"...Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle.." (Tevbe Suresi - 29) (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur ve Rahimdir. De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse /itaat etmezlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez (Ali İmran Suresi 31-32) = ♦ H ♦ = “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır...” Bu hadis-i şerif -farklı nüanslarla - kütübü sitte ve diğer bazı kaynaklarda geçmektedir Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8) İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 'Allah
Yeri Dürer... Sonra: 'Ben Melikim' Diye
Buyurur' Hadisi Şefaatle
İlgili Hadisler Buharî'nîn Rivayetleri Şefaat Hadislerinin
Buharîde Geçen Rivayetleri Buhariden Diğer
Şefaat Hadiseleri 'Allah Yeri
Dürer... Sonra: 'Ben Melikim' Diye
Buyurur' Hadisi
319. Buharı
bu hadisi, C.6,8J26'da Kitabu't-Tefsir, Zümer suresi, 'Onlar Allah'ı Gereği
Gibi Tanıyamadılar' mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde rivayet ediyor: Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm'ı şöyle
söylerken işittiğini bildirmiştir: "Allahü Teala
yeri toplar ve sağ eliyle gökleri dürer. Sonra: Ben Melik'im, yüryüzünün
kralları nerede?" diye buyurur[1] Buharı, bu hadisi aynı
şekilde, yine Ebu Hureyre'den Kitabu'r-Rikak'da da rivayet etmiştir. 320. Buharı,
bu hadisi, Kitabu't-Tevhid'de de Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü Anhuma'dan
rivayet ediyor. Oradaki rivayetin metni şöyledir-, Abdullah ibnu Ömer
Radıyallahü Anhuma'dan rivayet edilmiştir: "Allahü Teala
yeri veya yerleri toplar. Gökler de sağ elinâe olur. Sonra: "Ben
Melik'im" diye buyurur.[2] Buharı, yine
Kitabu't-Tevhid'de bu hadisin Abdullah ibnu Mes'ud'dan gelen iki ayrı
rivayetini vermektedir. O rivayetlerden birinde: "... sonra onları
sallar, sonra: "Ben Melik'im., Ben Melik'im'1 diye buyurur."
denilmektedir. 321-
Kitabu't-Tefsir, Zümer suresi tefsirinde, yukarıdaki-lerin hepsinden uzun bir
rivayeti vardır: Adem Seyhan'dan, o Mansur'dan,
o İbrahim'den, o da Ubeyde'den,
Abdullah Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Yahudi
bilginlerden biri Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek: Ey Muhammed, biz okuruz
ki, Allah gökleri bir pamakta, yerleri bir parmakta, ağaçları bir parmakta, su
ve toprağı bir parmakta, diğer yaratıkları da bir parmakta kılacak. Sonra da:
"Ben Melik'im" diye söyleyecek, dedi. Resulullah Aleyhisselâm,
yahudi bilginin söylediğini tasdik anlamına, Ön dişleri görünürcesine güldü.
Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Onlar Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar.
Bütün yeryüzü kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle durulmuş
olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir"
dedi[3] 322. Müslim,
yahudi hahamla ilgili hadisi, irKıyamet, Cennet ve Cehennemin Özelliği"
başlıklı babda da rivayet etmiştir. Oradaki rivayette şöyle denilmektedir: "Haham
Resulullah'a: Ey Muhammed veya Ey Eba'l-Kasım, Allah, kıyamet gününde gökleri
bir parmakta tutacaktır... sonra onr lan silkeleyecek ve 'Ben Melik'im, Ben
Melik'im1 diye söyleyecek" ibaresine kadar devam ediyor.[4] 323. Sonra
Müslim, bu hadisin başka bir rivayetini de veriyor: "Ancak onda
'sonra onları silkeler1 ibaresini zikretmiyor. Sonra diğer rivayetlere yakın
metinlerle veriyor. Bazı rivayetlerinde:
"Peygamber Aleyhisselâm'm, bu sözü duyunca azı dişleri görünürcesine
güldüğünü gördüm" ibaresinden sonra "onun sözünü tasdik ve
söylediğine hayret dolayısıyla" ibaresi ziyade edilmektedir, Müslim daha
sonra, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın rivayet ettiği hadisi, Buharî'nin verdiği
ve yukarıda zikredilen şekliyle vermektedir. [5] 324. Müslim,
daha sonra bu hadisin bazı ilavelerle birlikte değişik rivayetlerini
vermektedir. Bu Rivayetler Abdullah ibnu Mes'ud'dandır. Ebu Bekir ibnu Şeybe,
Ebu Usame'den, o Umer ibnu Ham-za'dan, o Salim ibni Abdullah'dan, o da Abdullah
ibnu Ömer Radı-yallahü anhuma'dan Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini
rivayet etmiştir: "Allah Azze
ve Celle kıyamet gününde gökleri dürer, sonra onları sağ eline alır.
Sonra "Ben Melik'im,
zorbalar nerede, büyüklenenler
nerede?" diye buyurur. Sonra yeri sol eliyle dürer. Sonra yine: Ben
Melik'im, zorbalar nerede, büyüklenenler nerede?" diye buyurur.[6] 325. Yine
Müslim şöyle diyor: Saîd ibnu Mansur,
Yakub'dan -Yani îbnu Abdurrahman'dan-o, Ebu Hazim'den, o Ubeydullah ibnu
Mukassim'den, rivayet eder ki, Ubeydullah ibnu Mukassim, Resulullah
Aleyhisselâm'ın nasıl bildirdiğini öğrenmek için Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü
anhu-maya baktı, şöyle söyledi: "Allahü Teala
gökleri ve yerleri iki eliyle dürer, sonra: Ben Allah'ım, diye buyurur. -Resulullah
parmaklarım toplayıp açıyordu-Ben Melik'im, diye buyurur. (Abdullah ibnu Ömer
Radıyallahü Anhuma der ki): Bu esnada minbere baktım, ta en altından sallanıyordu.
Öyleki ben: "Bu minber Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte devrilecek
mi?" diye söyler oldum.[7] 326. Müslim'de
yer alan ve Abdullah ibnu
Ömer Radıyallahü Anhuma'nın rivayet ettiği ikinci hadisi İbnu Mace
aşağıdaki metinle rivayet etmektedir: Abdullah ibnu Ömer
Radıyallahü Anhuma'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullah
Aleyhisselâm'ın minberde iken şöyle konuştuğunu duydum: "Mutlak hakimiyet
sahibi olan Allah, gökleri ve yerleri bir eliyle alır, onları bir eliyle tutar.
Bu elini açıp kapamaya başlar. Sonra şöyle buyurur: Ben mutlak hakimiyet
sahibiyim, yeryüzünde hakimiyet taslayarak, baskı yapanlar nerede?
Büyüklenenler nerede?" CRavi İbnu Ömer Radıyallahü Anhuma der): Resulullah
Aleyhis-selanı sağıyla soluyla (sağ ve sol elleriyle) söylediklerini temsil ediyordu.
O esnada minbere baktım, ta en altından sallanıyordu. Öyleki: Ey Allah'ın
Resulü, şu minber yıkılacak mı?" diye sordum.[8] (İbnu Mace'nin
Sünen'inden C.l,s.45, "Cehmıyyenin inkar ettik-, leri hakkında"
başlıklı babdan). 327. Bu
hadisi, Ebu Davud da, Sünen'inde, C.4, s.l83'te, Rü'yet babında şu şeklide rivayet
ediyor: îbnu Ömer
Radıyallahü Anh 'den rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur: "Allah kıyamet
gününde gökleri dürer, sonra onları sağ eline alır. Sonra: Ben Melik'im,
zorbalar nerede? Büyüklük taslayanlar nerede? diye buyurur. Sonra yerleri
dürer. Sonra onları alır. Îbnu'1-Alâ der ki: Burada "diğer eliyle"
diye söyledi- Sonra: Ben Melik'im.
Zorbalar nerede? Büyüklük taslayanlar nerede?" diye buyurur.[9] 319-327.
Hadislerin Şerhi
Yahudi bilginin
Resulullah Aleyhissselâm'a gelmesiyle ilgili hadisin şerhi: Hafız tbnu Hacer, bu
bilginin ismine dair.bir kayda rastlamadığını bildiriyor. "Biz okuyoruz
ki..." yani "Tevrat'ta okuyoruz". Resulullah
Aleyhisselâm an sözkonusu ayeti yahudi bilgine okumasının sebebi, bu ayette onun
söylediğini doğrulayan bilgi olmasıdır. Aynı şekilde gülmesi de onun sözünü
doğrulaması manasınadır. (Kastallanî şerhi, c.7,s.32O) Hadiste, yahudi
bilginin gökleri bir parmağında, yerleri de bir parmağında... tuttuğuna dair
soru sormasıyla ilgili olarak Kastallanî şu açıklamaları yapıyor: Burada anlaşılması zor
bir konu vardır. Bazıları bu sözler, ya-hudileri Allah'ı cisimle teşbih
ettikleri, kendilerine indirilen ayetleri, teşbihe (yaratılanlara benzetmeye)
giren sözler sandıkları, Müslümanların söyledikleri gibi söylemedikleri,
manasına almışlardır. el-Hattabî böyle diyenlerdendir. el-Hattabî şöyle
diyor: Bu hadisi Abdullah ibnu Mes'ud'dan Ubeyde tankı ile birden fazla kimse
rivayet etmiş ve "bilginin sözünü doğrulamak anlamına" ibaresine yer
vermemişlerdir. Olur ki bu ifade, ravinin zan ve düşüncesine dayanarak
söylediği sözdür. Resulullah Aieyhisselâm'm gülmesi yahudinin yalanma hayret
manasınadır. Ravi de, bu hayreti onu doğrulamak anlamına zannetmiştir. Oysa
gerçekte böyle değildir. Kastallanî,
Kitabu't-Tevhid'de Yüce Allah'ın "O yaratıcıdır, varedicidir, şekil
vericidir" buyurması ile ilgili babda hadisi şerhederken el-Hattabî'nin
yaptığı açıklamalara işaret ederek şöyle diyor: el-Hattabî parmak
meselesini zikrediyor ve bunun Kur'an'da da, kesin sahih olduğu bilinen bir
hadiste de geçmediğini belirterek şöyle diyor: Kesin olarak anlaşılmıştır ki,
Allah'a nisbet edilen el, bir uzuv mahiyetindeki el değildir ki, Allah'a el
nisbet edilmesinden, parmakların da olacağı manası çıkarılsın. Bilakis şeriat
sahibinin nisbet ettiği bir şeydir, keyfiyeti anlaşılmaz ve cisme de benzetilmez.
Parmakların anılması, yahudilerin karıştırmasından ibarettir. Yahudiler teşbih
yoluna gitmişler, yani Allah'ı cisme benzetmişlerdir. "Onu doğrulamak
manasına" diyen ravinin bu sözü ise, kendi zannından ibarettir. Abdullah
ibnu Mes'ud'un arkadaşlarından birden fazla kimse, bu hadisi rivayet etmiş ve
"onu doğrulamak manasına" diye söylememişlerdir. Kastallanî yine aynı
babda hadisin şerhinde Kurtubî'nin bir açıklamasına yer veriyor: Kurtubî el-Mufhim'de
diyor ki: Resulullah Aleyhisselâm'm gülmesi, yahudinin bilgisizliğine hayret
etmesinden dolayıdır. Bunun için: "Onlar Allah'ı gereği gibi
tanıyamadılar" mealindeki a-yet-i kerimeyi okumuştur. Bu hâdiseyle ilgili
rivayetin sahih olduğu kesindir. "Onu doğrulamak manasına" diyen
ravinin bu sözü ise, hadisten olmayıp kendi açıklaması olduğu için, bir şey
ifade etmez ve geçersizdir. Çünkü Resulullah Alehisselâm muhal (imkansız) olanı
doğrulamaz. Allahü Teala hakkında bu sıfatlar ise muhaldir. Çünkü eğer,
parmakları, eli ve uzuvları olsaydı, bizden biri gibi olurdu. Böyle olması
halinde ise ilah olması muhal olurdu. Yahudinin sözü muhaldir ve yalandır.
(el-Mufhim'deı iktibas edilen açıklama tamam oldu). Kastallanî daha sonra şöyle
diyor: Bazıları bundan başka da, birtakım hadis-i şeriflerde parmaklardan
sözedilmesi sebebiyle onun açıklamalarına itiraz etmişlerdir. Bu hadislerden
biri Müslim'in Sahih'inde rivayet ediliyor. Orada: "Ademoğlunun kalbi RaV
man'ın parmaklarından iki parmak arasındadır" deniliyor. Ancak bu ona
cevap olamaz. Çünkü o, buradaki kesinliği reddediyor. Evet, Şehy Ebu Amr
ibnu's-Salah Buharı ile Müslim'in birlikte rivayet ettikleri hadislerin
mütevatir derecesinde olduğu, sağlam ravileri tenkide ve sabit haberleri redde
kalkmanın doğru olmayacağı görüşündedir. Durum ravinin
zannettiğinin aksine olsaydı, Resulullah Aleyhisselâm'm yahudiyi batıl
inancında ikrar etmiş olması veya onun batıl iddiası karşısında susmuş olması
sözkonusu olurdu ki, böyle bir şeyi ileri sürmekten Allah'a sığınırız. îbnu Huzeyme,
Resuluîlah Aleyhisselâm'm sözü geçen gülmesini, söyleneni inkar anlamında
alanlara şiddetle karşı çıkıyor, sahihinin Kitabu't-Tevhid bölümünde bu hadisi
rivayet ettikten sonra şöyle diyor: "Yüce Allah, Peygamberini,
kendi zatına yakışmayacak bir sıfatla kendini vasfetme hatasına düşürmekten ve
böyle yanlış bir vasfetme halinde inkar ve kızma yerine, gülme tarzında bir
tepki göstertmekten pek yücedir. Resulullah Aleyhisselâm'm peygamberliğine
inanan Onun hakkında böyle bir şey düşünemez. (Kastal-lanî, Kitabu't-Tevhid,
C.lO,s.388). Kastallanî
Kitabu't-Tefsir'de de, el-Hattabî ve Kurtubî'nin söylediklerini naklettikten
sonra şöyle diyor: "Şüphe yok ki, saha-biler ne rivayet ettiklerini gayet
iyi biliyorlardı. Resulullah Aleyhis-selâmın gülmesinin söyleneni tasdik
anlamında olduğunu söylemişlerdi. Müslim'in Sahih'inde de Resulullah Aleyhisselâm'm:
"Hiçbir kalb yoktur ki, Rahman'm parmaklarından iki parmak arasında
olmasın" diye buyurduğu sahih hadisle sabit olmuştur. İbnu Abbas Radıyallahü
Anh'm rivayet ettiği ve "Rabb'im bu gece bana en güzel suret üzere
geldi..." diye başlayan hadiste de Resulullah Aleyhisselâm'm: "Elini
iki omuzum arasına koydu" diye buyurduğu bildirilmektedir. Yine Muaz Radıyallahü
Anh'm rivayetinde: "Gördüm ki, elini iki omuzum arasına koydu, Öyle ki
parmaklarının soğukluğunu iki memem arasında hissettim" diye buyurduğu
bildiriliyor. Bunlar parmakların zikriyle ilgili olarak birbirini destekleyen
rivayetlerdir. Buharı ve Müslim'in
ittifakla rivayet ettikleri ve tenkid ilmini iyi bilen ve bu konuda gayet itina
gösteren ilim adamlarının kitaplarında yer alan bir hadis, sıhhati yönünden
nasıl tenkid edilebilir. Özellikle Îbmı's-Salah'm, Buharî ile Müslim'in
ittifakla rivayet ettiklerinin mütevatir derecesinde olduğunu söylediğini
düşünmek gerekir. Peygamber Aleyhisselâm'm Rabb'inin kabul edilemeyecek bir
şekilde vasfedilmesi halinde güleceği, ve onu şiddetle reddetmeyeceği nasıl
düşünülebilir? Bunu söylemekten Allah'a sığınırız. Bu hadisin sıhhati
kesihleşince, bu ifade de diğer bir takım rivayetlerde geçtiği gibi müteşabih
cümlelerinden olur. Allah Teala1 ya nisbet edilen yüz, eller, ayak, bacak, yan
ibarelerinde olduğu gibi. Ayet-i kerimede; insan nefsinin "Allah'ın
yanında kusur edişimden dolayı vah bana" diyeceği bildiriliyor. Bu konuda ilim
adamlarımız, bu gibi müşkil şeyleri te'vil mi edelim yoksa, bunlardan
kastedilen manayı Allah'a havale ederek susmayı mı tercih edelim diye ihtilafa
düşmüşlerdir. Ancak bu konuların tafsilatı hakkında bilgi sahibi olmayışımızın
bunlardan kastedilen manaya inancımızda herhangi bir noksanlığa sebep olmaması
gerektiği hususunda ittifak halindedir. Kastedilen mananın ne
olduğunu Allah'a havale etmek selefin yoludur ve bu en güvenli yoldur. Te'vil
yolu ise halefin yani sonraki âlimlerin yoludur. Bu ise daha geniş bilgi sahibi
olmayı gerektirir. Burada parmak, Allahü Teala'mn gücü, kudreti olarak te'vil
edilir. Bundan bilinen
azaların anlaşılması ise
imkansızdır. "Arapların en
güzel konuşanı güldü ve hayret etti. Çünkü o, 'söylenilenden beyan âlimlerinin
anladığından başka bir şey anlamış değildi. Bu sözle O, bilinen parmak ve uzuv
tasavvuruna gitmedi. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Ancak o, sözün başında
her şeyin üstündeki kudrete delalet eden manayı akladı". îbnu Fevrek de diyor
ki; Parmak ile bazı yaratıkların parmaklan kastedilmiş olabilir. Buharı ve Müslim'in
Ebu Hureyre ve Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü Anhum'den rivayet ettikleri
hadisin şerhi: "Allahü Teala
yeri toplar ve sağ eliyle gökleri dürer". Burada dürme, kağıt katlama gibi
toparlama, katlama anlamına olabilir. Ayet-i kerimede de : O gün göğü,
kitapları dürer gibi düreriz" buy-uruluyor. Aynı şekilde yok etme anlamına
da gelebilir. Araplar "filancayı kılıcımla dürdüm" dediklerinde bu, onu
yok ettim anlamına alınır. Kadı Iyaz diyor ki: Bu
Allahü Teala'mn gölgelikleri ve güneşlikleri yok etmesi ve üstün kudretiyle,
onları insanlar için sığınak, mesken olmaktan çıkarması anlamım ifade eder.
Bütün büyük işler Allah'ın üstün kudreti için gayet kolaydır. O'nun gücü
karşısında bütün güçler, kudretler yok olur, zihinler, düşünceler bunu tahayyül
etmek ve örneklendirmek te hayrete düşerler. "Sonra Allahü Teala:
"Ben Melik'im, yeryüzünün kralları nerede?" diye buyurur". Müslim'in îbnu Ömer
Radıyallahü Anhuma'dan merfu olarak rivayet ettiği hadisde de, göklerle yer
arasındaki derece farkına ve kademeye işaret ve bu hususun anlaşılmasını
sağlamak için: "...gökleri dürer, sonra onları sağ eline alır. Sonra: Ben
Melik'im, zorbalar nerede, büyüklenenler nerede? diye buyurur. Sonra yeri sol
eliyle dürer. Sonra yine: Ben Melik'im, zorbalar nerede, büyüklenenler nerede?
diye buyurur" deniliyor. Müslim ve îbnu
Mace'nin îbnu Ömer Radıyallahü Anhuma'dan rivayet ettikleri ve minberin
sallanmasına dair hadisin şerhi: Bu şerh, Nevevî'nin
Sahih-i Müslim şerhinden (Kastallanî'nin hamişi, C.lO,s.548) alınmıştır. Alimler dediler ki:
Hadiste 'parmaklarını toplayıp açıyor' denilirken kastedilen, Resulullah
Aleyhisselâm'dır. Bunun için, îbnu Mukassim, Resulullah Aleyhisselâm'm nasıl
bildirdiğini öğrenmek için îbnu Ömer'e bakıyordu' denilmiştir. Allahü Teala'ya iki el
nisbet edilmesi ise, güç ve kudret ile te'vil edilmiştir. O'nun gücü, kudreti
iki el ile izah edilmiştir. Çünkü bizim fiillerimiz ellerimizle gerçekleşir.
Mesele bize anlayabileceğimiz bir tarzda izah edilmiştir. Zihinlerde daha açık
ve daha kuvvetli bir anlam oluşması için böyle söylenilmiştir. Mananın daha
açık olarak ortaya çıkması bakımından sağ ve sol el de ayrıca zikredilmiştir.
Çünkü biz, değer verdiğimiz şeyleri sağ elle, pek değer-vermediğimiz şeyleri
sol elle alırız. Ayrıca bizim hakkımızda sağ el, sol elin yapamadığını yapar. Bilindiği üzere gökler
yerden üstündür. Bu bakımdan gökler sağ ele, yerler de sol ele nisbet edildi.
İstiaredeki benzetmenin tam anlaşılması için böyle söylenildi. Gerçekte ise,
Alan için bir şeyin başka bir şeyden ağır veya hafif olduğu söylenemez. Bu
açıklama el-Mazerî'nin bu hadisle ilgili olarak söylediklerinin özetidir. "Minber
sallanıyordu" yani Resulullah Aleyhi s selam'm hareketinden dolayı alttan
üste doğru hareket ediyordu. Kadı Iyaz diyor ki:
Biz Allah'a ve O'nun sıfatlarına inanırız. Hiçbir şeyi O'na benzetmediğimiz
gibi, O'nu da hiçbir şeye benzetmeyiz. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O,
duyandır, görendir. Resulullah
Aleyhisselâm'm söyledikleri de haktır, doğrudur. Biz onun gerçeğini
anlayabilmiş değiliz. Allahü Teala'nm ihsanı ile, bizden gizli kalanlara da
inanırız, ilmini ise Allahü Teala'ya havale ederiz. Lafzını da Araplar arasında
yaygın olan manaya göre muhtemel olan manaya hamlederiz. Allah'ı sonradan
olanlara benzemekten tenzih ettikten sonra, ibarelerin iki anlamdan birini
kesin olarak ifade ettiğini söylemeyiz. En doğru olanı ise ancak Allah bilir. Sonuç olarak Allah'ın
sıfatları ile ilgili ayet ve hadislerin tümüne inanmamız ve onlardan Allah
katında kastedilen mananın her türlü tereddütten uzak şekilde doğru olduğuna
iman etmemiz gerekir. Bunlar hakkında selefin söylediğini söyleriz ki, o da,
Allahü Teala'nm yaratıklara benzemekten münezzeh olduğuna iman ve sözkonusu
ibarelerin anlamını Allah'a havaledir. Yahut sonraki âlimlerin söylediklerini
söyleriz ki, o da, bu ibareleri te'vil etmek ve Yüce Allah'ın şanına, azametine
yakışacak bir anlam vermektir. Biliniz ki, halefin, yani sonraki âlimlerin
yolunda yürümek için, çok geniş bilgiye ihtiyaç vardır. En güzeli selefin
yoludur. Çünkü bu yol tehlikeye düşmek karşısında daha emniyetlidir. Bu
ibarelerin, Allah tarafından kastedilmiş olması mümkün olmayan manalara
hamledilmesi ise son derece büyük bir tehlikedir. Allahü Teala bizi
kendine ve sıfatlarına iman etmeye muvaffak kılsın, hataya düşmekten,
ayağımızın kaymasından korusun, şüphe ve tereddütlerden salim eylesin. Amin, ya
Rabbe'l-Alemin. Şefaatle
İlgili Hadisler Buharî'nîn Rivayetleri
328. Sahin-i
Buharî, C.4, s.134, Kitabu Bedu'1-Halk, "Milletine Can Yakıcı Bir Azab
Gelmezden Önce Onları Uyar, Diye Nuh'u Milletine Gönderdik11 mealindeki ayet-i
kerime ile ilgili babda yeraîan rivayet: îshak ibnu Nasr'ın
Muhammed ibnu Ubeyd'den, onun Ebu Hayyân'dan, onun da Ebu Zur'a'dan rivayetine
göre Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
şöyle söylemiştir: "Resulullah
Aleyhisselâm ile birlikte bir ziyafette idik. Hayvanın bilek kemiği Resulullah
Aleyhisseîâm'a takdim edildi. Bu kısım Onun hoşuna giderdi. Ondan bir parça
alıp, buyurdu ki: Ben kıyamet gününde insanların efendisiyim. Ne ile biliyor
musunuz? Allah, o gün öncekilerle sonrakileri düz bir yerde toplar. Bakan onları
görür, çağıran onlara sesini duyurur. Güneş yakınlaşır. İnsanlardan bazıları:
Ne hale geldiniz görmüyor musunuz? Başınıza neler geldi? Rabbiniz katında size
şefaatçi olacak birine bakmaz mısınız? der. Diğer bazıları: Babamız Adem'dir.
Ona gidelim, derler. Ona giderler, ey Adem, sen insanlığın babasısm, seni
Allah kendi eliyle yarattı, sana kendi ruhundan üfledi, meleklere emretti onlar
da sana secde ettiler, seni cennetine koydu, Rabbin katında bizim için şefaatçi
olmaz mısın? Bizim içinde bulunduğumuz hali ve başımıza geleni görmez misin?
derler. Adem Aleyhisselâm: Rabbim öyle gadablandı ki, daha önce benzer şekilde
gadablanmamıştı, aynı şekilde bundan sonra da gadablanmaz, O beni ağaca
yaklaşmaktan menetti, ben se O'na isyan ettim. Ben nefsimle uğraşıyorum,
nefsimle. Siz benden başkasına gidin, Nuh'a gidin, der. Nuh Aleyhisseîâm'a
giderler. "Ey Nuh, sen insanlara Resul sıfatıyla gönderilenlerin ilkisin,
Allahü Teala seni "şükreden kul' olarak adlandırdı. İçinde bulunduğumuz
hali görmez misin? Başımıza geleni görmez misin? Rabbinin katında bizim için
şefaatte bulunmaz mısın? derler. Nuh Aleyhisselâm: Rabbim bugün öyle gadablandı
ki, daha önce benzer şekilde gadab-lanmamıştı, bundan sonda da o şekilde
gadablanmaz, ben nefsimle uğraşıyorum, nefsimle. Nebi Sallallahü Aleyhi ve
Sellem'e gidin, der. Bana gelirler, ben arşın altında secde ederim. "Ey
Mu-hammed, başım kaldır, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir, iste isteğin
verilecektir" denilir. Ravi Muhammed ibnu
Ubeyd : "Hadisin kalan kısmı ezberimde değildir" demiştir.
328 , 328. Hadisin
Şerhi
Bu hadisin şerhi
Kastallanî şerhinden alınmıştır. Resulullah
Aleyhisselâm bilek kemiğinin etini severdi, çünkü bu kısım çabuk pişer, mideyi
yormaz, çabuk hazmedilir ve bunun- 328. Buharî:
Enbiya: 3 (Sözkonusu bab Kitabu'l Bedul-Haîkda değil, Kitabu'l Enbiya'da
geçmektedir) la birlikte tadı da
güzeldir. "Kıyamet gününde
ben insanların efendisiyim" yani kıyamet gününde insanların sıkıntılarını
gidermek ve içine düştükleri fena hallerden kurtulmak için etrafına
toplanacakları efendisiyim. Re-sulullah Aleyhisselam burada bilhassa kıyamet
günündeki efendiliğini dile getiriyor, çünkü o günde üstünlükleri daha açık
olarak ortaya çıkacak ve bütün insanlar Onun üstünlüklerini kabul edecekler.
Kıyamet gününde insanların efendisi olunca dünyada da böyle olması evleviyetle
mümkündür. Resulullah Aleyhisselam'm
bir hadis-i şerifinde "Peygamberler arasında ayırım yapmayınız" diye
buyurmasının anlamı "birbirine noksanlık nisbet etmek tarzında bir ayırım
yapmayınız" dır. Buradaki sözünde de kendisinin dışındaki Peygamberlere
noksanlık atfedecek bir anlam yoktur. Yahut "ayırım yapmayınız"
sözünün anlamı "Peygamberlik itibariyle ayırım yapmayınız" olabilir.
Peygamberlik makamı Allah'ın kullan arasında dilediğine imtihan için verdiği
bir makamdır. Cenab-ı Hakk Peygamberlerini günah işlemekten korur, vahiy ile
onları üstün kılar. Bu bakımdan peygamberlik üzerine, Onun dışındaki bir beşerî
makam ile üstünlük sağlanamaz. Daha sonra Peygamber
Aleyhiselâm kıyamet gününde insanların efendisi obuasının sebebini açıklıyor. "Bakan onları
görür" çünkü üzerinde bulundukları yer düzdür ve arada bir perde yoktur.
"Çağıran onlara duyurur". Çünkü bu günde gözlerin görme kabiliyeti,
kulakların duyma kabiliyeti güçlenecektir. Ayet-i kerimede de: "Biz senin
gözünden perdeyi kaldırdık, bugün artık gözün keskindir" diye buyuruluyor.
Yüce Allah bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: "O gün insanlar
o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. îşte bu dirilip çıkış günüdür." Yine bir
ayet-i kerimede: "Boyunlarını çağırana doğru uzatmış halde..."
deniliyor. Yani çağıranın peşinde boyunlarını eğip koşar halde. "însanlar'dan
bazıları başımıza neler geldi görmüyor musunuz?" derler. Yani Allahü
Teala onlara bu şekilde ilham eder. Çünkü kendilerine şefaat edecek olanın
üstünlüğünü ve Peygam-. ber Aleyhisselâm'm seyyidliğini, yüksek mevki sahibi
olduğunu or- taya çıkarmak için
bunda büyük hikmet vardır. Sonra "Rabbiniz katında size şefaatçi olacak
birine bakmaz mısınız?" derler. Yani olur ki, bu şefaatçi uzun uzun
beklemekten kendilerini kurtarır, hesaplarım verir ve o günün dehşetinden kurtuluşa
ermelerini sağlar diye ümid ediyorlar. O günün dehşeti pek şiddetlidir. Ayet-i
kerimede de: "Biz çok asık suratların bulunacağı bir gün dolayısıyla
Rabb'imizden korkarız" diye buyuruluyor. Sonra Allahü Teala,
onlara Adem Aleyhisselam'a doğru gitmelerini ilham eder. Bazı insanlar
"Babanız Adem'dir" derler. Yani O, Rabb'iniz katında sizin için
şefaatçi olabilir. Adem Aleyhis-selâm'a gidip "Ey Adem sen insanlığın
babasısm" derler, yani senin şefaatin kabul edilebilir. Sonra ona
şefaatinin kabul edilmesine vesile teşkil etmesinin umulacağı ve Allah katından
kendisine verilmiş olan nimetleri sayarlar. "Allah seni kendi eliyle
yarattı" yani ana ve babadan olmaksızın kendi kudreti ile vasıtasız olarak
yarattı, sana kendi ruhundan üfledi, diğer yaratıklar bu nimete kavuşmuş
değildirler, Allah müvekkel meleğe emreder, o melek ana rahminde iken çocuğa
ruh üfler. "Ve meleklere emretti sana secde ettiler" yani seni kıble
edinip sana yönelerek Allah'a secde ettiler, seni kıble edinmeleri seni
yüceltmeleri sebebiyle idi. "Seni cennetine koydu", 'yasak ağaçtan
yemenden önce Allah katından bir lütuf olarak bu nimete kavuştun' Sonra, yasak
ağaçtan yiyince büyük bir hikmet için Allah Onu cennetten çıkardı. Adem Aleyhisselâm'a
üflenen ruhun Allah'a nisbet edilmesi Onun şerefi, yüceliği ve Ona has
kılınması sebebiyledir. Yani bu, Allah'ın vasıtasız yarattığı ve sırlarına dair
bilgiyi kendine has kıldığı ruhtur. Sonra insanlar, Adem
Aleyhisselâm'a Rabb'in katında bizim için şefaatçi olmaz mısın? Bizim içinde
bulunduğumuz hali vt başımıza geleni görmez misin? dediler. Böyle söylemeleri
Adem Aleyhisselâm'm kendilerine acımasını istemeleri sebebiyledir. Bel ki
isteklerini kabul eder de şefaatçi olur diye. Adem Aleyhisselam da, şefaatte
bulunmaktan kaçınmasının sebebini söylüyor "Rabb'im öyle gadablandı ki,
daha önce benzer şekilde gadablan mamıştı". Çünkü, dünya günleri,
insanlara mühlet verildiği vt olur ki günahlarından dönerler ve tevbe ederler
diye bekletildikler günlerdir, "bundan sonra da aynı şekilde
gadablanmaz". Çünki insanlar arasında hüküm verildikten sonra artık
herkesin yeri bel li olur, herkes kendi
yerinde karar kılar. Bir topluluk cennette'bir topluluk da cehennemde olur. Gadabın Allahü
Teala'ya nisbet edilmesiyle kastedilen bunun gereğidir. O da, kendisine gadablamlan
kimseye ceza verilmesidir. Nevevî Rahmetullahi
Aleyh diyor ki: Kasteliden, Allah'ın intikam için ortaya koyduğu durum ve daha
önce görülmemiş olan, daha sonra da görülmeyecek olan ve o gün müşâhâcL/ edilen
dehşetli hallerdir. "Allahü Teala
beni ağaçtan menetti" yani onun meyvesinden yemekten menetti. "Bense
O'na isyan ettim". Bun yüzden şefaat için ileri geçmem mümkün değildir.
Bilakis Allahü Teala'nın beni bağışlamasını, bu günahımı affetmesini diliyorum.
"Ben nefsim-leyim, nefsimle" yani ben nefsimin kurtuluşunu istiyorum. Deriz ki; Allahü Teala Adem
Aleyhisselâm'm ağaçtan yemesini isyan o-larak isimlendirdi ve "Adem
Rabb'ine isyan etti ve yolunu şaşırdı" diye buyurdu. Ancak bu ayetin
devamında "Sonra Rabb'i onu seçti, tevbesini kabul etti, doğru yola
iletti" diye buyuruyor. Bakara suresinde de: "Adem Rabb'inden
kelimeler aldı, onları yerine getirdi, Rabb'i de bunun üzerine tevbesini kabul
etti." diye buyuruyor Bu ayette kastedilen kelimelerin A'raf süresindeki
şu ayette geçen kelimeler olması mümkündür: "(Adem ile Havva) dediler: Ey
Rabb'imiz biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan
muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz". Allahü Teala' Adem
Aleyhisselâm'm tevbesini kabul etmiş ve Onu, seçmiş, Peygamberlikle
şereflendirmiş olmakla birlikte, O kıyamet gününde Allah'tan çok korkacaktır.
Bunun gibi Allah'a yakın (mukarreb) kullar da o günde Allah'tan çok
korkacaklardır. Adem Aleyhisselâm şiddetli korkusundan dolayı şefaat için öne
geçmek istemeyecek ve "nefsim, nefsim" diyecektir. Yani benim nefsim
bizzat şefaat istemeye müstehaktır. Saîd ibnu Mansur'un rivayitinde sabit
olduğu üzere Adem Aleyhisselâm: "Ey Rabb'im ben Firdevs cennetinde iken
hata ettim, bugün eğer beni bağışlarsan bu bana yeter" diyecektir. Nuh Aleyhisselâm hakkında
Adem Aleyhisselâm'm "O, yeryüzü ehline Resul sıfatıyla gönderilenlerin
ilkidir" demesi konusunda bir müşkil durum söz konusudur. Çünkü Adem
Aleyhisselâm evlatlarına gönderilmiş bir Peygamberdi. Aynı şekilde îdris Aleyhisselâm
da bir Peygamberdi ve bunlar Nuh Aleyhisselâm'dan önce idiler. Bu meselede şöyle
denilmiştir: Onun Peygamberliğinin önceliği "yeryüzü ehline" sözü ile
kayıtlıdır. Yani o Allahü Teala'nın, kendilerini şirk inancından tevhid
inancına çekmesi için putlara tapan topluluğa gönderdiği ilk Peygamberidir.
Adem Aîeyhisse-lâm'ın oğullan ise şirke sapmamışlardı. Adem Aleyhisselâm'm
peygamber olarak gönderilmesi ise, onlara dinin kurallarını bildirmek içindi.
Tufan'dan sonra Nuh Aleyhisselâm'm zürriyetinden başkası kalmadı. Ayet-i kerimede
de: "Sadece onun zürriyetini (geride bıraktık) sürekli kıldık" diye
buyuruluyor. "Şükredici
kul", Allah'ın verdiği nimetlere şükür, her halde O'na harhd için uzun
süre kıyamda bulunan. "Nebi
Aleyhisselâm'e gidin" yani Muhammed Aleyhisselâm'a gidin. Bilinen meşhur
rivayetlere göre, Adem Aleyhisselâm insanları, Nuh Aleyhisselâm'a, O İbrahim
Aleyhisselâm'a, O Musa Aleyhisselâm'a, O îsa Aleyhisselâm'a, O da Muhammed
Aleyhisselâm'a göndermiştir. Ancak diğerleri burada zikredilmemiş. Çünkü
ravilerden biri olan Muhammed ibnu Ubeyd hadisin tamamının ezberinde
olmadığını söylüyor. Bunlarla ilgili kısım da onun ezberinde olmayan kısım
olabilir. En doğrusunu Allah bilir. 329. Bu
hadisi Buhari, C.6, s.l7-18,'de, Kitabu't-Tefsir'in, "Adem'e Bütün
İsimleri Öğretti" mealindeki ayet-i kerimenin tefeiriyle ilgili babında
rivayet etmiştin Müslim ibnu ibrahim,
Hişam'dan, o Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. (Hadisin bir başka
rivayetinde Buharı Rahmetullahi Aleyh Halifeden, o Yezid ibnu Zuray'dan, o
Saîd'den, o Enes Radıyallahu Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayet
etmiştir): "Kıyamet gününde
Mü'minler biraraya gelirler ve "keşke birini Rabbimiz katında şefaatçi
edinsek" derler. Adem Aleyhisselâm'a gelirler: Sen insanlığın babasısın,
seni Yüce Allah kendi eliyle yarattı, sana meleklerini secde ettirdi, sana her
şeyin ismini öğretti, bize Rabbin katında şefaatçi ol, ta ki bizi, buradaki şu
yerimizde rahata kavuştursun, derler. O: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim,
der ve günahlarını sayar. Şefaat taleb etmekten utanır ve: Nuh'a gidin. O,
Allahü Tealâ'nın Resul sıfatıyla insanlığa gönderdiği Peygamberlerinin ilkidir,
der. Mü'minler bu sefer ona giderler, O da: Ben sizin istediğiniz mevkide
değilim, der ve Yüce Allah'tan bilmeksizin bir talebde bulunduğunu hatırlatır.
Şefaat talebinde bulunmaktan utanır ve: Allah'ın dostu ibrahim Aleyhis-selam'a
gidin, der. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, siz Musa
Aleyhisselâm'a gidin. O Allah'ın kendisiyle-kelam ettiği kuludur ve ona
Tevrat'ı vermiştir, der. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz mevkide
değilim, der ve herhangi bir cana karşılık olmaksızın bir kişiyi öldürdüğünü
hatırlatır. Rabb'inden utanır: "Siz Allah'ın kulu ve Resulü İsa'ya gidin.
O aynı zamanda Allah'ın kelimesi ve ruhudur" der. Ona giderler. O da: Ben
sizin istediğiniz mevkide değilim. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'e
gidin. O, Allah'ın Önceki sonraki günahlarını bağışladığı kuludur, der. Bana
gelirler. Ben çıkarım, Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Allahü Teala beni
dilediği kadar bir süre o hal üzere bırakır. Sonra: Başını kaldır ve iste,
istediğin verilecektir, söyle söylediğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin
kabul edilecektir, denilir. Başımı kaldırırım. Hakk Teala'ya bana öğretiği
şekilde hamdederim. Sonra kimler hakkında şefaatte bulunacağım bana bildirilir
ve onlar hakkında şefaatte bulunurum. Onları cennete sokarını. Sonra yine
Rabb'imin katına dönerim. Rabb'imi gördüğümde secdeye kapanırım. Sonra benim
için bir sınır konuluncaya kadar şefaatte bulunurum. Onları cennete sokarım.
Sonra üçüncü kez tekrar Rabb'imin katına dönerim. Sonra dördüncü kez giderim.
"Kur'an'm tuttukları ve kendileri hakkında ebedi cehennemde kalma hükmü
verilmiş olanların dışında cehennemde kim kaldıysa hepsini istiyorum"
derim". [10] Ebu Abdullah el-Buharî
Rahmetullahi Aleyh der ki: "Kur'an'ın tuttukları" denilirken
kastedilen, Yüce Allah'ın "onlar orada sonsuza kadar kalıcıdırlar"
diye buyurduğu kimselerdir. 329. Hadisin
Şerhi
Bu hadisin şerhi
Kas.tallanî şerhinden alınmıştır: "Kıyamet gününde
Mü'münler biraraya gelirler". Bu söz insanlara şefaat konusunu
hatırlatanların Mü'minler olduğuna delalet etmektedir. Şefaat talabiyle
Peygamberlere gidenler de onlar olacaklardır. "Şu yerimizde
rahata kavuştursun" sözü, bu şefaatin insanlar arasında hükmün verilmesi
için istendiğine delalet etmektedir. "Nuh
Aleyhisselâm, Yüce Allah'tan bilmeksizin bir talebde bulunduğunu
hatırlatır". Bu taleb Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde bildirilen talebdir:
"Nuh dedi ki: Ey Rabb'im oğlum benim ailemden-dir. Senin sözün elbette
haktır ve Sen hakimlerin hakimisin". Yani Sen bana ailemi tufandan
kurtaracağını vaad etmiştin. Oğlum da benim ailemdendir. Aliahü Teala Onun bu
isteğine karşı şöyle buyurdu: "Ey Nuh o senin ailenden değildir. Onun
yaptığı fena iştir. Bilmediğin bir şeyi
benden isteme". Yani senin ailen denirken kastedilen güzel amel
işleyenlerdir. Oğlun ise senin Peygamber olarak bildirdiğine inanmadı ve güzel
amel yapmadı. Bilakis yaptığı fena işti. "Allah onun
Önceki ve sonraki günahlarını bağışlamıştır" sözü Resulullah
Aleyhisselâm'm günaha düşmekten korunduğu manasına kinayedir. "Kimler hakkında
şefaatte bulunacağım bana bildirilir". Yani mesela "namazda hata
edenler hakkında şefaatin kabul olunur", veya "namazı geciktirenler
hakkında şefaatin kabul edilir" ve bunun gibi genel işlerle ilgili olarak
belli bir topluluk tayin edilir. Kastallanî diyor ki: Bu hadisin siyakında
ne hakkında şefaat istendiği ve husule gelen durum arasındaki ilişkide müşkil
bir mesele var. Çünkü şefaat insanların kıyamet gününde uzun süre beklemek
dolayısıyla maruz kaldıkları sıkıntıdan kurtulmaları ve rahata kavuşmaları
için istenmektedir, cehennemden çıkarılmak için değil. Buna cevap olarak
denilmiştir ki: Rahatlatma hikayesi "bana izin verilir" sözünde
bitiyor, bundan sonra, buna ilave olarak ayrı bir konu anlatılıyor. Bu açıklama
Kirmanı'nin sözüdür. Futuhû'l-Gayb'da ise
şöyle deniliyor: Bir hikaye çeşitli makamlarda, değişik ibarelerde ve çeşitli
yönlerden ele alınmaktadır. Yoksa konuda bir değişme ve zıtlık sözkonusu
değildir. Bu açıklama tarzı ise Resulullah Aleyhisselâm'm fesahat ve
belagattaki üstün kabiliyetinin bir nişanesidir. Bu dili kullanma da mucizevi
kabiliyete sahib olanlara ait bir özlü anlatım tarzıdır. Bunu anlamak için
başvurulacak bir kurala ihtiyaç vardır. Bu da anlatımda muhtelif şeylerin özet
olarak farklı şekillerde verilmesidir. Bunun bir esası bulunur. Onunla
bağlantılı olan ifadelerin anlamları ondan bir şey eksiltmezler. En doğru olanı
bilen Allah'tır. 330. Bu hadisi Buharî,
Ç.8, s.ll6'da, Kitabu'r-Rikak'ın, "Cennet ve Cehennemin Özelliği"
başlıklı babında da rivayet etmiştir. Orada ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi
Aleyh şöyle diyor. Musedded, Ebu
Avane'den, o Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhissilâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Kıyamet gününde
Allahü Teala insanları biraraya getirir. Onlar: "Rebbimiz katında birini
şefaatçi edinelim de, Rabbimiz bizi bu yerimizde rahata kavuştursun"
derler, Adem Aleyhisselâm'a gelirler: "Sen Allahü Teala'mn kendi eliyle
yarattığısın. Sana Hakk Teala kendi ruhundan üfledi" Meleklere emretti,
sana secde ettiler. Rabbimiz katında bize şefaatçi ol" derler. Adem
Aleyhisselâm: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, der ve işlediği hatayı
hatırlatır. "Siz, Allah'ın insanlığa Resul sıfatıyla gönderdiği ilk
Peygamberi olan Nuh'a gidin" der. Nuh Aleyhisselâm'da: Ben sizin
istediğiniz mevkide değilim diyerek işlediği hatayı hatırlatır ve: Siz Allah'ın
kendisini halil (yakın dost) edindiği İbrahim'e gidin, der. Ona giderler, O
da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, diyerek, işlediği hatayı hatırlatır
ve: Siz Allah'ın kelimesi olan Musa'ya gidin, diye söyler. Ona giderler,,O da:
ben sizin istediğiniz mevkide değilim, diyerek işlediği hatayı hatırlatır ve :
Siz İsa'ya gidin, diye söyler. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz
mevkide değilim, siz Yüce Allah'ın önceki ve sonraki bütün günahlarım
bağışladığı Muhammed Aleyhisselâm'a gidin, der. Bana gelirler. Ben, Rab-bime
münacaat üzere izin isterim. O'nu gördüğümde secdeye kapanırım. Allah Teala
beni dilediği kadar bir süre o hal üzere bırakır. Sonra: Başını kaldır, iste
istediğin verilecektir, söyle söylediğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin
kabul edilecektir, denilir. Ben başımı kaldırırım, Rabb'ime bana öğrettiği
şekilde hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum. Rabbim bana kimler hakkında
şefaatçi olacağımı bildirir. Sonra onları (haklarında şefaatte bulunduklarımı)
cehennemden çıkarırım ve cennete koyanm. Sonra tekrar RaBb'imin huzuruna varır,
aynı şekilde secdeye kapanırım. Üçüncü, dördüncü kez böyle olur. Öyleki,
Kur'an'm tuttukları dışında cehennemde kimse kalmaz.[11] Ebu Abdullah el-Buharî
Rahmetullahi Aleyh der ki: "Katade bü sonuncu hakkında yani "Kur'an'm
tuttukları" hakk'.nda, "bunlar haklarında ebedî cehennemde kalma
hükmü verilmiş olanlardır" derdi." 330. Hadisin
Şerhi
Bu hadiste İbrahim
Aleyhisselâm'm da şefaatte bulunmayı kabul etmeyeceği bildirilerek "Ben
sizin istediğiniz mevkide değilim,der ve işlediği hatayı hatırlatır"
deniliyor. Hadisin bir başka rivayetinde ise İbrahim Aleyhisselâm'm "Ben
üç yerde yalan söyledim" diyeceği bildiriliyor. Süfyan'm rivayetindeki
ilavede de bildirildiğine göre bu yalan sözleri: Müşriklerin bayramlarına
katılmamak için "Ben hastayım" demesi. Müşriklerin putlarını kendi
eliyle kırdıktan sonra, onların "Bu putlarımıza bu işi kim yaptı?"
diye sormaları karşısında, büyük putu göstererek "İşte şu büyükleri
yapmıştır" demesi. Hanımına "Melek bana, senin benim kardeşim
olduğunu bildirdi" demesi. Bu üç yalanın da şer'î bir sebebi vardı. Ancak
bu sözler yalan ifade ettiği için, bundan dolayı kendi nefsi hakkında endişeye
kapılırdı. Kastallanî diyor ki:
Yüce Allah insanlara ilk olarak Adem'e gitmelerini ilham ediyor ve
Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'a gitmelerini ilham etmiyor. Oysa
onların içinde Re-sulullah Aleyhisselâm'ın bu hadisini duymuş olanlar bulunur.
Bu şekilde Resulullah Aleyhisselâm'ın üstünlüğünün, derecesinin yüksekliğinin,
Allah'a yakınlığının ve bütün yaratıklara üstünlüğünün anlaşılması bakımından
bu şefaatin Ona has olduğu ortaya çıkar. (Kastallanî, Kitabu'r-Rikak, C.9,
s.317) 33L Buharı
Rahmetullahi Aleyh, C.8, s.118 ve sonrasında, Kitabu'r-Rikak'ın "Sırat
Cehennem Köprüsüdür" başlıklı babında şöyle bir hadis rivayet ediyor: Ebu'l-Yeman,
Şu'ayb'dan, o ez-Zuhrî'den, o Saîd ve Ata ibnu Yezid'den, o ikisi Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayet
etmiştir. Ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi Aleyh bu hadisin başka bir
senedini de vererek şöyle diyor: Mahmud Âbdurrezzak'tan, o Ma'mer'den, o
ez-Zuhrî'den, o Ata ibnu Yezid el-Leysî'den Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'm şöyle
söylediğini rivayet ediyor: "Bazı insanlar,
"Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz?" diye
sordular. Resulullah Aleyhisse-lâm: Bulutsuz bir günde, güneşi görmekte hiç
zorlanıyor musunuz? diye sordu. Oradakiler: Hayır, dediler. Resulullah
Aleyhisse-lâm; Ondördüncü gecede, bulutsuz bir havada ayı görmekte hiç
zorlanıyor musunuz? diye sordu. Oradakiler: Hayır, Ya Resulallah, dediler.
Resulullah Aleyhisselâm bunun üzerine şöyle buyurdu: İşte siz de, Rabbinizi,
kıyamet gününde bu şekilde göreceksiniz. Allahü Teala insanları biraraya
toplar, "Kim her neye kulluk ediyor idiyse, onun peşinden gitsin"
diye buyurur. Bunun üzerine güneşe tapanlar güneşin peşine takılır. Aya
tapanlar ayın peşine takılır. Tağutlara tapanlar onların ardına takılır. Geriye
bu Ümmet kalır. Münafıkları da içlerinde olur. Allahü Teala onlara
bildiklerinden başka bir suretle tecelli eder: Ben sizin Rabb'inizim, der,
Onlar: Biz senden Allah'a sığınırız, Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar biz
bu yerimizde bekleyeceğiz, Rabb'imiz tecelli ederse biz Onu tanırız, derler. Bu
kez Allahü Teala onlara, bildikleri sureti ile tecelli eder: "Ben sizin
Rabb'inizim" diye buyurur. , Onlar: "Sen bizim Rabb'imizsin"
derler ve O'na uyarlar. Cehennemin üzerine bir köprü kurulur. Resulullah
Aleyhisselâm buyurdu ki: Bu köprüyü ilk geçen ben olurum. O günde
Peygamberlerin duası: Ey Rabbim, kurtar, selamete kavuştur, şeklindedir. Orada
(yani cehennemde veya cehennemin üzerine kurulan köprünün üzerinde) hurma
dikenine benzer sert dikenler vardır. Siz hurma dikenini görmediniz mi? Oradakiler:
Evet, gördük Ya Resulallah, dediler. Resulullah Aleyhisselâm sonra şöyle devam
etti: îşte o dikenler de hurma dikenleri gibidir, ama onların büyüklüğünün ne
kadar olduğunu ancak Allahü Teala bilir. İnsanlara amelleri dolayısıyla
batarak onları tutar, onların içinde ameli dolayısıyla iyice perişan olan
vardır, çarpılanlar, azaba uğratılanlar vardır. Bu ikinciler azablarını çekince
kurtulur. Allahü Teala kulları arasında hüküm verme işini bitirince ve
Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenler arasından dilediklerini
cehennemden çıkarmak istediğinde, meleklerine onları cehennemden çıkarmalarını
emreder. Melekler onları, üzerlerindeki secde izlerinden tanırlar. Allahü
Teala, cehenneme, Ademoğlunun secde izlerini yemesini (yani yakmasını ) yasak
etmiştir. Bunlar yanmış, kararmış halde cehennemden çıkarılırlar. Üzerlerine su
dökülür. O suya "hayat
suyu" adı verilir. Sonra bunlar selin getirdiği toprağın üzerinde biten
taneler gibi biterler. Yüzü cehenneme dönük olan bir adam kalır. "Ey
Rabbim, onun rüzgarı beni iyice kızdırdı, alevleri beni yaktı. Benim yüzümü
cehennem yönünden başka bir yöne çevir" der. Bu şekilde dua etmeye devam
edip durur, sonunda Allahü Teala: "Sen, bu istediğini sana verirsem başka
bir istekte bulunacaksındır" diye buyurur. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun
ki, başka bir şey istemeyeceğim, der. Sonra Allahü Teala, onun yüzünü cehennem
yönünden başka bir yöne çevirir. Bu sefer adam: Ey Rabbim, beni cennetin
kapısına yaklaştır, diye dilekte bulunur. Allahü Teala: Sen, Benden başka bir
istekte bulunmayacağını zannetmemiş miydin? Yazık san'a ey Ademoğlu, sen ne kadar
da vefasızsın, sözünde durmazsın! diye buyurur. Adam dua etmeye devam edip
durur. Sununda Allahü Teala: Sana bu istediğini verirsem, sen başka bir
istekte bulunacaksındır, der. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun ki, başka bir
istekte .bulunmayacağım, der. Başka bir istekte bulunmayacağına dair Allahü
Teala'ya kesin sözler verir, ahidde bulunur. Allah da onu cennetin kapısına yaklaştırır.
İçindekileri görünce, Allahü Teala'mn dilediği kadar bir süre susar. Sonra: Ey
Rabbim, beni cennete koy, der. Bunun üzerine Aîlahü Teala: Sen Benden başka bir
istekte ulunmayacağım sanmamış miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da
sözünde durmazsın, der. Adam: Ey Rabbim, beni yaratıklarının en fenası eyleme,
der. Öylece dua etmeye devam edip durur. Sonunda Allahü Teala ona güler. Ona
güldüğünde, cennete girmesine izin verir. Oraya girdiğinde kendisine: Şu şeyden
sana verilmesi için temennide bulun, denir. O da temennide bulunur. Oyleki
sonunda bütün istekleri biter. Hakk Teala kendisine: Şu ve bir o kadarı seıiin
olsun" diye buyurur. Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh der ki: bu adam cennete en son girecek olan adamdır. Müellif der ki: ebu
Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd el-Hudrî de yanında
oturuyordu. Ebu Saîd, "Şu ve bir o kadarı senin olsun" sözüne
gelinceye kadar Ebu Hureyre nin rivayetinden hiçbir şeye itirazda bulunmadı. Bu
son sözü.söyleyince Ebu Saîd: Ben Resululiah Aleyhisselâm "m: "Şu ve
on kan kadarı senin olsun" dediğim duydum dedi. Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh da: "Ben, 'bir o
kadarı' şeklinde ezberledim" dedi. :J3! 33L Hadisin
Şerhi
Bu hadisin şerhi,
Kastallanî şerhi, C.8, s.330 ve sonrasından alınmıştır: "...görmekte
zorlanıyor musunuz?" yani güneşi ve ayı perdesiz olarak görmeniz halinde
birbirinize zararınız dokunuyor mu, biri sizi engelliyor veya siz birilerini
engelliyor musunuz? Bu görmede birbirinizle münakaşaya, anlaşmazlığa,
yalanlamaya, daralmaya, zorlanmaya düşüyor musunuz? Bir rivayette de bu
manaya kullanılan "hel tudârrûne" kelimesinin yerine "rıel
tudâmmûne" kelimesi kullanılıyor. Bu ise izdiham, kalabalık oluşturuyor
musunuz? anlamına gelir. Yani nasıl dünyada güneşin ve ayın görülmesi insanlar
için gayet kolay olduğundan bir izdiham oluşmuyor, herkes bulunduğu yerde zahmetsiz
olarak onları görüyorsa ahirette de Hakk Teala'nm görülmesinde durum böyle
olacak. Bir başka rivayette
ise "hel tudâmûne" şeklinde mim şeddesiz olarak bildiriliyor ki,
"birbirinizi tahkir ediyor musunuz?" an-lammadır. Yani, bunları
görmede aranızda münakaşa çıkarıp birbirinizi tahkir etmezsiniz. Bir rivayette de
"lâ tudâhûne" şeklinde olumsuz siga ile ve "ha" ile
bildiriliyor. Bu da: "görmekte şüpheye düşmesziniz, birbirinize itiraz
etmezsiniz. Hepiniz Rabb'inizi gördüğünüze yakmen inanırsınız"
anlamın.^ gelir. Yine bir rivayette
"hel tumârrûne" deniliyor ki bu ' da "birbirinizle münakaşaya
münazaraya girer misiniz?" anlamına gelir. "Siz de
Rabb'inizi kıyamet gününde bu şekilde göreceksiniz?" denilirken güneşi ve
ayı gördüğünüz gibi göreceksiniz denilmek istenmiyor.Hiçbir şey Allahü
Teaİa'ya henzctilemez. Nitekim ayel-i kerimede "Hiçbir şey onun benzeri
değildir" Duyuruluyor. Burada arılatılmak istenen görme hâdisesinin bunun
gibi, gayet açık ve her türlü şüpheden, tereddütten uzak olarak
gerçekleşeceğidir. Buna göre: Hakk Teala
rim görülmesi gerçek bir görme (rü'yet) olacaktır. Nasıl
herhangi bir perde bulunmadığı zaman güneş ve ayın görülmesinde şüphe ve
tereddüde düşülmüyorsa, aynı şekilde Hakk Teala'yı görmede de şüphe ve
tereddüde mahal kalmayacaktır. Tağutlar grubuna
şeytanlar, putlar, insanları kendilerine tapmaya çağıran sapık insanlar
girmektedir. "Allahü Teala
gelir, tecelli eder" sözünün ve bunun gibi sözlerin açıklamasında, daha önce
de geçtiği üzere selef âlimlerinin ve halef âlimlerinin yolları farklıdır.
Selefin yolu daha emniyetlidir. Çünkü onlar, Allah'ın yaratıklara mahsus
şeylere benzemekten, bu tür sıfatlardan münezzeh olduğunu bilmekle beraber,
müteşabih ayet ve hadislerde de bildirilenlere inanır ve onlardan ne
kastedildiğini Allah'a havale ederler. "Bunun hakikatini en doğru şekilde
Allah bilir" derler. Halef âlimleri ise,
kelimenin teşbihe götürecek zahiri anlamını te'vil ederek onu, Yüce Allah'ın
şanına ve azametine layık bir mana ile açıklarlar. Burada Allahü Teala'nm
gelmesi ile kastedilen, zatını, mahiyet bakımından anlamaksızm ve ihata
etmeksizin kulların görmesi için tecelli etmesidir, derler. Muvahhid Mü'min
kulların bildiği görme (rü'yet) işte budur. O zaman Mü'minler: Sen bizim
Rabb'imizsin, derler. Hadiste bildirildiği üzere Mü'minlerin kabul etmeyeceği
birinci rü'yet (görme) hakkında Kadı Iyaz şöyle diyor: Burada izafet (tamlama)
vardır ve muzaaf hazfedilmiştir. Buna göre ibarenin anlamı, "Rabb'lerinin
meleklerinden biri gelir" olur. Bunun için "bildiklerinden başka bir
suretle tecelli eder" deniliyor. Yani dünyadayken bildikleri sıfatlarından
başka sıfatla. Mü'minler bu zaman kabul etmezler. Kendilerinin de Mü'minlerle
birlikte olduklarını ileri süren münafıklar orada belli olur. Böylece ilk
tecelli, münafıkları ortaya çıkarmak için olmuş olur. Çünkü münafıklar Allahü
Teala'yı görme nimetine kavuşmayı hakedemezler. Nitekim ayet-i kerimede:
"Hayır, doğrusu o gün onlar, Rabb'lerini görmekten mahrum
olacaklardır", buyuruluyor. Peygamber Aleyhisselâm
Sırat'm üzerinden ilk geçen olur. Ne-vevî Rahmetullahi Aleyh Resulullah
Aleyhisselâm'm "Ben ve Ümmetim
Sırat'ın üzerinden ilk geçenler oluruz" diye
buyurduğuna işaret ediyor. "Cehennemde sert
dikenler olur". Bu dikenler, cehennemin etrafını saran şehvetlerdir.
Nitekim hadis-i şerifte "cehennemin etrafı şehvetlerle
çevrelenmiştir" Duyuruluyor. Bu dikenler, yani şehvetler insanları
amellerine göre tutarlar. Kim dünyadayken bu şehvetlere uymuş ise, onu oradaki dikenler
kapar ve o da cehenneme düşer. Bu dikenlerin büyüklüğünün ne kadar olduğunu
yalnız Allahü Teala bilir. "Onlardan
amelleri dolayısıyla perişan olanlar vardır" yani dünyada işledikleri
sebebiyle tamamen helak olurlar ki, bunlar kafirlerdir. "Çarpılanlar"
yani belli bir süre azab gördükten sonra kurtulacak olanlar ise isyankar
Mü'minlerdir. İbnu Mace'nin merfu
olarak rivayet ettiği bir hadiste şöyle deniliyor: "Sonra insanlar geçmek
isterler, hiçbir şey (azab) görmeden kurtulan Müslüman vardır, biraz yaralar
alarak kurtulan vardır, bir süre azabda tutulduktan sonra kurtulan vardır,
azaba atılıp öylece bırakılan vardır". "Hayat
suyu", yani, üzerine dökülen kimsenin hayatiyetine sebep olan su. Hadiste
bildirildiği üzere cehennemden çıkarıldıktan sonra üzerlerine hayat suyu
dökülenler bir tanenin sadeliği gibi sade ve arındırılmış olarak
biterler. Tıpkı sahrada selin getirdiği yığının arasında bulunan bir tanenin
bitmesi gibi. Selin getirdiği yığınların arasında bir tane bulunur. Bu tane
vadinin kenarına yerleşir, hemen o gün yerden bitiverir. İşte bu tane böyle
hızlı şekilde bittiği için ve gayet sade, güzel bir görüntüsü olduğu için,
üzerlerine hayat suyu döküleceklerin bitmesi de buna benzetilmiştir. Cennetin kapısına
getirilen sözkonusu kişinin, cennetin içini görmesi, aradaki duvarın, içinden
dışı, dışından da içi görünen şeffaf bir duvar olması sebebiyle olabilir. Yahut
bu görme ile bilme kastedilmiş olabilir. Yani mesela güzel kokulu bir rüzgarın
esmesi, ışıkların, aydınlatıcı nurlarının görünmesi yoluyla cennetin içindeki
nimetler hakkında bilgi sahibi olur. Nasıl daha önce, cehennemin dışında
olmasına rağmen oradan esen sıcak rüzgarlar kendisini rahatsız
ettiği gibi. "Allahü Teala'nın
dilediği kadar bir süre susar". Yani uzun bir süre suskun durur ki, bunun
miktarını ve sınırını yalnız Allahü Teala bilir. Susması Allah'tan haya etmesi
sebebi iledir. Çünkü Allah'a bir daha kendisinden bir istekte bulunmayacağı
üzere soz vermiş, kuvvetli ahidlerde bulunmuştur. Ancak sonuı^J^ sözünden
dönmüş ve Allahü Teala'dan istekte bulunmuştur. Zira Allah'ın affına, ihsanına
ve fazlına olan ümidi ağır basar. Bunun için "Ey Rabb'im beni
yaratıklarının en fenası eyleme" der. "Yaratıklarının en fenası
eyleuıe" sözü ile kasdettiği ise, cennete koyduğun kullarının en fenası
anlamıdır. Bu söz, özel anlam kastedilen genel mahiyette bir sözdür. Eğer,
cennetin dışında kalırsa cennete girenlerin en fenası olur. En fena olma hali,
ötekiler cennetin içinde iken kendisi dışarıda kaldığı sürece, açıkça ortadadır. "Sonunda Allahü
Teala güler" sözü hakkında Kastallanî şöyle diyor: Bu mecazî anlamdadır,
bununla gülmenin gereği, yani Allah'ın ondan razı olması kastedilmiştir. Yani
sonunda Allah ondan razı olur. Razı olduğu zaman da cennete girmesine izin verir. "Şu şu şeyleri
temenni et sözünden anlaşılması gereken şudui ki: Allahü Teala cennet
nimetlerinin çeşitlerini'' ona bildirir. O d£ bunları isteyedurur. Rabb'i de
ona hatırlatır. Sonunda o kişinin is tt'jeceği bir şey kalmaz, yani arzulamayı
düşünebileceği her şey biter Ahmet ibnu Hanbel'in
Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'dei rivayetine göre şöyle deniliyor:
"Adam dünya günleriyle üç gün ka dar sürecek bir müddet ister ve temennide
bulunur". - Ebu Huyreyre
Radıyallahü Anh bu hadisi (bu babda verilen hadisi) rivayet ederken Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahü Anh yanında hv lunuyordu. "Bu ve bir o kadarı senin
olsun" sözüne gelinceye kada itiraz etmedi. Bu sözde ise Resulullah
Aleyhisselâm'dan kendisi nin "Bu ve on katı kadarı senin olsun" diye
buyurduğum hatırlattı. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'da "Ben 'bir o kadar
diye ezberledim" dedi. Bu ikisi arasındaki farklılığı birleştirme için
denilmiştir ki: Ebu Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi Resi lullah
Aleyhisselâm'dan daha önce duymuş; ve Resulullah Ale? hisselam aynı hadisi daha
sonra Ebu Saîd'in duyduğu gibi bildiri miş olabilir ki, bu
ikincisinde Allahü Teala kendi fazlından miktarın fazlalığım Resulüne
bildirmiştir. En doğru olanı bilen Allah'tır. 332.
Şefaatle ilgili hadisi. Buharı, C.9, s.121, Kitabu't-Tevhid'de, Yüce Allah'ın
"İki Elimle Yarattığımda..." sözü ile ilgili babda şu şekilde rivayet
etmektedir. Muaz ibnu Fudale,
Hişam'dan, o Katade'den, o da Enes ibnu Malik'ten Resulullah Aleyhisselânı'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Allahü Teala kıyamet
gününde Müminleri bu şeklide biraraya getirir. "Rabbimiz katında birini
şefaatçi edinsek de, bizi bu yerimizde rahatlatsa" derler. Adem
Aleyhisselâm'a gelirler: "Ey Adem! İnsanları görmüyor musun? Ailahü Teala
seni kendi eliyle yarattı, ' sana meleklerini secde ettirdi, sana herşeyin
ismini öğretti, Rabbimiz katında bizim için şefaatçi ol da, Rabbimiz bizi şu
yerimizde rahata kavuştursun, derler. Adem Aleyhisselâm: Ben bu mevkide
değilim, der ve işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak siz Nuh'a gidin,
O Allahü Teala'mn yeryüzü ahalisine Resul sıfatıyla gönderdiği ilk elçisidir,
diye söyler. Nuh Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide değilim, der ve
işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak, siz İbrahim'e gidin, o Rahman'm
dostudur, diye söyler. İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide
değilim, der ve işlemiş olduğu hataları hatırlatır. Sonra: Ancak siz, Musa
Aleyhisselâm'a gidin, o Allah'ın kendisine Tevrat'ı verdiği, kendisiyle
konuştuğu bir kuldur, der. Musa Aİeyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide
değilim, der ve işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak siz İsa'ya gidin,
O Allah'ın kulu, Resulü, kelimesi ve ruhudur, der. İsa Aleyhisselâm'a
gelirler. O da Ben bu mevkide değilim, ancak siz Mu-hâmmed Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'e gidin. O, Allah'ın kendisinin önceki ve sonraki günahlarını
bağışladığı kuludur, der. Bana gelirler. Ben çıkarım, Rabb'ime münacaat için
izin isterim. Bana izin verilir. Rabb'imi gördüğümde secdeye kapanırım. Allahü
Teala beni dilediği kadar bir süre bu hal üzere bırakır. Sonra bana:
"Kalk, Muhammed, söyle, söylediğin dinlenecek, iste, istediğin verilecek,
şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben Allahü Teala'nın
bana öğretmiş olduğu övgülerle Rabb'imi över, O'na hamdederim. Sonra şefaatte
bulunurum, Hakk Teala kimler hakkında şefaatte bulunabileceğimi bana bildirir.
Onları cennete sokarım. Sonra tekrar varırım. Rabbimi gördüğümde secdeye
kapanırım. Rabb'im dilediği kadar bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Başını
kaldır, ey Muhammed! Söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek,
şefaatte bulun şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben Rabb'imin bana
öğrettiği övgülerle Allahü Teala'yı över ve O'na hamdederim. Sonra şefaatte
bulunurum, Hakk Teala kimler hakkında şefaatte bulunacağımı bana bildirir.
Onları cennete sokarım. Sonra tekrar varırım. Rabbimi gördüğümde secdeye kapanırım,
Allahü Teala dilediği kadar bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra:
"Kalk Muhammed, söyle, söylediğin dinlenecektir, iste, istediğin
verilecektir, şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir, denilir. Ben
Rabb'imi, Rabb'imin bana öğrettiği övgülerle över, O'na hamdederim. Sonra
şefaatte bulunurum, Hakk Teala bana kimler hakkında şefaatte bulunacağımı
bildirir. Onları cennete sokarım. Sonra döner ve :'Ey Rabbim, Kur'an'm
tuttukları ve kendileri hakkında ebedî olarak cehennemde kalma hükmü
verilenler dışında cehennem de kimse kalmadı' derim. Peygamber Aleyhisselâm
buyurdu ki: "Allah'tan başka ilah yoktur" diyen ve kalbinde bir arpa
tanesi ağırlığında iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar. Sonra
"Allah'tan başka ilah yoktur" diyen ve kalbinde bir zerre miktarında
iyilik bulunan herkes cehennemden çıkarılır[12] 332. Hadisin
Şerhi
"Allahü Teala
kıyamet gününde Mü'minleri bu şekilde birarays getirir" sözü
Kitabu't-Tefsir'de yeralan rivayetteki "Kıyamet gününde Mü'minler bu
şekilde biraraya gelirler" sözünü açıklamak tadır. Bu da Kitabu'r-Rikak'da
geçen rivayetteki: "Allah insanlar kıyamet gününde biraraya getirir.
"Rabbimiz katında bir şefaatç edinsek" derler" sözünün
açıklamasıdır. Bütün bunlardan anlaşı lan mana şudur: Allahü Teala kıyamet
gününde, Mü'miniyle kafi riyle bütün insanları biraraya getirecektir.
İçlerinden Mü'minle: "Rabb'imiz katında şefaatçi edinsek"
diyeceklerdir. Çünkü Mü' minler düşünce ve akıl sahibidirler. Dolayısıyla
kıyamet günüc deki uzun süre beklemeden, insanların kurtuluşunun nasıl müm kün
olacağı ve insanlar arasında hüküm işleminin başlamasını] vesilesi üzerinde
düşünürler. Sonra adı geçen Peygamberlere gide rek, Allahü Teala'nın aralarında
hüküm vermesi ve, kendilerini: de beklemenin sıkıntısından kurtulmaları için
onlardan şefaat t£ leb ederler.
Peygamberler de belirtilen şekilde
mazeretler iler; sirerler. Peygamberlere nisbet edilen o hataların anılması bir
tevazu niteliği taşır. Ayrıca avamın iyilerinin iyilikleri, Allah'a yakın
kullar nazarında günahlardan sayılır. Yoksa Peygamberler -Allah'ın salatı ve
selamı üzerlerine olsun- günah işlemekten ve hatalardan korunmuşlardır. Çünkü
onlarda emanet (doğruluk) sıfatının bulunması gerekir. Bu ise dışlarının ve
içlerinin haramdan, mekruhtan ve en
küçük .muhalefetten korunmasıdır. Peygamberimiz
Aleyhisselâm'ın ilk izin talebi, insanlar arasın-ua hüküm verilmesi için
şefaatte bulunmak üzere olur. işte bu sare Peygamberimiz Hazreti Muhammed
Aleyhisselâm'a has kılınmıştır. Allahü Teala'mn Muhammed Aleyhisselâm'a
vaadet-tiği makam-ı mahmud işte budur. Sonra Peygamberimiz
Aleyhisselâm'ın başka şefaatleri olur. Aynı şekilde diğer Peygamberlerin de
şefaatleri olur. Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. Hadiste Peygamberimiz
Aleyhisselâm'ın "Allah birdir O'ndan başka ilah yoktur; Muhammed O'nun
kulu ve Peygamberidir" deyip buna inanan herkesi cehennemden çıkarmak
üzere şefaatte bulunacağına dikkat çekilmiştir. Önce belli bir topluluk
belirlenir. Bunlar, kalplerinde bir arpa tanesi ağırlığında iman bulunanlardır.
Sonra ikinci kez şefaat eder. Bu kez birincilerden daha az imana sahip olan bir
topluluk belirlenir. Bunlar kalplerinde buğday tanesi ağırlığında imana sahip
olanlardır. Sonra üçüncü kez şefaatte bulunur. Bu kez Allahü Teala, kalplerinde
zerre mik-tarınca, yani küçük karınca ayağının ağırlığında iman bulunar; bir
topluluk tayin eder. Hadis-i şerif Peygamberimiz Aieyhis-selâzn'm ve Onun Ümmetinin
üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Bu hadis aynı zamanda, büyük günah işleyenler
için şefaat olmayacağını ileri süren mutezileye cevap mahiyeti taşımaktadır. Ey Allah'ım
Peygamberimiz Hazreti Muhammed
Aleyhis-selâm'ı bizim için şefaatçi eyle. Amin. Şefaat Hadislerinin
Buharîde Geçen Rivayetleri
333. Ebu
Abdullah el-Buharî Rahmetullahi Aleyh, C.9, s.l27ıde,Kitabu't-TevhidTin"O
Günde Bazı Yüzler Nurlu O-larak Rabb'lerine Bakacaklardır" mealindeki
ayet-i kerime ile ilgili babında şöyle bildiriyor. Abdet ibnu Abdullah,
Buseyn el-Cu'fî'den, o Zaide'den, o Beyan ibnu Bişr'den, o Kays ibnu Ebi
Hazim'den, o da Cerir el-Beceli Radıyallahü Anh'den rivayet eder. Cerir dedi
ki: "Resulullah
Aleyhisselâm ayın ondördüncü gecesi
yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: Siz şunu (yani ayı) gördüğünüz gibi kıyamet gününde
Rabbinİzi göreceksiniz. Bunu görmekte
hiç zorlanmıyorsunuz"[13] 334. Yine
Buharı Rahmetullahi Aleyh bildiriyor: Abdulaziz ibnu
Abdullah İbrahim ibnu Sa'd'dan, o îbnu Şihab dan, o Ata ibnu Yezid
el-Leysi'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet eder ki, birtakım
insanlar Resulullah Aleyhis-selâm'a: Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde
Rabb'imizi görecek miyiz? diye sordular.
Resulullah Aleyhisselâm: "Ayın öndördüncü
gecesinde, ayı görmekte zorlanıyor musunuz? diye sordu. Soruyu soranlar:
Hayır, Ey Allah'ın Resulü, dediler. Resulullah Aleyhisselâm: Önünde bulut
bulunmadığı zamanda güneşi görmekte zorluk çekiyor musunuz? diye sordu. Onlar
yine: Hayır, Ey Allah'ın Resulü, diye cevap verdiler. Resulullah Aleyhisselâm
da bunun üzerine şöyle buyurdu: îşte siz de bu şekilde O'nu görürsünüz. Kıyamet
gününde Allahü Teala insanları biraraya getirir ve: "Kim her neye kulluk
ediyor idiyse ona uysun" diye buyurur. Bunun üzerine güneşe kulluk edenler,
güneşe, aya kulluk edenler aya, putlara kulluk edenier de putlara uyarlar.
Geriye, içlerinde şefaatçileri de -Kavilerden İbrahim ibnu Sa'd burada
Resulullah Aleyhisselâm'm "şefaatçileri" mi, yoksa "münafıkları"
mı dediğinde tereddüt ettiği için 'yahut münafıkları' diye bildirmiştir- olmak
üzere bu Ümmet kalır. Allahü Teala onlara tecelli ederek: Ben sizin
Rabbinizim, diye buyurur. Onlar: Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar bu
yerimizde duracağız, Rabbimiz tecelli ettiğinde biz Onu tanırız, derler. Bunun
üzerine Allahü Teala onlara bildikleri sureti üzere tecelli eder: "Ben
sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar: Sen bizim Rabbimizsin, derler ve
O'na tabi olurlar. Cehennemin üzerine sırat (köprü) kurulur. Ben ve Ümmetim
oradan ilk geçenler oluruz. O günde Peygamberlerden başkası konuşmaz.
Peygamberlerin duası da: "Ey Allah'ım kurtar, selamete eriştir"
duasıdır. Cehennemde deve dikeni gibi dikenler vardır. Ancak o dikenlerin
büyüklüğünün ne kadar olduğunu Allah'tan başkası bilmez. İnsanları amellerine
göre tutar. Onlardan ameli dolayısıyla tamamen helak olan vardır, amelinden
dolayı belli bir süre azab edilmek üzere tutulanlar vardır, çarpılanlar, yani
yaptıklarının karşılığını çekenler vardır, yahut bunun gibi olanlar vardır,
bunlar azablarını çekince kurtulurlar. Yüce Allah kullan arasında hüküm vermeyi
tamamlayıp, cehennemliklerden istediği kimseleri buradan çıkarmayı irade edince
meleklere, Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmayıp Allah'tan başka ilah olmadığına
şehadet edenler arasından Hakk Teala'nın kendilerine rahmet eylediklerini
çıkarmalarını emreder. Melekler onları cehennemde üzerlerindeki secde
izlerinden tanırlar. Cehennem ateşi Ademoğlunun üzerindeki secde izlerinin
dışında her tarafını yer (yakar). Bunlar ciltleri ateşin yanıkları dolayısıyla
buruşmuş, kavrulmuş vaziyette cehennemden çıkarlar. Üzerlerine hayat suyu
dökülür. Onun altından, selin getirdiği toprakta biten tane gibi biterler.
Allahü Teala bütün kulları arasındaki hükmünü tamamlar. Bunlardan yüzü
cehennem tarafına dönük bir adam kalır. Bu cehennem ehlinden cennete girecek
olanların sonuncusudur. Bu adam: Ey Rabbim, benim yüzümü cehennem tarafından
başka tarafa çevir, onun rüzgarı beni kavurdu, ve alevi beni yaktı, der.
Allah'ın dilediği kadar bir süre bu şekilde Allah'a dua eder. Sonra Allahü
Teala: Sana bu istediğini verirsem, daha başka bir şey ister misin? diye
buyurur. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun ki, senden başka bir şey istemem,
der. Allah'ın dilediği şekilde O'na söz verir, ahdeder. Allahü Teala onun yüzünü
cehennem tarafından başka tarafa çevirir. Adam cennet tarafına yönelip onu
görünce Allahü Teala'nın dilediği kadar bir süre susar, sonra: Ey Rabbim, beni
cennetin kapısına yaklaştır, der. Allahü Teala: Sana verilenden başka bir daha
ebediyen, bir şey istemeyeceğin hususunda söz verip ahidde bulunmamış miydin?
Yazık sana ey Ademoğlu, sen ne kadar da vefasız, sözünde durmazsın, diye
buyurur. Adam, "Ey Rabbim" der ve böyle dua edip durur. Sonunda
Allahü Teala: Sana bu istediğin verilirse sonra bir şey ister misin? diye
buyurur. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun ki, Senden, bundan başka bir şey
istemeyeceğim, der ve Allahü Teala'ya O'nun istediği şekilde söz verip ahidde
bulunur, Hakk Teala da onu cennetin kapısına yaklaştırır. Cennetin kapısına
yaklaşınca, cennetin manzaraları ona görünür, böylece içerdeki mutluluk ve
hoşnutluğu görür. Allahü Teala'nın dilediği kadar bir süre suskun kalır. Sonra:
Ey Rabbim, beni cennete sok, der. Allahü Teala: Sana verilenden başka bir şey
istemeyeceğin üzere söz verip ahidde bulunmamış miydin? Yazık sana ey
Ademoğlu, ne kadar da vefasız, sözünde durmazsın! diye buyurur. Adam: Ey
Rabbim, yarattıklarının en fenası ben olmayayım, der. Dua etmeye devam edip
durur. Ta ki, Allahü Teala ona güler. Ona güldüğünde de: Cennete gir, diye
buyurur. Adam cennete girdiğinde Allah Celle ve Ala: Dile, diye buyurur. Adam
Rabbinden ister, temennide bulunur. Hatta Allahü Teala ona
hatırlatmada bulunur ve "şunları şunları dile" diye buyurur. Sonunda
isteyebileceği her şey biter Allahü Teala: Bu ve bir o kadarı senin olsun,
diye buyurur". Ata ibnu Yezid dedi
ki: Ebu Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü Anh yanındaydı. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh "bu ve bir o
kadarı senin olsun" sözüne gelinceye kadar Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü
Anh hadisten herhangi bir şeye itiraz etmedi. Burada ise Ebu Saîd Radıyallahü
Anh: Ey Ebu Hureyre, on katı, diye söyledi. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh ise:
Bu ve bir o kadarı senin olsun'dan başkasını ezberlemedim, dedi. Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahü Anh: Şehadet ederim ki, ben Resulullah Aleyhisselâm'dan
"bu ve on katı kadarı senin olsun" diye ezberledim, dedi. Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh ayrıca şöyle söyledi: "Bu adam cennete son girecek
olandır.[14] 333 334.
Hadislerin Şerhi
"Resulullah
Aleyhisselâm ayın ondördüncü gecesi yanımıza geldi ve: Siz, şunu gördüğünüz
gibi kıyamet gününde Rabb'inizi göreceksiniz, diye buyurdu" şeklinde
başlayan rivayet, rü'yetle ilgili olarak bilgi vermek üzere, ilkin Resulullah
Aleyhisselâm'm söze başladığını göstermektedir. Yani kendisine soru sorulmadan
bu konuda bilgi vermeye başladığını ifade ediyor. Diğer rivayetlerde ise
sahabilerin soru sordukları ve Resulullah Aleyhisselâm'ın da, onların
sorularına bildirildiği şekilde cevap verdiği ifade ediliyor. Bu rivayetler,
rü'yet (Allah'ı girme) ile ilgili olarak birden fazla yerde muhtelif
vesilelerle konuşma geçtiğini gösterir. Bazı kereler sahabiler Resulullah
Aleyhisselâm'a bu konuda soru sormuşlar O da cevap vermiştir. Bazı kereler de
onlar herhangi bir soru sormadan bu konuda bilgi vermiştir. Bunun böyle
olmasına engel bir durum sözkonusu değildir.
En doğrusuma bilen Allah'tır. "Bunu görmekte
hiç zorlanmıyorsunuz". Yani bunu görmek için kalabalıklar
oluşturmuyorsunuz. Ayın ilk hilalini görmekte gösterdiğiniz dikkat dolayısıyla
meydana gelen durumda olduğu gibi birbirinizi itip kakmaya vesile olacak bir
izdiham teşekkül etmiyor. Ayın ondördüncü gecesi olunca ay artık iyice
belirgin şekilde ortaya çıktığı için, herkes bulunduğu yerden görebiliyor. "Siz de Hakk
Teala'yı bu şekilde görürsünüz" yani gayet açık şekilde zorlanmadan,
izdiham oluşturmaksızm ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde görürsünüz.
Görmekte meşakkate düşmeyeceğiniz gibi görülüp görülmediği hususunda aranızda
ihtilaf da olmaz. Buradaki benzetme görme hadisesi ile ilgili benzetmedir;
yani ayın görülme sindeki açıklığa ve şüpheye mahal bırakmayacak duruma
benzetme yapılmıştır. Çünkü Allahü Teala, sonradan olanlara benzemekten
münezzehtir. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O, duyucudur, görücüdür. "Geriye bu Ümmet
kalır". Yani görünüşte dahi olsa davete icabet edenlerin oluşturduğu
Ümmet kalır. "İçlerinde şefaatçileri veya münafıkları da olmak
üzere". Şefaatçileri Ümmet içinde şefaat yetkisi verilecek olanlardır. Bu
iki kelimeden hangisi olduğunda ravi tereddüt etmiştir. İbnu Hacer,
birincisinin rivayet olarak daha
üvenilir olduğunu söylüyor. "Allah onlara
tecelli eder" yani dünyadayken bildikleri sıfattan ayrı sıfatla onlara
tecelli eder. Yahut kelimenin mecazî anlamda kullanıldığı farzedilerek bu
sözden Hakk Teala'nm meleklerinden bir meleğin görüleceği anlaşılabilir.
Mesela, "Emir hırsızın elini kesti" denilir. Burada esasında hırsızın
elini kesen emirin görevlisidir. Ama bu iş için emri veren Emir (devlet
başkanı) olduğundan söz mecazîanlamda ona atfedilir. Bunun için Mü'minler:
"Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar bu yerde duracağız, Rabb'imiz
tecelli ettiğinde biz O'nu tanırız" derler. Yani sen bizim Rabb'imiz
değilsin. Bizim Rabb'imiz yaratılmışlara benzemeyen yüce sıfatları ile bize
tecelli ederse biz O'nu biliriz. "Allahü Teala onlara bildikleri sureti
üzere tecelli eder". Yani sevdiği kullarına, onların dünyadayken
bildikleri sıfatları ile tecelli eder. Bu ise yaratıklara benzemekten münezzeh
olmasıdır. Onların Rabb'lerini tanımalarını sağlayacak alamet budur. Yani
Allahü Teala zatını onlara bu yolla bildirir ve gözlerinden engelleri kaldırır. el-Mesabih'de şöyle
deniliyor: bildikleri sureti üzere, Allahü Teala'nm kullarının kendini
tanımalarına delil teşkil edecek, ve zatı ile yaratıkları arasında, ayrımı
ortaya koyacak alamet ile, demektir. Burada delil ve alamet olacak şey mecazî
anlamda suret o-larak isimlendirilmiştir.
Araplar da bu
manada: Senin işinin sureti şöyledir,
sözünün sureti şöyledir, derler. Esasında işin ve sözün sureti olmaz. Onlar bu
ifadelerle işin ve sözün hakikatini kas de tm ektedirler. Yine fakihlerin
dillerinde de bu kelime çok dolaşır. Mesela: Bu meselenin sureti şöyle
şöyledir, derler. (Buraya kadarki açıklamalar, Kastallanî şerhinden
alınmıştır). 'Yaratıklarının en
fenası ben olmayayım" yani tevhid ehlinin en fenası ben olmayayım,
et-Tayyibî diyor ki: Bu adam âdeta şöyle demiş olmaktadır: Ey Rabb'im, ben sana
söz vermiş, kuvvetli ahidde bulunmuş isem de senin ihsanını, bağışlamanı ve
rahmetini ümid ediyorum. "Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin; kafirler
topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümid kesmez" diye buyurdun.
Bildim ki, ben senin rahmetinden ümid kesen kafirler topluluğundan değilim.
Senin ihsanına ve rahmetine tamah ettim. Senden bunu istedim". Allahü
Teala da onun bu sözü dolayısıyla kendisinden razı oluyor, bu rızasını belli
ediyor. "Dua etmeye devam edip durur. Sonunda Allahü Teala güler"
denirken de Allahü Teala'nm, rızasını belli e*tmesi kastediliyor. En doğrusunu
bilen Allah'tır. Buhariden Diğer
Şefaat Hadiseleri
335. Buharî
R. ahmetuliahi Aleyh, C.9, s.129 ve sonrasında, Yine Kitabu't-Tevhid'in,
"O Günde Bazı Yüzler Parlak Olarak Rabblerine Bakacaklardır"
mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babında şu rivayete yer veriyor: Yahya ibnu Bukeyr,
el-Leys ibnu Sa'd dan, o Hadid ibnu Yezîd'den* o Saîd ibnu Ebi Hilalden, o Zeyd
ibnu Eşlem'den, o Ata ibnu Yesar'dan, Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Peygamber Aleyhisselâma:
Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? diye sorduk.
Buyurdu ki: Havanın açık olduğu zamanda güneşi veya ayı görmekte zorlanıyor
musunuz? Biz: Hayır, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Siz ki, nasıl ayı ve
güneşi görmekte zorlanmıyorsanız, o günde Rab'inizi görmekte
zorlanmayacaksınız. Sonra şöyle buyurdu: Bir münâdi: Her topluluk ibadet ettiği
şeye gitsin, diye seslenir. Bunun üzerine haçlılar haçın peşine takılırlar.
Puta tapanlar putların peşine takılırlar. Allah'tan başka kendilerine ilah
edinenlerin hepsi, taptıkları şeylerin peşine takılırlar. Sonunda salihleriyle,
günahkarlarıyla, Allah'a kulluk edenler, ve ehl-i kitaptan geriye bırakılanlar
kalırlar. Sonra cehennem getirilip âdeta bir serap gibi arzedilir. Yahudilere:
Siz neye tapıyordunuz? denilir. Onlar: Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapıyorduk,
derler. Onlara: Yalan söylediniz, Alah'm ne bir eşi, ne de çocuğu oldu, denilir
ve: Siz ne istiyorsunuz? diye sorulur. Onlar: Bizi sulamanı istiyoruz, derler.
"İçiniz" denilir ve bu söz üzerine yahudiler birbiri ardından
cehenneme dökülürler. Sonra hristiyanlara: Siz neye tapıyordunuz? diye sorulur.
Onlar: Allah'ın oğlu Mesih'e tapıyorduk, derler. Onlara da: Yalan söylediniz,
Allah'ın ne eşi, ne de çocuğu oldu, denilir ve: Siz ne istiyorsunuz, diye
sorulur. "Bizi sulamam istiyoruz" derler, "içiniz" denilir
ve hristiyanlar da birbiri peşinden cehenneme dökülürler. Geriye sadece
günahkar olsun salih olsun yalnız Allah'a kulluk edenler kalır. Onlara:
İnsanlar gitti, sizi tutan nedir? denilir. Onlar: Biz onları bu günkünden daha
çok kendilerine ihtiyacımız olduğu günde bıraktık, kendilerinden ayrıldık;
ayrıca biz bir münâdinin: Her topluluk kime kulluk ediyor idiyse ona uysun,
dediğini duyduk. Biz Rabbimizi bekliyoruz, derler. Hakk Celle ve Ala hazretleri
onlara, ilk keresinde gördüklerindekinden farklı bir suretle tecelli eder ve:
"ben sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar da: Sen bizim
Rabb'imizsin, derler. O'nunla sadece Peygamberler konuşurlar. Hakk Teala:
Sizinle Rabbiniz arasında O'nu tanımanıza yardımcı olacak bir deliliniz var
mıdır? diye buyurur. Onlar: "Sâk -bacak-" derler. Bacağını gösterir.
Her Mü'min O'na secde eder. Allah'a gösteriş ve duyurmak için secde edenler ise
oldukları gibi kalırlar. Bunlar secde etmek isteyecekler; ancak omurga kemiklerinin
eklem yerleri bitiştiği için secdeye varamayacaklar. Sonra sırat köprüsü
getirilip cehennemin üstüne konacak. Ravi der ki; Biz: Ya
Resulallah, köprü nedir? diye sorduk. Resu-lullah Aleyhisselâm: Kaygan,
sallantılı mekan, üzerinde kancalar, kerpetenler, deve dikenleri gibi dikenli
olan ağaçlar var. Mü'minler köpüyü derecelerine göre kimisi gözün bakışı gibi,
kimisi yıldırım gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi hızlı koşan atlar gibi
geçerler. Kimisi bunlar gibi selametle geçerler, kimisi az sıyrıklarla
kurtulur, kimisi de cehennem ateşine yuvarlanır, Nihayet en sonuncuları
sürüklene sürüklene geçer. Siz hakkı benden çok arıyor değilsiniz. Cebbar olan
Allah'a o gün kim gerçekten i-nanmışsa, göreceksiniz. Cennete giren Mü'minler
saraylarına yerleştikten sonra, Müslüman kardeşlerinin bir kısmını göremeyince:
Ya Rabbi, onlar bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, bizimle beraber
hareket ederdi, diyecekler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: Gidin kalbinde dinar
miktarı kadar imanı olanları cehennemden çıkarın buyuracak. Allah bu
Mü'minlerin vücutlarını cehenneme haram kılar. Mü'minler cehennemde yanan
kardeşlerinin yanına gelirler. Bakarlar ki bunların kimi topuklarına kadar,
kimi bacaklarına kadar, cehennem ateşine dalmış haldedir. Onlardan
tanıdıklarını tutup çıkarırlar, sonra dönüp giderler. Cenab-ı Hakk: Haydi
gidin, kalbinde yarım dinar kadar imam olanları çıkarın, buyurur. Cennetteki
Mü'minler gelip tanıdıklarını çıkarıp dönerler. Yine Cenab-ı Hakk: Haydi
gidin, kalbinde zerre kadar imanı olanları çıkarın, buyuracak. Onlar da gelip
tanıdıklarını çıkaracaklardır." Ravi Ebu Saîd el-Hudrî
der ki: "Bana inanmıyorsanız şu ayeti okuyun: "Allah zerre
"kadar haksızlık etmez, zerre kadar bir iyilik olsa, onu kat kat yapar, ve
kendi katından büyük mükafat verir". Peygamberler,
Melekler, Müminler şefaat ederler. Bundan sonra Cebbar olan Allah : Şimdi sıra
Benim şefaatimde, der ve cehennemden bir avuç (kabza) alır. Buradan
vücutlarının tamamı yanmış insanları çıkarır. Sonra bunlar cennetin dışında bir
nehre daldırılırlar. Bu nehre hayat suyu denir. Onlar selin getirdiği yığınlar
arasında kalan yabani reyhan tohumları nasıl hızla biterse, öyle bitecekler.
Bu yabani reyhan otlarını bir kaya ile bir ağaç arasında görmüşsünüzdür. Bu
otun güneşe bakan tarafı yeşil, gölgeye bakan tarafı beyazdır, işte nehre
daldırılan bu kimseler çıkarılırlarken beyazlık ve parlaklık bakımından sanki
mercan gibi parıldamaktadırlar, onların boyunlarına gerdanlıklar takılır.
Böylece cennete girerler. Cennetlikler bunlar hakkında: "Bunlar Rahman
olan Allahü Teala'mn azadlı kullarıdır, bunların işlemiş oldukları bir amel,
göndermiş oldukları bir hayır olmaksızın Allah onları cennetine koymuştur"
derler. Bunlara: "Gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir" denilir. [15] 335. Hadisin
Şerhi
Yahudilerin "Biz
Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapıyorduk" diye söylemeleri üzerine onlara
"yalan söylediniz" denmesi, "Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu ve
onun ibadete layık olduğunu ileri sürmekte yalan söylediniz" manasınadır. "Şu
halde siz gerçek manada kulluk etmiş olmazsınız, bilakis siz apaçık bir
sapıklık üzereydiniz". "Biz onları bu
günkünden daha çok kendilerine ihtiyacımız olduğu günde bıraktık" sözü
Nisa suresi tefsirindeki rivayette "Biz dünyada insanları kendilerine en
çok ihtiyacımız olduğu bir zamanda terkettik" olarak geçmektedir. Anlamı
ise şudur: Biz dünyada akrabalarımızı ve arkadaşlarımızı, geçim için kendilerine
son derece ihtiyacımız olduğu halde Ey Rabb'im, Sana düşmanlıkları dolayısıyla
terkettik, kendilerinden uzak durduk. Dünyadayken onlara ihtiyacımız bu
günkünden fazlaydı. Biz inançlarını sevmediğimiz için onları dünyâdayken dost
edinmediğimiz gibi bugün, ahirette
de dost edinmeyiz. Üstelik bugün
bizim onlara ihtiyacımız da yok. Artık onlardan ebediyen bir fayda da umulmaz.
(Kastallanî şerhinden, özetlenerek). "Hakk Teala :
Sizinle Rabb'iniz arasında O'nu tanımanıza yardımcı olacak bir deliliniz var
mıdır? diye buyurur. Onlar : Sâk -bacak- derler". Hakk Teala'mn mukaddes
zatı tecelli eder. îbmı Abbas Radıyallahü Anh: "O günde baldır (bacak)
açılır" mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle diyor: Bu işin
oldukça dehşetli olmasıdır. Araplar, savaş şiddetlendiği zaman, "savaş
baldır üstüne geldi" derler. Bunun da aslı şuraya dayanıyor ki: Örtülerini
muhafaza eden bekar kızlar, büyük bir sıkıntıyla, şiddetli bir durumla
karşılaştıkları zamaa baldırlarım açarak kaçarlar; bu manada baldırlarım
açmaları insanların dikkatini çekmek, durumun vahamet ve şiddetim göstermek
için bir işaret, kinaye olur. Ebu Musa el-Eş'arî Radıyallahü
Anh da şöyle diyor: Baldır, nur ve Mü'minler için tekerrür edip duran Rabbani
faydaları ve lütufları ifade eder, îbnu Fevrek de bu açıklamayı yapmaktadır.
Yahut el-Muhelleb'in dediği gibi Mü'minler için rahmet diğerleri için gadab
anlamı taşır. (Kastallanî şerhinden). Hadisten anlaşıldığına
göre Mü'minlerin sırattan geçmedeki dereceleri farklıdır, kimisi gözün bakışı
gibi, kimisi yıldırım gibi vs. geçer. Ayrıca oradan geçerken bazıları hiç yara
almadan kurtulur, bazıları biraz yara alır, yani orada bulunan dikenlerin
ilişmesi dolayısıyla vücudunda yaralar meydana gelir, kimisi ameli dolayısıyla
cehenneme düşer. En sonuncuları, yani kurtulanların en sonuncuları ise sürüne
sürüne geçer. "Siz hakkı benden çok arıyor değilsiniz, Cebbar olan Allah'a
o gün kim gerçekten in-anmışsa göreceksiniz" sözünün anlamı şudur: Ey
Mü'minler, siz dünyada hakkı aramak hususunda benim kadar uğraşıyor değilsiniz.
Ahirette, sizin durumunuz ortaya çıktığında, cehennemde azab gören
kardeşlerinizin kurtuluşu için Allah'dan taleb-de bulunacağınız gibi, ben bu
dünyadayken, nasıl sizden çok bu konuda itinalı isem, ahirette de
Müslümanların kurtarılması hususunda sizden çok ilgi gösteririm".
Mü'minlerin bir kısmı kendilerinin kurtuluşa erdiğini, kardeşlerinin ise
cehennemde azabda olduklarını görünce Allahü Teala'dan kardeşlerinin de
kendileri gibi kurtarılmasını dilerler. "Ey Rabb'imiz bu kardeşlerimiz,
dünyadayken bizimle beraber namaz kılardı, bizimle beraber oruç tutarlardı,
bizimle beraber bütün iyilikleri işlerlerdi," yani "Ej Rabb'imiz, bizi
kurtardığın gibi kendi fazl ve ihsanınla onları da cehennemden kurtarmanı
diliyoruz" derler. Bu zaman onlara: "Gidin, kalbinde dinar miktarı
kadar imanı olanları cehennemden çıkarın" denilir. Bundan anlaşıldığına
göre, Allahü Teala, onların kardeşleri hakkındaki şefaatlerini kabul eder ve
onlara kardeşlerini üç mertebede cehennemden çıkarmalarım emreder. Birinci mertebede
kalplerinde bir dinar ağırlığınca iman olanları çıkarırlar. İkinci mertebede,
kalplerinde yarım dinar ağırlığınca iman olanları çıkarırlar. Üçüncü derecede,
kalplerinde bir zerre miktarınca iman bulunanları çıkarırlar. Allahü Teala
onların yüzlerini, şekillerini cehenneme haram kılmıştır. Bunları o
şekillerinden tanırlar. Bazılarının ayaklan ateşe gömülmüştür, bazılarının
baldırlarına kadar ateş çıkmıştır. Cehennemden en son
çıkarılacakların kalplerinde bir zerre miktarınca iman bulunanlar olduğu
bildirilince Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh, buna Kur'an-ı Kerim'den bir
delil getirdi ve isterseniz şu ayeti okuyun, diyerek: "Allah kimseye bir
zerre ağırlığınca haksızlık etmez. Eğer iyilik olursa onu kat kat eyler"
mealindeki ayeti okudu. Bu hadis gösteriyor
ki, kalbe ait ameller de, Ölçülüp tartılabilen hissedilir şeyler gibi tecelli
edecektir. îman dinar miktarı, yarım dinar miktarı, zerre miktarı olarak tesbit
edilebilecektir. En doğrusunu bilen
Allahü Teala'dır. "Peygamberler,
Melekler, Mü'minler şefaat ederler. Cebbar olan Allah "Şimdi sıra Benim
şefaatimde" diye buyurur". Bundan kastedilen mana
şudur: Allahü Teala yaratıklarından kendi katında mevki ve derece sahibi olan
kullarının şefaatlerini kabul ettikten sonra "geriye Benim şefaatim
kaldı" diye buyurur. Cehenneme düşenlerin Allah'ın emri ile oradan
çıkarılmasına şefaat isminin verilmesinde, anlaşılması zor olan bir durum
sözkonusudur. Burada kastedilen ise: Yaratılanlardan birinin şefaati olmaksızın
Allah'ın cehenneme düşenlerden bazılarını, o-radan çıkarması durumudur. Bunlara
işaret için "cehennemden bir avuç alır" deniliyor. Yani cehennemde hâla
azab görmekte olan Mü'minlerden bir avuç
alır. Bunlar ise iman dışında hiçbir iyilikleri bulunmayan Mü'minlerden
birtakım topluluklardır. Onlar için hiçbir kimsenin şefaatine izin
verilmemiştir. Allahü Teala onları, kimsenin şefaati olmaksızın kendi fazlı
ile cehennemden çıkarır. Resulullah
Aleyhisselâm en son çıkarılanların cehennem dışında bir ırmağa atılmaları ve
orada bitmeleri hadisesini dünyada hissedilir şeylere temsil ederek
"yabani reyhan otlarını bir kaya ile bir ağaç arasında
görmüşsünüzdür..." diye buyuruyor. "Onların
boyunlarına gerdanlıklar takılır". Yani bu, onların tanınması için bir
alamet olur. Bunun için cennettekiler onlara: "Bunlar Rahman olan Allahü
Teala'nın azadh kullarıdır" derler. Cennete girip orada çok şey
gördüklerinde kendilerine "gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir"
denilir. Allah Her şeyin en doğrusunu bilendir. Ey Allah'ım bizi affmla ve
rahmetinle cennetine koy. Amin. (Kasallanî şerhinden). 336. İmam
Ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi Aleyh Sahih'inde C.9, s.131 ve sonrasında
yine Kitabu't-Tevhid'de "O Günde Bazı Yüzler Parlak Olarak Rabblerine
Bakacaklardır" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babda şöyle bir rivayete
yer veriyor: Haccac ibnu Minhal der
ki, Hemmam ibnu Yahya Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahil Anh'den
Resulullah Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etti: . . . "Kıyamet gününde
Mü'minler bekletilirler, öyleki bundan rahatsız olmaya başlarlar. Sonra;
Birini Rabb'imiz katında şefaatçi edinsek de, Rabb'imiz bizi bu yerimizde
rahatlatsa, derler. Adem Aleyhisselâm'a gelirler: "Sen Adem'sin,
insanların babasısın, Allah seni eliyle yarattı, seni cennetinde oturttu,
meleklerini sana secde ettirdi, sana her şeyin ismini öğretti, Rabbin katında
bize şefaatçi olsan da, bizi bu yerimizde rahatlatsa, derler. Adem
Aley-hisselam : Bu makamda değilim, der ve işlediği hatasını, kendisine yasak
kılman ağaçtan yediğini hatırlatır ve: Siz Nuh'a gidin, O Allah'ın yeryüzü
ehline gönderdiği ilk nebisidir, diye söyler Nuh Aleyhisselâm'a gelirler. O da
: Ben bu mevkide değilim, der ve işlediği hatasını, bilmeksizin Rabb'inden
istekte bulunmasını hatırlatır ve : Siz Halilu'r-Rahman'a gidin, diye söyler.
İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu mevkide değilim, der ve üç yerde
yalan söylediğini hatırlatır: "Ancak, siz Musa'ya gidin, Allah'ın
kendisine Tevrat'ı verdiği, kendisiyle konuştuğu ve münacaatta kendisine
yaklaştırdığı kuldur, diye söyler. Musa Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu
mevkide değilim, der ve işlemiş olduğu hatasını, bir kişiyi öldürmesini
hatırlatır: "Ancak siz, Allah'ın kulu ve Resulü, ruhu ve kelimesi isa'ya
gidin" diye söyler. Isa Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu mevkide
değilim, ancak siz, Allah'ın önceki ve sonraki günahlarını bağışladığı Mu-hammed
Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin, diye söyler. Bunun üzerine bana gelirler.
Ben Rabb'imin makamında O'nunla münacaatta bulunmak üzere izin isterim. Bana
bunun için izin verilir. O'nu gördüğümde hemen secdeye kapanırım. Allah dilediği
kadar bir süre beni bu hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey Muhammed, söyle
dinlenecek, şefaat et, şefaatin kabul edilecek, iste verilecek, diye buyurur.
Ben başımı kaldırırım, Rabbimi bana öğrettiği şekilde över (sena eder) ve O'na
hamdederim. Sonra şefaat ederim. Rabb'im benim kendileri için şefaatte
bulunacağım bir topluluk belirler. Sonra çıkar, onları cennete sokarım. -Ravi
Katade der ki: Onun aynı şekilde şöyle dediğini duydum: Sonra onları cehennemden
çıkarır ve cennete sokarım.- Sonra döner, Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin
isterim. Bana izin verilir. O'nu gördüğümde derhal secdeye kapanırım.
Allahü Teala dilediği kadar bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey
Muhammed, söyle dinlenecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek, iste verilecek,
diye buyurur. Sonra şefaat ederim, Hakk Teala benim için haklarında şefaatte
bulunacağım bir topluluk belirler. Onları cehennemden çıkarır, cennete
sokarını. Sonra üçüncü kez dönerim, Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin
isterim. Bana izin verilir. O'nu gördüğümde derhal secdeye kapanırım. Allahü
Teala dilediği kadar bir süre beni bu hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey Muhammed,
söyle dinleneceksin, şefaat et, şefaatin kabul edilecek iste istediğin
verilecek, diye buyurur. Başımı kaldırırım, Rabb'imi bana öğrettiği
övgülerle över ve O'na aynı şekilde hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum. Hakk
Teala benim kendileri hakkında şefeatte bulunacağım bir topluluk belirler.
Çıkar onları cennete sokarım. 'Ravi Katade der ki: Onun şöyle söylediğini de
duydum: Çıkar, onları cehennemden çıkarır cennete sokarım1 Sonunda cehennemde
Kur'an'm tuttukları yani kendileri hakkında ebedî azab hükmü verilenler dışında
kimse kalmaz. Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Olur ki Rabb'in seni
övülmüş bir makama yükseltir", işte bu a-yet-i kerimede sözü edilen, Peygamberimiz
Aleyhisselâm'a vaadedilen 'övülmüş makam1 budur".[16] 336. Hadisin
Şerhi
Adem Aleyhisselâm
yasak kılınan ağaçtan yediğini hatırlatıyor. Bu yasak Kur'an-ı Kerim'de şöyle
bildiriliyor: "Ama şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden
olursunuz". Nuh Aleyhisselâm'm
bilmeksizin Rabb'inden istekte bulunması ise "Ey Rabb'im oğlum benim
âilemdendir" demesidir. ibrahim Aleyhisselâm'm
üç yerde yalan söylemesi : Birincisi Müşriklerin bayramına katılmamak için
"Ben hastayım" demesi, ikincisi : Putları kırdıktan sonra "olur
ki şu en büyükleri kırmıştır" demesi, üçüncüsü de hanımı Sare hakkında
"o benim kızkar de simdir" demesi. Bu sözler esasında doğrudan yalan
olmayıp, sözün değişik manada kullanılması, yani karşısındakinin kötülüğünden
kurtulmak için ayrı bir anlam kastedilerek kullanılmasıdır ama, yalan gibi
görünen sözlerdir. Ancak görünüşte yalan mahiyeti taşıdığı için İbrahim
Aleyhisselâm nefsi hakkında endişeye düşüyor. Bir kul Rabb'ini ne kadar iyi
tanırsa O'ndan korkmada, diğerlerine göre o derece ileride olur. "Ben Rabb'imin
makamında O'na münacaat için izin isterim" yani sevdikleri için mesken
kıldığı cennette. Bu makam, şerefi itibariyle O'na izafe edilmiştir.
(Kastallanî şerhinden). Bu, cami için
"Allah'ın evi" yine Ka'be için "Allah'ın evi" denmesi
gibidir. Bu ifade o yerlerin şeref ve üstünlüğünü bildirmek için kullanılır.
Yüce Allah Kur'an-ı Keriminde : "İbrahim ve İsmail'e : 'Tavaf edenler,
ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için ev'imi temizleyin1 diye
emretmiştik" buyuroyar. Yüce Allah Kur'an-ı
Keriminde "O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat
edebilir" diye buyurduğundan Resulullah Aleyhisselâm'da şefaatte bulunmak
üzere Hakk Teala'dan izin isteyecektir. Bunun için Resulullah Aleyhisselâm
kendisine şefaat için izin verildikten sonra Allah için secdeye kapanır, O'nu
sena eder. ve O'na hamdeder. Bunları şefaat öncesinde yapar. "Sonra bana izin
verilir", yani şefaatte bulunmama izin verilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:
O'nun izni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir" buyuruluyor. Bir
başka ayet-i kerimede de: "Göklerde nice melek vardır ki, Allah dilediğine
izin vermedikçe ve razı olmadıkça, onların şefaati hiçbir işe yaramaz"
buyuruluyor. "Kur'an-m
tuttukları" yani ebedî olarak cehennemde kalmaları gerekenler. Bunlar ise
kâfirlerdir. Allahü Teala onlar hakkında: "Onlar ebedî olarak cehennemde
kalıcıdırlar" buyuruyor. Bunlar bağışlanmaya da hak kazanamazlar. Çünkü
Allahü Teala: "Allah kendisine ortak koşulmasını nsla bağışlamaz. Bunun
dışındaki günahları dilediği için bağışlayabilir" buyuruyor. Bundan dolayı
kâfirler hakkında şefaatte bulunmak için kimse cür'et gösteremez. Çünkü onlar
için şefaatçi yoktur. Yüce Allah ayet-i kerimesinde: "Zalimlerin ne dostu
ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur" buyuruyor. Bu onlar hakkında
şefaati esas itibariyle nefy etmektedir. Farzı muhal, onlar için biri şefaatte
bulunmak istese de faydası olmaz. Çünkü kendisine şefaat izni verilmemiş olur.
Yüce Allah onlar hakkında: "Onlara şefaatçilerin şefaati de fayda
vermez" buyuruyor. "Sonra şu ayet-i
kerimeyi okudu" sözünden anlaşıldığına göre ayet-i kerimeyi okuyan
Resulullah Aleyhisselam'dır. (Kastallanî Şerhinden). 337. İmam
Buharı Rahmetullahi Aleyh, C.9, s.146 ve sonrasında, Kitabu't-Tevbid'in
'Ttabb'in Kıyamet Gününde Peygamberlerle Konuşması" başlıklı babında
şöyle bir rivayete yer veriyor: Yusuf ibnu Raşid,
Ahmed ibnu Abdullah'dan, o Ebu Bekr ibni Ayyaş'dan, o Humeyd'den, o da Enes
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir. "Kıyamet günü
olunca bana şefaat etme yetkisi verilir. Ben: Ey Rabb'im kalbinde bir hardal
miktarınca imanı olanı cennete koy, derim. Onlar girerler. Sonra : Ey Rabbim,
kalbinde en küçük bir madde miktarınca imanı olanı cennete koy, derim. Enes
Radıyallahü Anh dedi ki: Ben âdeta Resulullah Aleyhisselâm'm parmaklarına
bakıyor gibiyim,[17] 337. Hadisin Şerhi
En küçük madde
miktarınca iman ile kastedilen, insanın kal-'bindeki inancın, onu Mü'min
yapacak derece ve miktarda olmasıdır. Yani kalbinde o kimseyi iman sınırından
içeri sokacak kadar bir inancın
bulunmasıdır. Enes Radıyallahü Anh:
'Ben âdeta Resulullah Aleyhi s selâm'ın parmaklarına bakıyor gibiyim' diyor.
Yani Resulullah Aleyhisselâm ren küçük bir madde miktarınca' derken, parmağının
ucunu işaret ediyor ve küçüklüğünü ifade etmeye çalışıyor. Kastaüani diyor ki:
Hadisin diğer rivayetlerinde, Cenab-ı Hakk'ın Resulullah Aleyhisselâm'a,
kalbinde arpa tanesi miktarınca, hardal tanesi miktarınca vs. iman bulunanı
çıkarmasını emredeceği bildiriliyor. Burada ise Resulullah Aleyhisselâmın böyle
bir talebde bulunacağı ifade ediliyor. Bu farklılığın birleştirilmesi için:
Önce Resulullah Aleyhisselâm burada bildirildiği şekilde dilekte bulunur,
sonra Hakk Teala ona diğer rivayetlerde bildirildiği şekilde cevap verir,
denilmiştir. En doğru olanını Allah bilir. (Kastallanî şerhi). 338. imam Ebu Abdullah
el-Buharî Rahmetullahi Aleyh, C.9, s.l46'da, Kitabu't-Tevhid'in 'Kıyamet
Gününde Rabb Azze ve Celle'nin Peygamberlerle ve Diğerleriyle Konuşması'
başlıklı babında şu hadisi rivayet ediyor. Süleyman ibnu Harb,
Hammad ibnu Zeyd'den, Ma'bed ibnu Hilal el-Anezl'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Basra
ahalisinden bazı kimseler biraraya gelip Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın
yanına gittik. Beraberimizde Sabit el-Bunanî'yi de onun yanına götürdük. O
bizim için şefaat hadisinden soracaktı. Kendisini meskeninde bulduk.
Vardığımızda kuşluk namazını kılıyordu. îzin istedik. Yatağının üzerinde
olaraktan bize izin verdi. Sabit'e : Ona şefaat hadisinden önce herhangi bir
şey sorma, diye söyledik. Sabit : Ey Ebu Hamza, bunlar senin Basra ahalisinden
kardeşlerin, sana şefaat hadisinden soruyorlar, dedi. Enes Radıyallahü Anh de
dedi ki: Muhammed Aleyhisselâm bize şöyle söyledi: Kıyamet günü olunca insanlar
birbirlerine karışırlar. Adem Aleybisselâm'a gelirler. Ona: Bize Rabbin
katında şefaat eyle, derler. O: Ben bu durumda değilim, ancak siz İbrahim'e
gidiniz, O Rahman'ın yakın dostudur, der. İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O
da: Ben bu durumda değilim, ama siz Musa'ya gidin, O Allah'la konuşandır, der.
Musa Aleyhisselâm'a gelirler: O da: Ben bu durumda değilim, ancak siz İsa'ya
gidin, o Allah'ın ruhu ve kelimesidir, der. İsa Aleyhisselâm'a gelirler. O da:
Ben bu durumda değilim, ancak siz Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin,
der. Bana gelirler, "ben bu mevkideyim" derim ve Rabb'imin huzuruna
çıkmak üzere izin isterim. îzin verilir. O zamanda bana, şu anda bilmediğim
birtakım hamd sözleri ilham edilir, ben bu hamd sözleriyle Rabb'ime
hamdederim. O'na secde ederim. "Ey Muhammed, başını ,kaldır, söyle
söylediğin dinlenilecek, iste istediğin verilecek, şefaatte bulun, şefaatin
kabul edilecek", denilir. Ben: Ey Rabbim, Ümmetimi istiyorum, Ümmetimi
istiyorum, derim. Hakk Teala: Ey Muhammed, çık, kalbinde bir arpa tanesi
ağırlığınca imanı bulunan herkesi oradan (yani cehennemden) çıkar, diye
buyurur. Ben de çıkar ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı hamd
sözleriyle O'na hamdederim. Sonra secdeye kapanırım. "Ey Muhammed, başını
kaldır, söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaatte bulun
şefaatin kabul edilecek", denilir. Ben : Ey Rabbim, Ümmetimi istiyorum,
Ümmetimi istiyorum, derim. Hakk Teala : Çık, kalbinde zerre miktarınca yahut
hardal tanesi büyüklüğünde iman bulunan herkesi oradan (cehennemden) çıkar,
diye buyurur. Ben de çıkar, söylenileni yaparım. Sonra yine dönerim, aynı hamd
sözleriyle O'na hamdederim. Sonra secdeye kapanırım. Hakk Teala: "Ey Muhammed,
başını kaldır, söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaat
et, şefaatin kabul olunacak" diye buyurur. Ben: Ey Rabbim, Ümmetimi
istiyorum, Ümmetimi istiyorum, derim. Hakk Celle ve Âla : Çık, kalbinde bir
hardal tanesinden çok çok çok küçük miktarca iman bulunan herkesi çıkar, onları
cehennemden çıkar, diye buyurur. Ben de çıkar bunu yaparım". Kavi der ki:
Enes Radıyallahü Ânh'ın yanından çıktığımızda arkadaşlarımdan bazılarına :
el-Hasen'e de uğrasak, o ebu Halife'nin evine kapanıp duruyor, diye söyledim.
Ona Enes ibnu Malik Radıyallahü A rıh'm bize rivayet ettiği hadisi bildiririz.
Yanma vardık, selam verdik, bize izin verdi. Kendisine: Ey Ebu Saîd, sana
kardeşin Enes ibnu Malik'in yanından geldik, onun şefaat hakkında bize rivayet
ettiğinin benzerini duymamıştık, diye söyledik. "Onu okuyun bakalım"
dedi. Hadisi kendisine bildirdik. Burada zikredilen yere kadar okuduk. O,
"okuyun bakalım" dedi. Biz "bundan fazla bir şey söylemedi"
dedik. Bunun üzerine: "O, yirmi sene önce bu hadisin tamamını bana
bildirmişti, bilmiyorum unuttu mu yoksa usanırsınız diye tamamını okumaktan
çekindi mi" diye söyledi. Biz: "Sen bize bildir" dedik. Güldü ve
şöyle söyledi: insan aceleci o-larak yaratılmıştır. Bunu hatırlatmaktaki
maksadım size rivayet etmekti. Bana da size rivayet ettiği gibi rivayet etti ve
sonra şöyle devam etti: "Sonra dördüncü kez dönerim, aynı hamd sözleriyle
O'na hamdederim. Sonra O'na secdeye kapanırım. "Ey Muhammed, başını
kaldır, söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaat et
şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben: Ey Rabbim, la ilahe illallah: Allah'tan
başka ilah yoktur, diyen herkes için bana izin ver, derim. Hakk Teala:
izzetime, Celalime, Yüceliğime ve Büyüklüğüme yemin olsun ki, Allah'tan başka
ilah yoktur, diyen herkesi oradan (cehennemden) çıkaracağım, buyurur".[18] 338. Hadisin
Şerhi
"Kıyamet günü
olunca insanlar birbirlerine karışırlar" yani, bu günün şiddeti
dolayısıyla birbirlerine girerler. Buradaki rivayette
Adem Aleyhisselâm'ın: "Siz İbrahim'e gidin" diyeceği bildiriliyor.
Diğer rivayetlerde ise Adem Aleyhis-selâm'm insanları Nuh Aleyhisselâm'a
göndereceği bildiriliyor. Biz deriz ki: Olur ki Adem Aleyhisselâm : Nuh'a veya
ibrahim'e gidin, diyecektir. Raviler hadisi özet halinde verdikleri için burada
Nuh Aleyhisselâm'm ismini zikretmemişlerdir. Yahut raviler unutarak Nuh
Aleyhisselâm'ı atlamış olabilirler. En doğrusunu Allah bilir. "Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim" yani
şefaat talebi amacıyla böyle bir izin isterim. Bu şefaat insanlar arasında
hüküm verilmesini istemek içindir. Bu konuda daha önce yeterli açıklama yapıldı.
el-Bezzar Müsned'inde Resulullah Aleyhis-selâm'ın "Ey Rabb'im yaratıkların
hesabını hızlandır" diyeceği bildirilmektedir. Sonra her Ümmet kime
kulluk ediyor idiyse onunla birlikte gider. Sonra cehennem getirilir, mizanlar
(hesab terazileri) konur, sahifeler dağıtılır, Sırat yerleştirilir, bunun gibi bütün dehşetengiz
işler olur. isyankârlar cehenneme girer. Resulullah
Aleyhisselâm müteakib sözlerinde diğer şefaatlerini açıklam ak tadır. "Çok çok çok
küçük iman". Bazı nüshalarda buradaki çok kelimesi iki kere tekrar
ediliyor. Kuşmeyhenî'nin rivayetinde ise üç kere tekrar edilmektedir.
Kastallanî diyor ki: Tekrarın faydası azlığı te'kiddedir. Bununla çok çok az
imana sahib olana bile Resulullah Aleyhisselâm'm şefaat edeceği bildirilmiş
oluyor. Çok çok az iman ise sadece, Resulullah Aleyhisselâm'm bildirdiklerini
doğrulamaktan ibaret olup amelle desteklenmeyen imandır. Rivayette Hasan-ı
Basri'nin ebu Halife'nin evine kapandığı bildiriliyor. Burada adı geçen ebu
Halife, ebu Halife et-Taî'dir. Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh'in onun evine
kapanması ise Haccac-ı Zalim'den korkması sebebiyledir. "Allah'tan başka
ilah yoktur diyen herkes" denilirken "Muhammed O'nun
Peygamberidir" sözüyle birlikte diyenler kastediliyor. Resulullah
Aleyhisselâm'm : "Ey Rabb'im, Allah'tan başka ilah yoktur diyen herkes
için bana izin ver" demesi karşısında Cenab-ı Hakk'ın : "izzetime,
Celalime, Yüceliğime ve Büyüklüğüme yemin olsun ki, Allah'tan başka ilah
yoktur" diye buyurmasının anlamı şudur: Bunu yapacak olan sen değilsin, yani
senin şefaatinle değil, bu işi kendi zatım olarak yaparım. Kendi ismimin
yüceliği ve birliğimin şanı adına bunu yaparım. "Allah'tan başka
ilah yoktur" diyenin cehennemden çıkarılması, bu söylediğini kalbi ile de
tasdik etmesi halindedir. Bu sözü diliyle söyleyip kalbiyle inanmayan münafık,
bu nimete kavuşamaz. Bunun için Resulullah Aleyhisselâm : "Kıyamet gününde
insanlar içinden şefaatim ile en çok mutlu olacak olan; inanarak ve kalbiyle
tasdik ederek "Allah'tan başka ilah yoktur" diyen kimsedir" diye
buyuruyor. Allahü Teala'nın ilâhi lütfuna mazhar olacak olanlar da, bu sözü
kalbiyle inanarak söyleyenlerdir. Bu inancı ameller ile meyvesini vermiş olmasa
da. Resulullah Aleyhisselâm'm şefaatinden yararlanacak olan ise, inancı, iyi
amel ile meyvesini vermiş olanlardır. Bu husus Şerhu'l-Mişkât'ta bildiriliyor.
En doğru olanı bilen Allah'tır. (Kastallanî
şerhinden). [1] Buharî: Tefsir: Zümer Suresi: 2 [2] Buhari: Tevhid: 6 (ikinci rivayet; Tevhid: 36) [3] Buharî: Tefsin Zümer Suresi: 2 [4] Müslim: Münafikun: 19 [5] Müslim: Münafikun : 20 [6] Müslim : Münafikun: 24 [7] Müslim: Münafikun: 25 [8] ibnu Mace: Mukaddime: 13 [9] Ebu Davud: Sunne: 19 [10] Buharî: Tefsir, Bakara suresi: 1 [11] Buharî: Rikak: 51 [12] Buharî: Tevhid: 19 [13] Buharî: Tevhid: 24 [14] Buharî: Tevhidi 24
' " [15] Buharî: Tevhid: 24 [16] Buhari: Tevhid: 24 [17] Buharî: Tevhid: 36 [18] Buharî: Tevhid: 36**[1]**
Kaynak: En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir Eraykitap ilmin kisa yolu İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 / DEVAMI İÇİN BKZ... |