"...Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle.." (Tevbe Suresi - 29) (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur ve Rahimdir. De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse /itaat etmezlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez (Ali İmran Suresi 31-32) = ♦ H ♦ = “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır...” Bu hadis-i şerif -farklı nüanslarla - kütübü sitte ve diğer bazı kaynaklarda geçmektedir Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8) İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 .0pt; font-family:"Times New Roman";} Şefaat
Hadîslerinin Sahih-İ Müslim'de
Geçen Rivayetleri Sünen-İ Nesâîden
Şefaat Hadisi SÜNEN-İ Tirmizrden
ŞEFAAT HADİSİ İmam Ibnu
Mace'nin Sünen'ınden Şefaat Hadisi Kulun
Kıyamet Gününde Rabb'inin Huzurunda Durması
İle İlgili Rivayetler Peygamberlere
Tebliğin Sorulması "Mü'min
Rabbine O Kadar Yaklaşır Ki Üzerine Örtüsünü Veya Rahmetini Koyar" Hadisi "Kıyamet
Gününde Ademoğlu Getirilir Allahü Taala'nın Huzurunda Durdurulur..."
Hadisi "Kur'an
Ve Benim Zikrimin, Kendisini Benden İstekte
Bulunmaktan Alıkoyan İnsan..."Hadisi "Nuh
Aleyhısselam'a 'Tebliğ Ettin Mı?1 Diye
Sorulması Cennet
Ve Cehennemin Münakaşası Cehennemin Şikayeti "Cehennem Rabb'ine
Şikayette Bulundu..." Hadisi Resulullah Aleyhisselam'ın Havzı
İle İlgili Rivayetler Havz Hadîsi Kıyamet
Gününde Ölümün Kesilmesi Sırat Üzerinde
Ölümün Kesılmesînî Bildiren hadîs Cennet Ve
Cehennemin Etrafını Saranlar
Ve Cehennem Ehlinin Yiyeceği "Cennet
Nefse Hoş Gelmeyen Şeylerle,
Cehennem De Nefsin Hoşlandığı Şeylerle "Cehennem Ehlinde
Bir Açlık Görülür..." Hadisi Mü'minuerin
Kabe'lerini Görmesi Ve
Allahu Teala'nın Cennet Ehline
Hitabı Mü'mınlerin
Ahırette Rabb'lerlnl Göreceklerinin Îsbatı1 Île İlgili Hadîs 'Allahü
Tealanın Cennet Ehline Hitabı İle İlgili Hadis 'Cennet
Ehlinden Bazılarının Ekim İçin Kabe'lerinden İzin İstemelerine Dair' Hadis Şefaat
Hadîslerinin Sahih-İ Müslim'de
Geçen Rivayetleri
339. Kastallanî'nin
hamişine göre, C.2,s.lO7!de, "Mü'min-lerin Ahirette Rabbleri Sübhanehu ve
Teala'yı Görmelerinin İsbaü" başlıklı babada geçen rivayet: Zuheyr ibnu Harb Yakub
ibnu İbrahim den, o babasından, o îbnu Şihab'dan, o Ata ibnu Yezid
el-Leysî'den, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
şöyle bildirdiğini r ivayet
etmiştir: "Birtakım
kimseler Resulullah Aleyhisselâm'a : Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde
Rabb'imizi görür müyüz? diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm'da: Ondördüncü
gecesinde ayı görmekte zorlanıyor musunuz? diye buyurdu. Soranlar: Hayır, Ey
Allah'ın Resulü, dediler. Resulullah Aleyhisselâm: Önünde bulut olmadığı bir
zamanda güneşi görmekte zorlanıyor musunuz? diye buyurdu.
"Hayır" dediler. Bunun üzerine
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Siz de işte O'nu bu şekilde görürsünüz. (Yani nasıl ayı ve güneşi sözkonusu
zamanlarda görmekte zorlanmıyorsanız,,
Al-lahü Teala'yı kıyamet gününde görmekte de zorlanmayacaksınız). Cenab-ı Hakk:
Kim herhangi bir şeye kulluk ediyor idiyse, ona uysun, diye buyurur.
Bunun, üzerine kim güneşe tapıyor idiyse, güneşe uyar, kim aya tapıyor
idiyse aya uyar, kim de tağutlara tapıyor idiyse putlara uyar. Ortada,
içlerinde münafıkları da bulunmak üzere sadece bu Ümmet kalır. Allah Tebareke
ve Teala bildiklerinden farklı bir
suretle onlara tecelli
eder: "Ben sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar:
"Biz senden Allah'a sığınırız, Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar biz
burada bekleyeceğiz, Rabb'imiz tecelli ettiğinde biz O'nu tanırız",
derler. Bundan sonra . Allah, bildikleri suret
üzere onlara tecelli
eder: "Ben sizin Rabb'inizim" der. Onlar da:
"Sen bizim Rabb'imizsin" derler ve O'na uyarlar. Cehennemin üzerine
sırat adlı köprü kurulur. Ben ve Ümmetim o köprüden ilk geçenler oluruz. O
günde Peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin o gündeki duaları da:
"Ey Allah'ım kurtar, kurtar" şeklindedir. Cehennemde büyük kan-calak
vardır. Siz deve dikeni (se'dân) gördünüz mü? Oradakiler: "Evet, Ey
Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah Aleyhisselâm şöyle devam etti: îşte o
kancalar deve dikeni (se'dân) gibidir. Ancak onların büyüklüğünün ne
kadar olduğunu ancak
Allah bilir, insanları
amellerine göre kapar. Bunlardan amelinden dolayı kalan bağlılar vardır.
Amelinden dolayı ceza çekip kurtulacak olan vardır. Yüce Allah kulları
arasındaki hükmünü tamamlayıp kendi rahmeti ile cehennemliklerden bazılarını
oradan çıkarmak istediğinde, meleklere Allah'a herhangi bir şeyi ortak
koşmayanlardan Allah'ın kendilerine rahmet etmek istediklerini çıkarmalarını
emreder. Bunlar 'Allah'dan başka ilah yoktur' diyenlerdendirler. Melekler
onları cehennemde tanırlar, onları üzerlerindeki secde izlerinden
tanırlar. Cehennem ateşi Ademoğlunun
secde izleri dışındaki her yerini yer (yakar). Allah cehennem ateşine secde izlerini
yemesini haram kılmıştır. Bunlar ciltleri kavrulmuş bir halde cehennemden
çıkarılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği yrğmlardaki
tanenin bitmesi gibi, bunlar, onunla (hayat suyuyla) biterler. Sonra Allahü
Teala kulları arasındaki bütün hükümlerini tamamlar. Bundan sonra yüzü cehenneme
dönük bir adam kalır. Bu, cennet ehlinden, cennete girenlerin en sonuncusudur.
Adam: Ey Rabb'im yüzümü cehennem yönünden başka bir yöne çevir, rüzgarı beni
kavurdu ve ateşi beni yaktı, der. Allah'ın dilediği kadar bir süre bu şekilde
Allahü Teala'ya dua eder. Sonra Allah Tebareke ve Teala: Senin için bunu
yaparsam, Benden başka bir istekte bulunur musun? diye buyurur. Adam: Senden
başka bir şey istemem, der ve Rabb'ine kesin sözler verir, Allah'ın dilediği
şekilde ahidlerde bulunur. Allahü Teala da onun yüzünü cehennem yönünden başka
bir yöne çevirir. Cennet tarafına dönüp onu görünce Allah'ın dilediği kadar
bir süre suskun kalır. Sonra: Ey Rabb'im, beni cennetin kapısına yanaştır, der.
Bunun üzerine Allahü Teala: Sen Benim sana verdiğimden başka bir şey
istemeyeceğin üzere kesin
söz verip, ahidde bulunmamış
miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne
kadar da sözünde
durmazsın! diye buyurur. Adam "Ey Rabbim" der ve Allah'a dua
eder. Sonunda Allahü Teala: Sana bu istediğini de verirsem başka bir şey ister
misin? diye buyurur. Adam: İzzetine yemin olsun ki, hayır, der. Rabb'ine
istediği şekilde kesin sözler verir ve ahidlerde bulunur. Allah da onu cennetin
kapısına yanaştırır. Adam cenne-1 tin kapısında durunca cennetin bütün
güzellikleri ona görünür. İçindeki hayır ve
neşeyi görür. Allah'ın dilediği kadar bir süre suskun kalır. Sonra : Ey
Rabb'im beni cennete sok, der. Allah Teba-reke ve Teala ona: Sen, sana
verdiğimden başkasını Benden istemeyeceğine dair kesin söz verip ahidde
bulunmamış miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da sözünde durmazsın! diye
buyurur. Adam: Ey Rabb'im, yaratıklarının en fenası ben olmayr-ayım, der ve
Allahü Teala'ya dua edip durur. Öyleki sonunda Al-lahü Teala ona güler, Allahü
Teala ona güldüğünde kendisine: Cennete gir, diye buyurur. Cennete girdiğinde
Allahü Teala ona: Dilekte bulun, der. Adam Rabb'inden ister ve dilekte bulunur.
Hatta Allahü Teala, şunlardan şunlardan iste diye ona hatırlatma yapar.
Öyleki adamın istekleri sona erince Allahü Teala ona: Bütün bunlar ve bir o
kadarı senindir, buyurur. Ravi Ata ibnu Yezid
der ki: Ebu Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd
Radıyallahü Anh'da yanındaydı. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Allahü Teala bu
adama: 'Bir o kadarı da senindir' diye buyurdu" sözüne gelinceye kadar
Ebu Saîd Radıyallahü anh onun hiçbir sözüne itiraz etmedi. Bu söze gelince ise:
"On katı kadarı, ey ebu Hureyre" diye söyledi. Ebu Hureyre: "Bu
ve bir o kadarı senindir" sözünden başkasını ezberlemiş değilim, dedi. Ebu
Saîd Radıyallahü Anh: Şehadet ederim ki, ben Resulullah Aleyhisselâm'dan
"bu ve on katı kadarı senindir" sözünü ezberledim, dedi. Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh aynı zamanda şöyle dedi: Bu adam cennetlikler arasından cennete
en son giren adamdır.[1] 339. Hadisin
Şerhi
Bu hadisin şerhi
Nevevî'nin, Sahih-i Müslim Şerhinden alınmıştır, (C.2,s.lO8). "Tağutlar"
hakkında el-Leys, Ebu Ubeyde, Kisâî ve bazı dil bilginleri diyorlar ki: Tağut,
Allah'dan başka kendisine tapınılan her şeyi ifade eder. Ibnu Abbas, Mukâtil ve
el-Kelbî ise: Tağut, şeytandır, demişlerdir. Tağutların putlar olduğu da
söylenmiştir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Hakem
olarak tağuta başvurmak istiyorar. Oysa kendilerine onu inkar etmeleri emredilmişti.
"Burada tağut tekil anlamdadır. Çoğul anlamda da kullanıldığı olmuştur.
"Küfredenlere gelince onların dostları tağutlardır. Bu tağutlar onları
aydınlıktan karanlığa götürürler" mealindeki ayet-i kerimede ise çoğul
anlamdadır. "Ortada içlerinde
münafıkları da bulunmak üzere sadece bu Ümmet kalır". Alimler diyorlar ki:
Münafıklar ahirette, hesaptan önce Mü'minlerin arasında yer alacaklardır, çünkü
dünyadayken Mü'minlerin arasında kendilerini gizliyorlardı. Ahirette de aynı
şekilde Mü'minlerin arasında gizlenecek, onların gittiği yola gidecekler.
Onların topluluğuna katılacaklar, onlara uyacaklar, onların nurlarına
girecekler. Ama sonra aralarına kapısı bulunan bir duvar konacak. Bu duvarın iç
kısmı rahmet, dış kısmı ise azab olacaktır. Münafıklar dışarıda kalacak,
Mü'minlerin nuru da onlardan ayrılacaktır. Bazı âlimler diyorlar ki:
Resulullah Aleyhis-selâm'm havzmdan kovulanlar işte bunlardır. Kendilerine
"uzak durun, uzak durun" denilecek. En doğru olanı bilen Allah'tır. (Cenabı Allah'ın
sureti ve tecellisi konusuyla ilgili olarak kitabın burasında, selef ve halef
âlimlerinin görüşleri açıklanmaktadır. Aynı açıklamalar daha önceki hadislerin
şerhinde geçtiği için burada
yeniden verilmesine gerek
görmüyoruz - Mütercim). "Sen bizim
Rabb'imizsin, derler ve O'na uyarlar". Yani cennete girmeleri üzere
kendilerine verdiği emre uyarlar. Yahut, kendile rini cennete götürecek olan
meleklerine uyarlar. "Cehennemin
üzerine sırat adlı köprü kurulur". Bu sözden Sırat'ın kesin kurulacağı
anlaşılmaktadır. Ehlu'1-Hakk (Ehli Sünnet) mezhebi de bu inanç üzeredir. Selef
Sırat'ın kurulacağı üzerine icma etmiştir. Bu ise cehennemin üzerine kurulan
bir köprüdür. Bütün insanlar bunun üzerinden geçerler. Mü'minler hallerine göre
kurtulurlar. Yani derecelerine göre farklı şekillerde kurtulurlar. Diğerleri
cehenneme düşerler. Yüce Allah lütfuyla, keremiyle, insanıyla bizi böyle bir
sonuçtan korusun. Amin "O günde
Peygamberlerin duaları: "Ey Allah'ım kurtar, kurtar"
şeklindedir". Böyle söylemeleri son derece şefkatli olmalarından ve
insanlara acımalarmdandır. Buradan anlaşılıyor ki, dualar yapıldığı yere göre
farklılık arzeder, her mevkide, oranın yapısına uygun dua yapılır. "İnsanları
amellerine göre kapar". Yani kötü amellerine göre, yahut ameldeki
derecelerine göre kapar (yakalar, yakar). "Cehennem ateşi
Ademoğlunun secde izeri dışındaki her yerini yer". Bu sözün zahirî
anlamına göre, cehennem ateşi, insanın yedi secde azasını yemez. Bazı âlimler
de böyle söylemişlerdir. Kadı Iyaz ise bu görüşe itiraz ederek: Secde izinden
kastedilen sadece alındır, demiştir. "Sonunda Allahü
Teala ona güler", âlimler dediler ki: Allah'ın ona gülmesi, ondan razı
olması, nimetlerini vermesi ve duasını kabul etmesi anlammadır. "Allahü Teala
'şunlardan şunlardan iste' diye hatırlatma yapar". Yani Cenab-ı Hakk ona
nimetlerinin çeşitlerini sayar, şu şeyden şu şeyden dile, diye kendisine
bildirir. 340.
Muhammed ibnu Rafı, Abdurrezzak'tan, o Ma'mer-'den, Hemmam ibnu Münebbin'in;
'Bunlar Bize Ebu Hureyreduğunu bildirdi. Bunlardan biri şöyledir: Resulullah
ALeyhisselâm buyurdu ki: "Sizden birinin
cennetteki en aşağı mevkisi, ona (Cenab-ı Hakk'ın); Dilekte bulun"
demesidir. O dilekte bulunur, dilekte bulunur. Sonunda (Hakk Teala):
"Dilekte bulundun mu?" diye sorar O: "Evet" der. (Cenab-ı
Allah) : "Dilediklerinin hepsi ve bir o kadarı senindir" diye
buyurur.[2] 341 Hadis-i
Şerif İse
Suveyd ibnu Saîd, Hafs
ibnu Meysere'den, o Zeyd ibnu Es-lem'den, o Ata ibnu Yesar'dan, o da Ebu Saîd
el- Hudrî'den rivayet eder ki,
Resulullah Aleyhisselâm zamanında bazı
kimseler: "Ey Allah'ın
Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görür müyüz? diye sordular. Resulullah
Aleyhisselâm'da: Evet, deyip, "Gündüzün öğle vaktinde, hava açık, gökyüzü
bulutsuz olduğu bir zaman güneşi görmekte zorlanıyor musunuz? Aynı şekilde
ondördüncü gecesinde, hava açıkken gökyüzü bulutsuz olduğu bir zaman da ayı
görmekte zorlanıyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler: "Hayır, Ey
Allah'ın Resulü", dediler. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: İşte bunlardan birini görmekte nasıl zorlanmıyorsanız, Allah Tebareke
ve Teala'yı görmekte de aynı şekilde zorlanmayacaksınız. Kıyamet günü olunca
bir çağına: "Her topluluk kime tapıyor idiyse ona uysun" diye
çağırır. Putlara olsun, dikili taşlara olsun, Allah'tan başka herhangi bir şeye
tapanlardan hiçbiri ortada kalmaksızın hepsi birbiri ardına cehenneme dökülür.
Sonunda iyisi olsun, günahkarı olsun, yalnız Allah'a kulluk edenlerle ehl-i
kitabın artakalanları meydanda kalır. Daha sonra yahudiler çağrılır;
kendilerine: 'Siz neye tapıyordunuz?' diye sorulur. Onlar: 'Allah'ın oğlu
Uzeyr'e tapardık' derler. 'Yalan söylediniz, Allah'ın ne bir eşi ne de bir
çocuğu vardı, siz ne istiyorsunuz?' denilir. Onlar: 'Susadık, ey Rabb'imiz,
bizi sula' derler. Onlara işaret edilir, 'Oraya varmaz mısınız?' denilir.
Cehenneme üşüşürler. Orası bir serap gibidir. Birbirlerini
iteklerler. Peşpeşe cehenneme dökülürler. Sonra hristiyanlar çağrılır.
Kendilerine: 'Siz neye tapıyordunuz?' denilir. 'Biz Allah'ın oğlu Mesih'e
tapardık' derler. Kendilerine: 'Yalan söylediniz, Allah ne bir eş ne de bir
çocuk edindi' denilir. Sonra: 'Siz ne istiyorsunuz?' diye sorulur. Onlar: 'Ey
Rabb'imiz, susadık, bizi sula1 derler. Onlara işaret edilir. 'Oraya varmaz
mısınız?' denilir. Bir serap görmüşcesine cehenneme üşüşürler, birbirlerini
iteklerler. Sonra peşpeşe cehenneme dökülürler. Iyisiyle günahkârıyla ortada,
Allah'tan başkasına kulluk etmeyenlerin dışında kimse kalmayınca, alemlerin
Rabb'i Subhanehu ve Teala, onlara gördükleri suretin en ednâsıyla tecelli eder:
'Siz neyi bekliyorsunuz? Her topluluk taptığı şeye uyuyor' diye buyurur.
Onlar: 'Biz dünyada kendilerine en çok muhtaç olduğumuz zamanda bu insanlardan
ayrıldık, onlarla dostluk kurmadık' derler. Hakk Teala: 'Ben sizin
Rabb'inizim' der Onlar: 'Biz senden Allah'a sığınırız, biz Allah'a hiç bir şeyi
ortak koşmayız' diye iki veya üç kere söylerler. Sonunda içlerinden bazıları
değişecek gibi olur. Cenab-ı Hakk: 'Sizinle O'nun arasında, kendisini
tanımanıza yardımcı olacak bir işaret var mıdır?' diye buyurur. Onlar: 'Evet1
derler. Bacağım açar. Dünyadayken içtenlikle ve gönülden kim secde edivor
idiyse, bunların hepsinin orada da secde etmesine Allah izin verir, hepsi
secdeve varır. Dünyadayken onun bunun korkusuyla veya gösteriş için secde
edenlerin ise, hepsinin sırtındaki kemiklerini Allahü Teala bir tabaka haline
getirir, her ne zaman secde etmek isteseler enselerinin üzerine düşerler.
Secde edenler daha sonra başlarını kaldırırlar, o zaman Allahü Teala'nm tecellisi
ilk gördükleri surete dönmüştür. Hakk Teala: 'Ben sizin Rabb'inizim' diye
buyurur. Onlar: 'Sen bizim Rabb'imizsin' derler. Sonra cehennemin üzerine bir
köprü kurulur ve şefaat yetkisi verilir (Şefaat edenler): 'Ey Allah'ım kurtar,
kurtar' derler. Resulullah Aleyhisselâm'a: 'Köprüden kastedilen nedir?' diye
soruldu. Resulullah Aleyhisselâm da şöyle buyurdu: 'O, gevşek, kaygan bir
şeydir. Üzerinde mengeneler, kerpetenler türünden bir takım şeyler vardır.
Ayrıca Necd bölgesinde yetişen ve Se'dân adı verilen dikenli ağaçlara benzer
dikenleri vardır. Mü'minler oradan , göz bakışı gibi veya yıldırım gibi, yahut
rüzgar gibi, yahut kuş gibi, yahut iyi koşucu at gibi, yahut binek atı gibi
geçerler. Onlardan bir kısmı selametle kurtuluşa erer, bir kısmı birtakım
yaralar alarak geçer, bir kısmı da cehennem ateşine düşer. Nefsim elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, sizden birinin dünyadayken bir hakkının alınması veya
kapalı meselenin açığa çıkması için Allah'a dua ve niyazda bulunması, kıyamet
gününde cehenneme girmiş olan Mü'minlere şefaatçi olmak için Allahü Teala'ya
dua ve niyazda bulunmasından daha şiddetli ve ısrarlı değildir.' Mü'minler
kardeşleri için: "Ey Rabb'imiz, onlar bizimle beraber oruç tutar, namaz
kılar, hacc ederlerdi" derler. Onlara: "Gidin tanıdıklarınızı
çıkarın" denilir. Bunların derileri cehennem ateşine haram kılınır. (Yani
bunlar kardeşlerini çıkarmak üzere cehenneme girdiklerinde cehennem ateşi
onları yakmaz). Pek çok insanı oradan çıkarırlar. Cehennem ateşi bunların
baldırlarının yarısına ve dizlerine kadar ulaşmıştır. Sonra: "Ey
Rabb'imiz, kendileri hakkında bize emir buyurduklarından cehennemde kimse
kalmadı" derler. Hakk Teala: 'Tekrar gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında
hayır bulduklarınızı çıkarın' diye buyurur. Kalabalık bir topluluğu çıkarırlar.
Sonra: 'Ey Rabb'imiz, haklarında bize emir buyurduklarından kimse bırakmadık'
derler. Sonra Yüce Allah: 'Tekrar gidin, kalbinde bir dinarın yarısı
ağırlığında hayır bulduklarınızı çıkarın1 diye buyurur. Kalabalık bir topluluk
daha çıkarırlar. Sonra: 'Ey Rabb'imiz, orada iyilik sahibi hiçbir kimse
bırakmadık' derler. Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki; Eğer siz beni bu hadis
hususunda doğrulamıyorsanız, isterseniz şu ayeti okuyun "Allah bir zerre
ağırlığınca bile zulmetmez, eğer iyilik olursa onu kat kat yapar, ve kendi,
katından büyük bir karşılık verir". Allah Azze ve Celle bütün bunlardan sonra:
'Melekler şefaat etti, Peygamberler şefaat etti, Mü'minler şefaat etti, sadece
rahmet edicilerin en merhametlisinin şefaati kaldı' diye buyurur. Bundan sonra
cehennemden bir avuç (Kabza) alır, oradan hiç hayır nedir bilmeyen bir
topluluk çıkarır. Bunlar kömürleşmiş bir haldedirler. Bunları cennetin
girişlerinde bir nehire atar. O nehire 'hayat nehri1 denilmektedir. Selin
getirdiği yığındaki tanenin çıkması gibi oradan çıkarlar. Görmez misiniz, taşın
veya ağacın güneş yönüne gelen tarafı hafif sararmış ve yeşilimsi olarak
görünür. Gölge tarafına gelen kısmı ise beyaz olur. Oradakiler: 'Ey Allah'ın
Resulü, sen âdeta, sahrada çobanlık yapmış gibisin1 dediler. Resulullah
Aley-hisselâm sözüne şöyle devam etti: İnci gibi çıkarlar. Boyunlarında
mühürler vardır. Cennet ehli onları tanır. Bunlar Allah'ın azadlılarıdır,
işledikleri bir amel olmaksızın, önden gönderdikleri bir hayır bulunmaksızın
Allah onları cennete koymuştur. Sonra Cenab-ı Allah onlara: 'Cennete girin,
gördükleriniz sizindir1 diye buyurur. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, alemlerden kimseye
vermediklerini bize verdin' derler. 'Size Benim katımda bundan daha üstünü
vardır' denilir. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, bundan daha üstün ne olabilir' derler.
Yüce Allah: 'Rızam, artık bundan sonra Ben ebediyen size kızmam' diye buyurur" Bir rivayette
"Hiçbir amel işlemeksizin, hiçbir hayır göndermeksizin Allah bunları
cennetine koydu. Onlara: 'Bu gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir'
denilir" diye ilave vardır. [3] 34L Hadisin
Şerhi:
"Orası bir serap
gibidir. Birbirlerini iteklerler". Yani kafirler susamış vaziyette
cehenneme gelirler. Onu su zannederler, içine atlarlar. Oranın ateşinin şiddeti
dolayısıyla birbirlerini iterler. "Alemlerin Rabb'i
onlara gördükleri suretin en ednâsıyla tecelli eder". Suret, sıfat
anlammadır. "Gördükleri" ise bildikleri anlamına gelmektedir. Yani
Mü'minlerin dünyadayken bildikleri sıfatlar kastediliyor. Allahü Teala hiçbir
şeye berîzetilemez. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. Mü'minler kıyamette önce
Hakk Tea-la'nm, bildikleri sıfatının dışında bir sıfatla tecelli ettiğini (veya
daha önce geçtiği gibi meleklerinden birinin tecelli ettiğini) görürler. Bu
yüzden ondan Allah'a sığınırlar ve iki ya da üç kere: Biz Allahü Teala'ya
hiçbir şeyi ortak koşmayız, derler. "Bacağını
açar". îbnu Abbas ve dil âlimlerinin geneli buradaki "bacak"
kelimesini 'şiddet' olarak tefsir etmişlerdir. Yani şiddet ve korkulu durum
ortaya çıkar. Bu Arapların şiddetli durumlar için kullandığı bir darb-ı
meseldir. Bunun için: "Savaş bacak üstüne koptu" derler. Bunun da
aslı şudur: İnsan şiddetli bir durumla karşılaşınca, sıkıntılı bir durum
görünce, kollarını sıyırır ve baldırlarını açar. "Bir kısmı
selametle kurtulur, bir kısmı birtakım yaralar alarak geçer, bir kısmı da
cehennem ateşine düşer". Yani oradan (sırattan) geçenler üç derece
olurlar: Bazıları hoşlanmayacakları bir durumla karşılaşmaksızm selametle
geçerler, bazıları birtakım yaralar alır sonunda geçer ve kurtuluşa ererler,
bazıları da kapılıp cehennem ateşine atılır. "Sizden birinin
dünyadayken bir hakkının alınması veya bir kapalı meselenin
açığa çıkması içi Allahü
Teala'ya dua ve niyazda bulunması, kıyamet gününde cehenneme
girmiş olan Mü'minlere şefaatçi olmak için Allahü Teala'ya dua ve niyazda bulunmasından
daha şiddetli ve ısrarlı değildir." Yani sizden birinin dünyadayken başına
bir iş geldiğinde veya bir durum anlaşılmaz hâl aldığında bunun açığa çıkması,
haklının haksızın belli olması için Allah'a dua eder ve bunu çok ileri götürür.
Ancak kıyamet gününde, birinizin cehenneme girmiş olan Mü'min kardeşlerine
şefaatte bulunmak için ettiği dua ve niyaz bundan daha ileri derecede ve daha
ısrarlı olacaktır. Bu hadisin diğer
rivayetlerinden bazılarında ise bu mesele, insanın dünyadayken hakkım almak
için gösterdiği ısrar ile temsil ediliyor. Bu rivayetlerde geçen şekli ile ise,
ibarenin manası şöyle olmaktadır: Dünyadayken sizden birinin birinde hakkı
olduğu zaman bunu almakta son derece ısrarlı davranır ve gayet çok uğraşır.
Ama kıyamet gününde cehenneme girmiş olan kardeşlerine şefaat için Allah'a dua
ve niyazda bulunması bundan daha ısrarlı ve şiddetli olacaktır. (Nevevî'nin
Sahih-i Müslim Şerhinden). "Cehennemden bir
avuç alır", Yani cehennemde azab görenlerden bir topluluğu biraraya
getirir, onları cehennemden çıkarır. Bunlar iman etmekle birlikte hiçbir
hayırlı amel işlememiş olanlardır. ' "Oradakiler:
"Ey Allah'ın Resulü sen adeta sahrada çobanlık yapmış gibisin,
dediler". Yani Resulullah Aleyhisselâm sahranın bitkilerini ve diğer
şeylerini o kadar güzel vasfediyordu ki, âdeta sahrada bulunmuş, oraları çok
iyi incelemiş bir kimse zannedilirdi. "Boyunlarında
mühürler vardır". Et-Tahrir müellifi diyor ki: Burada mühürler ile
kastedilenler, onların tanınması için boyunlarına asılan şeylerdir.
Sadelikleri, temizlikleri, yüzlerindeki sevinç ve güzellik dolayısıyla da
"inci gibi" olarak vasfedilmişlerdir. Çünkü artık üzerlerinde ateş ve
yanık izi kalmayacaktır. En doğru olanı Allah bilir. "Bunlar Allah'ın
azadlılarıdırlar". Yani bir kimsenin şefaati ile olmaksızın, Allahü
Teala'nm kendi fazlı ve ihsanı ile çıkarılan bu kimselere cennettekiler
"Bunlar Allah'ın azadlılandır" derler. "İşledikleri bir
amel, önden gönderdikleri bir hayır olmaksızın Allah onları cennete
koymuştur". Yani Allahü Teala, onları sadece imanları dolayısıyla, iman
dışında hiçbir güzel amelleri-bulunmamasına rağmen cennete koymuştur. "Şu
gördüklerinizin hepsi sizindir". Yani gördüklerinizin mülkiyeti ve ondan
istifade hakkı size aittir. Onlar sadece kendilerine ayrılan nimetleri
göreceklerdir. "Ey Rabb'imiz
alemlerden kimseye vermediklerini bize verdin". Yani cehennemliklere
vermediğini bize verdin. Ama kendilerinden önce cennete girmiş olan
cennetlikler, elbette onlardan daha çok nimete sahip olurlar. Onlar bu sözü zan
üzere de söylemiş olurlar. Çünkü o anda kendilerine verilen şey gözlerine büyük
görünür. "Size benim
katımda bundan daha üstünü vardır" sözünü duyunca, kendilerine verilenin
üstünde, hissedilir bir nimet nasıl olur diye hayret ederler. Allahü Teala da,
kendilerinden razı olduğunu ve bir daha ebediyen onlara gazab etmeyeceğini
bildirir. Elbetteki Allahü Teala'nın rızası nimetlerin en büyüğüdür. Nitekim
Kur'an-ı Kerim'de de: "Allah'ın onlardan razı olması ise hepsinden
büyüktür. îşte büyük kurtuluş budur" diye buyuruyor. (Ne-vevî'nin Sahih-i
Müslim Şerhi). 342. İmam Müslim,
Kastallanî'nin Hamişine göre C.2, s.l28'de, "Şefaatin İsbatı ve Tevhid
Ehlinin Cehennemden Çıkarılması" başlıklı babda şöyle demektedir: Harun ibnu Saîd
el-Eyll, Abdullah ibnu Vehb'den, o Malik ibnu Enes'den, o Amr ibnu Yahya ibni
İmare'den, o babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Allahü Teala
cennet ehlini cennete sokar, dilediğini de kendi rahmeti ile sokar. Cehennem
ehlini de cehenneme sokar. Sonra: "Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında
iman bulduğunuzu (cehennemden) çıkarın" diye buyurur. Bunlar kömürleşmiş,
kavrulmuş bir vaziyette çıkarılırlar. Hayat ırmağına atılırlar. Selin kenarındaki
tanenin bitmesi gibi orada biterler ( hayat bulurlar ) Onu görmediniz mi nasıl
sarı kıvrak bir şekilde çıkar".[4] 342. Hadisin
Şerhi:
Şefaatin Hak Olması ve
Tevhid İnancına Sahip Olanların Cehennemden Çıkarılması Hakkındaki Şerh
(Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhinden) îmam Nevevî
Rahmetullahi Aleyh şöyle diyor: Kadi Iyaz Rahmetullahi Aleyh diyor ki; ehli
sünnet mezhebine göre Şefaat aklen mümkündür, sem'î delillerle (yani Kur'an ve
sünnette yer alan deliller) de hak olduğu kesindir. Bu Yüce Allah'ın şu ayet-i
kerimesinde gayet açık olarak bildiriliyor: "O gün Rahman'm izin verip
sözünden hoşlandığı kimseden başkasının şefaati fayda vermez". Yine şu ayet-i kerime
de şefaatin hak olduğunu bildirmektedir-."Allah'm razı olduğundan
başkasına şefaat edemezler" Bunun örneklen çoktur. Resulullah
Aleyhisselâm'dan doğru ve hak olarak rivayet edilen haberler şefaatin
olacağını bildiriyor. Resulullah Aleyhisselâm'dan şefaatle ilgili olarak
rivayet edilen hadisler sayı itibariyle tevatür derecesine ulaşacak
miktardadır. Şefaat Mü'minlerin günahkarları için olacaktır. Selef âlimleri de,
halef âlimleri de onlardan sonra gelen diğer ehl-i sünnet âlimleri de şefaatin
hak olduğu üzerinde icma etmişlerdir. Hariciler ile
mutezileden bazıları ise şefaati kabul etmemektedirler. Onlar kendi
mezheplerince büyük günah işleyenlerin ebedî cehennemde kalacaklarını ileri
sürmüşlerdir. Bu iddialarında ise "Onlara şefaatçilerin şefaatleri de
fayda vermez" mealindeki ayet-i kerimeyi delil göstermektedirler. Delil
olarak gösterdikleri bir diğer ayet-i kerime de: "Zalimlerin ne bir dostları
ne de iteat edilir bir şefaatçileri olur" mealindeki ayet-i kerimedir. Bu
ayetler ise kâfirler hakkındadır. Şefaatle ilgili hadisleri asıl anlamından
son derece uzaklaştırarak te'vil etmeleri ise, batıldır, yanlıştır. Bu kitapta
ve daha başka kaynaklarda geçen hadis-i şerifler onların mezheblerinin batıl
olduğunu ve Allah'a ortak koşmayarak, küfre düşmeyerek iman üzere ölenin
cehennemden çıkarılacağını göstermektedir. Ancak şefaat beş
kısımdır: Birincisi:
Bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa Aleyhis-selâm'a has kılınmış olan
şefaattir ki, o da mahşerde insanlar arasında hüküm verilmesi, insanların uzun
süre beklemekten dolayı içine düştükleri sıkıntıdan kurtarılmaları ve hesapta
acele edilmesi için olacaktır. ikincisi:
Bazı toplulukların hesapsız olarak cennete girmesi için olan şefaat. Bu
şefaatin de Peygamberimiz Aleyhisselâm'a ait olduğu bildirilmiştir. Bununla
ilgili hadis Sahih-i Müslim'de geçmektedir. Üçüncüsü:
Cehenneme girmelerine hüküm verilmiş olanlar hakkında olan şefaat. Bunun için
Peygamberimiz Aleyhisselâm şefaat edeceği gibi, salih kullar içinden Allahü
Teala'mn dilediği kimseler de şefaat
edebileceklerdir. Dördüncüsü: Günahkarlardan cehenneme
girmiş olanlar hakkındaki şefaat.
Burada geçen hadisler, bu kimselerin Peygamberimiz Aleyhisselâm'm, meleklerin
ve salih Mü'min kardeşlerinin şefaati ile bunların cehennemden
çıkarılacaklarını bildirmektedir. Sonunda Allahü Teala "Allah'tan başka
ilah yoktur" diyerek buna inanan herkesi cehennemden çıkaracaktır. Hadiste
bildirildiği gibi orada kâfirlerden başkaları kalmayacaktır. Beşincisi:
Cennete girenlerin oradaki derecelerinin yükseltilmesi için olan şefaat. Bu
şefaati ve haşr esnasında olan şefaati mutezile inkâr etmemektedir. Kadı Iyaz diyor ki:
Selef-i salihinden bildirilen pek çok haberden anlaşıldığına göre, onlar,
Peygamberimiz Aleyhisselâm'm şefaatini dilemişler ve bunu arzuladıklarını
ifade etmişlerdir. Bu bakımdan: "Bir kimsenin Allahü Teala'dan Muhammed'in
şefaatini dilemesi mekruhtur. Çünkü bu şefaat günahkarlar için olacaktır."
diyenin sözüne itibar edilmez. Çünkü onun şefaati aynı zamanda, hesabın kolay
olması, cennetteki derecelerin arttırılması için de olacaktır. Ayrıca her akıl
sahibi, günahlarını itiraf eder, mağfirete ihtiyacı olduğunu bilir, amellerine
güvenmez ve helake uğrayanlardan olmaktan korkar, [5] 343. Müslim,
Kastallanî'nin Hamişine göre, C.2, s,131'de, yine aynı babda şu hadise yer
veriyor: îmanı Müslim
Rahmetullahi Aleyh der ki: Nasr ibnu Ali el-Cehdemî, Bişr yani ibnu
Mufaddal'dan, o Ebu Mesleme'den, o Ebu
Nadla'dan, o da Ebu Saîd Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhiselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Cehennemin
sürekli kalıcıları olanlara gelince onlar, orada ne ölürler ne de yaşarlar.
Ancak günahları sebebiyle cehenneme düşmüş olan insanları, cehennem ateşi bir
ölümle öldürür, ta ki kömür haline geldiklerinde şefaat için izin verilir.
Onlar, ölüler halinde getirilirler, Cennetin ırmaklarına atılırlar. Sonra: Ey
Cen- net ehli, onların üzerine akıtın, denilir, onlar selin getirdiği yığında
bulunan tanenin bitmesi gibi biterler. Bir adam dedi ki: Re-sulullah
Aleyhisselâm Bunları anlatırken âdeta sahrada gibiydi (yani sahra ahalisi gibi
her şeyi gayet güzel örneklendirerek ve sahradaki benzerleri ile açıklayarak
anlatıyordu). [6] 34a Hadisin
Şerhi:
"Cehennemin sürekli
kalıcıları orada ne Ölürler ne de yaşarlar." Bunun manası şudur: Cehennem
ehli olan ve orada sürekli kalmayı haketmiş olan kafirler, onlar orada ebediyen
ölmezler, ancak bununla beraber kendilerine fayda sağlayacak ve rahatlık verecek
bir hayrat ile de yaşamazlar. Nitekim Yüce Allah Kür'an-ı Ke-rim'de:
"Onlara orada ne ölümle hükmedilir ki Ölsünler ve ne de onlardan cehennem
azabı biraz hafifletilir. îşte Biz her nankör kafiri böyle
cezalandırırız." Bir başka ayet-i kerimede de: "Orada ne ölür, ne de
yaşar" diye buyuruluyor. Ehl-i hak mezhebine göre, cennet ehlinin nimetleri
devamlıdır, sonsuza kadardır. Cehennemde sürekli kalmayı
haketmiş olanların azabı da aynı şekilde devamlıdır. "Ancak günahları
sebebiyle cehenneme düşmüş olan insanları..." Bunun manası şudur:
Mü'minlerin günahkarları Allah'ın dilediği kadar bir süre azab gördükten sonra,
Allahü Teala onları öldürür. Bu öldürme gerçek manada bir öldürmedir. Bu ölümle
duyguları da gider. Azablan günahları miktarınca olur. Sonra Allah onları
öldürür. Sonra hiçbir şey hissetmez halde cehennemde tutulurlar. Allah'ın
dilediği kadar bir süre bu halde kalırlar. Sonra cehnnemden ölü olarak,
kömürleşmiş vaziyette ve grup grup çıkarılırlar. Cennetin nehirlerine
atılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. O su ile hayata kavuşurlar, selin
artığındaki tanenin bitmesi gibi, hızlı bir şekilde ve zayıf halde biterler.
Bu taneden biten bitki, zayıflığı sebebiyle sarı ve kıvrak olur. Onlar aynen
böyle olurlar. Sonra güç ve kuvvetleri artar ve cennetteki evlerine giderler,
durumları düzelir. Hadisin zahirî anlamından anlaşılan budur. Kadı Iyaz buradaki
ölüm hakkında iki durumdan sözetmiştir. Birincisi, bu ölümün gerçek manada bir
ölüm olduğu; ikincisi ise, bu ölümün gerçek manada bir ölüm olmayıp, duyguların
kaybolması sebebiyle, acıların hissedilmemesi halidir. Acıların hafiflemesi
de söz konusu olabilir, diyor. Bu hadisin şerhini yapan Nevevî ise; gerçek
manada ölümün olması daha kuvvetli ihtimaldir, diyor. Nevevî'nin Sahih-i Müslim
Şerhinden 344. İmam
Müslim, Kastallanî'nin Hamişine göre, s. 133'de yine aynı babda şöyle diyor: Osman ibnu Ebi Şeybe
ve İshak ibnu İbrahim el-Hanzalî her ikisi birden Cerir'den rivayet
etmişlerdir. Osman der ki: Cerir bize Mansur'dan, o İbrahim'den, o Abideden, o
da Abdullah ibnu Mes'ud Radıyallahü Anh'den rivayet etti. Bunların
rivayetlerine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: "Ben cehennemden
en son çıkacak kişiyi ve cennete en son girecek kişiyi bilirim. Cehennemden en
son çıkacak olan, sürünerek o-radan çıkar. Âllahü Teala ona: Git, cennete gir,
der. Bu kişi cennete gelir, orasını dolmuş zanneder. Geri döner. "Ey
Rabb'im, orasını dolmuş halde buldum, der. Allahü Teala bu kez; Git, cennete
gir, senin için dünya kadarı ve onun on katı yahut dünyanın on katı kadarı
vardır, der. Adam: Benimle alay mı ediyorsun, veya, bana gülüyor musun? Oysa
Sen mülkün gerçek sahibisin, der. Ravi der ki: Resulullah Aleyhisselâm'm bu
sözle birlikte ön dişleri görünürcesine
göldüğünü gördüm. Sonra buyurdu ki: Bu cennetin en aşağı derecesidir,
denilirdi". [7] 345. İbnu
Mes'ud'un bir başka rivayetinde şöyle deniliyor: "(baş kısım
söylendikten sonra) : En son çıkan adam, yüzüstü sürünerek oradan çıkar. Ona:
Çık, cennete gir, denilir. Adam gider, cennete girer, insanların hepsinin bir
mesken tutmuş olduklarını görür. Ona: Orada bulunduğun zamanı hatırlıyor
musun? denilir. Adam: Evet, der. "Dile" denilir. Adam diler,
kendisine: "Dilediğin ve dünyanın on katı kadarı senindir" denilir
Adam: "Mülkün sahibi olan sen, benimle alay mı ediyorsun?" der. Ravi
der ki, Resulullah Aleyhisselâm'm bu sözde azı dişleri görünürcesine göldüğünü
gördüm[8] 344 - 345.
Hadislerin Şerhi:
"Benimle alay mı
ediyorsun, veya, bana gülüyor musun?". Buradaki tereddüt ravidendir. Yani
bu iki ifadeden hangisinin söylendiğinde tereddüt ettiği için her ikisini de
söylemiştir. Ancak her ikisi de aynı manayı ifade etmektedir. Çünkü alay eden,
güler. Gülmek, yerine göre
alay etmek manasına kullanılır. Ancak "Alay mı ediyorsun?" sözü
hakkında üç ayrı görüş ileri sürülmüştür: Birincisi: O
cümle, lafizsız olarak, söz anlamında bir mukabele olarak ağızdan
çıkıvermiştir. Çünkü, birkaç kez Allahü Teala'ya kendine verilenden başka bir
şey istemeyeceği üzere söz vermiş, sonra sözünde durmamıştır. Onun bu sözünde
durmaması, alay yerine konmuş, alayın cesazı da alay olarak isimlendirilmiş, bunun
için adam "benimle alay mı ediyorsun?" yani "beni nimetlerine
tama ettirerek mi cezalandırıyorsun?" demiştir. İkincisi:
Bunun anlamı Allah Teala hakkında alayın mümkün olamayacağının ifadesidir. Adam
bir bakıma "Biliyorum ki, Sen benimle alay etmezsin, çünkü Sen âlemlerin
Rabb'isin, bana verdiklerinin hepsi haktır. Ancak hayreti gerektiren bir şey
ki, ben bunları lıaketmiş değilken, Sen bana bu nimetleri verdin." demiş
olmaktadır. . Üçüncüsü: Bu
görüş Kadı Iyaz'm ortaya attığı görüştür. Şöyle diyor: Bu sözün o adam
tarafından söylenmiş olması, kendisinde meydana gelen sevincin en güzel
ifadesidir. Sevincinin çokluğu sebebiyle ne diyeceğini şaşırıyor, sevinç ve
hayret içinde bu sözü söylüyor. Yoksa esasında bu sözün anlamına kendisi de
inanıyor değildir. Dünyadayken insanlarla konuşması esnasındaki âdeti üzere
dilinden bu söz çıkmıştır. Bu, âdeta Resulullah Aleyhis-selâm'm başka bir
hadisinde, bir başka adamın, sevincinden ne diyeceğini şaşırıp "sen benim
kulumsun, ben senin Rabb'inim" demesi hakkında bildirildiğine
benzemektedir. En doğru olanını bilen ise
ancak Allah'tır. Hadiste bildirildiği
şekilde Resulullah Aleyhisselâm'm gülmesi, bazı yerlerde gülmenin caiz olduğunu
göstermektedir. Ancak bu gülme, kişinin şahsiyetine dokunmayacak, hakir duruma
düşürmeyecek derecede olmalıdır. Alışılmış bir sınırı aşmamalıdır. "Senin için dünya
kadarı ve onun on katı yahut dünyanın on katı kadarı vardır" ifadesi bir
başka rivayette "Sana istediğin ve dünyanın on katı vardır" olarak
geçiyor. Bu iki rivayetteki ifadeler aynı anlamdadır. Bunlardan biri diğerini
tefsir etmektedir. Kastedilen anlam ise çok çok nimetin verileceğidir.
Dilcilerin ifade ettiği üzere, bir şeyde şu kadar katı denildiği zaman bu,
genelde o şeyin çokluğu manasına kullanılır. Buradaki çokluk, yani
nimetin çokluğu, hadisin diğer rivayetlerinde daha farklı şekillerde ifade
edilmektedir. Ancak hepsindeki mana aynıdır. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim
Şerhinden). 346 Sahih-i
Müslim'deki, şefaat hadisi ve cennete en son girecek olanla ilgili rivayetlerin
devamı olan bir başka hadiste İmam Müslim Rahmetullahi Aleyh şöyle diyor: Ebu Bekir ibnu Şeybe
Hammad ibnu Seleme'den, o Sabit'ten, o Enes'ten, o da Abdullah ibnu Mes'ud
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini
bildirmiştir: "Cennete en son
giren kişi, bazen yürüyen bazen tökezleyip düşen bir adamdır. Bunu bazen ateş
sarar, onu geçince, o tarafa doğru bakıverir: "Şanı yüce olan Allah beni
senden kurtardı, Allah öncekilerden ve sonrakilerden kimseye vermediğini bana
verdi" der. Onun önüne bir ağaç çıkarılır. "Ey Rabb'im beni bu ağaca
yaklaştır, onun gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim," der. Allah
Azze ve Celle: Ey Ademoğlu, olur ki Ben sana bunu verirsem, sen başka bir şey
istersin, diye buyurur. Adam: Hayır, Ey Rabb'im, der ve kendisinden başka bir
şey istemeyeceğine dair Allah'a ahid verir. Allahü Teala da, onda bu şeye karşı
sabır olmadığını bildiği için, onu mazur
görür.- Onu o ağaca
yaklaştırır, gölgesinde gölgelenir,
suyundan içer. Sonra önüne bir başka ağaç çıkarılır. Bu birinciden daha
güzeldir, "Ey Rabb'im beni bu ağaca yaklaştır, suyundan içeyim, gölgesinde
gölgeleneyim. Senden başka bir şey istemeyeceğim" der. Allahü Teala:
"Benden başka bir şey istemeyeceğine dair ahid vermemiş miydin? Olur ki,
seni ona yak-laştırırsam Benden başkasını istersin" diye buyurur. Rabb'i
Teala, onda ona karşı sabır olmadığını bildiği için, kendisini mazur görür ve
istediği ağaca yaklaştırır. Gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra cennet
kapısı yakınında ona karşı bir ağaç çıkarılır. Bu ilk ikisinden daha güzeldir.
Adam: "Ey Rabb'im beni ağaca yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan
içeyim, Senden başka bir şey istemeyeceğim" der. Yüce Allah: Ey Ademoğlu,
Benden, başka bir şey istemeyeceğin üzere ahid vermemiş miydin? diye buyurur.
Adam: Evet, Ey Rabb'im, ama bunu istiyorum, başka şey istemeyeceğim, der.
Rabb'i Teala, onda ona karşı sabır olmadığını bildiği için, kendisini mazur
görür, onu o ağaca yaklaştırır. Ağaca yaklaşınca, cennettekilerin seslerini
duyar. "Ey Rabb'im beni oraya sok" der. Yüce Allah, bunun üzerine
şöyle buyurur: Sen benden daha ne kadarını istiyorsun? Sana dünyayı ve bir o
kadarım versem, seni memnun eder mi? Adam: Ey Rabb'im, benimle alay mı
ediyorsun, Sen ki bütün âlemlerin Rabb'isin, der. Ravi îbnu Mes'ud burada güldü
ve : Niçin gültüğümü sormuyor musunuz diye söyledi? Oradakiler : Niye güldün?
diye sordular. Şöyle cevap verdi: Resulullah Aleyhisselâm da böyle göldü ve "Ne
için gülüyorsun, Ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. "Kulun 'Sen
bütün âlemlerin Rabb'i iken benimle alay mı ediyorsun?' demesi üzerine
âlemlerin Rabb'inin gülmesine gülüyorum" diye buyurdu. Hakk Teala şöyle
buyurur: Ben seninle alay etmiyorum, sana ben istediğim her şeyi yapmaya
kadirim". Ben derim ki: Buraya
kadar, imam Müslim'in Sahih'ine aldığı rivayetlerin önemli bir kısmını
naklettim. Geriye daha pek çok rivayet kaldı. Bunların büyük bir kısmı burada
naklettiklerime göre pek önemli bir farklılık ihtiva etmiyorlar. Dolayısıyla bu
kadarını vermekle yetiniyorum. Burada verdiklerimde
birtakım ilaveler ve uslub açısından farklılıklar bulunmaktadır ki, diğer
rivayetlerin verilmesiyle bunlar ortaya çıkmaz. Bunu bildiğimiz için bu
konudaki rivayetleri böyle çok verdik. Yalnız burada
zikretmediğimiz bazı rivayetlerde bir fazlalık bulunmaktadır ki, onu burada
vermek gerekmektedir. O da şöyledir: Buyurdu: "Sonra
evine girer. Yanma hûr-i îyn'den iki eşi girer. "Seni bizim için yaşatan
ve bizi senin için yaşatan Allah'a hamdol-sun" derler. Adam da şöyle der:
Bana verilen gibisi bir kimseye verilmiş değildir".[9] 346. Hadisin Şerhi
Gülme fiilinin Hakk
Teala'ya nisbet edilmesi konusunda da, önceki hadislerin şerhinde yeterince
açıklama yapılmıştı. Bilindiği üzere bununla kastedilen, Hakk Teala'nm
kullarından rahmete mazhar kılmak dilediğine rahmet etmesi, ondan razı olması
ve onun için hayır dilemesidir. "Seni bizim için
yaşatan ve bizi senin için yaşatan Allah'a hamd olsun". Yani: Seni bizim
için, bizi de senin için yaratan, sonra bizi, içi sürekli neşe ve sevinçle dolu
olan bu evde birleştiren Allah'a hamdolsun. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim
Şerhi'nden). Sünen-İ Nesâîden
Şefaat Hadisi
347.
'İman'da Fazlalık" babı Ebu Saîd el Hudrî
Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir: "Sizden birinizin
dünyada hak için. mücadelesi, Mü'minlerin kıyamette, cehenneme giren
kardeşlerinin oradan çıkarılması için, Rabb'leri indindeki tazarru ve
niyazlarından daha şiddetli ve ısrarlı olamaz. Mü'minler: "Ey Rabb'imiz,
kardeşlerimiz, bizimle beraber namaz kılarlardı, oruç tutarlardı. Bizimle
haccederler di. Onları cehenneme koydun" derler. Yüce Allah: 'Gidin,
onlardan tanı diki arınızı çıkarın' diye buyurur. Onlar oraya varırlar, onları
sımalarından tanırlar. Onlardan bazılarının baldırlarının yarısına kadar ateş
ulaşmıştır. Bazılarının topuklarına kadar ulaşmıştır. Onları çıkarırlar.
"Ey Rabb'imiz, haklarında bize emir buyurduklarını çıkardık" derler.
Allahü Teala: "Kalplerinde bir dinar ağırlığında iman bulunanları da
oradan çıkarın" diye buyurur. Sonra "Kalbinde yarım dinar
ağırlığında iman bulunanları çıkarın" diye buyurur. En sonunda
"Kalbinde bir zerre miktarınca iman, bulunanları da çıkarın" diye
buyurur. "Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki: İnanmayan şu ayeti okusun: "Allah kendisine
ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği için bağışlar. Allah'a
ortak koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.[10] 347. Hadisin
Şerhi:
"Sizden birinizin
dünyada hak için mücadelesi, Mü'minlerin kıyamette cehenneme giren
kardeşlerinin, oradan çıkarılması için Rabb'leri indindeki tazarru ve
niyazlarından daha şiddetli olamaz". Yani, sizden birinin dünyada bir hakkı olursa, bu kesin olarak ortaya
çıkarsa onu almak için mutlaka uğraşır, hasmına karşı savunmada bulunur, o
hakkını alıncaya kadar uğraşır. / Mü'minler de,
cehennemden kurtulmalarına rağmen; Mü'min kardeşlerinden bazıları cehennemde
kalınca, Rabb'lerinden onların da kurtarılmasını dilerler. "Ey Rabb'imiz
bunlar bizim kardeşlerimizdir, bizim gibi Mü'min idiler, bizimle birlikte namaz
kılar, oruç tutar, haccederler di, Ey Rabb'imiz Senin rahmetin her şeyi
kuşatmıştır. Şu kardeşlerimize rahmet eyle" derler. îşte Mü'minin dünyada
hak almak için verdiği mücadele, ahi-rette Mü'minlerin, cehennemde kalan Mü'min
kardeşlerinin çıkarılması için verdikleri uğraşıdan daha ısrarlı olamaz.
Bilakis ahiretteki uğraşı ve
mücadele daha ısrarlı olur. Bu olayla da, Allahü
Teala'nın Mü'min kulları üzerindeki fazlının çokluğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü
Mü'min kullarına, azabdaki kardeşlerinin kurtarılması için bir ümit ve aşk
ateşi vermiştir. Mü'minler reca kapısının açık olduğunu yakînen bildikten
sonra, ancak sö'zkonusu uğraşılarına başlarlar. Yani onların Mü'min kardeşlerine
şefaat için kendilerine izin verileceği muhakkaktır. Hakk Teala ayet-i
kerimesinde : "O'nun katında O'nun izni olmadan kim şefaat
edebilir" diye buyuruyor. Bu hadis; aynı zamanda
Mü'minlerin birbirlerine karşı son derece merhametli olacaklarına işaret
ediyor. Çünkü Mü'minlerden kurtulanlar azabda olanlara acıyacaklardır. Ey Allah'ım bizim için
Peygamberimiz Muhammed Aleyhis-seiâm'ı şefaatçi kılmam ve bizden razı olmanı
diliyoruz. Amin. (Nevevfnin Sahih-i Müslim
Şerhinden). SÜNEN-İ Tirmizrden
ŞEFAAT HADİSİ
348. Şefaatle ilgili rivayetler babı, C.2, s.80 ve
sonrası Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet edilmiştir: "Resulullah
Âleyhisselâm'a et yemeği getirildi, ön ayak kısmı Ona takdim edildi, onu yedi.
Bu kısım kendisinin hoşuna giderdi, iştahla yedi. Sonra şöyle buyurdu: Ben
kıyamet gününde insanların efendisiyim. Bunun neden olduğunu biliyor musunuz?
Allah öncekileriyle sonrakilefiyle bütün insanları bir meydanda toplar. Çağıran
sesini onlara duyurur. Göz onları bütünüyle görür. Güneş onlara yaklaşır.
Üzüntü ve kederleri güç yetiremeyeçekleri bir dereceye ulaşır. İnsanlar
birbirlerine: 'Başınıza gelenleri görmüyor musunuz? Rabbiniz katında sizin için
şefaatte bulunacak birini araştırmaz mısınız?' derler. Sonra yine
birbirlerine: 'Adem Âleyhisselâm'a gidin' derler. Adem Âleyhisselâm'a gelirler:
'Sen bütün insanlığın babasısm, Allah Seni kendi eliyle yarattı, sana kendi
ruhundan üfledi, meleklere emir verdi sana secde ettiler, Rabb'in katında bize
şefaatçi ol.içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun? Başımıza gelen hali
görmüyor musun?' derler. Adem Aleyhisselâm: 'Rabb'im bu günde öyle gadablandı
ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildir, bundan sonra da benzer
şekilde gadablanmaz. O beni ağaca yaklaşmaktan menetti, ben se ona isyan
ettim.. Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin der-dindeyim, nefsimin derdinde. Siz
benden başkasına gidin. Nuh Aleyhisselâm'a gidin' der. Nuh Aleyhisselâm'a
gelirler: 'Ey Nuh, sen yeryüzü ahalisine Resul sıfatıyla gönderilenlerin
ilkisin. Allah seni 'çok şükreden kul' olarak isimlendirdi. Rabb'in katında
bize şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz durumu görmüyor musun? Başımıza geleni
görmüyor musun?' derler. Nuh Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bu günde öyle gadablandı
ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildir, bundan sonra da benzer
şekilde gadablanmaz. Benim kavmim hakkında bir duam oldu. Ben nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdindeyim, nefsimin derdinde. Siz benden başkasına gidin. Ibrahime
gidin' der. ibrahim Aleyhisselâm'a gelirler: 'Ey îbrahim, sen Allah'ın
Peygamberi ve yeryüzü ehli içinden yakın. dostusun. Rabb'in katında bizim için
şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?' derler. îbrahim
Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bu gün Öyle gadablandı ki, bundan Önce benzer şekilde
gadablanmış değildi, bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz. Ben üç yerde
yalan söyledim -bunları, Ebu Hayyân, hadisinde bildirmiştir-. Ben nefsimin
derdindeyim, nefsimin derdindeyim, nefsimin derdinde. Siz benden başkasına
gidin, Musa'ya gidin' der. Musa Aleyhisselâm'a gelirler: 'Ey Musa, sen Allah'ın
Resulüsün. Allah, seni Peygamberlik vermek ve seninle konuşmak suretiyle diğer
insanlara üstün kıldı. Rabb'in katında bizim için şefaatçi ol. içinde
bulunduğumuz hali görmüyor musun?' derler. Musa Aleyhisselam'da: 'Rabb'im
bugün öyle gadablandı ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildi,
bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz. Ben öldürmekle emrolun-madığım
halde bir kişiyi öldürdüm. Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdinde. Siz benden başkasına gidin, İsa'ya gidin' der. Isa
Aleyhisselâ'a gelirler: 'Ey İsa, sen Allah'ın Resulü ve Meryem'e ilka ettiği
kelimesisin ve O'ndan bir ruhsun, insanlarla beşikte iken konuştun. Rabb'in
katında bizim için şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz hali görmez misin?' derler.
Isa Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bugün öyle gadablandı ki, daha önce benzer
şekilde gadablanmış değildi, bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz' der.
Bir hatasını hatırlatmaksizm: 'Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdinde, siz benden başkasına gidin, Muhammed Aleyhisselâm'a gidin'
der. Peygamber Aleyhisselâm sözüne şöyle devam etti: Sonra, Mu-hammed'e
gelirler: 'Ey M-uhammed, sen Allah'ın Resulüsün, Peygamberlerin sonuncususun.
Senin hatalarından öncekiler ve sonrakiler bütünüyle bağışlandı. Rabb'in
katında bizim için şefaatçi ol. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?'
derler. Ben çıkar, Arş'm altına gelirim. Rabb'im için secdeye kapanırım. Sonra
Allahü Teala bana güzel hamd ve övgü sözlerinden bazılarını bildirir.
Bunları" benden önce kimseye öğretmemiştir. Sonra: "Ey Muhammed,
başım kaldır, iste istediğin verilecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek"
denilir. Başımı kaldırırım; "Ey Rabh'im, Ümmetimi istiyorum. Ev Rabb'im
Ümmetimi istiyorum. Ev Rabb'im Ümmetimi istiyorum" derim. Allah Teala da:
"Ey Muhammed, Ümmetinden hesapsız bir topluluğu cennet kapılarından sağ
kapıdan girdir. Onlar diğer kapılarda da, bütün diğer insanlara ortaktırlar.
(Yani Ümmetinin birtakım fertleri de bu kapılardan gireceklerdir), denilir.
Sonra Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Nefsim kudret elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, cennet kapılarının iki kanadının arası Mekke ile Himyer arası
veya Mekke ile Busrâ arası kadardır. [11] Tirmizî bu hadisin
hasen, sahih olduğunu söylüyor. 348. Hadisin
Şerhi:
Bu hadis-i şerifte Nuh
Aleyhisselâm'm "benim kavmim hakkında bir duam oldu" şeklinde
mazeret beyan edeceği bildiriliyor. Diğer rivayetlerde ise "Ben Rabb'imden
bilmeyerek bir istekte bulundum" diye mazeret beyan edeceği ifade
edilmekte. Nuh Aleyhisselâm'm bunların her ikisini de söylemesi muhtemeldir.
Raviler ise burada, birinin rivayeti diğerininkini nefy etmeyecek şekilde
özetleme (iktisar) yapmış olabilirler.
En doğrusunu Allah bilir. İmam Ibnu
Mace'nin Sünen'ınden Şefaat Hadisi
349. iman
babı . Birinci cüz, s.16. Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: "Sizden birinizin
dünyadayken bir kardeşindeki hakkını almadaki mücadelesi, ahirette Allahü
Teala'mn Mü'minleri cehennemden kurtarıp emin kılmasından sonra, bunların,
günahlarından dolayı cehenneme atılan Mü'min kardeşlerinin oradan kurtarılması
için Rabb'leri indindeki tazarru ve niyazlarından daha şiddetli ve ısrarlı
değildir. Bunlar kardeşleri hakkında: 'Ey Rabb'imiz, kardeşlerimiz bizimle
beraber namaz kılar, oruç tutar, haccederlerdi; onları cehenneme attın' derler.
Hakk Teala: 'Gidin, onlardan tanıdıklarınızı çıkarın' diye buyurur. Giderler,
onları simalarından tanırlar. Cehennem ateşi onların simalarını yemez
(yakmaz). Onlardan bazılarının baldırlarının yarısına kadar ateş ulaşmıştır.
Bazılarını topuklarına kadar ateş almıştır. Onları çıkarırlar ve :. "Ey
Rabb'imiz, haklarında bize emir buyurduklarının hepsini çıkardır" derler.
Sonra Allahü Teala: "Kalbinde bir dinar ağırlığında iman bulunanları
çıkarın" diye buyurur. Sonra: "Kalbinde yarım dinar ağırlığında iman
bulunanları çıkarın" der. Sonra: "Kalbinde bir hardal tanesi
ağırlığında iman bulunanları çıkarın" diye buyurur. Ebu Saîd Radıyallahü
Anh dedi ki: Kim beni doğrulamazsa şu ayeti kerimeyi okusun: "Allahü Teala
bir zerre miktarmca kimseye zulmetmez. Eğer iyilik olursa onu kat kat yapar ve
kendi katından büyük bir karşılık verir". [12] 349. Hadisin
Şerhi:
"Onları
simalarından tanırlar, Cehennem ateşi onların simalarını yemez". Bu
cümlenin zahiri anlamına göre burada kastedi-len,~~yuzun tamamıdır. Çünkü
insanın siması (sureti) yüzüdür. Ateş secde yerlerini yemez. Alın bunlardandır.
Allahü Teala yüzün tamamına ihsan eder ve Ateş böylece yüzü yakmaz. Çünkü yüzün
tamamı Allah'a secdede yere kapanır. Ibnu Mace'nin rivayet ettiği bu hadis,
yüzün tamamının ateşten korunacağı konusunda bildirilenleri kuvvetlendirmektedir. 350. İbnu Mace, C.2, s.302-303'de şu rivayete yer
veriyor: Enes ibnu Malik
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: "Mü'minler
kıyamet gününde toplanırlar. Kendilerine ilham edilir -veya düşünürler, burada
Saîd Radıyallahü Anh tereddüı etmiştir- "Rabbimiz katında birini şefaatçi
edinsek, bizi yerimizde rahata kavuştursa, derler. Adem'e gelirler: "Sen
ey Adem, insanların babasısın, Allahü Teala seni kendi eliyle yarattı. Sana
melekleri secde ettirdi. Rabb'in katında bize şefaat eyle, bizi yerimizde rahata
kavuştursun" derler. Adem Aleyhisselâm: Ben bu mevkide değilim, der
kendilerine hatırlatmada bulunur ve işlemiş olduğu hatasından şikeyetçi olur.
Bundan dolayı haya eder. "Siz Nuh'a gidin, o Allah'ın yeryüzü ahalisine
Resul sıfatıyla gönderdiklerinin ilkidir" der. Ona gelirler. O da:
"Ben bu mevkide değilim" der, bilmek sizin Rabb'inden bir talebde
bulunmasından söz eder ve bundan dolayı haya eder. "Ancak siz Rahman'm
yakın dostu İbrahim'e gidin" der. Ona gelirler. O da: "Ben bu mevkide
değilim, ancak siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu, kendisine Tevrat'ı verdiği
kul olan Musa'ya gidin" der. Ona gelirler O da: "Ben bu mevkide
değilim" der ve bir can karşılığı olmaksızın bir kişiyi öldürmesini
hatırlatır ve "Ancak siz, Allah'ın kulu, Peygamberi, kelimesi ve ruhu olan
İsa'ya gidin" der. Ona gelirler. O da: "Ben bu mevkide değilim, ancak
siz Allah'ın önceki ve sonraki hatalarının tamamını bağışyladığı kul olan
Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin" der. Bana gelirler, ben çıkarım.
Mü'minlerden iki dizi (saf) arasında yürürüm. Rabb'imin huzuruna çıkmak (yani
O'na münacaatta bulunmak üzere belirli bir yere çıkmak) üzere izin isterim.
İzin verilir. O'nu gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar bir süre
Beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle dinlenecek, iste
verilecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben, Bana
öğrettiği şekilde O'na hamdede-rim. Sonra şefaat ederim. Hakk Teala benim için
bir topluluk belirler. Onları cennete sokar sonra ikinci kez tekrar giderim.
Rabb imi gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar bir süre beni o hal
üzere bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle dinlenecek, iste verilecek,
şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben kafamı kaldırırım. Bana öğrettiği
şekilde O'na hamdederim. Sonra şefaat ederim. Rabb'im benim için bir topluluk
belirler onları cennete koyar sonra üçüncü kez tekrar dönerim. Rabb'imi
gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar bir süre beni o hal üzere
bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle dinlenecek, iste verilecek,şefaat
et şefaatin kabul edilecek" denilir. Başımı kaldırırım. Bana öğrettiği
şekilde O'na hamdederim. Sonra şefaat ederim. Rabb'im benim için bir topluluk
belirler, onları cennete koyar sonra dördüncü kez tekrar dönerim ve : Ey
Rabb'im Kur'an'm tuttukları dışında kimse kalmadı" derim. [13] 350. Hadisin
Şerhi:
Bu hadiste geçen
müşkil (anlaşılması, zor) ifadelerin açıklaması daha önce geçti. Tekrarına
gerek yok. Bütün hadis
alimlerinin şefaat ile ilgili hadisi rivayette icma etmesi, şefaatin kesin
olduğu hususunda açık delildir. Hatta bu konudaki rivayetler tevatür
derecesine ulaşıyor denilebilir. Bu kadar rivayet şefaati inkâr edene tam bir
cevap olur. Kulun Kıyamet
Gününde Rabb'inin Huzurunda Durması İle İlgili
Rivayetler
Peygamberlere
Tebliğin Sorulması
351. Sahih-i
Buharı, C.2, s.109, Kitabu'z-Zekat "Redden Önce Sadaka" babı: Abdullah ibhu
Mukammed, Ebu Asım en-Nebil'den, o Sa'dan-ibnu Bişr'den, o Ebu Mucahid'den, o
da Muhill ibnu Halife et-Tâi'den
Adiyy ibnu Hatim Radıyallahü
Anh'ın şöyle söylediğini rivayet
etmiştir: "Ben Resulullah
Aleyhisselâm'm yanında idim, iki adam geldi. Birisi yoksulluktan, diğeri de yol
kesilmesinden şikayet etti. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Yol
kesilmesi hususunda derim ki, pek fazla zaman geçmeden, Mekke tarafına
bekçisiz bir kervan çıkacak. Yoksulluğa gelince, sizden birinin, sadakasıyla
dolaşıp onu kabul edecek birini bulamayacağı zaman gelmeden kıyamet kopmaz.
Sonra sizden biriniz, arada bir örtü veya tercüman bulunmaksızın Allah'ın
huzurunda durur. Sonra Hakk Teala: Ben sana mal vermedim mi? diye sorar. Kul:
Evet, verdin, der. Hakk Teala: Sana bir elçi göndermedim mi? der. Kul: Evet,
gönderdin, der. Bunun üzerine sağ tarafına bakar ateşten başka bir şey göremez,
sol tarafına bakar yine ateşten başka bir şey göremez. Sizden biri yarım hurma
ile de olsa cehennem ateşinden korunsun,
bunu da bulamazsa güzel bir söz
ile korunsun". [14] 352. Bu
hadisi, Buharı Kitabu Bedu'l-Halk'da İslam'da Peygamberliğin İşaretleri1
başlıklı babda şöyle rivayet ediyor: Muhammed ibnu'l-Hakem,
en-Nadr'dan, o İsrail'den, o Sa'dun et-Tâi'den, o Muhiti ibnu Halife'den Adiyy
ibnu Hatim Radıyallahil Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etti: "Ben Peygamber
Aleyhisselâm'm yanında iken, Ona bir adam geldi. Kendisine yoksulluktan
şikayette bulundu. Sonra bir başkası geldi. O da yolunun kesilmesinden
şikayette bulundu. Resulullah Aleyhisselâm: Ey Adiyy, Hiyere'yi gördün mü? diye
sordu. "Görmedim ama haberini duydum" dedim. Sonra şöyle buyurdu:
Eğer ömrün uzun olursa, bir kadının devesinin hevcesine binip Hiyere'den yola
çıkarak, Allah'dan başka kimseden korkmaksızm Kabe'ye kadar gelerek tavafta
bulunduğunu göreceksin. Ben kendi kendime: Beldeleri fenalıklarla, ateşlerle
dolduran yol kesiciler nerdeler? dedim. Resulullah Aleyhisselâm sözüne şöyle
devam etti: Eğer ömrün uzun olursa, görürsün, Kisra'mn hazineleri açılacak
(yani Müslümanların eline geçecek)tir. Ben: Hürmüz'ün oğlu Kis-ra mı? diye
sordum. "Hürmüz'ün oğlu Kisra, dedi. Yine buyurdu: Ömrün uzun olursa yine
göreceksin, bir adam avucu dolusu altun veya gümüşle çıkar, onu kendisinden
kabul edecek birini arar da, kabul edecek bir kimse bulamaz. Sizden biri,
Allah'a kavuştuğu gün, Allah'ın huzuruna çıkacak, aralarında Hakk Celle ve Alâ'nm
sözünü kendisine iletecek bir tercüman bulunmaksızın, Cenab-ı Allah kendisine:
Ben sana bir elçi göndermedim mi ve o. elçi sana Benim emirlerimi bildirmedi
mi? diye soracak. Kul: Evet, diyecek. Hakk Teala: Ben sana mal ve çocuk
vermedim mi ve sana ihsanda bulunmadım mı? diye buyuracak. Kul: Evet, diyecek.
Sonra kul sağ yanma bakar cehennemden başka bir şe göremez, sol yânına bakar
yine cehennemden başka bir şey göremez. Adiyy Radıyallahü Anh dedi ki:
Resulullah Aleyhrsselâm'ın şöyle söylediğini işittim: Bir hurmanın yarısı ile
de olsa cehennem ateşinden sakınınız. Bir hurmanın yarısını da bulamazsanız,
tatlı bir söz ile olsun,
cehennemeden sakınınız." Adiyy Radıyallahü Anh
dedi ki: "Devesinin hevdecine binmiş bir kadının, Hiyere'den yola çıkarak
Allah'tan başkasından kork-maksızm Kâ'be'ye vararak tavafta bulunduğunu gördüm.
Hürmüz oğlu Kisra'nın hazinelerini açanlar (fethedenler) arasında ben de
vardım. Ağer ömrünüz uzun olursa, Peygamber Ebu'l-Kasım Aleyhisselâm'm haber
verdiği, bir adamın avucu dolusu altun veya gümüş çıkarıp kabul edecek birini
bulamaması hâdisesini de görürsünüz". [15] 351 - 352.
Hadislerin Şerhi:
"Yol
kesilmesi" Eşkiyalar tarafından yoldan geçenlerin önünün kesilmesidir.
Birtakım insanlar pusulara gizlenerek, mal almak veya insanları öldürmek için,
yahut insanlar arasında korku salmak için kendi güç ve kuvvetlerine dayanarak
yolcuların önüne çıkarlardı. Çünkü bu insanlar yardım alınacak yerlerden uzakta
bulunurlardı. "Sonra sizden
biriniz arada bir örtü veya tercüman bulunmaksızın Allah'ın huzurunda
durur." Bu açıklama bir temsil mahiyetindedir. Çünkü Allahü Teala'yı
hiçbir şey ihata edemez ve O'nun önünde herhangi bir şeye karşı örtü bulunmaz.
Bizim gözlerimize perde konduğu için dünyada iken O'nu görme ve idrak etmeden
aciz olduğumuz için O, bizim gözlerimizden gizlidir. Ahi-ret olduğu zaman
gözlerimizdeki perdeler kaldırılacak ve görme gücümüz de artacak. "Biz
senin gözünden perdeni açtık, bu gün gözün keskindir" mealindeki ayet-i
kerime de buna işaret etmektedir. Hiyere, o zamanda Fars
împaratorluğü'na bağlı, Arap kralların yönetiminde olan bir belde idi. "Eğer Ömrünüz
uzun olursa bunu da, yani bir adamın avucu dolusu altun veya gümüş çıkarıp da
onu kabul edecek bir adam bulamama hâdisesini de görürsünüz". Çünkü bir
zaman gelecek insanlar içinde fakir kalmayacak. Bu zamanın İsa Aleyhissalâm'ın
yeniden yeryüzüne indirileceği zaman olduğu söylenmiştir, el-Beyhakî de diyor
ki: Bu durum Halife Ömer ibnu Abdülaziz zamanında gerçekleşti. Çünkü Ömer ibnu
Useyyid ibni Abdurrah-man ibni Zeyd ibni'l-Hattab bildiriyor ki: "Ömer
ibnu Abdülaziz otuz ay halifelik yaptı, o daha ölmeden önce, bir adam bize
yüklü bir mal getirir: 'Şunu fakirlerden dilediğiniz kimselere dağıtın' derdi.
Ama adam malını geri götürmek zorunda kalırdı. Bu malı kime vereceğimiz
hususunda aramızda konuşup müzakere ederdik, ama verecek kimse bulamazdık.
Ömer Rahmetullahi Aleyh, insanları ihtiyaçtan berî etmişti" Bu gerçeği
Beyhakî rivayet etmektedir. Bu rivayetle Adiyy ibnu Hatem'den rivayet edilen
hadisteki bilgiler de doğrulanmaktadır. (Kastallanî Şerhi) "Mü'min
Rabbine O Kadar Yaklaşır Ki Üzerine Örtüsünü Veya Rahmetini Koyar" Hadisi
353. Bu
hadisi Buharı, C.6, s.74'te, Kitabu't-Tefsir'in Hud Aleyhisselâm suresi tefsiri
ile ilgili bölümde rivayet etmiştir: Musadded, Yezid ibnu
Zurey'dan, o Saîd ve Hişam'dan, o ikisi Katade'den, Safvan ibnu Muhriz'in şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir: "îbnu Ömer
Radıyallahü Anhuma tavaf ederken bir adam önüne çıkıp: Ey Ebu Abdurrahman,
-yahut, îbnu Ömer- diye seslendi. Peygamber Aleyhisselâm'm kıyamet gününde
Mü'minlerin Cenab-ı Hakk'la konuşmaları ile ilgili bir şey söylediğini duydun
mu? diye sordu. îbnu Ömer Radıyallahü Anh'da şöyle cevap verdi : Peygamber
Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini duydum: Mü'min Rabb'ine o kadar yaklaştırılır
ki, (ravilerden Hişam burada -Yaklaşır ki- ifadesini kullanmıştır), örtüsünü
(veya rahmetini) üzerine koyar, günahlarını ona itiraf ettirir. Şu günahım
biliyor musun? diye sorar. Mü'min kul: Biliyorum, der, sonra iki kere
"biliyorum, ey Rabb'im" der. Hakk Teala: Onu dünyadayken örttüm,
bugün de bağışlıyorum, diye buyurur. Sonra iyiliklerini ihtiva eden sahifesi
ortaya açılır. Başkalarına -yahut kafirlere- gelince, onlar için ru'ûsu'l
eşhâd'a: "Bunlar 'Rabb'leri hakkında yalan söyleyenlerdir, Allah'ın
laneti zalimlerin üzerinedir." diye seslenir. Kastallanî
Rahmetullahi Aleyh diyor ki: Buharî bu hadisi Kita-bu'1-Mezalim'de,
Kitabu'l-Edeb'de, ve Kitabu't-Tevhid'de de rivayet etmiştir. Ayrıca Müslim
Kitabu't-Tevhid'de, Nesâî, Kitabu't-Tefsir ve Kitabu'r-Rekaik'de, îbnu Mace de
Kitabu's-Sunne'de rivayet etmiştir. 353. Hadisin Şerhi
Bu hadisin şerhi,
Kastallanî Şerhi, Ki tabu'1-Mezalim, C.4, s.354 ve Kitabu't-Tefsir, Hud Suresi
tefsiri, C.7, s-181'den alınmıştır. Burada Mü'minin
Rabb'ine yaklaşması ve Rabb'inin, örtüsünü onun üzerine koyması, mecazî
anlamdadır. Kastadilen ise, onun hatalarını örtmesi ve rahmetini ona
ulaştırmasıdır. Yani mahşerde toplananlar onun hatalarını görmesinler diye onu
bunlardan saklar. Hakk Teala, onlara, onları dünyadayken örttüğünü ve orada da bağışlayacağını bildirir. Bu hadisten
anlaşıldığına göre, Cenabı Allah'ın ahirette örtüsü, günahlarını dünyada açığa
vurmayıp, allah'ın gizlemesini nimet bilip saklayanlar içindir. Ama dünyadayken
açıktan günah işeyen veya günahını açığa vuranlar ahirette de Allah'ın örtüsüne
layık olamayacaktır. Ey Allah'ım senden,
fazlınla kereminle dünyada da ahirette de günahlarımızı örtmeni diliyoruz. Amin
Ya Kerim. 354. "Kul Rabb'i ile buluşur, Allah 'Ey
Fülan, Sana İhsanda Bulunmadım mı?1 Diye Sorar..." hadisi: Muhammed ibnu Ebi
Umer, Sufyan'dan, o Süheyl ibnu Ebi Salih'ten, o da babasından Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etti: "Ey Allah'ın
Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görür müyüz? diye sordular. Resulullah
Aleyhisselâm; Gündüzün öğle vaktinde bulut yokken güneşi görmekte zorlanıyor
musunuz? diye sordu. "Hayır" dediler. "Ondordüncü gecesinde
bulut yokken ayı görmekte zorlanıyor musunuz" diye sordu.
"Hayır" dediler. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Nefsim
elinde olana yemin ederim ki, bu ikisinden birini görmekte nasıl
zorlanmıyorsanız, Rabb'inizi görmekte de aynı şekilde zorlanmayacaksınız. Kul
Rabb'ine kavuşur. Rabb'i ona: Ey filanca, Ben sana ihsanda bulunmadım mı, seni
başkaları arasında mevki sahibi kılmadım mı, sana evlilik nasib etmedim mi,
sana at, deve vermedim mi, seni başkalarına başkan eylemedim mi, bu mevkiin
sebebiyle mülk edinir, itaat görür olmadın mı? der. Kul: Evet, der. Bu zaman
Rabb'i: Sen Bana kavuşacağını, Benim huzuruma çıkarılacağını düşündün mü? diye
sorar. Hakk Teala daha sonra : Sen nasıl Beni unuttu isen Ben de seni
unutuyorum, diye buyurur. Sonra ikinci bir kişi Hakk Teala'nm huzuruna çıkar.
Hakk Teala ona da: Ey filanca Ben sana ihsanda bulunmadım mı, seni başkaları
arasında efendi kılmadım mı, sana evlilik nasib etmedim mi, sana at, deve
vermedim mi, seni başkalarına başkan eylemedim mi, bu mevkiin sebebiyle mülk
edinir, itaat görür olmadın mı? der. Kul: Evet, Ey Rabb'im, der. Bu zaman
Rabb'i : Sen Bana kavuşacağını, Benim huzuruma çıkarılacağını düşündün mü? diye
sorar. Kul : Hayır, der. Hakk Teala da : Sen nasıl Beni unuttu isen, Ben de
seni unutuyorum, diye buyurur. Sonra üçüncü kişi Hakk Teala'nm huzuruna
çıkarılır. O: Ey Rabb'im Ben sana iman ettim, kitabına ve Peygamberlerine
inandım, namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka (zekat) verdim, der ve bütün
gücüyle iyiliklerini saymaya çalışır. Cen-ab-ı Hakk ona: Öyleyse sen şöyle dur,
der. Sonra ona: Senin üzerine şahidimizi gönderiyoruz, denilir. Adam kendi
kendine : Acaba kim benim üzerime şahidlik edecek, der. Bu zaman ağzına mühür
vurulur. Uyluğuna, etine, kemiğine 'konuşun' denilir. Uyluğu, eti, kemiği,
yaptıkları hakkında konuşmaya başlarlar. 'Bu söyledikleri kendine mazeret
bulmak içindir, bu münafıktır, bu Allah'ın kendisine gadablandığı
kimsedir1 derler".[16] 355. Bu
hadisi Müslim, Enusu'bnu Malik Rahmetullahi Aleyh'den de rivayet etmiştir.
Orada şöyle diyor: Ebu Bekir ibnu nadr
ibni ebu'n-nadr, ebu'n-Nadr Haşim ibnu Ebi'l-Kasım'dan, o
Ubeydullah el-Eşcai'den, o Sufyanu's-Sevrî'den, o Ubeyd el-Mekteb'den, o FudayV
dan, o da eş-Şa'bî'den Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini rivayet
etmiştir: "Resulullah
Aleyhisselâm'm yanında bulunuyorduk, bir ara güldü ve : Ne için güldüğümü
biliyor musunuz? diye sordu. Biz: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Bunun
üzerine şöyle buyurdu: Kulun Rabb'i Azze ve Celleh ile konuşmasına. Kul: Ey
Rabb'im beni zulümden kurtarmamış miydin? der. Hakk Celle ve Âla: Evet, diye
buyurur. Kul: Ben bugün nefsim üzerine ancak kendimden bir şahid kabul
ediyorum, der. Hakk Teala: Bugün kendi nefsin ve amellerini yazan kerem sahibi
melekler üzerine şahid olarak yeterlidirler, diye buyurur. Resulullah
Aleyhisselâm sözüne şöyle devam etti: Bunun üzerine adamın ağzı mühürlenir.
Azalarına: "Konuşun" denilir. Azaları amelleri hakkında konuşurlar.
Sonra kendisinin azaları ile konuşmasına müsaade edilir. Bu zaman azalarına:
Yazıklar olsun size, kahrolasımz, ben sizi savunuyordum, sizi kurtarmaya
çalışıyordum, der".[17] 356. Bu
hadisi, Tirmizî de Camii'nde Ebu Hureyre ve Ebu Saîd el-Hudri Radıyallahü
Anhuma'dan rivayet etmiştir. An-scak onun rivayeti Müslim'in burada geçen her
iki rivayetinden de daha kısadır. Tirmizî'nin rivayeti şöyledir: Ebu Hureyre ve Ebu
Saîd Radıyallahü Anhuma'dan rivayet edilmiştir: Resulullah Aleyhisselâm buyurdu
ki: "Kıyamet gününde
kul getirilir. Allahü Teala ona: Ben sana göz ve kulak; mal ve çocuk vermedim
mi, hayvanları ve ekinleri senin hizmetine sunmadım mı, seni başkalarına
başkanlık eder ve bundan dolayı itaat görür, mal toplar kılmadım mı? Peki sen,
bu günde Benim huzuruma
çıkarılacağını düşündün, hesaba kattın mı? diye sorar. Kul: Hayır, der. Allah
da ona: Nasıl sen Beni unuttu isen, Ben de seni unutuyorum, diye buyurur".
[18] Ebu Isa et-Tirmizî bu
hadisin, sahih, garib olduğunu söylüyor, 354-356. Hadislerin Şerhi:
"Sen nasıl Beni
unuttu isen, Ben de seni unutuyorum". Yani sen nasıl dünyada Bana itaat
etmekten kaçındı isen, Ben de seni rahmetimden mahrum bırakıyorum. Sen Bana
itaat etmeyi terket-tiğin gibi, bugün rahmet ve merhametten uzak kalırsın. Cenab-ı Allah'ın,
dünyadayken münafık olarak yaşayıp da kıyamet gününde: Ben sana iman ettim,
kitabına ve Peygamberlerine inandım, namaz kıldım, ..." diyen kimse için
"Sen şöyle dur" diye buyurmasının anlamı şudur: Bu esasında yalan
söylüyor ve söylediği yalanın kendini kurtaracağını sanıyor. Bu gibi münafıklar
hakkında Allahü Teala Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Allah onların
hepsini tekrar dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin
edip Müslüman olduklarını söyleyecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını,
yalan yere yemin etmenin kendilerine bir fayda sağlayacağını sanacaklardır, iyi
bilin ki onlar yalancıdırlar." işte bu gibi
münafıklar hakkında Allahü Teala: "Öyleyse sen şöyle dur" diye
buyuracak. Yani : Senin inkarcılığın ve ne oduğun hakkında kendi uzuvların
şahidlik edinceye kadar şöyle bekle. Aî-lahü Teala: Şu an senin üzerine
şahidimizi gönderiyoruz, diye bu-yurunca adam kendi uzuvlarının aleyhine şahidlik
edeceğini bilmediği için kendi kendine: Acaba kim benim üzerime şahidlik edecek?
diye söylenir. Sonra ağzına mühür vurulur ve uzuvları konuşmaya başlar. Bu
husus Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'inde şöyle bildiriliyor: "O gün
ağızlarım mühürleriz, elleri bize söyler, ayaklan yaptıklarına şahidlik
eder". Adam uzuvlarına
"ben sizi savunuyordum, sizi kurtarmaya çalışıyordum" der. Yani sizi
kurtarmak için inkâr ettim, nasıl bana karşı şahidlik edersiniz? Şimdi azabı
çekecek olan sizlersiniz. Ancak her şeyi konuşturan
Allah onlan da konuşturur. Allah'tan bizim
hatalarımızı örtmesini, günahlarımızı bağışlamasını ve kendi insanıyla,
fazlıyla cennetine sokmasını diliyoruz. Amin. "Kıyamet
Gününde Ademoğlu Getirilir Allahü Taala'nın Huzurunda Durdurulur..."
Hadisi
357. Bu
hadisi Tirmizî, Camii'nde, C.2,s.69'da "Haşr Hakkındaki Rivayetler"
babında vermiştir: Enes Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Kıyamet gününde
Ademoğlu âdeta bir kuzu gibi getirilir. Al-lahü Teala'nın huzurunda durdurulur.
Allahü Teala ona: 'Sana verdim, ihsanda bulundum, nimet verdim, sen bütün
bunlarla ne yaptın?' diye sorar. Kul: 'Ey Rabb'im onları biriktirdim,
nemâlan-dırdım, elde ettiğimden daha fazla olarak sonrakilere bıraktım. Beni
geri gönder, onları sana getireyim1, der. Bu kul, önceden bir iyilik göndermemiş
ise cehenneme atılır". [19] Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh bu hadisi vasfederken şöyle diyor: Bu hadisi, hadisin
senedinde geçen adamlardan biri olan el-Hasen'den birden fazla kimse rivayet
etmiştir. Ancak ona isnad etmemişlerdir. Hadisi el-Hasen'den rivayet eden
ravilerden biri İsmail ibnu Müslim'dir. Onun hıfzmdaki zaaf dolayısıyla bu hadis,
zayıf olmaktadır. 357. Hadisin
Şerhi
Bu hadis gösteriyor
ki, kul elinde olandan ahireti için önceden bir şey göndermezse, elinde tuttuğu
Allah katında bir değer ifade etmez. Yüce Allah buyuruyor: "O gün kişi
elleriyle sunduğuna -yani elleriyle işleyip Önceden gönderdiğine- bakar". Akıllı olanın çok şey
biriktirmiş olmakla övünmemesi gerekir. Ancak hayır yolunda harcadığı ile huzur
bulur. Böyle yapmalı ki, pişmanlığın fayda vermediği günde pişman olmasın.
Allahü Teala buyuruyor: "Onlardan birine Ölüm gelince: Rabbim, beni geri
çevir, belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der." Allah, bizi ahiret
için çalışmaya muvaffak kılsın. Amin. "Kur'an
Ve Benim Zikrimin, Kendisini Benden İstekte
Bulunmaktan Alıkoyan İnsan..."Hadisi
358. Bu
hadisi Tirmizî Rahmetullahi Aleyh Camii'nde, C.2, s.l52'de, Kitabu't-Tefeir
bablarmda rivayet etmektedir: Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü anh'den rivavet edildiğine göre. Resulullah Aleyhisseiâm şöyle
buyurdu: "Rabb Azze ve
Celle buyurur ki: Kimi Kuran ve Benim zikrin Benden istekte bulunmaktan
alıkoyarsa, isteyenlere verdiğimde] daha üstününü ona veririm. Allah'ın sözünün
diğer sözler üstünlüğü, Allah'ın,
yarattıklarına olan üstünlüğü
gibidir.[20] Ebu îsa et-Tirmizî bu
hadisin hasen, garib olduğunu bildiriyor. "Nuh
Aleyhısselam'a 'Tebliğ Ettin Mı?1 Diye
Sorulması
359. Bu
hadisi Buharı Rahmetullahi aleyh C.4, s.l34'de, Kastallanî'ye göre, C.5,
s.338'de, Kitabu'l-Enbiya'nın "Biz Nuh'u Kendi Kavmine 'Kavmini Allah'ın
Azabı ile Korkut1 Diye Gönderdik" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili
babında rivayet etmiştir: Musa ibnu İsmail,
Abdulvahid ibni Zeyyâd'dan, o el-A'meş'ten, o Ebu Salih'ten, o da Ebu Saîd
el-Hudrl Radıyallahü Anh'den Resu-lullah Aleyhisselâm'in şöyle
söylediğini bildiriyor: "Nuh ve Ümmeti
gelir. Allahü Teala (Nuh'a hitaben): Tebliğ ettin mi? diye sorar. Nuh
Aleyhisselâm: Evet, Ey Rabb'im, der. Ümmetine: Size tebliğ etti mi? diye sorar.
Onlar: Hayır, bize herhangi bir Peygamber gelmedi, derler. Nuh: Senin için kim
şahidlik eder? diye buyurur. Allah Nuh'a: MuhammedSallallahü Aleyhi ve Sellem
ve Ümmeti, der. Biz se Onun tebliğ ettiğine şahidlik ederiz. Bu ise Allahü
Teala'mn şu sözünde bildirilmektedir: "Böylece sizi-insanlara şahid ve
örnek olmanız için tam ortada bulunan -orta yolu takib eden. doğru çizgide- bir Ümmet kıldık,[21] Bu hadisi Buharı
Rahmetullahi Aleyh aynı şekilde, C.6, s.31'de, Kitabu't-Tefsir'in Bakara suresi
tefsiriyle ilgili babında da, buradaki metne yakın bir metinle rivayet
etmiştir. 360. Tirmizî
de, yine Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den buradaki metne yakın bir metinle
rivayet etmiştir. Ancak orada şöyle bir farklılık vardır: Nuh Aleyhisselâm'm kavmi: "Bize bir
korkutucu gelmedi, bize bir gelen olmadı, derler. Nuh Aleyhisselâm'a da:
Şahidlerin kimlerdir? denilir... hadis aynen devam ediyor". [22] Tirmizî bu hadisin
hasen, sahih olduğunu söylüyor. 361. Bu
hadisi de İbnu Mace, C.2, s.297'de, "Muhammed Aleyhisselâm Ümmetinin
Özelliği" başlıklı babda rivayet ediyor: Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Yanında iki kişi
bulunarak Peygamber gelir, yine yanında üç veya daha az yahut daha çok kimse
bulunaraktan Peygamber gelir. Kendisine: 'Kavmine tebliğ ettin mi?' denilir. O
da: Evet, der. Kavmi çağrılır: 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur.
"Hayır" derler. Peygambere: 'Sanin için kim şahidlik eder?' denilir.
"Muhammed ve ümmeti" derler. Muhammed ve Ümmeti çağrılır: 'Bu
Peygamber tebliğ etti mi?' diye sorulur, onlar: 'Evet1 derler. "Bunu
nerden biliyorsunuz?' diye sorulur. "Bizim Peygamberimiz, geçmiş Peygamberlerin
kavimlerine kendilerine bildirileni tebliğ ettiklerini haber verdi, biz de Onun
bu sözünü doğruladık" derler. Peygamber Aley-hisselâm sonra şöyle söyledi:
Bu husus Yüce Allah'ın şu sözünde bildirilmiştir: "Böylece sizi insanlara
şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan (orta yolu takib eden) bir Ümmet
kıldık". [23] 359 36L Hadislerin Şerhi:
"Tebliğ ettin
mi?" sorusu sadece Nuh Aleyhisselâm'a has değildir. Bütün Peygamberler
Ümmetleri hakkında bu soruya mu-hatab olacaklardır.Ümmetleri itiraz edecekler,
Peygamberler de, Muhammed Aleyhisselâm'm Ümmetinin şahidliğini isteyecektir.
Muhammed Aleyhi s s elam'm Ümmeti şehadet edecek,Muhammed Aleyhisselâm da,
onların şehadetini doğrulayacaktır. Kur'an-ı Ke-rim'de: "Peygamber sizin
üzerinize şahid olur" buyuruluyor. Yani sizin şahidliğinizin doğruluğuna
şahid olur. Ümmetinin şahidli-ğinin hak olduğunu ve onların adil şahidler
olduğunu bildirir. Yüce Allah bir
Peygambere Ümmeti hakkında en güzel şekilde nasıl karşılık verirse Muhammed
Aleyhisselâm'a da, bizim hakkımızda öylece karşılık versin ve Onu bizim için
şefaatçi eylesin. Amin. Velhamdu
lillahi Rabbi'l-alemin. Cennet Kafirlere
Haram Kılınmıştır, Yakınlık
Da Onlara Fayda Vermez İbrahim Kıyamet Gününde Azer İle Buluşur1 Hadîsi
362. Bu
hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh, C.4,8.139'da, Kitabu Bedu'l-Halk'ın 'Allah
İbrahim'i Kendine Dost Edindi1 mealindeki ayeti kerime ile ilgili babında
rivayet etmiştir: İsmail ibnu Abdullah
kardeşi Abdülhamid'den, o Ibnu Ebi
Zi'b'den, o Saîd el-Makburî'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle
söylediğini bildirmiştir: "İbrahim, kıyamet
gününde babası Azer'le buluşur. Azer'in yüzünde siyahlık ve toz vardır. İbrahim
ona; Ben sana, bana karşı gelme dememiş miydim? der. Babası: Bugün sana karşı
gelmem, der. İbrahim: Ey Rabb'im sen, insanların diriltildiği günde beni
utandırmayacağını vaadetmiştin. Rahmetten son derece uzak bırakılmış babadan
daha çok utandırıcı ne olur? der. Allahü Teala da: Ben cenneti kâfirlere haram
kıldım, diye buyurur. Sonra: Ey İbrahim, ayaklarının altındaki ne? denilir.
Bakar, birden kanlar içinde bir sırtlan görür. Bu sırtlanın ayaklarından
tutulup cehenneme atılır". [24] Bu hadisi Buharî aynı
şekilde, C.6, s.Ul'de, Kastaüanî'ye göre C.7, s.378'de, Kitabu't-Tefsir'in
Şuara Suresi tefsiriyle ilgili bölümünde
daha kısa olarak vermektedir. 362. Hadisin
Şerhi
İbrahim Aleyhisselâm'm
"Ben sana bana karşı gelme dememiş miydim?" sözünde şu ayet-i
kerimeye işaret vardır: (İbrahim Aley-hisselâm babası Azer'e dedi ki): Ey
babacığım, doğrusu sana gelme yen bir ilim bana geldi Bana uy, seni doğru yola
eriştireyim. Babacığım, şeytana tapma; çünkü şeytan Rahman'a baş
kaldırmıştır" Babası o gün,
"bugün sana karşı gelmem" der. İbrahim Aleyhisselâm da: "Ey
Rabb'im Sen, insanların diriltildiği günde beni utandırmayacağını vaadetmiştin" der.
Yani O, bu sözüyle duada bulunur. O duasından isyana gitmez, ancak Rabb'inden
icabet edeceğini ummaktadır. "Rahmetten son
derece uzaklaştırılmış bir babadan daha çok utandırıcı ne olur". Fasık
kimse rahmetten uzak kalır, kafir ise rahmetten bütünüyle uzak ve mahrum kalır.
Yüce Allah ayet-i kerimede: "Allah'ın rahmeti iyilik sahiplerine
yakındır" buyuruyor. Yüce Allah İbrahim
Aleyhissalâm'a cevabında: "Ben cenneti kafirlere haram kıldım"
buyuruyor. Yani: 'Senin baban kafirdir, cennet ona haramdır' "Sonra Ey
İbrahim, ayaklarının altındaki ne? diye sorulur". Onun ilgisini Azer'den
başka bir yöne çekmek için böyle soru sorulur. İbnu'l-Munzir'in
rivayetinde deniliyor ki, babasını o hal üzere görünce (yani, ayaklarının
altına bakar kanlar, içinde bir sırtlan görür...), o zaman ondan berî olur ve:
"Sen benim babam değilsin" der. Onun diğer hayvanlardan herhangi
birine değil de, sırtlana tahvil edilmesindeki hikmet, sırtlanın hayvanların en
ahmağı olmasındandır. Bu hayvan ahmaklığı sebebiyle uyanık olunması gereken
yerde, gafil bir halde bulunur. Azer de, kendine en çok merhamet eden bir
insanın nasihatini kabul etmeyince bu hayvana benzetilmiştir. Bu hadis
gösteriyor ki, baba Müslüman olmayınca oğulun üstünlüğü babaya bir yarar
sağlamıyor. Aksi de sözkonusudur. Nuh Aleyhisselâm'm oğlundaki durum gibi.
(Kas-tallanî Şerhi, C.5, s.343). 363.
"Cehennemde En Az Azab Görene Denir ki..." hadisi: Bu hadisi Buhari
Rahmetullahi Aleyh C.4, s.l34'te, Kastal-lanî'nin şerhine göre C.5, s.324 ve
sonrasında, Kitabu Bedu'l-Halk'm "Hazreti Adem'in Yaratılışı"
başlıklı babında rivayet ediyor. Kays ibnu Hafs, Halid
ibnu'l-Haris'den, o Şu'bç'den, o Ebu İmran el-Cevnî'den, o da Enes Radıyallahü
Anh'den Merfu olarak bildirmiştir: "Yüce Allah
Cehennemliklerin en az azab görenine: Eğer yeryüzünde bulunanlar hep senin
olsaydı onları bu az ab dan kurtulmak için feda eder miydin? diye sorar. O da:
Evet, der. Cenab-ı Allah o zaman şöyle buyurur: Adem'in sulbünden gelen biri
olarak senden, bu söylediğinden daha azını istedim, o da bana hiç bir şeyi
ortak koşmamandı, ama sen bunu kabul etmekten
kaçındın.[25] 364. Bu
hadîsi Buharı Rahmetullahi aleyh, ayrıca, Kastal-lani'ye göre C.9, s.321'de,
Kitabu'r-Rikak'ın "Cennet ve Cehennemin Özelliği" babında şu metinle
rivayet ediyor: Muhammed ibnu Beşşar,
Gunder'den, o da Şu'be'den Ebu îmran -yani el-Ceunî-nin şöyle söylediğini
bildirmiştir: Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'dan şu
hadisi rivayet ettiğini duydum: "Allahü Teala
cehennem ehlinin en az azab görenine kıyamet gününde: Eğer yeryüzünde olanların
hapsi senin olsaydı, feda eder miydin? diye buyurur. O: Evet, der. O zaman
Allahü Teala şöyle buyurur: Sen Adem'in sulbûndenken, senden, bundan daha azını
istedim, Bana hiçbir şeyi ortak koşmamanı istedim, ama sen, Bana bir şeyi ortak
koşmama sorumluluğunu kabul etmekten kaçındın". [26] 365. Bu
hadisi İmam Müslim Rahmetullahi Aleyh, Kastal-lanî'nin hamişi'ne göre, CJO,
s.264'te, KeffareÜer babında rivayet ediyor: Ubeydullah ibnu Mu'az
el-Anberî, babasından, o Şu'be'den, o Ebu îmran el-Cevnî'den, o da Enes ibnu
Malik Radıyallahü anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etti: "Allah, cehennem
ehlinin en az âzab gönenine : Dünya ve içindekiler senin olsaydı, feda eder
miydin? diye sorar. Adam: "Evet" der. Bu zaman Hakk Teala şöyle
buyurur: Sen Adem'in sulbünden iken, senden, bundan daha azını, Bana bir şeyi
ortak koşmamanı istedim -ravi der ki: Zanediyorum burada "bunu kabul
edersen seni cehenneme koymam; dedi, ama sen yasak oalarak şirkten başka bir
şey kabul etmekten kaçındın (şirk dışındaki diğer yasaklaırımı
çiğnedin)", diye sölyedi". [27] 366. Hadisi
Müslim, bir başka senedle Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den rivayetle
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu kaydediyor. Kıyamet gününde
kâfire: "Ne dersin, dünya
dolusu altun olsa »hapsini feda eder misin? denilir. O da: Evet, der. O zaman
şöyle denilir: dünyada iken senden, bundan daha az şey istenmişti".[28] 367. Yine
Müslim'in bir başka rivayetinde şöyle deniliyor: "Bunun üzerine
ona şöyle denilir: Yalan söylüyorsun, senden bundan daha az şey istenmişti[29] 363-367.
Hadislerin Şerhi:
Yüce Allah'ın burada
"istedim" diye buyurması "emrettim, ta-leb ettim"
anlamındadır. Ahl-i hakk mezhebine göre Allah'ın irade ettiği şey mutlaka vuku
bulur. Onun için burada irade, emir manasınadır. Ehl-i hak mezhebine
göre Allah Kainatta olan her şeyin iyisini, kötüsünü irade eder. İman da küfür
de, O'nun iradesi ile gerçekleşir, Allahü Teala, Mü'minin imanını irade ettiği
gibi kafirin de küfrünü irade eder. Mutezile ise böyle dememektedir: Onlara
göre Allah, 'kafir olanın imanını irade etmiştir, küfrünü irade etmemiştir.
Allah onların batıl sözlerinden pek yücedir' Onların bu iddiaları, Allah
hakkında acziyeti gerektirir, aynı zamanda bu iddia Hakk Teala'nın mülkünde,
O'nun iradesi olmadan hâdiselerin vuku bulabildiği anlamına da gelir ki, yanlış
bir kanaattir. Hadisin te'vili
hakkında daha Önce yeterince açıklama yapılmıştı. Buradaki "Yalan
söyledin" ifadesinin zahirî anlamı şudur: Adama, "eğer sen dünyaya
döndür üls ey din ve
dünyanın tamamı senin olsaydı
bunu feda eder miydin?" denilir. Adam "evet" deyince,
"hayır, yalan söylüyorsun, bundan daha azı senden istendiği halde
vermekten kaçınmıştın" diye cevap verilir. Bu konuda Yüce Allah Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyuruyor: "Eğer geri döndürülseler yine kendilerine yasak
edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancıdırlar." Bir başka ayet-i
kerimede de; "Rabb'lerinin çağrısına uymayanlar ise, yeryüzünde olan her
şey ve daha bir katı onların olsa, kurtulmak için fidye verirler". Bir
ayet-i kerimede de: "Eğer yeryüzünde bulunanların tümü ve onun bir misli
daha zulmedenlerin olsaydı, kıyamet günü o kötü azab-dan kurtulmak için onu
mutlaka fidye verirlerdi" buyuruluyor. Bu ayet-i kerimelerin anlamı şöyle
birleştirilmektedir: Eğer kıyamet günündeki o azabı gördükleri an, belirtilen
kadar varlık ellerinde olsa, o azabdan kurtulmak için ellerindekini mutlaka
fidye verirler. Ama dünyaya döndürülseler, bütün dünya onların mülkü olsa da,
kendilerinden iteatkar bir hayat yaşamaları istense, onlar, yeniden eski
hayatlarına döner, şeytana uyarlar ve verdikleri sözü unuturlardı. Bu hadiste Allahü
Teala hakkında "Allah diyor ki" denmesinin caiz olduğuna delil
vardır. Selef âlimlerinden bazıları Allahü Teala hakkında böyle denmesini
uygun görmemişlerdir. Onlar "Allah dedi ki" şeklinde mazi (geçmiş
zaman) sigasmm kullanılmasını gerekli görmüşlerdir. Bu görüşün doğru olmadığı
ve Allah hakkında "Allah diyor ki" ifadesinin kullanılmasının caiz
olduğu hususu, daha Önce teferruatlı olarak izah edilmişti. Selef âlimlerinin
ekseriyeti ve halef âlimlerinin geneli de caiz olduğu görüşündedirler. Kur'an-ı
Kerim'de de bu ifade kullanılmaktadır^ Cenabı Hakk "Allah hak olanı
söylüyor ve doğru yola iletiyor" diye buyuruyor. Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde de bunun caiz olduğunu gösteren çok sayıda, hadis-i şerif vardır.
(Nevevî'nin Sa-hih-i Müslim Şerhinden). Cennet Ve
Cehennemin Münakaşası Cehennemin Şikayeti
368.
"Cennet ve Cehennem Münakaşa Ederler.." hadisi: Bu hadisi Buharî
Rahmetullahi Aleyh C.6, s,138'de, Kitabu'trTefsir'in, Kaf Suresi tefsiri ile
ilgili bölümünde rivayet etmektedir: Abdullah ibnu Muhammed
Abdurrâzık'ten, o Ma'mer'den, o Hemmam'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Ank'den Resulullah Aley'hisselim 'ırı
şöyle söylediğini rivayet
etmiştir: "Cennet ve
cehennem birbirleriyle münakaşa ederler. Cehennem: Bana, büyüklük taslayanlar,
yeryüzünde zorbalık yapanlar verildi, der. Cennet de: Bana ne oluyor ki, hep
insanların zayıfları ve düşkünleri bana geliyor, der. Bunun üzerine Allah
Teabareke ve Teala cennete: Sen Benim rahmetimsin, seninle kullarımdan istediğime
rahmet ederim, der. Cehenneme de: Sen ancak azabımsm, seninle kullarımdan
dilediğime azab ederim, der. Her ikisinin de dolu dolu nasibi olur. Cehennem
ayağını koymadıkça dolmaz. Sonra "yetti, yetti, yetti" der. Bu
esnada dolar. Cehenneme atılanlar birbirlerine karıştırılırlar. Allah Azze ve
Celle kullarından hiç bir kimseye zulmetmez. Cennet için ise, Allahü Teala
yaratıkları içinden bir topluluk
oluşturur." [30] 369. Bu
hadisi, Buharı C.9, s.l34'de Kitabu't-Tevhid'in "Allah'ın Rahmeti iyilik
Sahiplerine Yakındır" anlamındaki ayet-i kerime ile ilgili babında da, Ebu
Hurayre Radıyallahü Anh'a ulaşan bir senedle rivayet etmiştir. Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Re~ sulullah Aleykisselâm şöyle
buyurdu: "Cennet ve
cehennem birbirleri hakkında Rabb'lerine müracaat ederler. Cennet: Ey Rabb'im
şuna ne oluyor, hep insanların zayıfları ve düşkünleri doluyor, der. Cehennem
de: Benim için insanların büyüklük taslayanlan seçildi, der. Allahü Teala
cennete: Sen Benim rahmetimsin, der. Cehenneme de : Sen de azabımsm, istediğime
seni çarptırırım, der. Sonra: Her ikinize de dolu dolu nasib vardır, buyurur.
Resulullah Aleyhisselâm daha sonra şöyle buyudu: Cennet hakkında şunu
söyleyeyim ki, Allah kullarından hiç kimseye haksızlık etmez, dilediğini de
cehenneme gönderir. Onlar oraya atılırlar. Üç kere "daha var mı?"
der. Ta ki ayağını içine koyuncaya kadar, bu zaman dolar. İçindekiler
birbirlerinin üstüne atılırlar. Cehennem de : Yetti, yetti, yetti, der.[31] 370. Bu
hadisi Müslim, Sahih'inde, 'Cehennem' babında rivayet ediyor. Müslim, hadisin
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den gelen muhtelif rivayetlerini veriyor: Birincisi: "Buharî'nin Kaf
Suresi tefsirinde geçen birinci rivayeti gibidir. Ancak Müslim'in rivayetinde
şöyle bir ilave bulunmaktadır: "Cennet der ki:
Bana ne oluyor, hep insanların zayıfları, düşkünleri ve acizleri doluyor".
Müslim'in bu rivayetinde ayrıca: "Sizin herbirinizi dolduracak nasibiniz
vardır" ifadesi de mevcuttur". [32] 37L ikinci
rivayet te, birinci rivayet gibidir. Ancak burada "Münakaşa
ederler" anlamına 'tehaccet1 kelimesi yerine 'ihteccet1 kelimesi
kullanılmaktadır.[33] 372. Üçüncü
rivayet te yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den gelmektedir. Bu rivayetin
diğerlerinden farkı şu cümledeki fazlalıktır: "Cennet der ki;
bana ne oluyor, sadece insanların zayıfları, düşkünleri ve perişanları
giriyor". [34] 373.
Müslim'in dördüncü rivayeti Ebu Saîd el-Hudrî Radıyaüahü Anh'den gelmektedir. "Bu rivayet te
Ebu Hureyre Radıyallahü anh'm rivayetleri gibidir. Sadece anlamda değişikliğe
yol açmayan bir lafız farklılığı vardır". [35] 374. Sonra
Müslim, Enes İbnu Malik Radıyallahü Anh'e dayanan bir senedlebu hadisi rivayet
ediyor ye şöyle diyor: Katade, Enes İbnu
Malik Radıyallahü Anh'den Resulullah Aley-hisselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: "Rabbu'l-îzzet
Tebareke ve Teala, içine ayağını koyuncaya kadar cehennem "Daha var
mı?" demeye devam eder. içindekiler birbirlerinin aralarına sokulurlar.
Cehennem de "Yetti, yetti; İzzetine yemin olsun," der. İçindekiler
birbirlerinin arasına sıkıştırılırlar." 375. Yine
Müslim Enes İbnu Malik'ten bu hadisin bir başka rivayetini de vererek şöyle
diyor: Enes ibnu Malik
Radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur. "Rabbu'l-îzzet
ayağım koyuncaya kadar cehenneme çehennem-likler atıladurur ve o da: "Daha var mı?"
demeye devam eder. Bundan sonra birbirlerinin aralarına sokulurlar. Cehennem de:
"Yetti, yetti, izzetin ve keremin hakkı için" der. Cennetin bir fazlalık
kısmı kalır. Allahü Teala orası için bir topluluk vareder (oldurur), onları
cennetin fazla olan kısmına yerleştirir.[37] 376. Müslim
bir başka rivayette de şöyle kaydediyor: Enes Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: "Cennetten
Allah'ın dilediği kadar bir fazla kısım kalır. Ta ki, Allah dilediklerinden
orası için bir topluluk varedesiye kadar.[38] 377. Tirmizî
de, "Cennet ve Cehennemin Tartışması" başlıklı babda bu hadisi
senediyle birlikte vererek şöyle diyor: Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Cennet ve
cehennem münakaşa eder. Cennet: Bana hep zayıf ve yoksullar geliyor, der.
Cehennnem de: Bana da zorbalar ve büyüklenenler giriyor, der. Allahü Teala:
Cehenneme: Sen Benim azabımsın, seninle dilediğimden intikam alırım, diye
buyurur. Cennete de: Sen rahmetimsin, seninle dilediğime rahmet eylerim, diye
buyurur.[39] 368 - 377.
Hadislerin Şerhi:
"Cennet ile
cehennem birbirleriyle münakaşa ederler". Yani kendi hal lisanlarıyla,
Cenab-ı Allah'ın kudreti ile bunun gerçekleşmesi imkansız değildir. "Mütekebbir
-Büyüklük taslayan-": Kendine ait olmayan bir şeyle büyüklenen, insanlara
küçük gören. "Zorbalık
yapan": Kendisiyle ilişkileri hep aşılması zor protokollere bağlayan,
yahut, zayıfların, düşkünlerin durumlarıyla hiç ilgilenmeyen. "Cennet hep
insanların zayıfları ve düşkünleri bana geliyor, der". Yani insanların pek
kendilerine iltifat etmediği ve insanlar arasında, küçümsenen, Rabb'leri karşısındaki
tazarru ve tevazulari sebebiyle hafife alınanlar hep bana geliyor, der. Allahü Teala cennete
"Sen rahmetimsin" diye buyuruyor. Çünkü Hakk Teala'mn rahmetinin
eserleri onunla ortaya çıkmaktadır. Bunun gibi, "Seninle kullarımdan
istediğime rahmet ederim" buyuruyor. Allah'ın rahmeti, O'nun ezeli ve
ebedi sıfatlarından biridir. Bu sıfatının ortaya çıkması eserlerinin belirmesi
de mecazî anlamda rahmet olarak adlandırılmıştır. Cehenneme de "sen de
azabımsın, seninle kullarımdan dilediğime azab ederim" buyuruyor. "Cehennem, içine
ayağını koyuncaya kadar -Müslim'in rivayetine göre de: Allahü Teala içine
ayağını koyuncaya kadar- Solmaz". îbnu Fevrek buradaki
"ayak" sözünü kabul etmemiştir. îbnu'l, Cevzî de diyor ki: Bu ifade
bazı ravilerin tahrifidir, yani onlar tarafından sokuşturulmuş bir sözdür.
Ancak bunların iddialarına Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de geçen rivayetler
ile cevap verilmiştir. Ekseriyeti oluşturan ilim adamları bu sözü te'vil
ederek, yani Hakk Teala cehenneme en son olarak bir topluluk koyar, bunlar
özel olarak öncekilere ilave edilmiş olur, dediler. Ve yine denildi ki: Bu
hadisteki ayak ve bacak sözü, Allahü Teala'nın benzetme ve keyfiyetten münezzeh
olan sıfatlarından bazılarını ifade etmektedir. Buna inanmak ve bu konuda laf
etmekten kaçınmak gerekir. Hidayete giren kimse teslimiyet yolunu seçen
kimsedir. Bu gibi müşkil konular üzerinde fazla duran yanılır, inanmayan yoldan
çıkar, keyfıyyet nisbet eden teşbih (benzetme) hatasına düşer.
"Hiçbir şey O'nun
benzeri değildir". "Allah
kullarından kimseye haksızlık etmez". Yani kötülük işlemeyen bir kimseye
azab etmez. "Cennetin bir
fazlalık kısmı vardır. Allahü Teala orası için bir topluluk vareder". Yani
hiç iyilik yapmamış olan iman sahiplerini oraya yerleştirir. Sevab amelle
sınırlı değildir. (Buraya kadar ki açıklamalar,
Kastallanî şerhi, C.7, s.354'ten alınmıştır). Kastallanî
Kitabu't-Tevhid CIO, s.4l3'de, "Allah'm rahmeti iyilik sahiplerine
yakındır" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babda bu hadisi şöle
şerhediyor: Cennetle cehennemin
münakaşası, birbirlerine karşı durmaları âdeta hasımca olduğu için, bu
münakaşa, mecazî anlamda bir münakaşa olabilir. Yahut onlara hayat ve konuşma
kabiliyeti verileceği için gerçek şekilde konuşmaları mümkün olabilir. Ebu'l-Abbas el-Kurtubî
diyor ki: Allahü Teala'nın bu sözü, cennet ve cehennemin bir kısmında meydana
getirmesi, yani söyletmesi mümkündür. Çünkü seslerde, sesi çıkaran yerin akıl
sahibi ve diri olması şartı yoktur. Eğer böyle bir şart aransa bile Allahü Teala'nın,
maddî (cemâdî) yaratıklarının bir kısmına hayat vermesi mümkündür. Özellikle
bazı müfessirler: "Ahiret yurdu, işte asıl hayat odur" mealindeki
ayet-i kerimenin tefsirinde: Cennette ne varsa hapsi hayat sahibi olacaktır,
diyorlar. Ayrıca bu konuşma haJl lisanı ile de olabilir. Birincisi ise tercihe
şayandır. Bunların birbirleri
ile münakaşa etmeleri ise; birbirlerine karşı içlerinde bulunanlar ile
Övünmeleridir. Cehennem zanneder ki, Allah dünyadaki büyükleri kendi içine
atmakla onu cennet üzerine tercih etmiştir. Cennet de, Allah dostlarının kendi
içine girmesiyle Allah'ın kendisini cehennem üzerine tercih ettiğini düşünür. Allahü Teala cennet ve
cehenneme cevabında, onlardan birinin diğerine üstünlüğünü bildirmeyip,
ikisinin de' durumunu kendi ilahî meşi'etine
(iradesine) bağlıyor. "Ayağım
koyma" ifadesi, engelleme, zecr anlammadır. Bu hadisin, bazı
rivayetlerinde '"Cehennem dolar. Allah kullarından kimseye haksızlık
etmez. Cennet için de Allahü Teala bir topluluk vareder" deniliyor.
Sahih-i Müslim'deki rivayetinde böyledir. Burada (yani başta zikredilen babda)
ise: "Allahü Teala yaratıklarından kimseye haksızlık etmez, dilediğini
cehenneme sevkeder" diye rivayet ediliyor. Bazı âlimler dediler ki: Burada
ibare ters çevrilmiştir. Ibnu'l-Kayyım el-Cevziyye "Bu hatadır,
karıştırmadır" diyor ve Yüce Allah'ın: "Cehennemi mutlaka insanlarla
ve cinlerle dolduracağım" mealindeki ayet-i kerimesini delil gösteriyor.
Aynı şekilde el-Belkinî de bu değişikliğe karşı çıkıyor ve "Rabb'in hiç
kimseye haksızlık etmez" mealindeki ayet-i kerimeyi delil gösteriyor. Ebu'l-Hasen el-Kabisî
diyor ki: Bilinene göre Allahü Teala, cennet için topluluk vareder. Bu hadisin
dışında Hakk Teala'mn cehennem için bir topluluk varedeceğine (yani cehennemi
onlarla doldurmak üzere) dair hadislerden herhangi bir şey bilmiyorum. Hiç
günahı olmayan birisine azab etmenin Allahü Teala'mn keremine uygun
düşmeyeceğini de, sözüne delil olarak göstermektedir, îteati olmayana nimet
verilmesi durumu ise farklıdır. el-Belkinî de diyor
ki: Bu ifadenin, ruhsuz taşların cehenneme atılacağı anlamına alınması, ruh
sahibi yaratıkların günahsız olarak cehenneme atılacağı anlamına alınmasından
daha uygundur. el-Feth'de şöyle
deniyor: Bu kastedilenlerin ruh sahipleri olması da mümkündür. Ancak bunlar,
cehennemin görevlileri gibi orada bulunurlar fakat azab görmezler. Burada
"inşa-vâretme" ilk kez cehenneme sevketme anlamına da olabilir.
Nitekim "Onlar oraya atılırlar, cehnnem ise: Daha var mı? diye sorar"
sözü buna bir delil teşkil eder. Müslim'in rivayet
ettiği hadislerin şerhine gelince: Bu hadislerin şerhi,
Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi, (Kastal-lanî'nin Hamişine göre, CIO,
s.297)'den alınmıştır: Cennet ve cehennemin
münakaşa etmesi, Allahü Teala'mn bu ikisine temyiz kabiliyeti vereceğim
gösterir. Bu yolla anlayış sahibi olurlar ve münakaşa ederler. Ancak bu,
onlardaki temyiz kabiliyetinin sürekli olmasını gerektirmez, 'Acizler' ile
kastedilenler, dünyada güç, servet ve mevki sahibi olmaktan, dünyalık
istemekten aciz olanlardır. Düşkünler ise, küçümsenen zayıflardır. Perişanlar
ise, pek dünya işinden anlamayan, insanların ahmak zannettiği kimselerdir.
"Cennet ehlinin çoğu ahmak sanılan kimselerdir" hadis-i şerifi de bu
manayı bildirmektedir. Kadı lyaz diyor ki:
Burada kastedilenler, iman sahiplerinin çoğunluğunu oluşturan avam tabakası,
bilgisi az olan halk taba-kasıdır. Çünkü bunlar sünneti pek bilmezler ki,
fitneye, bid'atlere vs. düşsünler, onlar doğru inanç sahibi olurlar ve
imanlarında sabit olurlar. Bunlar Mü'minlerin çoğunluğunu oluşturdukları gibi,
cennet ehlinin de çoğunluğunu oluştururlar. Bilgi, anlayış sahipleri,
ilimleriyle amel eden âlimler, salih kullar, ibadete düşkün kimseler ise,
azınlıkta "olurlar. Bunlar Allah indinde yüksek mevkilere sahip
olacaklardır. Yine denilmiştir ki: Buradaki "cennet ehli hep zayıf olan,
zayıf olmaya çalışan kimselerdir" manasmdaki hadis-i şerifte kastedilen
'zayıflık1, büyüklenen zorbalık taslayan kimsenin aksine, nefsini Allah
karşısında zayıf düşüren, onu iteate zorlayan kimsedir. "Rabbu'l-Izzet
Tebareke ve Teala, içine ayağını koyuncaya kadar cehennem "daha var
mı?" demeye devam eder." Bu söz Alah'm sıfatlan hakkındaki meşhur
rivayetlerden biridir. Bu konuda daha önce geniş şekilde açıklama yapılmıştır.
Bilindiği üzere bu gibi konularda iki görüş vardır: Selef, te'vile gidilmeyip
kastedilen manaya inanılması yolunu seçer. Kelamcıların çoğu ve halef âlimlerinin
bir kısmı ise, bu gibi ifadeleri Hak Teala'nm sıfatlarına layık olacak şekilde
te'vil etme yoluna giderler. Buradaki
"ayak" kelimesinin te'vilinde değişik görüşler ileri sürülmüştür:
Burada ayak ile kastedilen "öne geçen" dir ki, bu da dilde yaygın
durumdadır. O zaman anlam şöyle olur: Allahü Teala, cehennem ehlinden takdim ve
takdir ettiklerini koyuncaya kadar. el-Mazerî ve Kadı Iyaz
şöyle diyorlar: Bu açıklama (yukarıdaki açıklama) Nadr ibnu Şemîl ve
başkalarının Îbnu'l-A'rabî'den rivayetle yaptıkları te'vildir. İkinci görüşe göre:
Bununla kastedilen, bazı kimselerin ayaklarıdır. Üçüncü görüşe göre:
Yaratıklar içinden bu şekilde (yani 'ayak' olarak) isimlendirilenler olabilir. Ebu Bekir ibnu Fevrek,
içinde ayak konusu geçen ibarenin rivayetinin sabit olmadığını ileri sürüyor.
Ancak bunu Müslim ve Başkaları rivayet etmişlerdir. Bu ibare sabittir ve
yukarıda geçtiği üzere te'vil edilebilir. 'Bacak1 ile
insanlardan bir topluluk kastedilmiş olabilir. Mesela "çekirge
bacağı" denilince (Arapça'da) bir çekirge topluluğu kastedilmiş olur. Kadı îyaz diyor ki: En
uygun olan te'vile göre, bununla kastedilen, cehennemi haketmiş ve bunun için
yaratılmış olan bir topluluktur. Bu ifadeyi zahir anlamından ayrı bir şekilde
anlamak gerekir. Çünkü Allahü Teala'hm bir uzvunun olmayacağı açık delillerle
sabittir. "Cehennem Rabb'ine
Şikayette Bulundu..." Hadisi
378. Bu
hadisi Buharı, C.4, s.l40'da, Kitabu Bedull-Halk'm "Cehennemin
Özelliği" babında rivayet ediyor: Ebu'l-Yeman,
Şuayb'dan, o Zûhrî'den, o Ebu Seleme ibnu Ab-durrahman'dan, o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den Resulul-lah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Cehennem
Rabb'ine şikayette bulunur: "Ey Rabb'im bir kısmın bir kısmımı yedi"
der. Allahü Teala da ona ikinefes ıçm izm veni Bir nefes kışın, bir nefes de yazın. Bunlar, karşılaştığınız şiddetli
sıcak ile karşılaştığınız en şiddetli soğuktur." 378 378. Hadisin Şerhi:
"Cehennem
Rabb'ine şikayette bulunur". Yani Allahü Teala'mn ona hayat vermesi ile,
gerçek manada söz söylemek suretiyle şikayette bulunur veya lisan-ı hâl üzere
konuşur. Şikayeti, içindeki kaynamadan ve bir kısmının diğer bir kısmım
yemesinden (yakmasından) dolayıdır. "Allahü Teala ona
iki nefes için izin verir". Buradaki nefesi, el-Beyzavî, mecazî anlamda
kabul etmiş, onun dışındakiler, gerçek bir nefes olarak anlamışlardır. Bu da,
onun içinden çıkıp havaya karışan şeydir. Kardan ve ateşten melek yaratan,
ateşten zemheri soğuğunu çıkarmaya da kadirdir. En doğrusunu
bilen ise Allah'tır. Resulullah Aleyhisselam'ın Havzı
İle İlgili Rivayetler Havz Hadîsi
379. Bu
hadisi Buharî Rahmetullahi aleyh C.8, s.H9'da, Havz* babında rivayet etmiştir: Amr ibnu Ali, Muhammed
ibnu Cafer'den, O Şu'be'den,o el-Muğire'den, o Ebu Vail'den, o da Abdullah
Radıyallahü Anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ben hepinizden
önce havzm başına giderim. Sizden birtakım kimseler benimle beraber çıkarlar
(benim yanımda yerahrlar). Sonra bazıları benim
önümden alınırlar. Ben: "Ey Rabbim, onlar benim ashabımdırlar" derim.
"Bunların senden sonra neler çıkardıklarını bilmezsin" denilir[40] Bu hadisi Buharı
Rahmetullahi Aleyh Huzeyfe Radıyallahü anh'a varan bir başka senedle de rivayet
etmiştir. Müslim de, Huseyn'in Ebu Vail'den, Onun Huzeyfe Radıyallahü anh'den,
Onun da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayetiyle gelen tarikle rivayet etmiştir. 380. Buharı,
aynı zamanda Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'a varan bir senedle bu hadisi
rivayet etmektedir. Bu rivayetinde şöyle diyor: Müslim ibnu İbrahim,
Vuheyb'den, o Abdulaziz'den, o da Enes Radıyallahü Anh'den Resulullah Aley his
selâm'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Ashabımdan bir
takım insanlar havzın başında bana gelirler. Onları tanıdığımda önümden
alınırlar, "Onlar'benim ashabımdır" derim. (Hakk Celle ve Ala): "Sen onların senden
sonra neler çıkardıklarını
bilmezsin" der". Müslim, bu hadisi,
Kitabu'l-Menakıb'da rivayet ediyor. 381. Buharı
bu hadisi Sehl ibnu Sa'd Radıyallahü Anh'a varan bir senedle rivayet ederek
şöyle diyor; Sald ibnu Ebi Meryem,
Muhammed ibnu Mutarraftan, o Ebu Ii:-tm'den, o da Sehl ibnu Sa'd Radıyallahü
Anh'den Resulullah Alrvhısselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor "Ben hepinizden
Önce havzm başına varırım. Kim benim önümden geçerse (kim Bana uğrarsa) ondan
içer, kim,de ondan içerse bir daha ebediyen susamaz. Benim kendilerini
tanıdığım kendilerinin de tanıdıkları bir takım kimseler bana gelecekler,
sonra onlarla benim arama engel konulacak" Ebu Hazim der ki,
benim bu rivayetimi Nu'man ibnu Ebu Iyâş duydu: "Sehl'den aynen böyle
duydun mu?" dije sordu. Ben: "Evet" dedim. Bunun üzerine şöyle söyledi:
Ebu Saîdi el-Hudrz için şahidlik ederim ki, ben de ondan bu hadisi duydum Ancak
o şöyle bir ilaveye yer vermişti: "Ben: Onlar
bendendirler, derim. "Bunların senden sonra neler çıkardıklarını
bilmezsin" denilir. Ben de: Benden sonra değişiklik yapanlar uzak olsunlar,
uzak olsunlar, derim". [41] 382. Bu
hadisi Buharı, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'a ulaşan bir senedle rivayet ederek
şöyle diyor: Ahmed ibnu Şebib ibni
Saîd el-Habetî babasından, o Yunus'tan,
o ibnu Şihâb'dan, o Sâid ibnu el-Museyyeb'den, o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etti. "Kıyamet gününde
ashabımdan bir topluluk bana gelir, bunlar havzdan mahrum bırakılırlar. Ben: Ey
Rabb'im, onlar ashabımdır, derim. Hakk Teala: Bunların senden sonra neler
çıkardıkları hakkında senin bilgin yoktur, bunlar sırtlarını dönüp geri geri
gittiler, diye buyurur" Şuayb, ez-Zuhrî'den
naklen dedi ki, "Ebu Hureyre Radıyallahü Anh, Resulullah Aleyhisselâm'dan
hadis rivayet ederken "bunlar havzdan mahrum bırakılırlar, veya oradan
uzaklaştırılırlar" anlamına gelen "fe yuclevne" ibaresini
kullandı, Ukeyl'in ez-Zuhrî'den rivayetine göre de "dövülerek oradan
uzaklaştırılırlar" anlamına gelen "fe yuhalle'ûne" ibaresini
kullandı". [42] 383. Buharî
Rahmetullahi Aleyh bu hadisi, yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den daha uzun
bir metinle rivayet etmiştir. O rivayet şöyledir: İbrahim ibnu'l-Munziri
el-Hızâmı, Muhammed ibnu leyh'den, o babasından, o Hilal'den, o Ata ibnu
Yesar'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle
buyurduğunu r ivayet etti: "Ben ayakta iken,
birden bir topluluk gelir, onları tanıdığımda, benimle onların arasında bir
adam dikilir: "Gelin"der. Ben: "Nereye?" derim.
"Cehenneme vallahi" der. "Suçları nedir?" derim.
"Bunlar senden sonra arkalarını dönerek dinden uzaklaştılar", der.
Sonra bir topluluk gelir. Onları tanıdığımda, benimle onların aralarında bir
adam dikilir. "Gelin" der. Ben: Nereye? derim. "Cehenneme
vallahi" der. "Suçları nedir?" derim. "Bunlar senden sonra
arkalarını dönüp dinden uzaklaştılar" der. Onların içinden, dağınık deve
sürülerinden kurtulabilenler kadar çok az kimsenin ancak kurtulabildiğini
görürüm". [43] 384. Bu
hadisi Buharı, Kastallanî'ye göre, C.9, s.343'de yine aynı babda Esma bintu Ebi
Bekri's-Sıddik Radıyallahü Anlaşma'ya ulaşan bir senedle rivayet ediyor. Orada
şöyle diyor: Saîd ibnu Ebi Meryem,
Nafî ibnu Ömer'den, -yani İbnu Abdullah el-Cemha'dan-, o İbnu Ebi Muleyke'den,
o da Esma bintu Ebi Bekir es-Sıddık Radıyallahü Anhuma'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor: "Ben havz başında
olurum.. Sizden orada bana gelenleri gözlerim. Bazı kimseler benim önümden
alınır. Ben: Ey Rabb'im onlar benden ve benim Ümmetimdendir, derim.
"Senden sonra bunların ne işlediklerini farkettin mi? Vallahi, bunlar
hemencecik Ökçeleri üzere geri döndüler" denilir. İbnu Ebi Muleyke Şöyle
derdi: Ey Allah'ım, ökçelerimiz üzere geri dönmekten, dinimizde fitneye
düşmekten sana sığınırız". [44] 379 - 384.
Hadislerin Şerhi:
Resulullah Aleyhisselâm'ın
"Ben hepinizden önce havzın başına giderim" buyurmasında Muhammed
ümmeti için büyük bir müjde vardır. "Onlar benim
ashabım diri ar" yani benim Ümmetim den dirler. "Bunların senden
sonra neler çıkardıklarını bilmezsin". Yani dinden dönmeleri ve yaptıkları
fenalıklar hakkında bilgin yoktur. Onların Senden sonra çıkardıkları şeyler
havzdan uzaklaştırılmalarının
sebebidir. "Benden sonra
değişiklik yapanlar uzak olsunlar, uzak olsun lar". Yani benim getirmiş
olduğum dinde değişiklik yapanlar. Küfre düşmeksizin günahlar işleyenler için
"uzak olsunlar, uzak olsunlar" denmez. Bilakis Resulullah
Aleyhisselâm onlara şefaat eder, onların durumlarıyla ilgilenir. Zira o, iman
sahiplerine karşı son derece şefkatli ve merhametlidir. Ebu Hureyre'nin ikinci
rivayetinde bildirildiği üzere Resulullah Aleyhisselâm'ın "Ben ayakta
iken" buyurması "Havzın kenarında ayakta iken" anlammadır.Yine
aynı rivayette "onları tanıdığımda, benimle onların arasında bir adam
dikilir" denirken kastedilen, adam suretinde bir melektir. Buradaki
"onların içinden dağınık deve sürülerinden kurtulabilenler kadar çok az
kimsenin ancak kurtulabildiğini görürüm" sözü gösteriyor ki: Bu kimseler
iki sınıf olacaktır: Kafirler ve günahkarlar. (Yani kafirler kurtulamayacak,
günahkarlar ise cezalarını çektikten sonra kurtulabileceklerdir). Havz Hakkında Bazı
Bilgiler îbnuT-Karkül diyor ki:
Havz, suyun toplandığı yerdir. Resulullah Aleyhisselâm'ın havzınm sırattan
önce mi yoksa sonra mı olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Kadı Iyaz, Tezkire'sinde:
Bu konuda bildirilenlerden anlaşıldığına göre, insanlar kabirlerinden susamış
halde kalkarlar, diyor ve "Ben ayakta iken birden bir topluluk gelir.
Onları tanıdığımda benimle'onların arasına bir adam dikilir. "Gelin"
der., Ben:
"Nereye?" derim. "Cehenneme vallahi" der" diye devam
eden hadisi delil gösteriyor. el-Kurtubî de diyor
ki: Bu hadis gösteriyor ki, havz sırattan önceki bekleme yerinde olacaktır.
Çünkü sırat uzun bir köprüdür. Oradan geçilir. Kim oradan geçerse cehennemden
selamete kavuşur. Bazıları da diyorlar ki: Havz sırattan sonradır. Bu-harî'nin
havzla ilgili hadisleri, şefaat ve mizan'm kurulması ile iÜ gili hadislerden
sonraya koyması da buna işaret etmektedir. Ayrıca Sahih-i Tirmizî'de yer alan
ve Enes Radıyallahü Anh'den rivayet edilen şu hadisde de bu görüşe delil
vardır: "(Enes
Radıyallahü Anh' diyor ki) : Resulullah Aleyhis-selâm'dan bana şefaat etmesini
istedim. "Bunu yaparım" dedi. "Seni nerede arayacağım?"
dedim. "Beni ilk aramaya başladığında Sırat'm üzerinde ara" dedi.
"Orada bulamazsam?" dedim. "Mizan'ın başında olurum" dedi.
"Orada da bulamazsam?" dedim. "Havzın başında olurum" diye
buyurdu". Ayrıca, Resulullah
Aleyhisselâm'm "Ondan bir kere içen bir daha ebediyen susamaz"
sözünün zahiri de bu.anlamı te'yid ediyor. Çünkü bu ifade, ondan içmenin he s
ab dan ve cehennemden kurtuluştan sonra olacağını gösteriyor. Vaziyete göre,
susamayacak kimsenin cehennemde azab görmemesi gerekir. Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'm rivayet ettiği ve havzın sırattan önce olduğuna delil
getirilen hadis hakkında ise denilebilir ki, bu hadise göre insanlar onu
görecekler ve onun bulunduğu yere yaklaşmak isteyecekler. Ama Sıratın kalan
kısmını geçinceye kadar cehenneme düşürülecekler. İsteyen bunun üzerinde
düşünsün. (Kurtubî'den). Biz diyoruz ki: Bu görüş
üzerinde düşündük ve araştırmaya tabi tutulunca pek kuvvetli bir görüş
olmadığının ortaya çıktığını gördük. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
rivayet ettiği hadis, havzın bekleme yerinde (mevkifte) olacağını açıkça
bildiriyor. Peygamber Aleyhisselâm'da, havzın başında duracaktır. Birden
sözkonusu topluluğun havza yaklaştığı görülecek, sonra bir adam çıkarak
Peygamber Aleyhisselâm ile onların arasına durarak, onları havza ulaşmaktan
men edecektir. Yukarıda zikredilen te'vil ise, hadisin anlamından çok uzaktır. Havzm "Oradan bir
kere içen bir daha ebediyen susamaz" sözüyle ifade edilen sıfatının,
yukarıdaki görüşü desteklediğinin ileri sürülmesine gelince; buradan haraketle
havzm sırattan sonra olacağı neticesine varılamaz. Çünkü hadisin zahirî anlamı,
sırattan önce bekleme yerinde olacağı yönündedir. Ondan içilmesi ise, bu yerde
beklemenin sebep olduğu susuzluğu gidermek, ve bundan sonra bir daha susuzluğa
duçar olmayı engellemek için olacaktır. Bu, aynı zamanda cehennemden kurtuluşun
bir alametidir. Eğer sırattan sonra cennette olsaydı, bunun ayrıca ne faydası
olurdu ki! Cennette zaten susuzluk olmayacak. Havzdan içme ihtiyacı duyacak
olanlar, bekleme yerinde bulunanlar olacaktır. O esnada oradan içen, bir daha
ebediyen susamayacak ve cehennemde de azab edilmeyecek; Sıratın korkunç
dikenlerinden kurtulacaktır. Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'm rivayet ettiği hadisi, "sözü edilen kimselerin sırat
üzerinde havza yaklaşacakları sonra cehenneme düşecekleri" şeklinde
te'vil edilmesi, ilmi araştırma yapan hiç kimsenin aklına gelebilecek bir
te'vil değildir. Üstelik bu hadiste: "Ben: Nereye? derim,
"Cehenneme" der "Bunların senden sonra neler çıkardıklarını
bilmezsin" gibi ifadeler geçmektedir. Bu ifadeler açıkça gösteriyor ki,
havz sırattan önce bekleme yerinde olacaktır. En doğrusunu bilen Allah'tır. et-Tezkire müellifi
(Kadı Iyaz) diyor ki: Anlaşıldığına göre Resu-lulâh Aleyhisselâm'ın iki havzı
olacaktır. Birisi sırattan önce mev-kifte (bekleme yerinde) diğeri ise cennette
olacaktır. Her ikisi de Kevser olarak adlandırılacaktır. Bu iktibası yapan
Kastallanî ise, Kevser'in cennette bir ırmak olduğunu ve suyunun havza
aktığını, ancak kevser ırmağından su alması itibariyle havza da kevser isminin
verildiğini bildiriyor ve şu açıklamayı yapıyor: Sahih-i Müslim'de yer alan ve
Ebu Zer Radıyallahü Anh'm rivayet ettiği bir hadiste: "Havza cennetten iki
oluk akar" buyuruluyor. Daha Önce de
bildirildiği üzere Sırat, cehennem üzerinde ve bekleme yeri ile cennet
arasında bulunan bir köprüdür. Eğer havz sırattan önce olsa idi, cehennem ateşi
kevser ırmağından havza su akıtılmasını önlerdi. Biz buna cevap olarak
deriz ki: Bu açıklama pek net değildir. Çünkü burada ahiret
işlerini dünya işlerine kıyas ederek "cehennem ateşi cennetteki kevser
ırmağından havza su akmasını önlerdi" diyor. Burada hakkında sera'î
(vahiyle gelen) delillerden başka delilimiz bulunmayan gaybî âlem, şehadet
âlemine yani görülen âleme kıyaslanmaktadır. Oysa bu pek aklın kabul edebileceği
bir şey değildir. Hiç kimse cehennemin yerini yakinî bilgi ile bilmiyor ki,
kevser suyu ile havz arasında engel teşkil edeceğini kesin olarak söylesin.
Üstelik daha önce belirtildiği üzere, insanların havza mevkifte (yani bekleme
yerinde) ihtiyaçları olacaktır. Burada insanlar çok şiddetli bir susuzluğa
maruz kalacaklar-. Bu şiddetli susuzluk bekleme yerinde ve cehennemde
olacaktır. Cehennemde olanlar ise, susuzluklarını giderecek her şeyden men
olunacaklardır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor:
"Cehennemlikler cennettekilere, "bize biraz su veya Allah'ın size
verdiği rızıktan gönderin" diye seslenirler, onlar da, "Doğrusu Allah
dinlerini alay ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkarcılara ikisini
de haram etmiştir" derler". Cennetlikler ise, pek
büyük bir nimet içinde olacaklardır. Misk kokusu çıkaran ağzı kapalı saf bir
içecekten içecekler. Katkısı kâfur ve zencefil olan içeceklerden içeceklerdir.
Mü'minlerin susuzluklarını gidermeye gelince, bekleme yeri dışında bir yerde
içeceğe ihtiyaçları olmayacaktır. En
doğrusunu bilen Allah'tır. Eğer bu konu araştırma
ve akıl yürütme ile anlaşılacak bir konu ise, yapılan araştırmaların sonunda
varılan netice budur. Ancak gayet açıktır ki, bu konunun sem'î (vahye dayanan)
delillerden başka kaynağı yoktur. Bu varılan netice de, Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'm rivayet etiği hadiste ve daha başka rivayetlerde sabittir. Havzla İlgili
Tamamlayıcı Bilgiler Bu bölümde Buharı
Rahmetullahi Aleyh'in Sahih'inde havzm mahiyeti ile ilgili olarak rivayet
edilen hadisleri vereceğiz: 1. Ibnu Ömer
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Önünüzde, Cerbâ
ile Ezruh arasındaki genişlik kadar genişliği olan bir havz
bulunacaktır". (Cerbâ ve Ezruh her ikisi de Suriye bölgesinde bulunan iki
kasa- badır. Bu hadiste
kastedilen manayı, Ziya el-Makdisî'nin Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet
ettiği "Genişliği Cerbâ ve Ezruh arası kadardır" anlamındaki hadis
açıklamaktadır. Havzın açılarının eşit olduğu rivayet edilmiştir. 2. Abdullah îbnu
Amr ibni'1-As, Resulullah
Aleyhislelâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Havzın uzunluğu
bir aylık mesafedir. Suyu sütten beyazdır. Kokusu miskten hoştur. Bardakları
gökteki yıldızlar gibidir. Ondan içen
bir daha ebediyen susamaz".îbnu Ebi'd-Dünya'nın en-Nuvas ibnu Sem'ân'dan
merfu olarak rivayet ettiği bir hadiste de şöyle deniliyor: "Oraya ilk
varacak olan (yani Resulullah Aleyhis-selâm'dan sonra) her susuzu sulayan
kimsedir" 3. Enes ibnu Malik, Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Havzımm
genişliği Eyle ile Yemen'deki San'a arası kadardır. İbriklerinin sayısı ise
gökteki yıldızların sayısı kadardır." (Eyle şehri, Filistin
bölgesinde Kızıl Deniz kıyısında bulunan mamur bir şehir idi. Şu an harab
olmuştur. Mısır'dan giden hacılar oradan geçerler. Mısır'ın kuzeylerine
düşmektedir. Mısırlıların Akabe Körfezi derken kastettikleri meşhur akabe
(geçit) orada bulunmaktadır. Eyle Geçidi diye adlandırılır. 4. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Evimle minberim
arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir. Minberim ise havz üzerindedir." (Yani dünyadaki
minberim kıyamet gününde aynen o haliyle havzım üzerinde olacaktır. Yahut
burada kastedilen şu olabilir ki, Resulullah Aleyhisselâm'ın kıyamet gününde
bir minberi olacaktır ve o, havz üzerinde bulunacaktır. Kendisi onun üzerine
çıkarak, oradan insanları havzmdan içmeye çağıracaktır. En doğrusunu bilen
Allah'tır). Bu hadis Sahih-i
Buharı'de Kitabu's-Salat'ın son kısmında geçiyor. İmam Müslim'de aynı hadisi
Kitabu'l-Hacc'da rivayet ediyor. 5. Akabet
ibnu Amir ibni Isa ibni Ebi'l-Esved el-Cuhenî Radıyallahü Anh'den rivayet
edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm bir gün Bakî mezarlığına çıktı, orada
gömülü olan, ölülerin üzerine, cenaze üzerine, kıldığı şekilde namaz kıldı.
Sonra ayrıldı. Gelip minberine çıktı. -Yani âdeta ölülere ve dirilere veda eder
bir tavırla- sonra şöyle buyurdu: "Ben hepinizden
önce havzın başına varacağım. Ben sizin üzerinize şahidim. Ben, vallahi şu
anda havzıma bakıyorum. Bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları verildi,
(yalnız "yeryüzünün anahtarları" diye söylediği de rivayet
edilmektedir). Ben vallahi, benden sonra şirke düşeceğinizden korkmuyorum. Ama
aranızda dünya için yarışa gireceğinizden ve bunun için birbirinizi
öldüreceğinizden,korkuyorum." 6. Harise
ibnu Veheb Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'ın havzım vasfederken
"Mekke ile San'a arası kadar" dediğini rivayet etmiştir. Bir rivayette, hadisin
ravilerinden el-Mustevrid'in "Kapları hakkında bir şey duymadın mı?"
diye sorduğu (Hârise'nin de): "Orada gökteki yıldızlar gibi kaplar
görürsün" diye cevap verdiği bildirilmiştir. Ancak buradaki ifade
merfudur. Her ne kadar merfu olduğu açık olarak belirtilmemişse de, söyleniş
tarzı merfu olduğunu göstermektedir. Ahmed îbnu Hanbel'in
Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği bir hadiste de, kaplar
hakkında "gökteki yıldızların sayısından çok" denilmektedir. Müslim'in rivayetinde
de: "Orada gökteki yıldızlar gibi ibrikler vardır" denilmektedir. Kıyamet
Gününde Ölümün Kesilmesi Sırat Üzerinde
Ölümün Kesılmesînî Bildiren hadîs
385. Bu
hadisi İbnu Mace, Sünen'inde Ğ.2, s.305'de, "Cehennemin Özelliği"
babında rivayet ederek şöyle diyor: Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: Kıyamet gününde ölüm
getirilir. Sırat üzerinde durdurulur Ey Cennet ehli" diye seslenilir.
Cennettekiler, içinde bulundukları yerden çıkarılmaları endişesi ile ve korku
içinde bakarlar Sonra-Ey Cehennem ehli"
diye seslenilir. Cehennemlikler de
neşeyle' içinde bulundukları yerden çıkarılmaları ümidiyle bir rahatlık
duyarak bakarlar, "şunu tanıyor
musunuz?" denilir "Evet
o ölümdür" derler. Sonra emir verilir, o sırat üzerinde kesilir. Sonra her ıkı
topluluğa da : "Hepiniz
bulunduklarınız yerlerde sonsuza kadar yaşayacaksınız, artık ebediyen
ölüm yoktur" denilir.[45] 386. Ölümün
kesilmesi konusu, Tirmizî'nin "Cennet ve Cehennem Ehlinin Sonsuzluğu
Hakkındaki Rivayetler" başlığını taşıyan babda rivayet ettiği bir hadiste
de geçmektedir. Hadisin sonu şöyle geliyor: Allah cennetlikleri
cennete, cehennemlikleri de cehenneme koy-.duktan sonra Ölüm getirilir.
Cennetliklerle cehennemlikler arasında yer alan duvar üzerinde durdurulur.
Sonra: "Ey cennet ehli" diye seslenilir. Cennettekiler korku içinde bakarlar.
Sonra "Ey cehennem ehli" diye seslenilir. Cehennemdekiler, bir şefaat
ümidiyle neşe içinde bakarlar. Sonra cennet ehline ve cehennem ehline:
"Şunu tanıyor musunuz?" denilir. Berikiler de ötekiler de: "Onu
tanıdık, o bize müvekkel kılınan ölümdür" derler. Bundan sonra ölüm yan
yatırılır, cennetle cehennem arasında yer alan duvar üzerinde kesilir. Sonra
"Ey cennet ehli, artık sonsuza kadar hayattasınız, ölüm yok; ey cehennem
ehli artık sonsuza kadar hayattasınız, ölüm yok" denilir". [46] Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh bu hadisin hasen, sahih olduğunu belirtiyor, 385 - 386.
Hadislerin Şerhi:
Bu hadislerde
bildirilen ölümün kesilmesi hâdisesi, hadislerin zahirinden anlaşıldığına göre
gerçek anlamda olacaktır. Allahü Teala'nın ölümü bir hayvan gibi yaratması,
bunun bir yerde durdurulup kesilmesi, aklen de inkar edilecek bir şey
değildir. Allahü Teala her şeye kadir olduğu için, bütün bu gibi şeyler imkan
dahilindedir. Ayrıca ahiretle ilgili işler dünyadaki işlerden farklıdır.
Amellerin tartılması meselesi de böyledir. Hadiste "Kitaplar veya ameller
tartılır" diye buyuruldu. Bu durum da her bakımdan dünyada alışılagelen
duruma ve âdete aykırıdır. Bununla birlikte
ölümün kesilmesi hâdisesinin temsilî bir şey olması da muhtemeldir. Böylece,
cennettekilerin, içinde bulunduğu nimetlerle ebedî yaşama hususunda tatmin
olarak ölümden dolayı bir endişeleri kalmaz; cehennemdekiler de artık ölümden
veya oradan çıkarılmaktan tamamen ümid keserler. Çünkü herkes artık ölümün
olmayacağını kesin anlar ve bilir, âdeta ölümün kesildiğini ve bir kimsenin
ölümlülük vasfı ile vasıflana- mayacağım görmüş olur.
Biz Resulullah Aleyhisselâm'den sahih olarak rivayet edilenlere inanıyor ve
mahiyeti üzerine fazla derine inmeye gerek görmüyoruz. Çünkü bütün bunlar
Allah'ın kudreti dahilindedir. Bütün hak mezheblerin
görüşleri de bu istikamettedir. "Allahü
Teala: 'Kimin Kalbinde Bir
Hardal Tanesi Ağırlığında İman Bulunursa
Onu Çıkarın1 Diye Buyurur..." Hadisi.
387. Bu
hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh C.8, s.llö'de, Kitabu'r-Rikak'ın "Cennet
ve Cehennemin Özelliği" başlıklı babında rivayet ediyor: Musa ibnu İsmail
Vuheyb'den, o Amr ibnu Yahya'dan, o babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor: "Cennet ehli
cennete cehennem ehli de cehenneme girdiğinde Allahü Teala: Kimin kalbinde bir
hardal tanesi ağırlığında iman varsa onu çıkarın, diye buyurur. Bunlar
kavrulmuş kömür olmuş bir halde çıkarılırlar. Hayat nehrine atılırlar. Selin
getirdiği yığındaki tanenin bitmesi gibi bunlar orada biterler. Resulullah
Aleyhisselâm ayrıca şöyle buyurdu: Onu görmez misiniz, nasıl sarı ve kıvrak bir
vaziyette biter.[47] 388. Bu
hadisi Buharî, Kitabul-İman'ın, "İman Sahiplerinin Ameller Yönünden
Birbirlerine Üstünlüğü" başlıklı babında rivayet ediyor: İsmail îbnu Ebi Uveys
ibni Abdullah el-Esbahi el-Medeni (Daru'l-Hicre İmamı, İmam Malik'in
kızkardeşinin oğlu), İmam Malik'den, o Amr ibnu'l-Yahha el-Mazinî'den, o
babasından, o da Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor: "Cennet ehli
cennete cehennem ehli de cehenneme girer. Al-lahü Teala: Kalbinde bir hardal
tanesi ağırlığında iman olanı (cehennemden) çıkarın, diye buyurur. Bunlar
kararmış vaziyette çıkarlar, Haya veya Hayat -burada imam Malik şüpheye düşmüştür-
nehrine atılırlar. Selin kıyısındaki tanenin bitmesi gibi onlar da bu nehirde
biterler. O tanenin nasıl sarı ve kıvrak bir şekilde bittiğini görmediniz mi?[48] 387 - 388.
Hadislerin Şerhi:
"Kimin kalbinde
bir hardal tanesi kadar iman varsa..." yani asıl tevhid inancına ilave
olarak, yani kimin iyilik niteliğinde bir imanı varsa, demektir, iman maddi bir
şey olmadığı için ağırlık veya hacimle hesab edilemez. Burada kastedilen
ameldir. Ameller cevherler ile temsil edilirler. Buna göre, iyilik kefesindeki
ameller, beyaz, parlak cevherler şeklinde, günah kefesindeki ameller ise siyah,
karanlık cevherler şeklinde görünürler. "Kalbinde (hardal
tanesi) kadar imanı olanı cehennemden çıkarın..." sözünden imam Gazali:
"İmanın gerçeğini anlamış, ancak, şehadet kelimesini söylemesine ölümün
engel olmuş olduğu kimselerin cehennemden çıkarılacağı" hükmünü
çıkarmıştır. imam Gazali doyar ki:
Ancak bir kimse, şehadet kelimesini söylemeye muktedir olur da ölünceye kadar
söylemez, bununla birlikte kalbiyle inanırsa
bunun, şehadet kelimesini
söylemekten kaçınması, namaz
kılmaktan kaçınması gibi sayılır. Cehennemde ebedî olarak kalmaz. Ancak tersi
de olabilir. Gazali'nin dışındakiler, diliyle söylememesinin ebedî cehennemde
kalmasını gerektireceği görüşündedirler. Burada, yani bu görüşe göre, hadiste
geçen "kalbinde" sözünün teViline ihtiyaç vardır. Buna göre bu söz
"gücü olursa kalbindeki imanı dili ile de söylemesi şartı ile"
manasına alınır. Bu iki ihtimal şundan
kaynaklanıyor: imanı dil ile de söylemenin imandan sayılacağı ve dolayısıyla
bu yapılmadan iman tamam olmayacağı görüşünde ihtilafa düşülmüştür. Alimlerden
bir grup ou görüşü kabul etmektedir. İmam Şemsuddin ve Fahru'l-îslam görüşte olanlardandır. Yahut imanın dil ile
söylenmesi dünyevi hükümlerin uygulanması için şarttır. Bu da tahkik ehli
alimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Şeyh Ebu Mansur bunu ka-iiui etmektedir.
Hadis ve ayet metinleri ise bu konuda biraz kapalı bir durum (müteşabih) arz
etmektedir. Taftazanî de böyle söyleyenlerdendir. Bu hadisi Müslim,
Kitabu'l-İman'da da rivayet etmiştir. Ancak Buharî'nin rivayetindeki senet
Müslim'in rivayetindeki senetten daha kısadır. (Yani Buharî'nin rivayetinde
ravi sayısı daha azdır ki, buna uluvv denmektedir. Çünkü bu durumda hadisin
sıhhat derecesi artmaktadır. -Mütercim). Bu hadisi, Nesâî de rivayet etmiştir. Bu hadis Mürcie'nin
görüşünün yanlışlığını ortaya koyuyor. Çünkü hadiste iman olsa da, günahın
kişiye zarar vereceği bildiriliyor. (Mürcie ise imanla birlikte günahın zararı
olmayacağı görüşünü savunuyor). Hadis aynı zamanda, büyük günah işleyenlerin
ebedî cehennemde kalacağını ileri süren Mutezile ve aynı görüşü paylaşanların
iddiasının yanlışlığını da ortaya koyuyor. Allahü Teala kendi
ihsanı ile bizi cehennemden korusun, iyilerle beraber cennetine koysun. Amin. Cennet Ve Cehennemin
Etrafını Saranlar Ve Cehennem
Ehlinin Yiyeceği
"Cennet
Nefse Hoş Gelmeyen Şeylerle,
Cehennem De Nefsin Hoşlandığı Şeylerle
Çevrilmiştir...1'
Hadisi .
389. Bu
hadisi İmam Tirmizî Camiinde, C.2, s.92'de, "Cennet Nefse Hoş Gelmeyen
Şeylerle Çevrilmiştir" başlıklı babda rivayet ediyor: Ebu Hureyre
Radıyallahü anh'den rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Allahü Teala
cenneti ve cehennemi yarattığında Cibril Âleyhis-selâm'ı cennete gönderdi ve :
Ona ve onun içinde, ehli için hazırladığım şeylere bak, diye buyurdu. Cibril
geldi, cennete ve içindeki ehli için hazırlanan şeylere baktı. Hakk Celle ve
Âla'ya döndü: "izzetine yemin olsun ki, onu duyan herkes oraya girer"
dedi. Ce-nab-ı Hakk emir buyurdu cennetin etrafı nefse hoş gelmeyen şeylerle
çevrildi. Cibril'e: "Tekrar git" dedi. Cibril gitti baktı ki, etrafı
hep nefse hoş gelmeyen şeylerle çevrili. Hakk Teala'ya dönüp: "İzzetine
yemin olsun ki, kimsenin oraya girememesinden korktum" dedi. Sonra Cenab-ı
Hakk Cibril'e: "CehennenTe git, oraya ve ehli için, içinde neler
hazırladığıma bak" dedi. Cibril gitti baktı ki, cehennemin ateşi birbirine
girmiş. Döndü ve: İzzetine yemin olsun, onun haberini duyan bir kimse oraya
girmez, dedi. Sonra Yüce Allah emir verdi, cehennemin etrafı nefse hoş gelen
şeylerle çevrildi. Cibril'e de: Tekrar oraya git, dedi. Gitti baktı ve bu kez
de: İzzetine yemin olsun, kimsenin oradan kurtulamayarak içine gireceğinden
korktum, dedi.[49] Ebu İsa et-Tirmizî
Rahmetullahi Aleyh bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylüyor. 390. Bu
hadisi Ebu Davud'da Sünen'inde, C.4, s,185'de, "Cennet ve Cehennemin
Yaratılışı" Babında Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'e ulaşan bir senedie
rivayet ediyor: Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Allahü Teala
cenneti yarattığında Cibril'e: Git, oraya bak, diye buyurdu. Gitti, ona baktı,
sonra geldi ve: Ey Rabb'im, İzzetine yemin olsun, onun haberini duyan kimse
mutlaka oraya girer, diye söyledi. Sonra Allahü Teala onun etrafını nefse hoş
gelmeyen şeylerle çevirdi ve: Git ona bak, diye buyurdu. Cibril gitti, baktı,
sonra gelip: Ey Rabb'im, kimsenin oraya giremeyeceğinden korktum, dedi. Allahü
Teala cehennemi yarattığında Cibril'e: Ey Cibril,git ona bak, diye buyurdu.
Cibril gitti, baktı sonra gelip : İzzetine yemin olsun, oraya girecek kimsenin
onun haberini duymamış olması gerekir, diye söyledi. Allahü Teala onun
etrafını nefse hoş gelecek şeylerle çevirdi ve : Ey. Cibril, git ona bak, diye
buyurdu. Cibril gitti baktı ye bu sefer: Ey Rabb'im izzetine yemin olsun, oraya
girmeyen kimsenin kalmayacağından korktum", diye söyledi. [50] Bu hadisi İbnu Mace
de, Sünen'inde, "Allah'ın izzetine yemin etmek" başlıklı babda,
Tirmizî ve Ebu Davud'un verdikleri metne yakın bir metinle Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet etmektedir. 389-390.
Hadislerin Şerhi:
"Cennetin etrafı
nefse hoş gelmeyen şeylerle çevrildi". Yani cennet her yandan nefsin
hoşlanmadığı fiillerle çevrilidir. Bir kimse bu fiilleri işlediği zaman
cennetten uzak kalır. Burada söz, temsilî mahiyettedir. însanın yerine
getirmeden, hakkıyla uygulamadan, cennete ulaşamayacağı; belalara, musibetlere,
sıkıntılara sabır gibi nefse ağır gelen emirler, içinde akreb, canavar, vs.
gibi her türlü zararlı hayvanın gizlendiği, dikenlerle sarılı duvarlara benzetilmiştir.
Bu duvarlar büyük bir bahçeyi her taraftan sarmış durumdadır. Hiç kimse bu
korkunç duvarları aşmadan, ayağına diken batması, akreplerin, yılanların
ısırması, vahşi hayvanların saldırması gibi o duvarları aşarken karşılaşacağı
sıkıntılara katlanmadan, o büyük bahçeye ulaşamıyacak ve içindeki nimetlerden
istifade edemiyecektir. Şüphesiz bu da, zor bir mücadeleyi ve sürekli sabrı,
tahammülü gerektirmektedir. İşte cennet böyledir. Nefsiyle Allah düşmanlarıyla
mücadele etmek, başına gelenlere sabretmek, Allah'ın hükmüne razı olmak,
İslam'ın emirleini en güzel şekilde yerine getirmek, karşısına çıkacak her
türlü zorluğa katlanmak, arzuladığı şeyin ger ektirdiği her türlü fedakârlığı
göstermek, canını malını matlûbu yolunda
feda etmek suretiyle dünyanın
sıkıntılarını aşmadan hiç kimse cennetin ebedî, kesintisiz nimetine
kavuşamayacaktır. O, yani ebedî cennet nimeti, Cenabı Allah'ın, Mü'minlerin
canlarını ve mallarını onunla satın aldığı ücretidir. Yüce Allah kitabında
şöyle buyuruyor. "Allah, Mü'minlerden mallarını ve canlarını karşılığında
cennet olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşır öldürülürler ve
öldürürler. Bu gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de, gerek Kur'an'da bildirilmiş
olan Allah'ın hakk olan bir vaadidir". Cehennem ise, insan
nefsinin tabiatı itibariyle meyledeceği, işlemekte zorluk ve sıkıntı
çekmeyeceği, bilakis isteyerek ve hoşlanarak yapacağı fiillerle çevrelenmiştir.
Cehennem çok fena bir kalış yeri ve kötü bir meskendir. Ancak etrafım saran
şeyler nefislerin arzulayacağı, gözlerin hoşlanacağı şeylerdir. Nefisler bu
şehevî arzulara yaklaşırlar. Sonra da cehenneme düşmekten uzak olduğu zannıyla
bu arzularına uymak suretiyle; onlardan lezzet duyarlar. Bu arzularına uymak
suretiyle elde ettikleri lezzetler ise onu daha büyük lezzetlere yöneltir. Ne
zaman bir lezzet duysalar; onun arkasından daha büyük lezzetin peşine düşerler.
Nefis her zaman elde ettiğinin daha fazlasını ister, sevdiği bir lezzeti elde
edince, hep daha güzeline koşar. Bu şekilde bütün lezzet duvarlarını aşmcaya
kadar gafletten uyanamaz. O bu duvarları aşınca da farkında olmadan cehennem
ateşine düşer. Sonra oradan kurtulmak ister ama, buna hiç kimse güç yetiremez. Her insan tabiatı
itibariyle şehevî arzulara meyleder. Özellikle bozuk çevreye sahip olan, kötü
bir toplumun içinde bulunan kişi, kendisine ölüm gelinceye kadar hep.
şehvetlerinin peşine koşar, şehevî arzularının içine dalar. Kendinin asıl
kurtarıcısının iman ve güzel amel olduğunu düşünmeksizin cehenneme düşer. İşte
bunun için Cibril Aleyhisselâm cehennemin etrafının nefse hoş gelen şeylerle
çevrili olduğunu görünce 'izzetine yemin olsun ki, hiç kimsenin oradan
kurtulamayarak içine düşeceğinden korktum demiştir. Yani, eğer inkarcı
müşriklerden olursa ebedi kalmak üzere, ama iman sahibi olmakla birlikte
nefsine hoş gelen haram fiilleri işlemek suretiyle Allah'a isyan edenlerden
olursa, günahlarından temizlenmesi için bir süre azab görmek üzere oraya
(cehenneme) girer. Allahü Taala bizi
cehennemden korusun ve takva sahibi iyilerle birlikte cennetine koysun- Amin,
velhamdü lülahi Rabbüalemin. "Cehennem Ehlinde
Bir Açlık Görülür..." Hadisi
39L Bu
hadisi Tirmizî Rahmetullahi Aleyh, C.2, s.96-97'de, "Cehennem Ehlinin
Yiyeceğinin Özelliği" başlıklı babda rivayet etmektedir: Ebu'd-Derda
Rahmetullahi Aleyh'den rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: "Cehennem
ehlinine açlık musallat edilir. Bu içinde bulundukları azaba denk olur. Yardam
taleb ederler, kendilerine kötü kokulu bir diken yiyecek olarak verilir. Bu ne
açlığı giderir, ne de vücuda bir yaran olur. Yeniden yiyecek taleb ederler. Bu
kez boğazı tıkayan bir yiyecek verilir. Dünyadayken boğazdaki tıkanmaları
içecek ile açtıklarını hatırlarlar. Bu kez su isterler. Demir mengeneler içinde
yakıcı bir içecek verilir. Yüzlerine yaklaştığında yüzlerini kavurur.
Karınlarına girdiğinde karınlarında olanı yakıp yakıp koparır:
"Cehennemin muhafızlarını çağırın" derler. Bunlar: "Size
elçileriniz, apaçık delillerle gelmediler mi?" derler. Berikiler:
"Evet" derler. Bu sefer: "Öyleyse çağırın durun, kâfirlerin
çağırması boş bir şeyden öte değildir." derler. Bu sefer
cehennemdeki-ler: "Malik'i (cehennemin baş muhafızı) çağırın" derler.
Sonra: "Ey Malik, Rabb'in hiç olmazsa canımızı alsın" derler. Malik
de onlara: "Siz böyle kalacaksınız" diye cevap verir. el-A'meş der
ki: Bana haber verildiğine göre onların çağırmasıyla Malik'in kendilerine
cevap vermesi arasında bin yıl bulunmaktadır. Bu kez: "Rabb'inize dua
edin, Rabb'inizden daha üstün kimse yoktur" derler. Sonra: "Ey
Rabb'imiz, bizim taşkınlığımız bizi yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk. Ey
Rabb'imiz bizi buradan çıkar, eğer bir daha fenalığa dönersek zulmedenlerden
oluruz" derler. Allahü Teala da onlara: "Olduğunuz yerde sinip durun,
Benimle konuşmayın" diye cevap verir. Böylece bütün iyiliklerden
ümidlerini keserler. Bunun ardından, çığlıklar atmaya, ah çekmeye, eyvah demeye başlarlar" Abdullah ibnu Abdurrahman:
"Halk bu hadisi senediyle birlikte vermez" dedi. Ebu İsa et-Tirmizî
de diyor ki: Biz bu hadisi: el-A'meş ile biliriz. Abdullah ibnu
Abdurrahman seneddeki ilk kişidir, yani Ebu İsa et-Tirmizî hadisi ondan
almıştır. [51] 39L Hadisin
Şerhi:
"Cehennem ehline
açlık musallat edilir". Yani Allah Teala onlara açlık verir ve bu açlık
dolayısıyla büyük bir sıkıntı ve ızdırab içine girerler. "Bu içinde
bulundukları azaba denk olur". Yani açlık dolayısıyla çektikleri sıkıntı
ve acı, içinde bulundukları azab-dan dolayı çekmekte oldukları sıkıntı ve acıya
denk olur. "Yardım taleb ederler". Yani kendilerindeki bu açlık
sıkıntısını giderecek bir yiyecek isterler. "Kendilerine kötü kokulu bir
diken, yiyecek olarak verilir. Bu ne açlığı giderir, ne de vücuda yararı
olur". Yani dünyada yedikleri yiyeceklerde olduğu gibi bunda, insan
vücuduna yarar sağlayacak ve açlığı giderecek bir özellik yoktur. Bu yiyecek- yemeden kurtulamadıkları veya
açlıktan dolaya çektikleri ızdırab çok fazla olduğu için yemek zorunda kaldıkları
bir yiyecektir. ikinci kez yardım
taleb etmeleri üzerine boğazı tıkayan bir yiyecek veriliyor. Dünyada boğaz
tıkanmalarını içecek ile giderdiklerini hatırlayarak su istiyorlar. Bu kez
demir mengeneler içinde yakıcı bir içecek veriliyor ve bu içecek yüzlerine
yaklaştığında yüzlerim kavuruyor, karınlarına inince karınlarını yakıyor. Bu konuda
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Başlarının üstünden kaynar
su dökülür. Onunla karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Ayrıca onlar
için de demir kamçılar vardır. Oradan her ne zaman çıkmak isterlerse oraya
geri çevrilirler ve "Yangın azabını tadın" denilir." Onlar "cehennemin
muhafızlarını çağırın" derler Yani birbirlerine; Cehennemin
muhafızlarından Allah'ın sizi bu azabdan kurtarması için dua etmelerini
isteyin derler, Cehennemin muhafızları ise onları azarlamak ve başlarına
geleni hakettiklerini kendilerine itiraf ettirmek için: "Size elçileriniz
apaçık delillerle gelmediler mi?" diye sorarlar.. Cehennemdekiler
"evet" derler. Bu sefer muhafızlar: "Öyleyse çağırın durun"
yani isterseniz Allah'a kendiniz dua edin, siz şefaatçilerin şefaatine layık
değilsiniz. "Kâfirlerin çağırması boş bir şeyden öte değildir", yani
zayi olur gider, ne bir fayda sağlar ne de dikkate alınır, derler. Bu kez cehennemdekiler,
cehennemin baş muhafızı olan Malik'e seslenerek: "Ey Malik, Rabb'in hiç
olmazsa canımızı alsın" derler. Yani: "Bizim için Rabb'inden dilekte
bulun, ölümümüze hükmetsin de ölelim ve bu acıklı azabdan kurtulalım. Malik
ise: "Siz böyle kalacaksınız" diye cevap verir. Yüce Allah da
Kur'an-ı Kerim'de: "Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler, kendilerinden
cehennemin azabı da hafifletilmez" diye buyuruyor. Cehennemdekiler,
dualarının kendilerine fayda sağlayacağını umdukları herkesten ümidlerini kesince,
Allahü Teala'ya sığınırlar "Rabb'inize dua edin, Rabb'inizden üstün kimse
yoktur" derler. Sonra "Ey Rabb'imiz bizim taşkınlığımız bizi
yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk" diyerek günahlarını itiraf ederler
ve Hakk Teala'dan kendilerini cehennemden çıkarmasını dilerler ve : "Ey
Rabb'imiz bizi buradan çıkar, eğer bir daha fenalığa dönersek zulmedenlerden
oluruz" derler. Allahü Teala da onlara: "Olduğunuz yerde sinip
durun" yani cehennemin içinde sessiz sakin, durun; cehennem sizi
alıkoydukça siz de köpeklerin baş eğmesi gibi baş eğin; cehennemden
çıkarılmanızı istemek için Benimle konuşmayın" diye cevap verir. "Bu
zaman bütün iyiliklerden ümidlerini keserler; bunun ardından da çığlıklar
atmaya... başlarlar". Allahü Tealâ bizi
cehennem azabından korusun, Amin. Mü'minuerin
Kabe'lerini Görmesi Ve
Allahu Teala'nın Cennet Ehline
Hitabı
Mü'mınlerin
Ahırette Rabb'lerlnl Göreceklerinin Îsbatı1 Île İlgili Hadîs
392. Bu
hadisi İmam Müslim Rahmetullahi Aleyh Kastal-lanî'nin hamişine göre, C.2,
s.lO7'de rivayet etmektedir: Ubeydullah ibnu Unıer
ibnu Mey sere, Abdurrahman ibnu Mehdî'den, o Hammad ibnu Seleme'den, o Sabit
el-Bunanî'den, o Abdurrahman ibnu Ebi Leyla'dan, o da Şuheyb Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyuduğunu rivayet etmiştir: "Cennetlikler
cennete girdiğinde Allah Tebareke ve Teala: Artırmamı istediğiniz bir şey var
mı? diye sorar. Onlar: Yüzümüzü ak etmedin mi, bizi cennete koymadın mı, bizi
cehennem azabından kurtarmadın mı? derler. O zaman örtü kal dinli verir. Cennet
ehline, Rabb'lerini görmekten daha sevimli bir nimet verilmemiş tir". [52] 393. Müslim,
bu hadisin, aynı senedle bir başka rivayetini de veriyor. Ancak orada şöyle bir
ilaveye yer vermektedir: "Sonra Resulullah
Aleyhisselâm şu mealdeki ayet-i kerimeyi okudu: "Güzel amel işleyenlere
daha güzel karşılık ve fazlalık var". [53] 394. İbnu
Mace de, Mü'minlerin Rabb'lerini göreceklerine dair hadisi, başka bir metinle
rivayet etmektedir: Cabir ibnu Abdullah
Radıyallahil Anh'dan rivayet edildiğine göre Resulullah ALey his selâm şöyle
buyurdu:- "Cennet ehli
kendilerine verilen nimetlerin içindeyken, birden bir nur (ışık) görünür.
Başlarını kaldırırlar. Bir de görürler ki, Rabb Teala, üzerlerinden kendilerine
tecelli etmiştir. Hakk Teala: "Size selam olsun ey cennet ehli" diye
buyurur. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki; Bu husus Allahü Teala'mn şu
ayet-i kerimesinde bildirilmiştir: "Rahmet sahibi olan Rabb katından
onlara, sözle selam vardır". Resulullah Aleyhisselâm sonra şöyle devam
etti: O, onlara bakar, onlar da O'na bakarlar, O'na baktıkları sürece, araya
perde konuluncaya kadar, etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat
etmezler. Bundan sonra da, nuru ve bereketi, üzerlerinde, bulundukları yerlerin
üzerinde kalır.[54] 395. Bu
hadisi de İbnu Mace Şuheyb Radıyallahü Anh'den rivayet ederek şöyle bildiriyor: Resulullah
Aleyhisselâm: "Güzel amel işleyenlere daha güzel karşılık ve fazlalık
vardır" mealindeki ayet-i kerimeyi okuyup şöyle buyurdu:' "Cennet ehli
cennete cehennem ehli de cehenneme girince bir çağına: "Ey cennet ehli,
sizin için Allah katında bir söz vardır, onu Hakk Teala yerine getirmek
istiyor" diye seslenir. Cennetteki-ler:" O nedir ki, Allah bizim
iyilik taraflarımızı ağır getirmedi mi, yüzlerimizi ak çıkarmadı mı, bizi cennete
koymadı mı, bizi cehennem azabından kurtarmadı mı?" derler' Bu zaman,
Örtü kaldınlı-verir. Hakk Celle ve Ala'ya bakarlar. Allah'a yemin ederim ki,
Cenabı Allah, cennette kilere, kendisine bakmaktan daha sevimli ve daha çok
gözleri nurlandırıcı bir nimet vermemiştir.[55] îbnu Mace'nin
Sünen'ine haşiye yazan diyor ki: "Buradan anlaşılıyor ki, Allahü Teala
cennetliklerin kalbinden hırsı çıkarmaktadır. Ayrıca onlara tama etmedikleri
bir şeyi fazlalık olarak veriyor ve onlan kendi fazlından razı ediyor". Bu hadisi Tirmizi, Nesâî
ve başkaları, Hammadu'bnu Se-leme'nin Sabit'ten, onun İbnu Ebi Leyla'dan, onun
Şuayb'dan, onun da Peygamber Aleyhisselâm'dan rivayeti tanki ile vermişlerdir, 392 - 395.
Hadislerin Şerhi:
Mü'minlerin Yüce
Allah'ı görmesi ile ilgili hadisin şerhinde imam Nevevî şöyle diyor: Bil ki, Allah'ın
sıfatları ile ilgili konularda ilim adamları iki ayrı görüş ortaya
koymuşlardır. Birincisi: Selef
âlimlerinin çoğunun veya tamamının tercih ettiği görüştür. Bunlar, bu konularla
ilgili metinlerin anlamları üzerinde fikir yürütmeksizin: Bizim bunlara iman
etmemiz ve Allahü Teala'nm azamet ve şanına layık bir anlam ifade ettiğine
i-nanmamız gerekir. Bununla birlikte şunu kesin olarak bilmeliyiz ki, hiçbir
şey Allah'ın benzeri değildir; O yaratıklara mahsus özelliklerden münezzehtir,
derler. Bu görüşü bazı kelamcılar da kabul etmişlerdir ve inanç açısından en
selametlisi de budur. İkinci görüş ise:
Kelamcılarm çoğunluğunun kabul ettiği görüştür. Bu görüşe göre, sıfatlarla
ilgili metinler, itikaddaki temel ölçüler esas alınarak ve Arap dilinin
kurallan da nazar-ı itibare alınmak suretiyle yerine göre te'vil edilir. (Bu
konu üzerinde daha önce tafsilatlı birgiler verilmişti). Nevevî'nin, sahih-i
Müslim Şerhinden. 'Allahü
Tealanın Cennet Ehline Hitabı İle İlgili Hadis
396. Bu
hadisi Buharı, C.8, &U4*te, Kastallanî'ye göre, C.9, s.319'da,
KitabuV-Rikak'ın "Cennet ve Cehennemin Özelliği" başlıklı babda
rivayet etmektedir: Muaz ibnu Esed,
Abdullah'dan, o Malik ibnu Enes'den, o Zeyd ibnu Eşlemden, o Ata ibnu
Yesar'dan, o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahu Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Allahü Teala
Cennet ehline: "Ey cennet ehli !" der. Onlar: "Buyur, Ey
Rabb'imiz, Emret, Ey Rabb'imiz" derler. Allahü Teala: "Razı oldunuz
mu?" diye buyurur. Onlar: "Niçin razı olmayalım; Yaratıklarından
kimseye vermediğini bize verdin", derler. Allahü Teala: "Ben size
bundan daha üstününü vereceğim" diye buyurur. Onlar: "Ey Rabb'imiz,
bundan daha üstün ne olabilir?" derler. Allahü Teala:" Size rızamı
bahşediyorum. Bundan sonra artık ebediyen size kızmam" diye buyurur.[56] 397. Buharı
bu hadisi, Kitabu't-Tevhid'in "Rabb'ın Cennet Ehli İle Konuşması"
başlıklı babında da rivayet etmektedir. Buharî'nin sahih'inde,
C.9, s.l5l'de, Kastallanl'ye göre C.lO, s.25l'de yine Ebu Saîd el-Hudri
Radıyallahü Anh'den rivayetle verdiği bu hadisin metni de daha önce geçen
hadisin metnine yakındır. Sadece orada: "Ben size bundan
daha üstününü vereceğim" ifadesinin yerine "Size bundan daha üstününü
vermemi istemez misiniz" ifadesi geçmektedir".[57] Bu hadisi Müslim de,
Sahih'inde, "Cennet Nimetleri ve Ehli" başlıklı babda rivayet ediyor.
Tirmizî de, C.2, s.91'de bu hadise yer vererek, hadisin hasen, sahih olduğunu
kaydediyor. Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisin metni de, Buharî'nin Kitabu'r-Rikak'mda
geçen metne yakındır. Tirmizî'nin rivayetinde, "daha üstününü vermemi istemez
misiniz?" ifadesi geçmektedir. 396-397.
Hadislerin Şerhi:
el-Feth de deniliyor
ki: Bu hadiste "Allah'ın razı olması ise hepsinden büyüktür"
mealindeki ayet-i kerimeye işaret vardır. Çünkü rıza, bütün kurtuluş ve
saadetlerin sebebidir. Bir kimse üst'ünün kendisinden razı olduğunu bilince,
bu, gözünün nurunu artırır; kalbi için bütün nimetlerden daha sevimli olur.
Çünkü razı olmakla kendine ihsanda bulunmuş ve kendine yücelik kazandırmış olmaktadır. et-Tayyibî
Rahmetullahi Aleyh'de diyor ki: Kerametlerin en üstünü Allah Teala'yı
görmektir. el-Miftah müellifi de
diyor ki: Hadisin metninde ndvan kelimesinin nekîre olarak kullanılması,
Allah'ın rızasından, çok az bir şeyin bütün cennetlerden ve içindekilerden daha
üstün olduğuna işarettir. et-Tayyibî daha sonra
şöyle diyor: Bu ifadenin ta'zim, yüceltme manasına alınması en uygun olanıdır.
Yani büyük rızanın (rıd-vân'm), ismi "çok ihsanda bulunan Allah"
olana nisbet edilmesi yerinde olur. Allah'ın kendini
sevdiği kullarına göstermesi O'nun ihsan-larındandır. Bu ise kerametlerin en
üstünüdür. Bu noktada hadisin anlamı, ayetin anlamına uygun düşmektedir. Hakk
Teala rıdvânı kendi zatına nisbet ediyor, ancak "size rızamı
bahşediyorum" diye buyurarak, bunu istiare sigası ile ifade ediyor. Kendi
rızasını, büyük bir sultanın yanma misafir olan hey'etlere takdim edilen
hediyelere teşbih ediyor. (Kastallanî şerhinden). Yüce Allah bize de
cennet nimetleri arasında kendi cemalini seyretme nimetini de bahşetsin. Amin,
ya Rebbe'l-Alemin. 'Cennet
Ehlinden Bazılarının Ekim İçin Kabe'lerinden İzin İstemelerine Dair' Hadis
398. Bu
hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh, C.9, s.l51'de, Kitabu't-Tevhid'in
"Rabb'in Cennet Ehli İle Konuşması" başlıklı babda rivayet
etmektedir: Muhammed ibnu Sinan'ın
Fuleyh'den, onun Hilalden, onun Ata ibnu Yesar'dan, onun da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet ettiğine göre Resulullah Aleyhisselâm bir gün
yanında sahra ahalisinden bir adam varken konuşuyordu. Buyurdu ki: "Cennet ehlinden
bir adam, Rabb'inden ekim için izin istedi. Cenab-ı Hakk:"îstediğin her
şeyin içinde değil misin?" diye buyurdu. Adam: "Evet, ancak ben ekim
işini seviyorum" dedi. Hemen alelacele tohumunu attı. göz açıp yumuncaya
kadar bu tohumlar bitip yeşermeye başladı. Hemen hasadhk oldu, toplanıldı,
dağlar gibi oldu. Allah Teala'o zaman şöyle buyurdu: "Al onu, Ey Ademoğlu,
seni biç bir şey doyurmaz." Bedevi Arap bunun
üzerine : "Ey Allah'ın Resulü, bu kimsenin ancak Kureyşlilerden veya
ensardan olduğunu görürsün. Onlar ekim işiyle uğraşmaktadırlar. Biz ekim işiyle
uğraşanlardan değiliz, diye söyledi. Bu söz üzerine Resulullah Aleyhisselâm
güldü.[58] Bu hadisi Buharı
Rahmetullahi Aleyh, Kitabu'l-Muzara'a'da, "Toprağın Al tunla Kiralanması"
başlıklı babdan sonra müstakil bir babda da vermektedir. 39a Hadisin
Şerhi:
Hadiste geçen
"izin istedi, buyurdu" gibi bazı fiillerin geçmiş zaman sigasıyla
kullanılması Resulullah Aleyhisselâm'm cennet nimetlerinden bahsederken, âdeta
herşeyin tahakkuk ettiğini bildirmek için kullandığı bir ifade tarzıdır. Bu
ifadeler daha başka hadislerde de geçmektedir. Bu fiiller esasında "ister,
buyurur" veya "isteyecek, buyuracak" manasınadır. ÎJu. hadis insanın,
her şeyden müstağni olsa da, Önceden yaşadığı, hayata özlem duyacağını
gösteriyor. Cennet Pazarı
Hadisi
399. Bu
hadisi İmanı Tirnıizî Rahmetullahi Aleyh Camiinde, C.2, s.89-90'da,
"Cennet Pazarı Hakkındaki Rivayetler" başlıklı babda veriyor: Saîd
ibnu'l-Museyyeb'den rivayet edildiğine göre, o, bir keresinde Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh ile karşılaştı. -"Ebu Hureyre
Saîd ibnu Museyyeb'e 'Allahü Teala'nın benimle seni cennet pazarında bir araya
getirmesini diliyorum' dedi. Saîd: "Orada da pazar var mıdır?' diye sordu.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'da şöyle cevap verdi: 'Evet, Resuluİlah
Aleyhisselâm bana bildirdi ki, cennet ehli oraya girdiklerinde amellerinin
fazlalarını koyarlar. Sonra kendilerine dünya günlerinden cuma gününe denk
gelen bir vakit miktarınca izin verilir. Rabb'lerini ziyaret ederler. Arş'ı
onlara görünür. (Arş) cennet bahçelerinden bir bahçeye kurulur. Onlar için
(yani cennet ehli için) nurdan, altun-dan ve gümüşten minberler kurulur.
Onların içinde aşağı derecede olan yoktur, ama derece itibariyle en aşağı
mevkide olanı misk ve kâfurdan koltuklara otururlar. Diğer koltuk sahiplerinin
kendilerininkinden daha üstün oturaklar üzerinde olduklarını görmezler'. Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh dedi ki: Ben "Ey Allah'ın Resulü, Rabb'imizi
görecek miyiz?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: Evet, güneşi ve ondördüncü
gecesinde ayı görmekte şüpheye düşüyor musunuz? Biz: Hayır, dedik. Resuluİlah
Aleyhisselâm da şöyle buyurdu: îşte bunun gibi Rabb'inizi görmekte de şüpheye
düşmezsiniz. Bu meclise katılanlardan hiç kimse kalmaksızın Allah hepsi ile doğrudan
konuşur. Buyurur ki: Ey filan oğlu filan, şu şu günü hatırlıyor muşun?",
dünyadaki bazı taşkınlıklarını ona hatırlatır. Kul: Ey Rabb'im, onu benim için
bağışlamamış miydin? der.. Hakk Teala: Evet, Mağfiretimin genişliği seni şu
üzerinde bulunduğun mevkiye ulaştırdı, diye buyurur. Onlar bu hal üzereyken
üzerlerinden bir bulut sarar.. Üzerlerine bir güzel koku yağdırır ki, onun
benzeri bir kokuyu o zamana kadar koklamış değillerdir. Rabb'imiz Tebareke ve
Teala, ö zaman: Sizin için hazırlamış olduğum ihsanlara gidin, arzuladığınızı
alın, diye buyurur. Etrafı melekler tarafından sarılmış bir pazara gideriz.
Gözler onun bir benzerini görmüş; kulaklar onun bir benzerinin haberini duymuş;
gönüller öyle bir şeyi düşünmüş değildir. İstediğimiz her şey bize verilir.
Orada satma ve satın alma yoktur. Bu pazarda cennet ehli birbirleriyle
karşılaşırlar. Yüksek derece sahibi bir adam, -orada aşağı bulunmamak la
birlikte- kendinden daha alt bir mevkide bulunanla karşılaşır. Onun üzerindeki
giysiler çok hoşuna gider. Bunların aralarındaki konuşma bitinceye kadar onun
üzerinde daha güzel bir giyecek oluşur. Bunun sebebi şudur ki, orada kimsenin
üzüntüye kapılması uygun değildir. Sonra evlerimize dağılırız. Eşlerimiz
bizleri karşılayarak: Merhaba, hoş geldin; bizden ayrıldığın zamankinden daha
güzel bir görüntüyle geri geldin, derler. Bu söze muhatab olan da: Biz bugün
Cebbar olan Rabb'imizle buluştuk, üzerimizdeki bu değişikliğin olması da artık
hakkımızdır, der.[59] Ebu Isa et-Tirmizî der
ki: Bu Hadis garibdir. Burada verilen tarikten başka bir rivayet tarikini
bilmiyoruz. Suveyd ibnu Anar, el-Evzâî'den bu hadisin bir kısmını rivayet
etmektedir. Not: Suveyd ibnu Amr
bu hadisin senedinde ismi geçen şahıslardan değildir. el-Evzâî'nin ismi ise
senedde geçmektedir. 400. Bu
hadisi İbnu Mace de, Sünen'inde C.2, s.307'de, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet ediyor. Ve orada şöyle bir ilaveye yer veriyor: "Onlar için
nurdan, inciden, yakuttan, zebercedden, altundan ve gümüşten minberler
kurulur." Bir yerinde de şöyle
diyor: "Bu meclise
katılanlardan hiç kimse kalmaksızın Allahü Teala hepsi ile ayrı ayrı kelam
eder. Hatta sizden bir adama:' Ey filanca, şöyle söyle işler işlediğin günü
hatırlıyor musun1 diyerek bazı taşkınlıklarını hatırlattığında o: 'Ey Rabb'im
beni bağışlamamış miydin?' der. Allahü Teala da: "Evet, Benim mağfiretimin
genişliği ile bu dereceye ulaştın' diye buyurur" Sonra hadis aynı şekilde
devam ediyor. Ayrıca ibnu Mace'nin
rivayetinde "istediğimiz her şey bize verilir" • ifadesi yerine
"istediğimiz her şeyi yükleniriz" ifadesi -geçmektedir. [60] 399 - 400.
Hadislerin Şerhi:
"Cennet
pazarı" denilirken ahirette Müminlerin bir araya gelerek, benzerini
hiçbir gözün görmediği, kulakların duymadığı, kimsenin hatırına gelmeyen
şeyleri görecekleri yer, dünyadaki pazarlara benzetiliyor. Orada cennet ehli,
kendilerine ve kardeşlerine verilenlerden dolayı mutlu bir vaziyette birbirleri
ile karşılaşırlar. "Rabb'lerini
ziyaret ederler. Arş'ı onlara gözükür. Arş cennet bahçelerinden bir bahçeye
kurulmuştur" sözü daha önce benzerleri geçmiş olan sıfat hadislerindendir.
Bu sözler, müteşabih sözlere girmektedirler. Daha önceki hadislerde de, bu gibi
konularda ilim adamlarımızın izledikleri yol hakkında tafsilatlı bilgi
verilmişti. Halef âlimleri, bu
ifadeyi te'vil ederek burada kastedilen mananın şu olduğunu belirtiyorlar:
Burada Allah'ın meleklerinden bir melek karşılarına çıkar; yahut söz konusu
bahçede Allah'ın nimet ve ihsanı kendilerine takdim edilir,...Allahü Teala, yaratıklarına
benzemekten münezzehtir. "Bu meclise
katılanlardan hiç kimse kalmaksızın Allah hepsi ile doğrudan konuşur".
Yani Allahü Teala, herbiri ile uzun uzun konuşarak, ona yaptıkarmı, bunlara
kendisinin rahmet ve mağfiret ile karşılık verdiğini hatırlatır; bazı büyük
günahlarım, yani insanın üstlendiği emanetin muhafazası ile ilgili tekliflere
gadretmek mahiyeti taşıyan günahlarım ve kendisinin bunları bağışladığını
hatırlatır. Bu pazarda Mü'minler
birbirleri ile karşılaşırlar; tanışırlar, birbirlerini tebrik ederler,
birbirlerinden dolayı sevinç duyarlar, Cennette kimse için üzüntü yoktur ve
kimse kimseye üstünlük tas-lamayacaktır. Hepsi kendilerine verilenlerden dolayı
memnun olurlar. Rahat ve sevinçli olurlar. Yüce Allah ayet-i kerimesinde:
"Onların gönüllerinde olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde
karşılıklı oturan kardeşlerdirler." buyuruyor. Pazardan sonra hanımlarının
yanlarına giderler. Hiç kimsenin vasfedeme-yeceği derecede bir güzelliğe sahip
olurlar. Allahü Teala bize de
cennetini ve nimetlerini bahşetsin, Cemaîi-ni seyretmekle bizleri de
şereflendirsin. Bizleri Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle
biraraya getirsin. Bunlar ne güzel arkadaştırlar. Amin, ve'1-hamdu lillahi
Rabbi'l-Âlemin [1] Müslim: iman: 299 [2] Müslim: İman: 301 [3] Müslim: İman: 302 [4] Müslim:Iman:304 [5] Müslim:Iman:304 [6] Müslim: İmân: 306 [7] Müslim: İman: 308 [8] Müslim: İmân: 309 [9] Müslim: iman: 310 [10] Nesâî: İman: 18 [11] Tirmizî: Et'imme: 34; Kıyame: 10 [12] Ibnu Mace: Mukaddime: 9 [13] Ibnu Mace: Zühd: 37. [14] Buharî: Zekat: 9 [15] Buharî: Menakıb: 25 (Sahihu'UBuharî, Kitabu
Bedu'l-Halk'da islam'da. Peygamberliğin Alametleri" başlıklı bir bab
bulunmamaktadır, Bu bab, Kitabu'I-Mcnakıb'm 25. babıdır. Yukandak i hadis te
bu babdadır.) [16] Müslim: Zühd; 16 [17] Müslim: Zühd: 17 [18] Tirmizî: Kıyame: 6 [19] Tirmizî: Kıyame: 6 [20] Tirmizî: Scvabul-Kur'an: 25 [21] Buharî: Enbiya : 3 [22] Buharî: Tefsir, Bakara Suresi: 13; Tirmizî Tefsir,
Bakara Suresi: 9 [23] Ibnu Mace: Zilhd: 34 [24] Buharî: Enbiya: 8 (Bu hadisin geçtiği bab Kitabu'l
Bedu'l-Halk'da değil Kitabu'l-Enbiya'dadır). Tefsir, Şuara Suresi:! [25] Buharî: Enbiya: 1 (Hazreti Adem'im yaratılışı ile
ilgili bab, Kitabu Bedu'l-Halk'da değil Kitabu'l-Enbiya'dadır). [26] Buharî: Rikak: 51" [27] Müslim: Munafıkün: 51 [28] Müslim: Münafikün: 52 [29] Müslirn: Münafikûn : 53 [30] Buhari: Tefsin Kaf Suresi : 1 [31] Buharf: Tevhid: 25 [32] Müslim: Cennet: 35 [33] Müslim: Cennet: 35 [34] Müslim: Cennet 36 [35] Müslim: Cennet: 36 [36] Müslim: Cennet: 37 [37] Müslim: Cennet: 38 [38] Müslim: Cennet: 39 [39] Tirmizî: Cennet: 22 [40] Buharî: Rikak: 53 [41] Buharî : Rikak: 53 [42] Buharî: Rikak: 53 [43] Buharî: Rikak; 53 [44] Buhart: Rikak : 53 [45] Ibnu Mace: Zühd: 38 [46] Tirmizî: Zühd: 39; Cennet: 20; Tefsir: Meryem Suresi:
2 [47] Buharî: Rikak: 51 [48] Buharî: iman: 15 [49] Tirmizî: Cennet: 21
- [50] Ebu Davud: Sünnet-, 22; Nesâf: Eyman: 3 [51] Tirmizî: Cehennem: 5 [52] Müslim: İman: 297 [53] Müslim: iman: 298 [54] ibnu Mace: Mukaddime: 13 [55] Ibnu Mace: Mukaddime: 13 [56] Buharî: Rikak: 51 [57] Buharf: Tevhid: 38 [58] B.uharf: Tevhid: 38 [59] Tirmizî: Cennet: 15 [60] ibnu Mace : Zühd: 19**[1]**
Kaynak: En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir Eraykitap ilmin kisa yolu İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 / DEVAMI İÇİN BKZ... |