ErayKitap Web Sitesine Hoş Geldiniz !             En İyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir
بِسْمِ اللهِ اَلْحَمْدُ ِللهِ وَحْدَهُ، وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلَى مَنْ لاَنَبِيَّ بَعْدَهُ
Allah’a hamd olsun. Salât ve selâm, kendisinden sonra Nebi gelmeyecek olan Muhammed - sallallahu aleyhi ve sellem-’e olsun.
Konularına Göre Hadis-i Şerif Meali / veya Hadis Fihristi
"...Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle.." (Tevbe Suresi - 29)
(Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur ve Rahimdir.
De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse /itaat etmezlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez (Ali İmran Suresi 31-32)
Hadis Fihristi veya Konularına Göre Hadis Meali HADİS FİHRİSTİ
  = ♦   T   ♦ =  
  • Hadis-i Şerifi inkar edenler için / Koltuğuna Kurulan Karnı Tok Bir Adamın
    “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir.
    (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır...” Bu hadis-i şerif -farklı nüanslarla - kütübü sitte ve diğer bazı kaynaklarda geçmektedir
    Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8) İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663


  • TEVBE VE ALLAH'TAN AF DİLEMEK

    Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:
    Ben, Abdullah hasta iken onu ziyaret etmek maksadıyle yanına girdim. Kendisi bize biri kendinden, biri de Allah Resulü'nden olmak üzere iki hadis söyledi: Allah Resulü'nü (a.s.) şöyle buyururken işittiğini söyledi: "Muhakkak Allah mümin kulunun tevbesi sebebiyle şu kimseden daha fazla sevinir: Öyle bir kimse ki çorak bir arazide devesi ile birlikte bulunuyor. Devesinin üzerinde yiyeceği ve içeceği vardır. Derken uyuya kalır. Uyandığında bir de bakar ki devesi gitmiş. Devesini aradı. Nihayet kendisine şiddetli bir susuzluk erişti. Sonra kendi kendine: Artık ben ilk bulunduğum yere döneyim de orada ölünceye kadar uyuyayım dedi. Gitti, ölmek üzere başını kolunun üzerine koydu. Bir aralık uyandı. Bir de baktı ki devesi yanıbaşında. Bütün azığı, yiyeceği ve içeceği de devenin üzerinde! İşte Allah mümin kulunun tevbesine bu kimsenin devesini ve azıklarını bulması anındaki sevincinden daha fazla sevinir."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4929



    Enes b. Malik (r.a.)
    Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allah'ın, kulu kendisine tevbe ettiğinde sevinmesi: Birinizin, çorak bir arazide devesi üzerinde bulunduğunda, üzerinde yiyeceği ve içeceğinin bulunduğu devesi kaçar. Devesini bulmaktan ümidi kesip de nihayet bir ağacın gölgesinde yatar; devesinden ümidini kesmiştir. Tam bu haldeyken birdenbire devesini yanıbaşında dikiliyor bulur. Hemen devesinin ipini tutar. Sonra sevincinin şiddetinden dolayı: Allahım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim! diyerek sevincinin şiddetinden dolayı böyle hata etmesindeki sevincinden daha fazladır."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4932



    Ebu Hureyre'nin (r.a.) ifade ettiğine göre:
    Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Allah mahlûkatı yarattığı zaman kendi nezdinde Arş'ın üzerinde bulunan kitabına: "Muhakkak benim rahmetim gazabıma üstün gelir" yazmıştır.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4939



    Ebu Hureyre (r.a.)
    Allah Resulü'nden (a.s.) şöyle buyurduğunu işitmiştir: "Yüce Allah rahmetini yüz parçaya ayırıp doksan dokuz parçasını kendi yanında tuttu, bir parçasını da yer yüzüne indirdi. İşte bu bir parça rahmet sebebiyle bütün mahluklar birbirlerine merhamet ederler. Hatta hayvan, üzerine basarım endişesiyle ayağını yavrusundan kaldırır."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4942



    Ömer b. Hattab (r.a.) şöyle anlatır:
    Allah Resulü'nün huzuruna bir takım esirler gelmişti. Bunların içinde bir kadın vardı ki çocuğunu aramakta idi. Kadın esirler arasında çocuğu bulunca hemen onu aldı bağrına bastı ve emzirmeye koyuldu. Allah Resulü (a.s.) bize: "Şu kadının, kendi çocuğunu ateşe atacağını sanır mısınız?" dedi. Biz de: Hayır vallahi. Atmamak elinden geldiği sürece atmaz, dedik. Bunun üzerine Allah Resulü: "İşte muhakkak ki yüce Allah, kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha merhametlidir" buyurdu.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4947



    Ebu Hureyre'den (r.a.) bildirildiğine göre:
    Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Asla hiçbir iyilik yapmamış olan bir adam ailesine: Öldüğüm zaman beni yakın. Sonra külünün yarısını karaya, yarısını da denize doğru savurun. Allah'a yemin ederim ki eğer Allah ele geçirmeğe kadir olursa alemlerden hiç bir kimseye azap etmediği bir azaba çekecektir, dedi. Bu kimse öldüğü zaman emrettiği işleri yaptılar. Neticede Allah karaya emretti. Kara hemen kendisinde bulunanları topladı. Allah deryaya emretti, o da derhal kendisinde bulunanları toplayıverdi. Sonra Allah o kimseye: Bunu niçin yaptın? diye sordu. Adam: Senden korktuğumdan dolayı ya Rabb! Sen daha iyi bilirsin! dedi. Bunun üzerine Allah onu affetti."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4949



    Ebu Saîd Hudrî (r.a.)
    Hz. Peygamber'den (a.s.) şunları nakletmiştir: Sizden önceki ümmetlerden bir kimse vardı. Allah ona mal ve evlat ihsan etmişti. Bir gün evladına hitaben: Vallahi ya benim emredeceğim şeyi yaparsınız, yahut da ben mirasımı sizden başkalarına vasiyet ederim: Öldüğüm zaman beni yakınız. (Zannederim şunu da söylemiştir:) Sonra beni öğütüp rüzgârda savurunuz. Çünkü ben Allah katında hiç bir hayır biriktirmedim. Şüphe yok ki Allah beni azap etmeğe kadirdir, diyerek bu hususta çocuklarından söz aldı. Rabbime yemin ediyorum ki çocukları da vasiyet ettiği şeyleri yaptılar. Nihayet yüce Allah; Bu yaptığına seni sevk eden nedir? diye sordu. O zat: Senden korktum, dedi. Allah Teala: "Zaten bunu da başkası affedemez dedi."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4952



    Ebu Hureyre (r.a.)
    Hz. Peygamber'in (a.s.) Aziz ve Celil olan Rabbından rivayet ederek şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Bir kul bir günah işledi. Müteâkiben: Allahım! Günahımı bağışla, dedi. Yüce Allah: Kulum bir günah işledi, fakat günahı mağfiret eden ve günah sebebiyle cezalandıracak bir Rabbı olduğunu bildi buyurdu. Sonra kul tekrar dönüp günah işledi. Ardından: Ey Rabbim! Günahımı affet diye yalvardı. Yüce Allah yine: Kulum bir günah işledi, fakat günahı mağfiret eden ve günah sebebiyle cezalandıracak bir Rabbı olduğunu bildi buyurdu. Sonra kul tekrar dönüp günah işledi. Ve: Ey Rabbim! Günahımı mağfiret et diye yalvardı. Yüce Allah bu sefer yine: Kulum bir günah işledi, fakat günahı mağfiret eden, günah sebebiyle ceza veren bir Rabbı olduğunu gereği gibi bildi. Sen istediğini yap, ben seni mağfiret ettim, buyurdu." Ravi Abdul Ala "İstediğini yap!" sözünü üçüncü yahut dördüncü defa da mı söyledi, bilmiyorum dedi.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4953



    Abdullah b. Mesûd (r.a.)
    Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu demiştir: "Allah kadar medh ve sena olunmayı seven hiç bir kimse yoktur. Bunun için Allah kendisini medh etmiştir. Allah'tan daha kıskanç hiç bir kimse de yoktur. Bundan dolayı Yüce Allah bütün çirkin fiilleri haram kılmıştır."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4955



    Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
    Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki Allah kıskanır. Mümin de kıskanır. Allah'ın kıskanması, haram kıldığı şeyleri müminin işlemesidir."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4959



    Abdullah b. Mesûd'un (r.a.) anlattığına göre:
    Yabancı bir kadını öpen biri Hz. Peygamber'e geldi ve olayı anlattı. Bunun üzerine: Gündüzün iki tarafında ve gecenin bazı saatlerinde dosdoğru namaz kıl. Şüphesiz ki iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt almak isteyenlere büyük bir hatırlatmadırayeti nazil olunca o zat: Ey Allah'ın Resulü! Bu yalnız benim için mi? diye sordu. Allah Resulü (a.s.): "Ümmetimden onu yapan herkes içindir" buyurdu.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4963



    Enes b. Malik'in (r.a.) anlattığına göre:
    Hz. Peygamber'e bir adam geldi ve: Ey Allah'ın Resulü! Ben had cezası gerektirecek bir kabahat işledim. O cezayı bana tatbik et dedi. Ravi der ki: Bu anda namaz vakti de gelmişti. Adam da Allah Resulü ile beraber namaz kıldı. Namaz bitince yine: Ey Allah'ın Resulü! Ben ceza gerektirecek bir kabahat işledim. Binaenaleyh hakkımda Allah'ın Kitabı'nı tatbik eyle! dedi. Allah Resulü (a.s.): "Sen bizimle birlikte namazda bulundun mu?" diye sordu. Evet bulundum dedi. Allah Resulü: "Sen affolundun" buyurdu.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4965



    Ebu Saîd Hudrî'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
    Allah'ın Peygamber'i (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden evvelki ümmetler içinde bir adam vardı ki doksan dokuz insan öldürmüştü. Bu zat, yeryüzü insanlarının en aliminin kim olduğunu sordu. Kendisine bir rahip gösterildi. O da rahibe gelerek kendisinin doksan dokuz kişi öldürdüğünü ve tevbesinin kabul edilip edilmeyeceğini sordu. Rahip: Hayır, edilmez diye cevap verdi. Bu cevap üzerine katil o rahibi de öldürdü. Bununla sayıyı yüze tamamladı. Sonra yine yeryüzü halkının en alimini sordu. Alim bir kimse gösterildi. Onun yanına gelince: Bu adam yüz tane insan öldürmüştür. Acaba Onun için bir tevbe yolu var mıdır? dedi. O: Evet vardır, insan ile tevbesi arasına kim girebilir? Sen filan yere git. Çünkü orada Allah'a ibadet etmekte olan bir takım insanlar vardır. Sen de onlarla beraber Allah'a ibadet et ve sakın bir daha kendi memleketine dönme. Çünkü orası kötü bir çevredir, dedi. Bunun üzerine adam gitti. Nihayet yolun yarısına vardığı zaman eceli geldi. Bu sefer rahmet melekleri ile azap melekleri çekişmeye başladılar: Rahmet melekleri: Bu adam tevbe ederek ve kalbi ile Allah'a yönelerek geldi dediler. Azap melekleri de: Bu adam hiç bir hayır işlememiştir dediler. Bu sırada insan kılığında başka bir melek geldi. Her iki taraf bu meleği aralarında hakem yaptılar. O melek: Şimdi siz buradan itibaren geldiği yer ile gideceği yerin mesafesini ölçün. Bulunduğu bu yer, hangisine daha yakın ise bu kimse oraya ait olur dedi. Melekler mesafeleri ölçtüler ve adamın gitmek istediği yere daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onun ruhunu rahmet melekleri aldılar."
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4967



    Hz. Aişe (r.ah.) şöyle anlatır:
    Allah Resulü (a.s.) bir sefere çıkmak istediği zaman kadınları arasında kura çekerdi.
    Kura kime düşerse Allah Resulü onunla birlikte sefere çıkardı. Aişe devamla: Gazaya gitmek istediği bir gazvede de aramızda kura attı ve bu kurada benim ismim çıktı.
    Ben Resulüllah ile beraber sefere çıktım. Bu sefer, hicap ayeti indirildikten sonra idi. Ben havdecimin içinde bindirilir ve (konak yerine) onun içinde indirilirdim. Bütün yolculuğumuzda böyle oldu.
    Nihayet Resulüllah bu gazasından ayrılıp da döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımızda bir gece yürüyüşü bildirdi. Hareket izni verildiği zaman ben kalkıp yürüdüm. Hatta orduyu geçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Bir de göğsümü yokladım.
    Baktım ki Yemen'in gözboncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu.
    Benim devemi hazırlayan kimseler gelip havdecimi yüklemişler ve havdecimi bindiğim deve üzerinde götürmüşlerdi. Onlar beni havdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif idiler, şişmanlamazlardı.
    Et ve yağ onları bürüyüp kaplamazdı. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu cihetle bana hizmet edenler havdeci yüklemek üzere kaldırdıklarında havdecin ağırlık derecesinin farkına varmayarak yüklemişler. Bilhassa ben küçük yaşta genç bir kadındım. Deveyi kaldırmışlar ve gitmişler.
    Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde konakladıkları yerlere geldim fakat oralarda ne bir çağıran, ne de bir cevap veren kalmıştı. Bunun üzerine ben orada evvelce bulunduğum konak yerime geldim. Ve onlar beni havdecde bulamazlar da beni aramak üzere dönüp yanıma gelirler diye düşündüm.
    Yerimde otururken uykum geldi ve uyumuşum. Safvan b. Muattal Sulemi sonra Zekvani, ordunun arkasında mola vermişti. Bu zat sabaha yakın yürümüş, benim bulunduğum yere gelmiş, uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Beni tesettür farz kılınmadan önce görür idi.
    Ben onun beni tanıdığı sırada onun istirca sözlerini söylemesi ile uyandım. Uyanınca hemen çarşafıma bürünüp yüzümü örttüm. Allah'a yemin ediyorum ki o bana bir tek kelime söylemiyordu.
    Ben ondan, istirca sözünden başka hiç bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü, ön ayağına bastı. Ben de deveye bindim.
    Safvan bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra öğlen sıcağında orduya yetiştik. Bu sırada benim yüzümden helak olan helak olmuştu.
    İftiranın çoğunu Abdullah b. Ubey b. Selül yapmıştı. Müteâkiben Medine'ye geldik. Medine'ye geldiğimizde ben bir ay hasta oldum. Meğer bu sırada halk iftiracıların sözlerine dalmışlar. Ben ise bunlardan hiç bir şeyin farkında değildim. Yalnız hastalığımda beni işkillendiren bir cihet vardı: Peygamber'den, hastalandığım başka zamanlarda gördüğüm lutuf ve şefkâti bu hastalığımda görmüyordum. Ancak yanıma giriyor, selam veriyor, sonra da: "Nasılsınız?" diyordu. Bu hâl beni işkillendiriyordu.

    Fakat bir kötülük hissetmiyordum. Nihayet iyileştikten sonra dışarıya çıktım. Benimle beraber Mistah'ın annesi de çıktı. Biz, Menası tarafına doğru çıktık.
    Bu yer bizim helamızdı. Buraya biz ancak geceden geceye çıkardık. Bu âdet evlerimizin yakınında helalar edinmemizden önce idi. O zamanlar bizim hâlimiz ilk Arapların âdeti idi. Biz evlerimizin yakınında helalar yapmaktan eziyet duyardık. İşte ben Mistah'ın annesi ile dışarı çıkıp gittim. Bu kadın, Ebu Ruhm b. Muttalib b. Abdu Menafın kızıdır. Annesi de Sahr b. Âmir'in kızıdır ki bu kadın da Ebu Bekr Sıddık'ın teyzesidir.

    Ebu Ruhm kızının oğlu da Mistah b. Usase b. Abbad b. Muttalib'dir. Orada hacetimizi gördükten sonra ben ve Ebu Ruhm kızı evimden tarafa dönüp gelirken Mistah'ın annesinin ayağı çarşafı içinde sürçtü. Kadın: Mistah helak olsun! dedi. Ne fena söyledin! Bedir'de hazır bulunan bir kimseye mi sövüyorsun? dedim. Kadın bana: Ah kadın! Sen onun söylediği sözü duymadın mı? dedi. Ben: O ne dedi ki? diye sordum. Bunun üzerine o bana iftiracıların sözünü haber verdi. Artık hastalığım kat kat arttı. Evime dönünce yanıma Allah Resulü geldi. Selam verdikten sonra: Nasılsınız? diye sordu. Ben de: Ebeveynimin yanına gitmek üzere bana izin verir misin? dedim. Ben o sırada bu haberi ebeveynim tarafımdan tahkik etmek istiyordum demiştir. Allah Resulü bana izin verdi. Ben de ebeveynimin yanına gittim ve anneme: Ey anneciğim! İnsanlar ne konuşuyorlar? dedim. Annem: Ey yavrucuğum! Sakin ol. Vallahi bir erkeğin yanında sevgili, parlak, güzel bir kadın olsun ve onun bir çok ortakları bulunsun da onun aleyhinde çok laf etmesinler pek nadirdir dedi. Ben de: Subhanallah! İnsanlar bunu mu konuşuyorlarmış? dedim. Bunun üzerine bütün gece ağladım. Sabaha kadar gözümün yaşı dinmiyor, gözüme de uyku girmiyordu. Sonra ağlayarak sabahladım.

    Allah Resulü de o sabah Ali b. Ebu Talib'i ve Usame b. Zeyd'i yanına çağırmıştı. Vahy gecikince ailesi ile ayrılması hususunda onlarla istişare etmişti. Usame b. Zeyd, Peygamber'in ailesinin beraatını bildiğini ve onlara karşı beslediği sevgiye işaret ederek: Ey Allah'ın Resulü! Onlar senin ailendir. Biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmeyiz dedi. Ali b. Ebu Talib'e gelince, o da: Allah senin başını dara sokmaz. Aişe'den başka kadınlar çoktur. Cariyeye de sorsan sana doğruyu söyler demişti. Bunun üzerine Allah Resulü Berire'yi çağırıp: Ey Berire Aişe'de sana şüphe veren bir hâl gördün mü? diye sordu. Berire de: Seni Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ben Aişe'den kendisini ayıplayabileceğim hiç bir şey görmüş değilim: Yalnız, Aişe yaşı küçük, genç bir kadındı. Ailesinin hamurunu yoğururken uyurdu da evin besi koyunu gelir hamuru yerdi demiş. Bunun akabinde Allah Resulü minber üzerinde ayağa kalktı ve Abdullah b. Ubey b. Selul'den özür dilemesini istedi. Kendisi minber üzerinde şöyle hitabetti: Ey Müslümanlar topluluğu! Ev halkıma verdiği ezası son dereceye varan bir şahıs için bana kim yardım eder? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Bir adamın da ismini ortaya koydular ki bu zat hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu kimse ailemin yanına da ancak benimle beraber girerdi. Bunun üzerine Ensar'dan Sa'd b. Muaz ayağa kalkarak:

    Ey Allah'ın Resulü! O kimseye karşı sana ben yardım edeceğim. Eğer Evs'ten ise biz onun boynunu vururuz. Eğer Hazrec kardeşlerimizden ise yapılacak işi sen bize emredersin biz de emrini yerine getiririz demiş. Bu defa Sa'd b. Ubade ayağa kalkmış. Bu da Hazrec kabilesinin büyüğü idi. Ve bu vakıadan evvel iyi bir kimse idi. Fakat bu defa kabile hamiyeti onu cahilliğe sürükledi de Sa'd b. Muaz'a karşı: Sen yalan söylüyorsun. Allah'ın ebediyetine yemin ediyorum ki sen onu (yani Abdullah b. Ubey'i) öldüremezsin ve onu öldürmeye muktedir olamazsın! demiş. Bu defa da Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalkarak Sa'd b. Ubade'ye karşı: Allah'ın beka ve ebediyetine yemin ediyorum ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi biz onu elbette öldürürüz. Sen mutlaka münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun diye mukabele etmiş. Bu suretle Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanmışlar. Hatta birbirleri ile vuruşmaya niyetlenmişler.

    Allah Resulü ise henüz minber üzerinde ayakta duruyordu. Allah Resulü onları yatıştırmaya devam etti. Nihayet onlar susunca sustu. (Bana gelince:) Ben o gün ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne de gözüme bir uyku girdi. Sonra ertesi gecemde de ağladım. Yine gözümün yaşı dinmiyor gözüme hiç uyku girmiyordu. Babam ile anam, ağlamak ciğerimi parçalayacak sanıyorlardı. Bu şekilde Ebeveynim yanımda oturdukları, ben de ağlamakta bulunduğum sırada Ensar'dan bir kadın izin istemişti. Ben de o kadına izin vermiştim. O da oturup benimle ağlıyordu. Biz bu hâl üzere iken Allah Resulü yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. Halbuki Allah Resulü bundan evvel hakkımda dedikodu başladığı günden beri yanımda oturmamıştı. Ve Allah Resulü bir ay beklediği halde kendisine hakkımda bir şey vahyolunmamıştı. Allah Resulü oturduğu zaman, şahadet kelimelerini söyledikten sonra: Ey Aişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler geldi. Eğer suçsuz isen yakında Allah seni muhakkak beraat ettirecektir. Yok eğer bir günah işledinse Allah'tan mağfiret dile ve Allah'a tevbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra tevbe edince Allah da onun tevbesini kabul edip mağfiret buyurur dedi. Allah Resulü sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi. Hatta göz yaşından bir damla bulamıyordum. Hemen babama: Allah Resulü'nün söylediği sözlere benim adıma cevap ver dedim. Babam: Vallahi Allah Resulü'ne ne diyeceğimi bilmiyorum dedi. Sonra Anneme: Allah Resulü'nün söylediği söze benim adıma cevap ver dedim. O da: Vallahi Allah Resulü'ne ne diyeceğimi bilmiyorum dedi. Bunun üzerine ben, henüz Kur'an'dan çok şey bilmeyen küçük yaşta bir genç olduğum halde şöyle dedim: Vallahi ben kesinlikle anladım ki siz bu dedikoduyu işitmişsiniz.

    Hatta bu söz sizin gönüllerinizde yer etmiş ve ona inanmışsınız. Şimdi ben size suçsuzum desem (ki Allah suçsuzluğumu biliyor) bu konuda bana inanmazsınız. Ve eğer ben size bir itirafta bulunsam (ki Allah suçsuz olduğumu bilir) sizler beni hemen tasdik edeceksiniz. Vallahi ben kendimde size verecek bir misal bulamıyorum. Ancak Yusuf'un babasının dediği gibi: Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak ancak Allah'tır.Aişe şöyle devam etmiştir: Sonra dönüp yatağıma yattım. Halbuki vallahi o zaman ben suçsuz olduğumu ve Allah'ın da muhakkak beni temize çıkaracağını biliyordum.

    Lâkin vallahi hakkımda okunan bir vahy indirileceğini hiç zannetmiyordum. Benim hâlim de kendimce Aziz ve Celil Allah'ın hakkımda okunan bir şeyle konuşmasından daha aşağı idi. Lâkin Allah Resulü'nün uykuda bir rüya göreceğini ve Allah'ın da o rüya ile beni beraat ettireceğini umuyordum. Vallahi Allah Resulü oturduğu yerden kalkmamıştı. Ev halkından bir kimse de dışarı çıkmamıştı. Aziz ve Celil Allah Peygamber'ine vahy indiriverdi. Kendisini vahy inerken basan şiddet yine bastı. Kendisine indirilen kelamın ağırlığından kış gününde bile inci tanesi gibi ter dökülürdü. Allah Resulünden vahy hâli kalkınca kendisi sevincinden gülüyordu. Söylediği ilk söz şu oldu: "Müjde ya Aişe! Allah seni beraat ettirdi." Bunun üzerine annem bana: Kalk, O'nun yanına git, dedi. Ben: Vallahi ne ona kalkarım, ne de beraatımı indiren Allah'tan başkasına hamd ederim dedim. Aziz ve Celil Allah şu on ayeti indirdi: "O uydurma haberi getirenler içinizden bir cemaattir.(ayetinden itibaren) on ayet indirdi (Nûr, 11-21). Aziz ve Celil Allah işte bu ayetleri benim beraatım hakkında indirmiştir.

    Ebu Bekr, akrabalığından ve fakirliğinden dolayı infak etmekte bulunduğu Mistah b. Usame için: Aişe hakkında bunları söyledikten sonra vallahi ben de Mistah'a bir şey vermem! diye yemin etti. Bunun üzerine de Aziz ve Celil Allah: Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere yardımda bulunmayacağına yemin etmesin..."ayetini, "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz?" sözüne kadarindirdi. Hibban b. Musa'nın dediğine göre, Abdullah b. Mübarek İşte bu, Allah'ın kitabı içinde en ümit bahşeden ayettir, demiştir. Bunun üzerine Ebu Bekr Vallahi, ben Allah'ın beni mağfiret etmesini isterim, dedi ve Mistah'a veregeldiği yardımı tekrar vermeye başladı ve: Ben bunu ondan ebediyen kesmem dedi. Aişe Allah Resulü, zevcesi Zeynep bt. Cahş'a benim durumumu sormuş: Ne bilirsin, ne gördün? demişti. O da: Ey Allah'ın Resulü! Ben kulağımı, gözümü muhafaza ederim. Vallahi hayırdan başka bir şey bilmem, diye cevap verdi. Bu hususta Aişe Zeynep, Peygamber'in hanımları arasında bana rekabet eden bir kadındı. Fakat Allah onu vera ve takvası sebebiyle muhafaza buyurdu. Kızkardeşi Hamne bt. Cahş ise onunla mücadele etmeye başladı da bu sebeple helak olanlar içinde helak oldu.
    Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4974[1]




    14. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:
    "Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla Allah'dan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim. "
    Buhârî, Daavât 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbni Mâce, Edeb 57



    15. Egarr İbni Yesâr el-Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    "Ey insanlar! Allah'a tövbe edip ondan af dileyiniz. Zira ben ona günde yüz defa tövbe ederim. "
    Müslim, Zikir 42. Ayrıca Ebû Dâvûd, Vitir 26; İbni Mâce, Edeb 57



    16. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hizmetkârı olan Ebû Hamza Enes İbni Mâlik el-Ensârî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    "Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ'nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır. "
    Buhârî, Daavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8



    17. Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eş'arî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah Teâlâ gündüz günah işleyenin tövbesini kabul etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tövbesini kabul etmek için de gündüzün elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar bu böyle devam edip gider. "
    Müslim, Tevbe 31



    18. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    "Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse, Allah onun tövbesini kabul eder. "
    Müslim, Zikir 43



    19. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni'l-Hattâb radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    "Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder. "
    Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 30



    20. Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;
    Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân İbni Assâl radıyallahu anh'ın yanına gitmiştim. Bana:
    - Zirr! Niçin geldin? diye sordu. Ben de:
    - İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi:
    - Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Ben de:
    - Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceği kafamı kurcaladı. Sen de Hz. Peygamber'in ashâbından olduğun için, onun bu konuda bir şey söylediğini duydun mu diye sormaya geldim, dedim. Safvân:
    - Evet, duydum. Resûl-i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan sonra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi, dedi.
    - Onun sevgiye dair bir şey söylediğini duydun mu? diye sordum.
    - Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken bir bedevî kaba sesiyle:
    - Muhammed! diye bağırdı.
    Hz. Peygamber de onun sesine yakın bir sesle:
    - "Gel bakalım", dedi.
    Bedevîye dönerek:
    - Yazıklar olsun sana! Hz. Peygamber'in huzurunda bulunuyorsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim.
    Bedevî:
    - Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl-i Ekrem'e: Birilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye sordu.
    Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
    - "Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir. "
    Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki:
    - Hz. Peygamber bu konuda uzun uzun konuştu. Hatta bir ara batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. "Kapı yaya yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir", buyurdu.
    Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:
    - Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için açık olarak yaratmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.
    Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113; İbni Mâce, Fiten 32

    21. Ebû Saîd Sa`d İbni Mâlik İbni Sinân el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Vaktiyle doksan dokuz kişiyi öldürmüş bir adam vardı. Bu zât yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir râhibi gösterdiler. Bu adam râhibe giderek:
    - Doksan dokuz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu? diye sordu.
    Râhip:
    - Hayır, kabul olmaz, deyince onu da öldürdü. Böylece öldürdüğü adamların sayısını yüz'e tamamladı. Sonra yine yeryüzünde en büyük âlimin kim olduğunu soruşturdu. Ona bir âlimi tavsiye ettiler. Onun yanına giderek:
    - Yüz kişiyi öldürdüğünü söyledi; tövbesinin kabul olup olmayacağını sordu.
    Âlim:
    - Elbette kabul olur. İnsanla tövbe arasına kim girebilir ki! Sen falan yere git. Orada Allah Teâlâ'ya ibadet eden insanlar var. Sen de onlarla birlikte Allah'a ibadet et. Sakın memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir, dedi.
    Adam, denilen yere gitmek üzere yola çıktı. Yarı yola varınca eceli yetti.
    Rahmet melekleriyle azap melekleri o adamı kimin alıp götüreceği konusunda tartışmaya başladılar.
    Rahmet melekleri:
    - O adam tövbe ederek ve kalbiyle Allah'a yönelerek yola düştü, dediler.
    Azap melekleri ise:
    - O adam hayatında hiç iyilik yapmadı ki, dediler.
    Bu sırada insan kılığına girmiş bir melek çıkageldi. Melekler onu aralarında hakem tayin ettiler.
    Hakem olan melek:
    - Geldiği yerle gittiği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa, adam o tarafa aittir, dedi.
    Melekler iki mesâfeyi de ölçtüler. Gitmek istediği yerin daha yakın olduğunu gördüler. Bunun üzerine onu rahmet melekleri alıp götürdü.
    Buhârî, Enbiyâ 54; Müslim, Tevbe 46, 47, 48

    Sahîh(-i Müslim)deki bir başka rivayete göre:
    "O kimse iyi insanların yaşadığı köye bir karış daha yakın olduğundan oralı sayıldı. "
    Sahîh(-i Müslim)deki bir diğer rivayete göre:
    "Allah Teâlâ öteki köye uzaklaşmasını, beriki köye yaklaşmasını, meleklere de iki mesâfenin arasını ölçmelerini emretti. Adamın beriki köye bir karış daha yakın olduğu görüldü. Bunun üzerine affedildi. "
    Bir başka rivayette ise:
    "Adam göğsünün üzerinde öteki köye doğru ilerledi" denilmektedir.




    22. Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu anh gözlerini kaybettiği zaman onu elinden tutup götürme görevini üstlenen oğlu Abdullah'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Tebük Gazvesi'ne katılmadığına dair mâcerasını Kâ`b İbni Mâlik radıyallahu anh'den şöyle anlatırken duydum:
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in gittiği gazâlardan sadece Tebük Gazvesi'ne katılmamıştım. Gerçi Bedir Gazvesi'nde de bulunamamıştım. Zaten Bedir'e katılmadıkları için hiç kimse azarlanmamıştı. O vakit Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar (savaşmak için değil) Kureyş kervanını takibetmek için yola çıkmışlardı. Nihayet Allah Teâlâ müslümanlarla düşmanlarını, aralarında verilmiş herhangi bir karar olmadığı halde bir araya getiriverdi. Halbuki ben Akabe bîatının yapıldığı gece, İslâm'a yardım etmek üzere söz verirken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanındaydım. Her ne kadar Bedir Gazvesi halk arasında Akabe gecesinden daha meşhursa da, ben Bedir'de bulunmayı Akabe'de bulunmaktan daha üstün görmem. Tebük Gazvesi'ne Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gitmeyişim şöyle oldu:
    Ben katılmadığım bu gazve sırasındaki kadar hiçbir zaman kuvvetli ve zengin olamamıştım. Vallahi Tebük Gazvesi'nden önce iki deveyi bir araya getirememiştim. Bu gazvede iki tane binek devesine sahip olmuştum. Bir de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gazveye hazırlandığı zaman asıl hedefi söylemez, bir başka yere gittiği sanılırdı. Fakat bu gazve sıcak bir mevsimde uzak bir yere yapılacağı ve kalabalık bir düşmanla karşı karşıya gelineceği için Resûl-i Ekrem durumu açıkladı. Savaşın özelliğine göre hazırlanabilmeleri için müslümanlara nereye gideceklerini söyledi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber sefere gidecek müslümanların sayısı çok fazlaydı. Adlarını bir deftere yazmak mümkün değildi.
    Kâ'b sözüne şöyle devam etti:
    Savaşa gitmemek için gözden kaybolunduğu takdirde, hakkında bir âyet nâzil olmadıkça, işin gizli kalacağı zannedilebilirdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gazveyi meyvaların olgunlaştığı, gölgelerin arandığı sıcak bir mevsimde yapmıştı. Ben de bunlara pek düşkündüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müslümanlar savaş hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte savaşa hazırlanmak için çıkıyor, fakat hiçbir şey yapmadan geri dönüyordum. Kendi kendime de "Canım, ne zaman olsa hazırlanırım" diyordum. Günler böyle geçti. Herkes işini ciddi tuttu ve bir sabah Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte müslümanlar erkenden yola çıktılar. Ben ise hâlâ hazırlanmamıştım. Yine sabah evden çıktım, hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Hep aynı şekilde davranıyordum. Savaş henüz başlamamıştı, ama mücâhidler hayli yol almışlardı. Yola çıkıp onlara yetişeyim dedim, keşke öyle yapsaymışım; bunu da başaramadım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa gittikten sonra insanların arasına çıktığımda beni en çok üzen şey, savaşa gitmeyip geride kalanların ya münafık diye bilinenler veya âciz oldukları için savaşa katılamayan kimseler olmasıydı.
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'e varıncaya kadar adımı hiç anmamış. Tebük'te ashâbın arasında otururken:
    - "Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Bunun üzerine Benî Selime'den bir adam:
    - Yâ Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş.
    Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:
    - Ne fena konuştun! demiş. Sonra da Peygamber aleyhisselâm'a dönerek, yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demiş. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hiçbir şey söylememiş. O sırada çok uzaklarda beyazlar giymiş bir adamın gelmekte olduğunu görmüş:
    - "Bu Ebû Hayseme olaydı" demiş. Bir de bakmışlar ki, gelen adam Ebû Hayseme el-Ensârî değil mi!
    Ebû Hayseme, (bir savaş hazırlığı sırasında) bir ölçek hurma verdiği için münafıklara alay konusu olan zâttır.
    Kâ'b sözüne şöyle devam etti:
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Tebük'ten Medine'ye hareket ettiğini öğrendiğim zaman beni bir üzüntü aldı. Söyleyeceğim yalanı düşünmeye başladım. Kendi kendime "Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulacağım?" dedim. Yakınlarımdan görüşlerine değer verdiğim kimselerden akıl almaya başladım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in gelmek üzere olduğunu söyledikleri zaman, kafamdaki saçma düşünceler dağılıp gitti. Onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağımı anladım. Herşeyi dosdoğru söylemeye karar verdim. Peygamber aleyhisselâm sabahleyin Medine'ye geldi. Seferden dönerken önce Mescid-i Nebevî'ye gelerek iki rek'at namaz kılar, sonra halkın arasına gelip otururdu. Yine öyle yaptı. Bu sırada savaşa katılmayanlar huzuruna geldiler; neden savaşa gidemediklerini yemin ederek anlatmaya başladılar. Bunlar seksenden fazla kimseydi. Hz. Peygamber onların ileri sürdüğü mâzeretleri kabul etti; kendilerinden bîat aldı; Allah Teâlâ'dan bağışlanmalarını niyâz etti ve iç yüzlerini O'na bıraktı. Sonunda ben geldim. Selâm verdiğim zaman dargın dargın gülümsedi; sonra:
    - "Gel!", dedi. Ben de yürüyerek yanına geldim ve önüne oturdum. Bana:
    - "Niçin savaşa katılmadın? Binek hayvanı satın almamış mıydın?" diye sordu. Ben de:
    - Yâ Resûlallah! Allah'a yemin ederim ki, senden başka birinin yanında bulunsaydım, ileri süreceğim mâzeretlerle onun öfkesinden kurtulabilirdim. Çünkü insanlara fikrimi kabul ettirmeyi iyi beceririm. Fakat yine yemin ederim ki, bugün sana yalan söyleyerek gönlünü kazansam bile, yarın Cenâb-ı Hak işin doğrusunu sana bidirecek ve sen bana güceneceksin. Şayet doğrusunu söylersem, bana kızacaksın. Ama ben doğru söyleyerek Allah'dan hayırlı sonuç bekliyorum. Vallahi savaşa gitmemek için hiçbir özürüm yoktu. Hiçbir zaman da gazâdan geri kaldığım sıradaki kadar kuvvetli ve zengin olamamıştım, dedim.
    Kâ'b sözüne devamla dedi ki:
    Bunun üzerine Hz. Peygamber:
    - "İşte bu doğru söyledi. Haydi kalk, senin hakkında Allah Teâlâ hüküm verene kadar bekle!" buyurdu. Ben kalkınca Benî Selime'den bazıları yanıma takılarak:
    - Vallahi senin daha önce bir suç işlediğini bilmiyoruz. Savaşa katılmayanların ileri sürdükleri gibi bir mâzeret söyleyemedin. Halbuki günahlarının bağışlanması için Peygamber aleyhisselâm'ın istiğfâr etmesi yeterdi, dediler.
    Kâ'b sözüne şöyle devam etti:
    Beni o kadar çok ayıpladılar ki, tekrar Resûlullah'ın yanına dönüp biraz önceki sözlerimin yalan olduğunu söylemeyi bile düşündüm. Sonra onlara:
    - Bana verilen cezaya çarptırılan bir başka kimse var mı? diye sordum.
    - Evet. Seninle beraber bu cezaya uğrayan iki kişi daha var, dediler. Onlar da senin gibi konuştular ve senin aldığın cevabı aldılar.
    - O iki kişi kim? diye sordum.
    - Biri Mürâre İbni Rebî` el-Amrî, diğeri de Hilâl İbni Ümeyye el-Vâkıfî diyerek, herbiri Bedir Gazvesi'ne katılmış olan iki mükemmel örnek şahsiyetin adını verdiler. Bunun üzerine ben geri dönme düşüncesinden vazgeçerek yoluma devam ettim. v Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşa katılmayanlardan sadece üçümüzle konuşulmasını yasakladı. İnsanlar bizimle konuşmaktan kaçındılar veya bize karşı tavırlarını değiştirdiler. Hatta bana göre yer yüzü bile değişti. Sanki burası benim memleketim değildi. Elli gün böyle geçti. İki arkadaşım boyunlarını büktüler; ağlayarak evlerinde oturdular. Ben ise onlardan daha genç ve dayanıklı idim. Dışarı çıkarak cemaatle namaz kılar, çarşılarda dolaşırdım. Fakat kimse benimle konuşmazdı. Namaz bittikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yerinde otururken yanına gelir, kendisine selâm verirdim. Kendi kendime "Acaba selâmımı alırken dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı" diye sorardım. Sonra ona yakın bir yerde namaz kılar ve farkettirmeden kendisine bakardım. Ben namaza dalınca bana doğru döner, kendisine baktığım zaman da yüzünü çeviriverirdi.
    Müslümanların bana karşı olan sert tutumları uzun süre devam edince, amcamın oğlu ve en çok sevdiğim insan Ebû Katâde'nin bahçesine gidip duvardan içeri atladım ve selâm verdim. Vallâhi selâmımı almadı. Ona:
    - Ebû Katâde! Allah adına and vererek soruyorum. Benim Allah'ı ve Resûlullah'ı ne kadar sevdiğimi biliyor musun? diye sordum. Hiç cevap vermedi. Ona and vererek bir daha sordum. Yine cevap vermedi. Bir daha yemin verince:
    - Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Bunun üzerine gözlerimden yaşlar boşandı. Geri dönüp duvardan atladım.
    Birgün Medine çarşısında dolaşıyordum. Medine'ye yiyecek satmak üzere gelen Şamlı bir çiftçi:
    - Kâ'b İbni Mâlik'i bana kim gösterir? diye sordu. Halk da beni gösterdi. Adam yanıma gelerek Gassân Meliki'nden getirdiği bir mektup verdi. Ben okuma yazma bilirdim. Mektubu açıp okudum. Selâmdan sonra şöyle diyordu:
    - Duyduğumuza göre Efendiniz seni üzüyormuş. Allah seni değerinin bilinmediği ve hakkının çiğnendiği bir yerde yaşayasın diye yaratmamıştır. Hemen yanımıza gel, sana izzet ikrâm edelim.
    Mektubu okuyunca, bu da bir başka belâ, dedim. Hemen onu ateşe atıp yaktım.
    Nihayet elli gün'den kırk'ı geçmiş, fakat vahiy gelmemişti. Birgün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in gönderdiği bir şahıs çıkageldi.
    - Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sana eşinden ayrı oturmanı emrediyor, dedi.
    - Onu boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım? diye sordum.
    - Hayır, ondan ayrı duracak, kendisine yanaşmayacaksın, dedi. Hz. Peygamber diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. Bunun üzerine karıma: - Allah Teâlâ bu mesele hakkında hüküm verene kadar ailenin yanına git ve onların yanında kal, dedim.
    Hilâl İbni Ümeyye'nin karısı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e giderek:
    - Yâ Resûlallah! Hilâl İbni Ümeyye çok yaşlı bir adamdır. Kendisine bakacak hizmetçisi de yoktur. Ona hizmet etmemde bir sakınca görür müsün? diye sormuş. Hz. Peygamber de:
    - Hayır görmem. Ama katiyen sana yaklaşmasın, buyurmuş. Kadın da şöyle demiş:
    - Vallahi onun kımıldayacak hâli yok. Allah'a yemin ederim ki, başına bu iş geleliberi durmadan ağlıyor.
    Kâ`b sözüne şöyle devam etti:
    - Yakınlarımdan biri bana: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den eşinin sana hizmet etmesi için izin istesen olmaz mı! Baksana Hilâl İbni Ümeyye'ye bakması için karısına izin verdi, dedi. Ben de ona: Hayır, bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den izin isteyemem. Üstelik ben genç bir adamım. İzin istesem bile Peygamber aleyhisselâm'ın bana ne diyeceğini bilemem, dedim.
    Bu vaziyette on gün daha durdum. Bizimle konuşulması yasaklandığından bu yana tam elli gün geçmişti. Ellinci gecenin sabahında, evlerimizden birinin damında sabah namazını kıldım. Allah Teâlâ'nın (Kur'ân-ı Kerîm'de bizden) bahsettiği üzere canım iyice sıkılmış, o geniş yeryüzü bana dar gelmiş bir vaziyette otururken, Sel Dağı'nın tepesindeki birinin var gücüyle:
    - "Kâ`b İbni Mâlik! Müjde!" diye bağırdığını duydum. Sıkıntılardan kurtulma gününün geldiğini anlayarak hemen secdeye kapandım.
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldırınca, Allah Teâlâ'nın tövbelerimizi kabul ettiğini ilân etmiş. Bunun üzerine ahâlî bize müjde vermeye koşmuş. İki arkadaşıma da müjdeciler gitmiş. Bunlardan biri bana doğru at koşturmuş. Eslem kabilesinden bir diğer müjdeci koşup Sel Dağı'na tırmanmış, onun sesi atlıdan önce bana ulaşmış. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelip beni tebrik edince, sırtımdaki elbiseyi de çıkarıp müjdesine karşılık ona giydirdim. Vallahi o gün giyecek başka elbisem yoktu. Emanet bir elbise bulup hemen giydim. Peygamber aleyhisselâm'ı görmek üzere yola koyuldum. Beni grup grup karşılayan sahâbîler tövbemin kabul edilmesi sebebiyle tebrik ediyor ve "Allah Teâlâ'nın seni bağışlaması kutlu olsun" diyorlardı. Nihayet Mescid'e girdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbın ortasında oturuyordu. Talha İbni Ubeydullah hemen ayağa kalktı, koşarak yanıma geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti. Vallahi muhâcirînden ondan başka kimse ayağa kalkmadı.
    Râvi der ki, Kâ'b, Talha'nın bu davranışını hiç unutmazdı.
    Kâ'b sözüne şöyle devam etti:
    Peygamber aleyhisselâm'a selâm verdiğimde yüzü sevinçten parıldayarak:
    - "Dünyaya geldiğindenberi yaşadığın bu en hayırlı gün kutlu olsun!" buyurdu. Ben de:
    - Yâ Resûlallah! Bu tebrik senin tarafından mıdır, yoksa Allah tarafından mı? diye sordum.
    - "Benim tarafımdan değil, Yüce Allah tarafından", buyurdu. Sevindiği zaman Peygamber aleyhisselâm'ın yüzü parıldar, ay parçasına benzerdi. Biz de sevindiğini böyle anlardık.
    Resûl-i Ekrem'in önünde oturduğumda:
    - Yâ Resûlallah! Tövbemin kabul edilmesine şükran olarak bütün malımı Allah ve Resûlullah uğrunda fakirlere dağıtmak istiyorum, dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
    - "Malının bir kısmını dağıtmayıp elinde tutman senin için daha hayırlı olur" buyurdu. Ben de:
    - Hayber fethinde hisseme düşen malı elimde bırakıyorum, dedikten sonra sözüme şöyle devam ettim. Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ beni doğru söylediğimden dolayı kurtardı. Tövbemin kabul edilmesi sebebiyle, artık yaşadığım sürece sadece doğru söz söyleyeceğim.
    Vallâhi bunu Peygamber aleyhisselâm'a söylediğim gündenberi doğru sözlü olmaktan dolayı Allah Teâlâ'nın hiç kimseyi benden daha güzel mükâfatlandırdığını bilmiyorum. Yemin ederim ki, Peygamber aleyhisselâm'a o sözleri söylediğim günden bu yana bilerek hiç yalan söylemedim. Kalan ömrümde de Cenâb-ı Hakk'ın beni yalan söylemekten koruyacağını umarım.
    Kâ'b sözüne devamla şöyle dedi:
    Bunun üzerine Allah Teâlâ şu âyet-i kerîmeleri indirdi:
    "Allah (savaşa gitmek istemeyenlere izin vermesi sebebiyle) Peygamberini bağışladığı gibi, bir kısmının kalbi kaymak üzere iken güçlük zamanında Peygamber'e uyan muhâcirlerle ensârın da tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah onlara çok şefkatli, pek merhametlidir. "Hani şu tövbeleri (Allah'ın emri gelene kadar) geri bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini iyice sıkıştırmıştı. Nihayet Allah'dan başka sığınılacak kimse olmadığını anlamışlardı. Eski hâllerine dönmeleri için Allah onların tövbelerini kabul etti. Çünkü Allah tövbeleri kabuledici ve bağışlayıcıdır.
    "Ey imân edenler! Allah'ın azâbından korkun ve doğrularla beraber olun"
    [Tevbe sûresi (9), 117-119].

    Kâ'b şöyle devam etti:
    Allah'a yemin ederim ki, beni İslâmiyet'le şereflendirdikten sonra Cenâb-ı Hakk'ın bana verdiği en büyük nimet, Peygamber aleyhisselâm'ın huzurunda doğruyu söylemek ve yalan söyleyip de helâk olmamaktır. Çünkü Allah Teâlâ şu yalan söyleyenler hakkında vahiy gönderdiği zaman, hiç kimseye söylemediği ağır sözleri söyledi ve şöyle buyurdu:
    "O savaştan kaçanların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini hesaba çekmiyesiniz diye Allah adına yemin ederler. Onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistirler. Yaptıklarına ceza olmak üzere varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden râzı olasınız diye size yemin de ederler. Siz onlardan râzı olsanız bile Allah fâsıklardan aslâ râzı olmaz"
    [Tevbe sûresi (9), 95-96].


    Kâ'b sözüne şöyle devam etti:
    Biz üç arkadaşın bağışlanması, Peygamber aleyhisselâm'ın yeminlerini kabul edip kendilerinden bîat aldığı ve Cenâb-ı Hak'dan affedilmelerini dilediği kimselerin bağışlanmasından (elli gün) geri kalmıştı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hakkımızda Allah Teâlâ bir hüküm verene kadar bize yapacağı muameleyi tehir etmişti. Nihayet Allah Teâlâ -anlatıldığı üzere- hükmünü verdi. Allah Teâlâ'nın "tövbeleri geri kalan üç kişinin. . . " diye bahsettiği bu geri kalış, bizim savaştan geri kalmamız değildir; bu, Hz. Peygamber'e gelip yemin ederek mâzeretleri olduğunu söyleyenlerin özürlerini Peygamber aleyhisselâm'ın kabul etmesi, bize yapacağı muameleyi ise geriye bırakması olayıdır.
    Buhârî, Megâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (9)
    Diğer bir rivayet:
    "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük Gazvesi'ne perşembe günü çıkmıştı. Sefere perşembe günü gitmeyi severdi" şeklindedir.
    Buhârî, Cihâd 103



    Başka bir rivayette ise:
    "Seferden mutlaka gündüzün kuşluk vakti dönerdi. Dönünce de ilk iş olarak Mescid'e uğrar, iki rek'at namaz kılar, sonra orada otururdu" denilmektedir.
    Müslim, Müsâfirîn 74; Ebû Dâvûd, Cihad 166



    23. Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn el-Huzâî radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber aleyhisselâm'ın huzuruna geldi ve:
    - Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Cezamı ver, dedi.
    Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisini çağırttı. Ona:
    - "Bu kadına iyi davran! Doğum yapınca bana getir!" buyurdu.
    Adam Resûl-i Ekrem'in buyurduğu gibi yaparak kadını doğumdan sonra getirdi.
    Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. Sonra Peygamber aleyhisselâm'ın emri üzerine taşlanarak öldürüldü. Daha sonra Resûl-i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.
    Hz. Ömer:
    - Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun? diye sorunca Hz. Peygamber şunları söyledi:
    - "O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun?"
    Müslim, Hudûd 24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64



    24. İbni Abbas ve Enes İbni Mâlik radıyallahu anhüm'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder. "
    Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce, Zühd 27




    25. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
    "Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan da daha sonra tövbe eder, müslüman olur, o da Allah yolunda savaşırken şehid düşer. "
    Buhârî, Cihâd 28; Müslim, İmâre 128, 129. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 38; İbni Mâce, Mukaddime 13 *[2]



       Kaynak:
    [1]: el lulu vel mercan buhari ve müslim ittifak ettikleri hadisler Muhammed Fuad Abdulbaki Tevbe:
    [2]: Muvahhid 1.16 İslam Kütüb Hanesi Riyazussalihin








  • Konularına Göre Hadis Meali veya Konularına Göre Hadis Fihristi Okuyabilir, bilgisayarınıza indirebilir ("RAR" İndir Linki), ödev ve tezlerinizde kullanabilir ve siteyi referans göstermek ve değiştirmemek koşuluyla site ve bloglarınızda yayınlayabilir ve kopyalayıp, çoğaltabilirsiniz. v..d.. Download / İndirdikten Sonra Üçretsiz Dağıtabilirsiniz..

    En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir   Eraykitap ilmin kisa yolu

  • سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلهَ إِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَ
  • Tirmizî’nin bir rivayeti şöyledir: 2663- Ebû Rafî (r.a.)’den rivâyete göre, -başkaları bu hadisi merfu olarak rivâyet ettiler şöyle demiştir: “Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken, bilmiyorum Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken) bulmayayım.

    İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 / DEVAMI İÇİN BKZ...