EMANETİ YERİNE GETİRMEK
201. Ebû Hüreyre radıyallahu
anh' den rivayet edildiğine göre, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Münafığın
alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler,
söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey
emanet edildiğinde hıyanet eder. "
Buhârî,
Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108.
Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 28, Vesâyâ
8, Mezâlim 17, Cizye 17, Edeb 69; Tirmizî, Îmân
14
Bir rivayette: "Oruç tutsa, namaz kılsa
ve kendini mümin zannetse bile" buyurulur (Müslim
Îmân 109).
202. Huzeyfe
İbni'l-Yemân radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem bize iki olayı haber verdi. Bunlardan
birini gördüm, diğerini de bekliyorum. Hz. Peygamber
bize şunları söyledi:
"Şüphesiz ki emanet,
insanların kalblerinin ta derinliklerine kök salıp yerleşti.
Sonra Kur'an indi. Bu sayede insanlar Kur'an'dan ve sünnetten
emaneti öğrendiler. " Sonra Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem bize emanetin kalkmasından bahsetti ve şöyle
dedi:
"İnsan bir kere uyur ve kalbinden emanet çekilip
alınır, ondan belli belirsiz bir iz kalır. Sonra bir kere daha
uyur, yine kalbinden emanet alınır; bu defa da ayağının üzerinde
yuvarladığın korun bıraktığı iz gibi bir eseri kalır. Sen onu
içinde hiçbir şey olmadığı halde kabarık görürsün.
" Daha sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
eline çakıl taşları alarak ayağının üzerinde
yuvarladı. Sözlerine de şöyle devam etti:
"Neticede
insan o hale gelir ki, insanlar alış-veriş yaparlar da, neredeyse
emaneti yerine getirecek bir kişi bile kalmaz. Hatta şöyle
denilir:
"Filan oğulları arasında emin bir adam varmış. "
Bir başka kişi hakkında da: "Ne kadar cesur, ne kadar zarif,
ne kadar akıllı bir kişi" denilir. Oysa kalbinde hardal
tanesi kadar bile iman yoktur. "
Şüphesiz ki bir
zamanlar, sizin hanginizle alış-veriş yapacağıma aldırmazdım.
Çünkü alış-veriş yaptığım kişi müslümansa,
dini kendisini benim hakkımı vermeye yöneltirdi. Şayet
hıristiyan veya yahudi ise, va-lisi benim hakkımı vermeye onu
sevkederdi. Fakat bugün sizden sadece belli birkaç
kişiyle alış-veriş yapıyorum.
Buhârî,
Rikak 35, Fiten 13; Müslim, Îmân 230. Ayrıca bk.
Tirmizî, Fiten 17; İbn Mâce, Fiten 27
203.
Huzeyfe ve Ebû Hüreyre radıyallahu anhümâ'
dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Şanı yüce ve
üstün olan Allah, insanları bir araya toplar. Mü'minler
ayağa kalkarlar ve cennet kendilerine yaklaştırılır. Âdem
aleyhisselâm'a gelirler ve derler ki:
- Ey babamız! Bize
cennetin açılmasını iste! Âdem der ki:
- Sizi
cennetten çıkaran, babanızın hatasından başka ne ki? Ben
bu işin ehli değilim. Siz, Allah'ın dostu olan oğlum İbrahim'e
gidiniz. Bunun üzerine İbrahim'e giderler, o da:
- Ben bu
işin ehli değilim. Ben geriden geriye, uzaktan halîl idim.
Siz, Allah Teâlâ'nın kendisiyle konuştuğu Mûsâ'ya
gidiniz der. Onlar Mûsâ'ya giderler. Mûsâ
kendilerine:
- Ben bu işin ehli değilim. Siz Allah'ın kelimesi
ve ruhu olan İsâ'ya gidiniz, der. İsâ'ya
geldiklerinde:
- Ben bu işin ehli değilim, diye karşılık
verir. Bunun üzerine onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'e giderler. O da hemen ayağa kalkar ve kendisine şefaat
için izin verilir. Emanet ve rahim (akrabalık bağı)
gönderilir ve bu ikisi sıratın sağ ve solunda dururlar.
Sizin ilk kafileniz şimşek gibi geçer. Ben:
- Annem
babam feda olsun, şimşek gibi geçmek nedir? dedim.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
-"Şimşeği
görmediniz mi? Göz açıp yumacak kadar bir
zamanda geçip gidiverir!" buyurdu. Sonrakiler rüzgâr
gibi, kuş gibi, koşucular gibi geçerler. Onları amelleri
böyle süratli geçirir. Peygamberiniz sırat
üzerinde durup şöyle der:
-"Ey Rabbim! Selâmete
çıkar, selâmete çıkar. "
Neticede,
kulların amelleri kendilerini sırattan geçirmede âciz
kalır. O kadar ki, yürümeye gücü yetmeyen bir
adam oturağı üzerinde sürünerek gelir. Sıratın iki
tarafında emrolunduklarını yakalamakla memur asılı çengeller
vardır. Bazıları yaralanmış vaziyette kurtulur, bazıları da
cehenneme yuvarlanır. "
Ebu Hüreyre'nin nefsi
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, cehennemin dibi yetmiş
yıllık mesafe kadar derinliktedir.
Müslim,
Îmân 329
204. Ebû Hubeyb
Abdullah ibni Zübeyr radıyallahu anhümâ şöyle
dedi:
Cemel vak'ası gününde, (muharebe) durunca
(babam) Zübeyr beni çağırdı. Ben de hemen ayağa
kalkıp yanına vardım, dedi ki:
- Ey oğulcuğum! Bugün
öldürülenler ya zâlim veya mazlumdur. Bana
gelince, bugün mazlum olarak öldürüleceğim
kanaatindeyim. En büyük düşüncelerimden biri,
elbetteki borçlarımdır. Ne dersin, borçlarımızı
ödedikten sonra malımızdan geriye birşey kalır mı? Sonra
şöyle devam etti:
- Ey oğulcuğum! Malımı sat, borcumu
öde. Malının kalanı olursa üçte birini vasiyet
etti. Vasiyet ettiğinin üçte birinin de Abdullah'ın
çocukları olan torunlarına verilmesini istedi ve:
-
Borçları ödedikten sonra malımızdan birşey kalırsa,
üçte biri senin oğullarına aittir, dedi.
Hişâm
diyor ki:
- Abdullah'ın çocukları, Zübeyr'in
Hubeyb ve Abbâd gibi bazı çocuklarının akranı
idiler. O gün onun dokuz oğlu ile dokuz kızı bulunuyordu.
Abdullah der ki:
- Borcunu bana vasiyet edip duruyor ve:
-
Ey oğulcuğum! Şayet borcumdan bir kısmını ödemekten aciz
kalırsan, Mevlâm'dan yardım dile, diyordu. Allah'a yemin
ederim ki, ben ne demek istediğini tam anlayamadım ve:
-
Babacığım, Mevlân kim? dedim. O:
- Mevlâm, Allah!
dedi.
- Allah'a yemin ederim ki, onun borcunu ödemekte
sıkıntıya düştükçe:
- Ey Zübeyr'in
Mevlâsı! Onun borcunu öde, derdim. Hemen ödeyiverirdi.
Zübeyr'in oğlu Abdullah sözüne devamla der
ki:
Zübeyr, altın ve gümüş bırakmadan
öldürüldü. Sadece bir bölümü
Gâbe'de bulunan arazi bıraktı. Bir de on biri Medine'de,
ikisi Basra'da, biri Kûfe'de ve biri de Mısır'da evler
bıraktı. Abdullah sözüne şöyle devam etti:
Babamın
üzerindeki borçlar şöyle olmuştu: Bir kimse
kendisine gelir, ona bir emanet bırakmak ister, babam Zübeyr
ise:
- Hayır, emanet olmaz, fakat borç olarak bırak.
Çünkü ben onun zayi olmasından korkarım, derdi.
Zübeyr hayatı boyunca ne bir valilik, ne harac toplama
memurluğu, ne de başka bir idârî görevde
bulunmadı. Sadece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
veya Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte cihada
iştirak etti.
Abdullah diyor ki:
Babamın üzerindeki
borçları hesapladım, iki milyon iki yüzbin rakamını
buldum.
Hakîm İbni Hizâm, Abdullah İbni Zübeyr
ile karşılaştı ve:
- Ey kardeşimin oğlu! Kardeşimin borcu ne
kadar? diye sordu. Borcu gizledim ve:
- Yüzbin, dedim.
Bunun üzerine Hâkim:
- Allah'a yemin ederim ki,
malınızın buna yeteceği kanaatinde değilim, dedi. Abdullah:
-
İki milyon iki yüzbine ne dersin? deyince, Hâkim:
-
Buna güç yetirebileceğinizi zannetmiyorum. Borçtan
ödeme yapmakta âciz kalacak olursanız benden yardım
isteyin, dedi. Abdullah diyor ki:
Zübeyr, Gâbe
mevkiindeki araziyi yüz yetmişbine satın almıştı, Abdullah
orayı bir milyon altı yüzbine sattı. Sonra kalktı ve:
-
Kimin Zübeyr'de alacağı varsa, Gâbe'de bize gelsin!
diye ilan etti. Bunun üzerine Zübeyr'den dörtyüz
bin alacaklı olan Abdullah İbni Ca'fer, Zübeyr'in oğlu
Abdullah'a geldi ve:
- Dilerseniz alacağımdan vazgeçip
bağışlayayım, dedi. Abdullah:
- Hayır, dedi. Bunun üzerine
Abdullah İbni Ca'fer:
- Şayet borcunuzdan bir bölümünü
te'hir etmek isterseniz, benim alacağımı geri bırakabilirsiniz,
dedi. Zübeyr'in oğlu Abdullah:
- Hayır, bunu da
istemiyoruz deyince, Abdullah İbni Ca'fer:
- O halde bana
araziden bir parça ayırın, dedi. Abdullah İbni Zübeyr
de:
- Şuradan şuraya kadar olan arazi senin olsun, dedi.
Abdullah, kalan araziden bir bölümünü de
sattı. Babası Zübeyr'in kalan borçlarını ödeyip
bitirdi. Araziden dört buçuk sehim de arttı. Abdullah
kalkıp Muâviye'nin huzuruna gitti. Orada Amr İbn Osman,
Münzir İbni Zübeyr ve İbni Zem'a da vardı. Muâviye,
Abdullah İbni Zübeyr'e:
- Gâbe'ye ne kadar değer
biçildi? diye sordu. Abdullah:
- Her sehim için
yüzbin, dedi. Muâviye:
- Bunlardan ne kadarı kaldı?
dedi. Bunun üzerine Münzir İbni Zübeyr:
- Ben
ondan bir sehimi yüzbine aldım dedi. Amr İbni Osman :
-
Bir sehimini de ben yüzbine aldım dedi. İbni Zem'a:
- Bir
sehimini de ben yüzbine aldım, dedi. Muâviye:
-
Şimde geriye ne kadar kaldı? diye sordu. Abdullah İbni Zübeyr:
-
Bir buçuk sehim, dedi. Muâviye:
- Kalan bir buçuk
sehimi de ben yüz ellibine satın aldım, dedi. Abdullah İbni
Ca'fer, kendi hissesini Muâviye'ye altı yüzbine sattı.
Abdullah İbni Zübeyr, babasının borçlarını ödeyip
bitirince, Zübeyr'in diğer çocukları, Abdullah'a:
-
Mirasımızı aramızda taksim et, dediler. Abdullah:
- Allah'a
yemin ederim ki, dört sene süreyle hac
mevsiminde:
Kimin Zübeyr'de alacağı varsa bize gelsin,
borcunu ödeyelim, diye ilan etmedikçe, Zübeyr'in
mirasını paylaştırmayacağım, dedi. Dört sene boyunca bu
şekilde ilan etti. Dört sene geçince, mirası taksim
etti ve (babası Zübeyr'in vasiyeti olan) üçte
birini ayırdı. Zübeyr'in dört karısı vardı. Onlardan
her birine bir milyon ikiyüzbin düştü. Buna göre
Zübeyr'in bütün malı elli milyon iki yüzbin
tutmaktadır.
Buhârî, Farzü'l-humus
13 *[1]
Kaynak:
[1]:
Muvahhid 1.16 İslam Kütüb Hanesi Riyazussalihin