te hastaneye zincirli olmak. Hastaneye ve karanlığa.”
Artık dış dünyayla da ilişkisini keserek tamamen kendi “iç”ine döner. Çocukluktan itibaren yalnızlığa alışmış olan Cemil Meriç’in tek dostu vardır: Kitaplar. Yalnızlığını gideren bu vefalı dostları onun hep yanı başında olmuştur:
“12 Aralıkta doğan çocuk itilmiş kakılmış, düşman bir dünyada dostsuz büyümüş. Daima başka, daima yabancı... Hasta bir düşman çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düşünceye ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyorum. Yaşamak için kendime bir dünya inşa etmek zorundayım.” diyerek koca dünyada yalnız kalmanın ıstırabını derinden hissetmiştir. Bu yalnızlık ileriki hayatında Cemil Meriç’in bütün dünyasını şekillendiren bir mesele hâlini alacaktır: Yabancı, yabancılık, yabancılaşma. Bu kavramlar yalnız Cemil Meriç’in değil, Türk aydınının da bir türlü içinden çıkamadığı meselelerdir. Cemil Meriç de Türk aydınının kendi toplumuna bu kadar yabancılaşmasını eserlerinde ele alarak bu konu üzerinde kafa yorar.
Cemil Meriç’in doğduğu ve yaşadığı kent, o dönem açısından kendi üzerinde hayatı boyunca hiç atamayacağı izler bırakır. Dünyayı algılamada ve yaşama bakışta onu farklı kılan nedenlerin başında, yetiştiği çevrenin dinî ve etnik yapısındaki farklılık gelir. Bu etnik ve dinî farklılıklar ortamında yetişmenin çocukluktan itibaren yabancı ve öteki kalmanın onun zihninin işleyişinde önemli etkileri olmuştur. Herkes gibi değil, kendi gibi düşünmeyi başarabilmiş olması çocukluğunu geçirdiği şehrin kültürel dokusunun çeşitliliğinden kaynaklanır. Bu durumu şu sözlerle ifade eder:
“...çok karışık bir kentte büyüdüm ben. O bir avantaja dönüştü, dezavantaja da dönüşebilirdi.”
Yazımızın giriş kısmında Cemil Meriç’in çocukluğunda yaşadığı bir hatırayı aktarmıştık. Onun kitaba ne kadar düşkün olduğunu ve içe kapanık kalmasında kitabın ne denli etkili olduğunu ortaya koyması açısından bu hatıra çok çarpıcıdır. Bu durum kişiliğinin şekillenmesinde önemli etkilere yol açar:
“Ben yalnızım... Kasabanın çocukları hep korkunç. Bol bol dayak yiyor, hep hakarete uğruyorum. Şikâyet edeceğim kimse yok. Okul bahçesinde çocuklar oynuyor... Ben yine yalnızım ve yabancıyım. Dilim başka ve gözlüklerim var... Kendimden utanıyorum.” diyecek kadar açık sözlü ve kendisiyle barışık. Cemil Meriç’in küçük yaşlarda arkadaşlarından dayak yemesi ve utanması ileriki dönemlerinde karşılaşacağı sorunların âdeta habercisi gibidir. Çocukluğunda yaşadığı bu sıkıntılar onun ileriki hayatında hep tatlı bir hatıra olarak kalır. Kendisi itilmiştir ve yalnız bırakılmıştır. Ama “o” içinden çıktığı toplumu düşünceleriyle buluşturarak bu yalnız bırakılmışlığa cevap verir âdeta.
Cemil Meriç Türk aydını içinde kendine has bir yerde durur. Batı kültür ve medeniyetini ne kadar yakından tanımışsa doğu medeniyetini de bir o kadar tanır. Doğu ile batı medeniyetlerinin âdeta buluşturucusudur. Türk toplumunun Tanzimat’tan sonra yaşadığı değişimi ve batıya yöneliş hareketini kendine göre okur. Tanzimat sonrası Türk aydınının yaşadığı Doğu-Batı eksenindeki sıkışmışlık hâline kendine göre öneriler sunar, çözüm yolları arar. Cemil Meriç’i belki de kendine has bir çizgide tutan Doğu-Batı eksenindeki fikirleridir. Tek kutuplu medeniyet anlayışı yerine her ikisini de buluşturan bir anlayışın temsilcisi olarak görür kendini.
Cemil Meriç köklerini ısrarla coğrafyada, medeniyette ve edebiyatta arar. Türk kültür hayatının tarihî gelişimine dikkatleri çeken Cemil Meriç, toplumsal kimliğimizin kökleri üzerinde uzun uzun durur. Anadolu’nun batı ile doğu arasında bir köprü vazifesi gördüğünü dile getirir. Çocukluğundan itibaren batılı yazarların eserlerini okuyan Cemil Meriç, bir tarafımızla bağlı olduğumuz doğu kültürünün kaynaklarıyla ileriki yaşlarında tanışır. O doğuyu Hint’te arar. Hint felsefesine karşı ilgisini dile getirir yazılarında. “Işık doğudan yükselir.” diyerek doğu klâsiklerini ezberlercesine okur.
13 Haziran 1987’de İstanbul’da ölen Cemil Meriç, tüm hayatı boyunca Türk edebiyatı ve fikir dünyasının “devamlı araştıran, sık sık sözlüklere, ansiklopedilere, kitaplara başvuran, notlar alan, özetler çıkaran böylece biriken malzemeyi fişleyen, dosyalayan, fazla titiz, fazla çalışkan, fazla dürüst bir fikir işçisidir.”
________________ oOo _________________
KAYNAKLAR:
Mustafa Armağan, “Cemil Meriç’i Anlamak İçin Bir Ön Deneme”, Doğu-Batı, Mayıs-Haziran-Temmuz 2000, s.11.
Mehmet Çınarlı, Sanatçı Dostlarım, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1979.
İhsan Işık, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, Elvan Yay., (2. bas.), Ankara 2002.
Cemil Meriç Kırk Ambar, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1980.
———————- , Bu Ülke, İletişim Yay., (5. bas.), İstanbul 1985.
———————- , Jurnal - I, İletişim Yay., (5. bas.), İstanbul 1993.
Ergün Meriç- Ayşe Çavdar, Cemil Meriç ve Bu Ülkenin Çocukları (Edisyon), İz Yayıncılık, İstanbul 1998.
yayim.meb.gov.tr
________________ oOo _________________
Copyright © 2009 - 2025 Eraykitap Web Sitemizdeki eserler ticari olmamak şartıyla ve hizmet gayesiyle kişisel olarak kullanılabilir, kopyalanabilir, çoğaltılabilir, dağıtılabilir. İzin alınmaksızın hiçbir kurum, kuruluş, sivil toplum örgütü, dernek, yayın organı ve firma adına reklam amaçlı / amaçsız çoğaltılamaz ve dağıtılamaz bunun Dişında Sitesindeki Tüm Meteryalları Kullanmak Serbestir ---
Eraykirap Ana Sayfaya Dön ///
---