"...Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle.." (Tevbe Suresi - 29) (Resûlüm! ) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafur ve Rahimdir. De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin Eğer yüz çevirirlerse /itaat etmezlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez (Ali İmran Suresi 31-32) = ♦ E ♦ = “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur'an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘Size sadece şu Kur'an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır...” Bu hadis-i şerif -farklı nüanslarla - kütübü sitte ve diğer bazı kaynaklarda geçmektedir Ebu Davud, Sünnet, 5(6), İmaret,33; Tirmizî, İlim, 10; İbn Mace, Mukaddime, 2; Darimî, Mukaddime,49; Ahmed b. Hanbel, 2/367, 4/131-132, 6/8) İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 1- Âdem (Allah'ın Şala Vatları Üzerine Olsun) İle
Zürriyetinin Yaratılmaları Bâbı 2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 4- Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı : 5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 7- İdrîs Aleyhi's-Selâm'ın Zikri Babı; 8- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı 9- Azız Ve Celıl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı: 11- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 12- Bâb:
"Yeziffûne" (Es-Sâffât: 94) "Yürüyüşte Sür'at Eylemek'tir
13- Bâb: Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli: 14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı : 15- İbrahim'in Oğlu İshâk'ın Kıssası Babı 19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 21- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 22- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 23- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 25- Aziz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı: 26- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 27- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 29- Hızır'la Mûsâ Aleyhima's-Selâm Hadîsi Babı 33- Bâb: Musa'nın Vefatı Ve Vefatından Sonrasının Zikri 34- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 36-'Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 39- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 42- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı: 43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 45- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 48- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 49- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: 51- Meryem Oğlu Îsâ Aleyhima's-Selâm'ın İnmesi Babı 52- İsrâîl Oğulları'ndan Zîkrolunagelen (İbretli Ve
İnsanı Hayrete Düşüren) Hadîsler Babı 53- İsrâîl Oğullarfnda Derisi Hasta Kimse İle Körün Ve
Kelin Hadîsi 55- Hadîsirl-Gâr(-Mağara Hadîsi)
60-
KİTÂBU'L-ENBİYÂ
(Aleyhimu's-salâtu
ve's-selâm) (Peygamberlerin
Haberleri Kitabı) [1] 1- Âdem (Allah'ın Şala
Vatları Üzerine Olsun) İle Zürriyetinin Yaratılmaları Bâbı [2]
"Salsâl";
kum ile karıştırılmış kuru çamurdur; fanusun ses çıkarışı gibi ses çıkarır.
"Muntinun" denilir; bununla "Salle" (yânı ses verdi) demek
isterler. (Fiilin başı katlandı da "Salsâl" oldu.) Nitekim kapıyı kapatma
sırasında "Sarra'1-bâbu ve sarsara" derler ki, "Pek şiddetle
haykırdı ve pek gürültü çıkardı" demektir. Bu "Kebkebtuhû"
gibidir ki, aslı "Kebebtuhû" {-
Onu çukur yere attım)" idi demek istiyor. "Fe merret
bihî": Gebelik Havva'da devam etti ve Havva gebeliği tamamladı.
"En lâ tescilde": "En tescude (=
Secde etmek)" demektir (yânî buradaki "Lâ" zâiddir). 2- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Hani Rabb'in
meleklere; Muhakkak ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım, demişti. Melekler
de: Biz seni hamdinle tesbîh ve seni takdis edip dururken orada bozgunculuk
edecek, kanlar dökecek kimse mi yaratacaksın? demişlerdi. Allah da: Sizin
bilmeyeceğinizi herhalde ben bilirim, demişti" (ei-Bakara: 30). İbn Abbâs: "Lemmâ
aleyhâ hâfızun", "İllâaleyhâ hâfızun"dur (et-jânk: 4); yânî
"Lemmâ", "İllâ" ma'nâsınadır.
tıFt kebedin" (ei Beied: 4): "Şiddetli bir yaratış içinde";
"Ve riyaşen" (ei-ATâf: 25), "Mal"dır, dedi. Diğerleri: "er-Riyâşu
ve'r-Rîşu" bir şeydir, o da elbise nev'inden zahir olan herşeydir,
dediler. "Mâ tumnûne" (ei-Vâkıa: 58), kadınların rahîmlerîndeki
nutfedir. Mucâhid dedi ki: "İnnehu ala rac'ıhi le-kaadirun" (et Tank:
s), "O erkeklik organı içindeki nutfe"dir; "Herşeyden de iki
çift yarattık inceden inceye düşütlesiniz diye" (ez-zânyât: 49) ve
benzerlerinde: yarattığı herşey çifttir, semâ çifttir (yânı mııkaabili olan şey
ona nisbetle çifttir. Semâ - Arz; kara - deniz; cinnins gibi).
"el-Vitnt" ise Azîz ve Celîl olan Allah'tır. "Ft ahseni
takvim" (et-Tîn: 4), "En güzel yaratılışta"; "Esfele sâfilîn
illâ men âmene", "Husrin", "DalâhV'dir.Sonra "îllâ men
âmene"d\ye istisna etti [3]. "Lâzibun"
(es-Sâfîât: in, "Lâzimun"; "Nunşiakum" (ei- vâkıa: 6i)
"Dileyeceğimiz herhangi bir yaratışta"; "Nusebbihu
bi-hamdike" (ei Bakara. 30), "Biz seni ta'zîm ediyoruz" (yânı
seni her noksandan uzak kılmak ve Subhânallâhi ve
bi-hamdihî demek suretiyle). Ve Ebû'l-Aliye: "Derken Âdem, Rabblnden
kelimeler belleyip
aldı" (ei Bakara: 37) kavlindeki bu
kelimeler; "Rabbena zalemnâ enfusenâ ve inlem tağfirlenâ ve terhamnâ
le-nekûnenne minel-hâsirîn" (ei- A'râf: 23) duâsıdır.
"Fe-ezellehuma", yânı şeytân Adem ile Havva'yı günâha
çağırdı.^ "Lem yetesenneh" (ei- Bakara: 259), "Değişmemiş",
"Âsin", "Değişici"; "el- Mesnûn",
"Değişen"; "Hamâin", "Hame'tin"in cem'idir ki, o
da "Değişken çamur"dur. "Yahsifânı aleyhimâ min
varakı'l-cenne" (ei-Arâf: 21; Tâhâ: 120, "Yama almak"tır,
"Onlar yaprakları birleştiriyor ve birbiri üzerine
yamıyorlardı." iiSevâtuhumâ'\d-Bakara: 20), ferclerinden kinayedir,
"Metâun ilâ hînın" (ei-Arâf: 24), "Buradan kıyamet gününe
kadar" demektir. Arablar indinde "Hîn", bir saatten adedi
sayılamayana kadardır. ''Kabîluhu" (cıa'ım. 27), "Onlardan olan sınıf
ve taife" demektir. 1-.......Bize
Abdurrazzâk, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Allah, Âdem'i
yarattı. Boyunun uzunluğu altmış zira' idi. (Yaratılması tamamlandıktan)sonra
Allah, Âdem'e: — Haydi, meleklerden
şunların yanlarına git de onlara selâm ver! Ve onların senin selâmım nasıl
karşıladıklarını iyi dinle, işit. Çünkü bu, hem senin, hem de senden sonra
zürriyetinin selâmlaşmasıdır, buyurdu. Bunun üzerine Âdem,
meleklere: — Es-selâmu aleykum{-Selâm üzerinize olsun),
dedi. Onlar da: — es-Selâmu aleyke ve
rahmetu'llâhi( = Esenlik ve Allah'ın rahmeti üzerine olsun), diye
karşıladılar. Ve selâmlarına
"Ve rahmetu'ilâhi" kısmını ziyâde ettiler (ki, bu selamlaşmanın ilk
meşrû'iyyeti ve bu sözle söylenişidir). Âdem, beşerin büyük
atası olduğu için, cennete her giren kişi Âdem 'in bu güzel suretinde girecektir.
Âdem 'in (sonra gelen) torunları, onun güzelliğinden ve uzunluğundan eksilmeye
devam eder. Nihayet (bu eksiliş) şimdi (bu ümmette) sona erdi" [4]. 2-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Cennete ilk
girecek olan zümre, yüzleri ayın ondördüncü ge-cesindeki parlak sureti üzere
girerler. Sonra bunların arkasından girecek olanlar da gökte en parlak ışık
neşreden yıldızın parlaklığı üzeredirler. Cennetlikler orada işemezler, dışkı
çıkarmazlar, tükür-mezler, sümkürmezler. Onların cennetteki tarakları altın,
terleri misk, buhurdanlıklarının yakacığı el-Uluvvetu ve el-Uncâcu denilen
güzel kokulu çubuktur. Onların zevceleri el-Hûru 'l-Iyn denilen iri ve şahin
gözlü dilberlerdir. Onlar bir tek adamın hilkati, babaları Âdem'in yükseklikte
altmış zira' olan sureti üzeredirler"[5]. 3-.......Ebû
Seleme'nin kızı Zeyneb'den; o daÜmmü Seleme'den tahdîs etti ki, Ümmü Suleym
(R): — Yâ Rasûlallah,
şübhesiz Allah haktan (yânî hakkı beyân etmekten) haya etmez. Bir kadın
ihtilâm olduğu zaman gusl etmesi vâ-cib olur mu? diye sormuş. Rasûlullah: — "Kadın suyu (yânî uyandığında ıslaklığı)
gördüğü zaman, evet" buyurmuş. Orada bulunan Ümmü
Seleme gülmüş ve: — Kadın da ihtilâm
olur mu? demiş. Bunun üzerine Rasûlullah (S): — (Bu olmasa) çocuğu kendisine ne ile ve nasıl
benzeyebilir?" buyurmuştur [6] 4-.......Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Rasûlullah'ın Medine'ye gelmesi haberi Abdullah
ibn Selâm'a ulaştı. Abdullah hemen Rasûlullah'a geldi ve: — Ben sana üç şey
soracağım ki, bunların cevâblannı peygamberden başkası bilmez, dedi: a.
Kıyamet alâmetlerinin ilki nedir? b. Cennet ahâlîsinin cennette yiyecekleri ilk
yemek nedir? c. Çocuk hangi şeyden dolayı babasına benzer ve hangi sebeble
anasının soyuna çeker? diye sordu. Rasûlullah (S): — "Bu mes'eleleh biraz önce Cibril bana
haber vermişti" buyurdu. ' " Enes dedi ki: Bunun
üzerine Abdullah: — Bu Cibrîl, melekler arasında Yahûdî
düşmanıdır, dedi. . Rasûlullah, soruların
cevâblarına başlayarak?" a. Kıyamet alâmetlerinin birincisi bir ateştir
ki, o insanları doğu tarafından batı tarafına sürecektir, b. Cennet ahâlîsinin
yiyeceği ilk yemek balık ciğerinin (sarkmış olan) fazlasıdır, c. Çocuğun (baba
ve ana soylarına) benzemesine gelince, erkek, kadına cinsî münâsebette
bulunduğu sırada erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse çocuk babaya benzer.
Kadının suyu erkeğinkinin önüne geçerse, çocuk anaya benzer" buyurdu. Bu cevâblar üzerine
Abdullah ibn Selâm: — Ben şehâdet ediyorum
ki, Sen muhakkak Allah'ın Rasûlü'-sün, dedi. Bundan sonra İbnu
Selâm (devamla): — Yâ Rasûlallah!
Yahudiler insanı hayrete bırakacak surette yalan söyleyen, asılsız isnâd ve
iftiralarda bulunan haksız bir millettir. Eğer Sen beni onlardan sormazdan önce
benim müslümân olduğumu duyup öğrenirlerse, muhakkak onlar Senin yanında bana
(akla gelmedik) iftiralarda bulunurlar (Onun için evvelâ Sen beni onlardan
sor), dedi. Bunun akabinde
Rasûlullah'ın huzuruna bir Yahûdî zümresi geldi. Abdullah da evde bir yere
girip çekiliverdi. Şimdi Rasûlullah, Ya-hûdîler'e: — "Abdullah ibn Selâm sizin içinizde hangi
derecededir, nasıl adamdır?" diye sordu. Yahudiler: — O bizim en
âlimimizdir ve en âlimimizin oğludur. Ve yine Abdullah bizim en hayırlımızdır
ve en hayırlı bir sımamızın oğludur! dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah: — "Abdullah müslümân olduysa ne dersiniz
(Siz de müslümân olur musunuz)?" diye sordu. Yahudiler: — Böyle şeyden Allah onu korusun! diye
karşıladılar. Bunun üzerine Abdullah, Yahûdîler'e karşı çıktı ve: — Eşhedu enlâ ilahe
itte'ilah ve eşhedu enne Muhammeden ra-sûlu llah( = Şübhesiz bilirim bildiririm
Tanrı'dan başka yoktur tapacak, yine bilirim bildiririm Tanrı'nin elçisidir
Muhammed), dedi. Bu defa da Yahûdîler: — O bizim şerrlimizdir, şerlimizin oğludur! demeye
başladılar ve İbn Selâm(ın nâmûsu, nesebi ve şerefi) hakkında türlü iftiralarda
bulundular [7]. 5-.......Bize
Ma'mer ibn Râşid, Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da
Peygamber(S)'den bu tarzda haber verdi; yânî: "Eğer İsrail oğulları
olmayaydı et kokmazdı, Havva (anamız) olmayaydı kadın cinsi, zevcine hıyanet
edip aldatmazdt" buyurduğunu rivayet etti [8]. 6-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Size kadınlar
hakkında hayırlı olmanızı vasiyet edip dilerim. Çünkü kadın eğe kemiğinden
yaratılmıştır. Bu kemikte en eğri şey (yânî kısım) üst tarafıdır. Eğer sen eğri
kemiği doğrultmaya savaşırsan onu kırarsın. Onu kendi hâlinde bırakırsan dâima
eğri kalır (öyle kullanırsın). Onun için size kadınlar hakkında hayırlı
olmanızı vasiyet ederim" [9]. 7-.......Bize
Abdullah ibnu Mes'ûd (R) tahdîs edip şöyle demiştir: Bize Rasûlullah (S)
tahdîs etti -ki, o kendi doğru söyler; kendisine de doğru söylenir-:
"Sizin herbirinizin yaratılışı (başlangıçta ana baba maddeleri) kırk gün
ananın karnında toplanır. Sonra o maddeler o kadar zaman (yânî kırk gün)
içinde katı bir kan pıhtısı hâlini alır. Sonra yine o kadar zaman içinde mudğa,
yânî bir çiğnem ete dönüşür. Sonra Allah ona dört kelime ile bir melek gönderir
de, onun ameli, eceli, rızkı, şakı ve saîd olduğu yazılır. Sonra ona ruh
üflenir (cenîn canlanır). İmdi sizden bir kişi (bu fıtratı gereği dünyâda) cehennem
ehlinin işini işler de, hattâ kendisiyle cehennem arasında yalnız bir kulaç
mesafe kalır. Bu sırada (meleğin ana karnında yazdığı) yazı onun önüne geçer.
Bu defa o kişi cennet ehlinin işini işler de cennete girer. Ve yine kişi
cennet ehlinin işini işler, hattâ kendisiyle cennet arasında bir kulaç mesafe
kalır. Bu sırada (meleğin yazdığı) yazı onun önüne geçer de artık cehennem
ehlinin işini işler ve cehenneme girer" [10]. 8-.......
Bize Hammâd ibn Zeyd, Ubeydullah ibn Ebî Bekr ibn Enes'ten; o da Enes ibn
Mâlik(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Şübhesiz
ki, Allah rahimde bir melek tevkil etmiştir. Melek: Ey Rabb'im! Bir nutfedir.
Ey Rabb 'im! Bir kan pıhtı-sıdır. Ey Rabb'im! Bir çiğnem ettir, der. Allah onu
yaratmak (yânî suret vermek) istediğinde, melek: Ey Rabb'im! Erkek midir yâhud
dişi midir? Bedbaht mıdır yâhud mes'ûd ve bahtiyar mıdır? Rızk nedir? Ecel
nedir? sorularını sorar. Bunlar o anasının karnında iken böylece yazılır"
[11]. 9-.......Bize
Şu'be, Ebû İmrân el-Cevnî'den; o da Enes'ten tahdîs etti. Enes bu hadîsi
Rasûlullah'a yükseltiyor, yânî O'nım şöyle buyurduğunu söylüyordu: "Allah (kıyamet
gününde) cehennemliklerin azâbca en hafifi olan birine: — Yeryüzünde mal olarak ne varsa hepsi senin
olsa, şu azâbdan kurtulmak için onu feda eder mi idin? diye soracaktır. O da: — Evet feda ederdim yâ Rabbi, diyecek. Bunun
üzerine Allah: — Fakat sen Âdem
atanın sulbünde iken ben senden (şimdi göze aldığın fedâkârlıktan) daha ehven
birşey istemiştim ki, bana ortak koşmaman ve nankörlük etmemendi. Fakat sen
(dünyâya gelince tev-hîdden) çekinip, müşrikliğe yapıştın! diyecektir" [12]. 10-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Hiçbir nefis
zulm ile öldürülmez ki, ille onun kanından (yânî kanının günâhından) birinci
Âdem (atanın) oğluna bir pay ayrılır. Çünkü o, öldürme âdetini koyanların
birincisidir" [13]. 3- Bab:
'Ruhlar (sınıf sınıf)
toplanmış cemâatlerdir1 11- Buhârî
dedi ki: Ve bize el-Leys ibn Sa'd, Yahya ibn Saîd'-den; o da Amre bintu
Abdirrahmân'dan söyledi ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den
işittim, şöyle buyuruyordıı: 'Ruhlar (sınıf sınıf, zümre zümre) toplanmış
cemâatlerdir. Bundan ötürü içlerinden birbirleriyle tanışanlar, sevişip
anlaşmışlardır. Aralarında birbirleriyle birleşemeyen (yâhud zıdlaşanlar) ise
-dünyâda- ihtilâfa düşmüşler, anlaşamamışlardır" [14]. Ve Yahya ibn Eyyûb şöyle
dedi: Bana Yahya ibn Saîd el-Ensârî yukarıda geçen bu hadîsi tahdîs etti [15]. 4- Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı [16]:
"And olsun Nuh'u
kavmine peygamber gönderdik de: Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan
başka hiçbir tanrınız yoktur. Ben büyük bir günün üstünüze (gelecek) azabından
cidden korkuyorum, dedi. Kavminden ileri
gelenler de şöyle dedi: Biz seni hiç şübhesiz apaçık bir sapıklık içinde
görüyoruz. (Bunun üzerine Nuh) dedi ki: Ey kavmim, bende hiçbir sapıklık yoktur.
Fakat ben kâinatın Rabblnden (gönderilmiş) bir peygamberim. Size Rabb
'imin vahyettiklerini tebliğ ediyorum, sizin iyiliğinizi istiyorum. Size o
korkunç akıbeti haber vermek içiny korunmanız için ve belki (o sayede) rahmete
kavuşturulmanız için kendinizden bir adam (vâsıtasıyle) Rabb 'inizden size bir
ihtar geldi diye taaccüb mü ettiniz? Bunun üzerine onu yalanladılar. Biz de
kendisini ve beraberinde gemide bulunanları selâmete erdirdik, âyetlerimizi
yalan sayanları (tûfân ile) boğduk. Çünkü onlar (kalb
gözleri) kör olan bir kavim idiler" (el-A'râf: 59-64). İbn Abbâs dedi ki:
"Bâdiye'r-re'y" (Hûd: 27), düşünmeksizin bize ilk anda zahir olan;
"Aklı'ı" (Hûd: 44), "Ey semâ, suyunu tut";
"Vefâre't-tennûr" (Hûd: 40), fırın kaynadığı zaman, yânî tencerenin
kaynadığı gibi su yükselip fışkırdığı zaman demektir. İkrirne de:
"et-Tennûr", yeryüzüdür, dedi. Mucâhid: "el-Cûdî"
(Hûd: 44), Cezîre'de, yânî Dicle ile Fırat arasında bir dağdır;
"öe'öw«" (el-Mu'min^îi), "Hâl" gibidir, demiştir [17]. 5- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı: [18]
"Hakikat biz
Nuh'u kavmine, kendilerine elem verici bir azâb gelmezden evvel kavmini korkut
diye gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim, muhakkak ki, ben sizi (başınıza gelecek
azâbdan) apaçık korkutan bir peygamberim. Allah'a kulluk edin. O'ndan korkun. Bana
da itaat edin dîye (gönderildim). Tâ ki Allah sizin günâhlarınızdan bir kısmını
mağfiret etsin, sizi mukadder bir müddete kadar geciktirsin. Şübhe yok ki, Allah'ın
ta'yîn ettiği müddet gelince geri bırakılmaz. Eğer bilseydiniz.
Dedi; Ey Rabb 'im, ben kavmimi hakîkaten gece gündüz da'vet ettim. Fakat benim da'vetim,
kaçmalarından başka (birşey) artırmadı. Hakikat ben, senin
kendilerini mağfiret etmen için, onları ne zaman da'vet ettimse, parmaklarını kulaklarına
tıkadılar, elbiselerine hüründüler, ayak dirediler, büyüklük tasladılar da
tasladılar. Sonra ben onları hakîkaten en yüksek ses(im)le çağırdım. Sonra da onları
hem ilân ederek da'vet ettim, hem kendilerine gizli gizli söyledim. Artık
dedim, Rabb'inizden mağfiret dileyin. Çünkü O çok yarlığayıcıdır. (O sayede) O,
üstünüze bol yağmur salıverir. Sizin mallarınızı, oğullarınızı da çoğaltır;
size bağlar, bostanlar verir; size ırmaklar akıtır. Ne oluyor size ki, Allah'ın
sizi bir vakaar (ve şeref sahibi yapmasını) emel edinmezsiniz? Hâlbuki O, sizi
hakikat türlü türlü tavırlar(hâller)la yaratmıştır. Görmediniz mi, Allah yedi
göğü birbiriyle âhenkdâr olarak nasıl yaratmış? Onların içinde Ay'ı bir nûr
yapmış, Güneş'i de bir kandil (olarak) asmıştır. Allah sizi yerden ot (gibi)
bitirdi. Sonra sizi yine onun içine döndürecek, sizi (yeni) bir çıkarışla
(tekrar) çıkaracak. Allah yeri sizin için bir döşek yapmıştır, onun geniş
yollarında gezip dolaşınız diye. Nûh dedi: Ey Rabb 'im, hakikat
onlar bana isyan ettiler. Mal(lar)ı ve evlâd(lar)ı (kendilerinin) husrân(ın)dan
başkasını artırmayan kimselere
uydular. Bunlar da büyük hileler (dolaplar, meVânetler) yaptılar. (Halk
tabakasına) Sakın taptıklarınızı
bırakmayın. Hele "Ved"den, "Suvea'"dan, iiYeğûs"tan,
"Yeûk"tan ve "Neşreden zinhar vazgeçmeyin, dediler. Hakîkaten
onlar birçoklarını baştan çıkardılar. Sen (ey Rabb'im), o zâlimlerin
şaşkınlığından başka şeylerini artırma. Bunlar günâhlarından dolayı suda
boğuldular. Ardından da (büyük) bir ateşe
atıldılar. O vakit kendileri için Allah'tan başka
yardımcılar da bulmadılar. Nûh şöyle demişti: Ey Rabb 'im, yer(yüzün)de
kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma! Çünkü eğer sen onları bırakırsan,
kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden, öz kâfirden başka da evlâd doğurmazlar).
Ey Rabb 'im, beni, anamı, babamı, îmân etmiş olarak evime giren kimseleri,
(kıyamete kadar gelecek) erkek mü 'minleri ve kadın mü 'minleri Sen yarlığa.
Zâlimlerin helakinden başka bir şeyini de artırma" (Nûh: 1-28). "Onlara Nuh'un
kıssasını oku. Hani o, kavmine demişti: Ey kavmim, eğer benim (aranızda)
duruşum, Allah'ın âyetleriyle
öğüt verişim size ağır geliyorsa (ne diyeyim), ben ancak Allah'a dayanıp
güvenmişimdir. Siz ve ortaklarınız da
artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın. Bilâhare bu işiniz size hiçbir
tasa olmasın. Sonra hükmünüzü bana
icra edin, bana mühlet de vermeyin. Eğer (benim öğütlerimden) yüz
çeviriyorsanız ben sizden (bu hususta
zâten) hiçbir mükâfat istemedim. Benim mükâfatım
Allah'tan başkasına âid değildir. Ben (O'nun emrine boyun eğen, O'ndan
başkasından hiçbir ümîd beslemeyen)
müslümânlardan olmamla emrolundum. Yine onlar kendisini tekzîb ettiler. Biz de hem
onu, hem gemide beraberinde bulunan kimseleri selâmete erdirdik ve bunları
(yeryüzünde) halîfeler yaptık. Âyetlerimizi yalan sayanları ise suda boğduk.
Bak korkutulanların sonu nice olmuştur" (Yûnus: 71-73). 12-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Salim şöyle dedi: Ve İbn Umer (R) de şöyle dedi: Rasûlullah (S)
insanlar içinde ayağa kalktı ve Allah'ı lâyık olduğu sıfatlarla övdü. Sonra
Deccâl'i zikrederek şöyle buyurdu: "Ben sizi kat'î surette Deccâl'in
şerrinden korkuturum. Peygamberlerden hiçbir peygamber hâriç olmamak üzere,
muhakkak kendi kavmini (her yalancı) deccâlden korkutup uyarmıştır. Yeminle
söylerim ki, Nûh Peygamber de kavmini ondan korkutup uyarmıştır. Lâkin şimdi
ben sizlere, onun, hiçbir peygamberin bilsinler diye kavmine söylemediği
(toplu ve ayırıcı) bir vasfını söylüyorum: Deccâl şaşıdır (kötü kılavuzdur).
Allah ise şaşı değildir (insanları doğru yola irşâd buyurur)" [19]. 13-.......Ben
Ebû Hureyre(R)'den işittim, şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Dikkat edin! Size Deccâl'e âid bir hadîs haber vereceğim ki, hiçbir
peygamber kendi kavmine onu söylememiştir: Onun bir gözü kördür: Şu da muhakkak
ki, cennetin ve cehennemin yalancı misâlleri de onunla beraber gelecektir.
Fakat onun cennet diyeceği şey cehennemin, cehennem diyeceği de cennetin tâ
kendi misâlidir. Nûh, onun tehlikesini kavmine haber verip sakındırdığı gibi,
ben de size o tehlikeyi haber verip uyarıyorum" [20]. 14-.......Ebû
Saîd (R) şöyle demiştir: Rasûhıllah (S) şöyle buyurdu: "(Kıyamet gününde)
Nûh ve ümmeti gelir. Yüce Allah ona: (Emirlerimi ümmetine) tebliğ ettin mi?
buyurur. Nûh: Evet ettim ey Rabb'im, der. Bunun üzerine Allah onun ümmetine:
Nûh size tebliğ etti mi? buyurur, Nûh 'un ümmeti de: Hayır, bize hiçbir
peygamber gelmedi! derler. Bunun üzerine Allah Nûh 'a: Senin tebliğ ettiğine
kim şehâdet eder? buyurur. O da: Muhammed ile ümmeti, der. Sonra Mu-hammed'le
ümmeti Nuh'un, ümmetine Allah'ın hükümlerini tebliğ ettiğine şehâdet ederiz,
derler. İşte bu beyânım zikri ulu olan Allah'ın şu kavlidir: Böylece sizi
vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı şâhidler olasınız, bu Peygamber de
sizin üzerinize tam bir Şâ Olsun dîye.." (el-Bakara: 143). "el-Vasat",
adaletli demektir [21]. 15-.......Bize
Ebû Hayyân, Ebû Zur'a'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Biz
bir yemek da'vetinde Peygamber'in beraberinde idik. Peygamber'e bir kol ayrılıp
önüne konuldu. Çünkü Peygamber etin bu kısmını severdi. Peygamber ondan ön
dişleriyle bir lokma kopardı. Ve şöyle buyurdu: "Ben kıyamet gününde
bütün insanların seyyidiyim (yânı efendisiyim). Bu neden, bilir misiniz?
(diyerek şöyle devam etti:) Allah kıyamet gününde dünyâda önce ve sonra gelip
geçmiş bütün insanları düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş
bir saha ki, orada bakan kişi onların hepsini görecek ve çağına seslenince,
sesini bütün mahşer halkına işittirecek. Bir de güneş insanlara yaklaşacak. Bu
sırada insanların bâzısı: — İçinde bulunduğunuz,
size ulaşan şu gamlı hâli görüyorsunuz! Size Rabb'inize delâlet edecek bir
şefaatçi (bulmak çâresine) baksanız ya! diyecek. Bunun üzerine mahşer
halkının bâzısı da: — Babanız Âdem'dir, ona gidin, der. Akabinde
ona gelirler ve: — Yâ Âdem! Sen beşerin babasısın. Allah seni
eliyle yarattı ve sana kendi tarafından olan bir ruhtan hayât üfürdü. Meleklere
emretti de onlar da sana secde ettiler. Allah seni cennette yerleştirdi. Sen
bizlere Rabb 'in katında şefaat etsen ya! İçinde bulunduğumuz ve bize ulaşan
şu acıklı hâli görüyorsun işte! derler. Âdem de: — Rabb'im (bu gün)
öyle öfkeli oldu ki, bundan önce bunun gibi öfkelenmemiş, bundan sonra da bunun
benzeri öfkelenmez. Bununla beraber Rabb'im beni o ağaçtan nehyetmiş iken ben
O'na âsî olmuştum. (Şimdi ben kendimi düşünüyorum.) Vay nefsim, nefsim! Siz
benden başka bir şefaatçiye gidiniz; Nuh'a gidiniz! der. Onlar da Nuh'a
varırlar ve: — Yâ Nûh! Sen yeryüzü ahâlîsine gönderilen
rasûllerin birinci-sisin. Allah sana Kur'ân'da "Çokjükreden kul"
(ei-Isrâ: 3) adını verdi. Bizim içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumu
görüyorsun, bize erişen musibeti görmektesin, bizlere Rabb'in katında şefaat
etsen ya! derler. Nûh Peygamber de: — Rabb'im bu gün öyle
öfkelidir ki, ne bundan önce böyle öfkelenmiş, ne de bundan sonra bunun
benzeri öfkelenir. (Ben de nef- simi düşünüyorum.) Vay
nefsim, nefsim!... Siz o şanlı Peygamber Muhammed'e gidiniz, der. Bunun üzerine insanlar
bana gelirler. Ben de hemen Arş'ın altında secdeye kapanırım. Sonra bana Allah
tarafından: — Yâ Muhammed, başım
kaldır, şefaat et; şefaatin kabul olunacak; iste, dileğin sana verilecektir!
buyurulur". Râvî Muhammed ibn
Ubeyd: Ben hadîsin kalanını ezberlemiyorum, demiştir (Çünkü uzundur ve
başkalarının rivayetlerinden bilinmiştir) [22]. 16-.......
el-Esved ibn Yezîd'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan haber verdi ki,
Rasûlullah (S) âmmenin okuyuşu gibi "Fehel min müddekir" (d-Kamer
Sûresi'nde altı kerre) şeklinde okunmuştur [23]. 6- Bâb:
"Ve îlyâs da
şübhe yok ki, gönderilmiş peygamberlerdendi. O vakit kavmine şöyle demişti: Siz
(Allah'tan) korkmaz mısınız? O en güzel yar adanı sizin de, evvelki
atalarınızın da Rabb'i olan Allah'ı bırakıp da BaTe mi tapıyorsunuz? Fakat
bunlar onu tekzîb ettiler. Şübhesiz bunlar da elbette (cehenneme) ihzâren getirilenlerdendir.
Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları (bunlardan) müstesna. Biz ona sonra gelenler
içinde (iyi bir nâm) bıraktık. (Bizden) selâm
îlyâs'a. Şübhe yok kiy biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız'
Hakikat o, rnü'min kullarımızdandı" (es-sâffât: 123-132). İbn Mes'ûd ile İbn Abbâs'tan:
İlyâs, Idrîs'ten ibarettir, dedikleri zikrolunuyor [24]. 7- İdrîs Aleyhi's-Selâm'ın Zikri Babı;
Ki o, Nuh'un babasının
dedesidir. Nuh'un dedesidir de deniliyor. Ve Yüce Allah'ın: "Biz onu pek
yüce bir yere yükselttik'' (Meryem: 57) kavli [25]. 17- Abdan
şöyle dedi: Bize Abdullah ibnu'I-Mubârek haber verdi: Bize Yûnus ibn Yezîd,
ez-Zuhrî'den haber verdi. H Bize Ahmed ibn Sâiih
tahdîs etti: Bize Anbese tahdîs etti: Bize Yûnus tahdîs etti ki, İbn Şihâb
şöyle demiştir: Enes dedi ki, Ebû Zerr (R) şöyle tahdîs ediyordu: Rasûlullah
(S) şöyle buyurdu: "Ben Mekke'de iken içinde
bulunduğum evin tavanı (ansızın) yarıldı. Cibril indi. Göğsümü yardıktan sonra
içini Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve îmân ile dolu altın bir leğen
getirip içindekini göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapadı. Sonra elimden
tutup beni semâya doğru çıkardı. Yere en yakın semâya vardığımızda Cibril, o
semânın bekçisine: — Aç, dedi. — Kimdir o? dedi. Bu: — Cibril'dir, dedi. — Beraberinde kimse var mı? dedi. — Muhammed benimle beraberdir, dedi: — Ona (gelsin diye) haber gönderildi mi? dedi. — Evet gönderildi; aç,
dedi. En yakın semânın
üstüne çıkınca bir de gördüm ki, bir kimse (oturmuş), sağ tarafında bir takım
karaltılar, sol tarafında da birtakım karaltılar var. O kimse sağ tarafına
baktığında gülüyor, sol tarafına baktığında ağlıyor. O zât: — Merhaba, sâlih
peygamber ve sâlih oğul, dedi. Cibril'e: — Bu kim? diye sordum. — Âdem(S)'dir, sağında
ve solunda olan bu karaltılar da evlâdının ruhlarıdır. Sağında olanları cennet
ehli, sol tarafında olan ka-, raltılar da cehennem ehlidir. Sağına baktıkça
güler, sol tarafına baktıkça ağlar, dedi. Sonra Cibril beni tâ
ikinci semâya çıkardı. Bekçisine: —Aç, dedi. Bekçisi de evvelkinin
söylediklerini söyledikten sonra kapıyı açtı". Enes dedi ki: Ebû
Zerr, Rasûlullah'm semâlarda Âdem, İdrîs, Mû-sâ, îsâ, İbrâhîm Peygamberleri
bulduğunu söylediyse de, herbirerle-rinin menzillerinin nerelerde olduğunu ayrı
ayrı söylemeyip, yalnız Âdem'i en yakın semâda, İbrahim'i altıncı semâda bulmuş
olduğunu söyledi. __" Yine Enes
dedi ki [26]: Cibril, Rasûlullah ile
birlikte İdrîs Peygam- ber'e uğradıklarında,
İdrîs: — "Merhaba sâlih peygamber ve sâlih
kardeş" demiş. (Peygamber demiş ki:) — "Bu kim? diye sordum. Cibril: — Bu İdrîs'tir, dedi. Sonra Musa'ya uğradım.
O da: — Merhaba sâlih
peygamber ve sâlih kardeş! dedi. — Bu kimdir? diye sordum. Cibril: — Bu Musa'dır, dedi. Sonra isa'ya uğradım. O
da: — Merhaba sâlih peygamber ve sâlih kardeş,
dedi. — Bu kim? dedim.
Cibril: — Bu isa'dır, dedi. Sonra İbrahim'e
uğradım. O da: — Merhaba sâlih
peygamber ve sâlih oğul, dedi. — Bu kim? dedim. Cibril: _ — Bu İbrahim'dir,
dedi". Muhammed ibn Şihâb
dedi ki [27]: Ve bana İbn Hazm haber
verdi ki, İbn Abbâs ile Ebû Habbe el-Ensârî şöyle diyorlardı: Peygamber (S)
şöyle buyurmuştur: ' 'Sonra Cibril, beni
yukarıya götüre götüre nihayet kaza ve tak-dır kalemlerinin cızırtılarını
duyacak yüksek bir yere çıktım". Yine İbn Hazm ile Enes
ibn Mâlik (R) şöyle demişlerdir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "(O zaman) Allah
benim üzerime ve ümmetim üzerine elli namaz farz kıldı. Bu farziyetiyüklenerek
döndüm. Derken Musa'ya rast-geldim, Mûsâ bana: — Ümmetine ne farz edildi? dedi. — Ümmetim üzerine elli namaz farz etti, dedim.
Mûsâ: — Rabb'ine dön (de
şefaat et). Çünkü ümmetin buna takat getiremez, dedi. Ben de dönüp Rabb'ime
müracaat ettim. Allah bir kısmını indirdi. Ben de Musa'nın yanına dönüp: — Bir kısmını indirdi, dedim. O yine yukarıdakinin
benzerini zikredip: — Rabb'ine müracaat
et, çünkü ümmetin takat getiremez, dedi. Bu defa da Allah bir
kısmını indirdi. Ben yine Musa'ya dönüp bunu kendisine haber verdim. Mûsâ yine: — Rabbine müracaat et,
çünkü ümmetin buna takat getiremez, dedi. Dönüp bir daha
Rabb'ime müracaat ettim. Allah: — Onlar beştir, yine
onlar ellidir. Benim nezdimde söz (yânî hüküm ve kaza) tebdil olunmaz,
buyurdu. Musa'nın yanına
döndüm. O yine: — Rabb'ine dön, dedi.
Ben de: — Artık Rabb'imden
utanır oldum, dedim. Sonra Cibril tâ
Sidretu'l-Muntehâ'ya (birlikte varıncaya) kadar gitti. Sidre'yi öyle (acîb ve
garîb) birtakım renkler kaplamıştı ki, onlar nedir, bilemem. Sonra cennete
girdirildim ki, içinde birçok inci kubbeler vardı, toprağı da misk idi" [28]. 8- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı
"Âd'a da
biraderleri Hûd'u (gönderdik): Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin. Sizin
O'ndan başka hiçbir tanrınız yok. Siz (Allah'a karşı) yalan düzenlerden başka
kimseler değilsiniz* Ey kavmim, ben buna (bu tebliğime) mukadbil sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükâfatım beni
yaratandan başkasına âid değildir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim, Rabb'inizden mağfiret
isteyin. Sonra yine O'na tevbe edin ki, üstünüze gökten bol bol (feyzini)
göndersin, kuvvetinize daha fazla kuvvet
katsın. Günahkârlar olarak yüz çevirmeyin. Dediler ki: Ey Hûd, sen bize açık
bir mu 'cize getirmedin. Biz de senin sözünle tanrılarımızı bırakıcı değiliz.
Sana inanıcılar da değiliz. Biz, tanrılarımızdan
kimi seni fena çarpmış demekten başka bir şey söylemeyiz. (Hûd) dedi: Allah'ı
hakîkî şâhid gösteririm ve siz de şâhid olun ki, ben sizin Allah'ı bırakıp da
O'na ortak tutmakta devam ettiğiniz şeylerden katHyen uzağım. Artık bana
topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin. Şübhesiz ki
ben, kendimin de sizin de Rabb'iniz olan Allah'a güvenip dayandım. Yürür hiçbir mahlûk
hâriç olmamak üzere hepsinin alnından tutan OJdur. Benim Rabb Hm hakîkaten
doğru bir yol üzerindedir. Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim), ben size
ne ile gönderilmişsem, işte size onu tebliğ ettim. Rabb Hm sizin yerinize diğer
bir kavmi getirir de ona hiçbir şeyle zarar yapamazsınız. Şübhesiz ki, benim
Rabb'im, herşeyin üstünde bir nigehbândır. Vaktâ ki, azâb emrimiz geldi, Hûd'u
da, maiyyetindeki müzminleri de bizden bir rahmet olarak selâmete erdirdik,
onları ağır azâbdan kurtar dik. İşte Âd (kavmi)! Onlar Rabb Herinin âyetlerini bilerek
inkâr ettiler, peygamberlerine âsî oldular, inatçı her zorbanın emri ardınca
gittiler. Onlar bu dünyâda da, kıyamet gününde de la'net cezasına tâbi'
tutuldular. Haberiniz olsun ki%Âd
kavmi, Rabb Herine küfrettiler. Gözünüzü açın ki, Hûd'un kavmi olan Ad'a (ilâhî
rahmetten ebedî) uzaklık verildi" (Hûd: so-60) "Âd'ın biraderini
-ki ondan evvel de, ondan sonra da birçok peygamberler gelip geçmişti- hatırla.
Hani o, Ahkaaftaki kavmini:
Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Hakikat ben üzerinize gelecek büyük bir
günün azabından korkuyorum, diye tehdîd etmişti. Dediler ki: Sen bize
tanrılarımızdan döndürmen için mi geldin? Öyleyse bizi tehdîd etmekte olduğun
şeyi, eğer doğru söyleyenlerden
isen, getir bize. (Hûd) dedi: İlim ancak Allah nezdindedir. Ben size
gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum. Bununla beraber ben sizi bilmezler güruhu
olarak görmekteyim. Artık vaktâ ki onu, vadilerine doğru gelen bir bulut
hâlinde görmüşlerdi. Dediler ki: Bu bize yağmur verici
bir buluttur. (Hûd:) Hayır, bu, çarçabuk gelmesini istediğiniz şeydir; bir
rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır. O, Rabb 'imin emriyle helak
edecektir, dedi. İşte onlar o hâle geldiler ki, meskenlerinden başka birşey
görünmez oldu. İşte günahkârlar güruhunu biz böyle cezalandırırız. And olsun ki
size bile vermediğimiz cihetlerden biz onlara kudret vermiştik. Onlara
kulaklar, gözler, gönüller de vermiştik. Fakat ne kulakları, ne gözleri, ne
gönülleri onlara hiçbir şeyle faide vermedi. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini
bilerek inkâr ediyorlardı Nihayet eğlenegeldikleri şey çepçevre kendilerini
kuşatıverdi" {el-Ahkaaf: 21-26). Ve bu bâbda Atâ ibn
Ebî Rebâh'tan ve Süleyman ibn Yesâr'dan; bu ikisinin de Âişe(R)'den rivayet
ettikleri hadîs vardır [29]. 9- Azız Ve Celıl Olan Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Âd'a gelince:
Onlar da uğultulu, azgın bir fırtına ile helak edildiler. Allah onu yedi gece,
sekiz gün ardı ardınca üzerlerine musallat etti. Öyle ki (eğer sen de hâzır
olsaydın) o kavmin bu müddet içinde nasıl ölüp yıkıldığını görürdün. Sanki
onlar, içleri bomboş hurma kütükleri idiler. Şimdi onlardan bir kalan görüyor mUSUn?"
(el-Hâkkaa: 6-8) [30]. Buhârî şöyle dedi:
"Rîhin sarsarin", "Şiddetli, haddi aşan" demektir. Sufyân
ibn Uyeyne dedi ki: Rüzgâr kendisine tevkîl edilmiş olan melekler üzerinden
aştı, onlara itaat etmedi, demektir (yâhud: Melekler üzerine tecâvüz etti, yânı
ölçüsüz, tartısız olarak çıktı, denildi). "Sahharaha
aleyhim*', "Allah o rüzgârı o kavim üzerine yedi gece sekiz gün salıverdi,
musallat etti" demektir.
"Husûmen" "Daha arkaya" demektir. "Sen o müddet içinde
o kavmi sanki içleri bomboş hurma kütükleri gibi yere
serilmişler görürdün". "Sen onlardan bir kalan görüyor musun?".
"Bakiye", "Bakıyye", yânî "Geri kalan"
demektir [31]. 18-.......Mucâhid
ibn Cebr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S) "Ben
sabâ rüzgârı ile nusrat olundum. Âd kavmi de debûr rüzgânyle helak olundu"
buyurmuştur [32]. Buhârî şöyle dedi: Ve
Muhammed ibnu Kesîr, Sufyân es-Sevrî'den; o da babası Saîd ibn Mesrûk
es-Sevrî'den; o da Abdur-rahmân ibnu Ebî Nu'm'dan söyledi ki, Ebû Saîd (R)
şöyle demiştir: Alî (Yemen'den) Peygamber'e, toprağından arıtılmamış bir mikdâr
altın cevheri göndermişti. Peygamber bunu şu dört kişi arasında paylaştırdı:
el-Akra' ibn Habis el-Hanzalî, sonra el-Mucâsı'î, Uyeyne ibn Bedr el-Fezârî,
Zeyd et-Tâî, sonra Nebhân oğulları'ndan biri ve Al-kame ibn Ulâsete el-Âmirî
sonra Kilâb oğulları'ndan biri arasında. Bu taksime Kureyş ve Ensâr
öfkelendiler ve: — Peygamber Necd
halkından başkalarına veriyor da bizleri bırakıyor, dediler. Peygamber (S): — * 'Ben ancak bu mal ile onları İslâm 'a
alıştırıyorum'' buyurdu. Bunun üzerine iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı
çıkık, alnı yüksek, gür sakallı,
başı tıraşlı bir adam öne geldi ve: — Allah'tan kork yâ Muhammedi dedi. Peygamber
de: — "Ben âsîlik edersem Allah 'a kim itaat
eder? Allah beni yer ahâlîsi üzerine emin kılmakta iken, sizler beni emîn
saymıyor (güvenmiyor) musunuz?" buyurdu. Bu sırada bir kimse
Peygamber'den o şahsı öldürme izni istedi. Zannediyorum ki, bunu isteyen Hâlid
ibnu'l-Velîd'di. Peygamber bu istekten onu men' etti. O sert bedevi geri
dönünce Peygamber (S) arkasından: — "Şunun soyundan yâhud bunun arkasından
öyle bir kavim türeyecektir ki, onlar Allah 'in Kitabı 'nı okuyacaklar, fakat
bu onların boğazlarından ileriye geçmiyecek, onlar okun avı sür'atle delip
çıktığı gibi dînden çıkacaklar. Onlar İslâm ahâlîyi öldürecekler de putların
sahihlerini terkedecekler. Yemîn olsun eğer ben onların zamanına erişseydim,
muhakkak onları Ad kavminin öldürülüşü gibi öldürürdüm" buyurdu [33]. 19-.......el-Esved
şöyle demiştir: Ben Abdullah ibn Mes'ûd'dan işittim. O: Ben
Peygamber(S)'in el-Kamer Sûresi'ndeki şu "Helmin müddekir" âyetini,
böyle idgam ile okurken işittim, dedi [34]. 10- Ye'cûc Ve Me'cûc Kıssası İle Yüce Allah'ın Şu: "Onlar dediler
ki: Yâ Ze'l-Karneyn, hakikat Ye'cûc ve Me'cûc (bu) yerde fesâd
çıkaran(kabîle)lardır. Bizimle onların arasına bir sedd yapman üzerine sana bir
vergi verelim mi?... " (ei-Kehf: 94) Kavli Babı
Ve yine Yüce Allah'ın
şu kavli: İbn Hacer'in şerhine
esas aldığı nüshada bundan sonra: Yüce Allah'ın liSe-mûd'a da kardeşleri
Salih'i gönderdik.'." (e\-A'râf: 72-79) kavli babı diye bir bâb vardır.
Burada el-Hıcr: 80-84. âyetleriyle bâzı tefsirleri ve ayrıca üç hadîs vardır.
Bu bâb Aynî'de ve Kastallânî'de ve bizim nüshada yoktur (M. Sofuoğlu). "Sana
Zu'l-Karneyn'i sorarlar. De ki: Size onun hâlinden de haber söyleyeyim. Hakikat
biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kıldık ve ona (muhtaç olduğu) herşeyden
bir sebeb verdik. O da (batıya doğru) bir yol tuttu. Nihayet güneşin battığı
yere ulaşınca onu kara bir balçıkta batar buldu. Bunun yanında da bir kavim
buldu. Dedik ki: Yâ Ze'l-Karneyn. Onları ya azaba uğratmanda, yâhud haklarında
güzellik tarafını tutmanda serbestsin. Dedi: Kim zulmederse onu
azaba uğratacağız. Sonra da o, Rabbine döndürülür de, O da kendisini şiddetli
bir azaba uğratır. Amma kim îmân eder, güzel de amel eylerse, onun için en
güzel bir mükâfat vardır. Ona emrimizden
kolayını da söyleyeceğiz. Sonra o, başka bir yol tuttu. Nihayet üstüne güneşin
(ilk önce) doğduğu yere ulaştığı zaman, onu öyle bir kavmin üzerine doğuyor
buldu ki, biz onlar için, buna karşı (korunacak) hiçbir
siper yapmamıştık. İşte (Zu 7-Karneyn 'in işi) böyle idi. Hâlbuki onun
yanındakilerin hepsini biz ilimle kuşatmışızdır. Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ
arasına ulaştığı zaman onların önünde hemen hiçbir söz anlamaz bir kavim buldu.
Onlar dediler ki: Yâ Ze 'l-karneyn, hakikat, Ye 'cûc ve Me 'cûc yerde fesâd çıkaran(kabîle)lardır.
Bizimle onların arasına bir sedd yapman
üzerine sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: Rabb'imin beni içinde
bulundurduğu nVmet daha hayırlıdır. Haydin siz bana (bedeni) kuvvetle yardım edin
de, sizinle onların arasına sağlam bir mania yapayım. Bana demir kütleleri
getirin. (O karşılıklı iki dağın) iki yanı tam denkleştiği vakit
"üfleyin" dedi. Nihayet o demiri bir ateş hâline koyduğu zaman da: Getirin bana, dedi,
üstüne erimiş bakır dökeyim. Artık onu aşmaya da güç yetiremediler, onu delmeye
de muktedir olamadılar. Bu, dedi, Rabb 'imden bir merhamettir. Fakat Rabb 'imin
va 'di gelince O, bunu dümdüz yapar. Rabb'imin va'di bir haktır" (el-Kehf:
83-98) [35] Buhârî şöyle dedi [36]:
"Zubera'l-hadîd", "Zuber"in vahidi "Zubre"dir, o
da "Parça" demektir. "Hattâ izâ sâvâ
beyne's-sadefeyn": İbn Abbâs'tan denilir ki, "Beyne's-sadefeyn",
"İki dağ arası" demektir. "Ve's- seddeyn"de "İki
dağ"dır. "Harcen", "Ecren" demektir. "Üfürün
(körükleyin) dedi, nihayet o demiri bir ateş yapınca: Getirin üzerine erimiş bakır
boşaltayım, dedi", yânî üzerine kurşun dökeyim. Ve "Bu erimiş
demirdir" deniliyor, keza "Erimiş bakırdır" da deniliyor. İbn Abbâs:
"en-Nuhâsu", yânî "Bakır" demiştir. "Fe mestâû en
yazharûn (= Artık onun üzerine çıkmaya güç yetiremezler)", onun üzerine
yükselemezler demektir. "İstetâa"; "Ata'tu lehû"dan
"İstefale"dir. Te'nin hazfı ve harekenin hemzeye naklinden dolayı "Estâa"
fetha yapıldı da "Estâa yestîu" denildi. Lâkin bâzıları "İstetâa
yestetîu" dediler de ikincisini Te ile "Ve mastetâû lehu nakben"
okudular. "Dedi ki: Bu sedd Rabb'imden bir rahmettir, fakat Rabb'imin
va'di gelince O bunu dümdüz yapar"; "Dekkâe", "Onu yere
yapıştırır" demektir. "Nâkatun dekkâu", Hörgücü olmayan sırtı
düz deveye denilir. Arzdan ed-Dekdâk da böyle yapışık düz olan yerdir; nihayet
yerden böylesi katılaşır ve birbirine yapışır da yükselmez. "Rabb'imin
va'di haktır [37]. O gün biz onları birbiri
içinde dalgalanır bir hâlde bırakmışızdır, artık sûra üfürülmüştür. Bu suretle
hepsini (mahşerde) derleyip
toparlamışızdır" (ei-Kehf: 99) "Helak ettiğim
bir memleket ahâlîsinin hakîkaten mahşere dönmemeleri imkânsızdır. Nihayet
Ye'cûc ve Me 'cûcfün şeddi) açılıp da her tepeden saldıracakları ve gerçek va'd
olan (kıyamet) yaklaştığı vakit, işte o zaman o küfredenlerin gözleri hemen belerip
kalacak. Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik. Hayır, biz zâlim
kimselerdik, -diyecekler-1" (et-Enbiyâ: 95-97). Katâde:
"Hadeb", "Tepe"dir, demiştir [38]. Bir adam Peygamberce:
Ben şeddi (beyaz, siyah, kırmızı çizgilerle) süslenmiş burd (yânî çubuklu kumaş
ve elbise) gibi gördüm, dedi. Peygamber (S) de: "Evet, sen onu
sahîh olarak gördün, sen doğru söyleyicisin" buyurdu [39]. 20-.......Ebû
Seleme'nin kızı Zeyneb, Ebû Sufyân'ın kızı Ümmü Habîbe'den; o da (Peygamber'in
zevcesi) Cahş kızı Zeyneb'den şöyle tahdîs etmiştir: Peygamber (S) bir
kerresinde telâşla Zeyneb'in yanına girmiş ve: — "Lâ ilahe ille'ttah; vukû'u yaklaşan
birşerrden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab'ın hâline! Bu gün Ye'cûc ve
Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurup, başparmağı ile
onu ta'kîb eden şehâdet parmağını halka yapmıştır. Bunun üzerine Cahş
kızı Zeyneb: — Yâ Rasûlallah,
içimizde bu kadar sâlih kimseler varken biz helak olur muyuz? diye sordu. RasûTullah: — "Evet, ahlâksızlık ve ma'siyet çoğaldığı
zaman (helak olursunuz)" buyurdu [40]. 21-.......Bize
Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvüs'tan; o da Ebû Hureyre (R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "(Bu gün) Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir
delik açıldı" buyurmuş ve eliyle doksan bağlayarak bu deliğin işaretini
yapmıştır [41]. 22 .......Bize
Ebû Salih, Ebû Saîd el-Hudrî(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Yüce Allah, Âdem'e: — Yâ Âdem! buyurur. Âdem de: — Lebbeyke ve sa 'deyke
ve 'l-hayru fi yedeyke{Tekrar tekrar icabet ediyorum, beni tekrar tekrar mes'ûd
kıl, bütün hayır Sen'in ellerindedir)der. Bunun üzerine Allah: — Cehenneme
girecekleri (halk arasından seçip) çıkar! buyurur. Adem: — Cehenneme gönderileceklerin mikdârı ne
kadardır? der. Allah: — Her bin kişiden
dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verecek. Ve Allah, Âdem'e böyle
buyurduğu sırada (bunun verdiği şiddetli korkudan) çocuğun başı ağarır, Her
gebe kadın da çocuğunu düşürür, insanları sarhoş (olmuş gibi) görürsün, hâlbuki
onlar sarhoş değildirler, fakat Allah'ın azabı pek çetindir" (ei-Hacc:
2). Sahâbîler: — Yâ Rasûlallah! O (binde) bir hangimiz
olabilir? dediler. Rasûlullah: — "Size müjdeler olsun, sizden bir kişiye
mukaabil Ye'cûc ve Me'cûc'den bin kişi (cehenneme gönderilecektir)"
buyurdu. Sonra da: — "Hayâtım elinde olan Allah'ayemîn ederim
ki, ben sizin cennet ahâlîsinin dörtte biri olacağınızı umuyorum" dedi. Bu müjde üzerine biz
Allâhu Ekber dedik. Rasûlullah yine — "Ben sizin cennet ehlinin üçte biri
olmanızı umarım " buyurtfu. Biz yine tekbîr getirdik. Bu sefer Rasûlullah: — "Ben sizin cennet ehlinin yansı olmanızı
umarım" buyurdu. Biz de yine Allâhu Ekber diye tekbîr getirdik. En sonunda
Rasûlullah: — "Sizler mahşer halkının içinde ancak
beyaz bir öküzün derisindeki siyah bir tüy mesâbesindesiniz yâhud da siyah bir
öküzün derisinde sanki beyaz bir tüy gibisiniz" buyurdu [42]. 11- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
"iyilik yapan
olarak kendisini allah'a teslim eden, İbrahim'in Allah'ı bir tanıyıcı dînine
tâbi' olan kimseden daha güzel dinli kimdir? Allah* İbrahim'i bir dost
edinmiştir" (en-Nİsâ: 125). "Hakîkaten
İbrahim (başlı başına) bir ümmetti; Allah'a itaatkârdı, bâtıl dînlerden uzak
bir muvahiddi. O, hiçbir zaman müşriklerden olmamıştır. O, Allah'ın m
'metlerine şükredendi, Allah onu seçmiş, kendisini doğru bir yola iletmişti.
Biz ona dünyâda bir güzellik vermiştik. Şübhesiz ki o, âhirette de mutlakaa
sâlihlerdendir. Sonra sana; Muvahhid bir müslümân
olarak İbrahim 'in dînine uy. O, hiçbir zaman
müşriklerden olmadı, diye vahyettik" (en-Nahl: 120-123). "İbrâhîm cidden
pek çok tazarru' ve niyaz eden, gerçekten sabırlı bir zât idi'9 (et-Tevbe: ıi4)
[43]. Ebû Meysere:
"el-Evvâh", Habeş dilinde
"er-Rahîm"dir, demiştir [44]. 23-.......Bana
Saîd ibnu Cubeyr, İbn Abbâs(R)'tan tahdîs ettiki, Peygamber (S): "Sizler
yalın ayak, vücûdunuz çıplak, erlik yerleriniz sünnetsiz olarak haşr
olunacaksınız"buyurdu. Sonra: "(Hatırla) o günü ki, biz göğü,
kitâbların sahîfesini dürüp büker gibi dürece-ğiz. İlk yaratışa nasıl
başladıksa, üzerimizde hakk bir va'd olarak, yine onu iade edeceğiz. Hakikatte
failler biziz" (ei-Enbiyâ: 104) âyetini okudu. Ve şöyle devam etti:
"Kıyamet günü (peygamberlerden) ilk elbise giydirilecek kişi İbrahim'dir.
Yine kıyamet günü sahâbîlerim-den bâzı kimseler yakalanıp sol tarafa (cehennem
tarafına) götürülürler. Ben hemen: Onlar benim saha1 /erimdir, benim
sahâbîlehmdir, derim de bana: Emin ol ki, Sen bunlardan ayrıldığından beri
onlar ökçelerine basarak geri dönmüş mürtedlerdir! diye cevâb verilir. Ben de A
ilah 'in sâlih k \ ılu ve peygamberi îsâ 'mn dediği gibi derim: .. .Ben
içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde bir kontrolcü idim. Fakat Sen beni
içlerinden alınca, üstlerinde nigehbân yalnız Sen oldun. Zâten Sen her zaman
herşeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb edersen, şübhe yok ki, onlar
Sen 'in kullarındır. Eğer onları mağfiret edersen mutlak gâlib, yegâne hüküm ve
hikmet sahibi olan da hakîkaten Sen'sin Sen" (d-Mâide: 117-118) [45]. 24-.......Ebû
Saîd el-Makfaurî'den; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet gününde İbrahim, kendi babası Âzer ile Âzer'in yüzü üzerinde
birsimsiyahlık ve toz toprak olduğu hâlde karşılaşır. İbrahim babasına: — Ben sana dünyâda iken bana âsî olma demedim
mi? der. Babası da ona:' — İşte bu gün ben sana
âsî olmayacağım! der Bunun üzerine İbrahim: — Ey Rabb 'im! Sen
bana insanların yeniden diriltilecekleri gün, beni zelîl ve rüsvây etmeyeceğini
va'd etmiştin. Şimdi Allah 'in rahmetinden çok uzak olan babamın vaziyetinden
daha arlandırıcı ve utandırıcı hangi rüsvâyhk olabilir? der. Yüce Allah da: — (Yâ İbrâhîm!) Ben
cenneti kâfirlere haram kılmışımdır, buyurur. Bundan sonra Yüce
Allah tarafından: — Yâ İbrâhîm, şu iki ayağının altındaki nedir?
denilir. İbrâhîm bakar ve
ayakları arasında kana bulanmış bir sırtlan görür (ki, İbrahim'in babası bu
çirkin surete çevrilmiştir). Bu çirkin manzara üzerine onun ayaklarından
yakalanır ve ateşe (yânî cehennemin içine) atılır" [46]. 25- Bukeyr
ibn Abdillah, İbn Abbâs'ın hizmetçisi Kurayb'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) -Mekke fethi günü- Beyt'e, yânî Ka'be'ye girdi ve
Ka'be'nin içinde İbrâhîm ile Meryem'in resimlerini buldu da: "Dikkat edin,
bu Kureyş'e ne oluyor? Muhakkak ki onlar, içinde suret bulunan bir eve
meleklerin girmeyeceğini işitmişlerdir. Şu İbrâhîm (elinde fal oklarıyle)
sûretlen-dirilmiş! İbrâhîm 'in bunlarla kısmet araması nasıl olur (o bundan
ma'-sûmdur)/" buyurdu [47]. 26-.......İkrime'den;
odaîbn Abbâs(R)'tan haber verdi ki: Peygaber (S) müşriklerin Ka'be'de yapmış
oldukları resimleri görünce Beyt'in içine girmedi, nihayet emretti de, o
resimler giderildi. Peygamber, İbrâhîm ile İsmail'in suretlerini ellerinde
ezlâm denilen fal kalemleri olduğu hâlde gördü de: "Allah bunları
yapanları öldürsün. Allah'ayemîn ederim ki, bu iki peygamber hiçbir zaman böyle
fal kalemleriyle rızk ve kısmet aramamış, istememişlerdir" buyurdu [48]. 27-.......Keysân'dan;
o da Ebû Hureyre(R)'den şöyle tahdîs etti: Rasûlullah'a: — Yâ Rasûlallah,
insanların (Allah yanında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye
soruldu. Rasûlullah (S): — "İnsanların (hayır işlemek yönünden) en
takvâlı olanıdır" buyurdu. Suâl soranlar: — Biz Senden amel
yönünden kerem sahibi olan kişiyi sormuyoruz, dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah: — "Öyleyse (şeref yönünden de) Allah'ın
Peygamberi Yûsuf'tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. Oda
Allah'ın Peygamberi (îshâk'm) oğludur. O da Halüullah İbrahim'in oğludur"
buyurdu. Suâl soranlar: — Biz Sana bundan da sormuyoruz, dediler. Bu
defa Rasûlullah: — "Sizler Ar ab şeceresinin asıllarından
(ana soylarından) soruyorsunuz. Arab'ın Câhiliyet zamanında hayırlı olanları
ilim üzere hareket ederlerse, İslâm devrinde de en hayırlılarıdır"
buyurdu [49]. Ebû Usâme Hammâd ibn
Seleme ile Mu'temir ibn Süleyman bu hadîsi yine Ubeydullah el-Umerî'den; o da
Saîd el-Makburî'den; o da Ebû Hureyre'den; o da Peygamber'den olmak üzere
söylediler [50]. 28-.......
Bize Semure'ibn Cundeb (R) tahdîs edip şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: ''Bu gece bana (ru'yâmda) her zaman gelen iki melek (Cibrîl ile
Mîkâîl) geldi. Bunlarla beraber gittik, ni- ı hâyet uzun boylu bir kişinin
yanına vardık ki (göğe doğru yükselen) boyunun uzunluğundan onun başını hemen
hemen göremiyordum. O uzun boylu zât İbrahim Halîl(S)'dir" [51]. 29-.......Bize
Abdullah ibnu Avn, Mucâhid ibn Cebr'den haber verdi. O İbn Abbâs(R)'tan
işitmiştir. İbn Abbâs'a Deccâl'i zikredip: Onun iki gözünün arasında
"Kâfir" yâhud "KFR" yazılmıştır, dediler. İbn Abbâs: Ben
bunu Rasûlullah'tan işitmedim. Fakat Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"İbrahim'e gelince, onu görmek isterseniz (kendisini kasdederek)
sahibinize bakınız. Mûsâ ise buğday renkli, etli ve toplu gövdelidir. Lifle
yularlanmış kızıl bir deve üzerinde Ez-rak vâdîsi içinde akıp gidiyordu. Sanki
şimdi ona bakıyor gibiyim " [52]. 30-.......Ebu'z-Zinâd'dan;
odael-A'rac'dan tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S): "Îbrâhîm aleyhi's-selâm seksen yaşında iken (Şâm
yakınındaki) Kaddûm-Kadûm-da sünnet oldu" buyurdu [53]. 31-.......
Bize Ebu'z-Zinâd, şeddesiz olarak "Kadûm'Ia" diye tahdîs etti. Bu
hadîsi Ebu'z-Zinâd'dan rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu İshâk, Şuayb'e mutâbaat
etmiştir. Yine bunu Ebû
Hureyre'den rivayet etmekte Şuayb'e yâhud Abdurrahmân ibn İshâk'a Aclân
mutâbaat etmiştir. Ve yine bu hadîsi
Muhammed ibn Amr da Ebû Seleme'den; o da Ebû Hureyre'den olmak üzere rivayet
etmiştir [54]. 32-.......Bana
Cerîr ibn Hazım, Eyyûb es-Şahtıyânî'den; o da Muhammed ibn Sîrîn'den haber
verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "İbrahim -salât
ve selâm ona- yalnız üç defa (başka ma'nâya çevirerek) yalan söylemiştir"
buyurdu [55]. 33-.......Muhammed
ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti. O şöyle demiştir: İbrâhîm
Peygamber yalnız üç defa yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Azîz ve Celîl olan
Allah'ın zâtı ve rızâsı içindir: Puta tapanlara "Ben hastayım" demesi
ve "Belki putların şu büyüğü bu kırma işini işlemiştir" demesi.
Rasûlullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrâhîm günün birinde (bir
kadın güzeli olan eşi) Sâre ile beraber ansızın cebbarlardan azılı bir zâlimin
memleketine uğrayıvermişti. Adamları tarafından o zâlim hükümdara: — Şehre yolcu bir
kimse gelmiştir. Beraberinde insanların en güzeli bir kadın vardır, diye haber
verildi. Zâlim melik, İbrahim'e
haber gönderdi. Geldiğinde Sâre'den söz ederek: — Bu kadın kimdir? diye sordu. İbrâhîm: — (Dîn yönünden) kızkardeşim, dedi. Sonra
İbrâhîm, Sâre'nin yanına geldi ve: — Yâ Sâre, yeryüzünde (bizim îmân ettiğimiz
esâslara) benden ve senden başka îmân eden hiçbir kişi yoktur. Bu melik, bana
seni sordu. Ben de ona senin benim kızkardeşim olduğunu haber verdim. Sakın
benim sözümü yalan çıkarma, dedi. Arkasından zâlim melik
Sâre'ye elçi gönderip çağırttı. Sâre onun yanına girince melik eliyle Sâre'ye
uzanmaya davrandı, bu anda adam bir hâle yakalandı, nefesi boğuldu. Hemen
Sâre'ye: — Benim için Allah 'a
duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre, Allah 'a (onun çözülmesi için)
duâ etti. Duâ akabinde adam o hâlden salıverildi.
Sonra Sâre'ye ikinci defa uzandı. Bu sefer de birincideki gibi yâhud ondan
daha şiddetli bir hâle yakalandı. Yine Sâre 'ye: — Benim için Allah 'a
duâ et, ben sana zarar vermeyeceğim, dedi. Sâre yine dua etti, o da yine
çözüldü ve kapıcılarından bâzısını çağırdı da: — Sizler bana insan
getirmediniz, sizler bana ancak bir şeytan getirdiniz, dedi. Akabinde Hâcer'i
Sâre'ye hizmetçi olarak hediye etti. Sâre, Ib-râhtm'e geldi. îbrâhîm, dikelmiş
namaz kılıyordu. Eliyle "Mehye" yânı hâlin nedir? diye işaret etti.
Sâre: — Allah kâfirin
yâhudfâcirin tuzağını kendi göğsüne çevirdi ve Hâcer'i de bana hizmetçi verdi,
dedi. " Ebû Hureyre: İşte bu
Hâcer sizin ananızdır, ey semâ suyunun oğullan, demiştir [56]. 34-.......Bize
İbnu Cureyc, Abdulhamîd ibn Cubeyr'den; o da Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; o da
Ümmü Şerîk(R)'ten haber verdi ki, Rasûlullah (S) alaca kelerin öldürülmesini
emretmiş ve: "O (İbrâhîm Peygamber ateşe atıldığı zaman) İbrâhîm 'in
üzerine ateşi üfürüyordü" buyurmuştur [57]. 35-.......Bana
İbrâhîm, Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir:
"İmân edenler, bununla beraber îmânlarım haksızlıkla da bulaştırmayanlar
işte ancak onlardır ki, korkudan emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru
yolu bulmuş kimseler^ dir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman bizler: — Yâ Rasûlallah,
hangimiz nefsine zulmetmez? dedik. Rasûlullah (S): — "İş, sizin der olduğunuz gibi değildir:
"İmânlarına zulüm karıştırmayanlar'' demek, şirk karıştırmayanlar
demektir. Sizler Luk-mân 'in kendi oğluna söylediği şu sözü işitmediniz mi:
"...Oğulcağı-zım, Allah 'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir
zulümdür" (Lukmân: 13) [58]. 12- Bâb: "Yeziffûne"
(Es-Sâffât: 94) "Yürüyüşte Sür'at Eylemek'tir [59]
36-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'e bir gün et yemeği getirildi.
Peygamber şöyle buyurdu; "Şübhesiz Allah kıyamet gününde evvelkilerin ve
sonrakilerin hepsini düz ve geniş bir sahada toplayacaktır. Öyle düz ve geniş
saha ki, orada çağına seslenince sesini herkese duyurabilecek ve bakan kişinin
gözü mahşer halkını bir bakışta görebilecek. Bir de güneş (bütün sıcaklığı
ile) insanlara yaklaşacak... "Şefaat hadîsini şuraya kadar zikretti:
"İnsanlarİbrahim'e varırlar ve: — Ey İbrahim, sen
yeryüzündeki insanlardan Allah 'in Peygamberi ve Allah 'in dostu bir zâtsın.
Rabb 'ine hakkımızda şefaat etsen, derler. O da: — Ben şefaat
makaamında değilim, der de (dünyâda söylemiş olduğu) yalanlarını zikreder: — Vay nefsim, nefsim!
Sizler Musa'ya gidiniz! der..." [60]. Bu hadîsi
Peygamber'den rivayet etmekte Ebû Hureyre'ye Enes ibn Mâlik mutâbaat
etmiştir. 37-.......Saîd
ibn Cubeyr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Allah İsmail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! Şayet o, suyu acele
havuzlamış olmayaydı, elbette Zemzem akar, bir ırmak olurdu" buyurmuştur. Ve el-Ensârî Muhammed
ibn Abdillah şöyle dedi: Bize İbnu Cu-reyc tahdîs etti: Amma Kesîr ibnu Kesîr,
bana tahdîs edip şöyle dedi: Ben Usmân ibn Ebî Süleyman'la beraber, Saîd ibn
Cubeyr'in maiy-yetinde oturmuştuk. Saîd ibn Cubeyr: İbn Abbâs bana böyle tahdîs
etmedi, fakat o şöyle söyledi, dedi: İbrâhîm, İsmâîl ve anası Hâcer ile
Mekke'ye yöneldi. Hâcer, İsmail'i emziriyor hâldeydi. Kadının beraberinde bir
su tulumu da vardı... O bu hadîsi Peygamber'e yükseltmedi. Sonra İbrâhîm Hâcer'le
ve emzirmekte olduğu bu oğlu îsmâîl ile beraber Mekke'ye geldi [61]. 38- (Buhârî
dedi ki:) Ve bana Abdullah ibn Muhammed tahdîs etti: Bize Abdurrazzâk tahdîs
etti: Bize Ma'mer ibn Râşid, Eyyûb es-Sahtıyânî'den ve Kesîr ibn Kesîr
ibni'l-Muttalib ibn Ebî Vedâa'dan -bunların biri diğeri üzerine artırma
yapıyordu-, bunlar da Saîd ibn Cubeyr'den haber verdi. İbn Abbâs şöyle dedi:
Kadınların uzun etekli elbise kullanmaları İsmail'in anası Hâcer tarafından
konulmuş bir âdettir. Hâcer (kıskanç ortağı) Sâre'den izini gizlemek için uzun
eteklik giymişti. İbrahim, Hâcer'le
evlenip İsmail doğduktan sonra emzirmekte olduğu bu oğlu ile beraber (Sâre'nin
saldırısından korumak için Şam'dan çıkıp) Mekke'ye geldi. Nihayet Hâcer'le
İsmail'i Mescid'in (bugün bulunduğu) yerin ve Mescid'in yüksek bir yerindeki
Zemzem kuyusunun yukarısında büyük bir ağacın yanına bıraktı. O târihte
Mekke'de hiçbir kimse yoktu. Hattâ içecek su da yoktu. İşte İbrâhîm bu ana ve
oğulu buraya bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu meşin bir dağarcık, içi su dolu
bir kırba bıraktı. Sonra İbrâhîm kendi (Şam'a) gitmek üzere döndü. İsmail'in
anası Hâcer de arkasından onu ta'kîb etti de: — Yâ İbrâhîm! Bizi bu
vâdîde bırakıp da nereye gidiyorsun? Öyle bir vâdî ki, ne görüp görüşecek bir
ins var, ne de başka bir hayât eseri şey var, dedi. Hâcer bu sözlerini
tekrar tekrar söyledi ise de ibrâhîm ona dönüp bakmadı. Nihayet Hâcer ona: — Bizi burada birakmayr sana Allah mı emretti?
diye sordu. İbrâhîm: —Evet, Allah emretti!
diye cevâb verdi. Bunun üzerine Hâcer: — Öyleyse O bizi zayi' etmez, korur! dedi. Sonra (Ka'be'nin
yerine) döndü. İbrâhîm de ayrılıp gitti. Tâ Mekke'nin üstündeki Seniyye
mevkiinde görülmeyecek bir yerde bulununca yüzünü Ka'be tarafına döndürdü.
Sonra ellerini kaldırarak şu kelimelerle duâ etti: — 'Ey Rabb 'imiz, ben evlâdımdan kimini Sen Un
mukaddes olan evinin yanında ekimiz bir vâdîye yerleştirdim. Sebebi şudur ki,
Rabb -imiz, dosdoğru namazlarını kılsınlar. Artık Sen insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meylettir. Onların şükretmeleri ümîd edildiği için,
kendilerini bâzı meyvelerle rızıklandır! dedi" (îbrâhîm: 37). Artık İsmail'in
anası,oğlu İsmail'i emziriyor ve kendisi kırbadaki sudan içiyordu. Nihayet
kırbadaki su bitince hem Hâcer, hem de çocuğu susadı. Hâcer çocuğun susuzluktan
toprak üstünde sızlanarak yuvarlandığına bakmağa başladı. Fakat çocuğun bu
elîm hâline bakmaktan fenâlaşarak onun yanından kalkıp biraz öteye gitti. Ve o
mıntıkada Ka'be'ye en yakın dağ olarak Safa tepesini buldu ve bunun üstüne
çıktı. Sonra vâdîye karşı durup bir kimse görebilir miyim diye bakmağa
başladı. Fakat hiçbir kimse göremiyordu. Bu defa Safa tepesinden indi. Vâdîye
varınca (ayağına dokunmamak için) entarisinin eteğini topladı. Sonra müşkil
bir işle karşılaşan bir insan azmiyle koştu, vâdîyi geçti. Sonra Merve
mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve bir kimse görebilir miyim diye baktı.
Fakat hiçbir kimse göremedi. Hâcer bu suretle (Safa ile Merve arasında) yedi
defa gitti, geldi. İbn Abbâs dedi ki:
Peygamber (S): "Bunun için insanlar Safa ile Merve arasında sa'y
ederler" buyurdu. Son defa Merve üzerine
çıktığında bir ses işitti ve kendisi nefsine hitâb ederek: Sus, iyice dinle!
dedi. Sonra dikkatle dinledi. Bu sesi evvelki gibi bir daha işitti. Bunun
üzerine Hâcer: —Ey ses sahibi, sesini
duyurdun! Eğer sen bize yardım etmek kudretine mâlik isen bize yardım et! dedi. Ve böyle der demez
hemen Zemzem kuyusunun yerinde bir melek göründü. O melek ayağının topuğu ile
yâhud kanadıyle yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hâcer (su başka tarafa
akmasın diye) suyu eliyle çevirdi, havuz gibi yaptı. Hâcer hem eliyle öyle
yapıyordu, bir taraftan da kırbasını doldurmaya devam ediyordu. Su ise avuç
avuç alındıktan sonra yerinde kaynıyordu. İbn Abbâs dedi ki:
Peygamber (S): "Allah İsmail'in anası Hâcer'e rahmet etsin! O, Zemzem 7
kendi hâline bıraksaydı da suyu avuç- lamasaydi, muhakkak Zemzem
akar bir ırmak olurdu" buyurdu. İbn Abbâs devamla dedi
ki: Hâcer bu sudan içti, çocuğunu era-zirdi. Melek, Hâcer'e: — Zayi' ve helak
oluruz diye sakın korkmayın! İşte şurası Allah'ın evidir. O evi şu çocukla
babası yapacaktır. Muhakkak ki, Allah o işin ehlini zayi' etmez! dedi. Beyt'in yeri tepe gibi
olup yerden yüksekçe idi. Uzun zaman seller sağını solunu kazıp götürmüştü. Hâcer bu suretle
yaşarken günün birinde Cürhüm'den bir cemâat uğradı. Bunlar Kedâ yoluyla gelip
Mekke'nin alt tarafına indiler. Cür-hümlüler oraya bir kuşun gelip gittiğini
görmüşlerdi de: — Hiç şübhesiz şu kuş
bir suyun başında döner dolaşır. Hâlbuki biz de bu vâdîde su bulunmadığını
biliyorduk, demişlerdi. Ve anlamak için çevik
bir yâhud iki kişi göndermişler. Onlar orada su bulunduğunu anlayınca dönüp
gelmişler ve su olduğunu haber vermişler. Bunun üzerine Cürhümlüler Mekke
mevkiine gelmişlerdir. İbn Abbâs dedi ki:
Cürhümlüler geldiğinde İsmail'in anası da su başında idi. Cürhümlüler ona: — Bizim de gelip
şuraya senin yakınına inmemize izin verir misin? dediler. Hâcer de: —Evet, inebilirsiniz
(bu sudan da kullanabilirsiniz), şu kadar ki, bu suda sizin mülkiyet hakkınız
yoktur, dedi. Onlar da: — Evet, diyerek Hâcer'i tasdik ettiler. Ünsiyete muhtâc olduğu
bir sırada Cürhümlüler'in bu gelişi Hâ-cer'in arzusuna uygun oldu. Cürhümlüler
Mekke civarına inip kondular. Sonra Cürhümlüler'in asıl kalabalık kısmına da
haber gönderdiler. Onlar da gelip kondular. Nihayet Mekke'nin bulunduğu yer medenî
bir ma'mûre hâline gelmeye başladı. Hâcer'in oğlu İsmâîl yiğitlik ve gençlik
çağına girdi. Cürhümlüler'den Arabça öğrendi. Artık İsmâîl gençlik çağında
Cürhümlüler arasında en sevimli bir sîmâ olmuştu. Onun necâbeti, güzelliği
Cürhümlüler'i hayret içinde bırakmıştı. Bu sebeble İsmâîl bulûğ devresine
erişince Cürhümlüler onu kendilerinden bir kızla evlendirdiler. Hayâtın bu
mes'ûd safhası devam ederken günün birinde İsmail'in anası öldü. (Hâcer'in
doksan yaşına girdiği ve Ka'be'nin bitişiğindeki Hıcr denilen yere gömüldüğü
söylenir.) ismâîl evlendikten
sonra İbrâhîm bırakıp gittiği oğlunu ve kadınını arayarak görmeye geldi.
İsmâîl o sırada evde yoktu, ismâîl'i karısına sordu. O da: — Rızkımızı tedârik etmek üzere çıktı gitti,
diye cevâb verdi. Sonra İbrâhîm: — Maişetiniz, hâliniz nasıldır? diye sordu.
İsmail'in kadını: — Şiddetli darlık
içindeyiz, fena bir hâldeyiz! diye şikâyet etti. İbrâhîm: — Kocan geldiğinde
benden selâm söyle ve ona de ki: Kapısının eşiğinin basamağını değiştirsin!
dedi. İsmâîl geldiğinde
babasının gelip gittiğini sezer gibi oldu da karısına: — Evimize gelen oldu mu? diye sordu. O da: — Evet, şöyle şöyle
şekilde yaşlı bir kişi geldi. Bana seni sordu. Cevâb verdim. Maişetimizi sordu.
Ben de şiddetli darlık içinde bulunduğumuzu söyledim! dedi. Bunun üzerine İsmâîl: — Sana birşey vasiyet ve bir söz emânet etti
mi? dedi. O da: — Evet bana, sana
selâm söylememi ve kapının basamağını değiştir dememi tenbîh etti, dedi. Sonra İsmâîl kadınına: — O gelen ihtiyar,
babamdır. Bana senden ayrılmamı emretmiştir. Artık sen kendi ailenizin evine
gidebilirsin! dedi. Ve ondan ayrılarak
Cürhümlüler'den başka bir kadınla evlendi. İbrâhîm, Allah'ın
dilediği bir müddet uzaklaştı da sonra geldi. Yine evde ismâîl'i bulamadı.
İsmâîl'in karısının yanına girdi. Ona da İsmail'i sordu. O da: — Maişetimizi tedârik etmeye gitti, dedi.
İbrâhîm: — Nasılsınız; maişetiniz, hâliniz iyi midir?
diye sordu. İsmâîl'in karısı: — Biz hayır, saadet ve
bolluk içindeyiz! diye Allah'a hamd ve sena etti. İbrâhîm: — Ne yiyip içiyorsunuz? diye sordu. Kadın: — Et yiyoruz, su içiyoruz, dedi. İbrâhîm
Peygamber: — Yâ Allah! Bunların
etlerini ve sularını mübarek kıl, hayır ve bereket ihsan eyle! diye duâ etti. Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "İbrahim zamanında Mekke civarında hububat yoktu. Av etiyle
gıdalanıyorlardı. Eğer o târihlerde ve oralarda hububat
olsaydı, İbrahim hububat hakkında dua ederdi", İbn Abbâs dedi ki:
İbrahim'in bu duası bereketiyledir ki, et ile su Mekke'den başka yerlerde (o
sıcak muhitte) Mekke'deki kadar hiçbir kimsenin sıhhatine uygun düşmez. Yine İbn Abbâs dedi
ki: İbrâhîm Peygamber'e gelince: — Kocan geldiğinde ona
selâm söyle ve ona kapısının eşiğini güzel tutsun diye emreyle! demiştir.
(Sonra İbrâhîm Şam'a dönmüştür.) İsmâîl geldiğinde: — Evimize gelen oldu mu? diye sordu. Karısı: — Evet, güzel yüzlü
bir ihtiyar geldi, diye İbrâhîm'i medhetti. Sonra kadın: — Seni sordu, ben de
rızkımızı tedârik etmeye gitti, dedim. Geçiminiz nasıldır? dedi. Ben de hayır
ve saadet içindeyiz, dedim. Sonra İsmâîl: — Sana birşey vasiyet etti mi? diye sordu. Kadın
da: — Evet, o ihtiyar sana
selâm söyledi ve kapının eşiğini iyi tutmanı emreyledi, dedi. Bunun üzerine İsmâîl,
kadınına: — İşte o, babamdır;
sen de evimizin şerefli eşiğisin! Babam bana seni hoş tutmamı, iyi geçinmemi
emretmiştir, dedi. Sonra îbrâhîm yine bir
müddet daha oğlundan ve ailesinden uzakta yaşadı. Ondan sonra Mekke'ye geldi.
O sırada İsmâîl Zemzem kuyusunun yakınında büyük bir ağacın altında okunu
yontup düzeltmekte idi. İsmâîl babasını görünce hemen kalkıp babasına karşı
vardı. Ve bir babanın oğluna, bir oğulun da babasına karşı yapagel-dikleri
sarılmalarla, el, yüz, göz öpmelerinde bulundular. Sonra İbrâhîm oğluna: — Yâ İsmâîl! Allah bana büyük bir iş emretti,
dedi. İsmâîl de: — (Babacığım) Rabb'in ne emretti ise onu yerine
getir, dedi. İbrâhîm: — Fakat bu işte sen bana yardım edeceksin,
dedi. İsmâîl: — Ben sana her türlü
yardımı yaparım, dedi. İbrâhîm: — Allah burada bir
Beyt yapmamı emretti, diye etrafından yüksekçe bir tepeye işaret etti. İbn Abbâs dedi ki:
îbrâhîm'le İsmâîl, işte orada Ka'be'nin esâsını kurup duvarlarını
yükselttiler. İsmâîl taş getirirdi, İbrâhîm de bina ederdi. Nihayet Beyt'in
binası ilerleyip duvarları yükseldiğinde İsmâîl (bugün ziyaret edilen
ma'lûm) taşı getirdi. îbrâhîm de onu ayağının altına (iskele olarak) koydu,
üzerinde inşâata devam etti. İbrâhîm, yapar, İsmâîl de taş sunardı. Nihayet
inşâat tamam olduktan sonra, baba oğul Beyt'in etrafında dolaşıyorlar ve şöyle
duâ ediyorlardı: "Ey Rabb 'imiz, bizden (şu hizmeti) kabul et, şübhesiz
hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen... " (ei-Bakara. 127) [62]. 39-.......Bize
İbrâhîm ibnu Nâfi', Kesîr ibn Kesîr'den; o da Saîd ibn Cubeyr'den tahdîs etti
ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir; İbrahim ile ehli Sâre arasında (Hâcer'i
kıskanma sebebivle) çekişme meydana geldiği zaman,
İbrâhîm Peygamber, İsmâîl ve İsmail'in anası ile yola çıktı. Yanlarında içinde
su olan bir kırba vardı. İsmail'in anası bu kırbadan su İçiyor, bundan da
çocuğuna içireceği sütü çoğalıyordu. Nihayet Mekke'ye geldi. Karısı Hâcer'i
büyük bir ağacın altına koydu. Sonra İbrâhîm kendisi Şam'a, ailesinin yanma
gitmek üzere döndü. İsmail'in anası Hâcer de arkasından gitti. Nihayet Kedâ mevkiine
ulaştıkları zaman Hâcer, İbrahim'in arkasından: — Yâ İbrâhîm! Bizi kime bırakıyorsun? diye
ünledi. İbrâhîm: — Sizleri Allah'a bırakıyorum, dedi. Hâcer: — Ben Allah ile olmaktan razıyım, hoşnudum,
dedi. İbn Abbâs dedi ki:
Bunun üzerine Hâcer ilk yerine döndü. Artık kırbadan su içmeye ve sütü çoğalıp
çocuğuna emzirmeye devam etti. Nihayet su tükenince kendi kendine: — Gidip etrafa baksam belki bir kimse
görebilirim, dedi. İbn Abbâs dedi ki: Bu
düşünce üzerine Hâcer gitti ve Safa tepesine çıktı herhangi bir kimse
görebilir mi diye etrafa tekrar tekrar baktı. Fakat hiçbir kimse göremedi.
(Safâ'dan inip) vâdîye ulaşınca sür'at-le yürüdü ve Merve'ye geldi. (Orada da
etrafa baktı, hiç kimse göremedi.) Bu Safa' ile Merve arasında gidip gelme
işini yedi defa yaptı. Sonra kendi kendine: — Gidip de çocuğum ne yaptı, baksam! dedi. Akabinde gidip baktı
ve çocuğu kendi hâli üzere gördü. Çocuk kendisindeki susuzluktan dolayı ölmek
üzere baygınlık derecesinde göğsünden hıçkırıyordu. Hâcer'in gönlü kendisini
çocuğun bu hâli karşısında durdurmadı. Kendi kendine: — Gitsem etrafa
baksam, belki bir kimse görürüm, diye söylendi. Akabinde gitti, Safâ'ya çıktı;
bir kimse görmek ümîdiyle etrafa tekrar tekrar baktı,
fakat hiçbir kimse göremedi. Nihayet Safa ile Merve arasındaki bu gidip
gelmeleri yediye tamamladı. Sonra yine kendi kendine: — Gidip de çocuk ne yaptı baksam, dedi. Kendisi Merve üzerinde
bunları söylediği anda birden bir ses işitti. Bunun üzerine Hâcer: —Ey ses sahibi, eğer
sende bir hayır varsa yardım et! dedi. Böyle derken Zemzem
kuyusunun yerinde Cibril'i gördü. İbn Abbâs dedi ki:
Peygamber, ayağının topuğuyla işaret ederek gösterdi: Cibril ayağının topuğu
ile yeri dürttü. Dedi ki: Akabinde hemen su fışkırdı. İsmâîl'in anası hayrete
düştü ve yeri açmağa başladı. İbn Abbâs dedi ki:
Ebû'l-Kaasım (S): "Hâcer Zemzem'i kendi hâline bıraksaydı, su yeryüzünde
açıktan akardı" buyurdu. Dedi ki: Artık Hâcer
sudan içiyor, sütü çoğalıyor, çocuğunu em-ziriyordu. Dedi ki: Hâcer bu
suretle yaşarken Cürhüm kabilesinden birtakım insanlar Mekke vadisine
uğradılar. Onlar orada birtakım kuşların uçtuğunu gördüler. Kendileri bunu
inkâr edercesine: — Kuşlar su üzerinden
başka yerde bulunmaz, dediler ve hemen araştırıcı elçilerini gönderdiler. Elçi ve
beraberindekiler baktılar ve kendilerini bir su üzerinde gördüler. Hemen
kabileye gelip, onlara su olduğunu haber verdiler. Bunun üzerine Cürhümlüler
Hâcer'in yanına geldiler ve: — Ey İsmail'in anası!
Bizim de burada senin beraberinde olmamıza yâhud seninle beraber ikaamet
etmemize izin verir misin? dediler. (Hâcer onlara izin
verdi, beraber oturdular.) Nihayet Hâcer'in oğlu
bulûğ çağına erişince, Cürhümlüler içinde bir kadınla evlendi. Dedi ki: İsmâîl
evlendikten sonra İbrahim'e Hâcer'in bulunduğu yere gitmek düşüncesi belirdi.
Bunun üzerine ailesi Sâre'ye: — Ben Mekke'de bıraktıklarımı arayacağım, dedi. Dedi ki: Akabinde
Mekke'ye geldi ve İsmâîl'in karısına: . — İsmâîl nerede? diye sordu. İsmail'in karısı: — Ava gitti, dedi ve:
Bize konuk olsan, yiyip içsen! sözlerini söyledi. İbrâhîm: — Yiyeceğiniz nedir, içeceğiniz nedir? diye
sordu. Kadın: — Yiyeceğimiz ettir, içeceğimiz de sudur, dedi.
İbrâhîm: — Yâ Allah! Bunlar
için etlerinde ve içeceklerinde bereket halk eyle! dedi. İbn Abbâs dedi ki:
Ebû'l-Kaasım (S): "İbrahim'in duası sebebiyle Mekke'nin yiyecek ve
içeceğinde büyük bir bereket vardır" buyurdu. Dedi ki: Sonra
İbrahim'e yine Mekke'ye gitmek fikri belirdi ve ı ailesine: — Ben Mekke'de
bıraktıklarıma gideceğim, dedi (ve yollandı). Mekke'ye gelince
İsmail'le Zemzem kuyusunun arka tarafında kendi oklarını düzeltirken
karşılaştı. Buluşma töreninden sonra oğluna: — Yâ İsmâîl, Rabb'in
bana kendisi için bir Beyt yapmamı emretti, dedi. İsmâîl: — Rabb'inin emrine itaat et, dedi. İbrâhîm: — Rabb'in bu iş
üzerine bana yardım etmeni de emretti, dedi. İsmâîl: — Öyle ise yardım ederim, dedi; yâhud da dediği
gibi dedi. Bunun üzerine her ikisi kalktılar, İbrâhîm bina etmeye, İsmâîl de taşlan uzatıp
vermeye koyuldular ve: — "Ey Rabb'imiz, bizden kabul buyur.
Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" (ei-Bakara: 127)
duasını söylüyorlardı. Dedi ki: Nihayet bina
yükseldi. Yaşlı İbrâhîm de taşları nakletmekten zaîf oldu. Bundan sonra
İbrâhîm Makaam taşının üzerinde durdu da İsmâîl taşları ona uzatıp vermeye
başladı. Bu işleri yaparlarken: "Ey Rabb'imiz, bizden (bu hizmeti) kabul
buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen'sin Sen" duasını
tekrar tekrar söylüyorlardı [63]. 40-.......
Ben Ebû Zerr(R)'den işittim, şöyle dedi: Ben: — Yâ Rasûlallah!
Yeryüzünde ilk önce hangi mescid bina edilip konuldu? diye sordum. Rasûlullah (S): — "el-Mescidu'l-Harâm" buyurdu. Ben: — Sonra hangisi? dedim. Rasûlullah: — "el-Mescidu'l-Aksâ" buyurdu. Sonra
ben: — Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar
zaman vardır? dedim. Rasûlullah: — "Kırk sene" buyurdu. Sonra da: — "Bundan böyle namaz sana nerede
yetişirse sen namazı orada kıl! Çünkü faziletli namaz, vakti içinde kılınandır"
buyurdu [64]. 41-.......Amr
ibnEbî Amr'dan; o da Enes ibn Mâlik(R)'ten tahdîs etti: Uhud Dağı Rasûlullah'a
görününce: "Bu öyle bir dağdır ki, o bizi seviyor, biz de onu seviyoruz.
Yâ Allah, şübhesiz İbrahim Mekke'yi harem kılmıştır. Ben de Medine'nin şu iki
kara taşlık arasındaki sahasını hürmet edilmesi vâcib bir harem
kılıyorum" dedi [65]. Bu hadîsi Abdullah ibn
Zeyd de Peygamber'den rivayet etmiştir. 42-.......Abdullah
ibn Ebî Bekr, Abdullah ibn Umer'e Peygamber'in zevcesi Âişe(R)'den haber verdi:
Rasûlullah (S): — "(Yâ Âişe!) Görmedin mi, senin kavmin
Ka'be'yi bina ettiler, İbrahim'in temellerinden kısalttılar" buyurdu. Ben de: — Yâ Rasûlallah,
Ka'be'yi İbrahim'in temelleri üzerine döndürmez misin? dedim. — "Senin kavmin küfr zamanına yakın
olmayaydı" buyurdu. Abdullah ibn Umer:
Yemîn olsun ki, eğer Âişe bu hadîsi muhakkak Rasûlullah'tan işitmiş ise, ben
Rasûlullah'ın Hıcr'ı ta'kîb eden iki rüknü isti'lâm etmemesini, Beyt'in
İbrahim'in temelleri üzerine tamam olmamasındandır diye düşünüyorum, demiştir. Ve İsmâîl ibn Ebî
Uveys bu hadîsi rivayetinde: Abdullah ibnu Muhammed ibn Ebî Bekr diye beyânlı
söylemiştir [66]. 43-.......Amr
ibn Suleym ez-Zurakî şöyle demiştir: Bana Ebû Humeyd es-Sâidî (R) haber verdi.
Onlar: — Yâ Rasûlallah, sana nasıl salât okuyalım?
diye sormuşlar. Rasûlullah (S) da şöyle deyiniz buyurmuştur: — "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve
ezvâcihî ve zürrîyeti-hî kemâ salleyte alâ âli tbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin
ve ezvâcihî ve zürrîyetihî kemâ bârekte alâ âli tbrâhîme inneke hamîdun mecîd (Yâ Allah, İbrâhîm
ailesine salât ettiğin gibi Muhammed'e, zevcelerine ve zürrîyetine de salât et
ve Muhammed'i, zevcelerini ve zür-rîyetini İbrâhîm ailesini mübarek kıldığın
gibi mübarek kıl. Hiç şübhesiz Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin)" [67]. 44-.......Bize
Ebû Kurre Müslim ibnu Salim el-Hemdânî tahdîs edip şöyle dedi: Bana Abdullah
ibnu îsâ tahdîs etti; o, Abdurrah-mân ibn Ebî Leylâ'dan şöyle dediğini
işitmiştir: Bana Ka'b ibn Ucre (R) kavuştu da: — Ey İbn Ebî Leylâ!
Peygamber(S)'den işittiğim bir salât ve selâm hediyesini sana hediye edeyim
mi? dedi. Ben de: — Evet, onu bana hediye et, dedim. Ka'b: — Biz bir kerresinde
Rasûlullah'tan: Yâ Rasûlallah! Sizin ehli beytinize hâss olarak salât nasıldır?
Çünkü Allah bize yalnız (namazda) sana nasıl selâm edeceğimizi öğretmiştir,
diye sorduk. Rasûlullah bize: — "Allâhumme salli alâ Muhammedin ve alâ
âli Muhammedin kemâ salleyte alâ tbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdun
mecîdun. Allâhumme bârik alâ
Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli tbrâhîme
inneke hamîdun mecîdun deyiniz" buyurdu [68]. 45-.......İbnu
Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Hasan ile Hüseyin'e şu duayı okur ve:
"(Büyük) babanız îbrâhîm de bu duayı oğullan îstnâîl ile îshâk'a okuyup
bununla onları Allah'a sığındırırdı" buyurdu: "Eûzu
bi-kelimâtVllâhi't-tâmmeti min külli şeytanin ve hâmmetin ve min külli aynin
lâmmetin (Her nevi' şeytândan, her haşereden, dokunan her kötü gözden Allah'ın
tam olan (şifâ verici) kelimelerine sığınırım)" [69] . 13- Bâb: Azız Ve Celîl Olan Allah'ın Şu Kavli:
"Onlara
İbrahim'in konularını da haber ver: Hani bunlar onun huzuruna girip 'Selâm'
demişlerdi. O da: 'Biz sizden endişe
edicileriz' demişti. Dediler ki: 'Korkma, hakikat biz sana çok bilgin bir oğul
müjde ediyoruz'. 'Bana' dedi, 'İhtiyarlık çökmüşken (nasıl olup da) müjde
verdiniz? Bu tebşiri neye dayanarak yapıyorsunuz?' Dediler: 'Seni hakk olarak muştuluyoruz.
O hâlde sakın ümidini kesenlerden olma'. (İbrahim:) 'Rabb 'imin rahmetinden
sapıklardan başka kim ümidini keser?' dedi. 'Ey elçiler, daha işiniz nedir?' dedi.
Dediler: 'Gerçek biz günahkârlar güruhuna gönderildik. Şu kadar ki, Lût ailesi
bunların dışındadır. Biz onların hepsini
muhakkak kurtarıcılarız. Karısı başka. Biz onun mutlakaa geride kalanlar
arasında bulunmasını takdir ettik... " (ei-acr: 51-60). "Lâ tevceV\
"Lâ tahaf (yânı, korkma) demektir. "Hani İbrahim: 'Ey Rabb'im,
ölüleri nasıl dirilteceğim bana göster' demiş: (Allah buna) 'İnanmadın mı
yoksa?' demiş, o da: 'İnandım; fakat kalbimin (gözümle de görerek) yatışması
için' (istedim diye) söylemişti. Allah dedi ki: '''Dört
kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları (kesip) her parçasını bir dağın
üzerine bırak. Sonra da onları çağır.
Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki şübhesiz Allah bir kaadiri mutlaktır, tam
bir hüküm ve hikmet Sahibidir"
(el-Bakara: 260) [70]. 46- Bize
Ahmed ibn Salih tahdîs etti: Bize Abdullah ibnu Vehb el-Mısrî tahdîs edip şöyle
dedi: Bana Yûnus ibn Yezîd, İbn Şihâb'-dan; o da Ebû Seleme ibn Abdirrahmân ve
Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den; onlar da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki,
Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Biz İbrahim 'den daha haklıyız:
îbrâhîm: 'Ey Rabb 'im, ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" dediği
zaman Rabb'i: 'İnanmadın mı yoksa?' dedi. O da: 'İnandım, fakat kalbimin
(gözümle de görerek) yatışması için (istedim' diye) söylemişti"
(el-Bakara: 260). Allah Lût Peygamber'e
de rahmet etsin, O da yemin olsun çok sağlam bir rükne, Allah'a dayanıp
dururken: "(Âh) size yetecek bir kuvvetim olsaydı yâhud sarp bir kal'aya
sığınabilseydim" (Hûd: 80) dedi". Sonra Rasûlullah:
"Eğer ben zindanda Yûsuf'un kaldığı gibi uzun zaman mahbûs kalsaydım, onu
hapisten çıkarmağa gelen kişinin da'vetine hemen icabet ederdim (haydi efendine
git de tahkikat yapsın demezdim)" buyurmuştur [71]. 14- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı [72]:
"Kitâb'da
İsmail'i de an. Çünkü o, sözünde sâdıktı, rasûl bir peygamberdi. Kavmine
namazı, zekâtı emrederdi. Rabb'i nezdinde rızâya ermişti o" (Meryem:
54-55). 47-.......Selemetu'bnu'1-Ekva'
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Eşlem kabilesinden ok atışmakta olan bir
topluluğa uğradı da: — "Ey İsmail oğullan, ok atınız! Şübhesiz
sizin (büyük) babanız usta bir ok atıcısı idi. Ve ben bu yarışmada Fulân
oğulları ile beraberim" buyurdu. Râvî dedi ki:
Rasûlullah'ın bu sözünü işitince iki grup ok yarışçılarından bir tarafı
ellerini ok atmaktan çektiler. Bunun üzerine Ra-sûlullah: — "Size ne oldu ki atmıyorsunuz?"
buyurdu. Onlar da: — Yâ Rasûlallah! Siz
muhalifimiz grupla beraberken biz o tarafa nasıl ok atarız? dediler. Rasûlullah: — "Haydi atınız! Ben sizin hepinizle
beraberim" buyurdu [73]. 15- İbrahim'in Oğlu İshâk'ın Kıssası Babı [74]
Bu bâbda İbnu Umer ve
Ebû Hureyre'nin Peygamber(S)'den rivayet ettikleri hadîsler vardır [75]. "Yoksa, ölüm
Ya'kûb'un önüne geldiği vakit siz de orada hazır mı idiniz? (Hayır) o,
oğullarına: Benden sonra neye ibâdet edeceksiniz? dediği zaman onlar: Senin Tanrı'na
ve babaların İbrahim'in İsmail'in, İshâk'ın bir tek tanrı olan Allah'ına ibâdet
edeceğiz. Biz O'na teslim olmuş
müslümânlarız, demişlerdi" (ei-Bakara: 133) [76]. 48-.......Ubeydullah'tan;
o da Saîd ibn Ebî Saîd el-Makburî'den işitmiştir ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Peygamber'e: — İnsanların (Allah
katında) en çok kerem ve ihsana nail olanı kimdir? diye soruldu. Peygamber (S): — "İnsanların en kerîmi, en muttaki
olanıdır" buyurdu. Soranlar: — Ey Allah'ın
Peygamberi, biz Senden amel cihetiyle en kerîm olanı sormuyoruz, dediler. Bunun üzerine
Peygamber: — "İnsanların (şerefçe) en kerîmi Allah'ın
Peygamberi Yûsuj"Ij tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. O
da Allah'ın Peygamberi (İshâk'ın) oğludur. O da Allah 'in Peygamberi İbrahim
Halîlullah'ın oğludur" buyurdu. Suâl soranlar yine: — Biz Sana bundan sormuyoruz, dediler. Bu defa
Peygamber: — "Siz Ar ab şeceresinin ma'denlerinden
(yânî anaç soylarından) soruyorsunuz!" buyurdu. Onlar: — Evet, dediler. Peygamber: — "Sizin Câhiliyet zamanında hayırlı
olanlarınız, İslâm'ı anlayıp ilim üzere hareket ederlerse İslâm devrinde de en
hayırlı olanları-nızdır" buyurdu [77]. 17- Bâb:
"Lât'a da
(peygamberlik vermiştik). O zaman kavmine şöyle demişti: Siz gözünüz göre göre
hâlâ o kötülüğü yapacak mısınız? Gerçek, siz kadınları bırakıp da şehvetle
mutlakaa erkeklere yanaşacak mısınız? Hayır, siz beyinsizlikte devam edegelen
bir kavimsiniz. (Buna karşı) kavminin cevâbı: Lût Hanedanı 'nı memleketinizden
çıkarın. Çünkü onlar temizliğe zorlar insanlardır, demelerinden başka (birşey)
olmadı. Bunun üzerine biz de hem onu, hem geri kalanlardan olmasını takdir
ettiğimiz karısından başka bütün hanedanını kurtardık. Onların üstüne öyle bir
yağmur yağdırdık ki... "Ne kötü idi
inzâr edilenlerin yağmuru" (en-Nemi: 54-58) [78] 49- Bize
Ebû'l-Yemân tahdîs etti: Bize Şuayb haber verdi: Bize Ebu'z-Zinâd,
el-A'rac'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) "Allah
Lût'a mağfiret etsin. Muhakkak ki, o, çok sağlam bir rükne (yânî Allah'a)
dayanmakta idi" buyurmuştur [79]. 18- Bab:
"Vaktaki elçiler
Lût ailesine geldi. Lût dedi ki: 'Herhalde siz tanınmamış bir zümresiniz \
Onlar da: ‘Hayır' dediler, 'Biz
sana onların, hakkında şekk etmekte oldukları şeyi getirdik. Sana hakk ile
geldik. Biz şübhesiz doğru
söyleyenleriz'... " (ei-Hıcr: 6i-64)I "Tevellâ
bi-ruknihî" (ez-zâriyât: 39) "Beraberindekilerle yüz çevirdi, çünkü
onlar onun kuvvetidir. "Lâ terkenû" ıi3), "Meyi etmeyin" demektir.
"Fe-enkerahum" ve "Nekirahutn" (Hûd: 70)
"Vestenkerahum": Bunların hepsi bir ma'nâya olup "Onlardan
hoşlanmadı" demektir. Yuhraûne" (Hûd:
78) "Koşuyorlar" demektir. "Dâbira" (ei-Hıcr: 66) "Ahira"
demektir. "Sayhaten" (Yâsîn: 29) ' 'Heleketen''
demektir. "Li'l-mutevessimîn" (ei-Hîcr: 75) "Bakanlar"
yâhud "Düşünenler" demektir. "Le-bi-sebîlin " (ei-Hıcr; 76)
"Le-bi-tarîkin" demektir [80]. 50- Bize
Mahmûd ibn Geylân tahdîs etti: Bize Ebû Ahmed tahdîs etti: BizeSufyân
es-Sevrî, Ebû İshâk'tan; o da el-Esved'den tahdîs etti ki, Abdullah ibn Mes'ûd
(R) şöyle demiştir: Peygamber (S): "Fehel min muddekir" (ei-Kamer'de,
altı kerre) şeklinde okudu [81]. 19- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Semûd kavmine de
kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: *Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Size Rabb'inizden
apaçık bir mu 'cize gelmiştir. İşte size bir alâmet olmak üzere Allah'ın şu
dişi devesi! Onu bırakın, Allah'ın arzında otlasın. Ona bir fenalıkla
dokunmayın. Sonra sizi acıklı bir azâb yakalar. Düşünün ki, Allah sizi Âd'den
sonra hükümdarlar yaptı. Yeryüzünde sizi yerleştirdi. Ovalarından köşkler
yapıyor, dağlarından evler yontuyorsunuz. Artık hepiniz Allah'ın lutuflarını
anın, yeryüzünde fesâdçılar olup taşkınlık yapmayın!' Onun kavminden büyüklenen
ileri gelenleri de kendilerince hor görülenlere, onların içinden îmân edenlere
şöyle dediler: 'Siz Salih'in
gerçekten Rabb'i katından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz?'
Onlar da: 'Biz* dediler, 'Doğrusu
onunla ne gönderildiyse ona îmân edicileriz1. (Yine) o kibirlenen kimseler:
'Biz, doğrusu o sizin îmân ettiğinizi inkâr ile kâfir olanlarız' dediler.
Derken o dişi deveyi, ayaklarını keserek öldürdüler, Rabb'lerinin emrinden
uzaklaşıp isyan ettiler ve: 'Salih, eğer sen gönderilmiş peygamberlerden isen,
bizi tehdîd edip durduğun azabı getir bize' dediler. Bunun üzerine onları
şiddetti bir sarsıntı tutuverdi de yurtlarında dizüstü çöken kimseler oldular.
O da onlardan yüz çevirdi ve (kendi kendine) şöyle dedi: 'Ey kavmim, and usun
ki, ben size Rabb'imin elçiliğini tebliğ etmişimdir. Size nasihat
etmişimdir. Fakat siz nasîhatçileri sevmezsiniz ki" (ei-A'mf: 73-79) el-Hıcr Sûresi'nde de
bu vakıa özetlenerek verilmiştir: "And olsun ki, Ashabu Hıcr da
peygamberleri tekzîb etmişlerdir. Biz
onlara âyetlerimizi vermiştik de bunlardan yüz çevirici idiler. Onlar dağlardan
emîn evler yontup oyarlardı. Derken onları dahî sabaha girdikleri sırada o
(korkunç) ses yakalayıverdi. Binâenaleyh
kazanageldikleri o şeyler kendilerinden (hiçbir azabı) def edemedi"
(ei-Hıcn so-84). "el-Hıcr",
Semûd kavminin oturduğu yerdir. Amma "Horsun
hıcrun" (ei-En'âm: 138) ta'bîrine gelince, bu "Haram ekin"
demektir. Men' edilmiş herşey "Hıcrun mahcürun"dur (ei-Furkaan:
22,53). "Ve'I-Hacru", kurduğun her binadır ve Arz'dan onun üzerine
men' ettiğin şey de
"Hıcr"dır. İşte Ka'be'nin
Hatîm'i, bu kabilden "Hıcr" diye isimlendirildi. Sanki o
"Mahtûm"dan, yânî "Kesilmiş" ta'bîrinden türemiştir;
"Katîl"in "Maktûl"den olması gibi. Ve atların dişisine de
"Hıcr" denilir; "Akl"a da "Hıcr" ve
"Mıcen" denilir <ei-Fecr: 5). Amma Yemâme'nin "Hacr"ine
gelince, o bir menzildir [82]. 51-.......Abdullah
ibn Zem'a (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber(S)'den işittim, kendisi Salih Peygamber'in
dişi devesini öldüreni zikretti de: "Salih 'in dişi devesini, kuvvette
Ebû Zem 'a gibi kavmi arasında izzet ve şevket sahibi birisi öldürme da'vetine
icabet etti" buyurdu. 52-.......
Bize Süleyman ibn Bilâl, Abdullah ibn Dinar'dan; o da İbn Umer(R)'den tahdîs
etti ki, Rasûlullah (S) Tebûk gazvesinde Semûd kavminin helak olduğu Hıcr
vadisinde konakladığı zaman, sahâbîlerine buranın kuyusundan su içmemelerini ve
buradan su almamalarını emretmiş. Sahâbîler: — Biz bu kuyunun
suyundan alıp hamur yoğurduk ve su kaplarımızı doldurduk, demişler. Bunun üzerine
Rasûlullah onlara bu hamuru atmalarım ve aldıkları suyu da dökmelerini
emretmiştir. Ve Sebre ibn
Ma'bed'den ve Ebu'ş-Şumûs'tan, Peygamber'in yiyeceklerin atılmasını emrettiği
rivayet olunur. Ebû Zerr de Peygamber'in, buranın suyuyla hamur yoğuran
kimseye bunu atmasını emrettiğini söylemiştir. 53-.......
Abdullah ibn Umer (R) ona (yânî Nâfi'e) şöyle haber vermiştir: İnsanlar
Rasûlullah'm beraberinde Semûd arazîsi olan el-Hıcr'a inip konakladılar,
akabinde oranın kuyusundan su aldılar ve bununla hamur yoğurdular. Rasûlullah
(S) onlara, oranın kuyusundan aldıkları suyu dökmelerini, o su ile yoğurulan
hamuru develere yedirmelerini emretti. Ve yine RasûIuİlah onlara Salih
Peygamber'in dişi devesinin su içmeye gelmekte olduğu kuyudan su almalarını
emretti. Bu hadîsi Nâfi'den
rivayet etmekte Ubeydullah'a, Usâme ibn Zeyd ibn Harise mutâbaat etmiştir [83]. 54-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Salim, babası Abdullah ibn Umer(R)'den şöyle haber verdi:
Peygamber (S) el-Hıcr'a uğradığı zaman: "Ağlayıcılar olmanız hâli
müstesna, onlara isabet eden musibetin sizlere isabet etmesinden sakınmak için
kendi nefislerine zulmetmiş olan kimselerin meskenlerine girmeyiniz"
buyurdu. Sonra kendisi devesinin üzerinde olduğu hâlde ridâsıyle örtündü. 55-.......Abdullah
ibn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Ağlayıcılar
olmanız müstesna, onlara isabet eden azabın benzerinin size isabet etmesinden
sakınmak için kendi nefislerine zulmetmiş olan kimselerin meskenlerine girmeyiniz"
buyurdu [84]. 20- Bab:
Yoksa (ey Yahudiler),
ölüm Ya'kûb'un önüne geldiği zaman siz de orada hazır mı idiniz?"
(ei-Bakara: 133). 56-.......Abdullah
ibn Dinar'dan; odaîbnUmer(R)'dentahdîs etti ki, Peygamber (S): "Kerîm
oğlu-Kerîm oğlu Kerîm oğlu Kerîm, İbrahim oğlu Ya'kûb oğlu Yûsuf
aleyhi's-selâmdır"buyurmuştur [85]. 21- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'And olsun ki,
Yûsuf'un ve kardeşlerinin kıssalarında soranlar için nice ibretler vardır**
(Yusuf: 7). 57-.......Ubeydullah
şöyle demiştir: Bana Saîd ibn Ebî Saîd, Ebû Hureyre(R)'den haber verdi:
Rasûlullah'a: — İnsanların en kerîmi kimdir? diye soruldu.
Rasûlullah (S): — "Allah'a en takvâlı olanlarıdır"
buyurdu. Sahâbîler: — Biz sana bundan sormuyoruz, dediler.
Rasûlullah: — "İnsanların şerefçe en kerîmi, Allah'ın
Peygamberi Yûsuf'tur. Yûsuf, Allah'ın Peygamberi (Ya'kûb'un) oğludur. O da
Allah'ın Peygamberi (İshâk'ın) oğludur. O da Allah'ın Peygamberi
Halîlul-lah'ın oğludur" buyurdu. Sahâbîler: — Biz sana bundan sormuyoruz, dediler. Rasûlullah: — "Siz bana Arab şeceresinin
ma'denlerinden (yânî ana soylarından) soruyorsunuz. İnsanlar ma
'denler(g,ibi)dir. İnsanların câhi-liyet zamanında hayırlı olanları İslâm 'ı
anlayıp ilim üzere yaşarlarsa, İslâm devrinde de en hayırlı olanlarıdır"
buyurdu [86]. 58- Bana
Muhammed ibn Selâm tahdîs etti: Bize Abde ibn Süleyman, Ubeydullah'tan; o da
Saîd'den; o da Ebû Hureyre(R)'den; o da Peygamber(S)'den olmak üzere bu hadîsi
haber verdi [87]. 59-.......Ben
Urve ibnu'z-Zubeyr'den işittim, Peygamber (S) Âişe(R)'ye: — "Ebû Bekr'e emret de insanlara namazı
kıldırsın" buyurmuş. Âişe: — Ebû Bekr pek yufka
yürekli bir adamdır. Ne zaman Sen'in ma-kaamına dikelirse kalbi incelir, demiş. Peygamber evvelki
emrini tekrar buyurmuş, Âişe de "Ebû Bekr hüzünlü bir adamdır" sözünü
tekrarlamış. Şu'be ibnu'l-Haccâc
yukarıdaki senedle dedi ki: Peygamber üçüncü yâhud dördüncü defasında: — "Şübhesiz
sizler, Yûsuf Peygamber'in karşılaştığı kadınlarsınız. Ebû Bekr'e emredin de
namazı kıldırsın'' buyurdu [88]. 60-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) hastalandı da: — "'Ebû Bekr'e emredin, insanlara namaz
kıldırsın!"'buyurdu. Âişe: — Ebû Bekr yufka
yürekli bir adamdır, dedi. Peygamber önce emrinin benzerini söyledi. Âişe de
sözünün benzerini söyledi. Bunun üzerine Peygamber: — "Ebû Bekr'e emredin! Şübhesiz siz
kadınlar Yûsuf Peygamber 'in sahibelerisiniz (yânı onun günündeki
kadınlarsınız)" buyurdu. Akabinde Ebû Bekr,
Rasûlullah'ın hayâtında imâm oldu. Râvî Hüseyin ibn Alî el-Cu'fî, Zaide ibn
Kudâme'den "İnce kalbli bir adam" şeklinde söylemiştir [89]. 61-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle duâ buyurdu: "Yâ Allah!
Ayyaş ibn Ebî Rabîa'yı kurtar! Yâ Allah! Se-lemete'bne Hişâm 'ı kurtar! Yâ
Allah! el- Velîd ibne'l- Velîd'i kurtar! Yâ Allah! (Kâfirlerin elinde bunalıp)
zayıf ve âciz görülen diğer mü'-minleri kurtar! Yâ Allah! Mudar'ı daha şiddetle
çiğne! Yâ Allah! İçinde bulundukları bu yılları Yûsuf Peygamber'in o şiddetli
yıllarına benzet!" [90]. 62-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: 'Allah Lût
Peygamber'e rahmet etsin! Yemin olsun ki, o muhakkak çok sarp bir kal'aya
sığınıyordu. Ve eğer ben zindanda Yûsuf'un kaldığı kadar uzun zaman mahbûs
kalsaydım, sonra bana, çıkarmak üzere o da'vetçi gelseydi, ben hemen ona icabet
ederdim" [91]. 63-.......Mesrûk
şöyle demiştir: Ben Âişe'nin anası Ümmü Rûmân'a Âişe hakkında yapılan Ifk
dedikodusunu sordum. O şöyle dedi:* Ben Âişe'nin beraberinde idim, ikimiz
oturuyorduk. Birden yanımıza Ensâr'dan bir kadın girdi. O: — Allah fulan kimseye
(yânî Mıstah ibn Usâse'yıe) lâyıkını yapsın ve yaptı, dedi. Ümmü Rûmân dedi ki:
Ben o Ensâriyye kadına: — Sen niçin Allah
fulana şöyle yapsın ve yaptı diyorsun? dedim. Ensâriyye kadın: — Çünkü o, Ifk sözünün
zikrini oradan oraya taşıyıp yaydı, dedi. Bunun üzerine Âişe: — Bu adam hangi sözü yaydı? dedi. O kadın Ifk ehlinin
sözlerini Âişe'ye haber verdi. Ümmü Rûmân dedi ki: — O sözü Ebû Bekr ile Rasûlullah işittiler mi?
diye sordu. Ümmü Rûrhân: — Evet, o sözü bunların ikisi de işitti, dedi. Bunun üzerine Âişe
bayıldı. Âişe ancak üzerinde titreme ile beraber bir ateş olduğu hâlde ayıldi.
Akabinde Peygamber geldi ve: — "Âişe'nin nesi var?" diye sordu.
Ümmü Rûmân dedi ki: Ben: — Âişe'yi» kendisi
hakkında konuşulmakta olan bir sözden dolayı bir humma, yânî ateşli hastalık
yakaladı, dedim. Bunun üzerine Âişe
oturdu ve şöyle dedi: — Eğer ben size bu
söyleneni yapmadım diye yemîn etsem, sizler beni tasdîk etmezsiniz. Eğer özür
ve bahane serdedip kusurumu dilesem, sizler benim özrümü kabul etmezsiniz. Artık
bu vaziyette be- nim meselimle sizin
meseliniz, Ya'kûb Peygamber ile oğullarının meseli gibidir. (Çünkü o güzel bir
sabr etti ve şöyle dedi:) "Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına
sığınılacak, ancak Allah'tır" (Yûsuf: 18). Akabinde Peygamber (S)
oradan ayrıldı, Allah da (Âişe'nin 6e-râeti hakkında) indirdiğini indirdi.
Peygamber bu berâet müjdesini Âişe'ye haber verdi. Bunun üzerine Âişe: — Ben ancak Allah'a
hamd ile meşgul olurum, başka bir kimseye hamd ile değil, demiştir [92]. 64-.......İbnŞihâb
şöyle demiştir: Bana Urve haber verdi. Kendisi Peygamber'in zevcesi
Âişe(R)'ye: — Allah'ın şu kavline
ne dersin; bana bundan haber ver: "Hattâ o peygamberler (kavimlerinin
îmânından) ümîdlerini kesip de onların (va'd olundukları ilâhî nusrat hakkında)
muhakkak yalana çıkarıldıklarını zannettikleri sırada, onlara nusratımız
yetişip gelmiş..." (Yûsuf: no); "Onların muhakkak yalana
çıkarıldıklarını" yahud "Kendilerine yalan söylenmiş
olduğunu'"! Âişe: — Zann, senin anladığın gibi kendi babı üzere
değildir. Fakat kendi kavimleri o peygamberleri yalanlamışlardır, dedi. Ben, Âişe'ye; — Vallahi onlar kesin
surette kavimlerinin kendilerini tekzîb ettiklerini bilmişlerdir; o zann
değildir, dedim. Âişe (onu reddedici
olarak): — Yâ Ureyye (yânı: Ey Urvecik)! Onlar bunu
kesin bilmişlerdir, dedi. Ben: — Belki âyet
"Yâhud kuzibu'= Kendilerine yalan söylendi (yâ-nî peygamberlere yalan
va'dler söylendi)" demektir, dedim. Âişe: — Maazallâhî (= Bundan
Allah'a sığınırım). Rasûller hiçbir zaman Rabb'lerinin va'dinin ihtilâf
edeceğini düşünmemişlerdir. Amma şu "ez-Zânnîne billahi zanne's-sev'i =
Allah'a kötü zannda bulunanlar" <d-Feth: 6) âyetine gelince onlar
Rabb'lerine îmân etmiş ve peygamberleri tasdîk etmiş olan peygamberlerin
tâbi'leridir; bunlar üzerine belâ uzamış, ilâhî yardım ve zafer onlardan
gecikmiş, hattâ peygamberler kendi kavimlerinden olup da, peygamberleri tekzîb
edenlerden ümîdsizliğe düştükleri ve tâbi'lerinin kendilerini tekzîb ettiklerini
zannetmiş oldukları zaman, onlara Allah'ın yardımı gelmiştir, dedi [93]. Ebû Abdillah el-Buhârî
şöyle dedi: "İstey'esû"nun vezni (lYe-istu minhu", yânî
Yûsuf'tan ümîd kestim ta'bîrinden "İftealû"dur. -el-Asîlî'de:
"İstef'alû"dur-. "Lâ tey'esû min ravhillâh" -Allah'ın
rahmetinden ümîd kesmeyin- (Yûsuf:, 87); bunun ma'nâsı ümîddir [94]. 65-.......İbn
Umer(R)'den, Peygamber (S): "Kerîm oğlu, Kerîm oğlu, Kerîm oğlu Kerîm,
İbrâhîm oğlu îshâk oğlu Ya'kûb oğlu Yûsuf aleyhi's-selâmdır" buyurmuştur [95]. 22- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Eyyûb'u da
(hatırla). Hani o Rabb'ine: 'Hakikat bana derd çattı. Sen ise acıyanların en
acıyanısın' diye niyaz etmişti" (el-Enbiyâ: 83) "Irküd"
(Sâd: 42), "Vur"; "Yerkudûn" (ei-Enbiyâ: 12),
"Koşuyorlar" demektir [96]. 66-.......Bana
Ma'mer, Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Eyyûb, mu'cize-li suda soyunmuş olarak yıkandığı sırada
üzerine altından düzülmüş bir sürü çekirge düştü. Eyyûb bunları hemen toplayıp
elbisesine doldurmaya başladı. Bunun üzerine Rabb'i: — Yâ Eyyûb! Ben seni görmekte olduğun bu altın
çekirgelerden yana zengin kılmadım mi? diye nida etti. Eyyûb: — Evet Rabb'im, beni o
suretle zengin kıldın. Fakat senin hayır ve bereketinden benim için müstağnî
olmak yoktur, dedi" [97]. 23- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Kitâb'da Musa'yı
da an. Çünkü o, ihlâsa erdirilmişti. Rasûl bir peygamberdi. Biz ona Tûr'un sağ
yanından nida ettik. Onu çok münâcât eden bir kimse olarak yaklaştırdık. Ona merhametimizden
dolayı kardeşi Hârûn 'u da kendisine bir peygamber olarak ihsan ettik.(Meryem:
51-53). Vâhid, iki ve cemi'
için "Necî (= Çok münâcât eden)" denilir. Ve "Halasû
neciyyen" (Yûsuf: so) denilir; bu "Fısıldaşarak bir yana
çekildiler" demektir. Bunun cem'i de "Enciyetun"dur.
"Yetenâcevne" (ei-Mucâtjiie: 8), "Fısıldaşıyorlar"
demektir. "Telekkafu" (ei-Arâf: in) "Telekkarnu"
(yânî tutuyor) demektir [98]. 24- Bâb:
"Fir'avn
ailesinden olup îmânını gizlemekte bulunan bir mü 'min de şöyle dedi: *Siz bir
adamı, Rabb Hm Allah 'tır demesiyle öldürür müsünüz? Hâlbuki o size Rabb
Hnizden apaçık mu 'cizeler de getirmiştir. Bununla beraber, eğer o bir yalancı
ise, yalanı kendine. Eğer doğru söyleyici ise, sizi tehdîd edegeldiği azabın
bir kısmı olsun sizi çarpar. Şübhesiz Allah, haddi aşan, yalancı olan kimseyi
muvaffak kılmaz1' (ei-Mumin: 28)" [99] 67-.......
Âişe (R) şöyle dedi: Peygamber (-S-Cibrîl kendisine vahy getirdikten sonra
Hırâ'dan) korkuyla yüreği titreyerek Ha-dîce'ye döndü. Bundan sonra Hadîce,
Peygamber'i birlikte alıp amca oğlu olan Varaka ibn Nevfel'in yanına götürdü.
Bu zât (puta tapıcı-lığı terkedip) Hrıstiyan Dîni'ne girmiş, İncil'i Arab
diliyle okuyan bir kimse idi. Varaka, Peygamber'e: — Ne görüyorsun? dedi. Peygamber gördüklerini
ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka: — Bu gördüğün,
Allah'ın Mûsâ Peygamber'e indirdiği Nâmûs'tur (yânî vahy sırrının sahibidir).
Eğer senin da'vet günlerine yetişirsem, sana kuvvetli bir şekilde yardım
ederim, dedi. "en-Nâmûs",
Allah'ın başkalarından gizlemekte olduğu şeyleri kendisine bildirmekte olduğu
sır sahibidir [100]. 25- Aziz Ve Celîl Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Musa'nın haberi
geldi mi sana? Hani o, bîr ateş görmüştü de ailesine: 'Siz (burada) durun.
Hakikat ben bir ateş gördüm. Belki ondan size bir kor getirir yâhud ateşin
yanında bir yol (gösterici) bulurum' demişti. İşte Mûsâ; ona gelince kendisine
şöyle nida olundu: 'Ey Mûsâ! Şübhesiz benim ben senin Rabb 'in! Haydi pabuçlarını
çıkar. Çünkü sen mukaddes bir vâdîde Tûvâ'dasın" (Tâhâ: 9-12) [101] Ânestu absartu
naran", "Bir ateş gördüm, belki ondan size bir kor getiririm"
ma'nâsınadır. İbn Abbâs şöyle
demiştir: "Mukaddes", "Mübarek" demektir. "Tûvâ",
vâdînin ismidir; "Sîretehâ", "Hâletehâ";
"en-Nuhâ" "et-Tukaa", "Bi-melkinâ", "Bi-emrinâ";
"Hevâ>\ "Şakiye", "Fârığan illâ min zikri Mâsâ",
"Musa'nın anasının kalbi Mûsâ düşüncesinden başka herşeyden boş olarak
sabahladı"; "Rid'en key yusaddıkanî..." "Kardeşim Hârûn
lisânca benden daha fasihtir, onu da benimle, beni tasdik edecek bir yardımcı
yap". "Rid'en"in tefsirinde "Mugîsen" yâhud "Muînen"
denilir. "Yebtuşu" ve "Yebtışu" fiili birinci ve ikinci
bâblardan söylenir. "Ye'temirûn", "İstişare ediyorlar";
"el-Cezvetu", kendisinde alev bulunmayan odundan kalın bir ateş
parçası, "Seneşuddu", "Senuînuke" (yânî sana yardım
edeceğiz); Ne zaman bir şeyi kuvvetlendirirsen, ona kuvvet verecek bir pazu yapmışsındır. İbn Abbâs'tan
başkaları da şöyle dedi: Bir harf söyleyemezse yâhud söylemede temteme ve
fe'fee olduğu hâlde söylerse, o, dilde bir ukdedir [102]. "Ezri",
"Sırtımı"; "Feyushıtekum", "Sizi helak edecek";
"el-MusW\ "el-Emselu"nun müennesidir Bi-tarîkatıkumu 'l-muslâ ''Bi-dînikumu 'l-musiâ'' (yânî düzgün olan
dîninizle) diyor. "Muslâyı al, emseli al" denilir. "Sonra saf fa
geliniz": Sen bu gün saffa geldin mi? denilir, bununla içinde namaz
kılınan musallayı kasdeder. "Evcese hîfeten", "İçinde bir korku
gizledi" demektir. "Mı/eten" kelimesinden -hâ'nin kesresinden
dolayı- vâv harfi gitti. "Fî cuzûl'n-nahli", "Ala
cuzuı'n-nahli" (yânî hurma gövdeleri üzerine) demektir.
"Hatbuke", "Bâluke", yânî hâlin, sânın demektir.
"Misâse", mufâale babının masdarıdır. "Le-nensifennehû"
"Onu zerre zerre savunurum"; "esed-Dahâu",
"Sıcaklık"; "Kussîhi", "Onun izi üzere git, onu ta'kîb
et" demektir. Bazen "Biz sana en güzel kıssa anlatıyoruz" gibi
söz nakletmek ma'nâsına olur. "An
cunubin", "Uzaktan" demektir; "An cenabetin" ve
"An ictinâbin" de bir ma'nâyadır. Mücâhid de şöyle demiştir: "Alâ
kaderin" "Bir va'de kadar"; "Lâ teniyâ", "Zayıflamayın,
gevşemeyin"; "Mekânen sııven", "Aralarında eşit uzaklıkta
bir yer"; "Yebesen", "Yâbisen" yânî kuru; "Min
zînetVl-kavmV\ İsrail oğulları'nın Fir'avn halkından ariyet aldıkları zînetler; "Kazefethâ";
Musa'nın anası o sandığı suya attı; "Elkaa",
"Yaptı" (yânî Sâmirî onlara bir buzağı heykeli yaptı), "Mûsâ
unuttu": Bu sözü Sâmirîler söylüyorlardı: "Sâmirî onlara
böğüren bir buzağı heykeli çıkardı da: İşte sizin de, Musa'nın
da tanrısı budur. Fakat Mûsâ unuttu, demişlerdi (yânî Mûsâ Rabb'de yanıldı,
onlara buzağı hakkında hiçbir söz söylemedi, demişlerdi)" [103]. 68-.......Bize
Katâde, Enes ibn Mâlik'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'dan tahdîs etti ki,
Rasûlullah (S) onlara kendisinin göklere yürütüldüğü geceden anlatıp şöyle
buyurmuştur: "Nihayet beşinci semâya geldi ve orada Harun'la karşılaştı.
Cibril: — Bu Hârûn 'dur, ona selâm ver, dedi. Ben de ona selâm
verdim, o da selâmımı aldı. Sonra: — Merhaba sâlih kardeş ve sâlih peygamber!
dedi." Bu hadîsi Enes'ten; o
da Peşgamber'den rivayet etmekte Katâ-de'ye Sabit el-Bunânî ile Abbâd ibn Ebî
Alî mutâbaat etmişlerdir [104]. 26- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
"Musa'nın haberi
geldi mi sana.., " (Tâhâ: 9); 'Öyle rasûller gönderdik ki, kıssalarını
hakikat önceden sana bildirdik. Yine öyle rasûller yolladık ki, sana onların
kıssalarını haber vermedik. Allah Musa'ya da hitâb İle konuştu" (en-Nisâ:
164) [105]. 69-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Geceleyin yürütüldüğüm
zaman Musa'yı gördüm. Baktim ki Mûsâ, Yemen'in Şenûe kabilesi erkeklerinden
biri gibi uzun boylu, balık etli bir zâttır, isa'yı da gördüm. Baktım ki, o,
orta yapılı, sanki hamamdan çıkmış gibi al çehreli idi. (Ben İbrâhîm'i de gördüm.)
Çocukları içinde İbrahim 'e en çok benzeyeni benimdir. Sonra bana birinin
içinde süt, diğerinde şarâb bulunan iki kap getirildi. Cibril bana: — Bunlardan hangisini istersen iç, dedi. Ben
sütü aldım ve onu içtim. Bana: — Fıtratı aldın. Eğer
sen şarâbı almış olaydın, ümmetin azgın olurdu, denildi." [106]. 70-.......Katâde
şöyle demiştir: Ben Ebû'l-Âliye'den işittim: Bize Peygamberinizin amca oğlu,
yânî İbn Abbâs tahdîs etti: Peygamber (S): "Hiçbir kul için 'Ben Yûnus ibn
Mettâ'dan hayırlıyım' demek lâyık olmaz" buyurmuş ve Yûnus'u babası
Mettâ'ya nisbet etmiştir. Ve yine Peygamber geceleyin yürütüldüğü vakti
zikretti de: "Mûsâ buğday renkli, uzun boyludur; sanki Yemen 'in Şenûe
kabilesi erkeklerinden biri gibidir" buyurdu. Ve yine Rasûlullah:
"îsâ toplu vü-cûdlu ve orta boyludur" buyurdu. Cehennem'in bekçisi
olan Mâlik'i de zikretti, DeccâPi de zikretti [107]. 71-.......Saîdibn
Cubeyr'den; o da İbn Abbâs(R)'tan şöyle tahdîs etti: Peygamber (S) Medine'ye
geldiği zaman Medîneliler'i bir gün, yânî âşûrâ günü oruç tutarlar buldu.
(Peygamber: Bu nedir? diye sorunca) Onlar: — Bu büyük bir gündür.
Bu öyle bir gündür ki, Allah bu günde Musa'yı (ve ümmetini düşmanlarından)
kurtardı ve Fir'avn hanedanını da denizde boğdu. Onun için Allah'a şükr olarak
bunda oruç tuttu, dediler. Bunun üzerine
Peygamber: — "Ben Musa'ya Yahudiler'den daha
yakınım"buyurdu da kendisi bu günü oruç tuttu ve bu gün oruç tutulmasını
emretti [108]. 27- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Mûsâ ile otuz
gece sözleştik ve ona bir on gece daha kattık. Bu suretle Rabb 'inin ta Jyîn
buyurduğu vakit kırk gece olarak tamamlandı, Mûsâ, kardeşi Harun 'a dedi ki:
'Kavminin içinde benim yerime geç, ıslâh et, fesâdcıların yoluna uyma!' Vaktâ
ki Mûsâ ta 'yîn ettiğimiz vakitte geldi, Rabb 7 ona ilâhî sözünü söyledi. Mûsâ
dedi ki: 'Rabb Hm, göster bana Seni göreyim!' buyurdu: 'Beni kaViyyen
göremezsin. Fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durabilirse sen de beni görürsün
\ Derken Rabb 7 o dağa tecellî edince, onu paramparça ediverdi. Mûsâ da baygın
yere düştü. Aydınca dedi ki: Seni tenzih ederim. Tevbe ettim sana. Ben îmân
edenlerin ilkiyim" (ei Araf: 142-144). Şöyle denilir:
"Dekkehû", "Zelzelehû" yânı "Onu salladı";
"Ve humiletVl-ardu ve'l-cibâlu fe duketâ dekketen vâhideten = Yerle dağlar yerlerinden kaldırılıp birbirine
bir çarpışla hepsi toz hâline geldi" (ei-Hâkkaa: 14), yânı cem' ile
"Dukıkne" demedi. Çünkü "Dağlar" cemi* hükmündedir;
"Arz" da cemi* hükmündedir. Lâkin Allah dağları
birşey kıldı da bunun için tesniye ile "Fe dukketâ" denildi. Nitekim
Azız ve Celîl Allah "Kânetâ" da
tesniye ile "Enne's-semâvâti vel-arda kânetâ ratkan" (eiEnbiyâ: 30)
buyurdu da kaaideye göre cemi* ile "Kunne ratkan" demedi. Bunlardan
herbirini tekbirşey kıldı. "Ratkan", "Multesıkateyni" yânî
"Birbirine bitişik iki şey" demektir. "Küfürlerine binâen
özlerine buzağıiçirilmişti" {ei Bakara: 93) "Sevbun müşerrabun"
denilir ki, "Boyanmış
kumaş" demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir: "İnbeceset"
(ei-A'râf; i6o> "Fışkırdı" demektir. "Ve iz nataknâl-cebele
fevkahum" (el-A'râf: m) da "Nataknâ", "Rafa'nâ",
yânî "Kaldırdık" demektir [109]. 72-.......Yahya
ibn Umâre'den; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "İnsanlar kıyamet gününde bayılıp yere düşecekler, (ben de
bayılacağım). Fakat ben ayılanlann ilki olurum. Bir de bakarım ki, Mûsâ Arş'ın
ayaklarından birine tutunmuş duruyor. Benden evvel mi ayıldı yâhud Tûr'daki
bayılması ile mi cezalandırıldı, bilemiyorum" [110]. 73-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Eğer İsrâîl
oğulları olmasaydı et kokmazdı, Havva (anamız) olmasaydı kadın cinsi hiçbir
zaman zevcine hıyanet edip aldat-mazdı" [111]. 28- Seylden Olan Tûfân Babı
Çok (yânî arka arkaya
devamlı) olan ölüme de "Tûfân" denilir. "Kummel", küçük
kenelerdir ki, büyük nevi'nin küçüklerine benzer. "Hakîkun", 'Hakkun"
demektir. "Sukıta"t "Pişman olan herkesin eli düşmüştür (yânî
şaşmıştır)" [112]. 29- Hızır'la Mûsâ Aleyhima's-Selâm Hadîsi Babı
74-.......Ubeydullah
ibn Abdillah, İbn Abbâs'tan haber vermiştir: İbn Abbâs ile el-Hurr ibn Kays
el-Fezârî, Mûsâ Peygamberdin ken- dişini bulmak için
gitmiş olduğu sahibi hakkında münâkaşa etmişlerdir. İbn Abbâs: — O zât Hızır'dır, demiştir. Akabinde bu münâkaşa
edenlerin yanından Ubeyy ibn Ka'b geçmiş. İbn Abbâs, hemen onu çağırmış ve: — Ben, şu meclis
arkadaşım el-Hurr'le, Musa'nın kendisiyle buluşmak için yol bulmak istediği
sahibi hakkında mücâdele ettim. Sen Rasûlullah'tan onun hâlini zikrederken bir
hadîs işittin mi? diye sormuş. Ubeyy de şöyle
demiştir: — Evet, ben
Rasûlullah'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Mûsâ, İsrâîl oğullan 'ndan bir
topluluk içinde bulunduğu sırada bir kimse geldi ve Musa'ya: 'Senden daha
bilgili bir kimse biliyor musun?' diye sordu. Mûsâ: ıHayır bilmiyorum' dedi.
Bunun üzerine Allah, Musa'ya: 'Evet senden daha âlim, kulumuz Hızır vardır'
diye vahyetti. Mûsâ hemen Rabb 'inden ona kavuşmanın yolunu istedi. Ve o kula
ulaşmak için balık bir alâmet yapıldı ve kendisine: 'Sen balığı kaybettiğin
zaman hemen dön, çünkü sen ona kavuşacaksın' denildi. Artık Mûsâ balığın
denizdeki izini ta'kîb ediyordu. Nihayet hizmet eden genç, Musa'ya: 'Gördün
mü, kayaya sığındığımız vakit ben balığın gittiğini haber vermeyi unutmuşum.
Onu söylemeyi bana unutturan da şeytândan başkası değil' dedi. Mûsâ: 'İşte
bizim arayacağımız bu idi' dedi ve hemen izlerinin üzerinde gerisin geri
döndüler. Derken Hızır'ı buldular. Bundan sonra Mûsâ ile Hızır'ın sânlarından
olan şeyi Allah kendi Kitâb'ında kıssa edip anlatmıştır" [113]. 75- Bize Alî
ibn Abdillah tahdîs etti: Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs etti. Bize Amr ibn
Dînâr tahdîs edip şöyle dedi: Bize Saîd ibn Cubeyr haber verip şöyle dedi: Ben
İbn Abbâs'a: — Nevf el-Bekkâî,
Hızır'ın sahibi olan Mûsâ, İsrâîl oğulları'nın Musa'sı değildir; o başka bir
Musa'dır diye iddia ediyor, dedim. Bunun üzerine İbn
Abbâs: — Allah'ın düşmanı
yalan söylemiştir, dedi ve hadîsi şöyle nakletti: Bize Ubeyy ibn Ka'b, Peygamber'den
şöyle tahdîs etti [114]:
"Musa Peygamber İsrâîl oğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: — İnsanların en âlimi
kimdir? diye soruldu. — En âlim benim, diye
cevâb verdi. Bu husustaki ilmi
Allah en bilendir diyerek Allah'a döndürmediğinden dolayı Allah onu azarladı
da: — Evet, iki denizin
birleştiği yerde benim bir kulum var, işte o senden daha âlimdir, buyurdu. Mûsâ: — Ey Rabb 'im, onu
görmeyi bana kim tekeffül eder? dedi. -Bazen râvî Sufyân: Ey Rabb'im, ona nasıl
yol bulayım? şeklinde söyledi.- Ona: — Bir balık alır ve
onu bir zenbil içinde taşırsın. Onu nerede kaybedersen o kulum işte oradadır,
dedi. -Bazen de aynı ma'nâya olan "Semme" yerine "Semmeh"
dedi.- Mûsâ bir balık aldı ve
onu bir zenbîl içine koydu. Bundan sonra Mûsâ hizmetçi genci Yûşa' ibn Nün ile
birlikte gitti. Nihayet o kayanın yanına varınca başlarını yere koydular.
Akabinde Mûsâ uyudu. Bu arada balık debelendi ve zenbîlden çıkıp denize düştü.
Ve deniz içinde kendine şaşılacak bir surette su künkü gibi (bir boşluk
bırakarak) yolunu açıp gitti. Allah batıktan suyun akışını tuttudasu,
tâkgibiol-du. Şöyle kemer takı gibi oldu" demiştir. "Uyandıktan sonra
o gecenin kalanı ile bütün gün yürüdüler. Nihayet sabah olunca Mûsâ
hizmetçisine: — Kuşluk yemeğimizi
getir, yemin olsun biz bu seferimizden garîb bir yorgunluk duyduk, dedi. Hâlbuki Mûsâ, Allah'ın
emrettiği o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Hizmetçi
delikanlısı, Musa'ya: — Gördün mü, taşın yanında barındığımız zaman
balığı (yânî balığın gittiğini haber vermeyi) unutmuşum. Bunu söylemeyi bana
unutturan da şeytandan başkası değil, Balık deniz içinde şaşılacak bir surette
yolunu tutup gitti. Balığın girmesi için suda bir oyuk meydana geldi. Deniz içinde böyle bir
yolun açılması Mûsâ ile hizmetçisince hayret edilecek birşey olmuştu. Mûsâ,
gence: — Zaten aramakta olduğumuz bu idi, dedi. Bunun üzerine kendi
izleri üzerinde, izlerine baka baka geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir
de baktılar ki, elbiseye bürünmüş bir adam duruyor. Mûsâ ona selâm verdi. O da
selâmı aldı ve: — Senin bulunduğun
yerde selâm nereden (yânî nasıl olur)? dedi. — Ben Musa'yım, dedi. O: — İsrâfl oğutları'nın Musa'sı mı? diye sordu. — Evet, dedi. Mûsâ (sonra yine söze
başlayıp): — Sana öğretilen rüşd
ve hidâyetten bana birşey öğretmen için senin yanına geldim, dedi. Hızır: — (Doğrusu sen benim
beraberimde asla sabredemezsin.) Yâ Mû- sû! Ben, Allah 'in
bana öğrettiği Öyle bir ilim üzerindeyim ki, sen onu bilemezsin. Sen de
Allah'ın öğrettiği, Allah ilminden öyle bir ilim üzerindesin ki, onu da ben
bilemem, cevâbını verdi." "Mûsâ ona: — Sana öğretilen
ilimden bana da öğretmen için sana tâbV olayım mı? dedi. O da: — Doğrusu sen benim
beraberimde asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın bir bilgiye nasıl
sabredersin? dedi. O da: — Allah dilerse beni
sabredici bulacaksın, sana hiçbir işte karşı gelmeyeceğim, dedi. O: — Eğer bu suretle bana
tâbV olacaksan ben sana anıp söyleyin-ceye kadar sen bana hiçbirşey sorma,
dedi*'. 'Bundan sonra deniz kıyısında yürüyerek
gittiler. Yanlarına bir gemi uğradı. Kendilerini gemiye almaları için
gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak
gemiye aldılar. Onlar gemiye bindikleri zaman bir serçe kuşu geldi, geminin
kenarına kondu ve denizden bir iki gaga su aldı. Hızır, Musa'ya: — Yâ Mûsâ! Benim ilmimle senin ilmin, Allah'ın
ilminden bu serçenin gagasıyle denizden aldığı su kadar bile eksiltmez, dedi. Derken Hızır, eline bir
balta aldı da gemi tahtalarından birini söktü." Râvî: Mûsâ farkına
varmadan Hızır keserle bir tahta sokmuştur, dedi. "Musa ona: — Sen ne yaptın?
Adamlar bizi ücretsiz olarak gemilerine almışlarken sen gemilerine kasdedip
içindekileri batırmak için mi deliyor-sun? And olsun, sen büyük bir iş yaptın,
dedi. Hızır: — Sen beraberimde asla sabredemezsin demedim
mi? dedi. Mûsâ: — Unuttuğum şeyden
dolayı beni muâhaze etme, şu arkadaşlığımızda bana güçlük yükleme, dedi. Hakîkaten Musa'nın bu
ilk muhalefeti Musa'dan bir unutma eseri olmuştu. Denizden karaya çıktıkları
zaman, diğer çocukların beraberinde oynamakta olan bir oğlana uğradılar. Hızır
hemen o çocuğun başından tuttu ve onu eliyle şöyle kopardı." Râvî Sufyân,
parmaklarının uçlarıyle sanki birşey koparır gibi işaret edip göstermiştir. "Mûsâ ona: — Tertemiz, mâsûm bir canı diğer bir can
karşılığı olmaksızın öldürdün hâ? And olsun ki sen çok kötü bir şey yaptın,
dedi. O zât: — Ben sana beraberimde
asla sabredemezsin demedim mi? dedi. Mûsâ: — Eğer bundan sonra
sana birşey sorarsam benimle arkadaşlık etme; o takdirde tarafımdan muhakkak
özre ulaşmışsındır, dedi. Yine gittiler. Nihayet
bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlîsinden yemek istedikleri hâlde
kendilerini konuk etmekten çekinmişlerdi. Derken yıkılmak isteyen bir duvar
buldular. O, bunu eliyle şöyle doğrultuverdi." Râvî Sufyân, eliyle
birşeyin üstünden mesheder gibi işaret etmiştir. Râvî Alî ibn Abdillah
el-Medînî: Ben Sufyân ibn Uyeyne'den ancak bir kerre "Meyledici"
sözünü söylerken işittim, demiştir. "Mûsâ: — Bunlar, kendilerine
geldiğimiz, bizlere yemek yedirmeyen ve bizleri konuklatmayan bir kavimdir. Sen
onların yıkılmaya yüz tutmuş olan duvarına geldin de onu doğrulttun.
İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın, dedi. O zât: — İşte bu, benimle
senin ayrılışımızdır. Sana üzerinde sabrede-mediğin şeylerin içyüzünü haber
vereceğim, dedi. " Peygamber (S) -kıssayı
buraya kadar hikâye ettikten sonra-: "Ne olurdu sabredeydi de, aralarında
geçecek haberlerini Allah bize kıssa yapaydı" buyurmuştur. Râvî Sufyân: Peygamber
(S): "Allah, Musa'ya rahmet etsin. Keşke Mûsâ sabretseydi de, Allah
onların işlerinden bize anlatsaydı" buyurdu, demiştir. Saîd ibn Cubeyr şöyle
demiştir: Ve İbn Abbâs şu âyetleri okudu: "Gemiye gelince, denizde iş
yapan yoksullarındı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında
her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı. Oğlana gelince: Onun
anası da, babası da imân etmiş kimselerdi. Bunun için onları bir azgınlık ve kâfirlik
bürümesinden endîşe ettik de, istedik ki, onların Rabb 7 bunun yerine daha
hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin. Duvara gelince: Bu, o şehirde
iki yetîm oğlancığındı. Altında da onlara âid bir define vardı. Babaları iyi
bir adamdı. Binâenaleyh Rabb *in diledi ki, ikisi de rüşdlerine ersinler,
definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabb 'inden bir merhametti. Ben bunları kendi re
'yimle yapmadım. İşte üzerinde sabredemediğin şeylerin içyüzü!" (ei-Kehf:
79-82). Alî ibnu'l-Medînî dedi
ki: Sonra Sufyân ibn Uyeyne bana: Ben bu hadîsi Amr ibn Dinar'dan iki kerre
işittim ve iki kerre ondan ezberledim, dedi. Sufyân'a: Sen bu hadîsi Amr ibn
Dînâr'd'an işitmeden önce mi ezberledin yâhud bu hadîsi başka bir insandan mı
ezberledin? diye soruldu. Bunun üzerine Sufyân: Hadîsi ezberlemekte olduğum
kimseden: Sen bu hadîsi benden başka Amr'dan rivayet eden bir kimse işittin mi?
Ben bu hadîsi Amr ibn Dînâr'dan iki yâhud üç kerre işitmişim ve ondan
ezberlemişimdir, dedi [115] 76-.......Bize
İbnu'l-Mubârek, Ma'mer'den; o da Hemmâm ibn Münebbih'ten; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S): "Hızır'a Hızır (Hadır)
denilmesinin sebebi şudur: Hızır otsuz kuru bir yere oturduğu zaman ansızın o
otsuz yer Hızır'ın arkasından yeşillenip dalgalanırdı" buyurmuştur [116] 30- BAB [117]
77-.......Bize
Abdurrazzâk ibn Hemmâm es-San'ânî, Ma'mer ibn Râşid'den; o da Hemmâm ibn
Münebbih'ten tahdîs etti: O da Ebû Hureyre(R)'den şöyle derken işitmiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İsrâîl oğulları 'na: Beytu 'l-Makdis
kapısından eğilerek giriniz ve: Hıtta ( = yâ Rabb, dileğimiz günâhımızı
affetmendir) deyiniz, denildi. Fakat onlar (tersine) kıçları üzere emekleyerek
girdiler ve Hıtta yerine "Habbetunfîşa'ratın ( = Kıl çuval içinde hububat)"
sözünü söylediler" [118]. 78-.......Bize
Avf el-Arâbî, el-Hasen'den, Muhammed ibn Sîrîn'den, Hılâs ibn Ömer'den;
bunların üçü de Ebû Hureyre(R)'den tahdîs ettiler: O şöyle demiştir: Rasûlullah
(S) şöyle buyurdu: "Mûsâ çok hayâlı, sıkı örtünen bir kimse idi. Kendisi
hayâlı olmak istediği için derisinden hiçbirşey görülmezdi. Bu hâlinden dolayı
İsrail oğulları'ndan ona ezâ edenler eza ettiler.ve: — Mûsâ bu kadar sıkı
örtünmeyi ancak cildindeki bir ayıptan dolayı yapmaktadır: Onda ya baras
denilen deri hastalığı yâhud husyelerin şişmesi yâhud da bir âfet vardır,
dediler, Allah da onların Mûsâ
için söyledikleri kusurlardan bert olduğunu ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ bir
gün yalnız başına yıkanmak için soyundu, elbiselerini bir taş üzerine koydu,
sonra yıkandı. Yıkanması bitince elbiselerini almak için onların yanına gitti.
Bu sırada taş, elbiselerle yuvarlanıp gitti. Mûsâ da asasını alıp taşı
yakalamaya gitti ve: — Ey taş, elbisemi; ey
taş, elbisemi! diyerek koşmaya başladı. Nihayet İsrâîl oğulları'ndan bir
topluluğun yanına kadar vardı. Bu suretle onlar Mûsâ
'yi çıplak olarak ve Allah 'in yarattığı en güzel surette gördüler. Böylece
Allah Musa'yı onların demekte olduklarından berî kıldı. Taş orada durdu, Mûsâ
elbisesini alıp giydi. Akabinde Mûsâ asâsıyle taşı dövmeye başladı". Ebû Hureyre: Vallahi o
taşta Musa'nın vurma izinden üç yâhud dört yâhud beş yara izi kalmıştır,
demiştir. İşte bu ezâ, Yüce
Allah'ın şu kavlinde zikrolunandır: *'Ey îmân edenler, siz de Musa'yı
incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O,
Allah indinde yüzlü (i'tibârh bir zât) İdİ" (el-Ahzâb: 69) [119]. 79-......
Ben Abdullah ibn Mus'ûd(R)'dan işittim, şöyle dedi: Peygamber (S) bir ganimeti
taksîm etmişti. Bir adam: — Bu, Allah'ın rızâsı
istenmeyerek yapılan bir taksîmdir, dedi. Ben Peygamber'e geldim ve bu sözü
kendisine haber verdim. Bu haksız sözü işitince
Peygamber öfkelendi, hattâ ben yüzünde öfke izinin belirdiğini gördüm. Sonra
Peygamber: — "Allah Musa'ya rahmet etsin! Ona benim
uğradığım şu ezadan daha fazlasıyle ezâ edilmişti de o sabretmişti" buyurdu
[120]. 31- Bâb:
''İsrail oğullanfm
denizden geçirdik. Şimdi putlarının önünde tapagelen bir kavme
rastgeldiler: Yâ Mûsâ, onların nasıl
tanrıları varsa, sen de bize öyle bir tanrı yap, dediler. Mûsâ: Siz cidden ne cahillik eder bir kavimsiniz.
Şübhe yok ki bunların içinde bulundukları dîn helake mahkûmdur. (İbâdet diye)
yapmakta oldukları nesne de boşunadır', dedi" (ei-Â'râf: 138-139). 'Mutebberun'',
"HusrârTdır. "Biz Kitâb'da
İsrâîl oğullarına şu haberi verdik: ... İyilik ederseniz o
iyiliği kendinize etmiş olursunuz. Kötülük de ederseniz o kötülüğü yine
kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer va'de gelince, yüzlerinizi kötülesinler,
mescide birinci defa girdikleri gibi girsinler, galebe ve isti'lâ ettiklerini
mahvettikçe etsinler diye (başınıza yine düşmanlar musallat ettik)"
(ei-îsrâ: 7). Veli-yutebbirû", "Yudemmirû"; "Mâ alev",
"Mâ galebû" demektir [121]. 80-.......Câbir
ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Bizler Rasûlullah'ın beraberinde misvak
ağacının olgun yemişlerini topluyorduk. Rasûlullah (S): — "Bundan siyah olanını alınız- Çünkü
böylesi en hoş olanıdır" buyurdu. Sahâbîler: — Sen koyun güder miydin? diye sordular.
Rasûlullah: — "Her peygamber muhakkak koyun çobanlığı
yapmıştır" buyurdu [122]. 32- Bâb:
'Bir zaman da Mûsâ,
kavmine: 'Allah size herhalde bir inek boğazlamanızı emrediyor' demişti. Onlar:
'Bizi eğlence mi ediyorsun?' demişlerdi. Mûsâ da: 'Ben câhillerden olmaktan
Allah 'a sığınırım' demişti. Yine demişlerdi ki; ıBizim
için Rabb Hne duâ et de onun ne olduğunu bize iyice açıklasın \ Mûsâ da; 'Allah
diyor ki; 'O, ne çok yaşlı, ne
de pek genç değil; ikisi ortası bir dinç inektir. Artık emrolunduğunuz şeyi
yapın* demişti. (Tekrar) şöyle
söyledilerdi: 'Bizim için Rabb Hne duâ et de, o nedir, apaçık anlatsın bize. Çünkü
bizce birçok inekler birbirine
benziyor. Allah dilerse muvaffak oluruz'. Mûsâ şöyle dedi: 'Rabb Hm buyuruyor
ki: O, ne boyunduruğa koşulup
arazî sürecek, ne ekin sulayacak bir inek değildir. Salmadır (yâhûd: Ayıptan salimdir).
Hiçbir alacası da yoktur. Onlar: 'İşte şimdi hakikati getirdin (vasfını
tastamam bildir din), dediler. Bunun üzerine o ineği
boğazladılar ki, az kaldı bunu yapmayacaklardı. Hani siz bir kimse
öldürmüştünüz de onun (kaatili) hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah sizin gizleyecek
olduğunuz şeyi açığa vurandı. Onun için biz: Ona (öldürülen o adama, kesilen
ineğin) bir parçasıyle vurun, demiştik. İşte Allah böylece ölüleri diriltir,
size âyetlerini gösterir. Gerek ki aklınızı başınıza (el-Bakara: 67-73). Ebû'I-Aliye şöyle demiştir:
"el-Avânu", genç ile yaşlı arasıdır; "Fâkıun", alacası yok
safî bir renk; "Lâ zelûlun", çalışma onu zelîl kılmamış;
"TusîruH-arda", "O ne boyunduruğa koşulup arazî sürer ne de ekin
sulamakta çalışır bir zelûl değildir"; "Musellemetun", yânî
"Ayıplardan salim kılınmış"; "Lâ şiyete", "Onda beyaz
ve sarı yok". Ebû Ubeyde: İstersen siyah renk de yok dersin, "Herbiri
sanki sarı sarı erkek develerdir" (ei-Murkiât: 33) kavlinde olduğu gibi
"Sufrun" da denilir, "Safrâu" da denilir. "Feddâra'tum"
(ei-Bakara: 72) "ihtilâf ettiniz" demektir [123]. 33- Bâb: Musa'nın Vefatı Ve Vefatından Sonrasının Zikri
81-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber'e gönderildi. Melek,
Musa'ya gelince, Mûsâ, meleğin yüzüne vurdu, gözünü kararttı. Melek Rabb'ine
döndü ve: — Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin!
diye hâlini arzetti. Allah, Azrail'e: — Sen yine Musa'ya dön de ona, elini bir öküzün
sırtı üzerine koymasını ve elinin örttüğü her bir kıla mukaabil bir yıl ömrü
olacağını söyle, buyurdu. Mûsâ bunu duyunca: — Yâ Rabb'im, bundan sonra ne olacak? diye
sordu. Allah: — Bundan sonra yine ölüm vardır, buyurdu. Mûsâ: — Öyle ise ölüm şimdi
gelsin, niyazında bulundu. Ebû Hureyre dedi ki:
Ve Allah'tan kendisini bir taş atımı uzaklığa kadar Mukaddes Arz'a
yaklaştırmasını istedi. Ebû Hureyre şöyle
dedi: Rasûlullah (S): "Eğer ben Musa'nın gömüldüğü o yerde sizinle
beraber bulunsaydım, onun yol kenarında, kızıl kum tepesinin altında olan
kabrim sizlere muhakkak gösterirdim buyurdu [124]. Râvî Abdurrazzâk şöyle
dedi: Ve bize Ma'mer haber verdi ki, Hemmâm ibn Münebbih şöyle demiştir: Bize
Ebû Hureyre, Peygam-ber'den bunun benzeri hadîsi tahdîs etti [125]. 82-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Müslümanlardan bir adam ile Yahûdîler'den bir adam
birbiriyle sövüştü. Müslüman yemin etmekte olduğu bir yemîn içinde: — Muhammed'i âlemler üzerine süzüp çıkaran
Allah'a yemîn ederim ki, dedi. Yahûdî de müslümâna
karşı: — Musa'yı âlemler
üzerine süzüp çıkaran Allah'a yemîn ederim ki, dedi. Bu esnada müslümân
elini kaldırıp Yahûdî'nin yüzüne bir tokat yapıştırdı. Bunun üzerine Yahûdî,
Peygamber'e gitti. Kendisiyle müslümân kişinin işini O'na haber verdi.
Peygamber (S): — Bana Mûsâ üzerine
hayırlıhk vermeyiniz. Muhakkak insanların hepsi -kıyamet günü- bayılacaklar.
Fakat ilk ayılan ben olacağım. O anda bir de göreceğim ki, Mûsâ, Arş'ın bir
tarafına sıkıca tutunmuş duruyor. Bilmiyorum, Mûsâ da bayılanların içinde idi
de benden evvel mi ayıldı, yâhud baygınlıktan Allah 'in istisna ettiği bahtiyar
kimselerden mi bulundu?" [126]. 83-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Âdem ile Mûsâ
birbirine hüccet getirip çekiştiler. Mûsâ, Âdem 'e: — Sen, günâhın seni
cennetten çıkartmış olduğu Âdem'sin, dedi. Âdem de Musa'ya: — Sen Allah'ın
risâletleri ve kelâmı ile seçip üstün kıldığı Mûsâ'sın. Sonra sen, ben
yaratılmadan evvel üzerime takdir edilmiş bir işten dolayı beni kınıyorsun!
dedi". Bunun ardından
Rasûlullah iki kerre: "Böylece Âdem Musa'ya delîl ve burhanla gâlib
oldu" buyurdu [127]. 84-.......İbn
Abbâs (R) şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (S) bizim yanımıza çıktı da:
"Bana bütün ümmetler arzolundu ve ben semânın etrafını kapatmış çok
kalabalık bir karaltı gördüm: Şu, kavmi içinde Musa'dır, denildi" [128]. 34- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Allah îmân edenlere
de Fir'avn'ın karısını bir misâl olarak îrâd etti. O vakit (bu kadın): 'Ey Rabb
'im, bana nezdinde, cennetin içinde bir ev yap. Beni Fir'avn'dan ve onun (fena)
amelinden kurtar. Beni o zâlimler güruhundan selâmete
çıkar* demişti. Namusunu muhkem bir
kaVa gibi muhafaza eden İmrân kızı Meryem'i de (Allah bir ismet numunesi olarak
îrâd etti). Biz bundan
dolayı ona ruhumuzdan üfürdük. O, Rabb 'inin kelimelerini ve kitâblarını tasdik
etti. İtaat edenlerdendi o" (et-Tahrîm: 11-12) [129]. 85-.......Ebû
Mûsâ (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Erkeklerden
birçok kimse kemâle erdi. Kadınlardan ise Fir'avn'ın kadını Âsiye ile İmrân'ın
kızı Meryem'den başkası kemâle erişemedi. (Bu ümmetin kadınları üzerine)
Âişe'nin fazileti de tirid yemeğinin başka yemeklere karşı fazileti
gibidir" [130]. 35- Bâb:
"Hakîkaten
Kaarûn, Musa'nın kavmindendi. Fakat onlara karşı serkeşlik etti o. Biz ona öyle
hazîneler verdik ki, anahtarları güçlü kuvvetli bir cemâate ağır geliyordu. O
vakit kavmi ona şöyle demişti: 'Şımarma, çünkü Allah
şımarıkları sevmez. Allah'ın sana verdiği (maldan harcamakla) âhiret yurdunu
ara. Dünyâdan nasibini de
unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun.
Yeryüzünde fesâd arama. Çünkü Allah
fesâdçıları sevmez'. Kaarûn dedi ki: Bu servet bana ancak
bende olan ilim sayesinde verilmiştir*. (O madem ki âlimdi) kendisinden evvelki
nesillerden kuvvetçe daha üstün, cem Hyyetçe de daha kuvvetli kimseleri
Allah'ın hakîkaten helak etmiş olduğunu bilmedi mi? Mücrimlerden günâhları sorulmaz.
Derken zîneti içinde kavminin karşısına çıktı. Dünyâ hayâtını arzu
edenler: 'Ne olurdu Kaarûn'a verilen (şu zenginlik) gibi bizim de olsaydı. O
hakikat büyük bir bahtiyardır' dediler. Kendilerine ilim verilenler de: iYazık
olsun size! Allah'ın sevabı, îmân ve iyi amel eden kimseler için daha
hayırlıdır. Buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz' dediler. Nihayet biz
onu da, sarayını da yere geçiriverdik. Artık Allah'a karşı kendisine yardım
edecek hiçbir cemâati de yoktu onun. Bizzat kendini müdâfaa edeceklerden de değildi
o. Dün onun mevkiini temenni edenler, sabahleyin şöyle diyorlardı: 'Vay, demek
ki Allah, kullarından kimi dilerse onun rızkım yayıyor, daraltıyor. Allah bize
lûtfetmeseydi, bizi de muhakkak batırmıştı. Vay, demek ki hakikat şudur:
Kâfirler asla felah bulmaz!" (el-Kasas: 76-82). "Le tenûu",
"Elbette ağır gelir" demektir. İbn Abbâs şöyle demiştir:
"UlVl-kuvveti", yânî "O anahtarları erkeklerden kalabalık bir
cemâat kaldıramazdı", "el-Ferıhtne", "Merıhın", yânî
"Şımarıklar olarak"; "Veykeennellâhe",
"Elem tera ennellâhe yebsutu'rızka limen yeşâu ve yakdiru" sözü
gibidir, yânî "Sen Allah'ın dilediği kimseye rızkı genişletir ve daraltır olduğunu
bilmedin mi?" demektir [131]. 36-'Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
* 'Medyen 'e de
kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a
kulluk edin. Sizin O'ndan başka hiçbir tanrınız yoktur. Ölçeği, tartıyı eksik
tutmayın. Ben sizi hakikat bir
nVmet içinde görüyorum. Şübhesiz ki ben bir gün hepinizi çepçevre kuşatıcı bir
azâbdan korkuyorum. Ey kavmim,
ölçekte ve tartıda adaleti yerine getirin. İnsanların eşyasını eksiltmeyin.
Yeryüzünde fesâdçılar olarak fenalık yapmayın. Eğer mü'min kimseler iseniz,
Allah'ın halâlinden bıraktığı kâr sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin
üzerinizde bir bekçi de değilim!'Dediler ki: 'Ey Şuayb, atalarımızın taptığı
şeylerden, yâhud mallarımızda ne dilersek onu yapmamızdan vaz geçmemizi sana
namazın mı emrediyor? Çünkü sen, muhakkak ki sen, yumuşak huylu, aklı başında
bir adamsın'. 'Ey kavmim' dedi, 'Ya ben Rabb'imden
apaçık bir burhan üzerinde isem, ve O, bana kendisinden güzel bir rızk ihsan
etmiş ise, buna ne dersiniz? Size ettiğim yasağa, ben kendim size muhalefet
etmek istemiyorum ki. Ben gücümün yettiği kadar ıslâhdan başka birşey arzu
etmem. Benim muvaffakiyetim ancak Allah'ın yar dimiyledir. Ben yalnız Oyna
güvenip dayandım ve yalnız O'na dönerim. Ey kavmim, bana olan düşmanlığınız,
Nuh kavminin, ya Hüd kavminin yâhud Salih kavminin başlarına gelenler gibi,
size musibet yüklemesin. Lût kavmi de sizden uzak değil. Rabb 'inizden mağfiret
dileyin. Sonra O 'na tevbe ile rucû' edin. Çünkü Rabb 'im çok merhamet
edicidir, çok sevendir'. Dediler ki: 'Ey Şuayb, biz senin
söylemekte olduğundan birçoğunu iyice anlamıyoruz. Seni de içimizde cidden zaîf
görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, muhakkak ki seni taşla öldürürdük. Sen
bizden üstün bir şeref sahibi değilsin ki...'Şuayb: 'Ey kavmim'dedi, 'Size göre
benim kabilem mi Allah 'tan daha şereflidir ki, onu arkanıza atılmış bir şey
edindiniz? Benim Rabb 'im şübhesiz ne yaparsanız çepçevre kuşatıcıdır. Ey
kavmim, elinizden geleni yapın. Ben de vazifemi yapacağım. Yakında bileceksiniz
ki, kendisini rüsvây edecek azâb kime gelecektir ve o yalancı kimdir? (O azabı)
gözetleyin; ben de sizinle beraber gözetleyiciyim \ Vaktâ ki (azâb) emrimiz
geldi. Hem Şuayb % hem onun maiyyetinde îmân etmiş olanları, bizden bir rahmet olarak
kurtardık. Zulmedenleri ise
korkunç bir ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar (helak oldular).
Sanki onlar zâten orada oturmamışlardı. Haberiniz olsun ki, Semûd ilâhî rahmetten
nasıl uzaklaştıysa, Medyen kavmine de Öylece bir uzaklık
(verildi)"(HM: 84-95). "Ehli
Medyen'e", çünkü Medyen beldedir; "Karyeye sor" ve Kervana
sor" ta'bîrleri de bunun gibidir, yânî "Karye halkına",
"Kervan ehline sor" demektir. "Verâekum zıhrıyyen",
"Ona yönelmediniz" demektir. Hacetini yerine getirmediği zaman,
"Hacetimi yerine getirmedin ve beni arkaya atılmış birşey kıldın" denilir. el-Buhârî dedi ki:
"ez-Zıhrıyy", beraberinde bir hayvan yâhud kap alman ve onunla kuvvetlenmendir.
"Mekânetuhum" ile "Mekânuhum*' bir mavnayadır. "Lem
yağnev'\ "Yaşamadılar"; "Te'se", "Hüzünlenirsin";
"Âsâ", "Hüzünlenirim" demektir. el-Hasen: Onlar "Çünkü
sen muhakkak ki yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın" (Hüd: 87) sözüyle
alay etmektedirler, demiştir. Ve Mucâhid:
"Leyke", ."el-Eyke" şeklinde de okunur. "Yevmu'z-zulle",
azâb bulutunun onların üzerlerine gölgelenmesidir,
demiştir [132]. 37- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Yûnus da hiç
şübhesiz gönderilen peygamberlerdendi. Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı. Derken
kur'a çekmişlerdi de o da mağlûblardan olmuştu. O, kınanmış bir hâlde iken
kendisini hemen bir balık yutmuştu. Eğer çok tesbîh
edenlerden olmasaydı, herhalde (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar
onun karnında kalıp gitmişti. İşte biz onu, kendisi de hasta olarak, açık bir
yere çıkarıp bıraktık. Üzerine sakı olmayan cinsten gölgelik bir nebat
bitirdik. Onu yüzbine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da. Nihayet ona
îmân ettiler de kendilerini bir zamana kadar geçindirdik" (es-saffât:
139-148). "Sen şimdilik
Rabbanin hükmüne sabret. O balık sahibi (Yûnus Peygamber) gibi olma. Hatırla ki
o, gamla dolu olarak dua etmişti.
Eğer RabbHnden ona bir nVmet erişmiş olmasaydı, o mutlakaa çıkarıldığı o
çırılçıplak yere kınanmış bir hâlde atılacaktı. Bunun ardından Rabb'i onu seçti
de kendisini sâlihlerden yaptı" (el-Kalem: 48-50) [133]. 86-.......
Bize Sufyân, el-A'meş'ten; o da Ebû Vâil'den; o da Abdullah ibn Mes'ûd(R)'dan
tahdîs etti ki, Peygamber (S): "Sizden hiçbiriniz sakın benim Yûnus'tan
hayırlı olduğumu söylemesin" buyurmuştur. Râvî Müsedded:
"Yûnus ibn Mettâ" şeklinde ziyâdeli söylemiştir [134] 87-.......Bize
Şu'be, Katâde'den; o daEbû'I-Âliye'den; o da İbn Abbâs(R)'tan tahdîs etti ki,
Peygamber (S): "Hiçbir kul için: Ben mu-hakkak Yûnus ibn Mettâ'dan
hayırlıyım, demesi uygun değildir" buyurmuş ve Yûnus'u babası Mettâ'ya
nisbet etmiştir [135]. 88-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Bir Yahûdî ticâret eşyasını satışa arzederken, bu
eşyaya mukaabil hoşlanmadığı birşey verilmişti. Bunun üzerine: Bu sözü Ensâr'dan bir
kimse işitti. Kalkıp Yahûdî'ye bir tokat vurdu ve: — Peygamber (S)
aramızda bulunduğu hâlde sen Musa'yı beşer üzerine tercîh eden Allah'a yemîn
ederim diyorsun öyle mi? dedi. Bunun üzerine Yahûdî,
Peygamber'e gitti ve: — Yâ Eba'l-Kaasım!
Muhakkak ki benim için bir zimmet ve ahid vardır. Fulan kimseye ne oluyor ki, o
benim yüzüme tokat vurdu? dedi. Peygamber o sahâbîye: — "Bunun yüzüne niçin tokat vurdun?"
buyurdu. Ensârî, Yahudi'yle
olan işini zikretti. Bundan dolayı Peygamber öfke izi yüzünde görülecek
derecede öfkelendi. Sonra şöyle buyurdu: — "Allah'ın peygamberleri arasında üstün
kılmalar yapmayınız. Şunda hiç şübhe yok ki: Sûra üfürülmüş, artık Allah 'in
diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp
ölmüştür. Sonra bir daha üfürülmüştür. Ben ilk diriltilen olacağım. O anda bir
de bakacağım ki, Mûsâ, Turu Sînâ günündeki çarpılması ile muhasebe mi olundu,
yoksa benden evvel mi diriltildi; bilmiyorum. Ve ben: Muhakkak bir kimse Yûnus
ibn Mettâ'dan daha faziletlidir, sözünü de söylemem" [136]. 89-.......Ben
Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; odaEbû Hureyre(R)'den işitti ki, Peygamber (S):
"Hiçbir kul için: Ben Yûnus ibn Mettâ'dan hayırlıyım demesi yakışmaz"
buyurmuştur. 38- Bâb:
"Onlara, denizin
yanındaki o kasabayı sor. Hani oranın ahâlîsi cumartesi gününün hürmetini
bozarak haddi aşmışlardı. Çünkü cumartesi ta HM yaptıkları gün balıklar akın
akın meydana çıkarak yanlarına geliyordu. Cumartesi ta 'ttti
yapmayacakları gün ise gelmiyordu. İşte biz, itaatten çıkmakta olduklarından
dolayı kendilerini böylece imtihan ediyorduk. Hani içlerinden bir ümmet:
'Allah'ın kendilerini helak edeceği yeyâ çetin bir azab ile cezalandıracağı bir
kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?' dediği zaman o va'z edenler de; 'Rabb 'imize (özür
dilemeye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar' demişlerdi. Vaktâ ki onlar
artık edilen va'zları unuttular, biz de kötülükten vazgeçirmekte sebat edenleri
selâmete çıkardık. Zulmedenleri ise
yapmakta oldukları fısklar yüzünden şiddetli bir azab ile yakaladık. Bu suretle
onlar serkeşlik ederek yasak edileni yapmakta ısrar edince kendilerine: Hor ve zelîl maymunlar
olun! dedik" (ei-A'râf: 163166) [137]. 39- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Ve Davud'a
Zebur'u verdiğimiz gibi şübhesiz sana da Vahyettİk" (en-Nİsâ: 163). "ez-Zuburu",
"Kitâblar"; bunun vahidi "Zebur'udur. "Zebertu",
"yazdım" demektir. "And olsun ki biz Davud'a tarafımızdan bir
imtiyaz verdik: Ey dağlar, onunla birlikte tesbîh edin (dedik), kuşlara da. Ona
demiri de yumuşattık. Uzun zırhlar yap, (onları) dokumada intizâmı gözet, diye
buyurduk. (Ey Dâvûd Hanedanı)
iyi amellerde bulunun. Çünkü hakikat ben, ne yaparsanız tastamam görenim" (Sebe':
10-11). Mucâhid:
"Evvibi", "Tesbîh edin" demektir; "Sâbiğât",
"Zırhlar"; "Ve kaddir fVs-serdV\ yânı "Çiviler ve
halkalarda mikdârı iyi takdir et, çivileri çok inceltme, o takdirde aralarına
su girer; çivileri kalın da yapma, o zaman da halkaları ayırıp kırar” demektir,
dedi. "Onlara peygamberleri: 'Hakikat Allah size bir pâdişâh olarak TâlûVu
göndermiştir' dedi. Onlar ki: 'Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken ve ona
maldan da bolluk verilmemişken nasıl olur da bizim başımızdan padişahlık onun
olabilir?' dediler. Peygamber: 'Şübhesiz Allah, onu sizin üstünüze beğenip
seçmiştir. Ona bilgice, vücûdca da bir üstünlük vermiştir. Allah mülkünü kime
dilerse ona verir. Allah'ın rahmeti boldur, gerçek bilicidir" (el-Bakara:
247). "...Nihayet o
Tâlût ve maiyyetindeki müzminler o ırmağı geçtikleri zaman, beri yanda
kalanlar: 'Bu gün bizim Câlût'a ve ordusuna karşı takatimiz yoktur' dediler.
Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını bilenler (ve itaatle ırmağı geçenler) ise:
'Nice az bir cemiyet daha çok bir cemiyete Allah'ın izniyle galebe etmiştir.
Allah sabredenlerle beraberdir' dediler. Bunlar Câlût ile askerlerine karşı
çıktıkları zaman niyaz edip: Ey Rabb 'imiz, üzerimize sabır yağdır.
Ayaklarımıza sebat ver. Bu kâfirler güruhuna karşı bize yardım et' dediler. Derken
Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü. Allah da
saltanat ve hikmet verdi ve daha dilemekte olduğundan bâzı şeyler öğretti...
" {el-Bakara: 249-251) [138]. 90-.......BizeMa'mer,
Hemmâm'dan; odaEbû Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Dâvûd Pey'gam-ber'e (Zebur'u) okumak kolaylaştırıldı. Dâvûd kendisinin
binek hayvanlarının sefere hazırlanmasını emrederdi de onlar eğerlenirdi.
Bunlar eğerlenmezden evvel Zebur'u okurdu. Dâvûd yalnız kendi elinin emeğinden
yer idi". Bu hadîsi Mûsâ ibn
Ukbe de Safvân'dan; o da Atâ ibn Yesâr'-dan; o da Ebû Hureyre'den; o da
Peygamber'den senediyle rivayet etmiştir [139]. 91-.......Abdullah
ibn Amr (R) şöyle demiştir: Benim "Vallâhî yaşadığım müddetçe ben
gündüzleyin oruç tutacağım, geceleyin namaz kılacağım" demekte olduğum,
Rasûlullah'a haber verilmiş. Ra-sûlullah (S) Abdullah'a: — "Vallahiben muhakkak yaşadığım müddetçe
gündüzleyin oruç tutacağım, geceleri namaz kılacağım demekte olan kimse sen
misin?" diye sordu. Ben: — Evet, ben bu sözü söyledim, dedim.
Rasûlullah: — "Sen bu ağır ibâdeti yerine getirmeye
güç yetiremezsin. Onun için bazen oruç tut, bazen tutma; geceleyin kalk namaz
kıl ve bir kısmında uyu. Ve her aydan üç gün oruç tut. Çünkü haseneler on
misli ile karşılanır. Böylece bu üçer günlük oruçlar bütün bir yıl orucu gibi
olur" buyurdu. Ben: — Yâ Rasûlallah, ben
bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim. — "Öyleyse bir gün oruç tut, iki gün oruç
tutma" buyurdu. Abdullah dedi ki: Ben yine: — Ben bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim.
Rasûlullah: — "Öyleyse bir gün oruç tut, bir gün
tutma. îşte bu, Dâvûd Pey-gamber'in orucudur. Bu, oruçların en âdilidir"
buyurdu. Ben: — Yâ Rasûlallah, ben
bundan fazlasına da güç yetiririm, dedim. Rasûlullah: — "Bundan daha faziletli oruç yoktur"
buyurdu. 92-.......
Abdullah ibn Amr ibni'1-Âs şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bana: — "Senin geceleyin namaz kılar,
gündüzleyin oruç tutar olduğun bana haber verilmedi mi?" buyurdu. Ben: — Evet, dedim. Rasûlullah: — "Muhakkak ki sen bunu yaptığın zaman
gözler içeri çöker, beden de yorulup zayıflar. Sen her aydan üç gün oruç tut.
Bu da bütün yıl orucu yâhud bütün yıl orucu gibidir" buyurdu. . Ben: — Ben kendimi kuvvetli
buluyorum, dedim. (Râvî Mıs'ar: Kuvveti kasdediyor demiştir.) Rasûlullah: — "Öyleyse Dâvûd Peygamber orucu tut. O,
bir gün oruç tutar, bir gün yerdi ve düşmanla karşılaştığı zaman
kaçmazdı" buyurdu [140]. 40- Bâb:
"Allah'a en
sevimli olan namaz, Dâvûd namazıdır. Allah*a en sevimli olan oruç da Dâvûd
Peygamberin orucudur. Dâvûd, gecenin yarısında uyurdu ve gecenin üçte birinde
namaz kılardı. Gecenin altıda birinde yine uyurdu. Dâvûd bir gün
oruç tutar, bir gün de tutmazdı". Alî (?) ^öyle dedi: Bu
"Gecenin altıda birinde uyurdu" sözü, Aişe'nin sözüdür. Çünkü Aişe:
Seher vakti onu, benim yanımda muhakkak uyur bulurdu, demiştir. 93-.......Amr
ibn Evs es-Sakafî, Abdullah ibn Amr'dan, şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah
(S) bana: "Allah'a en sevimli olan oruç, Dâvûd Peygamber'in orucudur.
Dâvûd bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Allah'a en sevimli olan namaz da
yine Dâvûd Peygamber'in namazıdır, O gecenin yarısını uyur, üçte birinde namaz
kılar, altıda birinde tekrar uyurdu" buyurdu [141] . 41- Bâb:
"Onların
diyeceklerine sabret. Kulumuzu; o kuvvet sahibi Davud'u hatırla. Çünkü o dâima
(Allah'ın rızâsına) donen bir zât idi. Gerçek biz dağları kendisine musahhar
kıldık ki, bunlar akşamleyin ve kuşluk vakti onunla birlikte durmadan teşbih
ederlerdi. Toplanıp gelen kuşları da (kendisine ram ettik); herbiri itaatle ona
dönücü idi. Onun mülkünü de kuvvetlendirdik. Ona hikmet ve fasl-ı hitâb
verdik" (Sâd: 17-20). Mucâhid şöyle
demiştir: 'Faslu'l-hitâb", "Hükümde ince anlayış"tır. "Velâtuştıt",
"İsraf etme, bizi yolun doğrusuna hidâyet et". "Şu benim
kardeşim, onun doksan dokuz na'cesi var. Benim ise bir tek na'cem var":
"Na'cef kelimesi kadın için de, davar için de söylenir. "Ekfünihâ{ = Onu
bana ver)": "Meryem'e Zekeriyyâ kefîl oldu" demek gibidir; yânî
onu kendisine aldı. "Azzenî",
"Bana gâlib geldi", yânî benden daha azîz oldu.
"A'zeztuhu", "Ben onu hitâbda azîz kıldım". "Hitâb",
"Karşılıklı söz döndürme"dir deniliyor. "(Dâvûd) dedi: "And
olsun ki, o senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir.
Gerçi mallarını birbirine katıp karıştıran ortakların çoğu mutlakaa birbirine
haksızlık eder... " İbn Abbâs: "Biz
onu fitneye uğrattık", "Biz onu denemeye tâbi' tuttuk" demektir,
demiştir. Umer bunu "Fettenâhu"
diye tâ'nın şeddesiyle okumuştur. "Dâvûd bunun üzerine RabbHnden mağfiret
edilmesini istedi, rükû' ile yere kapanıp Allah'a döndü" [142]. 94-.......
Mucâhid şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs'a: — Sâd Sûresi'nde secde ediyor muyuz? dedim. O: — "Daha evvel de Nuh'u ve onun neslinden
Davud'u, Süleyman '/, Eyyûb % Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Hârûn'u (nübüvvetle) hidâyete
kavuşturduk... İşte bunlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O hâlde sen de onların
gittiği doğru yolu tutup ona uy... " (ei-En'âm: 84-90) âyetlerini okudu
da: — Peygamberiniz (S)
onlara uymakla emrolunanlardandır, dedi [143]. 95-.......Bize
Eyyûb, İkrime'den tahdîs etti ki, İbn Abbâs (R): Sâd secdesi vâcib
kılman secdelerden değildir, fakat ben Peygam-ber(S)'i bu sûrede secde ederken
gördüm, demiştir [144]. 42- Yüce Allah'ın Şu Kavilleri Babı:
"Biz Davud'a oğlu
Süleyman'ı ihsan ettik. Süleyman ne güzel kuldu! Çünkü o, dâima Allah'a
dönendi. Hani ona öğleden sonra bir ayağını tırnağı üstüne dikip üç ayağı
üzerinde duran sür'atli koşu atları gösterilmişti de: 'Gerçek ben mal sevgisine
(sırf) Rabb 'imi zikretmek için düştüm' demişti. Nihayet (bu atlar) perdenin
arkasına gizlenmişlerdi. 'Onları bana döndürün' dedi. Hemen ayaklarını, boyunlarını
okşamaya, taramaya başladı. And olsun biz
Süleyman'ı imtihan da ettik. Tahtının üstüne bir cesed bırakıverdik. Sonra o
yine (eski hâline) döndü. Dedi ki: 'Ey Rabb Hm, beni mağfiret eyle, bana öyle
bir mülk (ve saltanat) ver ki o, benden başka hiçbir kimseye lâyık olmasın.
Şübhesiz bütün murâdları ihsan eden Sensin Sen!' Bunun üzerine biz de ona
rüzgârı musahhar ettik ki, bu, onun emriyle, onun dilediği yere yumuşacık akar
giderdi. Şeytânları, (onlardan) her bina ustasını, her dalgıcı, bukağılara bağlanmış
olan diğerlerini de (emrine ram ettik): Bu, bizim vergimizdir. Artık (dilediğine)
hesâbsiz ver yâhud tut (dedik). Şübhe yok ki indimizde onun mutlak bir
yakınlığı ve dönüp geleceği yer güzelliği de vardır" (Sâd: 30-40). "Süleyman'a da
rüzgârı (musahhar kıldık) ki, sabahı bir ay(lık yol), akşamı bir aydı. Erimiş
bakır ma 'denini ona sel gibi akıttık. Önünde Rabb 'inin izniyle iş gören bâzı cinnler
de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan
tattırırdık. O, kalelerden, heykellerden, büyük havuzlar gibi çanaklardan,
sabit sabit kazanlardan ne
dilerse kendisine yaparlardı. Ey Dâvûd Hanedanı, siz Allah'a şükr için çalışın.
Kullarımdan (hakkıyle) şükreden azdır. Sonra biz ona ölüm hükmünü infaz edince
(dayandığı) asasını yemekte olan ağaç kurdundan başka birşey bunun ölümünü onlara
göstermedi. Bu suretle yere kapanıp yıkıldığı zaman besbelli oldu ki, eğer
cinnler gaybı bilmiş olsalardı, öyle horlayıcı bir azâb içinde kalıp durmazlardı"
(Sebe\ 12-14). "Şeytânların,
Süleyman'ın mülkü aleyhine uydurup ta'kîb ettikleri şeylere (yalanlara)
uydular. Hâlbuki Süleyman asla kâfir
olmadı. Fakat o şeytânlar kâfirdirler ki, insanlara büyücülüğü ve Bahirdeki iki
meleğe; Hârût ve MârûVa indirilen şeyleri öğretiyorlardı... " (el-Bakara:
102) [145] 96-.......Bize
Şu'be, Muhammed ibn Ziyâd'dan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Cinn taifesinden bir ifrit, dün gece
namazımı kesip bozmak için bana an-sızm hücum etti. Allah beni gâlib getirip
ona istediğimi yapma kuvveti verdi. Ben onu yakaladım ve hepiniz onu güresiniz
diye mescidin direklerinden birine bağlamak istedim. Fakat kardeşim Süleyman
Peygamber'in: Rabb Hm bana mağfiret et ve benden sonra kimseye lâyık olmayacak
bir mülkü bana bağışla (Sâd: 35) duasını hatırladım da, ifriti köpek gibi
kovdum". "İfrît",
insten ve cânn taifesinden mütemerrid yânı çok inadçı, isyancı, kibirli
demektir. Bu "Zebîne" gibidir; bunun cem'i de
"ez-Zebâniyetu"dur [146]. 97-.......el-A'rac'dan;
o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"Davud'un oğlu Süleyman: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan
herbiri Allah yolunda mücâhede edecek birer süvârî oğlana gebe kalır, diye
kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşâallah de, dedi. O diliyle inşâallah
demedi. O hakîkaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki
şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır". Peygamber: "Eğer
Süleyman İnşâallah deseydi, elbette o çocukların hepsi Allah yolunda cihâd
ederlerdi" buyurdu. Râvî Şuayb ile İbnu
Ebi'z-Zinâd "Doksan kadın" demişlerdir ki, bu daha sahihtir [147]. 98-.......
Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben bir kerresinde: — Yâ Rasûlallah, ilk konulan mescid hangisidir?
dedim. Rasûlullah: — ' 'el-Mescidıı 'Î-Harâm'' buyurdu. Ben: — Sonra hangisi? dedim. Rasûlullah (S): — "Sonra el-Mescidu'l-Aksa" buyurdu.
Ben: — Bu iki mescidin kuruluşu arasında ne kadar
zaman vardır? dedim. — "Kırk sene" buyurdu, sonra şunu
söyledi: — "Sana namaz her nerede yetişirse, sen
namazı orada kıl, bütün yeryüzü senin için bir mesciddir" [148]. 99-.......
Bize Ebû'z-Zinâd haber verdi; ona da Abdurrahmân ibn Hürmüz tahdîs etmiş ki, o
da Ebû Hureyre(R)'den işitmiş; o da Rasûlullah (S)'tan şöyle buyururken
işitmiştir: "Benim benzerimle insanların benzeri şu bir kişinin hâli
gibidir ki, o bir ateş yakmış, kelebekler ve şu birtakım hayvanlar ateşe
düşmeye başlarlar". Yine dedi ki:
"İki kadın ve beraberlerinde onların iki oğlan çocukları vardı. (Bunlar
yolda giderken) kurt geldi, bunlardan birisinin çocuğunu kapıp gitti. Bunun
üzerine (çocuğunu kurt kapan büyük) kadın, arkadaşı küçük kadına: — Kurt senin çocuğunu götürdü, dedi. Diğer
kadın da: — Hayır, senin çocuğunu götürdü, dedi. Nihayet bu iki kadın
muhakemelerini Davud'a arzettiler. O da büyük kadın lehine hükmetti (Kurdun
kaptığı çocuk, küçük kadına âid oldu). Bunlar mahkemeden çıkıp Davud'un oğlu
Süleyman 'a gittiler. Ve babasının hükmünü yeniden ona bildirdiler. Ö da: — Bana bir bıçak
getirin de çocuğu iki kadın arasında paylaştırayım, dedi. Bunun üzerine küçük
kadın: — Aman öyle yapma!
Allah sana merhamet etsin! Çocuk bu kadınındır, dedi. Süleyman bu söz
üzerine çocuğun küçük kadına âid olduğuna hükmetti". Ebû Hureyre: Vallahi
ben "Sikkîn" sözünü o güne kadar hiç işitmemiştim; biz bıçağa sâdece
"Müdye" diyorduk, demiştir [149]. 43- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
'Andolsun ki biz
Lukmân'a, Allah'a şükret diye hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi
fâidesi için şükreder. Kim de nankörlük ederse, hiç şübhe yok ki, Allah
ganîdir, her hamde O lâyıktır. Hani Lukmân oğluna, ona öğüt verirken şöyle
demişti: Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir
zulümdür. Biz insana ana babasını tavsiye ettik. Onun . anası kendisini za 'f üstüne za'/ ile
taşımıştır. Sütten ayrılması da
iki yıl (sürmüştür). Bana ve ana babana şükret. Dönüşün ancak banadır. Eğer
onlar sence ilimde (yeri) olmadık herhangi birşeyi bana eş tutman üzerinde seni
zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyâda iyi
geçin. Bana dönenlerin yoluna uy. Nihayet dönüşünüz
ancak banadır. O vakit ben de size ne yapıyordunuz, haber veririm. Oğulcağızım,
hakikat (yaptığın iyilik ve kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya
içinde, ya göklerde, yâhud yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile
Allah onu getirir. Çünkü Allah lâtiftir, hakkıyle haberdârdır. Oğulcuğum, namazı
dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vazgeçirmeye çalış. Sana isabet eden
herşeye katlan. Çünkü bunlar kaVî
surette farz edilen işlerdendir. İnsanlardan yüzünü çevirme. Yeryüzünde şımarık
yürüme. Zîrâ Allah her büyüklük taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez.
Yürüyüşünde mu 'tedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini hakikat eşeklerin
anırışıdır" (Lukmân: 12-19). "Velâtusa'ır",
"Yüzü döndürmektir [150]. 100-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: "îmân edenler, bununla beraber îmânlarına
zulüm karıştırmayanlar; işte onlar, emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar
doğru yolu bulmuş kimselerdir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman,
Peygamber'in sahâbîleri: — Bizim hangimiz
îmânına bir zulüm karıştırmaz ki? dediler. Bunun üzerine "Allah 'a ortak
koşma. Çünkü şirk elbette büyük zulümdür" (Lukmân: 13) âyeti indi. 101-.......Bize
el-A'meş, İbrahim'den; o da Alkame'den tahdîs etti ki, Abdullah (R) şöyle
demiştir: "îmân edenler, bununla beraber îmânlarına zulüm karıştırmayanlar;
işte onlar, (korkudan) emîn olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu
bulmuş kimselerdir" (ei-En'âm: 82) âyeti indiği zaman bu, müslümânlara
ağır geldi de: — Yâ Rasûlallah, bizim
hangimiz nefsine zulmetmez ki? dediler. Rasûlullah (S): — "Bu âyetteki zulüm, sizin anladığınız
gibi değildir. O zulüm ancak şirktir. Lukmân'ın oğluna öğüt verirken:
Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma. Çünkü Allah 'a ortak koşmak büyük zulümdür
dediğini işitmediniz mi?" buyurdu [151]. 44- Bâb:
"Onlara o şehir
sahihlerini misâl getir. Hani oraya elçiler gelmişti. Biz o zaman kendilerine
iki elçi göndermiştik de onları tekzîb etmişlerdi. Biz de bir üçüncü ile
(bunları) kuvvetlendirmiştik ve: 'Biz size gönderilmiş elçileriz9 demişlerdi.
Onlar: 'Siz, bizim gibi insandan başka kimseler değilsiniz. Hem Rahman
hiçbirşey indirmemiştir. Siz yalan söyler kimselerden başkası değilsiniz'
dediler. Elçiler şöyle dediler: 'Rabb Hmiz biliyor ki, biz hakîkaten size
gönderilmiş elçileriz. Bizim üzerimize (vazife) apaçık tebliğden başkası değildir'.
Onlar dediler: 'Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzlandık. Eğer
vazgeçmezseniz» and olsun, sizi mutlak taşlarız. Bizden size muhakkak acıklı bir
işkence de dokunur'. Onlar da: 'Sizin uğursuzluğunuz kendi beraberinizdedir! Size nasihat edilirse
mi (bunu uğursuzluk sayacaksınız)? Hayır siz haddi aşıp
taşanlar güruhusunuz* dediler. O şehrin en uç kenarından koşarak bir adam
geldi: 'Ey kavmim' dedi, 'Uyun o gönderilmiş olanlara. Uyun sizden hiçbir ücret
istemeyen o kimselere. Onlar hidâyete ermiş zâtlardır. Ben beni yaratana neden kulluk
etmeyecek misim? Sizler ancak O'na döndürüleceksiniz. Ben O 'ndan başka
tanrılar edinir miyim? Eğer o çok merhamet edici Allah bana bir zarar yapmak
isterse, onların (iddia ettiğiniz) şefaati bana hiçbir fâide vermez. Onlar beni
asta kurtaramazlar. Şübhesiz ben o
takdirde de mutlak apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Gerçek ben Rabb Hnize îmân
ettim. İşte bunu benden duyun'. (Ona:) 'Gir cennete' denildi. (O da:) 'Ne
olurdu' dedi, 'Kavmim bilselerdi, Rabb 'imin beni mağfiret ettiğini, beni ikram
edilenlerden kıldığını!' Ondan sonra kavminin
üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik, indiriciler de değildik. (Onların
ukubeti) bir tek sayhadan başka değildi. Artık hemen sönüverdiler" (Yâsîn:
13-29). "Feazzeznâ";
Mucâhid "Şiddetlendirdik" dedi. İbn Abbâs: "Tâirukum",
"Musibetleriniz" demektir, demiştir [152]. 45- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Kâf, Hâ, Yâ,
Ayn, Sâd. Bu, kulu Zekeriyyâ'ya Rabb 'inin rahmetini anıştır. O, Rabb 'ine
gizlice niyaz ettiği zaman demişti ki: 'Ey Rabb'im, hakikat ben... Benim kemiğim
yıprandı. Başımın saçı tutuştu. Ey Rabb 'im, ben sana ne dua etmişsem bedbaht
(ve mahrum) olmadım. Hakikat ben, kendimden sonra yerine gelecek akrabamdan
endîşeye düştüm. Karım da kısırdır. Binâenaleyh bana, tarafından (ve kendi sulbümden)
bir oğul ihsan et. Ki bana da mirasçı olsun, Ya'kûb Hanedanına da mirasçı
olsun. Rabb'im sen onu rızâna kavuştur!' (Allah buyurdu:) 'Ey Zekeriyyâ,
hakîkaten sana Yahya adında bir oğul müjdeleriz ki, bundan evvel biz ona hiçbir
(kimseyi) adaş yapmamıştık'. Dedi: 'Rabb 'im benim nasıl oğlum olur ki? Karım
bir kısırdır. Ben ise ihtiyarlığın son haddine varmışımdır'. (Melek) dedi:
'Öyledir. Fakat Rabb'in buyurdu ki - o, bana göre pek kolay. Daha evvel sen hiçbirşey
değilken ben seni yaratmışımdır\ Dedi: 'Rabb'im, bana (bu hususta) bir nişan
ver*. Buyurdu; 'Senin nişanın
sapasağlam iken üç gece insanlarla konuşamamandır\ Derken (Zekeriyyâ)
mescidinden kavminin karşısına çıkıp, onlara: 'Sabah akşam tesbîh edin diye
işaret verdi. (Yahya'yı ihsan ettik ve ona çocukluğunda:) 'Ey Yahya, kitabı
kuvvetle tuV(dedik). Henüz sabi iken ona
hikmet verdik. Tarafımızdan ona bir kalb yumuşaklığı ve temizlik verdik. O, çok
muttaki idL Anasına babasına
da itaatli idi. Bir serkeş ve âsî değildi. Dünyâya getirildiği gün de, öleceği
gün de> diri olarak kaldırılacağı gün de ona selâm olsun' (Meryem: 1-15). İbn Abbâs şöyle
demiştir: "Semiyyen", "Mislen" demektir. * 'Radiyyen*',
"Merdıyyen"; * 'Itıyyen' "Asiyyen" denilir.
"Hıyyen", "Atâ ya'tû" fiilindendir. "Seviyyen"
için "Sahîhan" ma'nâsınadır da deniliyor. "Mıhıâbdan kavminin
karşısına çıkıp onlara sabah akşam tesbîh edin diye vahyetti; yânî işaret
etti". "Hafiyyen",
"Latîfen" demektir. "Âkıran" (yânî "çocuk
doğurmayan" sıfatı) erkek ve dişidir, ikisine de sıfat olur [153]. 102-.......Bize
Katâde, Enes ibn Mâlik'ten; o da Mâlik ibn Sa'saa'dan tahdîs etti ki, onlara da
Peygamber (S) göklere yürütüldüğü geceden şöyle tahdîs etmiştir:
"...Sonrayükseldi, ikinci semâya varınca oranın kapısının açılmasını
istedi. — Kimdir o? denildi. — Cibril'dir, dedi. — Beraberindeki
kimdir? denildi. — Muhammed'dir, diye
cevâb verdi. — O'na vahy ve mi'râc gönderildi mi? denildi.
Cibril: — Evet gönderildi,
dedi. Yükseltmekten ayrılıp
da ikinci semâya vardığımda, orada Yahya ve îsâ Peygamberlerle karşılaştım.
Yahya ile îsâ teyze oğullarıdır. Cibril bana: — Bu gördüklerin Yahya
ile isa'dır; bunlara selâm ver! dedi. Ben de onlara selâm verdim. Onlar da
selâmımı mukaabele ettiler. Sonra: — Merhaba hayırlı
kardeş ve sâlihpeygamber! dediler..." [154]. 46- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Kitâbda Meryem
kıssasını da an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra onların Önünde bir perde edinmişti. Derken biz ona ruhumuzu göndermiştik
de, o, kendisine yaratılışı tam bir beşer şeklinde görünmüştü. Meryem ona dedi
ki: 'Doğrusu ben senden Rahman olan Allah'a sığınırım. Eğer sen hakkıyle
sakınan isen (çekil yanımdan). Rûh da: 'Ben ancak sana pak bir oğlan vermeye
vesile olmak için Rabb ''inin gönderdiği elçiyim' dedi. O: 'Benim nasıl bir oğlum
olacakmış; evlenmedim, bana bir beşer dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim'
dedi. Rûh: 'Öyledir. Fakat Rabb 'in buyurdu ki: O bana göre pek kolay. Çünkü
biz onu insanlara bir âyet ve tarafımızdan bir rahmet kılacağız. Zâten iş olup
bitmiştir '. Nihayet ona gebe kalıp bununla uzak bir yere çekildi. Derken
çocuğun sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya şevketti: 'Keski bundan evvel öleydim, unutulup
gideydim' dedi. Aşağısından ona şu nida geldi: 'Tasalanma, .Rabb'in senin alt
yanından bir su arkı vücûda getirmiştir. Hurma ağacını kendine doğru silk,
üstüne derilmiş taze hurma dökülecektir. Artık ye, iç. 'Gözün
aydın olsun. Eğer beşerden herhangi birini görürsen: Ben Rahman olan Allah'a
oruç adadım. Onun için bu gün hiçbir kimseye kat 'iyyen söz söylemeyeceğim, de.
Derken onu yüklenerek kavmine getirdi. Dediler: 'Hey Meryem, and olsun sen acîb
birşey yapmışsın. Ey Hârûn 'un kızkardeşi, senin baban kötü bir adam değildi.
Anan da iffetsiz bir kadın değildi!' Bunun üzerine Meryem, isa'yı işaret etti.
'Biz henüz beşikte bulunan bir sabi ile nasıl konuşuruz?' dediler. (îsâ dile
gelip) dedi ki: 'Ben hakikat Allah'ın kuluyum. O bana kitâb verdi. Beni
peygamber yaptı. Beni her nerede bulunursam mübarek kıldı. Bana, ben hayâtta
oldukça namazı, zekâtı emretti. Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni bir zorba,
bir bedbaht olarak yaratmadı. Dünyâya getirildiğim gün de, öleceğim gün de, bir
diri olarak (kabrimden) kaldırılacağım gün de selâm (ve selâmet) benim
üzerimedir'. İşte hakkında şekk ve ihtilâf etmekte oldukları Meryem oğlu îsâ, Hakk
kavlince budur" (Meryem: ıe-34). "Gerçek, Allah
Âdem'i, Nuh'u, İbrahim Hanedanı'm, İmrân ailesini hepsi de birbirinden gelme
tek bir zürriyet olarak âlemlerin
üzerine seçilmiş kıldı. Allah hakkıyle işitici, kemâliyle bilicidir. Hani İmrân
'in karısı (Hanne): 'Rabb 'im,
karnımdakini âzâdlı bir kul olarak sana adadım. Benden olan bu adağı kabul et.
Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sensin Sen' demişti. Fakat onu kız
doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken: 'Rabb 'im, hakikat
ben onu kız olarak doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Gerçek ben adını Meryem
koydum. Ben onu da, zürriyetini de o taşlanmış şeytândan sana sığındırırım'
dedi. Bunun üzerine Rabb 'i onu iyi bir rızâ ile kabul etti. Onu güzel bir
nebat gibi büyüttü. Zekeriyyâ 'yi da ona bakmaya me 'mûr etti. Zekeriyyâ ne
zaman (kızın bulunduğu) mihraba girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. 'Meryem,
bu sana nereden (geliyor)?' dedi. O da: 'Bu, Allah tarafından. Şübhe yoktur ki,
Allah kimi dilerse ona sayısız fizik verir' derdi" (âiu tmrân: 33-37). "Hani melekler:
'Ey Meryem, şübhesiz ki Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz
büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı' demişti. 'Ey Meryem,
huşu' ile Rabb 'inin divânına dur, secdeye kapan, rükû' edenlerle beraber eğil
(cemâatle namaz kıl)'. Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir.
Meryem 'i onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken sen
yanlarında değildin. Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun. Melekler: Ey
Meryem, Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdeliyor... " (âiu imrân:
42-45). İbn Abbâs şöyle
demiştir: "Alu İmrân", bütün mü'minlerdir. "Alu İbrahim",
"Âiu İmrân", "Alû Yasin" ve "Âiu Muhammed"
ta'bîrlerinden kasdedilen de hep mü'minlerdir. Çünkü Allah: "HaUîkat İbrahim
'e insanların en yakını, herhalde zamanında ona tâbi' olanlardır... " (âiu
imrân: 68) buyuruyor; onlar da ancak mü'minlerdir. (Binâenaleyh ona muhalefet edenler,
orun âl'inden değildirler.) "Âiu Ya'kûb" denilip jr; bunun aslı
"Ehlu Ya'kûb"dur. He, hemzeyle kalbedilmiştir. "Âl" kelimesini küçültme ismi
yaptıkları zaman, sonra o hemzeyi aslına döndürürler de "Uheylun"
derler [155]. 103-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs edip şöyle dedi: Ebû Hureyre
(R) şöyle dedi: Ben Rasûlul-lah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Âdem
çocuklarından doğu-rulan hiçbir çocuk yoktur ki, doyurulurken şeytân ona
dokunmuş olmasın. İşte şeytânın dokunmasından dolayıdır ki, çocuk anasından
doğduğu andaferyâd ederek ağlar. Şeytânın bu dokunmasından Meryem oğlu ile
annesi müstesnadır". Sonra Ebû Hureyre:
"Be/ı onu ve zürriyetini o taşlanmış şeytândan Sana sığındırırım"
(Âiu imrân: 36) âyetini söylerdi [156]. 47- Bâb:
"Hani melekler:
'Ey Meryem, şübhesiz ki, Allah sana seçkin bir özellik verdi. Seni tertemiz
büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üzerine seçkin kıldı, demişti. Ey Meryem,
huşu' ile Rdbb 'in dîvânına dur, secdeye kapan, rükû' edenlerle beraber rükû'
et. (Yâ Muhammedi) Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir.
Meryem 7 onlardan hangisi himayesine alacak diye kalemlerini atarlarken, sen
yanlarında değildin. Çekişirlerken de yine yanlarında yoktun" (Âlu İmrân:
42-44) [157]. "Yekfulu"
denilir ki, bu "Onu beslemeyi üzerine aldı; onu kendine katıp aldı"
demektir; bunda "Kefele" şeddesiz olarak okunur. Bu, borçlara kefil
olmak ve benzeri ma'nâdan değildir. 104-.......
Hişâm şöyle demiştir: Bana babam Urvetu'bnu'z-Zubeyr haber verip şöyle dedi:
Ben Abdullah ibn Ca'fer'den işittim, o şöyle dedi: Ben Alî(R)'den işittim,
şöyle diyordu: Ben Peygam-ber(S)'den işittim: "Zamanındaki dünyâ
kadınlarının hayırlısı İmrân kızı Meryem'dir. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı
da Hadîce'dir" buyuruyordu [158]. 48- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Hani melekler:
Ey Meryem, şübhesiz ki, Allah sana seçkin bir hususiyet verdi. Seni tertemiz
büyüttü. Seni âlemlerin kadınları üstüne seçilmiş kıldı, demişti. Ey Meryem,
huşu' ile Rabb Hnin dîvânına dur, secdeye kapan, Allah'a rükû' edenlerle
beraber eğil (cemâatle namaz kıl). (Yâ Muhammedi) Bunlar sana vahyetmekte
olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem V onlardan hangisi himayesine alacak
diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Bu hususta çekişirlerken
de yine yanlarında yoktun. Melekler: ıEy Meryemx Allah sana kendinden bir
kelimeyi müjdeliyor. Adı Isâ, (lakabı) Mesîh, (sıfatı) Meryem oğlu 'dur.
Dünyâda da, âhirette de sânı yücedir. Allah'a çok yakınlardandır da. Beşiğinde
de, yetişkinlik hâlinde de insanlara söz söyleyecektir, sâlihlerdendir' dediği
zaman da (sen yanlarında değildin). Meryem dedi ki: 'Hey Rabb Hm, bana bir
beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?' Allah dedi: Öyle; fakat
Allah ne dilerse yaratır. Bir işe hükmedince ona ancak 'Ol!' der, o da
oluverir. Allah ona yazmayı, hikmeti, Tevrat % încîPi öğretecek. Onu İsrail
oğulları 'na peygamber gönderecek. (Onlara şöyle diyecek:) Hakikat ben size
Rabb 'inizden bir âyet getirdim. Hakikat ben size çamurdan kuş biçimi gibi
birşey yapar, ona üfürürüm de Allah'ın izniyle derhâl canlı bir kuş olur. Yine
Allah'ın izniyle anadan doğma körü ve abraşı iyi eder, ölüleri diriltirim.
Evlerinizde ne yiyor, ne biriktiriyorsanız size haber veririm. Elbette bunlarda
sizin için, eğer îmân ediciler seniz, kat'î birer ibret Vardir" (Âlu
İmrân: 42-49) [159]. "Yubeşşiruki"
ve "Yebşiruke" bir ma'nâdadır; "Seni müjdeliyor" demektir.
"Vecîhen", "Şerefli" demektir. İbrâhîm en-Nahaî:
"el-Mesîh", "es-Sıddîk" demektir, demiştir. Mucâhid:
"el-Kehlu", "el-Halîmu", yânı "Olgun",
"el-Ekmehu", "Gündüzleyin gören, geceleyin görmeyen"
demektir, demiştir. Başkaları da "el-Ekmeh" "Kör olarak
doğandır" demişlerdir [160]. 105-.......
Bize Şu'be tahdîs etti ki, Amr ibn Murre şöyle demiştir: Ben Murre
el-Hemdânî'den hadîs tahdîs ederken işittim. Ebû Mûsâ el-Eş'arî(R) şöyle
demiştir: "Âişe'nin, ümmetimin kadınlarına karşı üstünlüğü, tirid
yemeğinin diğer yemeklere karşı üstünlüğü gibidir. Erkeklerden bir çokluk
(fazilette) kemâle erdi. Kadınlardan ise İmrân kızı Meryem ile Fir'avn'ın
kadını Âsiye'den başkası kemâle ermedi". İbn Vehb dedi ki: Bana
Yûnus haber verdi: İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Saîd ibnu'l-Müseyyeb tahdîs
etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "Ku-reyş kadınları deveye binen Arab kadınlarının
hayırlısıdır. Onlar, kadınların çocuğa en şefkatlisi, elindeki zevcinin malını
korumak hususunda kocaya en riâyeîlisidir". (Bu hadîsin râvîsi
Saîd ibnu'l-Müseyyeb dedi ki:) Bu rivayetin ardından Ebû Hureyre: "İmrân
kızı Meryem asla deveye binmedi" der idi. Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Yûnus el-Eylî'ye, ez-Zuhrî'nin kardeşinin oğlu Muhammed ibn
Abdillah ile İshâk el-Kelbî mutâbaat etmişlerdir [161]. 49- Yüce Allah'ın Şu Kavli Babı:
"Ey kitâb ehli
olanlar, dîniniz hususunda haddi aşmayın. Allah'a karşı hakk olandan başkasını söylemeyin.
Meryem oğlu Mesîh îsâ yalnız Allah'ın Rasûlü ve kelimesidir ki, onu Meryem 'e
bırakmıştır. O,Allah tarafından yaratılan bir Rüfatur. Artık Allah'a ve rusûllerine
inanın da (Allah) üçtür demeyin. Kendiniz için hayırlı olmak üzere bundan
vazgeçin. Allah, ancak bir tek tanrıdır. O herhangi bir çocuğu bulunmaktan
münezzehtir. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O 'nundur. Hakîkî vekîl
olmak bakımından da bizzat Allah yeter. Ne Mesîh, ne en yakın melekler Allah'ın
kulu olmaktan asla çekinmezler. Kim O 'na kulluktan çekinir ve kibirlenmek
isterse (düşünsün ki Allah) onların hepsini huzurunda toplayacaktır"
(en-Nisâ: m-m). Ebû Ubeyd:
"Kelimetuhû", (baba ve nutfe vâsıtası olmaksızın) ol deyince
olmasıdır, demiştir. Başkaları da "Ruhun
minhu", "Ona hayât verdi de bir rûh yaptı" demektir, dediler.
"İlâhlar üçtür" demeyin " [162] 106-.......
Bana Cunâde ibnu EbîUmeyye, Ubeyde ibn Sâmit(R)'ten tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Her kim: Allah'tan başka ibâdet olunacak hiçbir
ma'bûd yoktur, yalnız Allah vardır; ortağı yoktur, Muhammed de muhakkak
Allah'ın kulu veRa-sûlü 'dür. îsâ da Allah 'in kulu ve Rasûlü 'dür. Ve (tekvînî
bir emirle) Meryem'e bıraktığı bir kelimesidir ve (bu suretle) Allah tarafından
hayât verilen bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem de haktır, diye diliyle
ikrar ve kalbiyle tasdik ederse, Allah o kimseyi cennete kor. O kul hangi mal
üzerinde olursa (olsun ayırdetmez)". Râvî el-Velîd dedi ki:
Bana İbnu Câbir, Umeyr'den; o da Cunâ-de'den tahdîs etti de "Cennetin
sekiz kapısından hangisini isterse oradan" fıkrasını ziyâde etti [163]. 50- Bâb:
"Kitâbda Meryem
(kıssasını) da an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere
çekilmişti. Sonra onların önünde bir perde edinmişti. Derken biz ona ruhumuzu göndermiştik
de o kendisine hilkati tam bir beşer Şeklinde görünmüştü..
" (Meryem: 16-40) Yûnus kıssasındaki
"Nebeznâhu" (es-saffât: 145) "Onu attık" demektir.
"Doğu tarafa çekildi": Yânı ibâdet için Beytu'l-Makdis'in yâhud
evinin doğu tarafına çekildi. "Fe-ecâehâ", "Doğum sancısı
Meryem'i getirdi" demektir; bu "Ci'tu"dan "Ef
'altu"dur. "el-Ceehâ" denilir ki, "Onu muztarr kıldı"
demektir. "Tessâkatu",
"Düşürür" yânî düşer; "Mekânen kasıyyen", "Mekânen
kaasiyen"; yânî "Uzak bir yere"; "Feriyyen azîmen",
"Sevilmeyen çok çirkin bir iş yaptın" demektir. İbn Abbâs:
"Nisyen", "Yaradılmış mevcûd birşey olmayaydım" demektir,
dedi. Başkaları da: "en-Nisyu", "el-Hakîru"dur, dedi. Ebû
Vâil: Meryem "Eğer Allah'tan sakıma isen" dediği zaman
"Takî"'m akıl sahibi olduğunu bildi, demiştir. Vekî* ibnu'l-Cerrâh, İsrâîl
ibn Yûnus'tan; o da dedesi Ebû İshâk'tan; o da el-Berâ ibn Âzib'den:
"Seriyyen", Süryânîce'de küçük ırmak, çay demektir, demiştir [164]. 107-.......Bize
Cerîr ibn Hazım, Muhammed ibn Sîrîn'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti
ki, Peygamber (S) şöyle buyur-muşıur: "Beşikteyalnız üç çocuk konuşmuştur:
Biri isa'dır. (İkincisi de şu kıssadaki çocuktur:) İsrâîl oğulları zamanında
Cureyc denilen ruhban bir kişi vardır. Cureyc savmıasında namaz kılarken annesi
gelmiş, kendisini çağırmış. Cureyc: — Namazı bozup anama
cevâb mı vereyim, yoksa namaz mı kılayım? diye düşünmüş. (Anası üç defa
çağırdığı hâlde namaza devam etmiş.) Bunun üzerine anası: — Yâ Allah! Bu oğluma fahişe kadınların
yüzlerini göstermedikçe onun canını alma! diye beddua etmiş. Cureyc savmıasında
bulunduğu sırada bir kadın gelip kendisine musallat olmuş ve ona zina teklif
etmiş. Fakat Cureyc bundan çekindiği için, bu kızgın kadın bir çobana gitmiş
ve kendini ona teslim etmiştir. Kadın bu cinsî münâsebetten bir oğlan
doğurmuş. (Kendisinden sorulduğunda) bu çocuğun Cureyc'den olduğunu söylemiş.
Bunun üzerine halk rahibe gelmişler, savmıasını (baltalarla, kazmalarla) kırıp
yıkmışlar, kendisini de savmıadan aşağı indirip çıkarmışlar ve kendisine
küfürler etmişler. Cureyc abdest alıp namaz kıldıktan sonra o piç çocuğun
yanına gelmiş ve: — Ey oğul, baban
kimdir? diye sormuş. — Çobandır! diye cevâb vermiş. Bu garîb hâdiseyi
gören halk, rahibe: — Senin savmıanı, yânı
ibâdet verini altından yaparız! demişler. Cureyc: — Hayır, eskisi gibi
çamurdan yapın, demiştir. (Üçüncüsü de şudur:)
İsrâîl oğulları 'ndan emzikli bir kadın vardı. Bir gün erkek çocuğunu
emzirirken yanından yakışıklı ve haşmetli bir süvârî geçmiş. Bunu gören kadın: — Yâ Allah! Oğlumu bunun gibi heybetli kıl!
diye dua etmiş. Çocuk hemen anasının memesini bırakıp süvârîye dönmüş ve: — Yâ Allah! Beni bunun
gibi kılma! diye duâ etmiş. Sonra anasının memesine dönüp yine emmeye
koyulmuş". Râvî Ebû Hureyre dedi
ki: (Peygamber bunu bize hikâye ederken parmağını ağzına koyarak çocuğun
emişini misâllendirmişti; O'-nun bu hâli gözümün önündedir.) Şimdi ben
Peygamber'in kendi parmağını emişini görür gibiyim. "Bundan sonra da
o emzikli kadının yanından bir câriye geçmiş. Bu defa kadın: — Yâ Allah! Benim oğlumu şu câriye gibi (hakîr)
yapma! diye duâ etmiş. Bu sefer çocuk yine
anasının memesini bırakmış ve: — Yâ Allah! Beni bunun gibi kıl! demiş. Bunun
üzerine kadın, çocuğuna: — Niçin böyle
söyledin? diye sormuş. Çocuk da şöyle cevâb vermiştir: — O süvârî kibirli zâlimlerden birisi idi. Şu
câriye ise (zavallı bir kadındır; insanlar ona): Sen çaldın, sen zina ettin
diye söz'ederler; hâlbuki o bunların hiçbirisini yapmamış (ma'sûm) bir
kadındır" [165]. 108-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Geceleyin yürütüldüğüm
zaman Musa'ya kavuştum". -Râvî dedi ki: Rasûlullah onu tavsif etti.-
"Bir de gördüm ki, ot Şenûe kabilesi erkeklerinden biri gibi karayağız,
uzun boylu, batık etli, düz saçlı bir zâttır." Rasûlullah dedi ki:
"Ben isa'ya da kavuştum". Peygamber onu da tavsif edip şöyle dedi:
"îsâ, orta yapılı, sanki hamamdan çıkmış gibi al çehreliydi. Ben
İbrahim'i de gördüm. Çocukları içinde ona en çok benzeyeni benim".
Peygamber dedi ki: "Sonra bana birinin içinde süt, diğerinde şarâb bulunan
iki kap getirildi ve bana: Bunların hangisini dilersen al, denildi. Ben sütü
aldım ve onu içtim. Bana: Fıtrata hidâyet olundun yâhud fıtrata isabet ettin.
Eğer sen şarâbı almış olsaydın, ümmetin azgın olurdu, denildi" [166]. 109-.......
Bize Usmân ibnu'l-Mugîre, Mucâhid ibn Cebr'den haber verdi ki, İbnu Umer (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Ben isa'yı, Musa'yı ve
İbrahim'i gördüm: Amma îsâ al çehreli, kıvırcık saçlı, geniş göğüslü idi. Amma
Mûsâ, karayağız, iri uzun boylu, düz saçlı idi. Sanki Sudanlı erkeklerden
birisi". 110-.......Bize
Mûsâ ibn Ukbe tahdîs etti ki, Nâfi' şöyle demiştir: Abdullah ibn Umer (R) dedi
ki: Peygamber (S) bir gün insanların arasında Deccâl Mesîh'i zikretti de şöyle
buyurdu: "Şübhesiz Allah şaşı değildir. Dikkat edin ki, Deccâl Mesih 'in
sağ gözü şaşıdır. Onun gözü sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış, iri
bir üzüm tânesi gibidir. Ben geceleyin kendimi Ka'beyanında gördüm. Ansızın esmer
bir zâtla karşılaştım. Sanki o görülen esmer erkeklerin en güzelidir. Başının
saçı iki omuzu arasında sarkıyor. Saçları taranıp arınmıştı da başı su
damlatıyordu. İki elini iki kişinin omuzlarına koyarak o iki kişi arasında Bey
t'i tavaf ediyordu. — Bu kimdir? dedim. — Meryem 'in oğlu
Mesîh 'tir, dediler. Sonra onun arkasında
gayetle kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat ve bört-lek, gördüğüm insanlar arasında
İbnu Katan'a en çok benzeyen birisini gördüm. Bu da iki elini iki kişinin
omuzlarına koyarak Bey t'i tavaf ediyordu. — Bu kimdir? diye
sordum. — Bu Mesih Deccâl'dir, dediler". Bu hadîsi Nâfi'den
rivayet etmekte Ubeydullah, Mûsâ ibn Uk-be'ye mutâbaat etmiştir. 111-.......Bana
ez-Zuhrî, Sâlim'den tahdîs etti ki, babası Abdullah ibn Umer şöyle demiştir:
Hayır vallahi Peygamber (S) îsâ için "Kırmızı (çehrelidir)" demedi.
Lâkin o, şöyle buyurdu: "Ben uyumuştum, ru'yâmda Ka'be'yi tavaf
ediyordum. O sırada esmer, salıverilmiş düz saçlı bir kişi gördüm. İki kişi
arasında onlara dayanarak iki tarafa bocalayarak sevkediliyordu (tavafı böyle
yapıyordu), başı da su damlatıyordu yâhud başı su akıtıyordu. Ben: — Bu kimdir? diye
sordum. — Meryem oğlu'dur,
dediler. Ona yönelmek üzere
yürüdüğüm sırada bir de kırmızı yüzlü, uzun boylu, başı kıvırcık saçlı, sağ
gözü sakat, börtlek; sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm
tanesi. (Orada bulunanlara:) — Bu kimdir? diye
sordum. — Bu, Deccâl'dir, dediler. Ona benzerlikçe
insanların en yakın olanı İbnu Katan'dır." ez-Zuhrî: İbnu Katan, Huzâa
kabilesinden Câhiliyet devrinde he-Iâk olmuş bir adamdır, demiştir. 112-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme haber verdi ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Ben Rasûlullah(S)'tan işittim, şöyle buyuruyordu: "Ben Meryem
oğlu'na insanların en yakınıyım. Peygamberler anaları ayrı, babaları bir
evlâdlardır. Benimle îsâ arasında başka bir peygamber yoktur" [167]. 113-.......Ebû
Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Ben Meryem oğlu
isa'ya dünyâ ve âhirette insanların en yakınıyım. Esasen peygamberler babaları
bir kardeştirler, anaları ayrı ayrıdır, dînleri birdir". Ve İbrahim ibn Tahmân,
Mûsâ ibn Ukbe'den; o da Safvân ibn Suleym'den; o da Atâ ibn Yesâr'dan söyledi
ki, Ebû Hureyre (R): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu, demiştir [168]. 114-.......BizeMa'mer,
Hemmâm'dan; o da Ebû Hureyre'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Bir kerresinde Meryem oğlu îsâ, hırsızlık yapmakta olan bir
kimse görmüş de ona: — Sen çaldın mı? diye sormuş. O da: — Kendisinden başka
(ibâdete lâyık) hiçbir tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, ben asla
çalmadım, diye cevâb vermiş. Bunun üzerine îsâ: — Allah'a îmân (ve
O'nun adına yemin edeni tasdik) ettim ve kendi gözümü yalanladım,
demiştir". 115-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Ben ez-Zuhrî'den işittim, şöyle
diyordu: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbn Abbâs'tan haber verdi. O da Umer(R)'den
işitmiştir. Umer minber üzerinde şöyle diyordu: Ben Peygamber(S)'den işittim:
"Nasrâ-nîler'in Meryem oğlu'nu bâtıl ve aşırı surette medhettikleri gibi,
sakın sizler de beni medhde aşın gitmeyiniz. Şübhesiz ki, ben ancak bir kulum.
Onun için bana Allah'ın Kulu ve Rasûlü deyiniz"duyuruyordu. 116- Bize
Muhammed ibn Mukaatil tahdîs etti. Bize Abdullah ibnu'l-Mubârek haber verdi:
Bize Salih ibn Hayy haber verdi ki Ho-râsân ahâlîsinden bir adam eş-Şa'bî'ye
bir suâl sordu. Bunun üzerine eş-Şa'bî şöyle dedi: Bana Ebû Burde haber verdi
ki, babası Ebû Mûsâ el-Eş'arî (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu:
"Kişi, cariyesini güzel
edeblendirir ve terbiyesini güzel yapar, onu öğretir ve öğretmesini yânî
okutmasını güzel yapar, sonra ona hürriyet verir de onunla evlenirse, o kişiye
iki ecir vardır. Bir kişi de isa'ya îmân eder, sonra bana îmân ederse, buna da
iki ecir vardır. Bir köle de hem Rabb 'ine muttaki olur, hem de efendilerine
itaat ederse, bunun için de iki ecir vardır". 117-.......İbn
Âbbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): "Sizler yahnayaklılar,
çıplaklar, erlik yerleriniz sünnetsizler olarak haşrolunacaksınız"
buyurdu. Sonra: "O günü hatırla ki, biz göğü, kitâblann sahîfesini dürüp
büker gibi düreceğiz. tik yaratışa nasıl baş-ladıksa, üzerimize hakk bir va 'd
olarak yine onu iade edeceğiz. Hak-kıyle failler biziz*' (ei-Enbiyâ: !04)
âyetini okudu. Ve şöyle devam etti: "Kıyamet günü ilk elbise giydirilecek
kişi îbrâhîm dir. Yine kıyamet günü sahâbîlerimden birtakım insanlar sağ taraflarından
ve sol taraflarından yakalanırlar da ben: Onlar benim sahâbîlerimdir, derim.
Bana: Sen onlardan ayrıldığından beri onlar Ökçeleri üzerinde geri dönmekte
devam etmiş mürtedlerdir, denilir. Ben de: Allah'ın sâlih kulu Meryem oğlu
isa'nın dediği gibi derim: "Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde
bir kontrolcu idim. Fakat sen beni vefat ettirdiğin vakit üzerlerinde kontrolcu
yalnız Sen oldun. Zâten Sen her-şeye hakkıyle şâhidsin. Eğer kendilerine azâb
edersen, şübhe yok ki onlar Sen 'in kullarındır. Eğer onlara mağfiret edersen
mutlak gâlib, yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da hakikaten Sensin Sen"
(ei-Mâide: 117-118). Muhammed ibn Yûsuf
el-Firabrî şöyle dedi: Ebû Abdillah el-Buhârî'den zikrolundu ki, Kabîsa: Onlar
Ebû Bekr zamanında dînden dönen mürtedlerdir; Ebû Bekr onlarla harb etti,
demiştir [169]. 51- Meryem Oğlu Îsâ Aleyhima's-Selâm'ın İnmesi Babı
118-.......Saîd
ibnu'l, Müseyyeb, Ebû Hureyre(R)'den şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S)
şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan A ilah 'a yemîn ederim ki, muhakkak
ileride Meryem oğlu Isâ sizin içinize adaletli bir hakem olarak incektir. O
zaman o, salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal ö
kadar çoğalacak ki, hiçbir kimse mal kabul etmeyecek. Nihayet bir tek secde dünyâ
ve dünyâdaki her şey den daha hayırlı olacaktır". Bunun ardından Ebû
Hureyre (R) şöyle derdi: İsterseniz şu âyeti okuyunuz: "Ehli kitâbdan
hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (îsâ'ya) mutlakaa
îmân edecek, o da kıyamet günü kendileri aleyhine bir şâhid olacaktır"
(en-Nisâ: 159) [170]. 119-.......Bizeel-Leys,
Yûnus ibn Yezîd'den; o da İbn Şihâb'dan; o da Ebû Katâde el-Ensârî'nin
himayesinde bulunan Nâfi'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir:
Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "İmamınız (devlet başkanınız) kendinizden
olduğu hâlde Meryem oğlu sizin içinize indiği zaman (îsâ da îmânınıza uyduğunda)
acaba sizler nasıl olursunuz?" [171]. Bu hadîsi rivayet
etmekte UkayI ile el-Evzâî, Yûnus'a mutâbaat etmişlerdir. 52- İsrâîl Oğulları'ndan Zîkrolunagelen (İbretli Ve İnsanı Hayrete
Düşüren) Hadîsler Babı [172]
120-.......
Rıb'î ibn Hırâş şöyle demiştir: Ukbe ibn Amr, Huzeyfe'ye: — Sen bize Rasûlullah'tan işittiğin şeyleri
tahdîs etmez misin? dedi. Huzeyfe de şöyle dedi: — Ben Rasûlullah'tan
işittim, şöyle buyuruyordu: "Deccâl çıktığı zaman beraberinde bir su, bir
de ateş bulunacaktır. Amma insanların ateş olarak gördükleri şeye gelince, o,
soğuk bir sudur. Amma insanların soğuk bir su olduğunu görecekleri şey ise,
işte o, yakıcı bir ateştir. Sizlerden her kim Deccâl'in çıkması zamanına
erişirse, ateş suretinde göreceği şeyin tarafında bulunsun. Çünkü o, tatlı
soğuk bir sudur" [173]. Yine Huzeyfe şöyle
dedi: — Ve ben Rasûlullah'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "Sizden evvel geçen ümmetlerden bir kişi vardı. Onun ruhunu
almak için ölüm meleği ona geldi (ve ruhunu alıp gitti, diriltildiğinde) ona: — Dünyâda bir hayır
işledin mi? diye soruldu. O da:
— Bir hayır işlediğimi
bilmiyorum, dedi. Ona: — İyi. düşün! denildi.
Oda: — Ben (ömrümde) hiçbir
hayır işlediğimi bilmiyorum. Ancak şu var ki, ben dünyâda insanlarla alışveriş
yapardım da, alacaklarımı toplardım. Hâli vakti yerinde olan borçluya va'de
verirdim. Fakır borçluya da borcunu bağışlardım, dedi. Bunun üzerine Allah o
kimseyi cennete girdirdi". Ve yine Huzeyfe şöyle dedi: — Ben yine Rasülullah'tan işittim, şöyle
buyuruyordu: "(Sizden evvelki ümmetler içinde) bir kişiye ölüm gelip
çatmıştı. O, hayâttan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti: — Ben öldüğümde birçok
odun toplayınız. Bu yığını bir ateşle tutuşturup yakınız (ve beni bu ateşe
atınız). Ateş benim etimi yiyip de kemiğime ulaşıncaya kadar bırakınız.
Kemiğimi yakınca bu yanmış kemikleri alınız, onu döğüp un yapınız. Sonra
rüzgârı şiddetli bir günü bekleyiniz. Ve (bu unu fırtınalı günde) deniz içine
savurunuz. Aile halkı bu
vasiyetin gereğini yaptılar. Fakat Allah onun zerrelerini topladı da ona: — Niçin böyle yaptın?
diye sordu. O kışı: — Ben Sen 'den
korktuğumdan dolayı böyle yaptım, diye cevâb verdi. Bunun üzerine Allah
onu mağfiret eyledi." Râvî Ukbe ibn Âmr,
Huzeyfe'ye: — Ben de
RasûIuIIah(S)'tan işittim; bu hadîsi söylüyordu. O vasiyet eden kişi bir kefen
soyucu idi, demiştir [174]. 121-.......ez-Zuhrî
şöyle demiştir: Bana Ubeydullah ibn Abdil- lah haber verdi ki,
Âişe ile İbn Abbâs (Allah onlardan razı olsun) şöyle demişlerdir: Rasülullah'a
son hastalığında inen indiği zaman, (çektiği sıkıntıdan dolayı) yanında olan
bir hamîsayı yüzüne örter dururdu. Hamîsa kandisine sıkıntı verdikçe yine atıp
yüzünü açardı. İşte o hâlde iken: "Allah'ın la'neti Yahudiler ve
Hnstiyanlar üzerine olsun. Onlar peygamberlerinin kabirlerini kendilerine
mesciâlen edindiler" buyurdu. Bununla onların yaptıklarından ümmeti
sakındırıyordu[175] 122-.......Bize
Şu'be tahdîs etti ki, Furât el-Kazzâz şöyle demiştir: Ben Ebû Hâzım'dan
işittim, şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (R) ile beş sene beraber oturdum. Ondan
işittim ki, Peygamber (S)'in şöyle buyurduğunu tahdîs ediyordu: "İsrâîl
oğulları zamanında onları peygamberler idare ederdi. Her ne zaman bir
peygamber ölürse, onun yerine bir başka peygamber geçerdi. Şübhesiz ki benden
sonra peygamber yoktur. Artık halîfeler olacaktır. Halîfeler çok da
olabilirler". Sahâbîler: — Halîfeler birden fazla olursa, bize ne
emredersin? dediler. Peygamber: — "Birinciye
yaptığınız bey'ate bağlı kalınız, birinciye. Onlara haklarını veriniz
(emirlerini dinleyip itaat ediniz). Şübhesiz ki Allah da onlara idare ettikleri
milletlerin haklarından soracaktır" buyurdu [176]. 123-.......Bana
Zeyd ibn Eşlem, Atâ ibn Yesâr'dan; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Siz* ler, kendinizden önce geçen
milletlerin yoluna karışı karışına, arşım arşınına tıpatıp muhakkak
uyacaksınız! O dereceye kadar ki, şayet onlar (daracık) keler deliğine girmiş
olsalar, siz de muhakkak (onlara uyarak) oraya gireceksiniz!" (Râvî Ebû Saîd dedi
ki:) Biz: — Yâ Rasûlallah! Bu
ümmetler Yahûdîler'le Hnstiyanlar mı? diye sorduk. Rasûlullah: — "Onlardan başka kim olacak?" buyurdu
[177]. 124-.......Bize
Hâlid el-Hazzâ, Ebû Kılâbe'den tahdîs etti ki, Enes (R) şöyle demiştir:
(Sahâbîler çoğalıp da namaz vaktini tanıyacakları bir şeyle bildirmek
istedikleri zaman) ateş yakmak, çan çalmak hatırlarına geldi. Yahudiler ve
Hrıstiyanlar'i da, yânî bunların onlara âid işler olduğunu da düşündüler (ve
vazgeçildi). Sonra Bilâİ'e ezan lâfızlarını ikişer ikişer; ikaamet lâfızlarını
birer birer söylemesi emrolundu [178]. 125-.......Bize
Sufyân ibn Uyeyne, el-A'meş'ten; o da Ebu'd-Duhâ'dan; o da Mesrûk'tan tahdîs
etti ki, Âişe (R), namaz kılan kimsenin elini kalçasına koymasını çirkin
görürdü de: Bunu Yahûdîler yapar, derdi. Bu hadîsi el-A'meş'ten
rivayet etmekte Şu'be, Sufyân'a mutâ-baat etmiştir [179]. 126-.......Bizeel-Leys,
Nâfi'den; o daîbnUmer(R)'dentahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur:
"Sizden evvel geçen ümmetlerin dünyâdaki müddetlerine nisbetle sizin
müddetiniz ancak ikindi namâzıyle güneşin batmasına kadar olan müddet gibidir.
Sizlerin meseli ile Yahûd ve Nasârâ'mn meseli şu kimsenin meseli gibidir: O,
birtakım işçileri çalıştırmak istedi de: — Bana günün yarısına
kadar birer kîrât birer kîrât ücretle kim çalışır? dedi. Yahudiler birer kîrât
birer kîrât ücretle günün yarısına kadar çalıştılar. Sonra o zât: — Günün yarısından ikindi
namazına kadar birer kîrât birer kîrât ücretle bana kim çalışır? dedi. Hrıstiyanlar günün
yarısından ikindi namazına kadar birer kîrât birer kîrât ücretle çalıştılar.
Sonra adam: — İkindi namazından
güneşin batmasına kadar bana ikişer kîrât ikişer kîrât ücretle kim çalışacak?
dedi". Peygamber buyurdu ki:
"Dikkat edin! İkindi namazından güneşin batmasına kadar ikişer kîrât
ikişer kîrât ücretle çalışanlar, sizlersiniz. Dikkat edin! Sizin ücretiniz iki
kenedir. Bunun üzerine
Yahudiler ve Hrıstiyanlar öfkelendiler de: — (Ey Rabb'imiz!)
Bizler daha çok çalıştık, fakat daha az ücret aldık! dediler. Allah: — Ben sizin
hakkınızdan herhangi birşey kesip zulmettim mi? buyurdu.
Onlar: — Hayır (ücretimizden kesmedin yâ Rabb),
dediler. Allah da: — İşte o benim fadlımdır ki, ben onu dilediğime
veririm, buyurdu" [180]. 127-.......İbnAbbâs
(R) şöyle demiştir: Ben Umer(R)'den işittim, şöyle diyordu: Allah Fulân
kimseyi öldürsün! O Peygamber (S)'in: "Allah Yahûdîler'e la'net etsin!
Onlara (gerek meyte, gerek gayrisi olsun) yağlar haram kılındı da onlar bu
yağlan erittiler ve sattılar" buyurduğunu bilmedi mi? Bu hadîsi
Peygamber'den rivayet etmekte İbn Abbâs'a Câbir ile Ebû Hureyre mutâbaat
etmişlerdir [181]. 128-.......Hassan
ibn Atıyye, Ebû Kebşe'den; o da Abdullah ibn Amr'dan tahdîs etti ki, Peygamber
(S) şöyle buyurmuştur: "Benim tarafımdan (teblîğ edilen Kur'ân'dan) bir
âyet olsun halka ulaştırınız. İsrâîl oğulları'ndan da (ibretli kıssalar) haber
verebilirsiniz. Bunda darlık yoktur. Her kim (benim söylemediğim birşeyi
söyledi diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da cehennemdeki yerine yerleşmeye
hazırlansın" [182]. 129-.......İbn
Şihâb şöyle demiştir: Ebû Seleme ibn Abdirrahmân şöyle dedi: Ebû Hureyre (R)
şöyle dedi: Rasûlullah (S): "Yahudiler ve Hrıstiyanlar (ak saçlarını ve
sakallarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet ediniz" buyurdu [183]. 130-.......Bize
Cerîr, el-Hasen'den tahdîs etti: (Hasen Basrî şöyle demiştir:) Bize Cündüb ibn
Abdillah şu Basra Mescidi'nde Peygam-ber'den aşağıdaki hadîsi tahdîs etti. Biz
onun bunu bize tahdîs ettiği zamandan beri bu hadîsi unutmadık, Cündüb'ün
Rasûlullah üzerine yalan söylemiş olacağından endîşe de etmiyoruz. Cündüb şöyle
dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Sizden önce geçen ümmetlerden birisi
içinde bir kişi vardı. Önün bedeninde bir yarası vardı. Bu kişi yaranın
elemine dayanamadı da bir bıçak aldı ve onunla elini kesti. Fakat kan bir türlü
kesilmedi ve nihayet o kişi öldü. Yüce Allah: Kulum kendi kendisine (ölüme
teşebbüs edip) benim önüme geçmeye davrandı. Ben de ona cenneti haram kıldım,
buyurdu" [184] 53- İsrâîl Oğullarfnda Derisi Hasta Kimse İle Körün Ve Kelin Hadîsi
131-.......Bana
Abdurrahmân ibn Ebî Amre tahdîs etti ki, ona da Ebû Hureyre, Peygamber'den
işiterek tahdîs etmiştir. H ve yine bana
Muhammed tahdîs etti: Bize Abdullah ibn Recâ tahdîs etti: Bize Hemmâm ibn Yahya
haber verdi ki, İshâk ibn Ab-dillah şöyle demiştir: Bana Abdurrahmân ibn Ebî
Amre haber verdi ki, ona da Ebû Hureyre tahdîs etmiştir: Ebû Hureyre,
Rasûlullah'-tan şöyle buyururken işitmiştir: "İsrâîloğulları'nda derisi
hastalıklı, kel, kör üç kişi vardı. Allah bunları imtihan etmek istedi de
onlara bir melek gönderdi. Melek abraşa geldi: — En çok neyi
seversin? dedi. Abraş: — Güzel renk, güzel ten. Çünkü insanlar beni
çirkin görüyor, benden iğreniyorlar, dedi." Rasûlullah buyurdu ki:
"Melek, abraşın vücûdunu sıvadı. Ondan bu çirkinlik gitti de ona güzel
bir renk ve güzel bir ten verildi. Bundan sonra melek ona: — En çok hangi mali seversin? diye sordu.
Abraşlıktan kurtulan kişi: — Deveyi yâhud da
sığırı, dedi". — Râvî İshâk ibn
Abdillah ibn Ebî Talha abraşla kelden birisinin deve, Öbürünün de sığır
istediğini kestiremediğinden terdîd ile ikili rivayet etmiştir .-Abraşla
kelden biri deve dedi, diğeri de sığır dedi. "Deve isteyene on aylık gebe
bir deve verildi. Bunun üzerine melek ona: — Bu deve mübarek
olsun! diye dua etti. Sonra melek, başı kel
kişinin yanına vardı. Ona da: — En çok neyi
seversin? diye sordu. O da: — Güzel bir saç, şu
kellik benden gitsin! Herkes benden iğreniyor, dedi." Rasûlullah buyurdu ki:
"Melek onun başım sıvadı da ondan kellik gitti ve ona güzel bir saç
verildi. Melek ona: — En çok hangi malı
seversin? diye sordu. Oda: — Sığırı severim, dedi. Allah ona gebe bir
sığır verdi de, melek ona: — Bu sığır sana mübarek olsun! diye duâ etti.
Melek körün yanına geldi ve ona da: — En çok neyi
seversin? diye sordu. O da: — Allah gözümü bana
geri versin de, ben de onunla insanları göreyim, dedi". Rasûlullah buyurdu ki:
"Melek onun gözünü sıvadı da Allah ona gözünü geri verdi.
Melek, köre: — Hangi malı çok
seversin? diye sordu. Oda: — Koyunu severim,
dedi. Melek de ona kuzulu
bir koyun verdi. Bir müddet sonra deve
ve sığır sahihlerinin devesi ve sığırı yavruladı. Koyun sahibinin de koyunu
kuzuladı. Bu suretle deve isteyen kişinin bir vâdî dolusu devesi oldu. Sığır
isteyen kimsenin de bir vâdî dolusu sığırı oldu. Koyun isteyen körün de bir
vâdî koyunu oldu. Bundan sonra (günün birinde) o melek, bu üç kişi ile ilk
görüştüğü suret ve hey'etinde abraş kişiye geldi de şöyle dedi: — Ben fakır (ve garîb
yabancı) bir kişiyim. Yol üzerinde yaşama ve memleketime ulaşma sebebleri
kesilmiştir. Artık bu gün benim için muradıma erişebilmek ancak evvelâ Allah'ın
inâyetiyledir, sonra senin yardımınladır. Şimdi ben sana güzel bir renk, güzel
bir vü-cûd ve bir çok mal veren Allah rızâsı için, senden bir deve isterim ki,
bu seferimde onun üzerinde muradıma ve vatanıma erişebileyim! Bu istek üzerine eski
abraş ona: — İyi amma hak
sahihleri (yânî isteyen fakirler) çoktur (her dilenciye bir deve vermek
olmaz), dedi. Melek de ona: — Öyle sanıyorum ki ben seni tanıyacağım. Sen
insanların iğrendiği abraş kimse değil misin? Sen fakır idin de bu malı sana
Allah vermişti, dedi. Bu eski abraş, meleğe: — Hayır yemin olsun
ben bu mala atadan ataya geçerek vâris oldum, dedi. Melek de ona: — Eğer sen bu iddianda
yalancı isen, Allah seni eski hâline çevirsin! dedi. Sonra melek, ilk
buluştuğu suretinde ve hey'etinde kel adama gitti de, abraşa dediği gibi ona da
söyledi. Kel de abraşın reddettiği gibi reddetti. Melek de ona: — Eğer sen bu iddianda
yalancı isen, Allah seni eski hâline çevirsin! diye beddua etti. Bu defa melek
(gözlerini sıvadığı) köre geldi de şunları söyledi: — Ben fakır ve
(vatanından uzak düşmüş) garîb bir kimseyim. Sefer hâlinde iken geçimim ve
memleketime dönmem sebebleri benden kesilmiştir. Bu gün benim için muradıma
ulaşabilmek ancak evvelâ Allah'ın inayeti, sonra senin yardımınla olur. Şimdi
ben sana gözlerini geri veren Allah rızâsı için senden bir koyun isterim ki, bu
yolculuğumda onunla muradıma ve vatanıma erişebileyim, dedi. O kişi de meleğe: — Hakîkaten ben kör
idim, Allah gözlerimin nurunu bana geri verdi. Fakır idim. Allah beni zengin
kıldı. (îşte koyunlarım) dilediğin kadar al. Allah'ayemîn ederim ki, bu gün
Allah rızâsı için benden alacağın birşeyin mikdârını hudûdlandırmak ile sana
güçlük vermek istemem, dedi. Melek de ona: — Malını tamamen
muhafaza et! Allah ancak sizin üçünüzü imtihan etti de, Allah senden razı
oldu. İki dostun abraşla kel de Allah'ın gazabına uğradılar, dedi" [185]. 54- Bâb:
"Sen, bizim
âyetlerimiz içinde (yalnız) Kehf ve Rakîm yaranının ibrete şâyân olduklarını mı
sandın? Hayır (Öyle değil). O zaman o genç yiğitler mağaraya sığınmışlardı da:
'Ey Rabb 'imiz, bize tarafından bir rahmet ver ve işimizden bizim için bir
muvaffakiyet hazırla' demişlerdi. Bunun üzerine biz nice yıllar onların kulaklarına
(perde) vurduk. Sonra da onları uyandırdık, iki zümreden hangisi bekledikleri
gayeyi daha iyi hesâb edicidir, ayırdedelim diye. (Şimdi) sana onların kıssalarını,
hakikati veçhile anlatalım: Doğrusu onlar Rabb Herine îmân eden genç
yiğitlerdi. Biz de onların hidâyetini artırmıştık. Ve (zâlim hükümdarın önünde)
dikilip de: Bizim Rabb İmiz göklerin ve yerin Rabb Hdir. Biz O'ndan başkasına
tanrı demeyiz* Dersek o hâlde and olsun ki, hakikatten uzaklaşmış oluruz.
Şunlar, şu bizim kavmimiz O'ndan başka tanrılar edindiler. Bunların üzerine
bârı açık bir burhan getirselerdi ya. Artık Allah'a karşı yalan yere iftira
edenlerden daha zâlim kimdir? dedikleri zaman, onların kalblerini (sabır ve
sebat ile tamamen Hakk'a) bağlamıştık. (Birbirine şöyle demişlerdi:) Madem ki
siz onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o hâlde
mağaraya çekilin ki, Rabb 'iniz size rahmetinden genişlik versin, işinizden de
Jaide hazırlasın! (Onlara baksaydın) görürdün ki, güneş doğduğu zaman mağaraların
sağ tarafına yönelir, battığı vakit de onların sol yanını kesip giderdi.
Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın âyetlerindendir.
Allah kime hidâyet ederse, doğru yola erdirilmiş, kimi de şaşırtırsa artık onun
için hiçbir zaman irşâd edici bir yâr bulamazsın. Sen onları uyanık kimseler
sanırsın. Hâlbuki onlar uyuyanlardır. Biz onları sağ yanına, sol yanına
çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın giriş yerinde iki kolunu uzatmakta idi.
Üzerlerine tırmanıp da (hâllerini bir) görseydin mutlakaa onlardan yüz çevirir,
kaçardın ve her hâlde için onlardan korku ile dolardı. Bunun gibi onları
aralarında soruşsunlar diye uyandırdık da içlerinden bir sözcü dedi ki: Ne
kadar eğleştiniz? (Bâzıları:) Bir gün yâhud bir günün bir parçası eğleştik,
dediler. (Diğerleri de:) Ne kadar eğleştiğinizi Rabb 'iniz daha iyi bilendir.
Şimdi siz birinizi bu gümüş para ile şehre gönderin de baksın, onun hangi yiyeceği daha temizse
ondan bir rızık getirsin. Çok nâzik hareket etsin, sizi hiçbir kimseye sakın
hissettirmesin, dediler. Çünkü onlar size galebe ederlerse sizi ya taşla
öldürürler, yâhud sizi zorla kendi dînlerine döndürürler. Bu takdirde ise ebedî
felah bulamazsınız. Böylece (kullarımızı ve mü'minieri) onların hâllerine muttali'
kıldık ki, Allah'ın (tekrar dirilteceğine dâir olan) va 'dinin şübhesiz bir
hakk olduğunu, kıyametin vuku 'unda da hiçbir şübhe bulunmadığını bilmiş olsunlar.
O sırada onlar, bunların işini aralarında nizâ'laşıyorlardu Bunun üzerine:
Onların etrafına bir bina yapın, dediler. Rabb Heri onları daha iyi bilendir. Onların
işine gâlib (ve vâkıf) olanlar ise: Mutlakaa yanlarında bir mescid edineceğiz,
dediler. (Sayıları) üçtür, dördüncüleri köpekleridir, diyecekler. Beştir,
altıncıları köpekleridir, diyecekler. Söyle ki: Rabb 'im onların sayısını daha
iyi bilendir. Onları insanların bâzısından başkası bilemez. O hâlde bunlar
hakkında zahirî bir münâkaşadan gayrı ile mücâdele etme. Bunlara dâir hiçpir
kimseden fetva da isteme. Hiçbir şey hakkında: Ben bunu herhalde
yarın yapacağım, deme. Meğer ki, sözünü Allah'ın dilemesine bağlamış olasın.
Unuttuğun zaman Rabb'ini an ve
şöyle de: "Umulur ki Rabb'im beni bundan daha yakın bir hayra ve
muvaffakıyyete erdirir'. Onlar mağaralarında üçyüz sene eğleştiler. Bunadokuz
yıl daha kattılar. De ki: Allah ne kadar eğleştiklerini daha iyi bilendir.
Göklerin ve yerin gaybıO'na hâsstır. O ne güzel görendir! Ne güzel işitendir t Bunların
O'ndan başka hiçbir yardımcısı yoktur. O hiçbir kimseyi hükmüne ortak da
yapmaz" (ei-Kehf: 9-26) [186]. 55- Hadîsirl-Gâr(-Mağara Hadîsi)
132- Bize
İsmâîl ibn Halîl tahdîs etti: Bize Alî ibn Mushir, Ubey-dullah ibn Umer'den; o
da Nâfi'den; o da İbn Umer(R)'den haber verdi ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Sizden evvelki
gelip geçen ümmetlerden üç kişilik bir topluluk yürüyüp giderlerken birden
kendilerini bir yağmur yakaladı. Hemen bir mağaraya sığındılar. Akabinde
mağaranın kapısı bunların üzerine kapandı. Bunlar birbirlerine: — Şu muhakkak: Vallahi
ey şu mağara içinde bulunanlar! Sizi buradan doğruluktan başka birşey
kurtarmaz. Onun için sizden her-bir kişi doğru söylediğini bilmekte olduğu
birşeyle Allah 'a dua etsin, dediler. Bunlardan birisi: ~YâAilah! Kat 'î
olarak bilmektesin ki, benim ücretti bir işçim vardı, o bana üç sâ' ölçeği
pirince karşılık çalışıyordu. Bu işçi o ücreti bırakıp gitti. Ben bu ücret
pirincine yöneldim de onu ektim. O ekim işinden iyi mahsûl oldu. Ben ondan bir
sığır satın aldım. Bir müddet sonra o işçi bana gelip ücretini istiyordu. Ben
de ona: Şu sığırlara git ve onları önüne kat da sür git, dedim. O: Benim, senin
yanında ancak üç sâ' ölçeği pirinç darısı hakkım vardır, dedi. Ben yine ona: Şu
sığırlara git, onlar senin o üç sâ' ölçeği ücretinden çoğaldılar, dedim. İşçi
onları sürüp gitti. Ey Allah 'im, sen bilmektesin ki, ben bunu senin
haşyetinden ötürü böyle yaptım. Onun hatırına bizden şu kayayı aç! diye dua
etti. Kaya onlardan biraz açıldı. Diğeri de: — Yâ Allah! Şübhesiz sen bilmektesin ki, benim
yaşlı ihtiyar anamla babam vardı. Ben her gece bunlara koyunlarımın sütünü getirip
içirirdim. Bir gece bir engel sebebiyle bunlara süt getirmekte geciktim.
Geldiğimde bunlar uyumuşlardı. Ehlim ve çocuklarım açlıktan feryâd ediyorlardı.
Fakat ben anam babam içmeden çocuklarıma s,üt içiremezdim. Bu durumda ben
onları uyandırmayı istemedim. Onları terkedip de yataklarında içmelerini
bekleyiciler olarak kalmalarını da istemedim. Süt tası elimde tâfecr doğuncaya
kadar bekledim. Allah 'im, sen pek iyi bilmektesin ki, ben bunu senin
haşyetinden dolayı yaptım. Bizden bu sıkıntıyı aç! dedi. Akabinde kaya onlardan
biraz açıldı, hattâ gökyüzünü gördüler. Diğeri de: — Yâ Allah! Sen kat 'î
bilmektesin ki, benim bir amca kızım vardı. O bana insanların en sevgilisi idi.
Ben ondan emelime nail olmak istedim. Fakat o benden çekindi. Ancak kendisine
yüz dînâr getirmemi söyledi. Ben buyuz altını araştırdım ve bunu kazanmaya
muktedir oldum. Sonra yüz dtnârı kendisine getirdim ve bunları ona teslim ettim.
Kendisinden murâd almaya beni muktedir kıldı (yânı kendini bana teslim etti).
Ben onun iki bacağı arasına oturunca kız: Allah 'tan kork! Yaratıcı kudretin
bekâret mührünü bozma, o mühür ancak bir hakla, nikâh hakkıyle açılır, dedi.
Bu sözü üzerine ben üstünden kalktım, yüz dînârı da ona bıraktım. Şübhesiz sen
bilmektesin ki, ben bunu ancak senden korktuğum için böyle yaptım. Binâenaleyh
bizden bu mağarayı aç! dedi. Bu duâ akabinde Allah
onlardan mağarayı tamamen açtı, onlar da çıkıp gittiler" [187]. 56- Bâb
133-.......Bize
Ebu'z-Zinâd, Abdurrahmân'dan tahdîs etti: o da Ebû Hureyre'den işittiğini
tahdîs etmiştir.Ebû Hureyre (R) de Ra-sûlullah'tan şöyle buyururken işitmiştir:
"İsrâîl oğulları'ndan emzikli bir kadın bir gün oğlan çocuğunu emzirdiği
sırada yanından yakışıklı bir süvârî geçti. Kadın: — Yâ Allah, oğlumu bunun gibi olmadan öldürme!
dedi. Çocuk hemen: — Yâ Allah, beni bunun gibi yapma, dedi de
sonra tekrar memeye döndü. Bu sefer oradan
sürüklenen ve kendisiyle oynanan bir kadın geçirildi. Çocuğun annesi: — Yâ Allah, oğlumu bu kadın gibi yapma, dedi.
Oğlu yine: — Yâ Allah, beni bu kadın gibi yap! dedi. (Kadın çocuğuna: Niçin
böyle dedin? diye sordu da çocuk şöyle dedi:) • — O süvariye gelince,
o bir kâfirdir. O kadına gelince: Sahihleri ona: Sen zina ettin, diyorlardı da
o Hasbiye'llâhu( = Allah bana yeter) diyordu; sâhibleri ona: Sen hırsızlık
yapıyorsun diyorlardı^ da, o yine Hasbiye'llâhu( = Allah bana kâfidir)
diyordu" [188]. 134-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyIe buyurdu: "Susuzluk
kendisini öldürmeye yaklaştırmış bir köpek bir kuyunun etrafında dolaşıp
durduğu sırada onu İsrâîl oğulları fahişelerinden birisi gördü, hemen
ayakkabısını çıkardı da onunla köpeğe su içirdi. İşte bu işi sebebiyle o
fahişenin günâhları mağfiret olundu" [189]. 135- Bize
Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da İbn Şihâb'-dan; o da Humeyd ibn
Abdirrahmân'dan tahdîs etti: O, Muâviye-tu'bnu Ebî Sufyân'dan, hacc yaptığı yıl
minber üzerinde hutbe yaparken işitmiştir. Muâviye bu arada bir muhafız
askerinin elinde bulunan bir tutam saç demetini el uzatıp aldı da şöyle dedi:
Ey Medî-ne ahâlîsi! Sizin âlimleriniz nerededir? Ben Peygamber(S)'den işittim,
o, şu elimdeki gibi saçlar(ı takınmak)tan nehyediyor ve "İsrâîl oğulları,
ancak onların kadınları şu takma saçları edindikleri zaman helak
olmuşlardır" buyuruyordu [190]. 136-.......Ebû
Seleme'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: "Şu muhakkak ki, sizden evvel geçen ümmetler içinde (Allah tarafından)
kendilerine haber ilham olunan kimseler vardı. Şu da muhakkak ki, eğer benim
şu ümmetim içinde onlardan bir kimse bulunursa şübhesiz o Umer
ibnu'l-Hattâb'dır" [191]. 137-.......Ebû's-Sıddîk
en-Nâcî'den; o daEbû Saîd(R)'den tahdîs etti: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:
"îsrâîl oğullan içinde doksan dokuz insan öldürmüş olan bir kimse vardı.
Sonra bu adam evinden çıkıp (zamanın âlimlerine: Benim için tevbe var mıdır?
diye) soruyordu. Bir rahibe vardı da ona: — Benim için tevbe var
mıdır? diye sordu. Râhib: — Hayır yoktur, diye cevâb verdi. Bu cevâb üzerine
kaaîil onu da öldürdü. Sonra bu adam yine sormağa başladı. Sorduklarından biri
ona: — Sen fulân karyeye ve oradaki fulân ma'bede
git, dedi. O da o karyeye
giderken yolda ona ölüm erişti. Tevbekâr olmak için göğsünü, gittiği karyeye
doğru yöneltip, öldü. Şimdi rahmet melekleriyle azâb melekleri orada çekişmeye
başladılar... Bunun üzerine Allah, tevbe için gideceği köye:
"Birazyaklaş!" diye; ölen kimsenin kendi köyüne de: "Biraz
uzaklaş!" diye vahyetti. Rahmet ve azâb meleklerine de: Haydi şimdi her
iki taraf arasındaki uzaklığı ölçün de mukaayese ediniz, diye emretti. Ölen o
kimse tevbe köyüne bir karış daha yakın bulundu da, bu sebeble mağfiret
olundu" [192]. 138- Bize
Alî ibn Abdillah tahdîs etti: Bize Suyân tahdîs etti: Bize Ebu'z-Zinâd,
el-A'rac'dan; o da Ebû Seleme'den tahdîs etti ki, Ebû Hureyre (R) şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) sabah namazım kıldırdı, sonra yüzünü insanlara karşı
yöneltti de şöyle buyurdu: "(îsrâîl
oğullarından) bir kimse bir öküzünü önüne katıp sürer giderken, birden öküze
bindi ve ona deynekle vurdu. Bunun üzerine o hayvan: — Şübhesiz biz bunun
için yaratılmadık, bizler ancak tarla sürmek için yaratıldık, dedi". İnsanlar bu haberden
taaccüb ederek: — Subhânallah! Söz
söyleyen bir öküz! dediler. Bunun üzerine Rasûlullah: — "Ben hayvanın böyle söylediğine
inanıyorum, Ebû Bekr ile Umer de inanıyorlar" buyurdu. (Ebû Hureyre dedi ki:)
Rasûlullah bu kıssayı naklettiği sırada Ebû Bekr ile Umer orada cemâat içinde
değillerdi. (Yine yukarıki
senedle) Peygamber (S) şöyle buyurdu: "Bir adam koyun sürüsü içinde
bulunduğu sırada birden kurt hücâm etti de, o sürüden bir koyunu alıp götürdü.
Çoban koyunu aradı, nihayet onu kurttan kurtardı. Bunun üzerine kurt, o adama: — Sen bu koyunu (şimdi)
benden kurtardın! Fakat yırtıcı hayvanlar gününde, koyunun benden başka çobanı
bulunmadığı o günde koyunu benden kim kurtaracak? dedi" Bu kıssa üzerine
insanlar yine: — Subhânallah! Kelâm
edip söz söyleyen bir kurt! dediler. Rasûlullah: — "Ben kurdun böyle söylediğine
inanıyorum, Ebû Bekr ile Umer de inanıyorlar" buyurdu. Hâlbuki Ebû Bekr'le
Umer orada değillerdi [193]. Buhârî dedi ki: Ve
bize Alî tahdîs etti: Bize SufyâivMıs'ar'dan; o da Sa'd ibn İbrahim'den; o da
Ebû Seleme'den; o da Ebû Hurey-re'den; o da Peygamber'den bunun benzerini
tahdîs etti. 139-.......Ebû
Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu: "(îsrâîl
oğulları'ndan) bir kişi öbür kişiden, ona âid olan bir akarı satın aldı. Akarı
satın alan kimse satın aldığı akarında içi altın dolu bir testi buldu. Akarı
satın alan kimse, satana: — Şu altınlarını
benden al. Çünkü ben senden yalnız bu toprağı satın aldım, altınları satın
almadım, dedi. Toprağın eski sahibi
olan kimse de müşterisine: — Ben sana bu toprağı içindeki şeylerle beraber
sattım, dedi. Bu sefer satan ile satın alan, üçüncü bir kimseye varıp muhakeme
oldular. Kendisine muhakeme için vardıkları kimse de bunlara: — Sizin oğlunuz kızınız var mı? diye sordu.
Bunların biri: — Benim bir oğlum var,
dedi. Ötekisi de: — Benim bir kızım var,
dedi. Hakem kılınan kişi: — Bu oğlana bu kızı nikâh ediniz ve yeni
evlilere bu altından bir kısmını harcayınız, bir kısmım da kendinize sadaka
yapınız, diye hükmetti!" [194]. 140-.......
Sa'd ibn Ebı Vakkaas, Usâme ibn Zeyd'e: — Sen Rasûlullah'tan
tâûn hastalığı hakkında ne'duydun? Diye soruyordu. Usâme de: — Rasûlullah (S) şöyle
buyurdu: "Tâûn bir azâbdır. îsrâîl oğulları 'ndan bir taife üzerine yâhud
sizden önce geçen bir ümmete gönderilmiştir. Siz bir yerde tâûn çıktığını
işittiğiniz zaman, o tâûnlu yere gitmeyiniz. Sizin bulunduğunuz yerde tâûn
meydana gelirse, tâûn-dan kaçmak için oradan çıkmayımz". Râvî Ebu'n-Nadr:
"Sakın sizleri oradan hiçbir sebeb çıkarmasın, bu takdîrde o muhakkak
taundan kaçmak için olur ki, bu, kesin surette yasaktır" şeklinde
söylemiştir [195]. 141-.......Peygamber'in
zevcesi Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Rasûlullah'a taundan sordum da O bana
şöyle haber verdi: "Şübhesiz tâûn bir azâbdır. Allah onu dileyeceği
kimseler üzerine gönderir. Ve yine muhakkak ki, A ilah îâûnu mü 'minler için
şehîdlik sebebi bir rahmet kılmıştır. Bir yerde tâûn vâki' olur da orada
bulunan mü'min, sabrederek ve sabrının sevabını ümîd ederek, bu tâûnun yalnız
Allah 'in takdir ettiği kimselere isabet eder olduğunu bilerek bulunduğu
şehirde eğlenirse, muhakkak ona şehîd ecrine benzer sevâb olur" [196]. 142-.......Aişe
(R) şöyle demiştir: Kureyş'i, Mahzûm oğulları'ndan olup da hırsızlık etmiş
bulunan kadının durumu hüzünlendirmişti. Birisi: — Bu kadın hakkında Rasûlullah ile kim konuşur?
dedi. Diğer birtakımları: — Bu kadına şefaat
sözünü, Rasûlullah'ın sevgilisi olan Usâme ibn Zeyd'den başka hiçbir kimse
söylemeye cesaret edemez, dediler. Nihayet
Usâme,.Rasülullah'la bu hususta konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah, Usâme'ye: — "Sen, fenalıkları men' için Allah'ın
ta'yîn ettiği cezalardan bir cezanın affı hakkında şefaat mı etmek
istiyorsun!" buyurdu. Sonra kalkıp bir hutbe îrâd etti. Sonra şöyle
buyurdu: — "Sizden evvel gelip geçen ümmetleri ancak şu hâlleri helak
etmiştir: Onlar içlerinde şeref li bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, onu
cezalandırmazlar di, fakat aralarında zaîfolan kimseler çaldığı zaman o
zaîflere ceza verirlerdi. Allah'ayemîn ederim ki, şayetMuhammed'in kızı Fâtıma
hırsızlık etse, hiç tereddüd etmeden muhakkak onun elini de keserdim" [197]. 143-.......İbn
Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Ben bir kimseden bir âyeti, benim Peygamber'i
okurken işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen onu Peygamber'in
yanına getirdim ve O'na okuyuşunu haber verdim. Bu esnada Peygamber'in yüzünde
hoşlan-mamazhk izini hissettim. Bununla beraber Peygamber: "İkiniz de güzel
okudunuz. Kur'ân hakkında ihtilâf etmeyin. Çünkü sizden evvelki ümmetler
(kitâblarında) ihtilâf ettiler de bu yüzden helak oldular" buyurdu [198]. 144-.......Abdullah
ibn Mes'ûd (R) şöyle demiştir: Şimdi ben Peygamber'in yüzüne bakıyor gibiyim:
O, peygamberlerden bir peygamberi hikâye ediyordu ki, kavmi onu dövmüş de kan
içinde bırakmışlar. Fakat o, yüzünden hem kanı siliyor, hem de: Yâ Allah!
Kavmime mağfiret eyle! Çünkü onlar bilmiyorlar! diyordu [199]. 145-.......Ukbe
ibn Abdilgâfir'den; o da Ebû Saîd(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle
buyurmuştur: ''Sizden evvelki milletlerden bir kimseye Allah bol bir mal
verdi. Ona ölüm geldiği zaman oğullarına: — Ben sizin için hangi çeşit bir baba oldum?
diye sordu. Oğullan: — Hayırlı bir baba
oldun, dediler. O zât: — Ben asla bir hayır
işlemedim. Ben öldüğüm zaman sizler beni yakın. Sonra kemiklerimi ezip öğütün.
Sonra da rüzgârı şiddetli bir günde benim tozlarımı havaya saçıp savurun, dedi. Çocukları onun bu
emrini yaptılar. Akabinde Azız ve Celîl Allah, onun zerrelerini topladı da
ona: — Böyle yapmana seni sevkeden nedir? diye
sordu. Oda: — Sen'den korkmamdır, dedi. Bu cevâb üzerine Allah
onu rahmetiyle karşıladı". Ve Muâz el-Anberî şöyle
dedi: Bize Şu'be tahdîs etti ki, Katâde şöyle demiştir: Ben Ukbe ibn
Abdilgâfir'den işittim; o da: Ben Ebû Saîd el-Hudrî'den işittim; o da
Peygamber'den... demiştir [200]. 146-.......
Rib'î ibn Hırâş şöyle demiştir: Ukbe, Huzeyfe'ye: — Bizlere Peygamber'den
işittiklerinden tahdîs etmez misin? dedi. O da şöyle dedi: — Ben Peygamber'den
işittim, şöyle buyuruyordu: "(Sizden evvelki ümmetlerden) bir kişiye ölüm
gelip çattı da hayâttan ümidini kesince ailesine şöyle vasiyet etti: — Ben Öldüğüm zaman
benim için birçok odun toplayın. Sonra bu odunları çakmak çakıp ateşleyin (beni
de bu ateşe atın). Ateş benim etimi yediği ve kemiklerime ulaştığı zamana
kadar bırakınız. Sonra yanmış kemikleri alın, onları ezip öğütün. Sonra sıcak
yâhud rüzgârlı bir günde o tozları deniz içine savurun! Fakat Allah, akabinde
onun zerrelerini bir yere getirdi de ona: — Niçin böyle yaptın? diye sordu. O kimse: — Senin korkundan, diye cevâb verdi. . Bu cevâb üzerine
Allah ona mağfiret etti. " Ukbe ibn Amr dedi ki:
Ve ben Huzeyfe'den işittim, şöyle diyordu: Ve yine bu isnâdla bize Mûsâ ibn
İsmâîl tahdîs etti: Bize Ebû Avâne tahdîs etti: Bize Abdulmelik tahdîs etti ve:
"Rüzgârlı bir günde" diye söyledi [201]. 147-.......
Bize İbrâhîm ibn Sa'd, İbn Şihâb'dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah ibn
Utbe'den; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle
buyurmuştur: "Bir adam insanlarla alışveriş borçlanmaları yapardı da
işlerini gören genç adamına: Fakır borçluya vardığın zaman ondan geç, umulur
ki Allah da bizden geçer, der idi". Dedi ki: "O kimse
Allah 'a kavuştu, Allah da ondan (yânî onun günâhlarından) geçti" [202]. 148-.......
Bize Ma'mer, ez-Zuhrî'den; o da Humeyd ibn Abdirrahmân'dan; o da Ebû
Hureyre(R)'den haber verdi ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "(Sizden evvelki ümmetlerden)
nefsi aleyhine günâh işlemekte aşırı gider bir adam vardı. Buna ölüm geldiği
zaman oğullarına şöyle dedi; — Ben öldüğümde beni
yakın, sonra kemiklerimi ezip öğütün. Sonra da tozlarımı rüzgâr içine savurun.
Allah'a yemin ederim ki, muhakkak Allah benim zerrelerimi toplamaya kaadir
olacak da hiçbir kimseyi azâblamadığı şiddetli bir azâbla bana azâb edecektir,
dedi. Öldüğü zaman bu
vasiyeti yerine getirildi. Akabinde Allah, Arz'a emredip: — Sende o zâttan ne varsa topla! buyurdu. Arz derhâl bunu yaptı.
Birden o zât ayakta dikildi; Allah ona: — Bu yaptığın işe seni
ne şevketti? diye sordu. O da: — Yâ Rabb 'im, Senden haşyet, diye cevâb verdi.
Bunun üzerine Allah ona mağfiret etti. Ebû Hureyre'den
başkaları "Senin korkundan yâ Rabbl" diye söylemiştir [203]. 149-.......Abdullah
ibn Umer(R)'den: Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Bir kadın bir kedi
yüzünden azâb edildi. Kadın o kediyi acından ölünceye kadar habsetmiş ve kedi
yüzünden cehenneme girmiştir. Kadın o kediye ne yiyecek vermiş, ne de su içirmişti.
Çünkü onu habsetmiş, onu yerin haşerelerinden yemesi için de bırakmamıştır"
[204]. 150-.......Bize
Ebû Mes'ûd Ukbe ibn Amr tahdîs edip şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "Vaktiyle gelip geçen peygamberlerin sözlerinden, bütün
peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri nevi'den insanlığın eriştiği yüksek
bir düstûr: Utanmazsan dilediğini işle! sözüdür". 151-.......BenRıb'îibn
Hırâş'tan işittim; Ebû Mes'ûd'dan şöyle tahdîs ediyordu: Peygamber (S) şöyle
buyurdu: "Utanmazsan dilediğin şeyi yap! sözü, peygamberlerin kelâmından,
(onların ittifakla teblîğ edip de) insanların eriştiği eskimez bir
düstûrdur" [205]. 152-.......Bize
Yûnus, ez-Zuhrî'den haber verdi: Bana Salim haber verdi. Ona da babası İbn
Umer tahdîs etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bir adam kibirden
dolayı üst elbisesini yerde sürükleyerek yürüdüğü sırada yerin içine
batırıldı. Artık o kıyamet gününe kadar yerin içinde hareket edip duracaktır''. Bu hadîsi ez-Zuhrî'den
rivayet etmekte Abdurrahmân ibnu Hâ-lid, Yûnus ibn Yezîd'e mutâbaat etmiştir [206]. 153-.......Bana
Abdullah ibnu Tâvûs, babası Tâvûs'tan; o da Ebû Hureyre(R)'den tahdîs etti ki,
Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: "Bizler en sonra gelmişleriz; kıyamet
gününde en başa geçecek olanlarız. Ancak her ümmete bizden önce kitâb verildi;
bize de onlardan sonra kitâb verildi. Şu cumua günüdür ki, onlar bu ibâdet gününde
ihtilâf ettiler: Artık yarın Yahûdtler'in (ibâdet günü), yarından sonra da
Hrıstiy anlar 'in ibâdet günüdür. Her yedi günde bir gün, her müslümân üzerine
gusledip başını ye bedenini yıkamak vazifesi vardır"[207]. 154-.......
Bize Amr ibn Murre tahdîs etti: Ben Saîd ibnu'l Müseyyeb'den işittim, şöyle
dedi: Muâviye ibn Ebî Sufyân Medine'ye geldiği en son gelişinde bizlere hutbe
yaptı da, bir saç demeti çıkardı ve: Ben bunu Yahûdîler'den başka bir kimsenin
zînet yapar olduğunu zannetmiyorum. Şübhesiz ki, Peygamber (S) buna, yânı saçta
ekleme yapmaya yalan ismini vermiştir, dedi. Bu hadîsi Şu'be'den
rivayet etmekte Âdem ibn Ebî İyâs'a, Gunder mutâbaat etmiştir [208]. [1] Bu kitâb başlığı bâzı Buhârî nüshalarında böyle
Kitâbu'I-Enbiyâ şeklinde, diğer bâzılarında ise "Kitâbu
Ehâdîsi'l-Enbiyâ" şeklinde gelmiştir. Peygamberlerin sayısına
gelince, Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Ben: — Yâ Rasûlallah, peygamberler kaç tanedir? dedim.
Rasûlullah (S): — "Yüzyirmidörtbin" buyurdu. Ben: — Yâ Rasûlallah, bunların kaçı rasûl
gönderildi? dedim. — "Üçyüzonüç kalabalık topluluk"
buyurdu. Bu hadîsi İbn Hıbbân
kendi Sahîh'inde; İbn Merdeveyh de 7t?/s/>'inde rivayet etti. Enes ibn Mâlik de şöyle
demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: "Allah se-kizbin peygamber
gönderdi. Dörtbin İsrail oğulları 'na, döribin de diğer insanlara". Bunu,
Ebu Ya'lâ rivayet etmiştir. Yine Enes'ten,
Rasûlullah: "Ben sekizbinpeygamberin ardından gönderildim, onlardan dört
bini İsrail oğullan'ndandır'buyurmuştur. Bunu el-HâfızEbû Bekr el-İsmâîlî
rivayet etti (Aynî). Peygamberlerin sayısı
hususunda en doğru bilgi şu âyetlerin bildirdiğidir: "Öyle peygamberler
gönderdik ki, kıssalarım hakikat önceden sana bildirdik. Yine öyle
peygamberler yolladık ki, sana onların kıssalarını haber vermedik.. "
(en-Nisâ: 164). "And olsun ki,
senden evvel de peygamberler gönderdik. Onların içinden sana kıssalarım
anlattığımız kimseler de var, sana bildirmediğimiz kimseler de var... "
(el-Mü'min: 78). [2] Buhârî bâb başlığının devamında evvelâ bu konuya dâir
Kur'ân âyetlerini toplayarak onlara birer birer işaret etmiştir. Biz
Buhârî'nin işaret ettiği bu âyetlerden bâzılarının meallerini yazalım ki,
böylece âyetlerin konuya delâletleri en İyi şekilde görülsün: "And olsun, biz
inşâm kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yarattık. Cânn 'ı da daha
önce çok zehirli ateşten yarattık. Hatırla o vakti ki, Rabb '-in meleklere:
Ben, demişti, kuru bir çamurdan sûretlenmiş bir balçıktan bir beşer
yaratacağım. O hâlde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim
zaman siz derhâl onun için secdeye kapanın. Bunun üzerine meleklerin hepsi
toptan secde etti. Ancak İblîs, bu secde edenlerle beraber olmaktan çekinerek
dayattı..." (el-Hicr: 26-31). Hakk Dîni, IV, 3056-3059'da güzel açıklama
var. "Biz hakikat
insanı en güzel bir biçimde yarattık"'(et-Tîn: 4) "And olsun sizi
(evvelâ) yarattık, sonra size suret verdik, sonra da meleklere: Adem'e (yâhud
Âdem için Allah'a) secde edin, dedik. Hemen secde ettiler. Fakat İblis
dayattı, secde edicilerden olmadı. Allah dedi: Sana emrettiğim zaman secde
etmekten men' eden (sebeb) neydi? (İblîs) dedi: Ben ondan hayırlıyım. (Çünkü)
beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın" (el-A'râf: 10-12). "O sizi bir candan
yaratan, kandan da (gönlü) kendisine ısınsın diye eşini yapan O'dur. Vaktâ ki o
eşini örtüp bürüdü, o da hafif bir yük yük/endi de (bir müddet) bununla gidip
geldi. Nihayet gebeliği ağırlaşınca ikisi de Rabb 'terine şöyle duâ ettiler:
Eğer bize düzgün bir çocuk verirsen and olsun ki, herhâl de şükredenlerden
olacağız. Fakat 'onlar düzgün (bir çocuk) verince kendilerine verdiği bu çocuk
hakkında ona eşler tutmaya başladılar. Onlar neyi eş tutuyorlarsa, Allah
onlardan (münezzehtir) yücedir. Kendileri yaratılıp durmakta oldukları hâlde,
hiçbirşeyi yaratamayanı (putları o yaratan Allah'a) eş mi koşuyorlar
onlar?" (el-A'râf: 189-191). Buhârî bu âyetlerle de
Âdem'in yaratılmasından sonra Havva'nın ve dişi insan nev'inin yaratılmasına ve
bu erkekle dişi nevi'lerinin çiftleşmesinden insan cinsinin vücûd bulmasına
işaret etmiş oluyor. [3] Buhârî burada da birçok âyetlere işaret etmiş ve
onlardaki bâzı lâfızların tefsî lerini vermiştir. Bu tefsirler yerlerinde
senedli olarak rivayet edilmişlerdir. B delîlliğin iyice belirmesi için bu
âyetlerden bâzılarının meallerini verelim: ''Hiçbir nefis hâriç
değildir, ille onun üzerinde bir gözeten vardır. Şim> insan hangi şeyden
yaratıldı (ibretle) baksın. O atılıp dökülen bir sudan yaratı mıştır ki, arka
kemiği ile göğüs kemikleri arasından çıkıyor o. Şübhe yok k Allah onu (tekrar
diriltip) döndürmeye elbette kaadirdir" (et-Tânk: 4-9). "Ki biz insanı
hakikat meşakkat içinde yarattık" (el-Beled: 4). "Ve demiştik ki:
Ey Âdem, sen eşinle beraber cennette yerleş. Ondan, n resinden isterseniz
ikiniz de bol bol yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yok, ikiniz de
zulmedenlerden olursunuz. Bunun üzerine şeytân onları oradan ka. dırıp içinde
bulunduklarından onları çıkarıvermişti. Biz de: Kiminiz kimini, düşman olarak
inin! Yeryüzünde sizin için bir vakte kadar durak ve fâtdelen cek şey vardır,
demiştik. DerkenAdem, Rabb'inden kelimeler belleyip aldı (O''r yalvardı). O da
tevbesini kabul etti. Çünkü tevbeyi en çok kabul eden, asılme hamet eden O'dur.
Öyle dedik: Hepiniz oradan inin. Sonra size benden bir h dâyet gelir de kim
benim hidâyetimin izince giderse, artık onlara hiçbir kork yoktur. Onlar mahzun
da olacak değillerdir" (el-Bakara: 35-38). "Ey Adem, sen
zevcenle birlikte cennete yerleş de, ikiniz de dilediğiniz ye den yiyin.
(Ancak) şu ağaca yaklaşmayın. Sonra yazık etmişlerden olursunuz. De ken şeytân
onlardan gizli bırakılmış çirkin yerlerini kendilerine açıklamak iç ikisine de
vesvese verdi ve: Rabb "iniz size bu ağacı, başka birşey için değil, ancı
iki melek olacağınız yâhud ebedî kalıcılardan bulunacağınız için yasak etti,
deı Bir de onlara: Şübhesiz ki, ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim, diye
yemin et, İşte bu suretle ikisini de aldatarak (yemeye) tenezzül ettirdi. Ağacı
tattıkları anı ise, çirkin yerleri kendilerine açılıverdi ve üzerlerine cennet
yaprağından üstüs yamayıp Örtmeye başladılar. Rabbleri de: Ben size bu ağacı
yasak etmedim m diye nida etti. Dediler: Ey Rabbimİz, kendimize yazık ettik.
Eğer bizi bağışlama merhamet etmezsen, herhalde zarara uğrayanlardan olacağız.
Allah dedi ki miniz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde sizin için bir
zamana kadar yerleşip kalmak ve geçinmek mukadderdir. Dedi ki: Orada
yaşayacak, orada öleceksiniz, yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız. Ey
Âdem oğullan! Size çirkin yerlerinizi Örtecek bir libâs, bir de giyip
süsleneceğiniz bir libâs indirdik. Takva libâsı İse, o daha hayırlıdır. Bu,
Allah'ın âyetlerindendir, tâ ki iyi düşünsünler. Ey Âdem oğulları, şeytân ana
ve babanızı, fena yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak
nasıl cennetten çıkardtysa, sakın size de bir fitne yapmasın. Çünkü o da,
kabilesinden olanlar da sizi, sizin kendilerini görmeyeceğiniz yerlerden
muhakkak görürler. Bİz şeytânları îmân etmeyeceklerin velîleri yaptık"
(el-A'râf: 19-27). [4] Âdem'in dünyâdaki boyunun altmış zira' olmasını İbn
Haldun ve Dâiretu'l-Maârif sahibi Ferid Vecdî gibi bâzı âlimler uzak
saymışlardır. Bunlara göre Adem'in bu uzun boyu, cennetteki kaameti idi. Havva
ile yere inince zemininin icâbına göre insanın tabiî kaametine döndürülmüş
olmaları kabul edilebilir. Ulvî âlem ile süflî âlem arasında fark vardır. Ulvî
âlemin gün mikyası bile başkadır. Onun bir günü, içinde bulunduğumuz âlemin bin
gününe denktir. (el-Hacc: 47, es-Secde: 5), Fakat zaman, mekân ve
ırk değişikliklerinin insanın boyu ve organik hayâtı üzerinde te'sîri
bulunduğu inkâr edilmeyen bir gerçektir... Âd kavmini târîh, uzun boylu
insanlar olarak yazar. Bu cihetle hadîsteki altmış zirâ'ı te'vîl etmeyerek,
bir hakîkat kabul edilebilir (Tecrîd Ter., IX, 88). [5] Başlığa uygunluğu "Baba/arı Âdem'in sureti
üzere" sözündedir. Bunun biraz farklı bir rivayeti Bed'u'1-Halk Kitabı, 8.
bâb, 55 ve 56 rakamlarıyle geçmişti. [6] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çocuk kendisine ne ile
benzeyebilir" sözündedir. Bu hadîs Gusl Kitâbı'nda da geçmişti. [7] Hadîsin başlığa uygunluğu "Çocuğun baba veya ana
soyuna çekmesi keyfiyetinden alınır. Rasûlullah'ın erkek ve kadının suyu diye
ta'bîr ettiği şeyi bugünün ilmi erkek sperması ve kadın yumurtacığmdaki hücre
çekirdeğinde harikulade bir nizâm ve kaabiliyetlerle techîz edilmiş ve sayılan
46 olan kromozomlarla ifâde ediyor. Çocuğun baba ve ana tarafına çekmesini
fizik ve rûh yapısının en ince taraflarına varıncaya kadar bu rkİ yöne
benzemesini bugün ilim, işte o kromozomlardan çocuğun teşekkülünde rol oynayan
X ve Y genlerinin galebesi ile açıklıyor. Peygamber'İn anlatışı ile bugünkü
ilmin anlatışı arasında gerçekte hiç fark yoktur. Hakk DM Kur'ân Dili,
VII, 5702-5726'da bu konuda güzel açıklama vardır; oradan okunmalıdır. [8] Hadîsin başlığa uygunluğu Havva'nın yaratılması,
Âdem'in yaratılmasına izafe edilmiş olması yönünden mümkin olur. Bir de
Âdem'le Havva'nın cennetteki hayâtlanyle ilgili bir vakıanın hadîste
zikredilmiş olması yönünden olabilir ki, Havva o haram ağaçtan yemeye Âdem'i
teşvik edip kandırmıştı. el-Bakara: 57. âyetinde işaret olunduğu üzere israil
oğulları kırk yıl çölde gökten inen menn
ve selva ile geçinmişler. Bu İki gıdadan her gün yetecek kadar almaya ve taze
taze yemeye izinli idiler. Fazla almaktan men' edilmişlerdi. Fakat bu hırslı
millet yasak hilâfına bıldırcın eti saklamaya başlamışlar ve eti
kokutmuşlardır. [9] Başlığa uygunluğu, kadınların bâzı hâllerini şâmil
olması, kadınların da Âdem'in zürriyetinden olmaları yönündendir denilmek
mümkin olur. Hadîs kadın nev'i-nin fıtraten asabi olduğuna ve fıtratı gereği
çabuk sinirlenerek eğrilik ve huysuzluk
göstermesine işaret edip,
erkeklerin kadınlara hayırhah
olmaları emrolunmuştur. [10] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Âdem çocuklarının
yaratılış keyfiyeti bulunması yönündendir. Âdem çocukları onun zürriyetidir.
Başlık da Âdem ve zürri-yetinin yaratılışı hakkındadır. İnsanın yaratılışındaki
çeşitli tavırlar ve değişiklikler şu âyetlerde bildirilmiştir: "Ey insanlar, eğer
siz öldükten sonra dirilmek hususunda herhangi bir şübhe içinde iseniz, şu
muhakkaktır ki, biz sizi topraktan, sonra insan suyundan, sonra pıhtılaşmış
bir kandan, daha sonra da hilkati belli belirsiz bir çiğnem etten yarattık.
Bunları size kudretimizi apaçık gösterelim diye yaptık. Sizi dileyeceğimiz
muayyen bir vakte kadar rahimlerde durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak
çıkarıyoruz, daha sonra da kuvvetinize ermeniz için büyütüyoruz. Kiminiz
öldürülüyor, kiminiz de bilgisinden sonra artık hiçbir şey bilmemek üzere ömrün
en fena devresine doğru gerisin geri itiliyor. Sen yeryüzünü kupkuru ve ölü
görürsün. Fakat biz onun üstüne suyu indirdiğimiz zaman o harekete gelir,
ka-barır, her güzel çiftten nice nebat bitirir. Bunun sebebi şudur: Çünkü
Allah, Hâlık 'in tâ kendisidir. Hakikat Ölüleri o diriltiyor. O şübhesiz
herşeye hakkıyle kaadirdir. Ve çünkü o saat, elbette gelecektir. Onda hiçbir
şübhe yoktur. Muhakkak Allah kabirlerde olan kimseleri de diriltip
kaldıracaktır" (el-Hacc: 5-7). Şu âyetlerde de insanın yaratılış ve tekamül
safhaları, dokuz kademe hâlinde zikredilmiştir: "And olsun, biz
insanı çamurdan bir hulâsadan yarattık. Sonra onu sarp ve metin bir karargâhta
bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik. Derken o kan
pıhtısını bir çiğnem et yaptık. O bir çiğnem eti de kemiklere kalbettik.
Arkasından o kemiklere bir et giydirdik. Bilâhare onu başka yaratışla inşâ
ettik. Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın sânı ne yücedir! Sonra siz
bunun arkasından hiç şübhesiz ki öleceksiniz. Sonra siz kıyamet gününde
muhakkak diriltilip kaldıracaksınız" (el-Mu'minûn: 12-16). İnsanı bir safhada
yaratmaya kaadir olan Allah'ın onu tabiî şeklini alıncaya kadar birtakım
tavırlara, kaanûnî değişikliklere tâbi' tutmasında hiç şübhesiz husûsî ve
umûmî birçok yararlar ve hikmetler vardır. Bu hikmetleri ilgili ilim dalları
araştırır. [11] Bunun başlığa uygunluğu, bundan önceki hadîs gibidir. [12] Başlığa uygunluğu, Âdem zürriyetinden olan birinin
âhiretteki macerasını anlatması yönündendi [13] Uygunluğu, Âdem zürriyeti olan oğlu Kaabil'in kardeşi
Hâbil'i öldürmesidir. Bu öldürme kıssası Kur'ân'da şöyle anlatılmıştır: ' 'Onlara Âdem 'in iki
oğlunun gerçek olan haberlerini oku: Hani onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer
kurbân takdim etmişlerdi de ikisinden birininki kabul olunmuş, öbürününkü kabul
olunmamıştı. O (evvelki, kardeşine): Seni elbette Öldüreceğim, demişti. (Beriki
de şöyle) söylemişti: Allah ancak kendisinden kor-kanlan(nkim) kabul eder. And
olsun ki, beni öldürmen için elini bana uzatırsan, ben seni öldürmem için elimi
sana uzatıcı değilim. Çünkü ben kâinatın Rabb V olan Allah 'tan korkarım.
Şübhesiz dilerim ki, sen kendi günâhınla birlikte benim günâhımı da yüklenesin
de, o ateşin sahihlerinden olasın. İşte zâlimlerin cezası budur. Nihayet
nefsi, kardeşini öldürmeye uymuş da, onu öldürmüştü; bu yüzden (maddî, manevî)
ziyana uğrayanlardan olmuştu. Sonra Allah bir karga gönderdi. O, yeri eşiyordu
ki, ona kardeşinin ölü cesedi nasıl örteceğini göstersin. Yazıklar olsun bana,
ben şu karga gibi bile olup da kardeşimin cesedini örtmekten âciz mi oldum?
dedi. Artık o, (ettiğine) pişmanlığa düşenlerden
olmuştu. Bundan dolayıdır ki, isrâü oğulları 'na şu hakikati hükmettik: Kim
bir canı, bir can mukaabilinde veya yeryüzünde bir fesâd çıkarmaktan dolayı
olmayarak öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu
kurtarırsa, bütün insanları diriltmiş gibi olur... " (el-Mâide: 27-32). [14] Âlimler dediler ki: Bunun ma'nâsi ruhlar sınıf sınıf,
zümre zümre topluluklardır, yâhud muhtelif nevi'Ierdir. Bunların tanışması,
Allah'ın o sınıfı, üzerinde yaratmış olduğu bir işten dolayıdır. Yâhud da, o
zümrelerin Allah'ın kendilerini üzerinde yaratmış olduğu sıfatların muvafakati
ve huylarda tenasübüdür. Çünkü ruhlar toplu olarak yaratıldılar, sonra
cesedlerinde ayrıldılar. Binâenaleyh kendi huylarına tesadüf eden, onunla ülfet
edip uyuştu. Kendi huylarından uzaklaşan da ondan ayrıldı ve ona muhalefet
etti. Hattâbî ve diğerleri
şöyle dediler: Ruhların birbiriyle ülfet etmesi, Allah'ın tâ başlangıçta onları
saadet ve şekaavet nev'inden yaratmış olduğu şeydir. Ruhlar karşılıklı iki
kısım idiler. Dünyâda bedenler buluştukları zaman uyuşurlar yâhud yaradilmış
oldukları hâle göre ihtilâf ederler. Bunun neticesidir ki, hayırlılar
hayırlılara; şerîrler de şerirlere meylederler. Allah en iyi bilendir (Nevevî). Ruhların toplanmış
cemâatler olmasına âid iki âyet: "Hani Rabb'in Âdem
oğullan 'ndan, onların sırtlarından zürriyetlerini çıkarıp kendilerini
nefislerine şâhid tutmuş, 'Ben sizin Rabblniz değil miyim?' (demişti). Onlar
da: 'Evet, şâhid olduk' demişlerdi. (İşte bu şâhidlendirme) kıyamet günü:
Bizim bundan haberimiz yoktu' dememeniz İçindi. Yâhud: 'Daha evvel ancak
atalarımız (Allah'a) şirk koşmuştur. Biz de onların ardından gelen bir nesiliz.
Şimdi o bâtılı kuranların işlediği (günâhlar) yüzünden bizi helak mı
edeceksin?' dememeniz içindi" (el-A'râf: 172-173). Bu hususta fazla bilgi
için: Hakk Dîni Kur'ân Dili, III, 2323-2336. [15] Bu ikinci tarîkteki Yahya ibn Eyyûb, Buhârî'nin
şartına uygun değildir. Onun için Buhârî bu tarîki istişhâd için getirdi ve
hadîsi iki tarîkten getirmiş oldu. İbn Hacer: Bunun metnine, Müslim'in rivayet
ettiği Ebû Hureyre hadîsi şehâdet eder, demiştir (Kastallânî). Ebû Hureyre hadîsinin
metni de buradaki Âişe hadîsinin aynıdır: Müslim, Kitâbu'l-Birri ve's-Sılâ
ve'I-Âdâb, "Ruhlar toplanmış cemâatlerdir" babı, rak: 159-(2638);
Müslim Ter., VIII, 105. [16] Buhârî, Âdem kıssasından sonra bu bâbda Nûh
Peygamber'in hayâtına geçmiş ve evvelâ el-A'râf: 59-64. âyetlerini getirmiştir
ki, Kur'ân tertibine uygun olan da budur. el-A'râf Sûresi'nin evvelinde Âdem'le
ilgili şeyler zikredilmişti. Sonra bu 59. âyetten i'tibâren de Nûh
Peygamber'in târihine başlamıştır. Çünkü Nûh, Âdem'den sonra yeryüzünde
insanlara irşâd için Allah'ın gönderdiği ilk peygamberdir. Nuh'a âid haberler,
Kur'ân'ın yirmisekiz sûresinde zikredilmiştir ki, bunlardan birisi müstakil
bir sûre olan Nûh Sûresi'dir. Nuh'a âid haberler en ziyâde toplu olarak Hûd
Sûresi'ndedir. Bu sûrenin 25-48. âyetleri Nuh'u anlatır. [17] Buhârî burada Hûd Sûresi'nin âyetlerinde geçen bâzı
kelimelerin tefsirlerini getirmiştir. Bu suretle Nuh'un bu sûredeki kıssasını
işaret etmiştir. Buhârî'nin burada naklettiği tefsirlerin hepsi, başka
hadîsçiler tarafından senedleriyle rivayet edilmiştir. Hûd Sûresi'nin 25-48.
âyetlerini burada nakledelim: "Andolsun ki, biz
Nuh'u kavmine (peygamber olarak) göndermişizdir. (O, şöyle demişti:)
Şübhesizkİ, ben sizi Allah Un azabından apaçık korkutanım. Allah 'tan
başkasına ibâdet etmeyin. Hakikat, ben sizin başınıza acıklı bir günün azâbt(gdip
çatmasından endîşe ediyorum.' Bunun üzerine kavminden küfredenlerin elebaşları
'Biz seni kendimiz gibi bir insandan başka olarak görmüyoruz. Basît ve zahirî
bir görüşle (uyan) en aşağı tabakalarımızdan başkasının sana tâbi' olduğunu da
görmüyoruz. Sîzin bize karşı bir üstünlüğünüzü dahî görmüyoruz. Biz sizi
biVakis yalancılar sanıyoruz' dedi(\er). Nûh dedi ki: 'Ya ben (da'-vâmın
sıdkına şâhid olmak üzere) Rabb 'imden (gelen) apaçık bir burhan üzerinde isem?
O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bunlar siz(\n kör gözleri-niz)den
gizli bırakılmışsa? Söyleyin bana ey kavmim, sizi ona, kendiniz hoş görmeyip
dururken de zorlayacak mıyız (sanki).9 Ey kavmim, bundan (bu tebliğlerimden)
dolayı sizden hiçbir mal istemiyorum. Benim mükâfatım Allah '-tan başkasına âid
değildir ve ben îmân edenleri tardedici de değilim. Çünkü onlar muhakkak ki,
Rabb'lerine kavuşanlardır. Ancak ben sizi cahillik eder bir kavim görüyorum. Ey
kavmim, ben onları kovarsam Allah'tan (Allah'ın inti-kaammdan) beni kim
(kurtarabilir, bana kim) yardım eder? Hiç de düşünmez misiniz? Ben size: Allah
'in hazîneleri benim nezdimdedir, demiyorum. Ben gaybı bilmem. Ben hakikatte
bir melek 'im de demiyorum. Bununla beraber gözlerinizin hor gördüğü kimseler
(mü'minler) hakkında Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir dahî diyemem.
Allah, onların özlerindekini en çok bilendir. (Eğer bunları tard edersem) o
takdirde şübhesiz ki, ben zplimlerdenimdir'. Dediler: 'Ey Nuh, bizimle cidden
uğraştın. Bizimle olan bu mücâdelende ileri de gittin. Eğer sen doğruculardan
isen bizi tehdîd edip durduğun(azâb)u haydi getir bize'. (Nûh da:) 'Dilerse
onu size ancak Allah getirir. Siz (O'nu) âciz bırakabilecekler değilsiniz'
dedi. 'Eğer Allah sizi helak etmek dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş
olsam bile, bu hayırhâhlığım sizefâide vermez. O, sizin Rabb'inizdir ve nihayet
ancak O'na döndürüleceksiniz'. (Habîbim) belki 'O'nu (Kur'ân'ı) kendiliğinden
uydurdu' derler. De ki: 'Eğer ben onu kendim uydurdumsa günâhı benim üstüme
olsun. Hâlbuki ben sizin (böyle bir iftira ile) irtîkâb
edegel-diğiniz(giinah)den tamamen uzağım'. Nuh'a şu hakikat vahyolımdu: Kavminden
gerçek îmân etmiş olanlardan başkası asla îmân etmeyecektir. O hâlde (bîhûde
üzülüp de) işleyegeldikleri şeylerden (tecâvüzlerden) dolayı tasalanma. Bizim
nezâretimiz ve vahyimiz ile gemi yap. Zulmedenler hakkında bana birşey söyleme.
Çünkü onlar suda boğulmuşlardır (boğulacaklardır). (Nûh) gemiyi yapıyordu.
Kavminden herhangi bir güruh yanından geçtikçe onunla eğleniyorlardı. De ki:
'Eğer bizimle eğlenirseniz, biz de sizinle, bu eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz.
Artık kendisini rüsvây edecek azabın kime gelip çatacağını (bundan başka
âhiretteki) daimî azabın da kimin başına geleceğini ileride bileceksiniz!'
Nihayet emrimiz gelip de fırın kaynadığı zaman (Nuh'a) dedik ki: Herbirinden
(herbir nevi'den erkek ve dişi) ikişer çift -aleyhinde söz geçmiş (he lâkleri
takdir ediimiş) olanlar müstesna- aileni ve îmân edenleri içine yükle!' Zâten
onun maiyyetindeki az kimselerden başkası da îmân etmemişti. (Nûh) dedi ki:
ıBinin içerisine. Onun akması da, durması da Allah 'in adiyledir. Şekksiz şübhesiz
Rabb'im çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir'. O (gemi) bunları dağlar gibi
dalga(lar) içinden akıtıp götürüyordu. Nûh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı:
'Oğulcağızım, (gel) bizim yanımıza sen de bin, kâfirlerden olma'. O dedi ki:
'Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur'. (Nûh da şöyle) dedi: 'Bugün Allah 'in
emrinden esirgeyen, kendinden başka hiçbir koruyucu yoktur'. İkisinin arasına
dalga girdi, o da boğulanlardan oldu. (Taraf-i İlâhî'den) denildi ki: 'Ey arz,
suyunu yut, ey gök sen de tut!' Su kesildi, iş olup bitirildi, (gemi de) Cûdi
(Dağı'nın) üzerinde durdu. O zâlimler güruhuna "Uzak olsunlar!" denildi.
Nûh Rabb 'ine dua edip dedi ki: 'Ey Rabb 'im! Benim oğlum da şübhesiz benim
âiîemdendir. Senin va 'din elbette haktır ve Sen hâkimlerin hâkimisin'. (Allah
da şöyle) buyurdu: 'Ey Nûh, o kat'iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o(nun
işlediği) sâlih olmayan (kötü) bir iştir. O hâlde bilgin olmadığı birşeyi
benden isteme. Seni bilmezlerden olmaktan bihakkın men' ederim'. (Nûh): 'Ey
Rabb'im' dedi, 'Ben bilgimin olmadığı şeyi Sen 'den istemekten Sana sığınırım.
Eğer beni yarlıgamazsan, beni esirgemezsen hüsrana düşmüşlerden olurum \
Denildi ki: 'Yâ Nûh, sana ve (gemide) maiyyetinde bulunanlardan (gelecek
mü'min) ümmetlere bizden selâm (ve selâmet) ve bereketlerle in (gemiden.
Onlardan türeye-cek diğer kâfir) ümmetler de vardır ki, biz onları dahî
(dünyâda bol rızıklarla) fâidelendireceğiz. Sonra ise (âlıirette) onları bizden
acıklı bir azâb çarpacaktır.'' [18] Buhârî bu başlıkta Nûh Sûresi'nin tamâmına işaret
etmiştir. [19] Hadîsin başlığa uyguluğu "Yemîn ederim ki, Nûh da
kavmini Deccâl'den korkutup uyarmıştır" sözündedir. Bir hadîste Zamanının
sonunda birçok Dcccâl-/er buyurulmuş ve bu "Yalancılar" diye lefsîr
edilmiş olduğuna göre, Deccâl'in bir değil, nice yalancı makûlesi insanlar
olduğu ve bunların târihin son zamanlarında çokça görüleceği anlaşılır (Tecrîd
Ter., VIII, 483). Buhârî bunu Cenazeler Kitabı,
"Sabî müslümân olduğu zaman bâbı"nda uzun bir metinle getirmişti. [20] Başlığa uygunluğu "Nuh'un kendi kavmine inzâr
ettiği gibi... "sözündedir. Çünkü onun fitnesi pek büyüktür. Yerde
sür'atle geçmesiyle akıllan dehşete düşürür, gönülleri şaşırtır da zayıflar
hudûs ve tenakuz delillerini düşünemezler ve bu halet içinde onun doğruluğunu
tasdik ederler. İşte bunun için bütün peygamberler kavimlerini onun
fitnesinden sakındırmış ve uyarmışlardır (Kastallânî [21] Başlığa uygunluğu "Nûh ve ümmeti getir" sözündedir. Muhammed ve ümmetinin
bu şâhidliği şu âyetlerde de bildirilmiştir: ' 'Her ümmetten birer şâhid,
onların üzerinde de seni bir şâhid olarak getirdiğimiz zaman (onların hâlleri)
nice olur?" (en-Nisâ: 41). "Allah uğrunda
hakkıyle cihâd edin. Sizi O seçti. /?m(işlerin)rfe üzerinize hiçbir güçlük de
yüklemedi, babanız İbrahim 'in dîni gibi. Size daha evvel (gönderdiği
kitâblarda) de bu Kur 'ân 'da da müslümân adım -Peygamber sizin üzerinize
şâhid olsun, siz de bütün insanların üzerine şâhidler olasınız diye- Allah
vermiştir. Artık dosdoğru namazı kılın, zekâtı verin, Allah 'a sarılın. O sizin
Mev-tâ'nızdır. İşte ne güzel mevlâ O, ne güzel yardımcı O!" (d-Hacc: 78). [22] Başlığa uygunluğu "Yâ Nûh! Sen yeryüzü ahâlîsine
gönderilen rasûllerin birin-cisisifi. Allah sana "Çok şükredici kul"
(el-İsrâ: 3) adını verdi... " sözlerindedir. Tefsir âlimlerinin
bildirdiklerine göre Nûh aleyhi's-selâm her ne zaman bir elbise giyse, yâhud
bir yemek yese, yâhud su içse ardı sıra "el-Hamdu IVlla-hi = Hamd
Allah'ındır" der idi. Bu sebeble Kur'ân'da Nûh "Çok şükreden
kul" diye vasıflandı ve çocukları ve torunlarına: Ya siz niye
şükretmezsiniz, nankörlük edersiniz? diye tevbîh buyuruldu. Buhârî bu hadîsi daha
uzun ve tam bir metin ile Tefsîr Kitâbı'nda el-İsrâ Sûresi'nde de getirmiştir.
Müslim de îmân'da getirmiştir. [23] Bu hadîsin başlıkla münâsebeti, burada okunuşu haber
verilen âyetin altı kerre tekrarlandığı el-Kamer Sûresi'nde Nuh'tan ve onun
kavminin tekzîbi ile neticesinden, ve geminin hâlinden bâzı haberler ihtiva
etmesidir: ''Onlardan evvel Nûh
kavmi tekzîb etti, onlar kulumuzu yalancı saymakta ısrar ettiler. Mecnûn
dediler. O (da'vetten cebren) vazgeçirilmişti. Nihayet o da Rabb Hne: Ben
hakîkaten mağlûbum; intikaam al, diye dua etti. Bunun üzerine biz de şarıl
şarıl dökülen bir suya gök kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar hâlinde
fışkırttık da (her iki) su takdir edilmiş bir emr üzerinde birleşiverdi. Onu
(Nuh'u) levhalar ve mıhlarla yapılmış gemiye yükledik ki, gemi, nankörlük edilmiş
bulunan o zâta bir mükâfat olmak üzere, bizim gözlerimiz önünde akıp gidiyordu.
And olsun ki, biz bunu bir âyet olarak bırakmışızdır. O hâlde bir düşünüp ibret
alan var m/?"tel-Kamer: 9-15). [24] îlyâs ibn Yâsîn, Mûsâ aleyhi's-selâmın biraderi olan
Harun'un torunudur. Bâzılarına göre bu, İdrîs aleyhi's-selâmdir. Nitekim ibn
Mes'ûd "Ve irine Hyâse le mine H-mürselîn'' âyetini, '' Ve inne İdrîse le
mine 'l-mürselîne'' suretinde okumuştur (Beydâvî, Medârik) İlyâs ile İdrîs
isimleri bir peygamberin iki adı mıdır? Yoksa bunlar ayn ayrı birer peygamber
isimleri midir? Bu hususta ihtilâf vardır. İbn Mes'ûd'a göre Ya'kûb ismi
İsrâîl'den ibaret olduğu gibi, İlyâs da böylece Idrîs'tir. İbnu'l-Arabî bununla
İstidlal ederek: İdrîs, Rasûlullah'ın ceddi değildir, İsrâîl oğullan
pey-gamberlerindendir. Çünkü İlyâs'm îsrâîl oğullari'ndan olduğu hakkında haber
vardır, demiştir. Âlimlerin cumhuruna
göre İlyâs ile îdrîs iki müteradif lafızdan ibaret değildir. Her ikisinin de
ayrı ayrı müsemmâsı vardır. İdrîs, Nuh'un üçüncü derecede büyük babası olan
Uhnûh'tur. "Ba'l" altın
bir putun adıdır. "Bek" lâfzına izafetle "Ba'lebekk" İlyâs
aleyhi's-selâmın peygamber gönderildiği beldeye özel isim olmuştur (Beydâvî,
Medârik, Celâleyri). Buhârî'nin bu âyetlerin
sonunda ta'Iîk suretiyle verdiği îbn Mes'ûd'un sözünü, Abd ibn Humeyd ile îbn
Ebî Hatim güzel bir senedle; İbn Abbâs'm sözünü de İbn Cuveybir kendi
tefsirinde zaîf bir senedle rivayet etmiştir. [25] İdrîs Peygamber, Nuh'un babasının dedesidir, Nuh'un
dedesi değildir. Buhârî bu başlıkta her iki ciheti rivayet edenler bulunduğuna
işaret etmiştir. îdrîs bu cihetle Peygamberimizin uzak dedesidir. Âlimler
cumhurunun görüşü budur. Âyet bir evvelki ile
beraber meâlen şöyledir: ' 'Kitâbda İdrîs 'i de
an. Çünkü o çok sâdık bir peygamberdir. Biz onu pek yüce bir yere yükselttik'"
(Meryem: 56-57). O yüksek mekân,
dördüncü kat göktedir. Hiç şübhesiz bu
yükseliş.peygamberler arasında İdrîs'e has ilâhî bir taltif olarak
zikrolunmuştur. Gerçi îsâ Peygamber de semâya yükseltilmiş ise de "Yâ Isâ
innt mütevefftke" (Âlu İmrân: 55) kavlinin zahirine tutunan âlimlere göre,
Isâ Mesîh öldürüldükten sonra ref olunmuştur. Binâenaleyh canlı olarak semâya
yükseltilmek îdrîs'in müstesna bir hususiyeti bulunuyor. Şu kadar ki, âlimlerin
cumhuruna göre îsâ Peygamber de hayâtta olduğu hâlde semâya götürülmüştür. Buna
göre o da bu yükseltilme hususiyetine iştirak etmiş bulunuyor. İdrîs'in asıl adı
Uhnûh'tur. Şît Peygamber'in beşinci batın evlâdıdır. Kendisi de Nuh'un üçüncü
batın dedesidir. Kendisinden evvelki insanlar deri giy-mektelerken o, elbise
dikmeye başlamış ve giymiştir. Ona otuz sahîfe indirilmiştir. Kalemle ilk yazı
yazan, yıldızlar ve hesâb ilmine bakan odur (Beydâvî, Şeyhzâde). [26] Hadîsin bundan sonraki parçasını Enes, Ebû Zerr'den
işitmemiş olup, başka bir zâttan aldığı anlaşılıyor. [27] Rivayetin bu kısmı Enes'ten n a ki edilmemiş tir. [28] Başlığa uygunluğu: "Cibril, Peygamber ile
birlikte İdrîs'e uğradıklarında ..." sözlerindedir. Buhârî bunu Namaz
Kitâbi'mn başında da getirmişti. "Benim yanımda söz
değiştirilmez..."'(Kaaf: 29) kavli, günde beş namaz ile mükellefiyetimizin
kesinliğini ifâde eder. Elli namaza hükmünden sonra bu mikdârın beşe
indirilmesi ise "Allah ne dilerse mahveder ve vücûda getirir, ana kitâb
O'nun nezdindedir" {er-Ra'd: 39) kavlinin nutk eylediği muallak kaza
nev'-ine dâhil olduğundandır. Elli namaz farz etti, fakat Peygamber'İn
tercihine bağlı olarak farz etti. Kerîm olan Allah, kullarına "Kim bir
iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on katı var. Kim de bir kötülükle
gelirse bu, o mikdârdan baş-kasıyie cezalanmaz. Onlar haksızlığa
uğratılmazlar" (el-En'âm: 160) va'dine binâen, beş namaz, elli namaz
olmuştur; yânî elli namaz sevabı verilmiş oluyor. Buna bakınca günlük
namazların hem beş, hem de elli olmasının ma'nâsı anlaşılıyor. Sayıları beş,
sevâbları elli namaz sevabıdır (Ahmed Naîm). [29] Buhârî, bunlardan Atâ ibn Ebî Rebâh'ın hadîsini
Bed'u'1-Halk Kitabı, "O rahmetinin önünden rüzgârları müjdeci
gönderendir..." (el-A'râf: 57) bâbı'nda Pey-gamber'e ulaştırılmış olarak
getirmişti. Süleyman ibn Yesâr'ın hadîsini de el-Ahkaaf Sûresi'nin tefsîrinde
getirmiştir. Bu iki hadîs bu el-Ahkaaf: 21-26. âyetlerini tefsîr etmekte
bulunduğu için, metinlerinin tercemelerini verelim: Birincisi: Âişe (R)
şöyle demiştir: Peygamber (S) gök yüzünde yağışlı sanılan bir bulut görünce kâh
ona karşı durur, geri dönerdi; kâh evimize girer, çıkardı. Ve yüzü değişirdi.
Gök yağmur yağdırınca da Peygamber'den endîşe giderdi. Aişe dedi ki: Ben bunun
sebebini Peygamber'den öğrenmek istedim. O bana: "Ne bileyim? Belki bu
kara bulut bir kavmin (Âd kavminin) dediği gibi bir azâb olur: A d kavmi
kendilerine va *d olunan azabı, ufukları enine kaplayarak vadilerine karşı
gelen bir bulut hâlinde gördükleri zaman onlar: Şu ufuktaki karaltı bize
yağmur yağdıracak bir buluttur, demişlerdi..." (el-Ahkaaf: 25). İkincisi: Âişe (R)
şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)'in küçük dilini görünceye kadar ağzını
açarak güldüğünü görmedim. O, yalnız gülümserdi. Bundan sonra_Âişe, hadîsin
gerişini zikretti ki, bu, birincisi olarak geçen hadîstir. Âd kavminin zulüm ve inkârları
ve haşmetli hayâtları ve bu hayâtın fecî' bir şekilde son bulup yok edilmeleri
eş-Şuarâ: 123-140. âyetlerinde de gayet ibretli şekilde anlatılmaktadır. [30] Müfessirlerin bildirdiğine göre bu yedi gece sekiz
gündüz bir çarşamba sabahı başlamış, öbür çarşamba akşamı tamâm olmuş ve
"Uğursuzgünler" (Fussilet: 16) diye de vasıflanmıştır. Kış mevsiminin
sonunda geldiği için Arablar "Eyyâ-mu acûz" da demişlerdir. Bu
müddetin sonunda Âd kavmi helak olmuştu. Yalnız Hûd Peygamber İle yanında
bulunan mü'minler topluluğu "Azâb emrimiz gelince, Hûd 'u da matyyetindeki
mü 'minleri de bizden bir rahmet olarak selâmete erdirdik, onları ağır azâbdan
kurtardık" (Hûd: 58) âyeti ma'nâsınca halâs olmuşlardı. Bu müdhiş
felâkette onlar bir tarafa çekilmişler, masun kalmışlardı. Mucâhİd'in
rivayetine göre, bunlar dörtbin kişi idiler. Bunlardan Âdu Uhrâ, yânî Son Âd
üremiştir ki, Zâtı İrem denilen Semûd kavmidir. Hûd Peygamber kavminin
helakinden sonra bir müddet daha yaşamış, sonra ölmüştür. Vefatında yüzelli
yaşında idi. Âd kavminin bedenî
kuvvetleri, boylan, irilikleri, hakkında Kur'ân dışında pekçok mübalağalı
rivayetler vardır. el-A'râf: 69'da: "Düşünün ki O, sizi Nûh kavminden
sonra hükümdarlar yaptı, size yaratılışça onlardan ziyâde boy bos (ve kuvvet)
verdi. O hâlde Allah'ın nVmetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa
erdirilesiniz" buyurulmakla yetinilmiştir. [31] Buhârî başlıkta yazdığı âyetlerdeki bâzı kelime ve
cümlelerin tefsirlerini de nak-letmiştir. Bu tefsirler hep senedli olarak
yerlerinde rivayet edilmiştir. [32] Hadîsin başlığa uygunluğu, Âd kavminin debûr
rüzgârıyle helak edilmesinden-dir. Peygamber'in poyraz veya gündoğusu
rüzgârıyle nusrat olunması, Ahzâb gazasına âid ilâhî bir nusrattır. Ebû Sufyân
ordusunun Medîne'yi muhasarası zamanında bir gece Allah tarafından şiddetli bir
gündoğusu rüzgârı çıkmış, Kureyş ordusunun altım üstüne çevirmiş ve bu fırtına
ile de panik başlayıp harb hezimetle sonuçlanmıştır. [33] Hadîsin
başlığa uygunluğu "Elbette onları Âd kavminin öldürülüşü
gibi öldürürdüm" sözündedir. Âd kavmi şiddetli bir rüzgârla helak
edilmişken bu hadîsteki uygunluk nasıldır? dersen, şöyle cevâb veririm: Takdir,
Âd'in öldürülüşü
gibidir. Bundan maksad onların, Âd'in kökünün kazınması gibi köklerinin tamâmiyle
kazınmalarıdır. Çünkü "Âd'in
öldürülmesİ"ndeki izafet,
mef'ûledir (Aynî). Buhârî bu hadîsi bâzı
farklılıklarla Mağâzî, Tefsir ve Tevhîd Kitâbları'nda; Müslim ise Zekât'ta
getirmiştir. Hadîste isimleri sayılan ve Peygamber'in ihsan ettiği bu kimseler
Necd havalisinin sergerdelerinden ve hepsi de "Kalbleri İslâm'a
alıştirılanlar"(et-Tevbe: 60)'dan İdiler. [34] Bu hadîs bu kitabın beşinci babının sonunda 16
rakamıyle başka bir senedle geçmişti. Hadîsin başlığa uygunluk şekli orada Nûh
kavminin helaki yönündendi. Burada ise yine el-Kamer Sûresi'nde Âd kavminin
helakini haber veren âyetler bulunması yönündendir. "Ad kavmi de
tekzîb etti. İşie benim azabım ve tehdîdlerim nice imiş (düşünün). Çünkü biz
haklarında uğursuz ve uğursuzluğu sürekli bir günde onların üstüne çok
gürültülü bir fırtına gönderdik ki, insanları, sanki onlar köklerinden
sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi, tâ temelinden kopanyordu. İşte benim
azabım ve tehdîdlerim nice imiş (düşünün). Andolsun biz Kur'ân'ı düşünmek için
kolaylaştırmışadır. O hâlde var mı düşünen?" (ei-Kamer: 18-22). [35] Bu âyetlerde Zu'1-Karneyn adındaki büyük zâtın
dünyânın üç tarafına yaptığı başarılı seferler ile Ye'cûc ve Me'cûc kavminin
önüne inşâ ettiği çok sağlam sedd anlatılmaktadır. Bu zâta bu lakabın verilmesi
hakkında "Karn" kelimesinin lügat ma'nâsı i'tibâriyle, birçok
sebebler söylenmiş ise de Kur'ân'm beyânına göre bu cihangirin, dünyânın hem
batısına, hem doğusuna sâhib olması, bu muhteşem lakabı almasının en doğru
sebebi olarak kabul edilebilir. Zu'I-Karneyn'in
hüviyetini ta'ymde çeşitli rivayetler ve görüşler vardır. Bunlar tefsirlerde
uzun uzadıya sıralanmıştır. Kur'ân'da birçok kerreler "Yâ
ZeH-Karneyni" diye hitâb edilmesi, onun, belki peygamberlik makaamını hâiz
bîr cihangir olduğunu düşündürür. Muhakkak olan, bu zâtın, Hz. Alî'nin de dediği
gibi, sâlih bir kimse olduğudur. Toplu ve mukaayeseli bilgi için bak: Hakk Dîni
Kur'ân Dili, IV, 3274-3279. [36] Buhârî bu başlıkta el-Kehf: 83-98. âyetlerinin
yazılmasını işaret ettikten sonra, bu âyetlerdeki bâzı kelime ve cümlelerin
tefsirlerini vermektedir. Bunlar tefsirlerde senedli olarak nakledilmiştir. [37] Burası Zu'1-Karneyn'in sözlerinin hikâyesinin sonudur
(Aynî). [38] Bu da Ye'cûc ve Me'cûc'den bahseden diğer bir âyet
grubudur. Tarihçilerin ittifakla
bildirdiklerine göre, Ye'cûc ve Me'cûc, Yâfis zürriye-tinden İki kabiledir.
Tevrat'ta, böyle bildirildiği gibi, Vehb ibn Münebbih de Yâfis evlâdından
olduklarına kaanİ'dir. "Hakikat Ye'cûc ve Me'cûc yerde fesâd çıkarırlar...
" (el-Kehf: 94) kavlinde cemi' sîgasıyle geldiğinden, yeryüzünü fesada
verip kana boyayacak Ye'cûc ve Me'cûc'ün yalnız iki kabîle değil, birçok kabilelerden
meydana gelmiş, çok kalabalık bir topluluk oldukları anlaşılır. Müfes-sir
Katâde, bunların yirmiden fazla kabîle olduklarını söylemiştir. Müfessir
Dahhâk, Zu'1-Karneyn'in üçüncü seferinde kavuştuğu kavim Türk ırkındandır,
demiş;.Suddî de: Türk, Ye'cûc ve Me'cûc'den ayrılıp Türkistan'da devlet kuran
bir soydur, demiştir. Katâde'ye göre kuzey kabileleri yirmi iki kabîle olup
bunlardan birisi Türk idi. Şeddin inşâsından sonra Türk, şeddin hâricinde, Öbürleri
dâhilinde kalmıştır... Zemahşerî de Zu'1-Karneyn'in, iki dağın önünde kavuştuğu
ve kendi dillerinden başka bir dil bilmeyen kavim, Türk kavmidir, demiştir. Zu'1-Karneyn ve Ye'cûc
ve Me'cûc hakkında Doç. Dr. Süleyman Ateş şunları yazıyor:
"Zu'1-Karneyn'in yaptığı bu şeddin nerede olduğu da ihtilâf konusudur.
Özellikle üç ihtimâl ileri sürülür: 1- Türk yurdunu Çin'den ayıran noktada, 2-
Ermenistan ve Azerbaycan mıntıkasında Türk sınırını ayıran De-mirkapı
mevkiinde, 3- İstanoy dağlarıyle Ural dağlan arasındaki Sibirya'da. "Ye'cûc ve
Me'cûc'e gelince: Bu kelimeler, Arabça'ya girmiş ucme (yabancı) kelimelerdir.
Avrupalılar bunlara Yagug Magug derler ve bunları şeytanın nesli sayarlarmış.
Ye'cûc ve Me'cûc'ün Yâfes oğullarından iki kabîle olduğu hakkında rivayetler
varsa da, bunların sağlamlığı şübhelidir. Çok kimseler, şu veya bu milleti
Ye'cûc ve Me'cûc saymıştır, ama bunlar birer yakıştırmadan ibarettir. Bunların
âhir zamanda çıkacak dîn ve millet tanımaz, nesebi belirsiz, dünyâyı sarsacak
iki topluluk olduğu anlaşılıyor (Hakk Dîni Kur'ân Dili, IV, 3286-88). "Ye'cûc ve Me'cûc'ün dünyâyı istilâsı, kıyamet alâmetlerindendir. "Mutasavvıflar ise
enfüsî tefsîrde Ye'cûc ve Me'cûc'ü, nefsânî kötü güçler kabul etmektedirler.
Onlara göre Zu'1-Karneyn hem rûh, hem de nefis kuvvetlerine hükmeden insan-ı
kâmildir. O, insanın yüksek ruhî güçlerini, Ye'cûc ve Me'cûc denen nefsânî
güçlerin tasallutundan korumak için zikirle itmi'nân şeddini yapmıştır"'
(Kur'ân-ı Kerîm Meali, s. 274-275, istanbul, 1974). [39] Bu ta'lîki, fbn Ebî Umer, Saîd'den; o da Katâde'den; o
da Medîneli bir adam dan senediyle rivayet etmiştir: "O zât, Peygamber'e:
Yâ Rasûlallah, ben Ye'cûc ve Me'cûc şeddini gördüm, dedi. Peygamber:
"Nasıldı?" dedi. O zât: Kırmızı ve siyah çizgilerle süslü kumaş gibi,
dedi. Peygamber: "Sen onu görmüşsün" buyurdu". Bunu, sened ve
bâzı lafız farklılıklanyle Taberânî, Bezzârvelbn Mer-deveyh rivayet etmişlerdir
(Aynî). Kur'ân'm nazmında bu
şeddin yeri açıkça bildirilmediği ve izleri de bulunmadığı için müellifler
çeşitli ihtimâller içinde dönüp durmuşlardır. Bu gün onun varlığına kılavuzluk
edebilecek hiçbir eser de yoktur. Kur'ân'dan öğrendiğimiz, bu şeddin kuzeyde
bulunmasıdır. Kur'ân'ın delâletinden, Zu'1-Karneyn'in üçüncü seferinin güneyden
kuzeye doğru olduğu, bunu kuvvetlendirir. [40] Hadîsin başlığa uygunluğu, Peygamber'in "Bu gün
Ye'cûc ve Me'cûc'ün şeddinden şunun gibi bir delik açıldı" buyurması ve
Zu'1-Karneyn'in de târihin uzak devirlerinde bir sed yapmış olması yönündendir. Ye'cûc ve Me'cûc
beliyyesi, bütün beşeriyyeti şâmil bir âfettir. Bu Zeyneb hadîsinde ise
Peygamber, Ye'cûc ve Me'cûc'den erişecek musibeti Arab'a tah-sîs etmiştir. Bu
tahsis, Ye'cûc ve Me'cûc ve onları önlemek üzere yapılan şedden bir delik
açılması ta'bîri ile hakîkaten onlar kasdolunmayıp, belki buna benzer bir
fitnenin yaklaştığını haber vermiş olabilir. Nitekim Usmân'ın şehâdeti ve onu
ta'kîb eden hâdiseler, İslâm ümmeti için mühim birer fitne olmuştur. [41] Bunun da başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî ile Müslim,
bunları Fitneler Kitâ-bı'nda da getirmişlerdir. [42] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden bir kişiye
mukaabil Ye'cûc ve Me'cûc'den bin kişi"
sözündedir. Bu hadîs Ye'cûc ve Me'cûc kavminin sayıca çokluğuna işaret
etmektedir. Bu hadîsinde Peygamber,
Kur'ân'dan bir âyeti kendi sözü arasında söylemiştir ki, bu hadîsin ma'nâsına
çok kuvvet kazandırmıştır [43] Buhârî burada İbrâhîm Peygamber'in faziletini beyân
eden bâzı âyetlere işaret etmiştir. Bunların hepsi İbrâhîm'in faziletini
belirtir, en belîğ şekilde belirteni ise "Allah İbrahim'i bir dost
edinmiştir" (en-Nisâ: 125) kavlidir. et-Tevbe: 114. âyeti,
bir kelimenin yer değiştirmesiyle Hûd Sûresi'nde de tekrar edilmiştir:
"Çünkü İbrâhîm cidden yumuşak huylu, yüreği yanık, kendisini tamamen
Allah'a vermiş biri idi" (Hûd: 75). el-Bakara: 125 ve
devamında da ilk tevhîd ma'bedi Ka'be'yi bina edişi, Ka'be ve zürriyeti
hakkındaki güzel duası anlatılır... [44] Ebû Meysere Amr ibn Şurahbîl el-Hemdânî'nin bu sözünü
Vekî' kendi tefsirinde senedli olarak rivayet etmiştir [45] Başlığa uygunluğu "Kıyamet günü ilk elbise
giydirilecek kişi îbrâhtm 'dir" sö-zündedir. Bu söz, Tevhîd akidesinin
büyük kurucusu için hiç şübhesiz husûsî bir menkabedir. Peygamber'in hayâtında
sahâbîler arasında hiçbir dînden çıkma hâdisesini târîh yazmamıştır. Bü'akis,
Ebû Sufyân'ın Hırakliyus ile konuşmasını nakleden hadîsinde bunun vâki'
olmadığı açıkça söylenmektedir. Ancak Peygamber'in vefatından sonra Ebû Bekr'in
devlet başkanlığı zamanında bedevi Arablar'm câhilce hareketleriyle yer yer
irticâlar meydana gelmiş ve hepsi tenkîl edilmiştir. Hadîste belki bu ve
benzerlerine işaret edilmiştir; sahâbîler bundan bendirler. Peygamberimizin Hz.
îsâ'nm dilinden naklettiği bu yüksek teslimiyet ve af isteme ifâde eden
müdâfaanın baş tarafı şöyledir: "Allah: Ey Meryem
oğlu îsâ, insanlara Allah'ı bırakıp da beni ve anamı iki tanrı edininiz diyen
sen misin? dediği zaman, o şöyle söyledi: Seni tenzih ederim, hakkım olmadık
bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz. Eğer onu söy-ledimse, elbette bunu
bilmişsindir. Benim içimde olan herşeyi Sen bilirsin. Ben ise Sen V» zâtında
olanı bilmem. Şübhesiz ki gayblan hakkıyle bilen Sen 'sin Sen. Ben onlara Sen
'in bana emrettiğinden başkasını söylemedim. (Dediğim hep şu idi:) Benim de
Rabb 'im, sizin de Rabb 'iniz olan Allah 'a kulluk edin. Ben içlerinde..."
(e\-Mâ\de: 116-118). [46] Başlığa uygunluğu, içinde İbrahim'in
zikredilmesindendir. Bu hadîste en şerefli oğulun bile, müslümân olmadığı
takdîrde babaya fayda veremiyeceğine delîl vardır. Babasının hayvanlar içinden
çirkin manzaralı sırtlan kılığına çevrilmesi, bu hayvanın uyanık olması gereken
şeylerden gaflet etmesi sebebiyle hayvanların ahmağı olmasındandır. Âzer'de de
İbrahim'in uyarmasına karşılık bu sıfat bulunmuş oluyor. Babasının bu surete
çevrilmesi, İbrâhîm'in ondan uzaklaşması İçindir1 {Kastallânî), [47] Başlığa uygunluğu açıktır. Bununla bundan sonra gelen
hadîs Hacc Kitabı, "Ka'be'nin iç taraflarında tekbîr getiren kimse
bâbi"nda da geçmişti. [48] Bundan öncekinde İbrahim'le Meryem'in resimleri
zikredilmişti, bunda ise İbrâhîm ile İsmâîl Peygamberler'in resimleri
zikredilmektedir. Başlığa uygunluk her ikisinde de İbrâhîm'in
zikredilmesindendir. [49] Başlığa uygunluk yeri, îbrâhîm Halîlullah sözüdür. Rasûlullah bu hadîsinde,
Câhiliyet devrinde farklılık neseble, ecdâdm şerefiyle olduğunu; İslâm
nazarında İse insanlar arasında fark ilmi anlamak ve yaşamak, yânî takva
yönünden olduğuna işaret etmiştir. [50] Buhârî Ebû Usâme'ninkini Yûsuf kıssasında;
Mu'temir'inkini de Ya'kûb'un kıssasında senedli olarak getirmiştir [51] Başlığa uygunluğu "O uzun boylu zât
İbrahim'dir"sözündedir. Bu hadîsin bir rivayeti yine Semure'den, uzun bir
metinle Cenazeler Kitâbı'nın sonlarında geçmişti. [52] Başlığa uygunluğu, Peygamber'in, İbrahim'in yüzce
kendisine benzeyişini beyân etmesi fıkrasındadır. Bu da Hacc Kitabı,
"Vadiye inerken telbiye eden kimse bâbı"nda geçmişti. [53] İbrâhîm sünnet olunca, bu, zürriyeti için de uyulması
gerekli bir sünnet olmuştur. İsrâîl oğulları arasında yürürlükte olan Tevrat
hükmü de böyle idi. Tâ îsâ Peygamber zamanına kadar böyle devam edip gelmiştir.
Sonra Hristiyanlar'-dan bir taife Tevrat hükmünü bozmuşlar ve: Hıtân, kalbin
gulfesini (kalbi bü-rüyen perdeyi) atmaktır iddiâsıyle bu kadîm sünneti
terketmişlerdir... [54] Hadîsin bu rivayetinde şeddesiz olarak "Kadûm
ile" şeklinde gelmiştir ki, buna göre "Marangoz âleti olan keser ile
sünnet oldu" demektir. Buradaki mutâ-baaları diğer hadîsçiler rivayet
etmişlerdir. [55] Bu tarîkte Ebû Hureyre, hadîsi Rasûlullah'a
yükseltmeyi açıkça belirtmiştir. Bundan sonraki tarîkte ise, bu yükseltmeyi
açıkça belirtmemiş, doğrudan doğruya nakletmiştir. Ibrâhîm Peygamber'in
birer sebebe göre söylediği bu zahirî yalanların birincisi es-Sâffât:
85-122'de, ikincisi de el-Enbiyâ: 52-70. âyetlerinde nakledilmiştir. [56] Hadîsin başlığa uygunluğu "İbrâhîm' yalnız üç defa
yalan söylemiştir..." sö-zündedir. Bundan da burada kasdedilen, ancak
İbrahim'in zikredilmesidir. Hadîs burada İki tarîk ile getirildi ki, bunun
sebebini bundan önceki haşiyede belirtmiştik. Buhârî bu hadîsi bâzı
küçük değişikliklerle Buyû'da da getirmişti. Nikâh'ta da getirecektir. Müslim
de Fazâil'de getirmiştir. Hadîsin sonundaki
sözüyle Ebû Hureyre, hayvanlarını sulamak için yağmur düşen yerlere çok
gidenler ma'nâsmi kasdetmiştir. Hattâbî de: Ebû Hureyre Zemzem'i kasdetmiştir
ki, Allah onu Hâcer için çıkardı, Hâcer ve çocukları orada yaşadılar; böylece o
suyun oğullan gibi oldular demek istemiştir denildi, dedi (Kastallânî). "Sâre", râ'nm
şeddesiyle de, şeddesiz de zabtedilmiştir. Şeddesiz okunuşu daha yaygındır. [57] Başlığa uygunluğu bellidir [58] Çünkü ibâdete hakk kazananla hakk kazanmayanı bir
seviyeye getirmek büyük bir zulümdür. Zîrâ bu, ibâdeti lâyık olduğu yerinden
gayrıya koymaktır. Bu hadîsle başlığın
münâsebet yönü nedir? dersen, cevâb şöyledir: el-En'âm: 82. âyeti, İbrâhîm'in
81. âyetteki suâle cevâb olarak söylediği sözüdür. Böylece hadîsle başlık
arasında münâsebet zahir olmuştur. Buna en az işaret kâfidir. Nitekim
Buhâri'nin, başlıkların incelikleri hususundaki âdeti budur (I^stallânî).
Münâsebetin iyice belirmesi için âyetlerin meallerini verelim: "Kavmi ona
hüccet getirmeye kalkıştı. O dedi ki: Allah beni doğru yola iletmişken, siz
benimle O'nun hakkında hâlâ çekişiyor musunuz? Ben O'na eş tanıdığınız
şeylerden korkmam. Meğer ki Rabb'im (hakkımda) birşey dilemiş olsun. Rabb 'imin
ilmi herşeye sargın ve taşkındır. Hâlâ düşünüp Öğüt almayacak mısınız? Hem
Allah 'in size hiçbir detîl ve burhan indirmediği şeyleri siz O 'na
tanıdığınızdan korkmazken, ben eş tuttuğunuz o şeylerden nasıl korkarım? Şimdi
biliyorsanız söyleyin: İki zümreden hangisi korkudan emin olmaya daha lâyıktır?
îmân edenler, bununla beraber îmânlarına zulüm karıştırmayanlar; işte emîn
olmak hakkı onlarındır. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir. İşte bunlar kavmine
karşı İbrâhîm 'e verdiğimiz hüccetlerdi. Biz kimi dilersek onu derece derece
yükseltiriz. Şübhe yok ki, Rabb 'in tam hikmet sahibidir, hakkıyle bitendir''
(el-En'âm: 80-84). [59] Bu bâb, yukarıda geçen "Allah İbrahim'i bir dost
edinmiştir" (en-Nisâ: 125) bâ bıdan bir fasıl gibidir.
"Yeziffûne" kelimesi, es-Sâffât Sûresi'ndedir ve bu sûredeki 83-109.
âyetler İbrahim ile kavminin durumlarını anlatmaktadır. en-Neslu, en-Neselu,
en-Neselânu sür'atle yürümek ma'nâsınadır; ikinci ve birinci bâblardan
masdârdır (Kaamûs Ter.) Bu
"Yeziffûne" fiili, İbrahim'in putperest kavmi bir bayram törenlerinden
dönüşlerinde İbrahim'in putlarını kırması haberi kendilerine ulaşınca "Hemen
koşarak onun önüne çıkışlarını" anlatmaktadır. [60] Hadîsin "Allah İbrahim'i bir dost
edinmiştir" (en-Nisâ: 125) babına uygunluğu "Sen yeryüzündeki insanlardan
Allah 'in Peygamberi ve Allah 'in dostu bir zâtsın " sözündedir. Hadîsin sonundaki
mutâbaatı Buhârî, Tevhîd'de beyân etmiştir. [61] Bunların geçen baba uygunlukları açıktır, çünkü bunlar
İbrâhîm kıssası hakkındadır. Buhârî bu İbn Abbâs hadîsini burada üç tarîkten
getirmiştir. Biri "Bana Ahmed ibn Saîd ... tahdîs etti" tarîkidir.
İkincisi "Ve el-Ensârî şöyle dedi..." tarîkidir ki, bu ta'lîk
şeklinde olmakla beraber başka yerde mevsûldür. Buhârî bunu burada kısaltılmış
olarak getirmiştir. 38 rakamlı tarîkte gelen
hadîs ise, evvelki hadîsin tamamlayıcısıdir. Çünkü evvelki hadîs bundan küçük
bir parçadır. Bu hadîs İbrâhîm kıssasını gereği gibi açıklamaktadır. Üçüncüsü
de 39 rakamıyle gelen hadîstir (Aynî). [62] Âlem'de Ka'be'den daha şerefli bir bina yoktur. Çünkü
onun inşâsını emreden Âlemlerin Rabbı olan Allah'tır. Bu emri tebliğ ve
mühendislik vazifesini öğreten Cibril'dir. Yapıcısı İbrâhîm, yardımcısı İsmâîl
Peygamberlerdir, denilmiştir (Kastallânî). ibrâhîm, Ka'be'nin
inşâsını bitirince Cibrîl gelmiş ve hacc farizasının nasıl yapılacağını bütün
şekilleriyle tbrâhîm'e öğretmiştir. Sonra İbrâhîm: Ey insanlar, Rabb'inizin
Beyt'ini ziyarete da'vetlisiniz, icabet ediniz! diye i'Iân etmiştir. Ve ismâîl
ile birlikte bütün hacc duraklarında durarak hacc menseklerini îfâ etmiş,
sonra dönüp Sâre'nin yanına gitmiştir. Bir hacc mevsiminde de Sâre ile birlikte
Beytu'l-Makdis'ten gelerek hacc etmişler ve sonra Şam'a gidip orada vefat
etmişlerdir. Bu uzun hadîsi de diğer
bâzı hadîsler gibi Kâmil Mîrâs'm tercemesinden küçük değişikliklerle aynen
naklettik. Bu vesîle ile kendisine Yüce Allah'tan mağfiret ve rahmetler niyaz
eyleriz (M.Sofuoğlu). [63] İşte bu da İbn Abbâs hadîsine âid üçüncü tarîktir.
Bunda İbrâhîm kıssası bundan önceki hadîse göre biraz kısaltılmış olarak verilmiştir. Burada İbrâhîm ile
İsmâîl'in Ka'be binası ve îbrâhîm'in ileriye âid dualarını anlatan bâzı
âyetlerin meallerini verelim: "Hani biz Beyt'i
insanlar için bir toplantı yeri ve emin birmahall yapmıştık. Siz de İbrâhîm
'in makaamından bir namazgah edinin. İbrahim ile İsmail'e de: Evimi tavaf
edenler, (ibâdet kasdıyle) orada kalanlar, rükû' ve sucûd edenler için
titizlikle temizleyin, diye kuvvetli emir vermiştik. Hani İbrâhîm: Yâ Rabb,
burasını emniyetli bir şehir yap ve ahâlîsinden A ilah 'a ve âhiret gününe
inananları mahsûllerle rızıklandır, demişti. (Allah da:) Kâfir olanı dahî kısa
bir zaman için fâidelendireceğim, sonra onu cehennem azabına icbar edeceğim.
Varacağı yer ne kötüdür, buyurmuştu. Hani ibrahim o Beyt 'in temellerini İsmâîl
İle birlikte yükseltiyordu (da ikisi de şöyle duâ etmişlerdi); Ey Rabb'imiz,
bizden (şu hizmeti) kabul buyur. Şübhesiz hakkıyle işiten, kemâliyle bilen Sen
'sin Sen. Ey Rabb 'imiz, ikimizi de Sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da
müslümân bir ümmet yetiştir, bize ibâdet edeceğimiz yerleri göster, tevbemizi
kabul et. Çünkü tevbeleri en çok kabul eden ve hakkıyle merhamet eden Sen 'sin
Sen. Ey Rabb '-imiz, onların içinden onlara Senin âyetlerini okuyacak, onlara
kitabı, hikmeti öğretecek, onları (şirkten) iyice temizleyecek bir peygamber
gönder. Şübhesiz yegâne gâlib, tam hikmet sahibi Sen'sin Sen. Kendini
bilmeyenden başka kim İbrâhîm dîninden yüz çevirir? And olsun ki biz onu
dünyâda beğenip seçmişiz-dir. O, şübhe yok âhirette de muhakkak sâlihlerdendir.
Rabb 'ı ona: (Kendini hakka) testim et, dediği zaman o, Âlemlerin Rabbi'ne
teslim oldum demişti. İbrâhîm bunu oğullarına da tavsiye etti. Torunu Ya 'kûb
da öyle yaptı: Ey oğullarım, Allah sizin için (İslâm) dînini beğenip seçti. O
hâlde siz de ancak müslümân-lar olarak can verin (dedi)" (el-Bakara:
125-132). [64] Hadîsin başlığa uygunluğu
"el-Mescidu'l-Harâm" sözündedir. Çünkü onu İb-râhîm Halîl bina
etmiştir. İkincisine el-Mescidu'l-Aksâ denilmesi ya Ka'be ile arasındaki
mesafenin uzaklığından yâhud ondan ötede mescid bulunmamasından veyâhud da o
mescidin pisliklerden ve kötülüklerden uzak bulunmasmdan-dır. Çünkü o mukaddes
yânı mutahhardır. Ka'be'yi İbrahim'in,
el-Aksâ'yı da Süleyman'ın yapması ve bunların arasında çok yıllar olması
müşkiline şöyle cevâb verildi: Hadîste Haİîl ve Süleyman'ın bu iki mescidi ilk
defa yaptıklarına delâlet yoktur, belki onlar daha evvel başkasının te'sîs
ettiğini yenilemişlerdir. Ka'be'yi Âdem'in bina ettiği meşhurdur. İbn Hişâm'ın
Kitjâbu't-Tîcâtfmda şu vardır: Âdem Ka'be'yi kurunca Al lah ona
Beytu'l-Makdis'e yürümesini ve onu bina etmesini emretti, o da onu bizzat bina
etti ve içinde ibâdet etti (Kastallânî). [65] Başlığa uygunluğu İbrâhîm'in zikredilin esindedir. Bu
hadîs Cihâd Kitabı, "Gazvede hizmetin fazileti bâbı"nda da geçmişti. Sonunda haber verdiği
Abdullah ibn Zeyd hadîsini Buhârî Buyu' Kitâbı'-nda, "Peygamber sâ'ının
bereketi bâbı"nda senedli olarak getirmiştir. [66] Başlığa uygunluğu bundan öncekinde zikrolunduğu
gibidir. Bu hadîs de Hacc Kitabı, "Mekke'nin ve bünyânın fazileti
bâbı"nda geçmişti. Buhârî îsmâîl ibn Ebî
Uveys'in hadîsini Tefsîr'de getirmiştir. [67] Bu salavât hadîsinin başlığa uygunluğu, "İbrâhîm
ailesine salât ettiğin gibi" söz-lerindedir. Buhârî bunu Dualar Kitâbı'nda
başka bir senedle getirmiştir. Müslim de Namaz Kitâbı'nda getirmiştir. [68] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde dört defa geçen
"Alâ İbrâhîm" sözündedir. Allah'ın öğrettiği bu duâ namaz kılan
kimsenin Tahiyyât'ta okuduğu "es-Selâmu aleyhe eyyuhe'n-Nebiyyu ve
rahmetti 'ilâhi ve berekâtuhû( = Selâm sana ey Peygamber, Allah'ın rahmeti ve
bereketleri de senin üzerine olsun)" suretindeki selâmdır. Peygamber'e sâlat ve
selâm okumak, Kur'ân'da da emredilmiştir: "Şübhesiz ki Allah ve melekleri
o Peygamber'e çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey îmân edenler, siz de O'na salât
edin, tam teslimiyetle de selâm verin" (el-Ahzâb: 56). Abdusselâm da şöyle
demiştir: "Bizim Peygamber'e salât etmemiz bizden O'na hâşâ bir şefaat
değildir. Çünkü bizim gibiler öyle bir zâta asla şefaat edemezler. Fakat Allah
bize ihsan ve in'âm edene iyilikle mukaabele etmemizi emir buyurduğu ve
Rasûlullah'a edilen salât ve duayı aczimize nazaran ve lütfen kâfî gördüğü
içindir ki, bu vazifemizi îfâya son derece çalışmalıyız..." (Hasan Basrî
Çantay, Meâl-i Kerîm, III, 720-723'deki 103. haşiyede derli toplu güzel
bilgiler vardır). Allah melekleriyle
beraber mü'minlere de salât ettiğini bildiriyor: "O sizi karanlıklardan
nura çıkarmak İçin üzerinize, melekleriyle beraber rahmet edendir; O,
mü'minlere pek merhametlidir" (el-Ahzâb: 43). [69] Hadîsin başlığa uygunluğu "Babanız İbrahim de bu
duayı oğulları İsmâîl ile Îshâk'a okudu..." sözündedir. [70] Bu başlıktaki birinci grup âyetlerde, İbrahim'in konuk
şeklinde gelen meleklerle olan kıssasına işaret edilmiştir. Lût kavminin
helakine gönderilen melekler İbrahim'e uğramışlar, İbrâhîm onlara yemek
çıkardığında yemeğe el uzatmadıklarından dolayı onlardan korkmuştu, Bu
kıssanın tafsilâtı Hûd: 69-76. âyet-lerindedir. el-Bakara: 260.
âyetindeki istek, İbrahim'in bu konuda bir şübhesi olduğunu göstermez. "Benim
Rabb'im hem diriltir, hem öldürür''1 (el-Bakara: 258) diyen bir zâtın,
diriltmenin esâsında hiçbir şübhesi olmadığı sabittir. Ancak o. diriltmenin
keyfiyeti hakkında da şuhûdî bir bilgi edinmek İstemişti. [71] Hadîsin aslî başlığa uygunluğu açıktır. Bunda üç
peygambere âid üç vakıaya işaret edilmiştir: Birincisi: Öldükten
sonra yeniden diriltilmekle ilgili olup, Peygamberimizin: İbrahim'in bu konuda
şübhe ettiği farzedilse, o şübheye biz, ondan daha ziyâde haklıyız buyurmasıdır
ki, bu söz ne İbrahim'in, ne de Peygamberimizin öldükten sonra tekrar
diriltilme hakkında şübhe etmediklerini ifâde eder. İbrâ-hîm bu diriltilmenin
nasıl olacağını gözle de görmek ve aklî istidlalini şuhûdî bir bilgi ile
sağlayarak îmânında ayne'l-yakîn derecesine ulaşmak ve kalbinde bir sükûnet
te'mîn etmek istiyordu. el-Bakara: 260. âyette beyân edildiği üzere İbrahim'in
bu arzusu tatmîn edilmiştir. İkincisi: Lût
Peygamber'in kavmine karşı gösterdiği irâde za'fıdir. Lût, İbrahim'in
akrabasından idi. İbrahim'in şerîatini tebliğe me'mûr idi. Lût'un kavmi genç
delikanlılarla kötü münâsebette bulunmayı âdet edinmeleri ve Lût'un
tebliğlerini dinlememeleri üzerine, bunların helaki için melekler, gençler
kılığında Lût'a gönderildi. Kavmi genç kılığında gelen bu meleklere de
sarkıntılık etmek istedikleri zaman Lût hadîsteki za'f ifâde eden sözü
söylemişti. İşte, Peygamberimiz Lût'un bu sözünü za'f buluyor, Allah'ın
kudretine dayanmalı idi demek istiyor. Tafsilâtı, Hûd: 77-83. âyetlerinde
anlatılmıştır. Üçüncüsü: Yûsuf
kıssasının bir safhasıdır. Şöyle ki: Yûsuf Mısır Meliki'-nin vezirinin karısı
hakkında haksız bir töhmetle zindana atılmıştı. Yedi sene yattıktan sonra bir
ru'yâ ta'bîri vesilesiyle Mısır Meliki Yûsuf'un zekâsını anlayarak, bu mahbûsu
bana getirin diye bir me'mûrunu hapishaneye göndermişti. İşte bu adam Yûsuf'a
kurtuluşunu müjdeleyip Melik'in huzuruna da'vet edince, yedi sene hapis ile
irâdesi zerre kadar sarsılmayan Yûsuf,
me'mûra: Tahkî-kat yapıldıktan ve berâati ortaya çıktıktan sonra çıkacağım
söyleyip, da'vete icabet etmemişti. Tafsilâtı, Yûsuf: 21-57. âyetlerinden
okunmalıdır. [72] Yâni bu, İsmâîl Peygamber hakkında gelen şeylerin
beyânı babıdır. [73] Hadîsin başlığa uygunluğu "Ey îsmöîl
oğullan!" hitâbmdadır. İsmâîl Peygamber'in
okçulukla meşgul olduğu, babası İbrahim'in kendisini ziyaret için Mekke'ye
geldiği zamanki son karşılaşmalarında apaçık görülmüştü. Peygamber'in ok
atıcılarına kavuşup onları teşvîk ettiği bu hadîs Cihâd Kitabı,
"Atıcılığa teşvîk bâbı"nda da geçmiş ve bâzı bilgiler orada
verilmişti. [74] Allah İbrahim'e Sâre'den İshâk'i müjdeledi; Sâre,
doksan yaşındayken hâmile oldu. İbrâhîm de yüzyirmi yaşında idi. Hâcer de
İsmail'e hâmile olmuştu. Her iki kadın beraber doğurdular ve iki oğlan yetişti
(İbn îshâk). Bu konuda başka görüşler
de vardır. [75] Buhârî tbn Umer hadîsiyle Yûsuf kıssasında gelecek
olana; Ebû Hureyre hadîsi ile de buraya bitişik olan bâbda zikredilene işaret
etmiş gibidir... (ibn Haçer). [76] Bundan önceki âyette İbrahim'in ve torunu Ya'kûb'un
oğullarına vasiyyeti bildirilmiştir: "Rabb 7 ona: (Kendim Hakk'a) teslim
et, dediği zaman o, Âlemlerin RabbVne teslim oldum, demişti. İbrâhîm bunu,
oğullarına da tavsiye etti. Torunu Ya'kûb da Öyle yaptı; Ey oğullarım, Allah
sizin için dîni beğenip seçti. O hâlde siz de ancak müslümânlar olarak can
verin (dedi)" (el-Bakara: 131-132). [77] Hadîsin başlığa uygunluğu, hadîsin Yûsuf'un nesebinin
şevki hususundaki âyete muvafık olması yönündendir. Çünkü âyet, Ya'kûb'un
ölümü sırasında oğullarına zikredilen vasiyetle hitabını içine almıştır.
Ya'kûb'un çocukları cümlesinden biri de Yûsuf'tur. Peygamberler içinde Yûsuf'un
nesebinin dizisi gibisi yoktur. Çünkü o, Allah'ın Peygamberi'oğlu, Allah'ın
Peygamberi oğlu, Allah'ın Peygamberi oğlu..dur (Aynî). [78] Bu âyetler, yalnız son kelime müstesna, aynı
lafızlarla el-A'râf: 80-84'de de geçmektedir.
[79] Hadîsin başlığa uygunluğu bellidir. Bu hadîs bundan
önce geçen 13. bâbda da getirilmişti. [80] Buhârî bu başlıkta âdeti olduğu üzere bâzı âyetlere
işaret etmiş ve bunlardaki kelimelerin tefsirlerini vermiştir. Bu âyetlerden
bir kısmı Lût kıssasıyle ilgilidir, bir kısmı da bu kıssa ile ilgili olmayıp,
burada istidrâten zikredilmişlerdir. Lût kıssasıyle ilgili olanlardan
bâzılarının meallerini evvel ve sonralarıyle bir bütünlük içinde verdim: "(Melekler Lût'a
şöyle dediler:) 'O hâlde gecenin bir kısmında âüeni yürüt, sen de arkalarından
git. Sizden kimse ardına (dönüp) bakmasın. Emrolu-nacağımz yere geçip gidin!
Ona şu kat'î emri vahyettik: Sabaha çıkarlarken onların arkaları muhakkak
kesilmiş olacaktır. Şehir halkı sevine sevine (konukların yanma) geldi. 'Lût
dedi ki: Hakikat bunlar benim konuklanmdır. Binâenaleyh beni rüsvây etmeyin,
Allah'tan korkun. Beni utandırmayın'. Onlar şöyle dediler: Biz seni elâleme
karışmaktan (bizim bu gibi işlerimize müdâhale etmekten) men' etmedik mi?1 Lût
dedi: 'Eğer (dediğinizi) yapacaksanız, işte bunlar kızlarım'. (Habîbim) Senin
ebedî güzel yâdına yemîn ederim ki, onlar sarhoşlukları (azgınlıkları) içinde
muhakkak serseri bir hâlde idiler. Derken onları iş-râk vaktine girdikleri
sırada o korkunç ses yakalayıverdi. Hemen şehirlerinin altını üstüne getirdik.
Tepelerine de balçıktan pişirilmiş bir taş yağmuru yağdırdık. Elbette bunda
fikri, fırâseti olanlar için ibretler vardır. O (şehrin harabeleri) hakikat bir
yol üstünde hâlâ durucudur. Bunda îmân edenler için muhakkak bir ibret
vardır" (el-Hıcr: 65-77). "Vaktâ ki
elçilerimiz Lût'a geldi. O bunlar yüzünden kaygıya düştü, bunlar yüzünden
göğsü daraldı ve; 'Bu çetin bir gündür! dedi. Lût'un kavmi, kendisine doğru
koşarak yanına geldi. Onlar daha evvelden kötülük işlemeye alışmış kimselerdi.
(Lût:) 'Ey kavmim' dedi, 'îşte kızlarım. Sizin için Onlar daha temizdir. Artık
Allah 'tan korkun* beni misafirlerimin içinde küçük düşürmeyin. İçinizde aklı
başında bir adam da yok mu sizin?' Dediler: 'And olsun senin de bildiğin
veçhile bizim senin kızlarınla hiçbir hakkımız yoktur. Sen bizim ne dilediğimizi
elbette bilirsin'. (Lût:) '(Âh)1 dedi, 'Sizeyetecek bir kuvvetim olsaydı yâhud
sarp bir kafaya sığınabilseydim.1 (Elçi melekler:) 'Yâ Lût, emînol, biz Rabb 'm
elçileriyiz. Onlar sana kat 'iyyen dokunamazlar. Sen hemen gecenin bir kısmında
ailenle yürü. içinizden hiçbiri geri kalmasın. Yalnız karın müstesna. Çünkü
onlara isabet edecek azâb, hiç şübhesiz ona da çarpacaktır. Onlara va 'd olunan
helak zamanı sabah vaktidir. Sabah vakti de yakın değil mi?1 dediler. Vaktâ ki
azâb emrimiz geldi, o memleketin üstünü altına getirdik ve tepelerine balçıktan
pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki, onlar Rabb 'inin katında hep
damgalanmalardı. Onlar zâlimlerden uzak değildir" (Hûd: 77-83). [81] Bu âyetin okunuşunun burada da getirilmesi el-Kamer
Sûresi'nde Lût kavmi kıssasının özeti bulunduğundandir: "Lût kavmi
korkutanları yalan saydılar. Biz onlara taş yağdıran gönderdik. Lût'un ailesi
müstesna. Onları bir seher vakti kurtardık. Tarafımızden bit nVmet olarak. İşte
şükredenleri biz böyle mükâfatlandırırız. And olsun ki, Lûı onlara kendilerini
azâbla yakalayacağımızı da haber vermişti. Fakat onlar bu korkutmaları şübhe
ile tekzîb ettiler. And olsun ki, onlar misafirlerine bile kötülük yapmayı
kasdetmişlerdi. Biz de gözlerini silme kör ediverdik. İşte azabım* ve
tehdîdlerimi tadın, dedik. And olsun ki onlara bir sabah yakalarını asla bırakmayacak
olan bir azâb baskın yaptı. İşte tadın benim azabımı ve tehdîdlerl mi. And
olsun ki biz Kur'ân 'ı düşünmek için kolaylaştırmışadır. O hâlde vaı mı
düşünen?" (el-Kamer: 33-40). [82] Buhâri bu başlıkta da el-Hıcr memleketini kısaca
anlattıktan sonra bu kelimenin çeşitli ma'nâlanni, geçtiği âyetleri ve
kullanıldığı yerleri işaret etmektedir. el-Hıcr, Medine ile Şâm arasında ve
Arabistan'ın kuzeybatısında bir vâdî-nin adıdır. Burası Salih Peygamber'in
kavmi olan Semûd'uh merkezi idi. Arab tarihçileri ittifakla Semûd kavmi Âd'ın
bakaayâsidır, bundan ötürü İkinci Âd diye anılır. Birincisi ise asıl Âd'dır.
Yine ittifakla Salih Peygamber, İbrahim'den evveldir. Bundan dolayı Şârih
Keşinin Feyzu '!-Bârî'de Salih babını İbrahim kıssasından sonraya bıraktığı
için Buhârî'yi fena tertîb etmekle ittihâm etmiştir. Semûd Medeniyeti'nin
eserleri bu Hıcr'ın etrafındadır. Semûd kavminin medeniyeti ve Salih
Peygamber'le olan maceraları ve helak edilişleri eş-Şuarâ: "145-159 ile
en-Neml: 45-54. âyetlerinde de anlatılmaktadır. [83] Burada arka arkaya gelen üç hadîsin, diğer rivayet ve
mutâbaaların başlığa uygunlukları açıktır. Allah Semûd kavmini orada helak
ettiği için Peygamber bu uğursuz diyarın kuyusunun suyundan içilmemesini, su
alınmamasını emretmiştir. [84] Bu hadîslerin de başlığa uygunlukları açıktır. Buhârî
bunu Namaz Kitabı, "Hasf (yânî insanların yere batırıldığı) mevkilerinde
namaz bâbf'nda da getirmişti. Müslim de Zühd ve Rakaaik'ta ayrı bir bâb
başlığı hâlinde getirmiştir. Hadîsin son fıkrası şu
âyetin lafzını hatırlatmaktadır: "Siz (Âd ve Semûd kavimleri gibi)
nefislerine zulmedenlerin diyarlarında da yerleştiniz. Onlara neler yaptığımız
sizin için apaçık meydana çıka. Size (bu hususta) birçok misâller de
gösterdik" (İbrahim: 45). [85] Bu başlık üç bâb önce de zikredilmişti. Bu sebeble
birçok nüshalarda bu başlık bulunmuyor. Hadîsin Jsaşlığa uygunluğu, Ya'kûb
Peygamber'in, ölümü sırasında yaptığı vasiyette Yûsuf'un da dâhil bulunması
yönündendir (Aynî). [86] Hadîs, sened ve metin farkiyle daha önce de geçmişti.
Buradaki başlığa uygunluğu açıktır: Bu hadîs, Yûsuf'un nesebinin üç batında
İbrâhîm'e ulaştığını ve bundan dolayı nesebce asaletini ifâde eder. "Yüce Allah'ın 'en
güzel beyân' diye vasıflandırdığı Yûsuf kıssası Kur*-ân'ın başlı basma bir
sûresinde bildirilmiştir. Yûsuf'a kardeşleri tarafından sû'-ikasd ile başlayan
bu menkıbe, Yûsuf'un kurtulması, Mısır saraylarında kölelik hayâtı, beşer
güzelliğinin bir senbolü olan Yûsuf'un güzelliğine Mısır vezirinin karısının
alâkası, en yüksek Mısır kadınlarının hayranlığı, Yûsuf'un bu çılgınca
taarruzlara semavî bir te'yîd ile mukaavemeti, en sonra kadın ihtirâslarıyle
mah-beslere atılması ve bütün bu elem verici vakıalarla karşılaştığı zamanlarda
sonsuz tir ayrılık acısıyle gözyaşları döken Ya'kûb Peygamber'e körlük
gelmesi. Bütün bu maceralar Yûsuf kıssasının çok acıklı birer idbâr
safhalarıdır. Yedi sene devam eden zindan hayâtından sonra ilâhî bir mu'cize
olarak Yûsuf'un be-râeti ve zindandan kurtulmasıyle de ikbâl devri başlar:
Yûsuf'un vezirliği, kardeşleriyle, babasıyle buluşması, hâlâ aşk ve ihtiras
ile yanan Züleyhâ ile evlenmesi gibi vakıalar birbirini ta'kîb eder. Yûsuf Sûresi'nde bu
vakıalar bir taraftan en durgun hisleri heyecana verecek derecede edebî bir
uslûb ile tasvîr edilirken, bir taraftan da Peygamber kudret ve hayâtının
beşerî ihtirasları yenmesi, şehvetli kadın hamlelerine, saray sefâhetlerine
galebe etmesi, neticede Yûsuf'un sabrı, metaneti, siyâseti, ailesine hattâ
düşmanlarına^karşı muaşereti (iyi geçinmesi) ayrı ayrı birer levha hâlinde
gösterilmiştir. Bunların en önce Yûsuf'a bir ru'yâ ile gösterilmiş olması da Yûsuf
kıssasının şaheser bir özetlemesidir" (Kâmil Mîrâs, Tecrîd Ter., IX,
163-164). [87] Bu, yukarıki hadîsin başka bir tarîkidir. [88] Bu hadîs, Namaz Kitabı, "İnsanlar imâmın
tekbîrini işittikleri zaman babı" ile onu ta'kîb eden bâbda daha geniş bir
metinle geçmişti. [89] Kalblerindekinin aksini açıklamakta ısrar etmeleri
yönünden onlara benzetmiştir. Bilindiği üzere Zuleyhâ, hakikatte Yûsuf'a olan
aşkının ma'ziretini Mısır'ın büyük kadınlarına göstermek istediği hâlde, onlara
ziyafet çekip kendilerine son derecede ikram ve in'âmda bulunmuştu. Hakîkî
maksadı onlara ziyafet değil, bunu vesîle ederek Yûsuf'u onlara gösterip
âşıklıktaki özrünü isbât etmek idi. Mü'minlerin anası Âişe'nin de hakîkî
maksadı, babasını insanların nefret ve uğursuz saymalarından korumak olduğu
hâlde, bundan hiç bahsetmeyip, yalnız yufka yürekli olduğu için kıraati cemâate
işittiremeyeceğinden bahsediyordu. Maksada ulaşmak için ziyâde ısrarda da
Zuleyhâ'ya benzediğinden, buradaki benzetme daha kuvvetli düşmüştür (Ahmed Naîm). [90] Başlığa uygunluğu "Yûsuf'un kıtlık yılları
gibi" sözündedir. Bu isnâd, ayniyle ve bu nizâm üzere birkaç defalar
geçti. Bu hadîs de Namaz Kitabı, "Secde ederken tekbîr getirerek eğilir
bâbı"nda geçmiş ve açıklamalar orada verilmişti (Aynî). [91] Peygamber (S) Yûsuf kıssasının şu fıkrasını
kasdetmiştir: "Hükümdar: 'Onu (yânî Yûsuf'u) bana getirin!9 dedi. Bunun
üzerine ona elçi gelince: 'Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru
neydi, kendisine sor. Şübhe yok ki benim Rabb 'im onların fendlerini hakkıyle
bilicidir' dedi" (Yûsuf: 50). Yânî Yûsuf hemen tahliyeyi kabul etmeyip,
ancak muhakeme ile berâetim tahakkuk ettikten sonra çıkabilirim, demişti.
Peygamberimiz: Ben Yûsuf gibi yedi sene hapis yattıktan sonra kurtuluşum
emrolunsa, beklemez hemen çıkardım; öyle tahkikat yürütülmesine ta'lîk
etmezdim, buyurmuştur. [92] Hadîsin başlığa uygunluğu, Âişe'nin "Benim
meselimle sizin meseliniz, Ya'kûb Peygamber ile oğullarının meseli
gibidir" sözünden alınır. Çünkü bunda Yûsuf da vardır. Hadîs burada
kısadır. Bu, daha geniş olarak Şehâdet Kitâbı'-nda Ifk hadîsi adiyle uzun bir
metinle geçti. en-Nûr Sûresi'nin tefsirinde de gelecektir. Buhâri Ifk hadîsini
Sahîh'inin birçok yerinde; Magâzî, Tefsir, îmân, Nu-zur, İ'tisâm, Cihâd, Teyhîd
Kitâbları'nda getirmiştir. Mü'minlerin anası
Âişe'nin berâetini ve ismetini beyân ve i'Iân olmak üzere indirilen âyetler,
en-Nûr Sûresi'nin onbirinci âyetinden i'tibâren on âyettir: ' 'O uydurma haberi
getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şerr sanmayın. Bil'akis o
sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günâh vardır. Onlardan
günâhın büyüğünü üzerine alan o adam, işte en büyük azâb onundur. Onu
işittiğiniz vakit erkek mü 'minlerte kadın mü 'minlerin, kendi vicdanları
önünde iyi bir zannda bulunup da: Bu apaçık bir iftiradır! demeleri lâzım
değil miydi? Buna karşı dört şâhid getirmeli değil miydiler? Madem ki onlar bu
şâhidleri getiremediler, o hâlde onlar Allah indinde yalancıların tâ kendileridirler.
Eğer dünyâda ve âhirette A ilah Un fazl ve rahmeti üstünüzde olmasaydı, içine
daldığınız bu yaygaradan dolayı sizi herhalde büyük bir azâb çarpardı... " [93] Hadîsin başlığa uygunluğu, bu âyetin Yûsuf Sûresi'nde
vâki' olması ve Yûsuf'un "Senden evvel kendilerine vahyeder olduğumuz
erkeklerden başkasını biz peygamber göndermedik... " (Yûsuf: 109, en-Nahl:
43) kelâmının umumiyetine girmesi ve ye'sten sonra Allah tarafından yardım
gelinceye kadar bu uzun müddet hapiste kalmasıdır. Çünkü o, kurtulacağını ümîd
ettiği gence, kıssasını, haksızca hapsolunduğunu hatırlamasını emretmişti. (D da
Yûsuf'u yedi yıl sonra hatırladı. Bunun benzeri durumda devamlı bir surette
ye's hâsıl olur (Ibn Hacer). [94] Buharı, âdeti üzere bu kelimelerin açıklamasını
vermektedir. [95] Bu hadîs, yakında 16. bâbda geçmişti. [96] Başlıktaki âyetin devamı şöyledir: "Bunun üzerine
biz de onu kabul ettik, kendisini gamdan selâmete erdirdik. İşte biz îmân
edenleri böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ: 84). Buhârî, tefsîrini
verdiği "Urkud" kelimesi ile Eyyûb'un Sâd Sûresİ'ndeki kıssasına
işaret etmiş oluyor. Bu da şöyledir: "Kulumuz Eyyûb'u
da an. Hani o, RabbHne şöyle nida etmişti: 'Hakikat, şeytân beni yorgunluğa ve
azaba (hastalığa) uğrattı'. Ayağınla vur (yere dedik). İşte hem yıkanacak, hem
içecek soğuk su. Ona hem ehlini, hem onlarla beraber bir mislini, bizden bir
rahmet ve temiz akıl sahihleri için de bir ibret olmak üzere bağışladık. Eline
bir demet sap al da onunla vur. Yemininde durmazhk etme, dedik. Biz onu
hakîkaten sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu! Hakikat o dâima Allah'a dönen bir
zât idi" (Sâd: 41-44). Hasen Basrî'den gelen
bir rivayete göre Eyyûb, hastalığında karısı tarafından ihmâl edilince, ona:
Eğer Allah beni şu hastalıktan kurtarırsa sana yüz dey-nek vururum, diye yemîn
etmişti, iyi olunca Allah ona yemininden bir kurtuluş yolu gösterdi. O da yüz
sapı demet yapıp onunla karısına vurma emridir. Şer'î bir çâre olan bu ruhsat,
yemînlerde, haddlerde "Eyyûb ruhsatı" diye anılıp bakî kalmıştır. el-En'âm: 84. âyetinin
delâleti veçhile ve meşhur olan rivayete göre Eyyûb, ibrâhîm Peygamber'in
zürriyetindendir. [97] Buhârî, Eyyûb Peygamber'e dâir bir hadîsi getirmiştir.
Eyyûb Peygamber'e âid haberler Kur'ân'da, hadîsten daha çoktur. Çünkü Eyyûb,
Kur'ân'ın dört sûresinde anılmıştır. en-Nisâ: 163, el-En'âm: 84, el-Enbiyâ:
83-84, Sâd: 41-44. Tevrat'ın .bir sıfri de Eyyûb Peygamber'e ayrılmıştır. [98] Mûsâ, Kur'ân'da hayât menkıbeleri en çok bildirilen
büyük peygamberlerden biridir. Kur'ân'm onsekiz sûresinde kendisi; onbir
yerinde de yaşça büyük kardeşi Hârûn zikredilmiştir. Musa'nın hayât safhaları
ve târihî vakıaları bu sûrelerin bâzılarından şöyle özetlenebilir: Musa'nın
doğumu, çocuğun bir mu'cize eseri olarak Fir'avn'm öldürmesinden korunması, bu
hususta Fir'âvn'ın karısı Âsiye'nin müessir rolü ve yine bir mu'cize olarak
Musa'nın sarayda ana kucağında ve ana sütüyle büyütülmesi, gençlik çağına
erdikten sonra Fir'avn ile karşılaşması, Musa'nın Mısır'dan kaçması, Medyen'de
Şuayb Peygamber'le buluşması ve onun kızıyle evlenmesi, sonra Tûr Dağı'nda
Allah'ın Musa'ya ilk kelâmı, asâ ve beyaz el mu'cizeleri, kardeşi Harun'un
peygamberliği ve onun refâkatiyle Mısır'a dönüşü, Fir'avnları ve Mısırhlar'ı
tevhîde da'veti, müşriklerin muhalefeti, Tûfân, çekirge, bit, kurbağa, kan
mu'cizeleri, Fir'avn'm sihirbazları, netice olarak Fir'avn'm ordusuyle suda
boğulması. Kur'ân'a göre Fir'avn'm
helaki ve Musa'nın galebesiyle cihan târihinin ilk devri sona eriyor, orta
devir başlıyor. Muhammed'in peygamberliği ve Kur'-ân'ın inmesiyle âhir zaman
denilen son devir, yânî yeni çağlar başlıyor (Hakk Dîni, V, 3738). Sonra Tîh.sahrasında
İsrâîl oğullan'nın yarım asra yakın devam eden maceraları, men ve selva
yemeleri, Mûsâ'nm Tûr'da kırk gece süren ikaameti, Allah'ın Tûr'a tecellîsi ve
Musa'nın bayılıp düşmesi, Tûr'dan nasihatleri, hükümleri ve haberleri ihtiva
eden on levha ile dönüşü, Sâmirî fitnesi ile karşılaşması, yetmiş kişi-ile
Tûr'a tevbe seferi... Buhârî, Musa'ya âid
babın başlığında bu târihî vakıaları bildiren âyetlerin birçoğunu nakledip
tefsirlerine işaret etmiştir. [99] "Fir'avn ailesinin mü'mini" diye tanınan bu
zâtın Fir'avn'a ve Fir'avn ailesine karşı nutuklarını ve mücâdelesini Allah
burada naklettiği için bu sûreye onun adına muzâf olarak "Mü'min
Sûresi" denilmiştir. Bu mü'min kişinin nutku 29. âyetten 39. âyete kadar
devam etmektedir: "Ey kavmim, bugün
bu yerde siz gâlib olmak üzere, mülk sizindir. Fakat Allah'ın hışmı bize gelip
çatarsa bize kim yardım eder? Fir'avn: Ben sîze re'-yimden başkasını göstermem
ve herhalde ben size reşâd yolunu gösteriyorum, dedi. O îmân etmiş olan zât da
şunları söyledi: Ey kavmim, doğrusu ben size Ahzâb günleri gibi bir günden
korkuyorum. Nûh kavminin, ÂdHn, Semûd"un ve daha sonrakilerin maceraları
gibi ki, Allah kullarına bir zulüm istemez. Hem ey kavmim, hakîkaten ben size
karşı o çağırışma gününden korkarım. {O gün hesâb yerini) arkanıza bırakarak
(cehenneme) döneceğiniz gündür. O gün sizi A ilah 'tan hiçbir kurtarıcı yoktur.
Allah kimi şaşırtırsa onun yolunu bir doğrultacak da yoktur. And olsun
(Musa'dan) evvel Yûsuf da size apaçık kurbânlar getirmişti. O vakit de onun
size getirdiği şeyler hakkında şübhe edip durmuştunuz- Hattâ o vefat edince
de: Bundan sonra Allah asla bir peygamber göndermez, dediniz. İşte Allah, o
haddi aşan şübhecileri böyle şaşırtır... Yine îmân eden zât şöyle dedi: Ey
kavmim, siz bana uyun, size doğru yolu göstereceğim. Ey kavmim, bu dünyâ hayâtı
ancak fânî bir eğlencedir. Ahiret ise, o, asıl durulacak yurdun tâ
kendisidir" (d-Mü'min: 29-39). [100] Başlığa uygunluğu hadîsin son kısmıdır. Bu hadîs, Vahy
Kitâbı'nda geçen uzun hadîsin bir parçasıdır. [101] Bundan sonra Musa'nın kıssası bu sûrenin 99. âyetine
kadar devam ediyor. Mû sâ'nın Kur'ân'ın onsekiz sûresinde, büyük kardeşi
Harun'un da onbir sûrede zikredildiğini bundan önce geçen bir haşiyede
belirtmiştik. Musa'nın kıssası bu sûreler içinden bilhassa el-Bakara, el-A'râf,
Yûnus, Tâhâ, eş-Şuarâ, el-Kasas Sûreleri'nde uzun metinler hâlinde verilir.
Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'in meallerinden ve tefsir kitâblarından okunabilir;
bilhassa Elma/t Tefsîri'nden. [102] el-Fe'feu, ve'İ-Fe'fâu, selsâl vezninde, konuşma
sırasında fâ harfini çok söyleyen pepe kimseye denir, yânî ıztırârî olarak fâ
ile tekellüme lisânı çok mail olur ki, iki harfte bir lisânı fâ harfine
çalınır... el-Fe'fee, zelzele
vezninde tekellüme fâ harfini çok söylemek üzere pepeyî olmak ma'nâsınadir... et-Temteme,
pepeyîlikten bir çeşittir ki, kelâmı tâ ve mim harflerini reddederek
söylemekten ibarettir; bir görüşe göre dilini söylerken üst damağına çalarak
söylemekten ibarettir. et-Temtâm, selsâl
vezninde, lisânında temteme olan adama denir, müen-nesi Temtâme'dİT... (Kaamûs
Ter.). [103] Buhârî burada Mûsâ kıssasını anlatan Tâhâ ve diğer
sûre âyetlerine işaret edip bunlardaki bâzı kelimelerin tefsîrlerini
vermektedir. [104] Birçok defalar geçmiş olan bu uzun İsrâ hadîsinin bu
parçasının burada zikredilme sebebi, beşinci semâda Harun'un bulunduğunun
zikredilmesidir. Harun'un zikri hususundaki Sâbit'in mutâbaasını Müslim;
Abbâs'ın mutâbaasını da Buhârî senedli olarak rivayet etmiştir. [105] Bu başlıktaki Tâhâ: 9 âyeti bundan önceki bâbda
geçmişti. en-Nisâ: 164î âyeti, insanlık târihinde, Kur'ân'da isimleri
zikredilmeyen birçok peygamberler bulunduğunu bildirir. [106] Hadîsin başlığa uygunluğu "Musa'yı gördüm"
sözündedir. Bu hadîsi Müslim, îmân Kitâbı'nda getirmiştir. Müslim Ter., I, 250
(266-"165"). [107] Buhârî bu hadîsi '' Yûnus da şübhesiz gönderilen peygamberlerdendi'' (es-Sâf fât: 139) unvanlı 37. bâbda, Tefsîr'de, Tevhîd'de getirdi. Müslim de Ehâdîsu'l-Enbiyâ'da getirmiştir. [108] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah o gün Musa'yı
kurtardı" sözündedir. Bu hadîs Oruç Kitâbı'nda da geçmişti. [109] Buhârî bu başlıkta Mûsâ kıssasının bulunduğu bâzı
sûrelerin âyetlerine işaret edip, bunlardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin
tefsirlerini getirmiştir. Bu başlıktaki son ta'bîri getirmekle de Mûsâ
kıssasının el-A'râf Sûresi'nde 171. âyete kadar devam ettiğini işaret etmiş
oluyor. Mûsâ kıssasına bu sûrenin "Sonra o peygamberlerin ardından Mûsâ
'yi âyetlerimizle Fir 'avn 'a ve onun cemiyetine gönderdik de zulmettiler. Bak
ki, o fesâdçüarın sonu nice oldu" mealindeki 103. âyet ile başlamıştı. Bu
sûrede Mûsâ kıssası cidden geniş anlatılmıştır. [110] Başlığa uygunluğu "Ben Mûsâ ile
karşılaşırım..." sözündedir. Bu daha önce "İşhâs"da uzun bir
metinle geçmişti, ileride de gelecektir [111] Bu hadîs de bu Peygamberler Kitâbı'nın evvelinde
geçmişti. [112] Arab şiddetli pişmanlığını "Sukıta fî yedihî"
ile ifâde eder. Çünkü öyle pişmanlık zamanında ellerini ısırıp sonra dizlerine
vurur. Bu suretle elleri düşmüş olur (Beydâvî). Buhârî bu başlıkta şu
âyetlere işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelimeleri açıklamıştır: ' 'Mûsâ: 'Ey Fir 'avn'
dedi, 'Ben hiç şübhesiz ki, Âlemlerin Rabbi katından gönderümiş bir
peygamberim. Allah 'a karşı haktan başkasını söylememekliğim (üzerime) borçtur.
Size Rabbinizden açık bir alâmetle gelmişimdir. Artık İsrâîl oğullarım benimle
beraber gönder..." (el-A'râf: 104-105). ' 'Fİr 'avn ve
tabileri: 'Bizi büyülemek için her ne mu 'cize getirsen sana îmân ediciler
değiliz' dediler. Bunun üzerine biz de ayrı ayrı mu 'cizeler olmak üzere
başlarına tûfân, çekirge, haşerât, kurbağalar ve kan gönderdik. Böyle iken yine
(îmân etmekten) büyüktendiler. Onlar öyle günahkârlar güruhu idiler"
(el-A'râf: 132-133). "Musa'nın (Tûr'a
gitmesi) arkasından kavmi zînet takımlarından bir buzağı heykeli edindiler ki,
onun bir böğürmesi de vardı. Onun kendileriyle konuşmayacağını, onlara bir yol
da gösteremeyeceğini görmediler mi ki ona tutundular, kendilerine yazık
ediciler oldular. Vaktâ ki (buzağıya tapmaktan) çok pişman oldular ve
kendilerinin muhakkak saptıklarını gördüler: Eğer Rabb '-imiz bize acımaz, bizi
bağışlamazsa herhalde en büyük ziyana uğrayanlardan olacağız, dediler"
(el-A'râf: 148-149). [113] Allah bu Hızır'la Mûsâ kıssasını el-Kehf: 60-82.
âyetlerinde anlatmıştır. Hadîs, bu âyetlerle birlikte okununca kıssa daha açık
olarak anlaşılır. Bunda ilim tahsili için uzak mesafelere kadar sefer etmenin
faziletine istidlal edilmiştir... Bu hadîs, tlim Kitâbi'nda da geçmişti. [114] İbn Abbâs bu uzun hadîsle, bunun ma'rûf Hz. Mûsâ
olduğunu, Rasûlullah'tan naklen anlatmıştır. Ve hakikatte fcur'ân'da zikrolunan
Musa'dan diğer bir Mûsâ anlaşılamaz... Bu kıssanın sebebi, bir
rivayette şöyle nakledilmiştir: Mûsâ Rabb'ine suâl edip: — Yâ Rabb, kullarının sana en sevgilisi
hangisidir? demiş. — Beni zikreden ve unutmayan, buyurulmuş. Mûsâ: — En hâkim kulun hangisi? demiş. — Belki bir kelimeye
rastgelirim de bir hidâyete delâlet eder veya bir felâketten kurtarır diye
insanların ilmini araştırmakla kendi ilmine ekleyen, buyurulmuş. Bunun üzerine Mûsâ: — Kullarından benden daha âlimi varsa bana
göster, demiş. — Var, buyurulmuş. — O hâlde onu nerede arayayım? demiş. — İki denizin
birleştiği yerde, kayanın yanında balığı kaybedeceğin yerde... diye ta'rîf
buyurulmuş (Hakk Dîni, IV, 3256-3257). [115] Bu, İbn Abbâs hadîsi hakkında diğer bir tarîktir. Bu
hadîs de İlim Kitabı, "Âlime birşey sorulduğu zaman müstehâb olan şey ...
bâbı"nda geçmişti. [116] Hadîsin başlığa uygunluğu, İçinde Hızır'ın zikredilmiş
olması yönündendir. Bu hadîste bu zâtın ismi noktalı hâ'nın fethâsı ve dâd'ın
kesresiyle gelmiştir. Hâ'-nın kesri ve dâd'ın sükûnu ile_de zabtedilmiştir.
Lügatte şöyle deniliyor: Hadır, kebid vezninde,
bâ'nın kesriyledir ve Kıbd veznindeki bâ'nın sükû-nuyledir. Ebû'l-Abbâs en-Nebî
aleyhi's-selâm hazretleridir. Şârih der ki, İsmi Ahmed yâhud Bilyâ idi, yürüme
ve oturma eylediği mahaller yeşil ve çemenzâr oluverdiği için "Hadır"
ile lakablandınldı. Muhakkiklerin çoğu hâle zinde ol masına câzimdirler,
alâmeti tesbîh parmağı orta parmağıyle beraberdir (Kaa-mûs Ter.). [117] Bu Ebû Zerr rivayetinde böyle unvansız olarak gelmiş
bir bâbdır. Bunun benzeri çok kerreler geçti. Bu, önceki bâbdan fasıl gibidir. [118] Başlığa uygunluğu, İsrâîl oğulları'nın peygamberleri
Mûsâ hakkındaki hükümleri yönünden alınabilir. Hadîsteki vak'a şu âyetlerle de
bildirilmiştir: "Hani: Şu kasabaya girip dilediğiniz yerde istediğinizi
bol bol yiyin, kapısından secde ederek girin ve hıtta deyin, kusurlarınızı
örtelim, iyilik edenleri ise daha artıracağız, demiştik. Zulmedenler sözü
kendilerine söylenenden başkasına çevirmişlerdi, biz de o zâlimlerin üstüne
gökten -ettikleri fışkın karşılığı olmak üzere- murdar bir azâb
indirmiştik" (el-Bakara: 58-59); "O zaman onlara: Şu
şehirde yerlesin. Onun dilediğiniz yerinden yiyin. Hıtta deyin. Kapısından
hepiniz secde edici olarak girin ki, suçlarınızı mağfiret edelim. İyi hareket
edenlere ileride daha fazlasıyle vereceğiz, denilmişti. Fakat içlerinden o
zulmedenler, sözü kendilerine söylenenden başka bir şekle koydu. Biz de
üstlerine, zulmeder oldukları için, gökten murdar bir azâb indirdik "
(el-A'râf: 161-162). [119] Buhârî bu hadîsi bâzı farklarla Gusl'de ve Tefsîr'de
de getirmiştir [120] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah Musa'ya rahmet
etsin... " sözlerindedir. Bu-hârî bunu Cihâd Kitabı, "Peygamber
kalbleri alıştırılanlara atıyye veriyordu' babı"nda da getirmişti. [121] Buhârî başlıktaki âyetlerle Mûsâ kıssasının geçtiği bu
sûrelere işaret etmiş, bu arada bâzı kelimelerin tefsîrlerini de vermiştir [122] Nevevî: Peygamberlerin çobanhğındaki hikmet
nefislerine, alçakgönüllülük almaları, kalblerini halvetle vasıflamaları ve
davar gütme siyâsetinden ümmetlerini idare siyâsetine geçmeleridir, demiştir.
Bu kabilden bâzı açıklamalar İcâre Kitâbı'nın evvellerinde geçmişti (Aynî). [123] Bu başlıkta Isrâîl oğullan'nın Bakara kıssası âyetleri
yazılmıştır. İsrâîl oğulla-n'nın işbu Bakara kıssası, yalnız bu sûrede
zikredilmiş olduğundan, sûrenin bununla isimlendirilmesine sebeb olmuştur ki,
bu isimlendirmede Bakara kıssasının ehemmiyetine husûsî bir tenbîh vardır. Bu
ehemmiyetin güzel bir açıklamasını Hakk Dîni tefsirinden oku; I, 381-382. Buhârî, âdeti üzere bu
âyetlerdeki bâzı kelimelerin tefsirlerini de vermiştir. [124] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hz. Musa'nın
Mukaddes Arz'a girmesi müyesser olmayınca, hadîste bildirildiği gibi bir taş
atımı mesafeye kadar kendisinin oraya yakın bir yerde vefatını ve ileride
Mukaddes Arz'a nakl için kabrinin açılmasına lüzum görülmemek üzere, o yakın
mahalle gömülmesini Allah'tan niyaz etmiştir. Fakat hadîste Musa'nın nerede
vefat ettiği ve kabrinin nerede olduğu açıkça bildirilmemiştir. Rasûlullah'ın
"Sîzlere gösterirdim" buyurması, Mi'râc yolculuğunda Musa'yı
kabrinde namaz kılarken görmüştü; bundan dolayı kabri biliyordu... Şârih Aynî,
Mûsâ'nm kabrinin nerede bulunduğu hakkındaki görüşleri toplayıp özetlemiştir.
Bu hadîs Cenazeler Kitâbı'nda da geçmişti. [125] Râvî Abdurrazzâk'tan gelen bu İsnâd Peygamber'e
ulaşmıştır. Yukarıdaki hadîs Peygamber'e ulaştırılmamış gibi görülmekte ise
de, bu ikinci isnâd ile metindeki bu şübhe giderilmiş oluyor. [126] Hadîs başlığın ikinci cüz'üne uygundur ki, o da
vefatından sonrasının zikri idi. Hadîs, Husûmetler'de "Işhâs (yânî
mahkemeye zorla getirilme) hakkında zik-rolunan şeyler bâbı"nda geçmişti. [127] Bu da başlığın İkinci cüz'üne uygundur. Bu hadîsten
maksad, Âdem'in Mûsâ lehine Allah'ın onu seçmiş olduğuna şehâdet etmesidir.
Buhârî bunu Tevhîd'-de, Müslim de Kader'de getirmiştir. [128] Buhârî bunu burada çok kısaltılmış olarak getirdi.
Tıbb'da ve Rikaak'ta uzun metin ile getirmiş; Müslim de Imân'da rivayet
farklarıyle getirmiştir. [129] Buhârî, Meryem işini içine alan âyeti ancak Meryem'in
Asiye ile beraber zikredilmiş olduğu için zikretmiştir. Yoksa maksadı yalnız
Âsiye'yi zikretmektir. [130] Âsiye, Musa'nın hayât sebebidir. Musa'ya en büyük
hizmetlerde bulunan ve nihayet îmân eden yüksek iradeli bir kadındır. Âsiye'nin
Musa'ya büyük hizmetine Kur'ân'da şöyle temas edilmiştir: "Andolsun ki, biz
sana diğer bir zamanda anana vahyolunacak şeyi vah-yettiğimiz vakitte de
lütfetmiş ve kendisine: 'Onu tâbuta koy da denize at ki deniz onu kıyıya
bıraksın, onu, benim de, kendisinin de düşmanı olan biri alacak' diye
(emreylemiştik). Sana karşı (ey Mûsâ) gözümün önünde yetiştirilmen için
kendimden bir sevgi de bırakmıştım. Hani kızkardeşin gidip şöyle diyordu: 'Ona
bakacak bir kimse (te'mîn etmek üzere) size delâlette bulunayım mı?' Böylece seni
tekrar anana verdik ki, gözü aydın olsun, tasalanmasın... " (Tâhâ: 37-40). * 'Mûsâ 'nın anasına:
Onu emzir, sana ona âid bir tehlike gelince kendisini denize bırak,
(boğulacağından) korkma, (ayrılığından) kederlenme. Çünkü biz onu yine sana
geri döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri yapacağız, di ye vahyettik.
Bunun üzerine Fir'avnyın adamları onu yitik olarak aldılar. Çünkü o, akıbeti
kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Çünkü Fir'avn da, Hâmân da,
bunların orduları da suçlu insanlardı. Fir'avn'ın karısı: Benim için de, senin
için de bir gözbebeği! Onu öldürmeyin. Olur ki bizefâidesi dokunur, yâhud onu
bir evlâd ediniriz, dedi. Hâlbuki onlar işin farkında değillerdi"
(el-Kasas: 7-9). Bu suretle Musa'nın
hayâtım kurtaran Âsiye, ileride ona îmân etmekle Mû-sâ'nın hayâtı ve dîni
uğrunda kendi hayâtını feda etmiştir. Rivayete göre Âsiye, hadîsteki
"Evyap... "duasını Fir'avn'ın işkenceleri sırasında söylemiş ve şehîd
olmuştur. Duası ânında kabul olunup cennetteki evi kendisine gösterilmekle, güle
güle hayâtından ayrılmıştır. Bu suretle Âsiye, kadınlık âleminin zirvelerine
yükselen iki kadından biri olmuştur» [131] Buhârî bu başlıkta Kaarûn hakkında yalnız bu âyetler
ve bunlardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerinden başka birşey
getirmemiştir. Bu başlık ile bundan sonraki başlık, Buhârî nüshalarından
el-Müstemlî ile el-Kuşmeyhenî rivayetinde sabittir. Fir'avn, siyâsî zulüm
ve istibdâdda alem olduğu gibi, Kaarûn da mâlî istib-dâd ve ihtikârda alemdir.
Bu suretle Kaarûn kıssası muhtekir bir kapitalist kıs-sasıdır. Musa'nın
kavminden idi, yânî İsrâîl oğullan'ndan ve Musa'nın akrabasından idi, derken
onlara karşı bağ etti, İhtikâr yaptı, zekâtını vermedi, Musa'ya isyan etti
(Hakk Dîni, V, 3755). Bu isim Kur'ân'da
bundan başka iki yerde daha geçer: "Kaarûn'u, Fir'avn % Hâmân yı da helak
ettik. And olsun ki, Mûsâ daha evvel kendilerine apaçık burhanlar getirmişti
de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki azabın önüne geçebilecek de
değillerdi. İşte biz onların herbirini günâhı yüzünden yakaladık..."
(el-Ankebût: 39-40). "And olsun ki, biz
Musa'yı mucizelerimizle ve apaçık bir hüccetle Fir'avn % Hâmân ya ve Kaarûn 'a
gönderdik de (ona) çok yalancı bir sihirbaz dediler" (eI-_Mü'min: 23-24). İslâm Ansiklopedisi, c.
VI, s. 371'de bu zât hakkında bir sahîfe kadar bilgiler toplanmış ve bundan
bahseden kaynaklar gösterilmiştir. [132] Buhârî bu başlıkta Şuayb Peygamber'le ilgili Hûd:
84-95. âyetlerine işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini
vermiştir. Buhârî bunların sonunda
da eş-Şuarâ: 176. âyetine de işaret etmiş:ki, bununla Şuayb'm o sûredeki
kıssasına işaret etmiş olmaktadır. "Medyen, Hz.
İbrahim'in evlâdından Medyen'in nesli bir kavim olup merkezleri Şap Denizi
havâlisinde ve onun bina ettiği "Medyen" şehri imiş. Şuayb Peygamber
de bu kavmin eşrafından Şuayb ibn Mekil ibn Yeşcür ibn Medyen'-dir. Ve kavmine
güzel müracaatından dolayı "Hatîbetu 'l-Enbiyâ <= Peygamberlerin
Hatibi) lakabiyle ma'rûftur. Şuayb'm bu âyetlerdeki nutku dolayısıyle
Ra-sûlullah onu bu lakabla lakablandırmıştır. el-Kasas Sûresi'nde geleceği
üzere Mûsâ, Şuayb'e hizmet etmiş ve dâmâdı olmuştu. Şuayb'İn kıssalarına dikkat
edilirse zamanımız medeniyetinin umûmî ahlâkına pek yakından temas eden
noktalar görülür. Şuayb de her peygamber gibi, nutkuna Tevhîd Emri ile
başlıyor" (Hakk Dîni, IV, 2809). eş-Şuarâ'daki kıssası
şöyle devam ediyor: ' 'Eyke yaranı da
gönderilen peygamberleri tekzîb etmişlerdir. O zaman ki Şuayb onlara şöyle
dedi: 'Allah 'tan korkmaz mısınız? Şübhesiz ben size gönderilmiş emîn bir
peygamberim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden
hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım Alemlerin Rab-bi 'nden başkasına âid
değil. Ölçeği tam ölçün, eksiltenlerden olmayın. Doğru terâzî ile tartın.
İnsanların hakkından birşey kısmayın. Yeryüzünde fesâdçılar olarak bozgunculuk
etmeyin. Sizi ve evvelki ümmetleri yaratandan korkun*. Dediler: 'Sen ancak
fazla büyülenmişlerdensin. Sen bizim gibi bir beşerden başkası değilsin. Biz
senin muhakkak yalancılardan olduğunu zannediyoruz. Eğer doğru söyleyenlerden
İsen üstümüze gökten bir parça düşür \ (Şuayb) dedi: 'Ne yapıyorsanız Rabb 'im
daha iyi bilicidir'. Hulâsa: Onu tekzîb ettiler de kendilerini o gölge gününün
azabı yakalayıverdi. Hakikat bu, o günün büyük azabı idi. Şübhesiz bunda mutlak
bir âyet var. Fakat onların çoğu îmân ediciler değildir. Hakikat senin Rabb
'in; elbette O mutlak gâlibdir, çok merhamet edicidir'' (eş-Şuarâ: 176-191). "Eyke"
ağaçları sık ve birbirine girmiş ormanlığa denir. Şuayb'İn bu mıntıkadaki
ümmeti sık bir ormanlığa sâhib oldukları için Eyke sâhibleri denilmiştir. Eyke
sâhibleri Medyen halkından başkasıdır, ve Şuayb, Eyke ahâlîsinden değildir.
Bundan dolayı Şuayb'İn Medyenliler'e gönderildiğini ifâde eden âyette
"Kardeşleri" denildiği hâlde, Eykeliler'den bahseden âyette kardeşlik
kaydı bulunmamıştır. [133] Buharı başlığın birinci kısmında es-Sâffât âyetlerine
işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelimelerin tefsirlerini vermiştir. Biz
âyetlerin tam meallerini yazdığımız için ayrıca tefsirlerin naklini gerekli görmedik. Başlığın ikinci
kısmında işaret edilen âyetleri de tam olarak verdik. Yûnus Peygamber'in
duası ile İlgili âyetler de şunlardır: "O balık sahibini
de hatırla. Hani o kavmine öfkelenmiş olarak gitmişti de- bizim kendisine
hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken o, karanlıklar içinde: Lâ
ilahe illâ ente subhâneke inni küntü mine 'z-zâlimtn (= Senden başka hiçbir
tanrı yoktur. Seni tenzih ederim. Hakikat ben haksızlık edenlerden oldum) diye
Allah 'a niyaz etmişti. Bunun üzerine biz de onu kabul ettik, kendisini gamdan
selâmete erdirdik. İşte biz îmân edenleri böyle kurtarırız" (el-Enbiyâ:
87-88) Yûnus Nineno (Ninova)
şehri halkındandır. Eski Âsûr Devleti'nin merkezi olan bu şehrin kalabalık
nüfûsunun ahlâkı bozulup puta taptıklarından, bunları ıslâh ve Tevhîd'e da'vet
İçin Yûnus Peygamber bunlara gönderilmiş. Yûnus da'-vetinin başında başarı
kazanamadığından üzülerek Tarsus taraflarına Allah'tan izin almaksızın
kaçmıştı. Bir peygamber için bu, kusur idi. Yûnus oradan bir gemiye binerek
denize açılmış ve müdhiş bir fırtına üzerine geminin yükünü hafifletmek için
kur'a çekilip bir kısım eşyalar denize atılmış, bu arada Yûnus da atılmış ve
bir balık tarafından yutulmuş. İşte oradaki duâsıyle tekrar sahile çıkarılmış
ve ikinci kerre vazifesine dönmüş, bu sefer başarmıştır. Kavmi îmân etmiştir. [134] Buhârî hadîsi burada iki tarîkten getirmiştir. Daha
önce de geçmişti. [135] İbn Abbâs'm "Peygamber Yûnus'u babası Mettâ'ya
nisbet etti" demesi, "Peygamberlerden iki zât anasına nisbet
olunmuştur; bunlar îsâ ibn Meryem ile Yûnus ibn Mettâ'dır" diyenler
bulunmasından dolayıdır ve bunları redd içindir, îmâm Buhârî'nin son
râvîlerinden Firabrî: Mettâ, nübüvvet hanedanından sâ-lih bir kişi idi,
demiştir. — Musa'yı beşer üzerine tercîh ve ihtiyar eden
Allah'a yemîn ederim kî, hayır! dedi. [136] Bu hadîsteki' *Sûra üfürülmüş, artık Allah 'm
diledikleri müstesna olmak üzere göklerde kim var, yerde kim varsa hepsi düşüp
ölmüştür. Sonra ona bir daha üfürülmüştür" ifâdesi, ez-Zumer Sûresi'nin
68. âyetinin birinci kısmına uygun düşmüştür. Âyetin devamı: ' 'O anda görürsün
ki (ölüler dirilip) ayakta bakınıp duruyorlar" şeklindedir. [137] Buhârî başlıkta zikrettiği âyetlerin bâzı
kelimelerinin tefsirlerini de getirmişti, biz âyetlerin tercemelerini tam
yazdığımız İçin ayrıca o tefsirleri belirtmeye gerek görmedik. Hâli ve
halkının başına gelenlerin sorulması emredilen bu şehir, Medyen'le Tur arasında
bulunan Eyle'dir ki, Kızıldeniz sâhilindedir. Medyen ve Taberiye diyenler de
vardır. Bu sor emri, Peygamber'e huzurunda bulunan Yahûdî nesline sordurma
emridir; bundan maksad onların gizledikleri bir vak'-ayı kendilerine
bildirmektir (Şihâb). [138] Buhârîbu başlıkta Dâvûd Peygamber'le ilgili bâzı
âyetlere işaret edip, onlardaki birtakım kelimelerin tefsirlerini getirmiştir.
Biz âyetlerin meallerini yazdık, kısmen de verilen tefsirleri naklettik.
Mealleri yazarken Kur'ân'daki sırayı dikkate alarak başlığın tercemesinde bâzı
öne geçirme ve geriye almalar yaptık. [139] Âyetler ve bu hadîs Davud'un bâzı üstünlüklerini İfâde
etmektedir. Bunlar Davud'un güzel sesle Zebur'u okuması, bu güzel okuyuşa
dağların ve kuşların bile icabet ve iştirak etmeleri. Bu gün bile halk dilinde
güzel sesten kinaye olarak Dâvûdîses denilir. Diğer bir üstünlüğü, kuvvetidir.
Allah'tan kendisini millet malından müstağni kılacak ve ailesini geçindirecek
bir geçim yolu ihsan etmesini istemiş, Allah da Davud'un eline demiri hamur
yapacak bir kuvvet; bir san'-at kaabiliyeti vermiş; o da elinin emeği ile
geçinmiştir. [140] Hadîslerin başlığa uygunluğu açıktır. Bunlar Oruç
Kitâbı'nda da geçmişti. [141] hadîsle başlık birtek şeydir, ancak bunlarda bâzı
şeyleri öne geçirme ve geriye bırakma vardır. Hadîs, Teheccüd Kitâbı'nda da
geçmişti. [142] B'uhârî bu başlıkta Dâvûd Peygamber'le ilgili olan
Sâd: 17-20. âyetleri yazmış, bundan sonraki âyetler hakkında da onlardan bâzı
kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini vermekle yetinmiştir. Müteâkib âyetler
şöyledir: "Sana o dadacıların
haberi geldi mi? Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı. O vakit Dâvûd7un
karşısına girivermişlerdi de o, bunlardan telâşa düşmüştü. 'Korkma', dediler,
'Biz iki da 'vâcıyız. Birimiz ötekinin hakkına tecâvüz etti. Şimdi sen aramızda
adaletle hükmet. Aşırı gitme. Bizi doğru yolun ortasına çıkar*, (içlerinden
biri:) 'Şu benim birâderimdir. Onun doksan dokuz dişi koyunu var. Benim ise bir
tek dişi koyunum var. Böyle iken onu bana ver dedi; mücâdelede beni yendi'.
(Dâvûd) dedi: 'And olsun ki, o, senin dişi koyununu kendi dişi koyunlarına
katmak İstemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçek mallarını birbirine katıp
karıştıran ortakların çoğu mutlakaa birbirlerine haksızlık eder. îmân edip de
güzel güzel amellerde bulunanlar müstesna. Fakat bunlar da ne kadar azdır!'
Dâvûd sandı ki, biz kendisine mutlakaa bir azâb (sû'ikasd) hazırladık. Bunun
üzerine o, Rabb 'İnden setr ve himaye edilmesini istedi, rükû' ile yere kapanıp
Allah'a döndü" (Sâd: 21-24). [143] Hadîsin başlığa uygunluğu "Nuh'u ve onun
zürriyetinden Davud'u..." sö-zündedir.
' [144] Bu iki hadîsin arka arkaya zikredilme sebebi, bunların
ikisi de Sâd Sûresi'ndeki sucûd zikrini içlerine almaları yönündendir.
Peygamber, Davud'a uymak için ve Davud'un tevbesinin kabulüne şükr için secde
etmiş oluyor. [145] Buhârî, Süleyman Peygamber için açtığı bu bâb
başlığında, mealleri verilen âyetlere işaret etmiş, bunlardaki bâzı kelime ve
ta'bîrlerin tefsirlerini vermiştir. Biz, işaret edilen âyetlerin meallerini tam
yazdığımız için, Buhârî'nin İbn Abbâs'-tan, Mücâhid'den ve diğerlerinden
naklettiği tefsîrleri ayrıca zikretmeyi gerekli görmedik. Süleyman Peygamber'le
ilgili bu âyetlerin tefsîrleri Hakk Dîni Kur'-ân Dili'nden ve diğerlerinden
okunabilir. Hasan Basrî Çantay da Kur'ân-ı Ha-kîm ve Meâl-i Kerîm'dt bunlara
âid özet bilgiler vermiştir. "Yemîn olsun biz
Süleyman'ı bir de fitneye düşürdük ve tahtının üzerine bir cesed bıraktık"
(Sâd: 34). Bu fitne hakkında da birtakım garibeler söylenmiştir. el-Bakara:
102'de işaret olunduğu üzere, anlaşılıyor ki Süleyman, Beytu'l-Makdis'i
yaptırdığı sırada getirttiği san'atkârlar içinde sanayi' hilelerine vâkıf
birtakım şeytânların kurdukları bir ihtilâl yüzünden bir müddet nüfuzunu zayi'
etmiş yâhud tahtından ayrı düşmüş; bu suretle tahtında ya kendisi kuvvetsiz bir
cesed hâlinde hükümsüz kalmış yâhud tahtı da işgal olunup, ona kırk gün kadar
heykel gibi birisi oturtulmuştu. Mason târihlerinde mason cemiyetlerinin
Süleyman aleyhi's-selâm aleyhine olan bu ihtilâl hareketlerini esâs edindikleri
ve reisinin hâtırasına hürmet ettikleri söylenir. Bu fitne olduktan sonra,
Süleyman, tevbe ile Allah'a sığınıp tekrar tahtına döndü... (Hakk Dîni, V,
4097). [146] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Hadîsin sonundaki
"Zebîne" kelimesi hakkında lügatte şu bilgi verilmiştir: ez-Zebîne,
zâ'nin kesriyle ins ve cinn taifesinin mütemerrid olanına denir. Ve yavuz ve
şedîd şahsa, dâbıt ve serheng makûlesine denir. Şurtî ma'nâsma hâlâ
sekbân-başı, bostancıbaşı, ases-başı, tüfenkçi-başı ve sairleri gibi; cem'i
Zebaniye gelir. Zebaniye melekleri bu ma'-nâdandır, cehennem ehlini cehenneme
def ettikleri için (Kaamûs Ter.). [147] Bu hadîs Cihâd Kitabı, "Çocuk isteyen kimse
bâbı"nda geçmişti. [148] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sonra
el-Mescidu'l-Aksâ" sözünden sezilebilir. Çünkü bu mescidi bina eden
Süleyman Peygamber'dir. Bu hadîs 40 rakamıyle ve küçük farkla geçmişti. [149] Hadîsin birinci kısmında Rasûlullah, kendisine
muhalefet eden müşrikleri ateşe düşen kelebeklere, kendisini de onları ateşten
kurtarmaya çalışan kimseye benzetmiştir, ikinci kısımda baba oğul iki
peygamberin bir hâdise hakkında birbirine aykırı ictihâd ve hükümleri
bildirilmiştir. Bu hadîs Farâiz Kitâbı'nda da geçmiş ve orada da bâzı bilgiler
verilmişti. [150] Buharı, Lukmân için açtığı bu bâbda Lukmân Sûresi'nin
yukanki âyetlerini zikretmiştir. Kur'ân'da Lukmân adına ayrı bir sûre vardır
ki, bunda Lukmân'ın kendi oğlunun şahsında bütün dünyâ gençliğine verdiği
eskimez dîn ve ahlâk öğütleri vardır. Lukmân'ın nesebi İbn İshâk'a göre
dördüncü batında Hz. Ib-râhîm'e vardır. Vâkıdî de Lukmân'ın Isrâîl oğulları
kaadısı olduğunu, Eyle ve Medyen taraflarında oturduğunu ve Eyle'de öldüğünü
bildirmiştir. îkrime'ye göre Lukmân bir peygamberdir. Hakîm olduğunda ise
âlimlerin ittifakı vardır. İslâm Ansiklopedisi,
VII, 64-67'de altı sütün içinde genişçe bilgiler verilmektedir. [151] Hadîslerin Lukmân'la ilgisi ve münâsebeti ise gizli
değildir. [152] Eserlerin yazılması ve asıl bir numunede birçok şeyin
sayılıp toplanmasına bir misâl gibi olan bu mesel, gerek üzerlerine kavil hakk
olanlara inzâr ve gerek zikre uyanlara müjde vermek sadedinde Peygamber'e
va'dedilen inkılâblarm mühim bir misâlini vermektedir ki, buna bu i'tibârlâ
Yâsîn'in kalbi denilse lâyıktır. Yâni Nasrâniyetİn karşısında müşrik Romalılar
nasıl söndüyse, İslâmiyet'in karşısında da öyle devletler düşecek, "Onu
bütün dînlere gâlib kılmak için " sırrı zahir olacaktır. Burada bu karye
Antakya, "Murselûn" da isa'nın Havârî-ler'inden gönderilenler olduğu
naklediliyor. O hâlde "Karye sâhİbleri", memleket sâhibleri ve
zikrolunan kavim "Romalılar" olduğu anlaşılıyor. Bunun zahiri,
bunların Allah tarafından peygamberlik verilmiş rasûller olduklarını iş'âr
eder. Ebû Hayyân der ki: "Siz bizim gibi beşerden başkası değilsiniz"
denilmiş olması da buna delâlet eyler. Çünkü bu muhavere peygamberlere karşı
olur. İbn Abbâs'm ve Ka'b'ın kavli de budur. Lâkin Katâde ve gayrıları: Bunlar
Havârî ler'den olup îsâ Peygamber yükseltilmesi sırasında gönderdi, demişlerdir. Bu suretle
ı<Erselnâ( = Biz gönderdik)" buyurulması Hz. îsâ tarafından gönderilmeleri
de Allah'ın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor. Bâzıları bu ikisinin
Yuhannâ ile Pavlus olduğunu "Feazzeznâ bi-sâlisin (= Üçüncüsü ile
kuvvetlendirdik)"; bu üçüncüsünün de Şem'ûn es-Safâ olduğunu söylemişlerdir.
Fakat beyânın asıl hedefi temsil olduğundan, bu suretle ifâde buyurulması,
Muhammed'in risâletinin izzetini temsîlde sarîh denecek kadar bir işaretle göstermek
içindir. Yânî ikisinin bir üçüncü ile takviyesi Mûsâ ve îsâ Peygamberler'in
sonradan Muhammed'in Peygamberliği ile "Öncekileri tasdik edici
olarak" ta'zîz ve takviyesini temsil ediyor. Önce Mûsâ ve îsâ'yı
göndermiştik, bunları tekzîb ettiler; sonra da Muhammed ile bunlara izzet ve
kuvvet verdik, denilmiş gibi oluyor {Hakk Dîni, V, 4013-4016). [153] Buhârî Meryem'e ayırdığı bu başlıkta Meryem Sûresi'nin
baş tarafından onbeş âyete işaret etmiş, bunlardan bâzı kelimelerin
tefsirlerini de vermiştir. Biz âyetlerin meallerini verdiğimiz için, bu tefsirleri
Özet olarak naklettik. Meryem'in babası
İmrân'dır; Davud'un oğlu Süleyman neslindendir. Anasının adı Hanne'dir.
Hanne'nin kızkardeşi Işâ' da Zekeriyyâ Peygamber'in zevcesi, Yahya
Peygamber'in de anasıdir. Onun için Peygamber'imiz, Yahya ile isa'nın hısımlıklarına
işaret ederek: "Bu iki peygamber teyze oğullandır" buyurmuştur. Meryem'in babası İmrân
henüz Meryem ana karnında iken vefat ettiğinden, anası Hanne doğuracağı
çocuğunu Beytu'l-Makdis'e hizmetçi yapacağını adamıştı. Bu sebeble Meryem,
Beyti Makdis'in imâmı ve en yakın akrabası olan Zekeriyyâ Peygamber'e teslim
edilmiş, o da Beyti Makdis'in -âyette mihrâb denilen- yüksekte bir hücresini
Meryem'in ikaametine ayırmıştır, işte böyle kudsî bir makaamda ve yüce bir
peygamberin beraberinde feyizlenip yetişen Meryem'in mu'cizelerle dolu hayâtı,
bunu ta'kîb eden bâbdaki âyetlerde anlatılmaktadır. [154] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Çünkü Yahya,
Zekeriyyâ kıssası içinde zik redilmiştir. Bu, Meleklerin Zikri Bâbı'nda uzun
bir metinle geçen mi'râc hadîsinden bir parçadır, ileride Mi'râc bahsinde de
gelecektir. [155] Buhârîbu başlıkta da Meryem'le ilgili âyetlere işaret
etmiştir. Biz bunların meallerini verdik. Buhârî bâb başlığının sonunda
"Ât" kelimesi hakkında İbn Ab-bâs'ın açıklamasını da vermiştir. Âlu İmrân'a gelince:
Peygamberler târihinde iki İmrân vardır: Birisi Mûsâ ve Harun'un babası olan
İmrân'dır. Bunun da Meryem adında bir kızı vardır ki, Mûsâ ve Harun'un
kızkardeşi ve ablaları oluyordu. Öbürüsü de Hz. îsâ'nin annesi Meryem'in babası
olan îmrân'dır. Bu ikisi arasında binsekizyüz yıllık zaman farkı olduğu
nakledilir. Şu hâlde imrân kızı Meryem ikidir: Birisi Mûsâ ile Harun'un
kizkardeşi, diğeri de Hz. îsâ'nın anasıdır. Bu âyetteki Âlu İmrân ile murâd
bunlardan hangisidir? Buhârî'nin bu âyeti Meryem ve îsâ kıssalarına âid bir
başlıkta zikretmiş olması ve Kur'ân'da da Meryem ve îsâ kıssalarında sevkedümiş
bulunmasından dolayı, bu Âlu İmrân'ın ikinci olması gerekir. [156] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Buhârî bunu
"İblîs'in sıfatı bâbı"nda da getirmişti. Müslim de Fadâil'in sonunda
getirmiştir. [157] Bu, Allah tarafından meleklerin Meryem'e bunlarla
hitâb ettiklerini ve Allah'ın onlara bunu söylemelerini emrettiğini haber
vermedir. Ahmed ibnu'l-Mubârek
der ki: Bu âyetin, Hz. Meryem'in peygamberliğine delâlet edip etmediğini
Abdulazîz ed-Debbâğ'a sordum. Bu arada Musa'nın anası, Fir'avn'ın karısı Âsiye
(Sâre, Hâcer, Havva) gibi kadınların da birer peygamber olup olmadığı
hakkındaki kanâatini anlamak istedim. Çünkü âlimlerimizden kimi bunların
peygamber olduklarını, kimi olmadıklarım söylemiş; bâzıları Hz. Meryem'in
peygamberliğinde icmâ' bulunduğunu beyân etmiş, sünnet ve cemâat ehlinin reîsi
Şeyh Eş'arî gibi bâzıları da bu mes'elede duraklamıştır. Evvelkiler dediler
ki: Melek, peygamberden başkasına inmez. Âyet ise Hz. Meryem'e melek indiğini
açıkça söylemektedir? Ümmî mürşidim Abdulazîz ed-Debbâğ bana şu cevâbı verdi: Kadınlar asla peygamber
olmamamıştır. Hz. Meryem sıddîktir. Peygamberlik ile velilik Allah'ın nûr ve
sırrına iştirak etseler de peygamberlik nuru velayet nuruna mübâyindir.
Nübüvvet nuru aslîdir, zatîdir, hakîkîdir; asıl neş'etinde zât ile beraber
yaratılmıştır. Bundan dolayıdır ki, peygamberler bütün hâllerinde
ma'sûmdurlar. Velayet nuru ise böyle değildir ilh... (el-îbriz; H.B. Çantay,
Meâl-i Kerîm, I, 90). [158] Hadîsin başlığa uygunlyğu "îmrân kızı
Meryem" sözündedir. [159] Bu başlıktaki âyetler, bundan önceki başlıkta da
geçmişti. Ancak burada beş âyet daha artırılmıştır (45-49). [160] Buharı bunun sonunda îbrâhîm en-Nahaî ile Mucâhid'den
Mesih'in ma'nâsı hakkında iki tefsir nakletmiştir ki, bu mühimdir. İbrâhîm
"Mesîh"i "Sıddik" diye tefsîr etmiştir. Bu da îsâ'nın dâima
hakkı tasdîk eder, dâima doğru hareket eder olduğunu gösterir. Mucâhid de
"Kuh/"u "Hilm" ile tefsîr etmiştir ki, bu da-isa'nın vakaar
ve sekîneti hâiz, halim selîm bir fıtratta oluşunu ifâde eder. [161] Bu hadîs küçük bir lafız ve sened farkı ile 24. bâbda
84 rakamıyle de geçmişti. Ancak buradaki rivayette Ebû Hureyre'nin: "İmrân
kızı Meryem asla deveye binmedi" sözü vardır. Buhârî bu hadîsi Meryem ve
îsâ kıssasında bu fıkra münâsebetiyle getirmiş gibidir. [162] Buhârî bu başlıkta Hristiyan fırkalarının Hz. îsâ
hakkındaki teslis akidesi gibi ifrâth inanışlarını reddeden bu âyetleri
yazmıştır. Teslis, Hristiyanhğın
"Üç ilâh" akîdesidir ki, Allah, Mesîh, Meryem'dir. Tevhîd'in zıddıdır
ve açık bir müşrikliktir. Sonra buna felsefî bir şekil vererek: Baba, Oğul,
Rûhu'1-Kuds yâhud Üç Uknum diye te'vîl ile bir cevhere döndürmüşlerdir ki, bu
da müevvel bir şirktir. Hrİstiyânların bu sapık inanıştan, Kur'ân-ı Kerîm'de
Hz. îsâ dilinden gayet belîğ bir uslûb ile reddedilmiştir: el-Mâide: 116-118.
âyetler: "Allah: Ey Meryem oğlu îsâ, insanlara Allah'ı bırakıp da beni ve
anamı iki tanrı edininiz diyen sen misin? dediği zaman, o şöyle söyledi; Seni
tenzih ederim (yâ Rabb), hakkım olmadık bir sözü söylemekliğim bana yakışmaz... . Başjığın sonunda da
açıklanan bu "Ruhun mm/m "ta'bîri hakkında Celâ-teyn haşiyesi Sâvî'de
güzel bir açıklama vardır: el-Câsiye: 13. âyeti vesilesiyle de bu açıklama
Elmalılı Muhammed Hanıdi, Hakk Dîni, V, 4313-4315 sahîfelerinde verilmiştir.
Okunmaya değer ibretli bir açıklamadır. [163] Hadîsin başlığa uygunluğu açıktır. Bu hadîsi Müslim
îmân Kitâbı'nda getirmiştir. Bu hadîsin bir benzeri Bed'u'I-Halk'ta Ebû
Hureyre'den rivayet edilmiştir. Ebû Zerr'İn: "Lâ ilahe ille İlah diyen
cennete girer; zina etse de, hırsızlık yapsa da... " şeklindeki hadîsi de
bu ma'nâyı kuvvetlendirir. Kurtubî şöyle demiştir:
Bu hadîsten maksad, Hristiyanlar'dan îsâ ve annesi hakkında vâki' olan dalâlet
ve bozukluğa tenbîh etmektir (Aynî). [164] Bu, tekrardır; iki bâb önce de geçmiştir denilemez.
Çünkü bu bâb, îsâ kıssasını haber vermek için bağlanmıştır, geçen ise anası
Meryem'in kıssasını haber vermek içindi (Kastallânî). Buhârî bu bâbda îsâ
Peygamber'in kıssasını anlatan Meryem: 16-40 âyetlerine işaret etmiş, sonra da
bu âyetlerde geçen bâzı kelimelere âid tefsirleri nak-letmiştir. Biz de bu
tefsirleri aynen veya tercemeleriyle naklettik. Âyetlerin mealleri daha önce geçen
Meryem kıssası başlığında tamamen verildiği için burada tekrar yazılmalarını
gerekli görmedik. Bu âyetlerde Meryem'in îsâ'ya gebe kalma keyfiyeti, gebelik
safhaları, doğum hâli, çocuğun halka hitâb edip konuşması ve mu'cİzeleri
anlatılmaktadır. [165] Hadîsin îsâ hakkındaki başlığa uygunluğu şu yönden
alınabilir: Meryem kıssasında, îsâ'nın doğumundan dolayı kendisine taarruz
vâki' olunca îsâ beşikte süt emen bir çocuk olduğu hâlde İnsanlarla
konuşmuştur. Cureyc kıssasmdaki cariyenin zina çocuğu da, hürre kadının çocuğu
da böyle süt emer hâlde konuşmuşlardır. Cureyc ismini şâmil,olan
bu hadîs Mezâlim'de, "Bir duvar yıktığı zaman ... bâbi"nda ve Namaz
Kitâbı'nm sonlarında "Namazda anası çocuğunu çağırdığı zaman
bâbı"nda da geçmiş ve bâzı bilgiler oralarda verilmişti. [166] Hadîsin başlığa uygunluğu, içinde Hz. isa'nın açıkça
zikredilmiş olmasıdır. Bu, yakında \'Sana Musa'nın haberi geldi mi?
bâbı"nda geçmişti [167] Bu hadîslerin başlığa uygunlukları gizli değildir. [168] Bu ve bundan sonraki de üst taraftaki Ebû Hureyre
hadîsinin başka tarîkleridir. [169] Bunun başlığa uygunluğu "Meryem oğlu isa'nın
dediği gibi derim..." sözündedir. Bu hadîs de yakında "Allah
İbrahim'i halîl edindi bâbı"nda geçmişti. [170] Bu hadîs Buyu' Kitabı, "Domuzun Öldürülmesi
bâbı"nda da geçmişti. Bu hadîste salîbin kırılması Hristiyanlığın
iptalini; domuzun öldürülmesi ve cizyenin: kaldırılması da artık İslâm'dan
başka bütün dîn sahihlerine tanınan müsamahaların son bulacağını ifâde eder.
Esasen İsa'nın âdil bir hakem olarak inmesi mes'elesini de, o büyük peygambere
yapılan iftiraların ve o yolda meydana getirilen hurafelerin kökü kazınıp
İslâm'ın her yere hâkim olması ve bütün hakîkat-lerin tamamen anlaşılması
ma'nâsıyle te'vîl de mümkündür... {Müslim Ter., I 203-204). [171] Bu hadîsi Müslim de îmân Kitâbı'nda getirmiştir. [172] Bâzı Buhârî nüshalarında bu babın başında Besmele
sabit olmuştur. Isrâîl, İb-rânîce bir kelimedir; Abdullah, yânı "Tanrı
kulu" ma'nâsınadır. Sonra Ya'-kûb'un özel ismi olmuştur. Ya'kûb, îshâk
Peygamber'in oğludur, İbrahim'in de torunudur. Ya'kûb'un oniki oğlu olup bunlar
Yûsuf'un Mısır'da vezirliği zamanında Ya'kûb ile beraber Mısır'a gelmişlerdi.
Bunların çocukları ve torunları orada üreyerek bir ümmet teşkil etmişler ve
târihte Benû îsrâîl(= Isrâîl oğulları)
diye anılmışlardır. Bunların macerası Yûsuf kıssasında anlatılmıştır. [173] Hadîste zikredilen su ile ateş, hakikate
hamledilmeyip, Müslim'in EbûTHfurey-re'den rivayetine göre, cennetle cehennemin
birer remzi olacaktır. Ve Deccâl, cennet ve cehennemi temsîl eden birtakım
hârikalar gösterecektir demek oluyor ki, bu da Yüce Allah'ın kullarını imtihan
ettiği fitnelerden birisidir. Fakat Allah, müteakiben hakkı izhâr ve bâtılı
ibtâl edecektir. Sonra onun kötülüklerini açıklayacak ve halka onun aczini
gösterecektir. [174] Bu hadîs, ayrı ayrı üç hadîsi bir araya toplamıştır.
Birincisi Deccâl hadîsidir. İkinci ile üçüncü, eski ümmetlerden ayrı ayrı iki
kimse hakkındadır. Başlığa uygunluk ikinci ve üçüncü hadîslerdedir. İkinci
hadîs Buyu' Kitabı, "Bunalmış borçluya mühlet veren kimse bâbı"nda da
geçmişti. [175] Hadîsin başlığa uygunluğu "Allah'ın la'neti
Yahudiler üzerine... "sözünden alınmak mümkün olur. Çünkü onlar İsrâîl
oğullan'ndandirlar ve Nasrânîler'den daha kıdemlidirler. Bu hadîs Namaz Kitabı,
Bey'atta namaz bâbı'ndan sonraki bâbda geçmişti. Peygamber (S) aşın ta'zîmin
geçmiş ümmetlerde olduğu gibi kendi ümmetlerini de putperestliğe kadar
sürükleyebileceğinden korkuyordu. [176] Hadîs metnindeki "Tesûsuhum" lâfzının kökü
olan siyâset, esas İ'tibâriyle bir-şeye mukayyed olmak ve onun iyiliği hususunda
ihtimamla onu görüp gözetmek ma'nâsınadır. At kısmının gemine ve tımarına
bakan kişiye "Seyis" denilmesi de bu ma'nâdandır. Sonra bu kelime
İslâm hukukunda âmme işlerini görüp gözetmek gayesiyle devlet başkanı, emr ve
nehy selâhiyetini hâiz kumandan olmak ma'nâsmda kullanılmıştır. Târihin şehâdetine
göre, İsrâîl oğulları arasında meydana gelen fitne ve fe-sâdlar, Allah
tarafından gönderilen peygamberler vâsıtasıyle kaldırılır, onlar iyi lige sevk
olunurlardı. Tevrat hükmilerinden değiştirdikleri yönler düzeltilirdi. Hadîs bu
târihî vakıaya işaret etmiştir. Peygamberimiz,
peygamberlerin sonu olduğundan artık milletlerin peygamberlik ve rasûllükle
idaresi devri son bulmuş, velayetle idaresi zamanı gelmiştir. Âmme velayeti,
halkın bey'at ve seçimiyle kazanılan bir sistem olduğuna göre, velayet iddia
edenler birden çok olabileceklerdir. Bu hadîste, İslâm
teşkilât hukukunun âmme velayeti ve âmme hakları gibi en mühim bir bahsine
işaret edilmiştir. Devlet başkanına yapılan bey'atla, millet bu başkanlığa karşı
birtakım vazifeler ve haklar; devlet başkanı da âmmeye karşı mütekaabil
vazifeler ve haklar üstlenmiş olurlar. Âmmenin devlete karşı yüklendiği
vazîfenin başında, başkanın çıkardığı meşru' emirlere itaat etmek var-dır.Bu
mühim iş,Kur'ân'da ve hadîslerde birçok nasslarla te'yîd edilmiştir. Bu hadîste
de "Halîfelerin haklarım veriniz" bu vurulmuştur. Sonra onların da
millet haklarından sorumlu oldukları bildirilmiştir. [177] Hadîsle başlık arasındaki uygunluk "Sizden
evvelkilerin yolu " sözünden alınabilir. Çünkü bu söz, İsrâîl oğullan'nı
ve başkalarını şâmil olur. Buhârî'nin bunu burada zikretmesi, hadîste
Yahudiler ile Hristiyanlar'ın ahlâksızlıklarına umûmî surette işaret edilmiş
olmasındandır. Eski ümmetlerin târîhleri birçok fitne, fesâd ve ma'siyetlerle
doludur. Peygamber, kendi ümmetinin de şirkten, küfürden başka bütün bu fena
yollarda onları ta'kîb edeceklerini bir mu'cize olarak haber vermiştir. Keler,
çok yaşamak, her hayvandan çok açlığa, susuzluğa dayanmakla tanınır. Geçmiş
ümmetlerin fena alışkanlıklarına Muhammed ümmetinin de aynen uyacaklarını
haber vermekte mübalâğa için bu hayvanın deliğini bilhassa zikretmesi,
darlığından ve tehlikeli olduğundan dolayıdır. Örfümüzde bunun yerine
"Yılan deliğine sokulmak" ta'bîri vardır. Bu hadîs, İ'tisâm'da da
gelecektir; Müslim Kader'de getirmiştir. [178] Başlığa uygunluğu, içinde Yahûdîler'in
zikredilmesinden alınabilir. Onlar İsrâîl oğulları'ndandır. Bu hadîs Namaz
Kitabı, "Ezân'ın başlaması bâbı"nda da aynen bu isnâdla ve bu
metinle geçmişti. [179] Bunun da başlığa uygunluğu bundan önceki hadîsin
uygunluğu gibidir. [180] Hadîs biraz farklıca bir metin ile'Namaz Kİtâbı,
"İkindi namazından bir rek'a-te yetişen adam bâbı"nda da geçmişti.
Bunda her üç ümmetin dünyâda kaldık lan ve me'mûr oldukları şerîatte yaşamaları
müddetlesi ve buna karşılık nail oldukları ücretler bir misâlle anlatılmış
oluyor. [181] Hadîsin Buyu' Kitâbı'nda'geçen Câbir hadîsinin metni
daha geniştir: Câbir ibn Abdillah,
Mekke Fethi yılı Mekke'de iken Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işitmiştir:
"Ailah ve Allah'ın Rasûlü şarâbın, meytenin, domuzun, putların satışını
haram kıldı". Sahâbîler tarafından: Yâ Rasûlallah, murdar ölen hayvanın
iç yağı hakkında ne dersiniz? Meyte yağlanyle gemiler cilalanır, deriler
yağlanır, onunla insanlar (mum yapar) ışıklanır? diye soruldu. Rasûlullah:
"Hayır, murdar yağı satmayınız, bu satış haramdır" buyurdu da
akabinde İsrâîl oğulları hakkında bu metinde verilen bedduayı söyledi. [182] Bu hadîs İlim Kitâbı'nda da geçmişti. "İsrâîl
oğulları'nm ibretli kıssalarını tahdîs ediniz" emri, ibâhayâ
hamledilmiştir, yânî bunları anlatabilirsiniz demek tir. Bunun delîli de
"Lâ haraca (= Haber vermekte günâh yoktur)" cümlesidir. İslâm'ın
evvelinde fitne ve fesada sebeb olur endişesiyle İsrâîl haberlerinin nakli,
kİtâblarınin okunması yasak edilmişti. İslâm Dîni yerleşip kararlaşınca, o mahzur
kalkmış ve İsrâîl oğulları'nın İbretli vak'alarınm nakli mübâh kılınmıştır. [183] Saçlarını ve sakallarını boyamayan Yahûdîve
Hrıstiyanlar'a muhalefet etmek emrolunduğuna göre, boyamakla emredilmiş demek
olur. Ancak bu emir vu-cûb için olmayıp, mendûbluğa hamlediîmiştir. Müslim'in
Câbir'den gelen bir rivayetinde: "Beyaz saçların rengini değiştirin, fakat
siyah boyadan sakının" buyurulmuştur. Bunun içinNevevî, siyahla saç sakal
boyamak tahrîmî kerahetle mekruhtur, demiştir. Bu kerahet de erkeklere mahsûs
olup, kadınların siyahla boyamalarında kerahet yoktur [184] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden önce geçen
ümmetlerden birisi içinde bir adam vardı... "sözünden alınır. Çünkü bu söz
İsrâîl oğullan'ndan yâhud başkalarından olmaktan daha umûmîdir.
"Bâderenî" "Benden önce davrandı" demektir; bu da kulun
kendi yatağında ruhu, Allah tarafından alınıncaya kadar sabredememesidir.
Cezanın ebedî olmasının sebebi de, bu kaatilin intiharı halâl saymış olmasıdır.
Yoksa sırf intihar, küfrü ve binâenaleyh müebbed bir azabı gerektirmez. [185] Hadîsin başlığa uygunluğu lâfzındadır. Buhâri bu
hadîsi burada iki tarîkten getirmiştir. Her iki tarîk râvîlerinin sayısı
sekizdir. [186] Buhârî bu bâb başlığında el-Kehf Sûresi'nin 9-26. âyetlerine
işaret etmiş ve bunlardaki bâzı kelime ve ta'bîrlerin tefsirlerini vermiştir.
Biz âyetlerin meallerini tam yazdığımız için ayrıca bu tefsirlerin naklini
gerekli görmedik. el-Kehf, dağlarda
oyulmuş ev gibi yere denir, mağara ta'bîr olunur. Bunun küçüğüne
"Gâr", büyüğüne "Kehf" denir. Şu hâlde
"AshâbuKehf", "Mağara Yaranı" demek olur. Rakım de
bunların mağaralarının bulunduğu dağın veya vadinin adı yâhud da üstü yazılı
taş veya ma'denî levhadır denilmiştir. Buhârî' Sahîh'inûe. bu Rakîm'in bakır bir
levha olduğunu ve Ashâbu Kehf in isimleri yazılı bulunduğunu îbn Abbâs'tan
rivayet etmiş olduğundan, bu ma'nâ bu konudaki rivayetlerin hepsine tercih
olunur. Kehf vakıasının mekânı
ve zamanı hakkındaki rivayetler çeşitlidir: Kehf'in mekânı Filistin ile Eyle
arasında olduğu, Eyle'ye, Ninova'ya, Belkaa'ya yakın bir yerde bulunduğu
hakkında ayrı ayrı rivayetler vardır. Şârih Aynî: Bunlar arasında en çok
nakledilen haberin Rûm diyarında (Anadolu'da) Tarsus'tan üç saat mesafede ve
şehrin kuzeybatısında bulunan bir dağın eteğindeki mağan olduğudur. Bugün
Ashâbu Kehf'in mağarası olarak ziyaret olunmaktadır. E sûs'da olduğu da rivayet
olunmuştur, diyor. Şârih Aynî bu vakıanın
zamanını da Romahlar'ın Yunanhlar'a galebes den evvel olmak üzere bildiriyor.
Hristiyanlık ilk devirlerde Tevhîd akîdesi ü^ re devam edip, Milâd'm üçüncü
asrında Teslis akîdesi ortaya konmuş \ putperestliğe sapılmıştı. Hristiyanlık
âlemi büyük bir karışıklığa uğramıştır. Put perestlîğe Desiyus gibi zâlim
hükümet başkanları tutunup, mü'minieri, muvah-hidleri türlü işkencelerle
öldürüyorlardı. Bu sırada Rûm ileri gelenlerinden muvahhid yedi genci de
Desiyus şirke sevk etmek istemiş, bunlar da kabul etmeyip bir mağaraya
sığınmışlardır. Sâdık köpekleri de ayrılmayıp o da mağaraya girmiştir. Gençlerin
buraya saklandıklarını öğrenen imparator, aç susuz ölsünler diye mağaranın
kapısını ördürmüştür. Allah bu gençlere bir uyku vermiş ve hâricdeki siyâsî
vaziyet değişinceye kadar bu uyku üç asır devam etmiş-. tir. Âyetlerle ilgili
tefsir Hakk Dîni, IV, 3225-3244. sahîfelerinden okunmaya değer. [187] Buhârî bu hadîsi Buyu' ve İcâre Kitâblan'nda da
getirmişti. Ancak bunları birbirinin aynı olan lâfızlarla değil, bâzı
farklılıklarla ve takdim te'hîrlerle getirmiştir. Hadîsler râvîlerce böyle
bâzı farklılıklarla getirilmiş olmasına rağmen, asılda aynı hadîs
anlatılmaktadır; asılda hepsinin özü birdir. [188] Bu hadîsin başlığa uygunluğu, bu hâdisenin İsrâîl
oğulları zamanında vukua gel-miş-olması yönündendir. Buharı bunu da
"Kitâbda Meryem'i de an" babında daha uzun bir metinle getirmişti. [189] Buna benzer bir hadîs Şirb Kitâbı'nda daha geniş bir
metinle geçmişti, fakat orada bu İş bir adam tarafından yapılmıştı. Demek ki
hâdiseler ayrıdır. [190] Buhârî ile Müslim bu hadîsi Libâs Kitâbı'nda da
getirmişlerdir. [191] "Muhaddesûn" Peygamber olmadıkları hâlde
kendilerine Allah tarafından hâ diseler, haberler, vakıalar ilham olunan
kimseler demektir. Buna göre "Muhad-deslik" peygamberliğin aşağısında
bir vahy ve ilham mertebesi oluyor. Bu yüksek paye, Peygamber tarafından
Umer'e de yöneltilmiş bulunuyor. [192] Hadîs, tevbe ve istiğfarı teşvik konusunda Îsrâîl
oğulları'na âid bir kıssanın naklinden ibarettir. Bu hadîste büyük günâhların
hepsinden tevbe etmenin meşruluğu hükmü vardır. Buhârî bunu Tevbe Kitâbı'nda
da getirmiştir. [193] Buhârî bu hadîsi Ekincilik Kitabı'nda da getirmişti;
ileride Menâkıb'da da getirecektir. Peygamber'in Ebû Bekr'le Umer orada
bulunmadıkları hâlde onların da inanır olduklarını haber vermesi, onların
îmânlarının kemâline olan yüksek i'timâdmı ifâde eder. Hadîsteki
"Yevmu's-sebu" (- canavarlar günü)"hadîsçilerce müşkil görülmüştür.
Lügat yönünden yırtıcı canavarların hüküm yürütecekleri gün demek oluyor.
Hadîsin sonunda diğer bir tarîk vermiştir ki, bununla şeyhinden işitmesini
belirtmiş oluyor. [194] Hadîsin başlığa uygunluğu, İçinde zikredilen iki
kişinin İsrâîl oğulları'ndan olması yönündendir. Bunu Müslim, Kadâ Kitâbı'nda
getirmiştir. Bu hadîsten iki kişinin
bir mes'ele hakkında üçüncü bir kimseyi hâkim ta'-yîn etmelerinin cevazı hükmü
alınmıştır. Fakat İslâm hukukçularının bu konudaki görüşleri çeşitlidir.
Kurtubî tahkîmi, hüküm ve kaza mâhiyetinde saymayıp, güzel hâline ve faziletine
güvenilen bir zâtuı iki tarafın aralarını bulup düzeltmesinden ibarettir',
demiştir. Sonra bulunan definenin
İslâm hukukundaki muamelesi de ayrıdır. Bunun tafsîli fıkıh kitâblanndan
okunabilir. [195] Rasûlullah'm bir azâb, bir âfet diye vasıflandırdığı
bu salgın hastalıklara karşı emrettiği korunma şekli, bugünkü tıbbın
karantinasıdır. [196] Bu hadîs de bundan önceki hadîs cinsindendir; onun
için arka arkaya getirdi. [197] Hadîsin başlığa uygunluğu "Sizden evvelkileri
ancak şu hâlleri helak etmiştir..." sözlerindedir. Çünkü onlardan maksad,
diğer tarîkte açıkça belirtildiği üzere, İsrâîl oğullan'dir. Buhârî bunu
Hudûd'da, Fadaîl'de, Usâme'nin fadlı bâbı'n-da da getirmiştir. Bu hadîs
ümmetlerin, milletlerin bekaa sebeblerinden en mü-himminin adaleti ayakta tutma
esâsı olduğunu pek güzel göstermektedir. [198] Hadîsin başlığa delîlliği açıktır. Buhârî bunu
Husûmât'ta da getirmişti. [199] Hadîsin başlığa uygunluğu "Peygamberlerden bir
peygamber..." sözündedir. Zahir olan, bunun îsrâîl oğullan
peygamberlerinden olmasıdır. Buhârî bunu Mür-tedlerin Tevbeye Çağırılması'nda;
Müslim de Mağâzî'de getirmiştir. [200] Başlığa uygunluğu "Sizden evvelki milletlerden..."
sözündedir. Buhârî bunu Ri-kaak'ta; Müslim de Tevbe'de getirmiştir. Hadîsin
sonundaki tariki de Müslim rivayet etmiştir. Buhârî bununla Katâde'nin Ukbe'den
işitmesini ifâde etmiştir. [201] Bu hadîs, îsrâîl oğullari'ndan zikrolunan şeyler
bâbı'nın evvelinde, bundan daha tamam olarak geçmişti [202] Bu hadîs de Buyu' Kitâbı'nda ve yakında da geçmiştir [203] Hadîsin başlığa uygunluğu "Günâh işlemekte ileri
gider bir adam " sözündedir. Bu hadîs de yakında biraz farklı lâfızla
geçti. [204] Hadîsin başlığa uygunluğu, bunun buraya konulmasının o
kadmm İsrâîl oğul-lan'ndan olmasına delâlet etmesi yönündendir. Buhârî bu hadîsi
Bed'u'l-Halk'm sonlarında da getirmişti. Daha önce de Namaz Kitabı,
"Tekbîr'den sonra ne okur bâbı"nda bunun bir benzerini getirmişti.
Müslim de Hayâvân'da ve Edeb'de getirmiştir. [205] Bunlar aynı hadîsin ayrı senedle ve küçük bir lâfız
farkıyle gelen metnidir. Birinde "İf'al bimâşi'te"; diğerinde
"îsnâ' bimâşi7e" şeklinde geçmiştir ki, manâca aynıdır. Bu cümle hiçbir dînde
nesh'e, değişikliğe uğramaksızm; bir ahlâk düstûru olarak yaşayıp gelmiştir.
Çünkü her asırdaki selîm akılların ittifak ettiği bîr ahlâkî düstûrdur. Bu,
"Halkın ayıplamasından utanmazsan dilediğini işle" demek olur. Sonra
"Dilediğim işle" cümlesi bir emirdir, fakat ma'nâsı tevbîhtir,
"Dilediğini işle, cezasını çekersin" demektir. [206] Başlığa uygunluğu hadîsin lâfzından alınır. Çünkü
bundaki racûl evvelkilerdendir. O da Isrâîl
oğulları'nı ve diğerlerini şâmil olur... Sonundaki mutâbaayı ez-Zuhlî,
ez-Zuhfiyyât'mda. vasletmiştir (Aynî, VII, 477). [207] Hadîsin başlığa uygunluğu "Onlara kitâb bizden
önce verildi" sözünden alınır. Çünkü İsrâîl oğullan'ndan ve
başkalanndandır. Bu hadîs Cumua
Kitâbı'nın başında da geçmişti [208] Bu hadîs başka bir tarîkten olmak üzere yakında 135
rakamı ile geçmişti. Mu-âviye'nin hacc vesîlesiyle Medine'ye gelip orada
Peygamber'in mescidinde hutbe yapması, hicrî 51 yılında olmuştur (Aynî). En iyi Bilgi Dünya ve Ahiret Saadeti Sağlayan Bilgidir Eraykitap ilmin kisa yolu İLİM BÖLÜMÜ / BÖLÜM: 10 Ø HADİSLERİ İNKAR EDENLER DE OLACAK MI? HADİS NO: 2663 / DEVAMI İÇİN BKZ... |